Göktürkler
Asya Büyük Hun İmparatorluğu'ndan sonra, her bakımdan temsil ettiği Türk kültürü itibariyle ikinci "süper" Türk imparatorluğu niteliğinde olan Gök-Türk hakanlığı, "Türk" sözünü ilk defa resmî devlet adı olarak benimsemekle, bütün bir millete ad vermek şerefini kazanmış, Doğu Sibirya'daki Yakut Türkleri ile batıda Ogur (Bulgar) Türklerinin bir kısmı dışındaki Türk asıllı bütün kütleleri kendi idaresinde birleştirmiştir. Hakanlığın yıkılmasından sonra bir yelpaze gibi açılarak dört tarafa yayılan çeşitli Türk zümreleri gittikleri yerlerde 'Türk" adını ve Gök-Türk idarî, siyasî ve iktisadî geleneklerini yaşatmışlardır. Yine bütün bu Türklerin tarihinde Gök-Türk teşkilatının, edebiyatının, töre ve hayat telakkisinin izleri görülmüştür. Gök-Türklerden sonraki çağlarda, R Türkçesi (Ogur lehçesi) müstesna, bütün Türk lehçe ve ağızları Gök-Türk Türkçesi'nin damgasını taşır. Doğudan batıya: Orta Asya, Türkistan, Maveraünnehir, Kuzey Hindistan, İran, Anadolu, Irak, Suriye ve Balkan Türkleri, Gök-Türkler yolu ile Türk'tür.
Bizim bugün diğer Türk devlet ve zümrelerinden ayırdetmek üzere Gök-Türk (Kök-Türk) dediğimiz bu topluluk ve devletin adı "Türk" veya "Türük" idi. Ancak, kitabelerin bir yerinde, kendini Gök-Türk olarak tanıtmıştır ki, "Gök'e mensup, ilahî Türk" manasına gelen bu tabir, V. Thomsen'e göre hakanlığın parlak devresine işaret etmekte olmalıdır (herhalde Mu-kan Kağan zamanı).
Gök-Türk hakanlığı çağında, daha doğrusu 6.-9. asırlarda Orta Asya'da tarihî rol oynayan toplulukların, çeşitli adlar altında gruplaşan Tölesler olduğu anlaşılmaktadır. Türkçe Töles kelimesi, ihtimal "asıl, kök, temel" manalarına gelmektedir. (Bk. L. Bazin, Les Calendriers..., s. 661, 667.)
Tölesler (Tölös, Tolis, Çince'de T'ie - lo, T'ieh - le), Çin kaynaklarında eski Hun boylarından olarak zikredilen ve bütün Orta Asya'ya yayılmış kalabalık Türk kütleleri bütünüdür. Sui-shu'da (Çin Sui hanedanının 581-618 yıllığı) 50 kadar kabilesi sayılmakta ve şöyle sıralanmaktadır: 1'i Baykal gölünün kuzeyinde, 5'i Tola ırmağı kuzeyinde, 5'i Tanrı dağları kuzey eteğinde, 9'u Altaylar'ın güneybatısında, 4'ü K'ang (Semerkant havalisi) krallığının kuzeyinde, 10'u Seyhun boyunda, 4'ü Hazar'ın doğusu ve batısında, 6'sı Fu-lin'in (Bizans) doğusunda". Ancak Baykal gölünden Karadeniz'e kadar yayılan bu toplulukların hepsini de Türk menşeli saymak doğru olmasa gerektir. En batıda gösterilen bazılarının (mesela Alanlar) İranlı oldukları biliniyor. Wu-hun'lar (=Ugor) da Urallı bir kavim grubudur. Ayrıca, Ogur boylarının da T'ieh-le'ler olarak zikredildiği anlaşılmaktadır. Töles boylarının, taşıdıkları adlar henüz tamamen çözülememiş olmakla beraber, Hunlardan geldikleri ve umumiyetle dil ve örflerinin Gök-Türklerinkinin aynı olduğu belirtilmiştir. Bazı Çin kayıtlarına göre, Tabgaçlar devrinde (386-534), yüksek tekerlekli araba kullandıklarından dolayı Kao-kü (Chao-ch'e = yüksek tekerlek) diye adlandırılan bir kısım Töles kabileleri, diğer Türkler gibi kendilerini kurt ata'dan türemiş kabul ederlerdi. Ayrıca, T'ang-shu'da (Çin T'ang sülalesi 618-906 yıllığı) da 15 Töles kabilesinin adlan verilmiştir. Gök-Türk hakanlığı zamanında Orta ve Doğu Asya'da gruplaşan Tölesler ile diğer ilgili bölgelerdeki topluluklar şunlardır:
1. Tarduşlar (Çince'de Sie Yen-t'o, Hsieh Yen-t'o. Hsie/ = Sir/ Yen-t'o = Tarduş?). Töles kabilelerinden bir grup (herhalde Tarduş: Hakan Tar-du'nun unvanı ile anılanlar: Batı Gök-Türkleri= On-oklar) Altaylar'ın batısında oturmakta olup Töleslerin en zengin ve kuvvetlileri olarak gösterilirler.
2. Uygurlar Töleslerden bir kütle. Tola ırmağının kuzey sahasında yer almışlardı.
3. On-Oklar (ihtimal "Tarduş" diye de adlandırılan Töles grubu), Altaylar'dan Seyhun (Sîrüderya) yakınlarına kadar uzanan geniş bölgede görünüyorlar. Çu ırmağı - Isıkgöle göre, 5'i doğuda To-lu (sol kanat), 5'i batıda Nu-çi-pi (sağ kanat) adı ile 10 kabileden kurulu olup, "Batı Gök-Türkleri" diye de anılmışlardır. Türgişler, To-lulardan idiler. Ayrıca bunlardan bir kısmı Çu-yüe (Çiğil?) ve Ç'u-mi (Çumul) adları ile anılan Türk kabileleri ile birlikte 630'u takip eden yıllarda, Gök-Türk hakanlığının fetret devresinde, Beş-balık civarındaki kurak bozkırlara çekilmişler ve Şa-t'o (Çince çöl veya Türkçe sadak? Veya Çiğil'ler?) adını almışlardır.
4. Karluklar Altaylar'ın batısında idiler.
5. Oğuzlar (630'dan sonra bu adla ortaya çıkan Töles boyları.) Selenga ırmağı - Ötüken bölgesinde oturuyorlardı.
6. Doğu Avrupa'da Türk toplulukları: Avarlar, Hazarlar, Ogurlar, Peçenekler ve ihtimal Kıpçak-Kumanlar vb.
7. Kırgızlar Baykal'ın batısında, Yenisey nehrinin kaynakları bölgesinde idiler.
8. Basmıllar (Çince'de Pa-si-mi). İdi-kut'unun (hükümdar) Türk olduğu belirtilen bu kavmin aslen yabancı olup, Türklerle karıştığı ileri sürülmüştür. Daha ziyade İç Asya'da Beş-balık havalisinde görünmektedirler.
9. K'i-tan, Tatabı, Dokuz-Tatar, Otuz-Tatar gibi Moğol soyundan kabileler doğu bölgesinde Kerulen ve Onon nehirleri havalisinde bulunuyorlardı.
Ancak, hatırlatmak gerekir ki, bütün bu topluluklar, zaman zaman yer değiştirmekte, arada bir çözülen boylardan yeni birlikler meydana gelmekte, hulasa oynak kütleler teşkil etmekte idiler. Yine görülmektedir ki, Tarduş, Uygur, On-ok, Oğuz, Ogur, Hazar vb isimler Türk soyundan gelen kütlelerin türlü teşkilatlanmalar dolayısıyla aldıkları adlardan ibarettir. "Türk" de, bilinen manası ile önceleri belirli bir topluluğun (Aşına ailesi etrafında toplananların) adı iken sonraları yaygınlaşmıştır.
Gök-Türkler, Çin kaynaklarının açıkça belirttikleri üzere, Asya Hunlarından iniyorlardı. Başbuğ ailesi olan Aşına kolunun bir dişi kurttan türediğine dair o çağda pek yaygın olduğu anlaşılan rivayetler, Gök-Türklerin erken tarihini efsanelerle karıştırmaktadır. Ancak kurttan-türeme geleneğinin, Asya Hunları arasında da mevcut olması ve kurt ata'nın Türkleri dar, geçilmez yollardan selamete ulaştırdığı (Bozkurt Destanı'nın aslı) rivayetinin Hunlarda görülmesi, Gök-Türklerin Hunlara nispetini ortaya koymaktadır. Aşına ailesinin, yalnız bir erkek çocuk hayatta kalmak üzere, katliama uğramış olduğu rivayetini, Tsü-kü (aslında Asya Hun devletinde bir unvan) adlı Hun ailesine mensup Meng-sün tarafından kurulan Kuzey Liang Hun Devletinin, 439'da Tabgaçlar tarafından yıkılması hadisesine bağlamak mümkündür. Sui-shu'ya (Çin yıllığı, 581-618) göre, bu Hun devletinde idareyi elinde tutan Tsü-kü (Chü-ch'ü)'ler imha edildiği zaman, A-shih-na (Aşına) kolu, 500 ailelik bir kütle halinde, Kan-su bölgesinden göçerek, Juan-juanlara sığınmışlardı. Gök-Türklerin nüvesini teşkil ettiği belirtilen ve Meng-sün'ün oğlu An-çu ve sonra torunu Şu'nun öldürülmesi üzerine önce Hsi-hai'da iken sonra Altaylar'a nüfuz eden bu kütle, Chü-ch'üler (Tsü-kü) yolu ile de Asya Hunlarına bağlanmaktadır ve hatta, bu kısa göç hareketini idare eden Aşına kolunun, Güney Hun tanhuları yolu ile Mo-tun'un mensup olduğu ünlü T'u-ko (Tu-ku) ailesinden gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Kurt ata inancı dolayısıyla Gök-Türk hakanlık belgesi, altından kurt başlı sancak (tuğ) olmuştur.
I. Göktürk Hakanlığı
Göktürklerin 6. yüzyılın ilk yarısında Altay dağlarının doğu eteklerinde ve maden istihsal edilen yakın bölgelerde (Yarkent, Kaşgar, Kuça vb.) ananevî sanatları demircilikle uğraştıkları ve Juan-juan devletine silah imal ettikleri biliniyor. Fakat o zaman dahi dağınık idiler. Chou-shu'ya (Çin yıllığı, 557-581) göre, Gök-Türk devletinin kurucusu olan Cho-shu'ya (Çin yıllığı, 557-581) göre Gök-Türk devlerinin kurucusu olan Bumın'ın (Çince'de, Tu-men) atası A-hien, "şad" unvanını taşıyor ("Bilge Şad") ve Bumın'dan hemen önce gelen Tu-wu adlı başbuğ da Ta Ye-hu ("büyük yabgu") olarak tanınıyordu. Demek ki, Türk kütlesinin Juan-juanlarla bağlılığı daha ziyade "federatif' mahiyette idi. Bumın, daha 534 yılında Kuzey (Batı) Tabgaç (Wei) hükümeti ile siyasî münasebet kurmuş, 542'de akıncılarının başında Huang-ho nehri yakınlarında görünmüş ve 545'de Tabgaç hükümdarının gönderdiği elçiyi "imparatorluktan nezdimize heyet geldi, devletimiz bundan gurur duyar" sözleri ile karşılamıştı. Gök-Türk hanlarından İşbara, 585'deki konuşmasında Gök-Türk devletinin "50 yıl önce" kurulduğunu söylemişti ki, bu da 535 tarihine denk düşmektedir.
Ancak Juan-juan devletine karşı bir "Töles" ayaklanmasını bastıran (546) Bumın'ın, Juan-juan hükümdarı ile eşdeğerde olduğunu göstermek için onun kızı ile evlenmek arzusunun kabaca reddedilmesi üzerine, Batı Tabgaç prensesi ile evlenerek vurduğu ağır darbe sonucu Juan-juan devletini çökerttikten (552 başları) sonra, resmen İl-kagan unvanını alması ve böylece, eski Büyük Hun İmparatorluğu'nun başkent bölgesi Ötüken merkez olmak üzere hakanlığı kurması 552 yılında vaki olmuştur.
Devletinin batı kanadının idaresini, kuruluşta birlikte çalıştıkları küçük kardeşi İstemi'ye (İştemi, Çince'de She-ti-mi) veren Bumın, devleti kurduğu yıl içinde öldü. "Yabgu" unvanını taşıyan, dolayısıyla Doğu kanadının yüksek hakimiyetini tanıyan İstemi, Batı'da fetihlerine devam ederken, Ötüken'de iktidara gelen, Bumın'ın oğlu, K'o-lo (Kara?) ve bunun erken ölümü üzerine hakan olan, Bumın'ın diğer oğlu, Mu-kan (Beğ-Han? 553-572) zamanında devlet, haşmetli çağına ulaştı. Heybetli görünüşü, parlak, etkili gözleri, kudreti ve sertliği, Çin kaynaklarında belirtilen Mu-kan Kağan, son bir darbe ile ahalisinin bir kısmının Çin'e (müttefikleri olan Ts'i topraklarına) sığındığı bilinen, bir kısmının da Baykal'ın kuzeyine doğru çekildiği anlaşılan Juan-juan devletini, tarihe mal ettikten sonra (555), doğuda K'i-tanların ve kuzeyde Kırgızların ülkelerini Göktürk hakimiyetine bağladı; Çin'de Batı Tabgaçlarının yerine geçen Chou hanedanı (557-581) ile diğer Çinli Ts'i (Ch'i) hanedanını (550-557) baskı altına aldı; İstemi'nin harekâtına karşı Çin'den yardım isteyen Ak Hun (Eftalit) Devleti'ne ve Mâverâünnehir halkına Çin askerî desteğini önledi. 564'de Şan-si'deki Ts'i başkenti Tsin-yang'ı muhasara etti ve kızı prenses Açına'yı Chou imparatoru Wu-ti ile evlendirdi (568). Kaynakların bildirdiğine göre, geniş ülkelere ve 100 bin kişilik bir orduya sahip olan Gök-Türk hakanını, Çin imparatoru, akrabalık kurma yolu ile teskin etmiş oluyordu.
Mu-kan'ın emrindeki kuvvet, hakanlığın Doğu kanadının ordusu idi. İstemi (552-576) kumandasındaki öteki ordu ise kendi bölgesinde hareket halinde idi. Kısa zamanda, Altaylar'ın batısını Isıkgöl ve Tanrı dağlarına kadar hakimiyetine alan İstemi, geniş çapta askerî ve siyasî faaliyetleri neticesinde temas kurduğu Sasanî imparatorluğu ve Bizans gibi Ortaçağ'ın en büyük iki devletini Gök-Türk politikası izinde yürütmek suretiyle, Türk hakanlığını bir dünya devleti payesine yükseltti. Ak Hunlar (Eftalitler) üzerinde yaptığı ilk baskı tecrübesinden (ihtimal 556 yılı başlarında) sonra, ipek transit ticaretini elinde tutan bu devlete karşı Sasanî imparatorluğunu tabiî müttefik olarak gören İstemi, Şehinşah Anuşirvan-ı Âdil ile antlaşma yaptı; bu vesile ile Anuşirvan ile evlenen kızı, İran sarayına imparatoriçe oldu. Müttefikler tarafından sıkıştırılan Ak Hun (Eftalit) devleti yıkıldı ve toprakları, Ceyhun (Âmuderya) sınır olmak üzere iki müttefik arasında paylaşıldı (557). Maveraünnehir, Fergana'nın bir kısmı, Batı Türkistan'ın güneyi, Kaşgar, Hoten vb. Göktürklere intikal etti. Bu suretle İç Asya kervan yolu üçüncü kere Türklerin eline geçmiş oluyordu.
Ancak Anûşirvan, bu bölüşmede, zaferdeki cüz'î katkısına nispetle aslan payını almış olmasına rağmen, pek memnun değildi; kervan yolunun Maveraünnehir güzergâhını da ele geçirmek istiyordu. Bu maksatla, kendi ülkesinden Akdeniz limanlarına ve Bizans'a yapılmakta olan ipek nakliyatını durdurdu. Böylece hem ipek ticaretinin ünlü kervancıları olup son taksimde Göktürklere bağlanan Sogd ahalisinin faaliyetini baltalayarak huzursuzluk çıkarmak, hem de Türkleri ipek transit vergisi gibi yüksek bir gelirden mahrum etmek düşüncesini tatbik mevkiine koydu. İstemi'nin gönderdiği elçileri, hile ile öldürttü. Göktürk fütuhatının Talas-Çu sahasından ve Seyhun nehrinin doğusundaki Khoa-lit ülkesi (Bizans elçisi Zemarkhos'ta: Kolkh, Kholiat) üzerinden Aral-Hazar kuzeyine doğru ilerlediği bu tarihlerde, İran ile uzlaşma ümidini kesen İstemi, Bizans'a döndü ve İstanbul'a Sogdlu ipek taciri ve diplomat Maniakh başkanlığında bir heyet gönderdi (567 sonları). Tarihte bu, Orta Asya'dan Doğu Roma'ya giden ilk resmî heyet idi. İpek meselesi, Göktürkler kadar, Bizans'ı da ilgilendirdiği için, hatta daha önceleri Sasanî aracılığından kurtulmak üzere nakliyatını Hind denizi yoluna teksif etmek maksadı ile Güney Arabistan'daki Himyerî devleti ile temaslar aramış olan Bizans'ta imparator Justinianos II, Türk elçilerini ilgi ile karşılamış, İstemi'nin gönderdiği "İskitçe" (Türkçe) mektubunu okutmuş ve Maniakh'ın ağzından teşebbüsün ciddîliğini anlamıştı. Bir ittifak antlaşması yapmak üzere, umumî vali Zemarkhos başkanlığında bir heyeti yola çıkardı (569 Ağustos başı). Türk elçileri ile birlikte Karadeniz-Kafkaslar-Hazar Denizi-Aral gölü arasından Talas yolu ile Tanrı-dağları'ndaki Ak-Dağ'da (Altın-dağ) İstemi'nin huzuruna gelen Bizans elçisinin hatıraları, Göktürk hayatını ve kudretini gözler önüne sermesi bakımından pek kıymetli bir vesikadır. İstemi, Bizans ile işbirliği yaparak Anûşirvan'ı İpekyolu'nu açmağa zorlamak gayesini güden siyasetinde başarıya ulaşmış, 571 yılında Sasanî-Bizans çatışması başlamış; hakimiyetlerini Harezm üzerinden Kafkaslar'ın kuzeyindeki Kuban ırmağına kadar yaymağa çalışan ve ayrı ayrı Türk idarecilerin emrinde olmak üzere, ülkeyi 8 bölge halinde ellerinde toplayan Göktürkler, o sıralarda Azerbaycan'a da girmişlerdi. Fakat batıya bu Türk ilerleyişi durakladı ve Bizans ile esas ortak hareketle ilgili müdahale, ancak Anûşirvan'ın oğlu olup, Göktürk prensesinden doğduğu için "Türk-zade" diye anılan Ormuzd IV'ün (579-590) son yıllarında (588'lerde) yapılabildi. Gecikmenin sebebi, Gök-Türkleri savaşa iştirak için tazyik eden Bizans'ın gönderdiği elçilerden biri olan Valentinos'u 576'da Aral gölü havalisindeki Türk bölgesinde karşılayan Türk-şad'ın sözlerinden anlaşılıyor. Bu Türk prensi, Bizans'ı, Göktürklerin hasımları olan Avarlar'ı himaye etmekle ve "kılıçlanarak değil, atların ayakları altında karınca gibi ezilerek öldürülmeyi hak eden" bu kavme barınacak yer vermekle suçluyordu ki, bu doğru idi. Ayrıca Bizans, Azerbaycan üzerinden ilerleyerek ihtimal Güney Kafkasya'daki Sabar Türkleri ile bağlantı kurmak isteyen Göktürk kuvvetlerinin hızını kesmek maksadıyla, 576'ya doğru oradaki Sabar Türk kütlesini dağıtmıştı.
İstemi'nin siyasetinin diğer mühim bir neticesi de şu olmuştu: 19 yıl süren (571-590) Sasanî-Bizans mücadelesinden sonra da iki imparatorluğun arası düzelmemiş, birbirini takip eden karşılıklı istilalarda nihayet imparator Herakleios'un, Sasanî başkenti Meda'în'e (Ktesiphon) kadar uzanan seferleri (622-628), Sasanî imparatorluğunun son mecalini de kırmıştı ki, Kur'an'da bile işaret olunan bu durum İslamiyet'in kısa zamanda İran'da hakimiyet kurmasını kolaylaştırmıştır.
Göktürk İmparatorluğundaki, İstemi'nin faaliyeti dahil bütün askerî-siyasî teşebbüslerin, adına yapıldığı hakan Mu-kan 572'de öldü. Devleti muazzam bir genişliğe ulaştıran bu büyük hükümdarın hatırası, Orhun Kitabeleri'nde akisler bulmuştur: "Dört tarafa ordu sevk edip kavimleri hep itaat altına almış, başlılara baş eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüş; ileride (doğuda) Kadırgan dağlarına (Kingan dağları), geride (batıda) Temir Kapıg'a (=Demirkapı, Belh-Semerkand yolu üzerinde, 12-20 metre genişlik ve 3 kilometre uzunluğunda) kadar -Türk milletini- hakim kılmış; bu memleketlerde Kök-Türk (kavmi) idi-oksız oturur olmuş; bilge kağan imiş, alp kağan imiş, buyruk ve beyleri, kavmi (bodun) hep bilge ve cesur imişler...". Ötüken'de tertiplenen büyük cenaze törenine hususî heyetlerle katılan komşu devlet ve kavimler arasında Bizans İmparatorluğunun da bulunmuş olduğu anlaşılmaktadır.
Mu-kan'ın yerine kardeşi T'a-po geçti (572-581). Kudretli hakanlığın yeni hükümdarı, kendini kutlamak üzere 100 bin top ipek hediye eden Chou imparatoru ile yine tebrik için çeşitli hediyelerle birlikte başkumandanını göndermek suretiyle hususî bir itina gösteren Ts'i (Çh'i) imparatoruna "Oğullarım" diye hitap ediyordu. Bu, bütün Kuzey Çin'in Türk himayesine alındığını göstermekte idi. Ülkesinin genişliğinden dolayı hakanlığın doğrudan doğruya kendi idaresindeki kanadını ikiye ayırarak, Doğu'suna, kardeşi K'o-lo'nun oğlu Şe-tu'yu (İşbara), Batı'sına da küçük kardeşi Jo-tan'ı "kağan" (küçük kağan) unvanları ile tayin eden T'a-po, bir Ts'i prensesi ile evlenmek düşüncesine kapıldı ve ayrıca, Türk topluluğu için zararlı cihetleri, önceki devirlerde, ileri görüşlü Türk idarecileri tarafından ortaya konulmuş olan Buda dinini, Budist misyonerlerin telkinlerine kanarak, memlekette himayeye kalktı; bir Budist tapınağı ve bir Buda heykeli yaptırdı". Gök-Türk haşmeti, zevale yüz tutmuş gibi idi. T'a-po dış siyasette de yanlış adımlar attı. Ts'iler, 577'de Chou hanedanı tarafından yıkıldığı zaman, oradan kaçarak kendisine sığınan bir Ts'i prensini "Çin kağanı" ilan etti. Cho-ularla arasının açılmasına sebep olan bu durum karşısında, kalabalık bir ordu ile Pekin bölgesine ilerleyen T'a-po, kendisine yeni bir Çinli prenses vaad edilerek durduruldu (579). Ancak prensesin verilebilmesi için Chou hükümdarı, "Çin kağanı" Ts'i prensinin kendisine teslimini istiyordu. Bir av esnasında bu prensin Choular tarafından kaçırılmasına göz yumulması, millet nazarında hakanın itibarını büsbütün sarstı. Göktürk birliği ve kültüründe mühim çatlakların belirdiği bu yıllarda, diğer bir hadise de İstemi'nin ölümü oldu (576).
Resmî unvanı "yabgu" olması gereken fakat ihtimal, Türk "il"inde bir budunun (sonraki "On-ok" budunu; buradaki "on büyük başbuğ" ona bağlanmıştı) başında olduğu için kitabelerde ve bir Bizans kaynağında "kağan" diye zikredilen bu büyük şahsiyetin ölümünü, yukarıda adı geçen Türk-şad'ın sözlerinden öğreniyoruz. Onu sinirlendiren hususlardan biri de, ölen "ata"sının yas günlerinde Türklerin, Bizans elçileri tarafından rahatsız edilmeleri idi. Yol hatırası, Göktürk hakanlığının batı bölgelerindeki kavimler bakımından mühim olan elçi Valentinos'a hitaben yapılan ve Bizans'ı suçlayan bu konuşma, ayrıca Türk fütuhatının hem şeklini, hem felsefesini açıklamak itibariyle de değer taşımaktadır: "Ben, esirlerimiz olan Uar-Huni'lerin hangi yoldan Bizans'a gittiklerini biliyorum. Dinyeper'in, Meriç'in nerede olduğunu, Tuna'nın nereye aktığını da biliyorum. Gün doğusundan gün batısına kadar, ülkeler bize diz çökmüştür. Bize karşı gelmek cesaretini gösteren Alanları, On-Ogurları görüyorsunuz. Roma'ya da geleceğiz." Göktürk sınırlarının Kafkasya'nın kuzeyine ulaştığını ortaya koyan bu sözlerle Bizans da açıkça tehdit edilmekte idi. Ancak Türk-şad latife yapmadığını gösterdi. Kırım'da Bizans'a ait ünlü Kerç (Bosporos) kalesi, Türk kuvvetleri tarafından zapt edildiği zaman, Doğu Roma elçileri henüz Gök-Türk topraklarında idiler (576). Bu, Göktürk hakanlığının, Mançurya sınırlarından Karadeniz'e kadar uzanarak, genişliğinin son noktasına ulaştığı tarihtir.
İstemi'den sonra yerine geçen oğlu Tardu (576-603), cesareti ve savaşçılığı ile babasına benzemekte idi ise de, siyasî ihtirası yüzünden, T'a-po zamanında açılmış olan ayrılık çizgisini büsbütün derinleştirdi. Çinliler, onun bu zaafından faydalandılar: Önce, hakanlık doğu kanadının kendine verilmemiş olmasından küskün olan Ta-lo-pien'in (Mu-kan'ın oğlu) Tardu'nun yanına gitmesini telkin ettiler. Halbuki Mu-kan bile bu oğlunu tahta aday göstermemiş idi, çünkü annesi asîl (yani Türk soyundan) değildi. Hakan T'a-po da 581'de ölürken, kendi oğlu yerine onun hakan olmasını istediği halde, Devlet Meclisi (Toy) bunu kabul etmemiş ve sonunda K'o-lo'nun oğlu İşbara (Çince'de, Şa-po-lüe) hakanlığa getirilmiştir.
Çin, Göktürkler arasındaki bu anlaşmazlığı körüklemeğe devam ediyordu. Ta-lo-pien, Batı Yabgusu Tardu'nun yanında, Doğu'daki yeni hakan ile mücadeleye giriştiği sırada, İşbara da o tarihte, Chou'lar'ın yerine iktidara gelen Sui hanedanı'ndan (581-618) kendi ailesinin intikamını almak isteyen karısı, Chou prensesi Ts'ien-kin'in telkinlerine kapılarak, Çin'e kuvvet sevk ediyor; Sui imparatoru Wen-ti (Yang Chien, 581-604) de eskiden beri Çin şehirlerinde ticaretle uğraşan ve dostluk ilişkileri çerçevesinde imtiyazlara sahip 10 bin kadar Türk'ü, Çin'den uzaklaştırıyordu. Buna karşı Işbara'nın, ordusu ile Çin'e girmesi, Çin entrikasının kesifleşmesine yol açtı. Wen-ti, yabgu Tardu'ya altın kurt başlı bir sancak göndererek, onu Göktürk hakanı olarak tanıdığını bildirdi. İhtirası alevlenen Tardu, Çin'e karşı ortak hareket teklif eden İşbara'nın isteğini önce reddetti ve İşbara, Göktürkleri gayet iyi tanıdığı anlaşılan diplomat-general Ç'ang-sun Şeng ile mücadele etmek ve bu Çinlinin Türk kumandanları arasına soktuğu nifak ile uğraşmak mecburiyetinde kalırken, Tardu, hakanlığın Doğu kanadının yüksek hakimiyetini tanımadığını ilan etti (582). Böylece, 350 yıldan beri ilk defa Çin'de siyasî birliği kurarak sonraki kudretli T'ang sülalesine siyasî yönden basamak vazifesini görmüş olan Sui sülalesi iktidarının başladığı yıllarda, Göktürk hakanlığı, resmen ikiye bölünmüş oldu.
Doğu Göktürk Hakanlığı
Doğu'da zor şartlar altında, hakan İşbara, dengeyi büsbütün kaybetti. Ordu mensupları arasında, kendisi ile mücadeleye devam eden Ta-lo-pien'e bağlı olduklarını zannettiği yüksek rütbeli kumandanları vazifeden uzaklaştırmağa, hatta cezalandırmağa başladı. Neticede bu askerlerle, prenslerden bazıları Çin'den yardım istemek zorunda kaldılar. Etrafında korku ve nefret uyandıran İşbara da, kendi gücünden çok şey kaybettiğini ve Tardu - Ta-lo-pien ikilisinin tehdidi altına girdiğini esefle gördüğü için bizzat, Sui hükümdarına müracaat ile askerî destek ve barış dileğinde bulundu. Teklifi sevinçle kabul eden Wen-ti'nin derhal yolladığı heyetin başında diplomat Yü K'ing-tsî ile birlikte yine Ç'ang-sun Şeng bulunuyordu. Başkentte Hatun'un ve diğer Türk ileri gelenlerinin önünde bu iki Çinli, İşbara'ya hakaret edecek kadar ileri gittiler ve "Çin imparatorunun oğlu" olduğunu kabul eden hakanı, "Ç'en" (bende, kul) ilan ettikten sonra memleketlerine döndüler. Doğu hakanlığı, Çin himayesine girmişti. Durumu kendi çıkarına kıyasıya sömürmeyi tasarladığı anlaşılan Çin, Türkleri büsbütün yozlaştırmak maksadı ile, halkını Çince konuşturmağa, Çinliler gibi giyinmeğe, Çin adetlerini kabule teşvik ve mecbur etmesi için İşbara üzerinde zorlu baskısını artırdı. Hakan, imparatora gönderdiği 585 tarihli mektupta bu talepleri şöyle cevaplandırmakta idi:
"Size bağlı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem, dalgalanan saçlarımızı sizinkine benzetemem, halkıma Çinli elbisesi giydiremem, Çin adetlerini alamam. İmkân yoktur, çünkü bu bakımlardan milletim fevkalade hassastır, adeta çarpan tek bir kalp gibidir." Ve ilave ediyordu: "Sui imparatoru dünyanın gerçek hakimidir. Gökte iki güneş olmadığı gibi, yerde de iki hükümdar olmamalıdır" vb.
Gök-Türk hakanlığının parçalandığı, tâbi kütlelerin ayaklandığı, Türklerin Çin'e ilticaya başladıkları, Türk hükümdar ailesi mensuplarının birbirine düştüğü bu karışıklıkta, İşbara öldü (587). Yerine geçen kardeşi Ç'u-lo-hou (=Ye-hu Kagan) ve arkasından Toy (Devlet Meclisi) tarafından hakan ilan edilen Tulan (588-600) zamanlarında durum düzelmedi. Meşhur Ç'ang-sun Şeng, Gök-Türk hakanlığını iyice çökertme yollarını gösteren raporlar hazırlayarak imparatoruna takdim ediyor, elçi olarak geldiği Ötüken'de türlü entrikalarla Türk hanedan üyelerini karşı karşıya getiriyordu. En büyük yardımcısı da, önce T'a-po'nun, sonra İşbara'nın ve nihayet, Tulan'ın öldürülmesinden sonra, Çin'in muvafakati ile tahta çıkarılan, Ye-hu'nun oğlu, K'i-min (= T'u-li, 600-609) hakanın karısı olan, Çinli prenses Ts'ien-kin idi. K'i-min, bu defa, Doğu hakanlığını kendi idaresine almağa çalışan Tardu'ya karşı kullanılmakta idi. Bu K'i-min de imparator Yang-ti'ye, 607'de, gönderdiği bir mektupta "Haşmetpenah'ın aciz bir bendesi" olduğunu, hatta vaktiyle İşbara'nın bile reddettiği "Türk kavmini Çinliler gibi yapmağa -giyim, adet ve dilde Çinlileştirme- hazır bulunduğunu" yazabiliyordu. Ancak, ölümünden sonra yerine geçen oğlu Şi-pi (Shih-pi, 609-619), Gök-Türk haysiyetini biraz kurtarabildi. Bir Çinli prenses ile evlenmekle beraber bunu, Çin'in, Gök-Türk iç işlerine karışmasını önleyen bir paravana olarak kullandı. 5-6 yıl içinde, Doğu Hakanlığı topraklarındaki dağınıklığı giderdi; batıda Tibet'e ve doğuda Amur nehrine kadar tekrar itaat altına aldı (615). Durumdan telaşa düşen Sui imparatoru, Türk hanedan üyeleri arasında anlaşmazlık çıkarmağa dayanan değişmez Çin planını, yeniden uygulamaya koydu: Bu defa yol göstericisi, hususî entrika raporları hazırlayan ve Batı Asya için yazdığı eserler, başlıca kaynaklardan sayılan Çin devlet ve "sömürge" adamı P'ei-chü idi. Hakanın küçük kardeşi Ç'i-ki şad'a "hakanlık" teklif edildi. Fakat milletin perişanlığını ve Çin tahakkümünün rezaletlerini gören bu genç, hem teklifi, hem kendisine vaad edilen Çinli prensesi reddetti. Çinliler başka bir yol denediler: Gök-Türk nazırlarından (bakan) birini pusuya düşürerek öldürdükten sonra, Hakan'a, onun muhalefet maksadı ile kendilerine müracaat ettiğini, fakat "aradaki dostluktan" dolayı onun ortadan kaldırılmasını uygun bulduklarını bildirdiler. Gaye, Hakan Şi-pi ile Gök-Türk büyüklerinin arasını açmaktı. Hakan bu oyuna da gelmedi. Gök-Türk nazırının öldürülmesi hadisesinin, Çin-Türk anlaşmasını bozduğunu ileri sürerek yıllık haracı kesti, savaşa hazırlandı. Planı, Çin'in kuzey eyaletlerinde geziye çıkmış olan imparator Yang-ti'yi baskınla yakalamaktı. Fakat teşebbüs, hakanın Ötüken'de bulunan zevcesi Çinli prenses İ-ç'eng tarafından gizlice Çin'e bildirildiği için süratle geri dönmeğe çalışan imparator, takipçi Gök-Türk süvarileri tarafından Şan-si'de Yen-men (bu-gün Tai-hien) mevkiinde kuşatıldı. Üzüntüsünden ağladığı rivayet edilen imparatorun imdadına, yine aynı prenses yetişti: Gök-Türk ülkesinde büyük bir isyan çıktığı söylentisini yayarak, Türk ordusunun geri çekilmesini sağladı (615).
Yang-ti'nin son, itibar düşürücü durumu, Çin'de karışıklıklara yol açtı ve ona karşı muhalefet gittikçe arttı. Bu defa da Çin ileri gelenlerinin Gök-Türklere sığınmalarına şahit olunuyor ve Şi-pi hakan Çinlilerin siyasetini kendilerine karşı tekrarlıyordu. Çin sarayını yağmalayarak, aldığı kıymetli eşyayı Gök-Türk hakanına sunan mülteci Liang Shi-tu'yu, Şi-pi "Çin kağanı" ilan ederek (617), kendisine bir kurt başlı sancak verdi. Liu Wu-Chou adlı diğer bir kumandanı da "Batı Çin kağanı" yaparak, Sui'lere karşı sefere çıkardı. Şi-pi'nin siyasî faaliyetleri arasında, tarihî bakımdan en ehemmiyetlisi Çin umumî valilerinden Li Yüan'ı himayesine alıp desteklemesidir ki, anlaşma gereğince, Türk ordularının yardımı ile Sui'leri iktidardan uzaklaştırarak başkent Ç'ang-an'daki imparatorluk servetini hakana takdim eden, ayrıca 30 bin top ipek ve yıllık vergi vermeyi kabul etmiş olan Li Yüan, Çin'de 300 yıl kadar hüküm süren ünlü T'ang sülalesini (618-906) kurmuş ve kendisi imparator olarak Kao-tsu (618-626) unvanını almıştır.
Şi-pi'den sonra hakan Ç'u-lo (619-621) kardeşinin sert siyasetini takip ediyor ve Hakanlığa karşı tutumu kısa zamanda değişen T'ang imparatoruna karşı Sui sülalesini canlandırmağa kararlı bulunuyordu. Fakat karısı Çinli prenses İ-ç'eng tarafından zehirlenerek öldürüldü. Hakan olan kardeşi Kie-li (621-630), kifayetli bir adam değildi. Hain prenses İ-ç'eng ile evlenmiş, ağır dille yazdığı mektuplarla imparatoru tahrik etmişti. Karısının tesiri altında idi. Plansız, taktiksiz, sadece cesarete dayanan askerî teşebbüslerinde bir-iki defa mağlup oldu. Tutumu, millette emniyetsizlik uyandırdı. Tarduşlar, Bayırkular, Uygurlar ayaklandılar (627). Tarduş başbuğu İ-nan'ın darbeleri yıkıcı olmuştu. Vaktiyle Türk himayesine sığınmış olan birçok Çinli, Tang imparatorundan af dileyerek memleketine dönüyor, K'i-tanlar ve başka kavimler, Çin ile temaslar arıyor ve sınır bölgelerinde Çin'e bağlanıyorlardı. İmparator T'ai-tsung (627-649, Li Yüan'ın oğlu) Türklere vuracağı darbe için vaziyetin olgunlaşmasını bekliyordu. Hakan, kuşattığı bir şehir önünde mağlup olarak çekilirken yakalandı, muhafaza altında Çin başkentine gönderildi (630).
Tai-tsung'un kendini "Türklerin Gök Kağanı" ilan ettiği 630 senesi, Doğu Gök-Türk istiklâlinin sonu kabul edilmiştir. Hakanlığa bağlı kabileler ve yabancı topluluklar dağılıyor, Gök-Türk prensleri, etraflarına kuvvet toplayabilecek kimseler olmadıklarından, herkes başının çaresine bakıyor, bazı gruplar Çin'e sığınıyorlardı. Gerçi başta Aşına ailesinden "kağan"lar vardı, fakat bunlar artık Çin sarayının emrinde, oraya sadakat ziyaretleri yapan, hediyeler sunan, imparatorlardan türlü unvanlar alan birer kukla idiler. Gök-Türklerin acıklı durumunu; Çin sarayında imparator huzurunda Türklere karşı ne yapılabileceği hususunda, cereyan eden münakaşalardan anlamak mümkündür. Neticede Kuzeybatı Çin'de (Ordos) Sed boyunda "6 Eyalet" bölgesine Türklerin yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu suretle, belki Türklerin Çinlileşeceği umuluyordu. Fakat 680'e kadar geçen 50 yıl devamınca Türk milleti kendini unutmadı, dilini, örf ve âdetlerini korudu, tarihinin şanlı hatıralarını ruhunda yaşattı. Bu arada ufak çapta baş kaldırmalar oluyordu: Mesela Aşına ailesinden bir prensin, Altaylarda Türk hakanlığını ihyaya çalışması (646-649), yine Gök-Türk hükümdarları soyundan Tu-çi'nin On-ok'ların başında "kağan" ilan edilerek (676-678) Çin'e karşı Tibetlilerle ittifak etmesi. Çinliler tarafından şiddetle bastırılan bu hareketler arasında en çok hayret uyandıranı, 639 yılında Kür-şad'ın ihtilal teşebbüsüdür. T'ang imparatorunun saray muhafız kıtasında vazife gören Gök-Türk prensi (588'de savaş meydanında ölen Hakan Ye-hu'nun küçük oğlu) Kür-şad (Çince'de: Kie-şe), Türk devletini ihya etmek için, 39 arkadaşı ile bir gizli cemiyet kurmuş ve önce, bazı geceler tek başına şehirde dolaşan imparator Tai-tsung'u yakalamağa karar vermişti. Fakat planın uygulanacağı gece ansızın patlayan fırtına yüzünden, imparator saraydan çıkmadı. Kararın geciktirilmesini sakıncalı gören Kür-şad ve arkadaşları, bu defa doğruca saraya yürüdüler. 40 Türk, sarayı ele geçirip başkente hakim olmayı düşünüyorlardı. Yüzlerce muhafız telef edildi ise de dışarıdan sevk edilen ordu ile başa çıkılamadı. Şehir yakınındaki Wei ırmağına doğru çekilen Kür-şad ve arkadaşları, yakalanarak öldürüldüler.
Batı Göktürk Hakanlığı
582 yılında, hakanlığın doğu kanadı ile resmen ilgisini kesen Tardu, her iki tarafı kendi idaresinde birleştirmek için gayret sarf ediyordu. Doğu hakanlığına baskı yapan Çin'in, Tulan hakana karşı, kardeşi T'u-li'yi (K'i-min) tutarak iki kardeşi çarpıştırması üzerine Tardu, Çin'e yürüdü. Kuzey Çin'de ilerlerken, general - diplomat Ç'ang-sun Şeng'in oyununa kurban oldu. Bu Çinli, Türk ordusunun geçeceği yollardaki suları, kuyuları, pınarları gizlice zehirletmişti. Tardu, böyle bir şeyin de yapılabileceğini hatırına getirmediği için zayiat ve ağır at telefatı verdi, çekilmek zorunda kaldı (600). Bu tarihe kadar Tardu Kağan, batıda büyük başarılar kazanmış, Hoten bölgesini hakanlığa bağlamış, şehinşah Ormuzd IV "Türk-zade" (579-590) zamanında, Bizans-Sasanî savaşlarında, İran işlerine müdahale etmişti. Bir Türk başbuğu ("Hazar yabgusu"?) Derbend'i kuşatırken, diğer Gök-Türk ordusu Herat, Badgîs havalisine girmişti (588-9). Bu orduyu durduran ünlü Sasanî kumandanı Bahram Çüpîn'in isyan ederek Ormuzd'u tahttan indirip onun oğlu Husrev Pervîz'i çıkarması, fakat bunun da kaçması üzerine, Bahram'ın kendini "Şehinşah" ilan etmesi, Sasanî imparatorluğunu karıştırmış, Bizans'ın müdahalesi ile mağlup edilen Bahram, sonunda hakana sığınmıştı. Böylece Tardu'nun, bir yandan, kısa müddet için de olsa, her iki Türk hakanlığını kendi idaresinde birleştirmesi (598'e doğru), aynı zamanda İran üzerinde nüfuzlu bir durum kazanması, onun, 598 yılında Bizans imparatoru Maurikios'a gönderdiği mektubun başlığında ifadesini bulmuş görünmektedir: "Dünyanın yedi ırkının büyük başbuğu ve yedi ikliminin hükümdarı Hakan'dan Roma imparatoruna..". Çin kaynaklarına göre de, bu tarihte Tardu, Ötüken, Kuzeybatı Moğolistan, Aral gölü havalisi, Kaşgar, Maveraünnehir ve Merv'e kadar Horasan sahaları üzerinde hakim bulunmakta ve ulu hakan olarak "Bilge Kağan" unvanını taşımakta idi. Fakat Tardu, Gök-Türk birliğini gerçekleştirmek için, Çin'in desteğindeki Doğu hakanları Tu-lan ve K'i-min ile mücadeleleri dolayısıyla, çok şiddetli davranmış ve buna, şüphesiz Çin'in aleyhte propagandası eklenmişti. Neticede başta Töles'ler olmak üzere bazı Türk boyları ve yabancılar ayaklandılar. Tardu bunlarla başa çıkamadı ve mücadeleyi sürdürdüğü Kuku-nor havalisinde Moğol Tü-yü-hun'lar arasında kayıplara karıştı (603).
Tardu'nun sahneden çekilmesinden sonra, memlekette isyancıların sayısı arttı, nizam bozuldu. Doğu hakanlığında yeni bir kudret olarak beliren Şi-pi Kağan'a karşı, Tardu'nun torunu Ho-sa-na (=Ç'u-lo Kağan) Sui'lerle işbirliğine kalktığı ve hatta ülkesini bırakarak Çin sarayında yaşamayı tercih ettiği için, Şi-pi tarafından Çinlilerden teslim alınarak öldürüldü (619). Devlet Meclisi'nin hakan ilan ettiği, Tardu soyundan, Şi-koei zamanında durum düzelmeğe başladı. Fakat asıl huzur, Tardu'nun küçük torunu olan T'ong-Yabgu (Yabgu Kağan) devrinde (618-630) görüldü. Çin kaynağı T'ang-shu'ya göre "akıllı ve cesur" olan bu hakan, "mahir bir savaşçı ve seçkin bir taktikçi" idi. Orhun, Tola ırmakları ile Aral gölü - Kafkaslar arasına yayılmış bulunan Tölesleri kendine bağlamış, İranlıları mağlup etmiş, güneyde Gandahar'a kadar ilerlemişti. Ordusu, birkaç yüz bin "iyi yay kullanan" süvariden kurulu idi. Merkezi Talas şehrinin (bugün Evliya-ata) 75 km kadar güneydoğusundaki ünlü Bin-vul (Bin-bulak = bin pınar) mevkiinde idi. T'an-shu'ya göre, "O zamana kadar batıda onun derecesinde kuvvetli olanı görülmemişti. Çin ile dostane ilişkiler kurmuş olan T'ong-Yabgu çağında Hindistan'a gitmek üzere Gök-Türk imparatorluğunu bir baştan bir başa geçerek yollar, şehirler, dinî ve kültürel hayat hakkında çok ilgi çekici bilgi veren Çinli Budist rahip Hıuen-tsang, T'ong-Yabgu'yu da ziyaret etmiştir.
Gök-Türk imparatorluğunun parlak bir devir yaşadığı bu yıllarda, Nu-şi-piler ve Karluklar isyan ettiler. Bunları, kendi mevkiini tehlikede zanneden Doğu hakanı Kie-li teşvik etmiş olmalıdır. T'ong-Yabgu'nun, hakanlığın batı kanadı To-lular eliği olan amcası ile mücadelede ölmesi (630), ülkeyi karıştırdı. Nu-şi-pi boyları, önce kendileri ayrı bir hükümdar seçmeyi tercih ettilerse de, sonra Tong-Yabgu'nun oğlu Se-Yabgu üzerinde birleşildi. Bu defa Töleslerin ayaklanması, devletin Çin'e bağlanmasında birinci derecede etkili oldu.
630 senesi, Gök-Türk tarihinin karanlık yılıdır. Doğu hakanlığı bu sene Çin'e boyun eğmişti. Batı hakanlığı da aynı tarihte aynı akıbete uğradı. Bundan sonra da Aşına soyundan bir sürü "kağan", bazen aynı zamanda birkaç "kağan" Batı Göktürk gruplarının başında görülüyorsa da, bunlar artık Çin'in birer memuru durumunda idiler. Bir aralık, başta Türgişler ve Karluklar olmak üzere diğer Türk boylarının desteğinde şiddetli mücadelelere girişen hakan Ho-lu'nun (653-659) büyük gayretlerine rağmen, Batı Gök-Türk arazisinin Çin kontrolüne girmesi 658'de tamamlandı. Çin imparatorları, oradaki Türgiş hakanlığı zamanında bile, çoğu ismen olmak üzere, On-oklara "kağan" tayin etmeğe devam ettiler.