Atatürk'e Göre Medeniyet
Bu noktada Atatürk, Ahmet Ağaoğlu gibi düşünmekte ve kültür ve medeniyet ayrımını kabul etmemektedir. Atatürk'e göre bu kavramlar birbirinden farklı değildir ve medeniyet şöyle tanımlanmaktadır.
"Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti harstan ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu nokta-i nazarımı izah için hars ne demektir tarif edeyim:
“A- Bir insan cemiyetinin devlet hayatında, B- Fikir hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda, C- İktisadî hayatta yani ziraatte, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava münakalâtçılığında yapabildiği şeylerin muhassalasıdır.
“Bir milletin medeniyeti denildiği zaman hars namı altında saydığımız üç nevi faaliyet muhassalasından hariç ve başka bir şey olmıyacağını zannederim. Şüphesiz her insan cemiyetinin hars, yani medeniyet derecesi bir olmaz. Bu farklar devlet, fikir, iktisadî hayatların her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi, bu fark üçünün muhassalası üzerinde de görülür. Mühim olan muhassalalar üzerindeki farktır. Yüksek bir hars, onun sahibi olan millete kalmaz diğer milletlerde de tesirini gösterir. Büyük kıtalara şâmil olur. Belki bu itibârla olacak, bazı milletler yüksek ve şâmil harsa medeniyet diyorlar. Avrupa medeniyeti, asr-ı hazır medeniyet gibi."
Atatürk bu bakış açısını tarihe de yöneltmekte ve Türk tarihini bu istikamette yorumlamaktadır. Tarihte Türklerin üstün olduğu dönemleri Gökalp'in harsla kastettiği unsurlar yerine medenîyette gösterdikleri ilerlemeyle izah etmektedir:
"Hars mefhûmunda milletlerin güç ve geç değişen bazı ırkî, fıtrî hasletlerine, karakterlerine hasrederler, ve buna çok kıymet ve ehemmiyet verirler. Mesela İstanbul'un zaptı hadisesini mütâlaa ederken, diyenler vardır ki: Bizanslılar Türklerden daha medenî idiler, fakat Türklerin harsı kuvvetli olduğu için galip ve muzaffer oldular. Bu telakki ve izah doğru değildir. Hakikatte Türkler Bizanslılardan hem daha medenî idiler, hem daha ırkî karakterleri onlardan daha yüksekti. Medeniyet dediğimiz harsın, üç mühim unsurunu göz önünde tutarak hâdiseyi mütâlaa edersek, fikrimiz kolaylıkla izah edilmiş olur:
“İstanbul'u zapteden Türkler devlet hayatında elbette Bizans İmparatorluğu'ndan çok yüksekti. Türklerin İstanbul fethinde inşa ve icat ettikleri gemiler, toplar ve her nevi vasıtalar, gösterdikleri yüksek fen iktidarı, bilhassa koca bir donanmayı Dolmabahçe'den Haliç'e kadar karadan nakletmek dehâsı, evvel Boğaziçi'nde inşa ettikleri kaleler, aldıkları tedbirler Bizans'ı zapt eden Türklerin fikir ve fen âleminde ne kadar ileri olduklarının yüksek işaretleridir."
Atatürk Türklerin ırken medenî olmadıklarına ilişkin ırkçı ve emperyalist iddialara karşılık Türkleri medeniyetin kurucusu olarak görmektedir. Atatürk'ün tarih ve dil tezlerinin temelinde bu görüş yatmaktadır. Atatürk böylece Türk milletini sadece harp meydanlarında değil tarih cephesinde de savunmak istemektedir.
"Beşeriyetin taş devirlerini bir tarafa bırakalım. Maden devirlerinden, muhtelif madenlerden, kemiklerden yapılan eserler her nevi aletler ve süs eşyası idi. Çamurdan tuğla, çanak, çömlek ilk insanın yaptığı eserlerdendir. Hayvanları ehlîleştirmek onlardan muhtelif suretlerle istifade etmek, hayvanları sürüler halinde bulundurmak, insanların ilk yaptıkları işlerdendir. Ziraat de böyledir. Bundan başka insanlar bulundukları mıntıkaya göre kerpiçten, tuğladan veya taştan binalar yaptılar. Kanallar açarak bataklıkları kurutmak, muhtelif tarzda sulama usulleri de insanların ilk buldukları şeylerdendir. Güneşi ve yıldızları müşahede sayesinde takvimin esasını koyan, tabiatın en büyük kuvvet olduğunu keşfeden binlerce sene evvel yaşamış eski insanlardır. Gemi inşa eden ve denizlerde dolaşmak kabiliyetini de gösteren, ticaret etmesini öğrenen, bu insanlardır. Bütün bu saydıklarımız dünyada ve bütün beşeriyette ilk medenî eserlerdir. Bu medenî eserleri, bütün dünya ve beşeriyete ilk yapmış ve yaymış olan insanlar Türk ırkındandır."