Ufuklar ve Ötesi(1) (Hocam Necip Fazıl KISAKÜREK Hakkında) Ufuklar ve Ötesi(1) (Hocam Necip Fazıl Kısakürek Şiirinden Esintiler) Mustafa Ceylan **********************

Bu konu 2250 kez görüntülendi 2 yorum aldı ...
Necip Fazıl Kısakürek 2250 Reviews

    Konuyu değerlendir: Necip Fazıl Kısakürek

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2250 kez incelendi.

  1. #1
    Mustafa Ceylan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    06.03.2010
    Mesajlar
    41
    Konular
    17
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    0
    @Mustafa Ceylan

    Standart Necip Fazıl Kısakürek

    Ufuklar ve Ötesi(1) (Hocam Necip Fazıl KISAKÜREK Hakkında)

    Ufuklar ve Ötesi(1)


    (Hocam Necip Fazıl Kısakürek Şiirinden Esintiler)

    Mustafa Ceylan
    **********************

    Taklidi mümkün olmayan, hem asırların sinesinden süzülüp gelen, bizim edebiyat geleneğimizin önemli bir kilometre taşı, hem de dünya edebiyat geleneğinin en parlak mütefekkir şairlerinden, kendine özgü üslubu ile yüreklerimizi ve bizden sonra gelecek daha nice nesillerin yüreklerini sarıp sarmalayacak hocam, üstadım, büyüğüm, ışığım, gözümün nuru, evrensel mesajın sonsuzluğa akan çağlayanı, çağını aşan çağdaş, aydınlık şafakların türküsü, yanık bağırların ilâcı, canda canım, Şairler Sultanı Necip Fazıl Kısakürek…

    Üstadım…

    Seni anlatabilmek seni… Zamana, mekâna; zamanlar üstü zamanlarda ateş savuran gönüllerin baharı, serinliği, umudu, yeşilliği, aşkı, heyecanı seni… Seni anlatabilmek seni… Arzın kahverengi tozlaşmış dudağındaki titremelerde garipleşen arayışlarına… Turna kanadında, martı çığlığı, bebek gülümsemesi safiyet ve masumiyetince doya doya, duya duya anlatabilmek seni…

    Oluk oluk içtiğim şiirlerinin mısralarındaki özün özü; en az on türde yüz ciltlik büyük bir kitaplık hüviyetindeki eserlerinden tattığım bal özünü tadıp da, 150 yıl sonra da olsa “çöle inen nur”da yıkadığın kum tanesi yüreklerimize, yavan ve kuru gönüllerimize hayatiyet veren, sanat ve fikir dehanı hissedip de, anlatmak, anlatabilmek seni…

    Sana varabilmek, senin dünyamı baştanbaşa donatan felsefene ve çağ dolusu, çağlar dolusu fikrî, siyasî, edebî sanat yüklü söylemlerinde kanat kanat uçabilmek mutluluklar üstü mutluluktur efendim. Fikir coğrafyamın hamurunu yoğuran el, seni tutabilmek, bir bebeğin anasının bağrındaki huzuru duyabilmek; acı-deli-divâne fırtınalı denizlerden kurtulup limana sığınmak, sığınabilmek sana, aşk ve iman mıknatısı hocam seni anlatabilmek seni…

    Yok… Yok işte, eşin, benzerin.. Geleceğini de sanmıyorum…

    Sen şimdi sevgililer sevgilisiyle berabersin, biz de seninleyiz hocam…
    “Gençliğe Hitaben”, “Vasiyetin” ve yüzbin kitaplık hacmindeki eserlerin, eserleri nakış nakış dolduran nefesin bizimle…

    Büyük Doğu ülküsü, ideali, felsefesi, şaşmaz ölçüler manzumesi… Bıraktığın noktada ve elbette ki yüreklerimizde, gönüllerimizde, bayrak bayrak ruh kökümüzde… Büsbütün bir milletin davasını kendine dava edinip, il il, ilçe ilçe, köy köy dolaşıp konferanslarla ışık saçan seni anlatabilmek için, öncelikle seni anlamak, anlayabilmek gerekir ki, seni anlayabildiğim anda hamlıktan kurtulmaktayım… Kızgın saç üstünde pişirip ben ve benim gibi daha nicesini hamlıktan kurtaran seni anlamak; anlayabilmek, “şiiri ve hayatı” anlamaktır üstadım.

    Bugün, tam bugün, 20 Haziran 2009 yani, 26 yıl, 26 gündür sana olan hasretimizi, bantlardan, teyplerden sesini duyarak gidermeye çalışmaktayız. Seni arıyor, seni soruyoruz zamana, takvime, iklime…
    Çıkmazlara düştüğümde, uçurum diplerine yuvarlandığımda sana ve pırlantalar pırlantası mısralarına, kaleminin izine sarılıp kurtuluyorum. Dar zamanı genişleten sen, sonsuzluk türküm sen, hiç batmayan ve batmayacak olan güneşim sen, sadece şiirde, sanatta değil; inanç ve imanda; yaşama biçimimde, hayata ve olaylara bakışımda, siyasetten ticarete, ziraatten tekniğe, felsefeden aritmetiğe varıncaya kadar, kısaca her alanda örneğim, ışığım, aydınlığım, mürşidimsin…

    Sabretmesini senden öğrendim. Koca bir ömür bir dava ve iman fırtınası olarak esmenin bedeli olarak hapishaneler, zulümler, eziyetlere karşı sabrın altın akan çeşmesinin başında beklemeyi senden belledim ben. Sevgiyi, saygıyı ve istiridye içindeki inci tanesi gibi kabuk yerine özü sevmeyi ve aramayı sen ezberlettin bana.

    Mücadele ve yol arkadaşlığını sana bakıp öğrendim. Yılmamayı, korkusuz olmayı, Hak bildiği yolda, idam sehpasına bile mutlak hakikate koşarcasına, tebessüm ederek gitmeyi; gerektiğinde “Ne hakla? Neden? ” diye sorgulayıp haksızlık karşısında çelikten gürz olmayı; su olup akmayı, buz olup donmayı, buhar olup bulutlayın semalarda salınmayı senden bildim, tanıdım ve belledim…

    Kalemimin dili sensiz sadece kof ve posa. Sen varsan renk var, sen varsan kalemimde cümbüş ve donanma.. Sen varsan kalemimde hız, sonsuzluk ve güven… Sen yoksan, korku, tereddüd ve sıtma titremeleri… Nesirle nazımın barışını senden aldım. “Poetika”nı baş ucuma koydum da “şiir” sahasında sancılarım bitti ve yepyeni bir edebi akımı muştulamaya başladık. Aruz da, hece de; kısaca vezinlerimiz el ele vererek yeniden yeniye koşmakta şimdi bizde. Kaynağımız sensin üstadım. Hızımız senden… Kalıp, ölçü, vezin şiirin kanat açıp yükseldiği birer “araç” şimdi bizde. Asıl amaç, şiirin işaret ettiğin “sonsuzluk iklimi”ni yakalaması, “mutlak hakikate” koşmasıdır.

    Canda can üstadım…

    Seni anlayabilmek için “ufuklar” ve “ötesi”nin sırrını çözmeliydim.
    Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Lügât’ına baktım. Ufuk ve ötesi aynen şu şekilde tarif ediliyordu:

    Ufuk: Düz arazide veya açık denizde gökle yerin birleşir gibi göründüğü yer, çevren, göz erimi; anlayış, kavrayış, görüş, düşünce gücü, ihata(1) TDK-Türkçe Sözlük,Syf:1510

    Öte:Konuşanın temel olarak aldığı bir şeyden daha uzak olan yer veya şey, mavera; bir şeyin arkadan gelen bölümü,öbür yan,konuşana göre uzakta kalan,daha fazla, çok, bulunulan yere göre karşı yanda olan(2) TDK,a.g.e,Syf:1144

    Üstadım, sınırsız, her seferinde kendini yenileyen sonsuz enerjinle yenilediğin kaleminle edebiyatın her türünde; Şiir, hatıra, makale, inceleme, roman, hikâye, tiyatro vb alanlarda verdiğin eserler, aradan bunca yıl geçmesine rağmen, olaylar, mekânlar ve zamanlar değişmesine rağmen, tazeliğini, güncelliğini muhafaza etmekte ve şaşmaz ölçüler ve hükümlerle donatılan bu başucu kitaplarıyla nesillere önderlik yapmaya devam ediyorsun. Bütün eserlerinin o efsunkâr satırları arasında haksıza karşı, batıla ve İslâmın özünden uzak düzenlenmiş bütün reçetelere karşı içten içe büyüyen ve büyüdükçe ufkumuzu ve ruh kökümüzü donatan bir öfke ve karşı tez, aydınlık ve ötenin ötesinden koparıp geldiğin bir ulvî-yüce ve kutlu çareler manzumesi, bakış açımızı ufkun tam ortasında sarmalayan ve buradan, bulunduğunuz, yakaladığınız bu ufuk çizgisinden daha daha öteye, ötelere çeken çağrını duymaktayım. Uyusam beynimin makine dairesinde, uyansam nefesimin ve nabzımın raksında çağrını hissetmekteyim.

    Bazen şiirinin büyüsüne kapılmaktayım, işte o zamanlar, senin şiirinin senin nesrin ile nasıl bir yarış içinde olduğunu görmekteyim. Nesirlerine daldığımda ise bu kere kelâm okyanusunda sonsuz ufuklara kulaç atmaya başladığımda; nesrinin şiirinle yarışını anlamaktayım. Sonra, evet sonra da durulduğumda, anlıyorum ki, nazmın ve nesrin, daha önce hiçbir kulun ele almadığı konuları, yeni tarz ve şekillerle, yeni, sana ait yorum ve üslupla ele aldığını ve hiçbir konuyu sonuçsuz bırakmadığını görüyorum. Kıymet ölçülerinin ezel-ebed uhrevî değerler ve ikicihan Sevgilisinin göz ucu, ayak izi, dil çiçeği olduğunu iliklerime kadar hissediyorum.

    1969-1970’li yıllardayım… Başkent Ankara’nın edebiyat ve sanat konuşulan salonlarında, derneklerinde, kuruluş ve oluşumlarındayım. Gönlümle, o dönemlerin Başkent’inde melil-mahzun, inceden bir Ankara rüzgârıyım şimdilerde. Abdinpaşa’da bulunan Başkent Lisesi’nden arkadaşlarım Arap Esat, Umut, Mehmet, Hasan, Tuncay’la beraber seni dinlemek, seni karşılamak, seni solumak için neredeysen oraya koşuyorum halâ…

    “Umut sizlerde, gelecek sizin, bir sizden ümitvarım gençler” diyorsun. Senden aldığım hız ve ilhamla, Başkent rüzgârı olup esmeye çalışıyorum kendimce. Senli esişlerimde yön ve yol var. Sensizlikte başımı vurmaktayım dağlara, taşlara. Ankara’ya her gelişin bize bayram, bize ışık yağmuru… Seni dinlemek seni, Cennetin en nadide köşesinde yaşamaktan farksız. Çare sen, aşk sen, umut sen üstadım.. Gerisi boş.. Gerisi yok benim için…

    Üstadım, Sultanım…

    Bize bakar bakar da, en çok da gözlerim gözlerinle buluştuğunda “özlenen gençlik” deyişini, bulunduğumuz yerden ellerimizden tutarak ufuklarda yolculuğa çıkarışını, ufuklardaki doyumsuz yolculuğumuzu ufuk Peygamber’le taçlandırışını özlemişim. En çok da sesindeki o uhrevi havayı, o cümle zorlukları yenen, engelleri aşan çağıltıyı, ses tonundaki ışık şelalesini özlemişim… Mâna ateşini tek cümleyle yakışını ve gönüllerimizde yanardağları aktif hale getirişini, üstün idrak anlayışına doğru bizi koşturmalarını, hâl ve tavrın, davranış ve bakışlarındaki eşsiz manzumenin uyumunu özlemişim… Şereflerin en büyüğü, ödüllerin en bulunmazıydı senli zamanlar. Seni duymak, dinlemek, işitmek; işte bu neşe ve bu huzur içimin doruklarını özgürleştiren, beni ben yapan, bizi biz yapan enerji…
    Ürkek bir tavşan edasıyla ötelere kaçan ufku, ufukları dolamışız başımıza, kalemimize, içimizin yokuşlarına da o zamanlar farkında değilmişiz. Üstadım, hocam; “önce, ilk evvelâ ufuk” diyordun, “Evet ufuk. Durmak yakışmaz size. Yerinizde sayamazsınız. Ufku yakalamak sancınız olmalı. İşte karşınızda ufuklar, haydi göreyim sizi” diyordun. Halâ da demektesin, işaret etmektesin…

    “Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız /Ruhuma, büyük temel çivisi çaktınız.” Demiştin ya üstadım, “dudakları ölümsüzlük tasında, imzası maverâ haritasında” bir ışık salkımı, bir Allah dostu ile karşılaşmanızı anlatırken ve sonra “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum / gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum” diyordunuz ya; bizler, Ankara’nın yakın çevresinden merkeze sabahın alaca karanlığında trenle yola çıkıp “okusunlar, adam olsunlar” diye, köyünde, kasabasında, hattâ ilçesinde lise bulunmayan köy ve kır kökenli Anadolu çocuklarının ruhlarında, söylediklerinizle fırtınalar estiriyordunuz. Asıl göklerden habersiz uçurtma uçuranın bizler olduğumuzun farkına varıyorduk.

    Sana koşan ayaklarım içimin emrinde, içimse işaret parmağının gösterdiği ufukların ötesindeydi. Yollar, tozlu, çamurlu toprak…Yollar, raydan demirden yuvarlak, dörtköşe… Yollar bulutlar arasından, pamuk bahçesinden. Yollar dalgalanan mavi tülbent denizlerden… Bütün yollar içinde binbir telâş… O telâşın merkezinde sen, yolda yolcu ben… Yollar vasıta, araç… Gaye, çekirdeğin içi. Gaye, ufka erişmek.

    Gökle yerin birleştiği çizgi, 26 yıldır soğuk ve şekilsiz. Nice yıldırımlar, nice şimşekler düşüp yaksa da o çizgiyi, sen yoksun ya, “yüzü yerde gökler” tutup da beni kaldırmıyor üstadım. Ufuk çizgisi yavan ve kuru…
    Ancak, gayet iyi biliyorumki yedi gök, yedi yerle öpüştüğü bu ufuk denen yerde, sırrı fısıldamaktalar birbirlerine. Ufuklar, aşkın terennümü olan bu sırrın şahidi. Ben zaten ufukların şahitliğinden deliren çılgınlar çılgını, ayağı yolun en çamur yerinden çıkamamış, yaşarken ölmüş bir “feza astronotu”…

    “Yollar ve Gökler” de:

    “Üst üste, altaltalar
    Bende gökler ve yollar

    Gökler, kat kat mavilik
    Yollar, kol kol servilik.

    Yollar nereye gider,
    Ve ne düşünür gökler?

    Göklerin bir sırrı var
    O’nu arıyor yollar.

    Gökler suda titriyor,
    Yollar suda bitiyor.

    Göklerin yüzü yerde,
    Yollarınki göklerde.

    Bu yollarda izimiz,
    Bu göklerde gizlimiz.

    Yollar, beni, vardırın!
    Gökler, tutup kaldırın! ”

    Yıldızlara tutunmak isteyişim, sana koşum, sana susuzluğumun neticesiydi. “İyi atlara binip giden iyi insanlar”ı parmağınla işaret ediyor, parmağınla bendeki zamanı ikiye bölüyordun. “Ölümü öldüren kahramanlar”ı(3) bir yana, ufkun birinci merhale ötesine koyuyor, durmadan koşacaksın diyordun. Ufkun birinci merhalesinden “İçi ve dışıyla ölüme bakanları”nakkaş ve nakış olanları(4) , ”akreplerin ruhumuzu deşmesinden kurtulmak için, nur çeşmelerinden içilenleri(5) , ”sebil sebil ölümsüzlük tasını sunanları ve nokta nokta ebed haritasını çizenleri”(6) anlatıyordu parmakların. Sana, parmaklarına tutunabilmek; ebed haritasını çizenlere ulaşmak demekti benim için. Ve benim için ölümcül hastalıktan, asırların çürük dişinden ve hamlık düşünden kapma sara nöbetlerinden kurtulmak demekti. Bakışlarımızda aradığın o muhteşem genç nesli bulabildin mi bilmiyorum? Ancak, bizlerin, senin her vesileyle adını anıp tariflediğin o muhteşem genç nesil olamadığımızı biliyorum.

    “Ey genç adam, bu düstur sana emanet olsun;
    Ötelerden habersiz nizama lânet olsun.”

    Derken, gelecek zamanlarda kurulacak nizamın, toplumsal dokunun ötelerden habersiz olmamasını ister ve “ötelerden habersizse o nizama lânet olsun” derdin.

    Yüreğimden geçenleri bakışlarımdan okurdun üstadım. Tıpkı kitap ve yazarı misalince ben de ses tonundan, bakışlarından yüreğinin gönül kıyılarıma vuran, aklımın kuru kabuk sınırlarını parça parça eden tahlil ve analizlerinden anlardım içindeki iklimi ve bembeyaz sayfalar ölçütündeki ruh kökümüze diktiğin fikir,aşk ve iman fidanlarını, nurlu ellerinle serptiğin şiir tohumlarını hissederdim… Biliyorum, sana göre bizdik, özlediğin o muhteşem gençliğin temsilcileri. Gelecek bizdeydi ustam… Yanlışları düzeltecek, yatıkları doğrultacak, “çile” yi kaymaklı tatlı bilecek özlenen nesil… Evet özlenen ve beklenen nesil… Nitekim;

    “Bir nesil özlüyorum,
    Doğrultsun yatıkları!
    Somunları taş olsun
    Zehir de katıkları!
    Yorganları devirsin
    Dişlesin yastıkları!
    Bir damla gözyaşına,
    Sonsuzluk, sattıkları.
    Hakk’a dönünüz Hakk’a
    Hakk’ın yarattıkları! ”

    Diyordun…
    Ve üstadım, canda can çiçeğim Hocam; iki gözümün nuru;

    “Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!
    Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş”

    bir aile yapısını tersine çevirecek nesilleri doğursun istiyordun anneleri…

    “Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım / Mukaddes emânetin dönmez dâvacısıyım”, “Bekleyin görecektir duranlar yürüyeni; /Sabredin gelecektir, solmaz, pörsümez yeni! ”, “Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak! / Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak? ”

    “Bir ufuk ki, ne Mecnun varabildi, ne Ferhad;
    Bir ufuk ki, ilâhî sırrı bekleyen serhad…”

    diye tanımladığın “kadın”ı anlatan mısraların, ufkun ve sevdanın yegâne terennümüydü. İlâhî sırrı keşfetmenin tek ve değişmez yolu, ufuk çizgisine varmak, iç radarlarını ufuklardan öteye, ötelere çevirmekle mümkündü.

    Haziran 1977’ de “Ezan Susmaz” adıyla ilk şiir kitabımı yayınlamış, yolunu gözlemeye başlamıştım. Bu basit, çocukça, sığ suların kıyısından devşirdiğim duygu çiçeklerimi millî ve mânevî değerlere çevirmiş, 25 yaşın heyecanı ile lise yıllarında yazıp yazıp sakladığım manzumelerimi yayınlamıştım. Bu ilk kitabımı sana sunmak, takdim etmek istedim amma, korkumdan veremedim üstadım. Bana “25 yaşında bir Fatih Bizansı islâmbol yaparken, sen, kelimelerin, kalıbın, veznin kölesi olmuşsun, böyle olmaz, olmamalı” diyeceğini sandım hep. O yüzden de, aradan seneler geçmesine rağmen, aynı his, aynı düşünüş biçiminin bendeki saltanatı bitmedi. Kendi yazdıklarımı kendim beğenmiyor; her yeni soluklanış, her şiir yağmurundan sonra, seni, bakışlarını, yüz ifadeni aramaktayım hep. Gülümseyeceğin güne kadar yazacağım, kalemim senin takdirkâr bakışlarını alana kadar çırpınacak, çalışacak ve susmayacak…

    Sancılı arayışlarım ömrümün sonuna kadar sürecek ustam…

    Halk Edebiyatımızın temeli olan “dÖrtlük”,divan edebiyatımızın kökü olan beyit arasında, sihirli bir üç mısra (bana göre üçlük) koymuş olmandaki hikmeti şimdilerde daha iyi anlamaktayım. Beyitleri, muhteşem üstü muhteşem vecizelerinde Mimar Sinan mmarisiyle nakışlarken, dörtlüklerin yanına, beşlik mısralar, batı edebiyatının sone, triyole vb nazım çeşitlerini Necip Fazılca nakışlamanı, Divan Edebiyatımızın gazel ve kasidesini, terci-i bend’ini, halk edebiyatının tecnisini ölümsüz, abide şiirlerinde yepyeni nefes alanları olarak sunmuştun. Hece şiirimizin sadece “koşma”dan ibaret bir şiir türü olmadığını haykırıp durmaktayız biz, bu haykırışlarımızı, “Çile”ne göz atsa yâr ve yârenlerimiz anında anlayacaklar, amma, bakmak yeterli olmuyor galiba, görmek, dahası göstermek de gerekiyor sanıyorum…

    Gösterdiğin ufuklarda, şiirimizin köklerinden yükselen “Sakarya Türküsü”, “Zindandan Mehmet’e Mektup”, “Çile”n, “Kaldırımlar”ın var.

    Şiire dair demiştin ki:

    “Ben şiiri, her türlü hasis gayenin üstünde, doğrudan doğruya kendi zât gâyesine-sanat için sanat-, fakat kendi zat gâyesinin sırrıyle de Allah’a ve Allah dâvâsının topluluğuna-cemiyet için sanat-bağlı kabul etmişim… işte kitaplık çapta zuhuruna kadar beni bekleten ve bu zuhura mânâda ve maddede şekil veren baş ölçü! ..” “ Biz şiiri iman için bilmişiz; ve bu mihrak bilgiyi, her bilginin geçtiği binbir yol ağzı biliyoruz.””Dilimin ucunda tek nükte kaldı: Allah’ın kâinata Efendi olarak yarattığı, insan ehramının zirve taşı; ve şair… Efendimiz, Kurtarıcımız, Müjdecimiz, Gâye-İnsan ve Ufuk Peygamber… O ve şair… O her şeyimiz, her şeyimiz, her şeyimiz; topyekûn varlık nimetinin her şubesiyle beraber (Poetika) mızın, şiir telâkkimizin de kaynağıdır. Bu inceliği (Poetika) mızda gösterdik. Ve şair demek, Gâye-İnsan ve Ufuk- Peygamberi, Kâinatın Efendisini, Allah’ın Sevgilisi’ni sezmeye doğru hususî ve ileri bir istidat…” “üstün idrâk müessesesi şiir, ilk borç olarak, elinde kâinat sırlarının anahtarı, O’nun hilkat sırrının ve Kâinat Efendiliği makamının eşiğinde dize gelecektir. Şiir bu mukaddes eşiğin süpürgesi; şair de boynundaki süpürücülük borcuyla insanoğlunun en yüksek rütbelilerinden birisi… Ben, bu rütbelerin en yükseği içinde, O’ nun ümmetlik liyakatinin en alçak ferdi olarak, o mukaddes eşiğin süpürgecisiyim! ”

    Evet üstadım, evet; ben, bizler de senin evlâdların, senin umut fidanların, ellerinle dokuyup şiir göklerine savurduğun ve her birimize en yüce görevleri yüklediğin küçümen yıldızların, şairlerin, çırakların, yolunda yolcular, kapında bendelerin olarak, şiire dair aynı duyguları duymuş, aynı sorumluluk bilinciyle, kendimizi kelâm sahasında bir hizmetkâr, şiir sahasında bir köle kabul ederek, iy’olmaz şiir hastalığımızı da bir yandan tedav edebilmek maksadıyla ufuklara, çizdiğin, şehadet parmağınla gösterdiğin ufuklara yolculuktayız. Ufuklara yolculuk “gül üstüne” başladı, gül üstüne devam etmekte üstadım. Zira, ufkun en son noktasında hilkat sırrının ve Kâinat Efendiliği makamının sahibi vardır…


    ------
    (3) :”ne varsa çöplüğe at, belli başlı zamanlık;
    Ölümü öldürmekte olanca kahramanlık”
    (4) :”Yüce Şah-ı Nakşıbend, Nakkaş ve Nakış onda;
    Bütün içi dışıyle ölüme bakış onda.”
    (5) :Şemdinli dağlarının içtim nur çeşmesinden;
    Kurtuldum akreplerin ruhumu deşmesinden…”
    (6) :”Sebil sebil sunanlar, ölümsüzlük tasını;
    Çizenler, nokta nokta ebed haritasını…”


    ......................DEVAM EDECEK.........................

    Mustafa Ceylan


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Necip Fazıl Kısakürek

          Kategori: Makaleler,Köşe Yazıları

          Konuyu Baslatan: Mustafa Ceylan

          Cevaplar: 2

          Görüntüleme: 2250


  2. #2
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    birdaha böyle bir usta gelırmı dünyaya hayranım ben okadarcan alıcı şiirleri varki insanın ruhunu kaçırıyo bedenden

  3. #3
    Furkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    18.04.2010
    Mesajlar
    1.526
    Konular
    205
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    584
    @Furkan

    Standart

    özlüyoruz üstadım özlüyoruz ,yoklugunu hergün daha cok cekiyoruz,yoklugunda yaşar nuriler yazar düşünür oldu

    “Bir nesil özlüyorum,
    Doğrultsun yatıkları!
    Somunları taş olsun
    Zehir de katıkları!
    Yorganları devirsin
    Dişlesin yastıkları!
    Bir damla gözyaşına,
    Sonsuzluk, sattıkları.
    Hakk’a dönünüz Hakk’a
    Hakk’ın yarattıkları! ”




    Bir gün öləcəksən, bunu bilirsən,
    Ölmək istəmirsən, çünki sevirsən.
    Sevgilin ölübsə, sən də ölürsən,
    Ölümü sevirsən, bu tamam başqa,
    Durma dostum, sən də yer ver aşka!

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş