Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Mehmet Akif Türk milletine cesaret,ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana

Bu konu 1820 kez görüntülendi 3 yorum aldı ...
İstiklal'in derin manası.. 1820 Reviews

    Konuyu değerlendir: İstiklal'in derin manası..

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1820 kez incelendi.

  1. #1
    Watan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    02.09.2008
    Mesajlar
    1.458
    Konular
    151
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    600
    @Watan

    Standart İstiklal'in derin manası..

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
    O benimdir, o benim milletimindir ancak.


    Mehmet Akif Türk milletine cesaret,ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine korkma sözüyle başlıyor. Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar bu vatanı savunacağımızı belirtiyor. O halde en son Türk bireyi son nefesini vermeden türk istiklal ve bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır. Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse alamaz.
    Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe bağımsızlığını kimse yok edemez.

    Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
    Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
    Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!


    Şair ikinci kıtada bayrağımızın o zaman ki kırgın, küskün, öfkeli halini dile getiriyor. Türk vatanının bazı parçaları, işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız indirilmiş yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak öfke halini ifade eder. Kaş ayrıca edebiyatımızda hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilal şeklinde gösterilmiştir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman türk milletini üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır.
    Türk bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa aşık Türk milletide özgürlüğün sembolü olan bayraktan gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal hakkıdır. Çünkü türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa helal etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp göklerde dalgalanması gerekir. Türk milleti daima Allah’a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır.

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
    Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
    Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.


    Şair “ben” diyor.(Ancak kast ettiği mana aslında bizdir türk milleti adına konuşmaktadır) Türk milleti ezelden beri hür yaşamıştır,hür yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalı,zira böyle bir harekete kalkışanlar ağır bir şekilde cezalandırılır. Türk milleti bağımsızlığı uğrunda önüne çıkacak her engeli aşacak güçtedir. O; böylesine yüce bir amaç için dağları delecek, enginlere sığmayıp,denizleri taşıracaktır güçtedir.

    Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
    “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?


    Bu kıtada şair vatanımızı istilaya kalkışan avrupalılara meydan okuyor. 20. asrın başında avrupa medeniyeti 19.yy. deki görkeminden oldukça uzaktır. O sebeple şair bayıyı tek dişi kalmış canavara benzetiyor. Ancak avrupa mevcut teknik imkanlarını seferber ederek topuyla, tüfeğiyle, tankıyla bizi yok etmeye çalışmaktadır. Mehmetçik ise bu güce topla, tüfekle, mızrakla, kılıçla cevap vermeye çalışmaktadır. Avrupalı kendini çelik zırhla korurken mehmetçik ona iman dolu altın göğsüyle karşılık vermektedir.

    Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın.
    Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
    Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
    Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.


    Şair kahraman Türk askerine hitap ediyor. Türk yurdunu alçakları uğratmaması için gerekirse canını feda etmesini öneriyor. Şehit gövdelerinin meydana getireceği siperler düşmana mani olacaktır. Mehmet Akif düşmanın çok kısa bir süre içinde bu hayasızca akına son vereceği Allah’ın Türk milletine Kuran-Kerimde vaad ettiği zafer gününün yarından bile daha yakın bir zamanda doğacağına inanmaktadır.

    Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
    Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.


    Şair Türk ordusuna vatanın kutsallığını hatırlatıyor. Toprak ile vatan arasında büyük bir fark vardır. Toprağı vatan haline getiren onu elde etmek ve korumak için savaşan fertlerin varlığıdır. Kısacası sıradan bir toprak büyük bir değer taşımaz; ama vatan toprağı uğrunda şehit olan atalarımızın o topraktaki mezarlarıdır. Bu kutsal vatanı dünyalara değişmeyiz. Toprak dünyanın dünyanın her yerinde bulunur. Ancak atalarımızın kanlarıyla sulanan topraklar vatanımız üzerindedir.

    Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?
    Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
    Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.


    Bu vatan cennet kadar kıymetlidir. Şehit olanların ruhu dini inanışımıza göre doğrudan doğruya cennete gider. Şehitlerimiz bu vatan toprağında yattığı için cennetten farksızdır. Bir avuç toprağı sıksak şehitler fışkıracak sanırız. Canımızdan çok sevdiğimiz insanları varımızı yoğumuzu Allah alsında yalnız yaşadığımız sürece bizi vatanımızdan ayrı düşürmesin.

    Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
    Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
    Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-
    Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.


    Allah’a şair hitap ediyor. Mehmet Akif’in Allah’tan tek dileği ibadet yerlerinin göğsüne düşman elinin değmemesidir. Camilerimizden okunan ezanlar sonsuza kadar türk yurdunun üstünde inlemelidir. Çünkü bu ezanlar dinimizin temelidir.

    O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
    Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
    Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
    O zaman yükselerek arşa değer belki başım.


    Ezan sesleri yurdumuzun üstünde inledikçe şehitlerimizinde ruhları şaad olacaktır. Ezan sesi sadece yaşayanlara değil, ölülere hatta onların mezar taşlarına bile tesir eden yüce bir anlam taşır. Şehit atalarımızın her şeyden arınmış ruhları yerden fışkıracak, ezan sesiyle ayağa kalkacak ve dışa yükselecektir.

    Dalgalan sen de şafakalar gibi ey şanlı hilal!
    Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
    Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
    Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
    Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!


    Şair zafer gününün heyecanını yaşıyor. Şanlı bayrağımız dalgalandıkça gökyüzünü şafakla yarış edercesine gökyüzünü kızıl renge boyamaktadır. Türk milleti yeniden bağımsızlığına kavuşmuştur. Atrık onun için yok olma korkusu kalmamıştır. Bayrağımız şehitleri mizin kanlarını hak etmiştir. Bağımsızlık Allah’a tapan ve doğruluktan ayırmayan Türk milletinin en doğal hakkıdır.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: İstiklal'in derin manası..

          Kategori: Genel Kültür

          Konuyu Baslatan: Watan

          Cevaplar: 3

          Görüntüleme: 1820

    Konu Watan tarafından (05.02.2009 Saat 18:43 ) değiş;tirilmiş;tir.

  2. #2
    Watan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    02.09.2008
    Mesajlar
    1.458
    Konular
    151
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    600
    @Watan

    Standart

    Felâket Günleri

    1920 yılı sonları... Sevr Antlaşması imza edilmiş. Trakya''da Tekirdağ ve Edirne''yi işgal etmiş olan Yunan kuvvetleri, Batı Anadolu''da Uşak''ı da ele geçirmişler. Türk ordusu Doğuda Ermenistan''a karşı savaşıyor. Yer yer patlayan isyanlarla halkın maneviyatı son derece bozuk. Şairler gazetelerde, dergilerde bu yıkıntıyı önleyici, millî duyguları besleyici şiirler yazıyorlar, halk ve asker arasında dolaşarak bunları okuyorlar. Bu şairlerden biri de Mehmet Âkif idi.
    o günlerde Kars kurtarılmış, Gümrü Antlaşması imzalanmış, Kurtuluş Savaşı''nın ilk askerî ve siyasî zaferi kazanılmıştı. 1920 Aralık ayı başında bir gün Millî Eğitim Bakanlığı Orta Tedrisat Müdürü Kâzım Nami Bey''in odasına bir Kurmay Albay girdi. Selâm vererek kendini tanıttı: ''Ben Batı Cephesi Kurmay Başkanı İsmet.''
    Kâzım Nami Bey ayağa kalkarak misafire yer gösterdi. Oturdular. İsmet Bey:
    ''- Beni size Mİllî Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur gönderdi.'' dedi. ''Orduca karar verdik, bir İstiklâl Marşı istiyoruz. Bunun güftesini, bestesini ayrı ayrı yarışmaya koyarsınız. Herbirini kazanana beşer yüz lira vereceğiz.''
    Kâzım Nami Bey bu isteğin hemen yerine getirileceğini söyledi. Genelge şeklinde durum bütün okullara duyurulduğu gibi şairlere de bildirildi. Çok geçmeden orta tedrisat müdürlüğüne şiirler gelmeye başladı. Bu arada Birinci İnönü Savaşı kazanılmış, kurtuluş mücadelesinin ikinci zaferi de elde edilmişti. Eli kalem tutanlar daha büyük bir imanla ordunun isteği üzerine eğildiler. 17 Şubat 1337 (Milâdî tarihle 2 Mart 1921) günkü Hakimiyeti Milliye Gazetesi''nin birinci sahifesinde ''İstiklâl Marşı'' başlığı altında Mehmet Âkif''in bir şiiri çıktı. Koca şair şöyle haykırıyordu:

    ''Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
    O benim milletimin yıldızıdır parlayacak,
    O benimdir o benim milletimindir ancak.''

    Bu şiir bir kükreme gibi bütün yurda yayıldı.
    Doktor Rıza Nur''un yerine 14 Aralık 1337 tarihinde Mİllî Eğitim Bakanı olan Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Bey İstiklâl Marşı''nın sözlerine özel bir ilgi gösteriyor, İstiklâl Marşı olacak şiiri Türkiye Büyük Millet Meclisi''nden geçirerek meclisin kabul etmesini istiyordu. Yarışma için gelen 724 şiirden çoğu düzen ve duygu bakımından istenileni verecek durumda değildi. Görevi ağır olan meclise bu kadar şiiri götürüp bir seçme yaptırmak çok zaman alacaktı. Bu yüzden bakanlıkça bir komisyon kuruldu. Bu komisyon 724 şiirden içlerinde Mehmet Âkif''in şiirinin de bulunduğu yedisini seçti. Bu şiirler bastırılıp meclis üyelerine dağıtıldı.
    TBMM mâli yılın başlaması dolayısı ile 1 Mart 1337 günü toplanmıştı. Oturuma Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa başkanlık ediyordu. Paşa, iç ve dış siyasete dair çok önemli bir nutuk söyledi. Sonra Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey, kendilerine dağıtılan yedi şiirden biri olan Mehmet Âkif Bey''in İstiklâl Marşı şiirinin okunmasını teklif etti. Teklif kabul edildi. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey bizzat kürsüye gelerek gür ve heyecanlı bir sesle şiiri okumaya başladı. Koca mecliste çıt çıkmıyor, bütün milletvekilleri büyük bir heyecan içinde, bu ulvî haykırışı dinliyorlardı:

    ''Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl,
    Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celâl?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
    Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl.''

    Şiirin okunması bittiği zaman salon alkıştan inliyor, milletvekilleri gözyaşlarını tutamamışlar ağlıyorlardı. Bu son derece heyecanlı hava içinde bir ses yükseldi. Bu ses İsmail Fazıl Paşa''nın sesi idi.
    Şiirin bir daha okunmasını teklif ediyordu. Teklif alkışlarla kabul edildi. Hamdullah Suphi Bey''in gür sesi tekrar mecliste yankılanmaya başladı:

    ''Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
    Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım
    Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.''

    Heyecan yine dinmemişti. Yeni bir teklif üzerine İstiklâl Marşı, Hamdullah Suphi Bey''in sesi ile bir defa daha mecliste inledi:

    ''Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar
    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
    Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar
    ''Medeniyet'' dediğin tek dişi kalmış canavar.''

    Şiirin mecliste üst üste üç defa okunması müthiş bir heyecan yaratmış, fakat yarışmanın sonucu alınmamıştı. Meclisin 12 Mart 1337 (25 Mart 1921) günkü oturumunda birçok kanunların görüşülmesinden sonra Hamdullah Suphi Bey söz alarak şunları söyledi:
    ''İstiklâl marşlarını bastırdık, tarafı âlinizden tetkikle hangisi uygunsa kabul edilsin. Anadolu mücadelesini terennüm eden bu şiirlerden biri ne kadar önce seçilirse o kadar iyi olacak. Bestesini de yaptırabilelim.''
    Bu konudaki görüşmelerden sonra milletvekilleri tarafından başkanlığa birçok önergeler verildi. Bunlarda Mehmet Âkif Bey''in yazdığı İstiklâl Marşı''nın kabul edilmesi isteniyordu. O gün oturuma başkanlık eden Doktor Adnan Bey önergeleri oya koydu. Âkif''in İstiklâl Marşı, meclisin ezici çoğunluğu ile kabul edildi. Milletvekilleri Hamdullah Suphi Bey tarafından bir defa daha okunmasını istediler. Başkan:
    ''Mademki marş kabul edilmiştir, ayakta dinleyeceğiz.'' dedi.
    Hamdullah Suphi Bey kürsüye geldi. Bütün meclisin ayakta ve derin bir huşu içinde dinledikleri şiir bir defa daha tarihî binanın havasında yankılandı:

    ''Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın
    Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın
    Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın
    Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.''

    Hakimiyeti Milliye Gazetesi''nin 13 Mart 1337 tarihli sayısında marşın TBMM tarafından kabul edildiği bildirildi. 14 Mart 1337 tarihli sayısında da şiir bir defa neşredildi.

    ''Bastığın yerleri ''toprak'' diyerek geçme tanı
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı
    Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
    Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

    Bütün millet bir ağız olmuş haykırıyordu:

    Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda,
    Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda,
    Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda,
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.''

    Mehmet Âkif ordunun yarışma için ayırdığı beşyüz lirayı fakir İslâm kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulmuş olan Dar-ül Mesaiye armağan etti. Halbuki kendisinin o sıralarda sırtına giyecek bir paltosu yoktu. O yalnız bir şey istiyordu:

    ''Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli
    Değmesin mâbedimin göğsüne namahrem eli.
    Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
    Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.''

    Yine o günlerde Mehmet Âkif''ten kilometrelerce uzakta birisi, İstanbul''daki Muzıkai Humayun Şefi Osman Zeki Bey, işgal altındaki şehrin minarelerinde okunan hüzünlü akşam ezanını dinleyerek Âkif gibi o da aynı şeyleri duyuyordu.

    ''O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım
    Her cerihamdan, ilâhî boşanıp kanlı yaşım
    Fışkırır ruh-u mücerret gibi yerden naşım
    O zaman yükselerek arşa değer belki başım.''

    Bir gün bu dilek oldu. Beşiktaş''ta işinin başında iken, Türk atlılarının İzmir''e girdikleri haberini aldı. İşini bırakarak üst katında oturduğu, Osmanbey''deki Uğurlu hanına koştu. Kulaklarında artık bir hakikat olmuş dileğin son satırları uğulduyordu:

    ''Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl
    Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl
    Ebediyen sana yok ırkıma yok izmihlâl
    Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
    Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl.''

    Osman Zeki Bey apartmandaki dairesine girince koca bir Türk bayrağını bina boyunca sallandırdı. Sonra piyanosunun başına geçerek İstiklâl Marşı''nı nota olarak sahifelere dökmeye başladı. Bestesi 22 yarışmacı arasında birinci seçildi. Mehmet Âkif 6 Aralık 1936 Pazartesi günü öldü. Edirnekapı Şehitliği''ne gömüldü. Ölümlerde millî marş çalınması geleneği olmadığı halde bu marşın yaratıcısı olduğu için mezarı başında İstiklâl Marşı çalındı.
    İstiklâl Marşı Âkif''in ölümünden 22 yıl sonra 1 Mart 1958 günü Karacaahmet''te bir mezar başında daha çalındı. Mezar o gün toprağa verilen bestekâr Osman Zeki Bey''in mezarı idi...

  3. #3
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart

    Watan böyle önemli bir paylaşım için emeğine sağlık. Geçmiş tarihi hep kahramanlıklarla dolu bir milleti de ancak böyle bir İSTİKLAL MARŞI tatmin ederdi kurtuluş yıllarında.
    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  4. #4

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş