Çaldıran Savaşı Ankara Savaşı Dandanakan Savaşı Kösedağ Savaşı Kurtuluş Savaşı Miryokefelon Savaşı Malazgirt Savaşı Otlukbeli Savaşı Talas Savaşı Trabzon Savaşı

Bu konu 1935 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
SaVaŞLaR ve SoNuÇLaRı 1935 Reviews

    Konuyu değerlendir: SaVaŞLaR ve SoNuÇLaRı

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1935 kez incelendi.

  1. #1
    aZaT07 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    27.04.2009
    Mesajlar
    1.746
    Konular
    156
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    821
    @aZaT07

    Standart SaVaŞLaR ve SoNuÇLaRı

    Çaldıran Savaşı
    Ankara Savaşı
    Dandanakan Savaşı
    Kösedağ Savaşı
    Kurtuluş Savaşı
    Miryokefelon Savaşı
    Malazgirt Savaşı
    Otlukbeli Savaşı
    Talas Savaşı
    Trabzon Savaşı


    1 - Dandanakan Savaşı :

    Dandanakan Savaşı (1040), Selçuklu Devleti'nin Gazne Devletini yendiği ve Gazne Devleti'nin çözülmesine yol açan savaştır.
    Tuğrul ve Çağrı Bey'lerin gittikçe büyüyen Türkmen kuvvetleri Gazne şehirlerini tehdit edip, yağmalamaya başlamıştı.Gazne hükümdarı Sultan Mesud Selçuklu tehlikesine son vermek için çoğunlukla zırhlı askerlerden oluşan büyük bir ordu ile Selçukluların üzerine sefere çıktı.
    Gazne Ordusu Serah'a yürüyüş sırasında Selçuklu vur-kaçları ile yıpranmış, su ve yiyecek kaynakları da Selçuklu askerleri tarafından kesilmişti.Sonunda 23 Mayıs 1040'ta, Merv ve Serah arasındaki Dandanakan'da iki ordu çatışmaya başladı.

    Üç gün süren savaş Selçukluların büyük galibiyeti ile sona ererken, Sultan Mesud 100 süvarisi ile canını zor kurtardı.Savaş Selçuklular'ın bölgede hakimiyetinin başlangıcı ve Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşu olarak kabul edilir.Sultan Mesut askerleri tarafından öldürülür.

    Diğer bir anlatımla: DANDANAKAN SAVAŞI (1040) Selçukluların Horosan’a yerleşmesi ve Tuğrul Bey’in kendi adına hutbe okutması üzerine Gazne hükümdarı Mesut, harekete geçti. Sultan Mesut 1038 kışında kalabalık bir orduyla yola çıktı. Tuğrul ve Çağrı Beylerin kuvvetleri Gaznelilere göre daha zayıftı. Bu nedenle doğrudan savaşa girmeyerek geri çekilme taktiği uyguladılar. Gazne ordusunu çölün ortalarına çekerken bir yandan da suları kestiler, çayların yataklarını değiştirdiler. Otlakları yok ettiler. Böylece Gazne ordusunu susuz ve otlaksız bıraktılar. Sonunda Merv ve Serhas kentleri arasında Dandanakan denilen yerde iki ordu savaşmaya başladı. Kollar halinde dalga dalga saldıran Selçuklu atlıları karşısında, Gazne ordusu dağıldı. Mesut güçlükle kaçarak canını kurtarabildi (1040).Dandanakan Savaşı Türk Tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türkmenler tarih sahnesine bu savışın ardından çıkmışlar ve Horasan’ın fethi başlamıştır. Bu savaştan sonra Tuğrul Bey hükümdar ilan edildi ve “sultan” unvanını aldı.Tuğrul Bey, az zamanda Horasan, Toharistan ve Cürcan’ı ele geçirerek buralarda Gazne egemenliğine son verdi. Daha sonra İran’a yöneldi. İran ve Azerbaycan’ı alarak Tahran yakınındaki Rey şehrini başkent yaptı. Bundan sonraki amacı Bağdat’a, Azerbaycan’a, Ermenistan’a ve Anadolu’daki Bizans’a giden yolları ele geçirmekti...

    2 - Kösedağ Savaşı

    Kösedağ Savaşı Türkiye Selçuklularının, Moğollara yenilmesiyle sonuçlanan ve 1 Temmuz 1243 tarihinde meydana gelen savaş. Türk-İslâm tarihinde, önemli bir dönüm noktası teşkil eden bu savaş, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılma sürecine girmesine sebep olmuştur.
    Anadolu Selçuklu Devleti'nin güçlü hükümdarı Alâeddin Keykubad’dan Moğollar çekiniyorlar, bu sebeple Anadolu’ya saldıramıyorlardı. Alâeddin Keykubad’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında cesaretlendiler. Anadolu içlerine doğru seferler düzenlemek için, İran’daki Moğol orduları başkumandanlığına Baycu Noyan getirildi. Kafkasya’daki Gürcü ve Ermeni kuvvetlerinden de yardım alan Baycu Noyan, Anadolu Selçukluları üzerine saldırmak üzere fırsat kolladı. Baba İshak İsyanından ve Gıyâseddin Keyhüsrev’in tecrübesizliğinden faydalanarak, 1242 senesinde Erzurum’a saldırdı. Korkunç zulümler ve katliamlar yaparak, Müslümanların mallarını yağmalattı. Bu haberi alan genç ve tecrübesiz Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev 80 000 kişilik ordusuyla Sivas’ta ordugah kurup beklemeye başladı. Sultanın Sivas'ta olduğunu haber alan Baycu Noyan, buraya hareket etti.

    SAVAŞ

    Moğol askerlerinin Sivas’a hareket ettiklerini haber alan Sultan II. Gıyâseddin Keyhüsrev, kumandanlarıyla istişare etti. Tecrübeli kumandanlar, Sultana silah ve erzakla dolu olan Sivas’ta kalmasını, kumandan şöyle bir cevap aldı. “Biz buraya oturmaya değil savaşmaya geldik”.

    Devletin ileri kademesinde bulunan, fakat tecrübesiz ve harpten anlamayan bazı kimselerin teşvik ve tahriklerine kapılan genç sultan, harekete geçti. Sivas’ın seksen kilometre kadar doğusunda bulunan Kösedağ mevkiinde, suyu ve otlağı bol olan bir yeri seçerek, ordugâh kurdu. Burası askerî bakımdan savunması kolay, Moğolların tecavüzüne imkân vermeyen bir araziydi.

    Dağ geçitleri tutulmuş, düşmanın gelmesi bekleniyordu. Ne yazık ki sultan, yine tecrübesiz kimselerin teşvik ve tahrikiyle, müstahkem mevkileri bırakarak, düşmanın karşılanmasını emretti. Galip geleceğinden emin bir halde, tedbire bile lüzum görmeden ilerleyen genç sultan, az sonra Moğol ordusuyla karşılaştı. İlk başta geri çekilen Moğol kuvvetleri dönüş yaparak, Selçuklu öncü kuvvetlerini bozguna uğrattılar. Hiç harp görmemiş tecrübesiz sultan, öncü kuvvetlerinin bozguna uğradığını duyunca, ordunun tamamen yenildiğini sandı. Düşman eline geçmemek için otağını ve hazinelerini harp meydanında bırakıp Tokat’a, oradan da Konya’ya doğru kaçmaya başladı. Sultanın harp meydanından kaçtığını henüz duymayan Selçuklu askerleri, akşamın geç vakitlerine kadar düşmanla çarpışmaya devam ettiler. Sultanın harp meydanını terk ettiğini öğrenince, onlar da çadırlarını bırakarak firar ettiler. Ertesi sabah, çadırlarda bir hareket göremeyen Moğollar, bunun bir harp hilesi olduğunu zannederek, çadırlara iki gün yanaşamadılar. 3 Temmuz 1243 tarihinde, korka korka çadırlara girdiler. Küçük bir çarpışma ile harp bitti. Seksen bin kişilik Selçuklu ordusu, utanç verici bir yenilgiye uğradı. Selçuklu toprakları, Moğol işgal ve zulmüne uğradı. Erzincan, Sivas ve Kayseri’yi yağmalayan Moğollar, pek çok Müslümanı şehit ettiler.

    Kösedağ mağlubiyetinde sultanı ikna edemeyen gün görmüş vezir Mühezzibüddin Ali, Konya’ya gitmeyip Amasya’ya geldi. Moğol kumandanı Baycu Noyan’la görüşme yoluna gitti. Bazı hususları anlatıp, pek çok hediyeler vererek, daha fazla gitmemesini tavsiye etti. Bir müddet Anadolu’nun işgalini durdurup geri dönmeleri, Mühezzibüddin Ali’nin gayretleri sebebiyle oldu. Yapılan sulh antlaşmasıyla, Selçuklular, Moğollara vergi vermeyi kabul ettiler.

    Türk tarihinde benzeri görülmemiş olan Kösedağ Bozgunu, genç ve savaş tecrübesi olmayan Selçuklu Sultanı Gıyâseddin Keyhüsrev’in fevrî hareketleri neticesinde ortaya çıkmıştır. Daha önce Anadolu’ya girmeye cesaret edemeyen Moğollar, Kösedağ Bozgunundan sonra Anadolu’yu kolayca istila etmişler, şehirleri yağmalayıp, Müslüman halkı sivil-asker, kadın-çocuk demeden katletmişlerdir. Bu mağlubiyet neticesinde, Selçuklular, Moğollara vergi vermeyi kabul etmişler, iki yüz yıllık Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılışı başlamıştır...

    3 - Miryokefelon Savaşı

    17 Eylül 1176 tarihinde Salı günü olmuştur.
    Türklerin kazandığı bu zafer Anadolu'nun Türk hakimiyeti altında kalmasını kesinleştiren savaş olarak bilinmektedir.

    Bizans İmparatoru Manuel I Komnenos Bizans sınırlarında özellikle Eskişehir yörelerinde yoğun bir şekilde çoğalan Türkmenlerin, Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit'e değin Bizans memleketlerine akınlarda bulunmaları üzerine bu akınları önlemek amacıyla Anadolu’ya yeni kuvvetler göndermekle birlikte düzenleyeceği bir sefer için de askeri hazırlıklara başladı. Manuel, papaya bir mektup yazarak, zamanın yeni bir haçlı seferi için elverişli olduğunu ve Anadolu’dan geçen yolun artık güven altına alınacağını bildirdi. Onun bu hazırlılarını haber alan II. Kılıç Arslan, bir elçi heyeti göndererek Daha önce yapılan barış antlaşmasının yenilenmesini önerdi, fakat imparator, Bizansa yöneltilen Türkmen akınlarının durdurulması, Bizansa sığınan Danişmendli emiri Zünnun ile şehzade Şahinşah'ın, daha önce yönetiminde bulunan memleketlerin Bizansa bırakılması şartıyla buna razı olacağını sultana bildirdi. Bu şartları kabule yanaşmayan sultan, atlı kuvvetler sevk edip Denizli yörelerine kadar olan Bizans topraklarını ağır bir şekilde tahrip etti. İmparator, Bizans kuvvetleri eşliğinde, önce şehzade Şahinşahı daha sonra da Zünnunu Anadolu’ya gönderme girişiminde bulundu ise de II. Kılıç Arslan'ın aldığı önlemler karşısında başarılı olamadı; Şahinşah ve Zünnun yeniden Bizans'a kaçmak zorunda bırakıldılar.

    Bunun üzerine sultanın ikinci barış önerisini de reddeden Manuel, amcasının oğlu Andronikos Batatzesi bir orduyla Paphlagoniaya doğru yola çıkardı ve kendisi de içinde Frank, Peçenek, Macar ve Sırp kuvvetleri bulunduğu büyük bir orduyla, Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti olan Konya üstüne yöneldi. Bunun üzerine uçlarda bulunan kalabalık Türkmen kuvvetleri, Bizans ordusunu şiddetle mukavemet ederek yıprattılar. Kılıç Arslan, Bizans ordusunu, dar ve sarp Miryokefalon(Kumdanlı)vadisinde karşıladı meydan savaşında, Bizans ordusunu ağır bir şekilde mağlup etti.

    Ağır bir yenilgiye uğrayan Manuel, Selçuklulara karşı inşa ettirdiği Eskişehir ve Uluborlu'nun doğusundaki Sublaion müstahkem mevkilerine geri çekilmeyi kabul etmesinden başka, Selçuklu devletine savaş tazminatı olarak 100 bin altın ödemek zorunda kalmıştır. Bu zafer sonucunda, Bizansın Selçuklular karşısında savunmada kalması sağlanmış ve dolayısıyla üstünlük Türk Anadolu Selçuklu Devletine geçmiştir.

    Zaferden sonra sultan II. Kılıç Arslan, başta Bağdat Abbasi halifesi olmak üzere, bütün İslam hükümdarlarına birer fetihname göndererek Bizansa karşı kazandığı büyük zaferi müjdelemiştir...

    4 - Talas Savaşı

    Talas Savaşı, 751 yılında bugünkü Kırgızistan sınırları civarında Araplarla Çinliler arasında yapılan savaş. Parçalanan Türkeşlerin “Kara Türkeşler” gurubu 742 de Çinlilerin desteğiyle Tumoça komutasında bağımsızlıklarını korudular. Taşkent (Keş)’teki bu Kara Türkeşlerin sonraki hükümdarı Bahadır Tudun, Çinli komutan Kao Siyen Çe (ya da Gao Hsien-çı) tarafından öldürüldü (751). Bütün mallarına el konuldu. Şehir yağma edildi. Çinli komutan hükümdara söz verdiği halde, onu komplo ile ve onursuzca öldürtmüştü. Bu olaydan sonra kaçmayı başaran hükümdarın oğlu, Karluk Türklerinden ve Araplardan yardım istedi.
    ÖZGEÇMİŞ

    Bu gelişmeden bir yıl önce, İslam İmparatorluğu’nda Emeviler yıkılarak (750), yerlerine Abbasi sülâlesi gelmişti. Bu durumun gerçekleşmesinde, Horasanlı Türk olduğu söylenen Ebu Müslim’in çok önemli bir rolü oldu. Çünkü Ebu Müslim 745 yılında Emevilerin Horasan valisi Nasr İbni Seyyar’ı yenerek Horasan’dan çıkartmıştı (745). Bu olay Emevilerden memnun olmayan Müslümanlar için bir kıvılcım oldu. (Ebu Müslim’i o bölgedeki milletlerin hepsi, kendi ulusundan biri olarak görüyordu. Bunun nedeni, belki bölge halkının Emevilere karşı duydukları nefretti belki
    de, ordusunda değişik milletlerden insanların bulunması idi.)

    Türklerin yardım istediği sırada Horasan valisi olan Ebu Müslim, Arap liderleri gibi düşünmedi ve komutanı Ziya bin Salih’i gönderdi. Karluk Türkleri (Karahanlılar Devleti’ni kuran ana boydur) ise zaten Çinlilere düşmandı. II. Göktürk Devleti’nin yıkılmasıyla bağımsızlıklarına kavuşmuşlardı. Onlar da olumlu cevap verdiler. Böylece 751’de birleşen kuvvetler, Talas nehri kıyılarında Çin ordusunu ezdiler.

    Çinlilerin yok olurcasına yenilmelerinde Karluk ve Yağma Türklerinin Çin ordusunun arkasına sarkmaları ve onları iki ateş arasında bırakmaları etkili oldu. Çin ordusundaki Karluk ve Yağma Türklerinin savaş sırasında Arapların tarafına geçtiğini anlatır. Halbuki Karluklar, bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra Balkaş gölü civarına çekilmişlerdi. Çinlilerle aralarında Türgişler, Göktürkler ve devlet olarak Uygurlar vardı. Uygurlar ise yıkılan Göktürk Devleti’nin mirasçısı olduklarını iddia ediyorlardı. Dolayısı ile, Göktürklere karşı bağımsızlık için isyan eden Karluklara düşmandı. (Yani bu iddianın doğru olması ihtimali yoktur.)

    SONUÇ

    Bu savaşla birlikte matbaa ilk defa Çin dışına çıkmıştır. Bunun yanı sıra barut, kağıt ve pusulayı da Araplar ve Türkler öğrenmişlerdir. Bu önemli buluşlar Avrupa'ya ise Avrupa ülkelerinin Türklere karşı düzenlediği Haçlı Seferleri ile geçmiştir. Bu bakımdan da Talas Savaşı'nın Dünya Tarihi için çok önemli bir yeri vardır. Ayrıca Çin, bu yenilgiden sonra kabuğuna çekilmiştir. Çin bu politikasını komünizminde etkisiyle ancak 2005 yılında terk ederek küresel pazarda büyük bir pay elde etmiş ve birçok devletin ekonomisini alt üst etmiştir. Bu savaşın diğer bir önemli sonucu da Türkler İslamiyet'le tanışmış ve gruplar halinde İslamiyete girmeye başlamışlardır...

    5 - MaLaZGiRT SaVaŞı :

    1060'lar süresince Selçuklu Sultanı Alp Arslan Türk müttefiklerinin Ermenistan ve Anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve Türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında Romen Diyojen Türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat Koçhisar şehrini geri almasına rağmen yavaş ilerleyen askerleri hızlı Türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında Romen Diyojen, günümüzde Muş'un bir ilçesi olan Malazgirt'te Türklerce ele geçirilmiş olan bir Bizans kalesine doğru ikinci bir sefer düzenledi ve Alp Arslan'a bir anlaşma önerdi. Antlaşmaya göre Alp Arslan Urfa kuşatmasını sona erdirirse Romen Diyojen Koçhisar'ı geri verecekti. Romen Diyojen Alp Arslan'ı, bu antlaşmayı kabul etmediği durumda savaşmakla tehdit etti ve Alp Arslan'ın antlaşmayı kabul etmeyeceğini düşünerek ordusunu hazır hale getirdi, ki Alp Arslan da bu antlaşmayı reddetti.
    İlginç bir seçim olarak Romen Diyojen yanında eşlik etmesi için eski düşmanı olan Andronikos Dukas'ı getirmişti. Romen Diyojen en iyi generali olan Niceforos Botaniates'i, sadakatinden şüphe ettiği için (ki aslında Dukas'tan kesinlikle daha sadıktı) geride bırakmıştı. Bizans ordusu 5000 batıdan gelen ve yaklaşık bir o kadar da doğudan gelen Bizans askerinden; Roussel de Bailleul'e bağlı 500 Fransız paralı askerinden; biraz Türk, Bulgar ve Peçenek paralı askerlerinden, Antakya düküne bağlı askerlerden; yedek kuvvet olarak Ermeni askerlerinden; ve belli sayıda da imparatorluk muhafızlarından oluşuyordu. Türk kaynakları Bizans ordusunun boyutunu 1.000.000'a yakın gösterir. Diğer kaynaklarsa bu rakamı yaklaşık 700.000 olarak tahmin eder.


    Anadolu üzerindeki yolculuk uzun ve zorlu geçmişti, ve Romen Diyojen'in ordusu İmparator'un lüks bir araba ile yolculuk etmesinden rahatsız olmuştu. Ayrıca Bizans halkı Diyojen'in Alman paralı askerlerinin gerçekleştirdikleri yağmalamalardan dolayı zarar görmüştü. Bundan dolayı da Romen Diyojen Almanlar'ın birliğinin dağıtılmasını emretmek zorunda kalmıştı. Ordu ilk olarak Sivas'ta dinlendi ve Haziran 1071'de Erzurum'a vardı. Orada, Diyojen'in generallerinden bazıları Selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve Alp Arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. Nikeforos Bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. Sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.

    Diyojen, Alp Arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve Malazgirt'i ve hatta Malazgirt yakınındaki Ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek Van Gölü'ne doğru ilerledi. Ancak, Alp Arslan aslında Halep, Musul ve diğer bölgelerden gelen 30.000 atlı ile Ermenistan'daydı. Alp Arslan'ın casusları Diyojen'in nerede bulunduğunu tamı tamına biliyordu ama Diyojen bundan haberdar değildi. O Alp Arslan'ın hareketlerini hiç bilmiyordu.
    Diyojen, generali John Tarchaneiotes'e bazı Bizans askerlerini ve İmparatorluk muhafızlarını alıp Peçenekler'e ve Fransızlar'a Ahlat kalesine doğru eşlik etmesini emretti. Kendisi de ordunun geri kalanıyla Malazgirt'e doğru ilerledi. Bu karar muhtemelen güçleri iki tarafta da 20.000 asker olacak şekilde ikiye böldü. Tarchaneiotes'e ve ordunun yarısına ne olduğu tam olarak bilinmese de, görünüşe göre Tarchaneiotes Selçuklularla karşılaştı ve kaçtı. Daha sonra Malatya'da ortaya çıktı ve Malazgirt savaşında yer almadı.
    Savaş

    Diyojen, Tarchaneiotes'in kaybından haberdar değildi ve Malazgirt'e ilerlemeye devam etti, ve 23 Ağustos'ta orayı kolayca ele geçirdi. Ertesi gün Bryennius altındaki keşif birlikleri Selçuklu ordusunu tespit etti ve Malazgirt'e geri çekilmek zorunda kaldılar. Diyojen saldıranların Alp Arslan'ın tüm ordusu olduğuna inanmayarak Ermeni generali Basilaces'i birkaç atlı birliğiyle dışarı gönderdi; bunun üzerine gönderilen atlı birlikleri yok edildi ve Basilaces esir alındı. Ardından Diyojen ordusunu formasyona soktu ve sol kanadı Bryennius altına aktardı, ki o da hızlıca gelen Türkler tarafından neredeyse kuşatılıyordu ve bir kez daha geri çekilmek zorunda kaldı. Geceleyin ise Türkler yakınlardaki tepelerde saklandı ve Diyojen'in karşı saldırı yapma ihtimalini neredeyse yok ettiler.
    25 Ağustos'ta, Diyojen'in bazı Türk paralı askerleri Selçuklularla karşılaştılar ve Bizans ordusundan ayrıldılar. Aynı gün, Diyojen de bir Selçuklu elçisini reddetti ve Tarchaneiotes'i geri çağırmaya çalıştı, ancak tabii ki çevrede ondan herhangi bir ize rastlayamadı. O gün boyunca hiçbir çatışma yaşanmadı, fakat 26 Ağustos'ta Bizans ordusu düzgün bir savaş formasyonuna geçti ve sol kanatta Bryennius'un, sağ kanatta Theodore Alyates'in ve merkezde imparatorun birlikleri olmak üzere Türk mevzilerine doğru ilerlemeye başladı. Andronicus Ducas da yedek birlikleri artçı olarak yerleştirdi. Selçuklular ise yaklaşık dört kilometre ötede hilal formasyonunda duruyordu ve Alp Arslan güvenli bir mesafeden olayları izliyordu. Bizanslılar yaklaştıkça Selçuklu okçuları saldırmaya başladı, ve hilalin merkezi devamlı geriye doğru giderken kanatlar da Bizans ordusunu çevreleyecek şekilde ilerledi.


    Bizanslılar okçu saldırılarına aldırmadan ilerledi ve Alp Arslanın kampını akşama doğru ele geçirdi. Ancak, okçu saldırısına en çok mağruz kalmış olan sağ ve sol kanatlar, Selçukluları yakın dövüşe zorlamaya çalışırken neredeyse dağılıyordu. Buna karşın Selçuklu atlıları ise sadece geri çekiliyorlardı. Selçukluların yakın dövüşten kaçındığını gören Diyojen, gece çökerken geri çekilme emri vermeye mecbur kaldı. Ancak, sağ kanatın generali Theodore emri yanlış anladı; ve Diyojen'in eski düşmanı Ducas, imparatorun geri çekilişini korumaktansa, kasıtlı bir şekilde imparatoru dinlemedi ve Malazgirt dışındaki kamplarına kadar geri çekildi. Selçuklular da Bizanslıların bu karışıklığını fırsat bilerek saldırıya geçti. Bizanslıların sağ kanadı bozguna uğradı ve kısa bir süre ardından sol kanat da bozguna uğradı. Bizanslıların geri çekilmesinin ardından Selçuklular Diyojen'i bulup esir aldıklarında Diyojen yaralanmıştı. Alp Arslan, birkaç gün sonra Romen Diyojen'i kasıtlı olarak serbest bıraktı. İmparator başkentine döndüğünde bir isyanla karşılaştı ve isyanın sonucunda gözlerine mil çekildi.
    Sonuç

    Yenilgiye rağmen, Bizanslıların kayıpları göreceli olarak düşüktü. Ducas hiç kayıp vermeden kaçmıştı ve Diyojen'e karşı bir darbe girişiminde bulunmak için İstanbul'a hızla geri dönmüştü. Bryennius da kanadının bozguna uğramasına rağmen az adam kaybetmişti. Gece karanlığına kadar savaş olmadığı için, Alp Arslan kaçan Bizans ordusunun arkasından gitmedi, ki Bizans ordusunun çoğunu bu karar kurtardı. Öyle ki, Türkler Malazgirt'i bu noktada ele geçirmedi bile. Bizans ordusu yeniden gruplaştı ve Diyojen bir hafta sonrasında serbest bırakıldığında imparatorla Tosya'da birleştiler. Görünüşe bakılırsa en önemli kayıp imparatorun lüks arabası olmuştu.


    Yıllar ve asırlar sonra, Malazgirt'in Bizans İmparatorluğu için bir felaket olduğu düşünülmeye başlandı ve sonraki kaynaklar savaştaki asker sayılarını ve kayıpları abartılı bir şekilde göstermeye başladılar. Bizans tarihçileri sık sık geriye bakıp o günkü 'felaket' için yas tutar, imparatorluğun çöküşünün başlangıcı olarak Malazgirt Savaşı'nı gösterirlerdi. Halbuki, savaş, askeri açıdan, hemen gerçekleşen bir felaket değildi; çoğu birlik sağ kalmıştı ve birkaç ay içinde Balkanlar'da veya Anadolu'da savaşlara gönderilmişlerdi. Öte yandan, Bizanslıların yenilgisi Selçuklulara Bizanslıların yenilemez ve ele geçirilemez olmadıklarını göstermişti. Andronicus Dukas'ın darbesi de imparatorluğu politik dengesizliğe sürüklemişti ve savaş sonrasında başlayan Türk göçlerine karşı direnişi organize etmek zorlaşmıştı.

    Birkaç yıl içinde neredeyse tüm Anadolu, Selçuklular tarafından ele geçirildi. 1075'de Selçuklu hanedanından Kutalmışoğlu Süleyman Şah İznik'i alarak başkent yapmış, 1081'de Çaka Bey'in müstakil kuvvetleri İzmir'i alarak ve hemen bir donanma inşa ederek, Ege Denizi'nde ve Çanakkale Boğazı'nda Bizans İmparatorluğu'nu tehdit etmeye başlamışlardı. Bu ilk Türk ilerleyişi 1095'teki Haçlı Seferi'ne kadar sürdü. Haçlı orduları karşısında Türkler Orta Anadolu'ya çekilerek Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurdular ve Batı Anadolu, Anadolu Beylikleri dönemine kadar sürecek şekilde yeniden Bizans denetimine geçti.

    Tarihçiler Bizanslıların çöküşünün bu savaş sonrasında başladığı konusunda hemfikirdirler. Türkler için ise Malazgirt Savaşı 'Türklere Anadolu kapılarını açan savaş' olarak tarihe geçmiştir. Ayrıca Malazgirt Savaşı Haçlı Seferleri'nin temel nedenlerinden biri olarak görülür. Batı, Bizanslıların doğudaki hıristiyanlığı artık koruyamadığını bu savaş sonrasında anlamıştır.
    Bu savaş Türklerin Anadolu'da yaşayış sürecini başlatmıştır...

    6 - Kösedağ Savaşı

    Kösedağ Savaşı Türkiye Selçuklularının, Moğollara yenilmesiyle sonuçlanan ve 1 Temmuz 1243 tarihinde meydana gelen savaş. Türk-İslâm tarihinde, önemli bir dönüm noktası teşkil eden bu savaş, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılma sürecine girmesine sebep olmuştur.
    Anadolu Selçuklu Devleti'nin güçlü hükümdarı Alâeddin Keykubad’dan Moğollar çekiniyorlar, bu sebeple Anadolu’ya saldıramıyorlardı. Alâeddin Keykubad’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında cesaretlendiler. Anadolu içlerine doğru seferler düzenlemek için, İran’daki Moğol orduları başkumandanlığına Baycu Noyan getirildi. Kafkasya’daki Gürcü ve Ermeni kuvvetlerinden de yardım alan Baycu Noyan, Anadolu Selçukluları üzerine saldırmak üzere fırsat kolladı. Baba İshak İsyanından ve Gıyâseddin Keyhüsrev’in tecrübesizliğinden faydalanarak, 1242 senesinde Erzurum’a saldırdı. Korkunç zulümler ve katliamlar yaparak, Müslümanların mallarını yağmalattı. Bu haberi alan genç ve tecrübesiz Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev 80 000 kişilik ordusuyla Sivas’ta ordugah kurup beklemeye başladı. Sultanın Sivas'ta olduğunu haber alan Baycu Noyan, buraya hareket etti.

    SAVAŞ

    Moğol askerlerinin Sivas’a hareket ettiklerini haber alan Sultan II. Gıyâseddin Keyhüsrev, kumandanlarıyla istişare etti. Tecrübeli kumandanlar, Sultana silah ve erzakla dolu olan Sivas’ta kalmasını, kumandan şöyle bir cevap aldı. “Biz buraya oturmaya değil savaşmaya geldik”.

    Devletin ileri kademesinde bulunan, fakat tecrübesiz ve harpten anlamayan bazı kimselerin teşvik ve tahriklerine kapılan genç sultan, harekete geçti. Sivas’ın seksen kilometre kadar doğusunda bulunan Kösedağ mevkiinde, suyu ve otlağı bol olan bir yeri seçerek, ordugâh kurdu. Burası askerî bakımdan savunması kolay, Moğolların tecavüzüne imkân vermeyen bir araziydi.

    Dağ geçitleri tutulmuş, düşmanın gelmesi bekleniyordu. Ne yazık ki sultan, yine tecrübesiz kimselerin teşvik ve tahrikiyle, müstahkem mevkileri bırakarak, düşmanın karşılanmasını emretti. Galip geleceğinden emin bir halde, tedbire bile lüzum görmeden ilerleyen genç sultan, az sonra Moğol ordusuyla karşılaştı. İlk başta geri çekilen Moğol kuvvetleri dönüş yaparak, Selçuklu öncü kuvvetlerini bozguna uğrattılar. Hiç harp görmemiş tecrübesiz sultan, öncü kuvvetlerinin bozguna uğradığını duyunca, ordunun tamamen yenildiğini sandı. Düşman eline geçmemek için otağını ve hazinelerini harp meydanında bırakıp Tokat’a, oradan da Konya’ya doğru kaçmaya başladı. Sultanın harp meydanından kaçtığını henüz duymayan Selçuklu askerleri, akşamın geç vakitlerine kadar düşmanla çarpışmaya devam ettiler. Sultanın harp meydanını terk ettiğini öğrenince, onlar da çadırlarını bırakarak firar ettiler. Ertesi sabah, çadırlarda bir hareket göremeyen Moğollar, bunun bir harp hilesi olduğunu zannederek, çadırlara iki gün yanaşamadılar. 3 Temmuz 1243 tarihinde, korka korka çadırlara girdiler. Küçük bir çarpışma ile harp bitti. Seksen bin kişilik Selçuklu ordusu, utanç verici bir yenilgiye uğradı. Selçuklu toprakları, Moğol işgal ve zulmüne uğradı. Erzincan, Sivas ve Kayseri’yi yağmalayan Moğollar, pek çok Müslümanı şehit ettiler.

    Kösedağ mağlubiyetinde sultanı ikna edemeyen gün görmüş vezir Mühezzibüddin Ali, Konya’ya gitmeyip Amasya’ya geldi. Moğol kumandanı Baycu Noyan’la görüşme yoluna gitti. Bazı hususları anlatıp, pek çok hediyeler vererek, daha fazla gitmemesini tavsiye etti. Bir müddet Anadolu’nun işgalini durdurup geri dönmeleri, Mühezzibüddin Ali’nin gayretleri sebebiyle oldu. Yapılan sulh antlaşmasıyla, Selçuklular, Moğollara vergi vermeyi kabul ettiler.

    Türk tarihinde benzeri görülmemiş olan Kösedağ Bozgunu, genç ve savaş tecrübesi olmayan Selçuklu Sultanı Gıyâseddin Keyhüsrev’in fevrî hareketleri neticesinde ortaya çıkmıştır. Daha önce Anadolu’ya girmeye cesaret edemeyen Moğollar, Kösedağ Bozgunundan sonra Anadolu’yu kolayca istila etmişler, şehirleri yağmalayıp, Müslüman halkı sivil-asker, kadın-çocuk demeden katletmişlerdir. Bu mağlubiyet neticesinde, Selçuklular, Moğollara vergi vermeyi kabul etmişler, iki yüz yıllık Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılışı başlamıştır...

    7 - Otlukbeli savaşı

    Otlukbeli savaşı (11 Ağustos 1473) Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet ile Akkoyunlu Devleti sultanı Uzun Hasan arasında yapılmış bir meydan savaşıdır.
    Savaşın dönüm noktası Osmanlı topçu ve diğer ateşli silah kullanan birliklerinin Akkoyunlu süvarilerine üstünlük sağlamasıdır. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Karakoyunluları ortadan kaldırarak, Osmanlı Devleti’nin doğudaki en güçlü rakibi durumuna gelmişti. Uzun Hasan, Osmanlıların büyümesinden endişe duyuyor ve Osmanlı Devleti’ne karşı oluşan birlikteliklerde yer alıyordu. Bu sebeple 1473 yılında sefere çıkan Fatih, Akkoyunlu ordusu ile Otlukbeli’nde karşılaştı. Yapılan savaşı Osmanlı Devleti kazandı ve Doğu Anadolu’da güvenliği sağladı. Bu savaştan sonra Akkoyunlu Devleti zayıflamaya başladı. 1502 yılında Safevi devleti tarafından tamamen ortadan kaldırıldı...

    9 - Trabzon Savaşı :

    Birinci Dünya Savaşından Türkiye'de en yoğun etkilenen illerden Trabzon'dur. Ruslar Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan edip, 1 Kasım 1914'den itibaren doğu hudutunu aşarak Türk topraklarında ilerlemeye başladı. Doğu Karadeniz kıyılarını alıp, Anadolu'yu ele geçirmeyi hedefleyen Rus orduları karşısında, Türkiye 3 Kasım'da Almanya yanında savaşa katıldı ve 14 Kasım'da Cihad-ı Mukaddes ilan etti.
    DENİZ OPERASYONLARI

    Rus savaş gemilerinin Karadeniz limanların bombardıman etmesi ile Trabzon büyük yaralar almaya başlamıştır. Nitekim 17 Kasım 1914'te yirmiüç parçalık bir Rus donanması Trabzon'u bombardıman ederek büyük tahribata ve can kaybına sebep oldu. Bombardımanlar devam etti. Trabzon 8 Şubat ve 11 Şubat 1915'te Rus bombardımanı ile büyük ölçüde tahrip oldu, 1000'den fazla insan öldü.

    Bu sırada Türk savaş gemisi Yavuz Trabzon'a geldi. 32 ağır makineli tüfek, bir batarya, dağ topu ve bazı askeri levazımat ile Kafkasya cephesinde kullanılmak üzere iki uçak getirdi.
    KARA OPERASYONLARI

    Ruslar 23 Ocak 1916'dan itibaren kıyı saldırılarını yoğunlaştırdılar. 17 savaş gemisinin desteklediği bu saldırılar sonunda Türk birlikleri geri çekilmek zorunda kaldı.

    İstanbul'dan istediği yardımı alamayan Üçüncü Ordu Komutanı Kamil Paşa, birliklerini Ilıca'ya doğru geri çekince 16 Şubat 1916'da Ruslar Erzurum'u işgal etti.

    Rus kuvvetleri, donanmanın desteğini de alarak 24 Şubat 1916'da Rize'yi işgal ettiler. Of sınırına dayanan Ruslara karşı Baltacı Deresi'nde yöre halkından oluşan kuvvetlerin de yardımıyla Türk askeri birlikleri savunma yaptılar. Rus ordusunu 20 gün durdurmayı başaran Türk birlikleri, Rusların denizden ve karadan saldırılarının yoğunlaşması ve bu arada hiçbir yerden destek gelmemesi sonucu geri çekilince, 15 Mart 1916'da Of İlçesi Rusların eline geçti. Daha sonra Sürmene işgal edildi ve Ruslar Trabzon kapılarına dayandı.

    18 Nisan 1916'da Trabzon Rumlarından bir heyet, Türklerin 15-16 Nisan şehri boşalttığını işgal kuvvetleri komutanı General Lyhkov'a bildirerek kendisini şehre davet etti. Erzurum Caddesinden Belediye Meydanına giren işgal kuvvetleri şehri teslim aldı. Göç edemeyerek şehirde ve köylerde kalan Müslüman halk mağdur bırakılmış, işkence görmüştür. Özellikle yerli azınlıkların bu eylemlerde yer aldığı ve yağmalama yaptığı öne sürülmüştür.

    1917

    1917'de Rusya'da Bolşevik ihtilali olur. Geri çekilmek zorunda kalan Ruslarla Türkiye arasında 18 Aralık 1917'de Erzincan Antlaşması yapılır.

    1918
    Bu antlaşmaya Ermeniler uymayıp, Türkler aleyhinde katliamlara girişince, Ordu Komutanı Vehip Paşa'ya ileri harekat emri verildi. 11 Şubat 1918'de genel hareket emrini alan Türk ordusu, bir koldan Kafkasya üzerine ilerlerken, diğer koldan Trabzon'lu Albay Hamdi Bey (Pirselimoğlu) komutasındaki 37. Tümen; Giresun'dan 123. alay ile takviye edilerek Trabzon üzerine yola çıktı.
    Bölgedeki çeteleri de temizleyerek ilerleyen birliklerimiz 15 Şubat 1918'de Vakfıkebir'i, 18 Şubat 1918'de Akçaabat'ı geri aldı. Birkaç gün içinde çevreyi kontrol altına alan Türk birlikleri 24 Şubat 1918 tarihinde Trabzon'a girdi.

    Osmanlı Devleti, Brest-Litovsk Anlaşması ile doğudaki topraklarını istiladan kurtardı.

    ETKİLERİ


    Göçen halk döndüklerinde büyük oranda yıkılmış bir şehirle karşılaşmıştır. Özellikle Rus askeri üniforması giymiş Ermeni ve Rum-Pontus çeteleri Trabzon'da büyük bir kıyım yapmıştır. Yavuz Sultan Selim'in annesi Gülbahar Hatun'un türbesi yıkılmış, Müslüman mezarlığına tiyatro binası yapılmıştır. Öldürülen sivillerin sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte yalnızca Pontus Çeteleri'nin Karadeniz genelinde resmi rakamlara göre 8000 civarında Müslüman'ı katlettiği belirtilmektedir. Rus işgali sebebiyle Batıya şehirden 80.000 civarında nüfusun göç ettiği kaynaklarda belirtilmektedir. Bunlardan bir kısmı çeşitli sebeplerle geriye dönememişlerdir. Şehirde işgal ve sonrası dönemde büyük yağmalamalar olmuştur.



    10 - KURTULUŞ SAVAŞI :


    Kurtuluş Savaşı, I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu'nun Müttefik devletlerince işgali sonucunda Misak-ı Milli sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için girişilen çok cepheli siyasi ve askeri mücadelenin adıdır. Ayrıca İstiklal Harbi ya da Milli Mücadele olarak da bilinir.

    1919-1922 yılları arasında gerçekleşmiş ve 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona ermiştir.
    Kurtuluş Savaşı, dört belirgin döneme ayrılabilir

    Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemi: Mondros Mütarekesi'nin yürürlüğe girdiği 31 Ekim 1918'den, Padişah VI. Mehmet (Vahdettin)'in Mustafa Kemal Paşa'yı 9. Ordu müfettişi olarak Anadolu'ya yolladığı 16 Mayıs 1919'a kadardır.

    Örgütlenme dönemi: Mayıs 1919'dan, İstanbul'daki Mebusan Meclisi'nin açıldığı Mart 1920'ye kadardır.

    Hakimiyetin sağlanması dönemi:Mart 1920'den, Londra Barış Konferansı'nın ikinci safhasının başladığı Mart 1922'ye kadardır.

    Barışın sağlanması dönemi:Mart 1922'den, Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923'e kadardır.
    Birinci Dünya Savaşı sonrası, Ekim 1918 - Mayıs 1919


    I. Dünya Savaşı'na Almanya ile birlikte giren Osmanlı Devleti, Çanakkale Savaşı'ndaki başarılı savunmaya ve Kafkasya cephesindeki kısa süreli başarılara rağmen savaşın son döneminde İngiliz ordularına karşı bir dizi ağır yenilgiye uğramış ve Hicaz, Filistin, Suriye ve Irak'ı kaybetmişti. Suriye cephesinin çöküşü üzerine, İmparatorluğu 1913'ten beri diktatörlük yöntemleriyle yöneten İttihat ve Terakki hükümeti 8 Ekim 1918'de istifa etti. Hükümet ileri gelenlerinden Talat, Enver ve Cemâl Paşalar yurt dışına kaçtılar. Genel af ilan edilerek, sürgün ve hapisteki muhaliflerin İstanbul'a dönüşüne izin verildi. 30 Ekim1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı hükümeti yenilgiyi kabul etti. İstanbul basını mütarekeyi sevinçle karşıladı.
    Mütareke hükümleri, a) sınır müdafaası ve asayiş için gereken birlikler dışında Osmanlı ordusunun terhisini ve elde kalan silah ve cephanenin teslim edilmesini, b) boğazlar, demiryolları ve Toros tünelleri gibi stratejik noktaların müttefik devletlerce işgalini, c) altı doğu vilayetinde karışıklık çıkması halinde buraların müttefiklerce işgalini, d) Arap ülkelerinde kalan Osmanlı birliklerinin teslim olmasını, e) Kafkasya cephesinde 1914 sınırına geri dönülmesini, f) Türklerin elinde bulunan müttefik ve Ermeni esirlerinin serbest bırakılmasını öngörmekteydi.

    İSTANBUL İŞGALİ, KASIM 1918

    6 Kasımda Boğazlar silahsızlandırıldı. 7 Kasımda işgal güçleri Çanakkale'den geçti. 13 Kasım 1918'de Osmanlı'nın başkenti İstanbul'a müttefik asker geldi. 23 Kasım 1918 sonra Ahmet İzzet Paşa yeni hükümeti kurdu. 9 Şubatta Hadisat gazetesinde Süleyman Nazif 'Kara Gün' başlıklı bir yazı yazdı. Türk milletinin böyle bir işgali yaşamadığını ve bunu kaldıramayacağını söyledi. İtilaf devletleri Türk halkının tepkisini çekmemek ve işgalin haklılığını kanıtlamak için işgalin geçi olduğunu amacının Padişahlığı, halifeliği, azınlıkları korumak olduğu. Padişahlık makamının kaldırılmadığını ve İstanbul'dan verilecek kararların geçerli olduğunu ilan etti.

    KUVA-YI MİLLİYE

    İşgal altındaki İstanbul'da İngiliz askerlerinin Türk direnişçileri kurşuna dizmek suretiyle idamı İttihat ve Terakki yönetiminin, gizli bir teşkilat olan Teşkilat-ı Mahsusa vasıtasıyla Anadolu ve Rumeli'de savaş sonrası bir direniş hareketi örgütlediği anlaşıldı. Direnişin amacı, doğu illerinin Ermenilere, Ege bölgesinde bazı yerlerin Yunanlılara ve Adana yöresinin Fransa kontrolündeki Suriye'ye verilmesini öngören girişimlere karşı mücadele etmekti. Yanı sıra, savaş yıllarında çeşitli yöntemlerle önemli servete ve yerel iktidara kavuşan İttihat ve Terakki yanlısı zümrelerin konumlarının korunması, savaş sırasında sürülen gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının geri dönmesinin önlenmesi, bundan dolayı çıkabilecek karışıklıklar nedeniyle müttefik devletlerin olası müdahalesine karşı konulması amaçlanmaktaydı.

    1919 başlarından itibaren Kuva-yı Milliye adıyla silahlanan bazı gruplar, Ege ve Karadeniz bölgesinde Rumlara, Güneydoğu'da ise Ermenilere karşı çatışmalara girdiler. Bu grupların çoğu 50 ila 200 kişilik düzensiz kuvvetlerden oluşmakta ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğu bilinen kişilerce yönetilmekteydi.
    1919 Şubat ayında Müttefik Yüksek Komutanlığı, Anadolu'da asayişi sağlamak amacıyla üst düzey bir Türk komutanının özel yetkilerle donatılarak Anadolu'ya gönderilmesini önerdi. 15 Mayıs 1919'da "Anafartalar Kahramanı" ve "Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri)" Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu komutanı ve Anadolu Genel Müfettişi sıfatıyla, padişah VI. Mehmet Vahdettin tarafından Anadolu'ya gönderildi.

    İZMİR İŞGALİ, MAYIS 1919

    İzmir'in işgali düşüncesi 1919'un Şubat ortalarında Yunanistan başbakanı Venizelos'un önerisiyle, İngiltere başbakanı Lloyd George tarafından ortaya atıldı. İzmir'in İşgali, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Paris'te toplanan uluslararası barış konferansının kararıyla ortaya çıktı. ABD başkanı Wilson bu öneriye önce kesinlikle karşı çıktı, ancak 25 Mart dolayında daha esnek bir tavrı benimsedi. 7 Mayıs ta İngiltere, ABD ve Fransa, Yunan donanmasının İzmir'e gönderilmesinde mutabık kaldılar.
    İzmir kenti ile birlikte Ayvalık, iki kent arasındaki sahil şeridi, Çeşme yarımadası ve Belkahve'ye kadar İzmir'in hinterlandı da işgal edilmiştir. 1920 Nisan'ından sonra Yunan ordusu İzmir'den harekete geçerek, Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Afyon'a kadar Batı Anadolu'nun büyük bir bölümünü de işgal altına almıştır.

    ÖRGÜTLENME DÖNEMİ, MAYIS 1919 - MART 1920

    Paris'te toplanan uluslararası Barış Konferansı, o günlerde açıklanması beklenen Türk Barış Antlaşmasını, 1919 Mayıs başlarında belirsiz bir geleceğe erteledi. 15 Mayıs'ta Yunan kuvvetleri, müttefik devletlerin kararıyla İzmir'i işgal etti. Ulusal bir felaket olarak görülen bu olay, Türkiye çapında müthiş bir ulusal tepkiye yol açtı. 23 Mayıs'ta Fatih ve Sultanahmet'te Türk siyasi tarihinin o güne kadarki en büyük kitle gösterileri düzenlendi. Direniş fikri, İttihat ve Terakki yandaşlarının görüşü olmaktan çıkarak tüm ülke sathına yayıldı.

    21 Haziran'da Mustafa Kemal, Anadolu'daki en önemli askeri birliklerin komutanları olan Kâzım Karabekir, Refet ve Ali Fuat Paşalar ve Ege bölgesinde asayişi sağlamakla görevlendirilen Rauf Bey ile Amasya'da buluşarak Amasya Tamimi'ni yayımladı. Bildiri, ulusal bağımsızlığın ancak ulusun "azim ve iradesi" ile sağlanacağını vurgulayarak, ülke çapında bir direniş hareketinin işaretini vermekteydi.
    23 Temmuz'da Kâzım Karabekir'in öncülüğünde Erzurum'da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Kongresi, askeri görevlerinden istifa eden Mustafa Kemal'i kongre başkanı seçti. Kongre, Doğu illerinin Ermenistan'a verilmesi olasılığına karşı direnme kararı alırken, Türkiye'nin kalkınması için Amerikan mandası fikrine açık kapı bırakmaktaydı.

    4 Eylül 1919'da Türkiye'nin her yanından gelen delegelerin katılımıyla Sivas'ta toplanan kongrede, genel seçimler yapılıp yeni Mebusan Meclisi kuruluncaya kadar İstanbul hükümetiyle tüm resmi bağların kesilmesi kararlaştırıldı. Ülke çapında yeni bir idari ve siyasi örgütlenme kurmak amacıyla bir Heyet-i Temsiliye kuruldu.

    Kasım ayında Adana, Maraş, Antep ve Urfa'nın Fransızlarca işgali üzerine, Heyet-i Temsiliye tarafından yönlendirilen direniş hareketi başlatıldı. Direniş umulmadık bir hızla başarıya ulaşarak 1920 Mayısı'nda Fransızları ateşkese zorladı.

    OSMANLI MECLİSİNİN AÇILMASI VE MİSAK-I MİLLİ, KASIM 1919 - OCAK 1920

    Aralık ayında yapılan genel seçimler sonucunda son Osmanlı Meclis-i Mebusanı (1920) oluştu. Meclise Anadolu'dan sadece Milli Mücadele yanlısı milletvekilleri seçildi. İki ayrı ilden milletvekili seçilen Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a gitmeyi reddetmesi üzerine, Sivas Kongresi başkan vekili olan Rauf Bey Meclis reisliğine seçildi. 28 Ocak 1920'de Mebusan Meclisi daha sonra Misak-ı Milli adıyla anılan “Ahd-ı Milli Beyannamesi”ni kabul etti. Beyanname, Mondros Mütarekesi sınırları içinde tam bağımsızlık sağlanıncaya kadar mücadeleye devam etmeyi öngörmekteydi.

    OSMANLI MECLİSİNİN KAPATILMASI, MART 1920

    16 Mart 1920'de Meclis-i Mebusan da dahil olduğu halde Babıali ve bütün hükümet daireleriyle beraber İstanbul, İngilizler tarafından cebren ve resmen işgal edilmiştir. İngiliz birlikleri İstanbul'daki önde gelen Milli Mücadele yanlısı milletvekillerini tutukladılar. Ayrıca telgrafhaneler de işgal altına alınmış ve resmi makamlar arasında iletişim imkânı kalmamıştır. Bu şartlara göre, Anadolu, İstanbul ve resmi makamlarla ortak hareketten mahrum kalmıştır.
    İstanbul’daki olağanüstü hal, ortaya Osmanlı Devletinin kimin idaresi ve hangi güçlerin kanunlarının geçerli olduğu sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu durumda Mustafa Kemal Temsil Heyetinin başkanı olarak: "Bu hareketin Anadolu’da Osmanlı Kanunlarının yürürlüğünü engellemeyeceğinden ve her ne şekilde olursa olsun alınacak önlemlere Osmanlı milleti uygarlık yeteneği özellikle dikkat çekici bulunduğundan kanun dışında hiç bir işlem yapılmaması ve bütün görevlerin özenle yapılması hayatımızın gereklerindendir" diye genelge yayınlamıştır.

    Bunun üzerine Meclis 18 Mart 1920 bir toplanarak kendini feshettiğini açıkladı. Meclisin kendini feshettiği açıklaması Padişah’ın Nisan 11 1920'de ikinci meşrutiyetin sona erdiğini açıklaması ile bir başka Meclis oluşturma yolunu kapatmıştır. Aynı gün Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah'ın, "Padişah ve Halife kuvvetleri dışındaki millî kuvvetleri kâfir ilan eden ve katlinin gerekli" olduğunu bildiren fetvası "Takvim-i Vekayi"de yayınlandı. Padişah Osmanlı Devleti'nin tarihinde bir bölümü kapatmayı amaçlamış ve kendi otoritesi dışında bulunan bütün güçlerin (millî kuvvetleri) devlet karşıtı olduğunu ilan etmiştir. Padişah ve atadığı hükümetler Osmanlı devletinin idaresine tek otorite durumuna gelmişlerdir.

    HAKİMİYETİN SAĞLANMASI, MART 1920 - MART 1922

    Bu dönemde Büyük Millet Meclisi'nin etkinlikleri karşı taraflara Anadolu'yu kendisinin temsil ettiği ve onun içinde olmadığı hiçbir barışın geçerliliği olmadığını kabul ettirmesi çabasıdır. Bir yandan uluslararası destek ve yardım arayışına girilerek, Bolşevik Rusya'nın mali yardımı sağlandı. Öbür yandan Anadolu'nun çeşitli yörelerindeki düzensiz direniş gruplarını tasfiye ederek düzenli bir ordunun kurulması için adımlar atıldı. Askeri olarak karşısına çıkacak bütün güçlerle baş edebilecek düzeyde olduğunu kanıtladı.

    BÜYÜK MİLLET MECLİSİ AÇILMASI, NİSAN 1920

    Osmanlı Meclisinin fes edilmesi yeni bir meclisin, bir kurucu meclisin, gerekliliğini doğurmuştu. Kurucu Meclis ve seçimlerle ilgili 19 Mart 1920'de bir bildiri yayınladı. Sultan İstanbul'da idi ve Mustafa Kemal "olağanüstü yetkilere sahip bir meclis" olarak takdim etti. Seçimlerin yapılması için yayınlanan bu bildiri uyarınca, yurdun her yerinde seçimler yapıldı. 16 Mart 1920'deki baskından kurtulan milletvekilleri gizlice Ankara'ya geçtiler. Bolu Düzce, Hendek bölgesinde başlayan ve Nallıhan, Beypazarı çevresine sıçrayan (bakınız İsyanlar (İç Cephe)) ayaklanma olayları oldu. Bu olaylardan dolayı, seçilen milletvekillerinin tümünün gelmesi beklenilmeden, Millet Meclisi'nin açılma hazırlıkları yapıldı.

    Türkiye Büyük Millet Meclisi (1. Dönem) 23 Nisan 1920'de Ankara'da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde toplandı. Bu tarihten itibaren İstanbul hükümetinin etkisi İstanbul kenti ve çevresiyle sınırlı kalırken, Ankara'da oluşturulan Meclis ve hükümet, fiilen Türkiye'nin yönetimini ele aldı. Mustafa Kemal 24 Nisan 1920'de Meclis Başkanı seçildi

    İSYANLAR (İÇ CEPHE)

    Ordunun finansmanı için ağır vergiler kondu. Vergi vermeye ve askere alınmaya karşı koyanları sindirmek için İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Tek celsede idam kararı alma yetkisine sahip olan İstiklal Mahkemeleri, Ergun Aybars'ın araştırmalarına göre 9000 dolayında idam kararı verdi.
    Kuva-yı Milliye'yi dağıtma girişimi bazı bölgelerde başarılı olurken, bazı Kuvayı Milliye birliklerinin yoğun direnişiyle karşılaştı. Kasım 1920'de başlayan ve Ocak 1921'de yenilgiye uğratılan Çerkez Ethem İsyanı bu direnişlerin en önemlisidir.

    ERMENİ SAVAŞI (DOĞU CEPHESİ)

    Dünya Savaşı sonunda Kuzeydoğu cephesi Müttefik devletlerin talebi doğrultusunda 1914 Osmanlı-Rus sınırına çekilmişti. Bu sınır Ardeşen-Yusufeli-Oltu-Bayezit hattından geçiyordu. Sınırın öte yanında 1918'de Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu.

    1920 Eylülünde Türk-Rus mutabakatının sağlanması üzerine 28 Ekim 1920'de Kâzım Karabekir komutasında harekete geçen Türk kuvvetleri, 10 gün süren bir harekât sonunda Ermenistan'ı kesin yenilgiye uğrattı. Bu harekâtta Türk tarafı 46 şehit verdi. 1 Aralık'ta imzalanan Gümrü Antlaşması ile Türk-Ermeni sınırı, 1878 öncesindeki Osmanlı-Rus sınır hattına çekildi. Bu sınır, bugünkü Türkiye-Ermenistan sınırıdır. 2 Aralık'ta Kızıl Ordu Ermenistan'ı işgal ederek bağımsız Ermenistan'ın varlığına son verdi.

    YUNAN SAVAŞI (BATI CEPHESİ)

    Buradaki Savaşlar,İzmir-Bursa-Balıkesir-Kütahya-Eskişehir hattında gerçekleşti. Müttefik devletler tarafından 18 Nisan 1920'de Paris'in Sèvres banliyösünde ilan edilen Sevr Antlaşması Türkiye'den önemli bazı toprakların alınmasını ve Türk devletinin müttefikler kontrolü altında bir tür yarı-bağımsız statüde yönetilmesini öngörmekteydi. Türk tarafının anlaşmayı imzalamaktan kaçınması üzerine müttefikler, Yunan ordusunu Anadolu içine sevk ettiler. Temmuz ayında Bursa, Ağustos'ta Uşak Yunanlılar tarafından işgal edildi. Yıl sonunda Yunan ordusu Eskişehir ve Kütahya'yı tehdit etmeye başladı. Bu sırada çıkan Çerkez Ethem İsyanı Türk savunmasını zor durumda bırakarak, Yunanlıların mevzilerini ilerletmesine yardımcı oldu.

    Batı Cephesi komutanlığına atanan İsmet Bey, Ocak 1921'de Birinci İnönü Muharebesi ve Mart 1921'de İkinci İnönü Muharebesi'nde Yunan ilerlemesini durdurdu. İnönü zaferleri, milli ordu projesinin başarısını kanıtlayarak T.B.M.M. hükümetinin otoritesini pekiştirdi, Milli Mücadelenin nihai zaferine olan güveni sağladı. 27 Mart'ta Afyon'un kaybedilmesi bu zafer duygusunu ancak kısmen gölgeleyebildi.

    Ancak 23 Ağustos - 13 Eylül arasında süren Sakarya Meydan Muharebesi ile Yunan taarruzu püskürtüldü. Bu zafer nedeniyle Mustafa Kemal Paşa'ya müşir (mareşal) rütbesi ve Başkumandan payesi verildi.

    Nihayet 26 Ağustos 1922'de Afyon'un doğusundaki mevzilerden taarruza geçen Türk ordusu, 30 Ağustos'taki Dumlupınar Meydan Muharebesi'nde Yunanlıları kesin yenilgiye uğrattı. Tamamen dağılan Yunan ordusunun boşalttığı Ege bölgesi birkaç gün içinde Türk kuvvetlerinin eline geçti. Nihayet 9 Eylül'de Türk orduları İzmir'e girerek Yunan işgaline son verdi.

    FRANSIZ (GÜNEY CEPHESİ)

    Kilikya Mezopotamya Cumhuriyeti adı altında kurulan Ermeni Şişmanyan Hükümeti politikaları ardından Adana'daki Müslüman halkın şehirden göç etmeye başlaması

    Türk-Fransız Cephesi veya Güney Cephesi Kurtuluş Savaşı Milli kuvvetlerin Fransız lejyoner birliklerine (Fransız, Cezayir ve Ermeni Askerlerinden oluşan) karşı verdikleri savaşı kapsamaktadır. İngilizler Musul, İskenderun, Kilis, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler. Fransızlar ise Adana, Mersin ve Osmaniye’yi işgal ettiler.

    Maraş’ta, Sütçü İmam’ın önderliğini yaptığı mücadele sonunda Maraş’ta tutunamayan düşman şehri terk etmek zorunda kaldı (12 Şubat 1920). Urfa şehrinde Ali Saip(Ursavaş) Bey tarafından teşkilatlandırılan Türk direnişi başarıyla sonuçlandı. Fransızlar 11 Nisan 1920’de şehri boşalttılar. Antep halkı 1 Nisan 1920’de Fransızlara karşı ayaklandı. Üsteğmen Salih’in ‘Şahin’ takma adıyla Kuvayı Milliye Komutanlığına atanması halkı daha da örgütlü bir güç haline getirdi. Hiçbir yerden yardım alamayan Anteplilerin Fransızlara karşı direnişi yaklaşık 1 yıl sürdü. Antep şehri, tüm olanaksızlıkları yaşadıktan ve altı bin şehit verdikten sonra onurundan taviz vermeden 9 Şubat 1921’de düşmana teslim olmak zorunda kaldı.

    Fransızlar halkın direnişleri sonucunda askeri harekatlarını durdurduktan sonra Sakarya Zaferi’nin arkasından TBMM ile Ankara Antlaşması’nı yaptılar ve işgal ettikleri yerleri boşalttılar.

    LONDRA BARIŞ KONFERANSI, ŞUBAT 1921 VE MART 1922

    1921 yazında Londra Barış Konferansı ile müttefikler Sèvres Antlaşmasını Ankara hükümetine kabul ettirmek istediler. TBMM hükümetinin kesin tavrı karşısında Yunan ordusu bu kez Ankara'yı ele geçirmek üzere harekete geçti. Sakarya Meydan Muharebesi bir güç gösterisi olarak gerçekleşti.
    1922 yılının ilk yarısı sonuçsuz barış müzakereleri ile geçti. Bu dönemde değiştiriliş Sèvres Antlaşmasını ortaya atıldı. Bu yeni çözüm Sèvres hükümlerini yumuşatılmış şekli olmaktaydı.

    BARIŞIN SAĞLANMASI, MART 1922 - KASIM 1923

    Bu dönemde Büyük Millet Meclisi'nin etkinlikleri çizilen sınırların dünyaca kabulünü ve bu sınırlar içinde Cumhuriyet ile yönetilecek devletin ilanını kapsamaktadır.

    MUDANYA MÜTAREKESİ, EYLÜL 1922

    İzmir'in kurtuluşundan birkaç gün sonra Türk ordusu İngiliz işgalinde bulunan Çanakkale Boğazı karşısında mevzilenerek İngilizlerin çekilmesi için bir ültimatom verdi. 15 Eylül'de başbakan Lloyd George başkanlığında toplanan İngiliz kabinesi ültimatomu reddederek, İngiltere ile Türkiye arasında savaş çıkmasına yol açacak bir politika benimsedi. Ancak İngiliz kamuoyunun sert tepkisi üzerine koalisyon ortağı olan Muhafazakâr Parti hükümetten çekildi. Lloyd George hükümeti 19 Ekim'de düştü. 11 Ekim'de İngiltere ile Ankara hükümeti arasında Mudanya'da ateşkes imzalandı. Ateşkes anlaşması en kısa zamanda İsviçre'nin Lozan (Lausanne) kentinde bir barış konferansı toplanmasını öngörüyordu.

    SALTANATIN KALDIRILMASI, KASIM 1922

    1 Kasım'da TBMM, İstanbul hükümetinin hukuki varlığına son vererek Türkiye'nin tek ve tartışmasız hakimi oldu.

    Şeklen "halife" unvanını koruyan VI. Mehmet Vahdettin 10 Kasım'da son Cuma selamlığına katılmış, ancak yaşamına ve özgürlüğüne yönelik tehditleri gerekçe göstererek 17 Kasım sabahı Boğaziçi'nde demirli bulunan İngiliz zırhlısı Malta'ya sığınmıştır. Bunun üzerine 19 Kasım'da TBMM, veliaht Abdülmecit Efendi'yi halife ilan etmiştir.

    LOZAN BARIŞ KONFERANSI, KASIM 1922

    20 Kasım 1922'de toplanan Lozan Barış Konferansı'nda Türk delegeleri İsmet Paşa ve Dr. Rıza Nur Bey idi. 4 Şubat 1923'te konferans anlaşma sağlanamadan dağıldı. Türkiye'de anlaşmanın bazı koşullarına direnen Meclisin feshedilerek yeni Meclis seçimlerinin yapılması üzerine 23 Nisan'da yeniden toplanan konferans, 24 Temmuz 1924'te Lozan Barış Antlaşması'nı kabul etti.

    LOZAN ANTLAŞMASI, TEMMUZ 1923
    ^
    Bu antlaşma ile Türkiye Hicaz, Mısır, Suriye, Filistin, Irak, Kıbrıs ve Oniki Ada üzerindeki tüm haklarından vazgeçti; Batı Trakya'da da bazı koşullarla Yunan egemenliğini kabul etti. İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının silahsızlandırılarak uluslararası bir komisyonun yönetimine bırakıldı. Osmanlı borçlarının bir kısmı silinirken, bakiyesinin uzun vadede ve uygun koşullarla ödenmesi kararlaştırıldı.
    Türkiye'deki gayrimüslim azınlıklara uluslararası hukukun koruması altında bazı haklar tanındı. Buna karşılık Türkiye'nin idari, hukuki, adli ve mali konulardaki bağımsızlığı onaylandı.
    Antlaşmaya ekli bir protokolle, Türkiye'deki Rum azınlığı ile Yunanistan'daki İslam azınlığın (bazı istisnalarla) zorunlu mübadelesine karar verildi.

    CUMHURİYETİN İLANI, EKİM 1923

    29 Ekim 1923 günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan "Cumhuriyet" önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verdi. Meclis önergeyi kabul etti. Böylece, Türkiye devletinin yönetimi biçimi "Cumhuriyet" olarak, adı "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" olarak belirlendi. Atatürk, kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin, ilk "Cumhurbaşkanı" oldu.

    EK KONULAR

    İngiltere, Batı Anadolu'yu işgal eden Yunan kuvvetlerine politik ve parasal destek vermiş fakat Yunan hükümetinin ısrarlı talebine rağmen Yunan ordusunda danışman ve subay bulundurmaktan kaçınmıştır. Yunanistan'a İngiliz askeri yardımı 1922 başlarında kesilmiştir.

    Kurtuluş Savaşı sırasında düzensiz Türk kuvvetleri Adana, Maraş, Antep ve Urfa'yı işgal eden Fransız ordusuna karşı savaşmıştır. Aralık 1919-Mayıs 1920 arasında altı ay süren çatışmalar, 31 Mayıs 1920'de ateşkes ile sonuçlanmıştır. Bu tarihten sonra Fransa uluslararası planda genellikle Ankara Hükümetini desteklemiş, Ekim 1921'de Anadolu'dan çekilen Fransız kuvvetleri, Türk tarafına önemli boyutta silah ve mühimmat teslim etmiştir.

    1919 Mayısında İzmir'in Yunanlılarca işgalini kendi çıkarlarına yönelik bir saldırı olarak değerlendiren İtalya, Kurtuluş Savaşı süresince Türk tarafını desteklemiştir. 1919 yazında Kuşadası cephesinde Yunan ve İtalyan kuvvetleri çatışmıştır.

    Kurtuluş Savaşı'nı "emperyalizme" karşı bir devrim savaşı olarak değerlendiren görüş 1967 dolayında sol-Kemalist çevrelerde ortaya atılmıştır. Bu görüşün olgusal dayanağı tartışmalıdır...


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: SaVaŞLaR ve SoNuÇLaRı

          Kategori: Tarih

          Konuyu Baslatan: aZaT07

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1935

    DeĞeR VeRDiĞiN iNSaN SeNiN DeĞeRiNi BiLMiYoRSa;
    BıRaK KeNDi DeĞeRi iLe KaLSıN !!!!!!!!!!

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş