http://www.derinsular.com/im/2007/0423-cumhuriyet.jpg 20. Yüzyılın tarihini başlatırken,çağa damgasını vuran SAVAŞLAR' dan başlamak gerekeceği malumdur. Bu çalışma elbette ki bir derlemedir. Fakat sanırım gerek içeriği gereksede izlediği sıralama nedeniyle ÖZGÜN bir çalışmadır. Kurguladığı mantık,tamamen bana aittir.Eksikleri elbetteki olacaktır. Beraberce tamamlayabileceğimiz umudu ve beklentisiyle, ADIM ADIM gidelim.

Bu konu 6733 kez görüntülendi 9 yorum aldı ...
20. YÜZYIL TARİHİ ( Olaylarla ) 6733 Reviews

    Konuyu değerlendir: 20. YÜZYIL TARİHİ ( Olaylarla )

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 6733 kez incelendi.

  1. #1
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart 20. YÜZYIL TARİHİ ( Olaylarla )



    20. Yüzyılın tarihini başlatırken,çağa damgasını vuran SAVAŞLAR' dan başlamak gerekeceği malumdur.
    Bu çalışma elbette ki bir derlemedir.
    Fakat sanırım gerek içeriği gereksede izlediği sıralama nedeniyle ÖZGÜN bir çalışmadır.
    Kurguladığı mantık,tamamen bana aittir.Eksikleri elbetteki olacaktır.
    Beraberce tamamlayabileceğimiz umudu ve beklentisiyle, ADIM ADIM gidelim.







    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: 20. YÜZYIL TARİHİ ( Olaylarla )

          Kategori: Türk Kültürü

          Konuyu Baslatan: ŞiMaL

          Cevaplar: 9

          Görüntüleme: 6733


  2. #2
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart



    TRABLUSGARP SAVAŞI (1911-1912)


    İtalya, 19. yüzyılın sonlarınadoğru, bugün Libya adıyla anılan Kuzey Afrika'daki Trablusgarp ve Bingazi'yi ile geçirmeyi planlamıştı. O dönem İngiltere Mısır'a, Fransa da Tunus'a hakim olmuş, İtalya da gözünü Trablusgarp'a dikmişti. İtalya, İngiltere ve Fransa'yla yaptığı gizli ve açık anlaşmalarla Trablusgarp'ı işgal onayını aldıktan sonra, 29 Eylül 1911'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. 5 Ekim 1911'de Trablus'a asker çıkardı. 20 Ekime kadar peş peşe Tobruk, Derne ve Bingazi İtalyanların eline geçti. Osmanlı ordusunun genç subaylarından bir bölümü Trablusgarp'ı savunmak için gönüllü olarak Mısır, Tunus yoluyla cepheye gittiler. Binbaşı Enver Bey, Kolağası Mustafa Kemal, Fuat Bey (Bulca), Nuri Bey (Conker), Fethi Bey (Okyar), Albay Neşet Bey bu subaylar arasındaydı. Enver Bey, Trablus'ta yerli Arapları teşkilatlandırarak savunmaya katılmalarını sağladı ve Askeri birlikleri üç komutanlığı ayırdı.
    Trablus Komutanlığı : Kurmay Albay Neşet Bey
    Bingazi Komutanlığı : Kurmay Binbaşı Enver Bey
    Derne Komutanlığı : Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal

    Seyahati sırasında binbaşılığa yükselen Mustafa Kemal, 8 Aralık 1911'de Trablusgarp'a geldi. 22 Aralıkta Tobruk Savaşı'nı kazandı. Derne'de 16/17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralandı. Bir ay hastanede tedavi gören Mustafa Kemal, 6 Mart 1912'de Derne komutanı oldu. Derne'de başarılı savunma muharebeleri yaptı.

    Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine 15-18 Ekim 1921 tarihleri arasında, Osmanlı-İtalyan delegeleri arasında imzalanan Ouchy (Uşi) Barış Antlaşması ile sona erdi. Antlaşmaya göre Trablusgarp ve Bingazi tam bir İtalyan sömürgesi oldu. İtalya bununla da yetinmeyerek, 5 Kasım 1911'de Trablusgarp ve Bingazi'yi topraklarına kattığını dünyaya duyurdu. Gönüllü subaylar Balkan Savaşında görev almak üzere İstanbul'a döndüler.









  3. #3
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart






    BALKAN SAVAŞI (1912-1913)


    Balkan Yarımadasında sadece Arnavutluk ve Makedonya Osmanlı Devletinin egemenliğinde idi. Ama Balkan Devletlerinin hepsi gözünü bu güzel toprak parçasına dikmişti. 8 Ekim 1912'de Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ birleşerek, Trablusgarp Savaşı'yla meşgul Osmanlı Devleti'ne karşı savaş açtılar. Osmanlı Devleti, Rumeli'de bir tehlike görmediğinden buradaki askerlerin bir bölümünü terhis etmiş, kuvvetlerini Doğu ve Batı Ordusu diye iki gruba ayırmıştı. Osmanlı birlikleri Bulgar, Yunan ve Sırp taarruzları karşısında ağır kayıplar verdi. Yanya, İşkodra dışında Batı Trakya boşaltıldı. 29 Ekim 1912'de Osmanlı Kuvvetleri bazı bölgelerde başarılı oldularsa da, Çatalca önlerine kadar çekildiler. 8 Kasım 1912'de Yunanlılar Selanik'i işgal etti. 17 Kasım 1912'de Bulgarların İstanbul'u almak için taarruzları geri püskürtüldü. 28 Kasım 1912'de savaşı fırsat bilen Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti. Balkan devletleri elde ettikleri başarılardan sonra birbirlerine düşmekteyken, büyük devletlerin araya girmesiyle 17 Aralık 1912'de Londra Barış Konferansı toplandı. Çıkar çatışmaları konferansın uzamasına sebep oldu. 26 Mart 1912'de Edirne, Bulgarların eline geçti. 6 Martta Yanya, 23 Nisan'da İşkodra düştü. 1.Balkan Savaşı, 30 Mayıs 1913'te imzalanan Londra Antlaşmasıyla sona erdi.
    Antlaşmaya göre; Trakya'da Osmanlı-Bulgar sınırı Midye-Enez hattı oldu. Trakya, Edirne Bulgaristan'a, Güney Makedonya, Selanik ve Girit Yunanistan'a, Kuzey ve Orta Makedonya Sırbistan'a, Silistre Romanya'ya verildi. Arnavutluk'un bağımsızlığı kabul edildi.

    1. Balkan Savaşı'nda istediği toprakları alamadığına inanan Bulgaristan, 29 Haziran 1913'te Yunanistan ve Sırbistan'a saldırdı. Böylece II. Balkan Savaşı başladı. Bulgar kuvvetleri Yunanistan, Romanya ve Sırbistan askerleri karşısında yenildi. Osmanlı Devleti de bu fırsatı değerlendirdi. Mustafa Kemal'in kurmay başkanı olduğu Bolayır Kolordusu, Bulgaristan'a taarruz ederek 15 Temmuz 1913'te Keşan'ı, 17 Temmuz'da Enez ve İpsala'yı, 18 Temmuz'da Uzunköprü'yü, 21 Temmuz günü de, Karaağaç ve Dimetoka'yı alarak Edirne'ye girdi. Bulgaristan barış istedi. 29 Eylül 1913'te İstanbul Antlaşması imzalandı. Edirne Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Dimetoka Osmanlılarda kalmak üzere Meriç nehri Türk-Bulgar sınırı oldu.







    (Balkan Savaşı Başlıyor: Binbaşı Mustafa Kemal, Balkan Savaşı'nın başladığını duyunca, 24.10.1912'de Avrupa yolu ile Romanya üzerinden İstanbul'a dönmüş, Gelibolu'da kurulan, Akdeniz Boğazı Mürettep Kuvvetleri Harekât Şubesi Müdürü olarak görevlendirilmişti. Aynı zamanda Bolayır Kolordusu denilen bu Kuvvetin Kurmay Başkanı olmuştu. Bu sırada Hamidiye Kruvazörümüzün Komutanı bulunan Hüseyin Rauf Orbay, sefere çıkmazdan bir gün önce Mustafa Kemal Bey'le bu hatıra fotoğrafını çektirmiştir. )


    Balkan Savaşlarına Katıldım

    Picardie Manevraları'na o zaman general rütbesinde olan ve Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz ve Fransız Ordularına başkomutanlık eden Mareşal Foch komuta etmekte idi. Manevra sonunda söz alarak bazı eleştiriler yapmıştım. Bu Mareşal Foch'un dikkatini çekmiş, o akşam verilen ziyafete albay rütbesinden daha küçük rütbeler çağrılmadığı halde mareşal benim mutlaka çağrılmamı istemişti. 13 Eylül 1911 tarihinde İstanbul'a Genelkurmay Başkanlığımda bir göreve atandım. Bu atanmadan çok az sonra 27 Eylül 1911'de İtalyanlar Trablusgarp'a saldırmışlardı. Ben de Trablusgarp'a giderek İtalyanlar ile savaşmaya karar verdim. Zaten beni İstanbul' da fiilen işsiz bırakıyorlardı. Ama Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa İngilizlerin beni Mısır' dan geçirmeyeceğini söyleyerek izin vermek istemedi, direnince izin vermeye mecbur oldu. Eylül 1911' de İstanbul' dan yola çıkarak 1 Ö Ekim'de İskenderiye'ye vardım. Buradan, bir kaç arkadaşımla beraber İngilizlerin eline geçmemek için gizlice Tobruk'a gittik. Tobruk'ta komutan bulunan Ethem Paşa'nın kurmaylığını üstlendim. Tobruk'taki İtalyan mevzilerini ve kuvvetlerini derhal taarruza geçirdim.

    9 Ocak 1912'de yapılan Tobruk Muharebesi o çevrede ilk muharebe ve ilk başarı oldu. Bundan sonra Derne'ye giderek oradaki kuvvetlerin başına geçtim. Trablusgarp'a gittikten yaklaşık bir ay sonra 27 Kasım 1911' de binbaşılığa yükse1tildiğimi haber aldım.

    Biz Trablusgarp'ta iken Balkan Savaşı başlamıştı. Savaş haberini alır almaz bu yeni savaş alanında görev almak için yola çıktım. İstanbul'a dönerken Mısır'da Komanova yenilgisini, Selanik'in düştüğünü, Bulgarların Çatalca önlerine geldiğini haber alarak büyük üzüntü duydum. Türk ordularının bu kadar kolay ve çabuk yenilmesine bir türlü inanamıyordum. Avrupa yolu ile Romanya üzerinden İstanbul'a geldim. Durumu inceledikten sonra Gelibolu Yarımadası kuzeyindeki dar geçidin Akdeniz'den İstanbul'a gelip gidişi denetlemedeki önemi üzerine sorumluları uyardım. Bunun üzerine Bolayır'da kurulan Akdeniz Boğazı Kuva-i Mürettebesi Komutanlığı Harekat Şubesi Müdürlüğü'ne 25 Kasım 1912'de atandım.

    Bu birliğin kurmay başkanı Fethi Bey'le birlikte Harbiye Nezareti ile Başkomutan Vekili Ahmet İzzet Paşa'ya bir yazı yazıp Bulgarlara saldırarak Trakya ve Edirne'nin kurtarılmasını önerdik. Ama bu önerimize Başkomutan Vekili büyük tepki gösterdi. Zira gerek başkomutan gerekse Sadrazam Mahmud Şevket Paşa bir an önce Bulgarlarla barışın imzalanması ve Edirne'nin Bulgarlara bırakılması yanlısı idiler.

    Bu nedenle Başkomutan bir yazı ile Sadrazam Mahmud Şevket Paşa'ya bizi şikayet etmişti. Daha sonra bu kuvvetin adı Bolayır Kolordusu olmuş, ben de kurmay başkanı olmuştum. Fakat kolordunun komutanı olmadığı için komutanlığını da üstlenmiştim.

    Akdeniz Boğazı Kuva-i Mürettebe Komutanlığı ile Başkomutan arasındaki anlaşmazlıklar sürerken 1913 Martının ortalarında Edirne Bulgarlara teslim olmak zorunda kaldı. Bu sırada 11 Haziran 1913'de Sadrazam Mahmud Şevket Paşa bir suikast sonunda hayatını yitirmişti. Sait Halim Paşa başkanlığında kurulan hükümet zamanında, Balkan devletleri arasında 5 Temmuz 1913'te çıkan anlaşmazlıklar üzerine Bulgarların durumu sarsılmış olduğundan, Osmanlı Orduları da Trakya'da saldırıya geçmişti. Bu arada benim kolordum da Dimetoka ve Edirne üzerine yürüdü. Edirne 21 Temmuz 1913'te Bulgarlardan geri alındı ve sonunda Bulgarlarla barış imzalandı.


    BALKAN HARBİ'Nİ ENGELLEME PLANI (1913)
    Atatürk, Balkan Harbi ile ilgili anılarını Vakit gazetesi başyazarı Asım Us'a sofra sohbetlerinde anlatmış, Asım Us da bu konuşmaları aynen not etmiştir. Yazar bu konuda şunları yazıyor: Balkan faciası, Osmanlı Devleti için önüne geçilemez bir felaket mi idi? Yahut Bulgarların, Sırpların, Yunanlıların Türkiye aleyhinde ittifak ederek taarruz hareketine girişmelerinden sonra panik şeklinde bir mağlubiyetten kurtulmak çaresi yok mu idi?

    Bir gün Atatürk'ün sofrasında bu mesele konuşulmuştu. Atatürk Garp Trablusu ve Balkan Harplerine ve Rumeli'nin müdafaasına ait hatıralarından bahsederek şöyle demişti: Balkan Harbi patladığı zaman ben Trablusgarp'ta bulunuyordum. Eğer ben o sırada orada bulunmayıp da Rumeli'nin herhangi bir noktasında bulunsaydım, o Balkan faciası olmazdı. Çünkü Selanik kolordusunda bulunurken küçük Balkan devletlerinin birleşerek müşterek bir taarruz yapmaları ihtimalini düşünüyorduk. Ben böyle bir ihtimale karşı tatbik ve takip edilecek müdafaa planı üzerinde çalışmıştım. Bir gün bu müdafaa planına ait haritaları masamın üstüne sererek meşgul bulunurken içeriye Talat Bey (Paşa) ile o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri olan Hacı Adil Bey girdiler. Kolordu kumandanını ziyarete gelmişler. Bu münasebetle beni de hatırlamışlar. Selamlaşmalardan sonra Talat Bey söz olsun kabilinden bana sordu:

    - Kemal Bey çok dalmışsın, ne ile meşgul oluyorsun?

    Dedi. Önümüzdeki haritaları göstererek bunların Rumeli müdafaa planı olduğunu söyledim. Bir gün küçük Balkanlı devletlerin birleşerek müşterek bir taarruz yapmaları ihtimaline karşı askeri hazırlık1arıffilzdır.

    Talat Bey: "Ben asker değilim bu gibi askeri işlerden anlamam.

    Fakat bu gösterdiğin müdafaa planlarını kim tatbik eder?" Diye sordu. Ben elim ile kendimi işaret ederek:
    - Ben yaparım.
    Dedim. Talat Bey bu mevzu üzerinde daha fazla konuşmadı, sustu.
    Esasen sadece hatır ve gönül almak kabilinden olarak benim yanıma uğramışlardı. Veda ederek ayrıldılar. Sonradan öğrendim ki benim Rumeli'nin müdafaa planları hakkındaki sözlerim Talat Beyin pek garibine gitmiş. Odadan çıktıktan sonra giderlerken Hacı Adil Beye:

    "Gördün mü bizim deliyi?" Demiş.



    (Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, s.168)

  4. #4
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart



    I. DÜNYA SAVAŞI


    1914-1918 yılları arasında yapılan ve dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan I. Dünya Savaşı'nda V. Mehmet Reşat yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu İttifak Devletleri denilen Almanya (Wilhelm II) ve Avusturya-Macaristan'ın (Franz Joseph) yanında yer alarak, İtilaf Devletlerine; İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya'ya karşı savaştı. Savaşın ilk yıllarında Karadağ, Sırbistan, Romanya, daha sonraki yıllarında da ABD, Japonya, Yunanistan, Belçika, Portekiz İtilaf Devletlerinin yanında savaşa katıldı. Sömürge durumundaki birçok devlet de dolaylı olarak savaşta görev aldı.
    28 Temmuz 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı'na, o dönemde siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri yönden bunalım içindeki Osmanlı Devleti, Almanların ekonomik ve askeri yardım vaatleri ve İttihat ve Terakki Partisi önderleri Enver Paşa, Cemal Paşa ve Talat Paşa'nın şahsi kararları sonucunda katıldı. 2 Ağustos 1914'te önce gizli bir Osmanlı İmparatorluğu-Almanya ittifak anlaşması imzalandı. Aynı gün seferberlik ilan edildi. Akdeniz'de İngilizlerin baskısından kaçan Goben ve Breslaw (Yavuz ve Midilli) adlı Alman savaş gemilerinin, 27 Ekim 1914'te Karadeniz'e açılıp Sivastopol ve Odesa'yı bombalaması üzerine, Rus Ordusu 2 Kasım 1914'te doğudan taarruza geçti. İngiliz ve Fransız savaş gemileri 3 Kasım 1914'te Çanakkale Tabyalarını topa tutmaya başladı. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu fiilen savaşa girdi. 5 Kasım'da, İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. 11 Kasımda bütün Müslümanların Halifenin yanında düşmana karşı savaşa çağrılması anlamına gelen "Cihad-ı Ekber" halka duyuruldu.

    1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti 2.900.000 askeri silah altına aldı. Dört yıl süren savaş boyunca 253.000'i Çanakkale Cephesi'nde olmak üzere, toplam 400.000 şehit verildi. 1.050.000 asker de yaralandı veya esir düştü. Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı'nda 9 ayrı cephede mücadele verdi.

    30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan çekildi.

    Mustafa Kemal Atatürk'ün 1. Dünya Savaşına ilişkin görüşleri

    Türkiye Umumi harbe girmeye mecburdu ve mevcut dünya dengesine göre bu giriş şeklide olandan ve görülenden başka türlü olamazdı. Belki harbe giriş zamanı, belki kuvvetlerin kullanma tarzları, hulasa bir sürü teferruat tenkit olunabilir. Fakat esasa diyecek yoktur. Türkiye harbe girerdi ve böyle girerdi. 1922




    Milliyetçilik düşüncesi özellikle 20. yüzyılın başlarında etkisini göstermeye başlamıştır. 1815 yılında Viyana Kongresi ile Avrupa'ya yeni bir statü getirilmiş ve buna göre de güçler dengesi kurulmuştur. Özellikle 1870 Sedan Savaşı ile Alman ve İtalyan birliklerinin kurulması ve bu devletlerin girişimlerde bulunmaları Viyana Kongresi statüsünü ve güçler dengesini büyük ölçüde değiştirmiştir.

    19. yüzyıl içinde önem kazanmış diğer bir gelişme de sanayileşmedir. Sanayileşme sonucu sömürgecilik ortaya çıkmış ve büyük devletlerin çıkar çatışmaları Afrika ve Uzak Doğu'ya kadar yayılmıştır. Ham madde ve pazar arayışı hızlanmış, bütün devletler sömürgeleştirme yarışına girmiştir. Bazı devletlerin siyasi birliklerini geç kurmaları blokların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bloklar hızla silahlanarak yeni bir savaşın ortamını hazırlamıştır.

    Avusturya-Macaristan imparatorluğunun veliahdı Gavrilo isimli bir Sırp tarafından öldürülmesi
    Milliyetçilik düşüncesi
    Sömürgecilik (ham madde ve pazar arayıcılığı)
    Avrupa devletleri arasındaki ekonomik ve siyasi rekabet(özellikle de Almanya ve İngiltere arasında)
    Aşırı silahlanma hareketi
    Şark Meselesi
    I. Dünya Savaşı'nın başlamasındaki genel nedenler olarak sıralanabilir.


    Özel nedenler

    Devletlerin izledikleri politikalar ve çeşitli çıkarlar özellikle bu devletleri karşı karşıya getirmiştir. Rekabet ittifak ve itilaf devletleri arasında meydana gelmiştir. Savaş öncesi devletlerin durumdaki sebepler şöyle sıralanılır


    Almanya: Siyasal birliklerini kurduktan sonra (1871) ekonomisinde büyük bir canlanma meydana gelmiştir. Birliğini geç kurduğundan dolayı sömürgeciliğe geç başlamıştır. Yeni sömürgeler elde etme ve denizlere hakim olma konularında İngiltere ile rekabete girişmiştir.
    İngiltere: Almanya'nın siyasal ve ekonomik açıdan güçlenmesinden rahatsız olmuştur. Kendisine rakip olabilecek güçlerden kurtulmak ve Alman birliği ile bozulan Avrupa'daki güç dengesini tekrar kurmak istemektedir. Almanya'nın denizlerde güçlenmesinden de fazlaca rahatsız olmuştur.
    Fransa: 1870 Sedan Savaşı ile Almanya'ya kaptırdığı kömür yataklarıyla ünlü Alsace-Loren bölgesini geri almak istemektedir. Bundan dolayı Almanya'ya karşı bir düşmanlık içindedir.
    Rusya: Panslavizm ilkesi ile Balkanlara yayılmak istemektedir. Ayrıca Rusya, boğazları ele geçirerek Akdeniz'e inmek amacındaydı.
    İtalya: Sömürgecilikte geri kalmıştır. Amacı yeni sömürgeler ele geçirmenin yanında, eski Roma İmparatorluğu gibi Akdeniz'e hakim olmaktır.
    Avusturya-Macaristan: En büyük düşmanı Rusya ve onun destekçisi olduğu Sırbistan'dır. Panslavizme ve Balkanlar'daki Rus etkisine karşı mücadele etmiştir.
    Osmanlı Devleti: Osmanlı Devleti, Avrupa'da genel bir savaşın kaçınılmaz olduğunu görmekteydi. Böyle bir savaşta tarafsız kalınamayacağı da bilinmekteydi. Ayrıca 17 yüzyıl'daki sınırlarına tekrar ulaşma isteği vardı.





    Başlarda Osmanlı Hükümeti, İngilizlerle bir ittifak arayışı için girişimlerde bulunduysa da İngiliz Hükümeti böyle bir ittifaka olumlu bakmıyordu. Enver Paşa'ya göre ise savaşı Almanya kazanacaktı. Almanya'nın yanında savaşa girilirse daha önce kaybedilmiş olan yerler geri alınabilir, Ege'de üstünlük kurularak Yunanistan'ın genişleme politikası önlenebilirdi. Dahası Asya'ya doğru Türkçe konuşan uluslarla siyasi bir bütünleşmenin yolları açılabilirdi. Savaş, bozulan Osmanlı ekonomisinin düzelmesi için tek çare olarak görülüyordu. Savaşın başında Avusturya'nın aracılığıyla, Osmanlı Devleti ile Almanya arasında gizli bir ittifak anlaşması imzalandı.


    Bulgaristan: Çanakkale Savaşı'nın İttifak Devletleri lehine sonuçlanmasının ardından Doğu Avrupa'da daha etkin olmak amacıyla Almanya'nın yanında savaşa girmiştir. Bulgaristan'ın savaşa girmesiyle bütün İttifak devletlerinin birbirleriyle kara sınırı oluşmuş,ortak cephelere iletilecek silah ve mühimmatın nakliyesi daha ekonomik bir hale dönüşmüştür.
    Japonya: Asıl amacı Asya ve Büyük Okyanusta daha fazla toprak ele geçirerek hızla genişleyen sanayisi için hammadde sağlamaktır. Kendi anakarasına en yakın ve en verimli topraklar Alman sömürgesi durumunda olduğu için savaşın İtilaf devletlerine döndüğü anda Almanya'ya savaş ilan etmiştir.
    ABD: Savaş öncesinde, Avrupa'daki savaşa katılma eğilimi içinde olmamıştır. Ancak 1917 yılında yaşanan bazı gelişmeler ABD'nin de savaşa katılma kararında etkili olmuştur. 1917 yılından itibaren İngiliz ve Fransız deniz ablukasına karşı Almanya'nın giriştiği denizaltı savaşı, Kuzey Atlantik'de Amerikan ticari ve yolcu gemilerini de hedef almaya başlamış, Amerika'nın Avrupa ticaretine katlanılmayacak ölçüde zarar vermeye başlamıştır.diğer taraftan Almanya'nın Meksika hükümetini ABD'ye savaş açmaya teşvik etmesi de ABD'nin Avrupa'daki savaşa katılmasında etken olmuştur. Dünya siyasetinde etkin güç olmak isteyen ABD,Almanya'nın kışkırtıcı politikalarının ardından İtilaf devletleri bloğunda savaşa girmiştir.ABD savaşa girmeden önce Wilson İlkeleri'ni sunup, kabul edilince savaşa girmiştir.
    Sırbistan: Rusya'nın panislavist politikaları sonucunda Rus güdümü altında kalan Sırbistan,Büyük Sırbistan ülküsüyle haraket etmiştir. Sırbistan, Avusturya-Macaristan ve Almanya'nın savaş ilanından sonra Rusya'dan yardım istemiş. Sırbistan'ın yardım istediği geri çevirmeyen Çarlık Rusya'sı Almanya ve Avusturya-Macaristan'a savaş ilan ederek Birinci Dünya Savaşı'nın başlatmıştır. Avusturya Büyük Sırbistan'ı kurmak isteyenlere gücünü göstermek üzere 1914 yılı Haziran ayında Bosna da bir manevra yapmaya karar vermiştir. Buna katılmak üzere veliaht Ferdinand da Saraybosna'ya gelmiştir. Ancak veliaht 28 Haziran 1914 günü Galviro Princip adlı Sırp bir öğrenci tarafından öldürülür. Bu da I. Dünya Savaşı'nın fitilini ateşleyen olay olur. Avusturya bu olaya Sırbistan'a savaş açarak karşılık verir. Bunun üzerine Almanya; Avusturya-Macaristan'ın, Rusya ise Sırbistan'ın yanında yer alır. Böylece savaş kısa bir zaman içinde bütün Avrupa'yı etkisi altına almıştır.



  5. #5
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart



    Osmanlı devleti'ni yöneten İttihat ve Terakki hükümeti 2 Ağustos 1914 günü Almanya ile gizli bir ittifak antlaşması imzalayarak savaşa İttifak güçler yanında girmeyi taahhüt etmiş ve silahlı kuvvetlerinin genel sevk ve idaresi için bir Alman askeri heyetini yetkili kılmayı uygun görmüştür.
    Anlaşmadan haberdar olan İngiltere'nin, Osmanlı Devleti'nin sipariş ettiği iki zırhlıyı Osmanlı Devleti'ne teslim etmekten vazgeçmesi üzerine 11 Ağustos'ta Göben ve Breslau adlı iki Alman zırhlısı Çanakkale Boğazı'ndan geçerek İstanbul'a gelmiştir. İngiltere'nin bu durumu yansızlığın ihlali olarak değerlendiren bir nota vermesi üzerine Alman zırhlıları Osmanlı donanmasınca "satın alınmış" ve gemi mürettebatı fes giydirilerek Osmanlı hizmetine devredilmiştir. Göben (Yavuz Muharebe Kruvazörü), Breslau ise (Midilli Kruvazörü) ismini aldı.

    27 Ekim günü Alman zırhlıları Karadeniz'e açılmış ve 29 Ekim'de Rus limanlarını topa tutarak Osmanlı Devletini fiilen savaşa sokmuşlardır. Savaş ilanı İttihat ve Terakki yöneticileri Enver, Talat ve Cemal'in bilgisi dahilinde gerçekleşmiş, buna karşılık Sultan Reşat (V. Mehmet Reşat) ve Sadrazam (Basbakan) Sait Halim Paşa olaydan ancak ertesi gün haberdar olmuşlardır.

    30 Ekim günü Rusya Osmanlı Devleti'ne savaş açmış, bundan birkaç saat sonra Enver Paşa, Osmanlı Devleti'nin Rusya'ya savaş ilan ederek savaşa İttifak Bloku yanında girdiğini duyurmuştur. Bu duyurudan sonra İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmiştir.



    Goeben






    1. dünya savaşında alman bataryaları

  6. #6
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    Güney harekat planı




    Lloyd.George

    Lloyd George Planı: Lloyd George planının esası ilkbaharda kuvveti 700 bin kişiye varacak olan yeni birliklerin Fransa'da Batı cephesine gönderilmeyip Balkanlar'da kullanılmasıdır. Lloyd George ayrıca Türklerin Süveyş kanalına saldırdıkları sırada, Suriye'ye 100 bin kişilik bir kuvvet çıkararak 80 bin kişilik Türk ordusunu mağlup etmeyi de düşünmüştür. Böylelikle Suriye ele geçirilmiş ve Kafkasya ile sıkışık durumda bulunan Ruslara yardım edilmiş olunur.

    Amiral Fischer Batı cephesini Baltık yolu ile Kuzeyden çevirmeyi, Lloyd George ise aynı işi Balkanlar'dan veya Adriyatik kıyılarından yapmayı istemektedir.



    Almanya Harekatı


    JOFR Planı: Bu düşüncede olanlar her şeyi bir kenara bırakarak ilk olarak Almanya'yı ezmeyi istemektedirler. Buna klasik düşünce ve plan denilebilir. Bunu isteyenler, elde edilecek bütün kuvvetlerini, yani en çok İngiltere'de önce gönüllü sonra mecburi olarak silah altına alınan ve alınacak olan birkaç milyon askerin hepsini veya hemen hepsini Batı cephesine yığmak ve Alman ordusunu kemire kemire ezmek düşüncesindedirler. Bu düşünceler ileri sürenlerin başında Fransız orduları başkomutanı Jofr ile İngiltere İmparatorluk genel kurmay başkanı General (sonra mareşal) Robertson bulunmaktadır.




    Boğazlar harekatı


    Churchill-Hankey'in Boğazları Zorlama Planı: Baltık denizine girmek planı da kısmen deniz bakanının düşünceleri arasında olmakla birlikte Churchill, hemen bütün gücünü Çanakkale'nin zorlanması üzerinde toplayacaktır. O sırada İngiltere'de Osmanlı Devleti, düşmanların en zayıfı sayılıyordu. Osmanli Devleti, Almanya'dan damla damla ve adeta kaçak gibi Romanya ve Bulgaristan yolu ile silah ve cephane alabiliyordu, dolayısıyla Türk'ün kahramanlığını göz önünde tutmayanlar Boğazları zorlamayı nispeten kolay sayabilirlerdi.
    Itilaf Devletleri Çanakkale'ye denizden saldırıya girişecekleri sırada Osmanlı Devleti'nin durumu onlar açısından böyle bir saldırı için elverişli görüntüdeydi. Osmanlıların Sarıkamış üzerine yaptıkları büyük saldırı bozgunla sonuçlanmıştı. Mısır'ı İngilizlerden kurtarmak amacıyla giriştikleri kanal harekatları umulanları getirmemişti. Bu arada balkan devletlerinden Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan'la Dünya Savaşı'nın başlamasından beri bir antlaşmaya varılması için sürüp gelen siyasal görüşmelerden de olumlu bir sonuç alamamıştı.

    Bulgarların çekingen davranışı Almanya ile Osmanlı arasında doğrudan bir bağlantının kurulmasını engellediğinden Osmanlı ordusunun yoksun bulunduğu Modern savaş gereçleri ile donatılması da gecikmekteydi.


    Bu durum uzlaşma Devletleri'nin Osmanlılara karşı bir saldırıya geçmelerine elverişli gibi görünmekteydi. Ne var ki aralarında bu maksatla hazırlanmış bir harekat alanları yoktu. Savaş sonucunun batı cephesinde ve kısa bir zamanda alınacağına inanılmaktaydılar. Üstelik İngiltere'nin büyük bir kara ordusu kurmak için giriştiği hazırlıklar da tamamlanmış değildi. Çanakkale üzerine bir saldırı için ilgililer arasında kesin bir antlaşmaya henüz varılmamıştı.



    Churchill


    Batı Cephesi


    Doğu Cephesi Birinci Dünya Savaşı'nda Orta ve Doğu Avrupa'da yer alan sahnelerden biridir.Rusya'nın Almanya'nın Prusya bölgesine yaptığı saldırıyla başlar. Ruslar bu saldırıda ağır bir yenilgi alır fakat Almanların bu cepheyi desteklemek için batı cephesinden 2 kolordu ve 1 süvari tümeni çekmesi sonucu batıda Alman ilerlemesi yavaşlar. Rusların bu yenilgisinden sonra Almanya saldırıya geçmiştir. Bu sırada bir Rus ordusu da Avusturya-Macaristan'a saldırmış ve Lvov'u almıştır. Bu cephe 1914'ten 1917'ye kadar Almanların ilerlemesi ve Prusya'nın geri kalanıyla Polonya'nın Rusların elinde buluna kesimini alması ve Litvanya,Livonya bölgelerini alması ve Petersburg'a yaklaşmasıyla devam eder. Bu zamanda Avusturya'da süren savaş ise Rusya'nın biraz üstünlüğüyle devam etmiştir. Rusya'da iç savaş çıktığından dolayı bu cephe kapanmıştır.



    Çanakkale Cephesi


    İtilaf Devletleri kara ve deniz güçlerinin Çanakkale Boğazını kontrol altına alarak İstanbul'u işgal etme girişimleridir. İstanbul'un işgaliyle Osmanlı Devleti savaştan çekilecek, Almanya bir müttefikini kaybedecek ve Rusya ile güvenli bir deniz ticaret ve ulaşım yolu açılmış olacaktı. 1915 yılının Şubat ve Mart aylarında müttefik donanmasının sahil top bataryalarını susturarak İstanbul'a ulaşma çabaları, Türk sahil topçusu ve mayın hatları nedeniyle başarısız olmuştu. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa yüksek komutanlıkları, Gelibolu Yarımadası'nın amfibik bir harekatla işgal edilmesine karar vermişlerdir. 25 Nisan 1915 günü, yarımadanın altı kumsalında yapılan müttefik kuvvetler çıkartmasıyla Çanakkale Kara Savaşı başlamış oldu. Çıkartma kuvvetlerinin Türk savunması karşısında planlanan başarıyı sağlayamamaları üzerine 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle Suvla Koyu'nda bir çıkartma daha yapılmıştır. Kurmay Albay Mustafa Kemal'in komuta ettiği birinci ve ikinci Anafartalar Muharebeleri'yle bu ileri harekat da başarısızlığa uğramıştır. 9 Ocak 1916 tarihinde Gelibolu Yarımadası'ndan müttefik kuvvetlerin tahliyesi tamamlanmıştır.

    Romanya Cephesi


    Romanya, 17 Ağustos 1916'da bir anlaşma imzalayarak İtilaf Devletleri'nin yanında savaşa girdi. 28 Ağustos'da Avusturya'ya saldırdı. Bunun üzerine İttifak Devletleri de Romanya'ya savaş açtı. Almanya Başkomutanlık Karargahı'nda yapılan toplantıdan sonra, 23 Tümenlik bir kuvvetle İttifak Devletleri Romanya'ya taarruz etti. Bu kuvvet içinde, Türklerin 6. Kolordu'ya mensup 15. , 25. ve 26. Tümenleri bulunuyordu. İttifak kuvvetleri, 1917 Ocak ayının ilk haftasına kadar bütün Romanya'yı ele geçirdi. Türk tümenleri bu harekatta büyük başarı gösterdi. 6. Kolordu'nun 26.Tümen'i 1917 yılı ortalarında Filistin'e kaydırıldı. Rus İhtilali'ne kadar Romanya'da kalan 6. Kolordu, 42.000 kişilik mevcudundan 19.100 şehit verdi. Meşhur galiçya cephesi buradadır. Bükreş Türk şehitliğinde 500 kadar şehit yatar.




    Yemen- Hicaz (Arabistan) Cephesi


    Halk arasında Yemen cephesi adıyla da anılır. I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı Devleti 4 Tümenlik bir kuvvetle Arabistan'daki kutsal İslam şehirlerini korumaya çalıştı. 7. Kolordu'nun birer tümeni Hicaz, Asir, San'a ve Hudeybe'de konuşlandırılmıştı. Uzaklık sebebiyle bu tümenlere yeni asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu. 1916 yılında İngilizlerin kışkırtmasıyla, Araplar kendilerini koruyan Osmanlı Kuvvetlerine karşı ayaklandı Mekke Emiri Şerif Hüseyin, bağımsızlığını ilan etti. Yemen'de İmam Yahya Osmanlılar'a bağlı kalırken Asir'de Seyyid İdris de ayaklanmaya katıldı. 1917 Şubatında Hicaz Seferi Kuvvetler Komutanlığı'na atanmak üzere, Şam'a gelen Mustafa Kemal Paşa, Hicaz'ın boşuna savunulmayıp boşaltılmasını istedi. Manevi sebeplerden dolayı bu istek uygulanmadı. Komutanlık ataması da yapılmadı. Bin bir güçlükle Medine'yi, Yemen'i, Asir'in kuzeyini I. Dünya Savaşı sonuna kadar savunan 7. Kolordu Mondros Mütarekesi'nden bir müddet sonra, 23 Ocak 1919'da teslim oldu. Dönüşte kutsal emanetler İstanbul'a getirilmiştir.



    Sina (Suriye) - Filistin Cephesi


    İngilizler 1914 yılı Aralık ayında Türk dostu saydıkları Hidiv Abbas Hilmi Paşa'yı yönetimden uzaklaştırarak, Mısır ve Süveyş Kanalı'na tamamen egemen oldular. Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın, 14 Ocak 1915'te 80.000 asker, 25.000 deveyle iki koldan Süveyş Kanalı'na yaptığı harekat (1. Kanal Savaşı) başarılı olamadı.Kanalı şişme botlarla aşmaya çalışan Osmanlı birlikleri ağır makinalı tüfek atışları sebebiyle daha kıyıya varamadan ağır kayıplar verdi. 4 Şubat 1915'te Birüsseba-Gazze'ye geri dönüldü.

    1916 yılında Süveyş Kanalı'nı almak için 2. Kanal Harekatı yapılırken, Mekke Emiri Şerif Hüseyin İngilizlerin kışkırtmasıyla Osmanlı Devletine karşı ayaklandı. Ayaklanmanın bastırılması için 4. Ordu'dan bir kısım birlikler Hicaz'a gönderildi. Ordunun geri kalan kısmıysa, Gazze-Şeria-Birüsseba hattında savunmaya çekildi. 1917 baharında İngilizler, Gazze'ye saldırdı. 1. ve 2. Gazze Muharebeleri yapıldı. İngilizler Türklerin kahramanca savunması karşısında çekilmek zorunda kaldılar. Takviyelerini artırmaya başlayan İngilizlerin Filistin Cephesinde toplanmaları üzerine, Cemal Paşa'nın uyarısıyla Yıldırım Ordularının Irak cephesinde kullanılmasından vazgeçilerek Filistin ve Suriye'de kullanılması kararlaştırıldı. Aynı yıl 7. Ordu Komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Komutanı General Liman von Sanders ile anlaşamadı. Harbin yönetimini tenkit eden iki rapor yazarak 6 Ekim 1917'de komutanlıktan istifa etti. Mustafa Kemal elde kalan birliklerle ancak savunma savaşı yapılabileceğini, Falkenhayn'ın saldırıya geçme fikrinin tamamen yanlış olduğunu düşünüyordu. Savaş hazırlıklarını tamamlayan İngilizler, 24 Ekim 1917'de 138.000 askerle taarruza başladılar. Birüsseba-Gazze Savaşı'nı kazandılar. 9 Kasım 1917'de[kaynak belirtilmeli] Kudüs düştü.

    General Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetlerinin Mart 1918 başı ile 18 Mayıs arasındaki Telazur, 1. ve 2. Salt-Amman taarruzları başarıyla durduruldu. Yığınaklarını artıran ve mevcudu 550.000'e yükselen İngiliz ordusunun 19 Eylül 1918'de Filistin'de başlattığı taarruz hızla gelişti ve Filistin tamamen İngilizlerin eline geçti. (Nablus Hezimeti)





    Irak Cephesi


    Bu cephe, İngilizlerin petrol sahalarını ele geçirmek amacıyla, 15 Ekim 1914'te Bahreyn'i ve 23 Kasım 1914'te Basra'yı işgali üzerine açıldı. Yerli askerlerle karışık Osmanlı kuvvetleri işgale karşı koyamadı. İngilizler, İran'da Ahvaz'ı da ele geçerdiler. 20 Aralık 1914'te, Basra'yı geri almak amacıyla cephe komutanlığına atanan, Yzb. Süleyman Askeri Bey aşiretlerden ve gönüllülerden yararlanarak topladığı kuvvetle, 12 Nisan 1915'te taarruz etti. Şuaybiye Savaşında başarılı olamadı ve intihar etti. İngilizler Kutü'l Ammare'yi de ele geçirip Bağdat'ı almak için, General Townshend komutasında saldırdılar. Türk Kuvvetleri, İngilizleri Selmanpak'ta durdurdu. Kanlı çarpışmalardan sonra İngilizler, 26 Kasım 1915'te çekildiler. Kut ül Amare'de 8 aralık 1915'te kuşatılan İngiliz birlikleri, beş ay süren bir direnişten sonra 28 Nisan 1916'da teslim oldu. General Townshend dahil 13.399 esir alındı. Fakat insan gücü çok fazla olan İngiltere ertesi gün Hindistan'dan getirdiği 150.000 askeri bölgeye çıkarttı.

    1916 yılı başında bir kısım İngiliz birlikleri General Townshend'in yardımına geldiyse de İran'da Hemedan'a kadar sürüldüler. İngiliz birlikleri 1917 yılı başında bekledikleri güce ulaştılar. Taarruza geçtiler. 11 Mart 1917'de General Maude yönetimindeki İngiliz birlikleri Bağdat'a girerken Halil Paşa'nın komutasındaki Osmanlı askerleri Bağdat'ı boşalttı.

    Türk kuvvetlerinin Bağdat'ı geri alma teşebbüsü başarılı olamadı. Samerra'yı da ele geçiren İngiliz Ordusu, Musul'a doğru ilerlemeye başladı. Bağdat'ı geri almak için 6. Ordu'yla Halep'te kurulan 7. Ordu birleştirilerek General Falkenhayn komutasında Yıldırım Ordular Grubu kuruldu. Halep'te hazırlıklar sürerken, İngilizler Tikrit'e kadar ilerlediler.

    1918 yılında aldıkları takviyelerle iyice güçlenen İngiliz birlikleri, petrol yataklarının bulunduğu Musul'a giremediler. Ancak, ne yazık ki, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından üç gün sonra 3 Kasım 1918'de, mütarekeye aykırı şekilde burayı işgal ettiler.





    Makedonya Cephesi


    Sırbistan'ın İttifak Devletlerince işgal tehlikesi belirince, bir Fransız tümeni Çanakkale'den getirilerek, 5 Ekim 1915'te Selanik'te karaya çıkarıldı. Bir İngiliz tümeniyle bir Fransız tugayı da daha sonra bu birliğe katıldı. Böylece Makedonya cephesi açılmış oldu. 20. Türk Kolordusu ile birtakım Alman ve Bulgar birlikleri İngiliz ve Fransızların karşısında yer aldı. 1916 yılında İngiliz, Fransız ve Sırp askerlerinin sayıları 250.000'e ulaşınca 10. Türk Kolordusu da 17 Kasım 1916'da cepheye geldi. 10 Aralık 1916'da Yb.Şükrü Naili Gökberk komutasındaki 50.Tümen Drama civarında düşmanla savaştı. Cephedeki küçük taarruzların yanında en önemli olay, 11 Aralık 1916'da, Manastır'ın İtilaf Devletleri'nin eline geçmesidir.

    1917 yılı küçük muharebelerle geçti Türk Kuvvetleri Kavala-Serez hattında savaştı. 27 Haziran 1917'de Yunanistan İtilaf Devletleri safında savaşa girdi. 29 Mayıs 1918'de İngiliz, Fransız, Yunan ve Sırp kuvvetleri büyük bir taarruz başlattı. Bulgar ordusu yenildi. 29 Eylül'de Bulgaristan, Selanik Ateşkes Antlaşmasını imzalayıp, savaştan çekildi. Topraklarından İtilaf Devletleri'ne ait askeri birliklerin geçmesine de izin verdi. İtilaf Devletleri üç koldan Balkanlar'da ilerlemeye başladı. Bu kollardan biri İstanbul'u hedef almıştı.





  7. #7
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    1. DÜNYA SAVAŞININ:

    Sonuçları



    Milyonlarca insan hayatını kaybetti.
    Dünyanın siyasal sınırları yeniden çizildi. Yeni ülkeler(Polonya,Çekoslovakya,Litvanya ve Yugoslavya)kuruldu.
    II. Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı, sonraları Osmanlı Devleti yıkıldı.
    İtalya'da Faşizm, Almanya'da Nazizm ,Rusya'da Sosyalizm gibi düşünce akımları ortaya çıktı.
    En karlı çıkan Japonya ve Amerika oldu.
    İtalya ve Almanya'nın istediği başarıyı sağlayamaması ilerde 2.Dünya Savaşı'nın çıkmasına neden oldu.
    İlk olarak bir savaşta zehirli gaz, tank ve denizaltılar kullanılmıştır.
    Cephe gerisinde sivillere olan saldırılar sonucunda "sivil toplum örgütleri" kuruldu.
    İlk kez Milletler Cemiyeti kuruldu.
    Sömürgecilik isim ve kavram değişikliğine uğradı. Adını manda ve himaye sistemine bıraktı. İçerikte ise sömürülen devletin başına o devletten istenilen kişilerin getirilip sömüren ülkelere ve vatandaşlarına haklar ve vaatler verilmeye başlandı.
    Silahlanma yarışı o zamana kadar tarihteki en hızlı noktasına erişti.




    Sonuçlanması


    İtilaf Devletleri'yle tek tek İttifak Devletleri arasında yapılan mütarekelerle çatışmalar resmi olarak sonlandırılmıştır. Bu mütarekeler, Bulgaristan ile 29 Eylül 1918 tarihinde Selanik Antlaşması, Osmanlı Devleti ile 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile 3 Kasım 1918 tarihinde Villa Giusti Antlaşması ve Almanya ile 11 Kasım 1918 günü Rethondes Antlaşması'dır.

    Savaş sonrasında Avrupa'da sınırların belirlenmesi için 18 Ocak 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı toplanmış ve Almanya ile 28 Haziran 1919 tarihinde Versay Antlaşması, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile 10 Eylül 1919 tarihinde St. Germain Antlaşması, Bulgaristan ile 27 Kasım 1919 tarihinde Neuilly Antlaşması ve Osmanlı Devleti'yle 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması ve Macaristan ile 4 Haziran 1919 tarihinde Trianon Antlaşması imzalanmıştır.




    Kullanılan teknoloji


    İlk olarak İngilizler tarafından Batı cephesinde tanklar ve zırhlı araçlar kullanılmıştır. Havada ise, ilk kez uçaktan yararlanılmıştır savaş uçakları ve bombardıman uçakları kullanıldı. I. Dünya Savaşı'nda hava gücü, daha çok istihbarat elde etme ve düşmanın istihbarat almasını engelleme görevlerinde kullanılmıştır. Tank ve uçaklara karşı olarak da tanksavar ve uçaksavar silahlar geliştirilmiştir.

    Almanya Ypres Çatışmalarında klor gazı kullanarak tarihteki ilk kimyasal saldırıyı gerçekleştirmiştir. Başlangıçta itilaf devletlerini korkutsa da, gaz maskesi kullanımı ile zehirli gaz saldırıları etkilerini yitirmiştir.

    Denizde ise menzili 15 km ye varan savaş gemileri ve denizaltılar kullanılmıştır. İlk denizaltı olarak bilinen Alman U-Botları, ABD'nin İngiltere'ye insani ve askeri yardım ulaştırmasını engelleyerek itilaf devletlerine ciddi kayıplar verdirmişlerdir





    Etkileri




    Askeri kayıplar


    Osmanlı Devleti

    Toplam kayıp asker sayısı: 1.600.000

    Çanakkale: 101.000 [Hasta, Kayıp ve Yaralılarla 253.896]

    Kafkasya: 280000

    Körfez: 220000

    Arabistan-Yemen: 200000

    Kanal: 250000

    Acem: 40000

    Galiçya-Bulgaristan: 60000

    Alman İmparatorluğu

    Toplam kayıp asker sayısı: 3.750.000

    Doğu Cephesi : 1.400.000

    Batı Cephesi: 2.350.000





  8. #8
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    EKİM DEVRİMİ




    1917 RUS PROLETER DEVRİMİ






    Ekim Devrimi (Rusça: Оkтябрьсkaя революция / Oktyabrskaya revolyutsiya), Çarlık Rusyası'nda Jülyen takvimi'ne göre 24 Ekim 1917'de, (Miladi takvime göre 7 Kasım 1917) Petrograd'daki Kışlık Saray'ın Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin eline geçmesiyle başlayan ve Sovyetler Birliği'nin kurulmasına yol açan olaylar dizisidir.



    Ekim Devrimi veya Bolşevik Devrimi gelişmeden önce Çarlık Rusya'sının son dönemlerini incelememiz gerekir. 19. yüzyıl sonunda Avrupa'nın en güçlü imparatorluklarından biri olan Rus Çarlığı, topraklarının genişliği ve ekonomik sıkıntılar yüzünden içeride sıkıntı çekiyordu. Sonunda 9 Ocak 1905'te Kanlı Pazar adıyla anılan gün yaşandı. Binlerce insan çalışma saatlerinin azaltılması ve yaşam standartının yükseltilmesi isteğiyle greve çıktı. Rus askerleri tedbirsizce kalabalığa ateş açtı ve 1000'den fazla insan öldü. Bu olay Rusya'da büyük infiale neden oldu. Sonucunda Bolşevizm ve komünist lider Lenin'in yıldızı parladı. Lenin'in taraftarları Çarlık tarafından bastırılsa da parlamento kuruldu, çok partili sisteme geçildi ve Çar 2. Nikolay 1906 Anayasası'nı kabul etti.



    Miladi takvime göre 8 Mart 1917-Dünya Kadınlar Günü'nde başlayan protestolar son derece barışçıl başladı. Ücret dengesinin adil dağılımını talep eden halk, Çar tarafından zorla dağıtılmaya çalışıldı. Artan tepkiler üzerine parlamentoyu feshetmek isteyen Çar'a karşı parlamento başkanı devlete el koyduğunu açıkladı. Rusya'da liberal bir yönetim başladı.



    Bu arada İsviçre'de olan Lenin, Bolşevikler'in yeni yönetimde asla bulunmaması gerektiğini savunuyordu. Rusya'ya dönmesi gereken Lenin'e gerekli desteği Rusya'yı savaştan atmak isteyen Almanya verdi. Marksist görüşlerden etkilenen Lenin ayrıca Rus aydını Plekhanov'dan esinlenmişti ve Marksizm-Leninizm önermesiyle ortaya çıkarak iktidara alternatif oluşturdu.



    Rusya'da bir genel grev başlar.Genel grevdeki işçiler fabrikalarından çıkarak Çar'ın bulunduğu yere giderler.8-16 Aralık 1917 tarihlerinde süren olaylarda Bolşeviklerin önderliğindeki işçiler Çar II.Nikolay'ın tahttan çekilmesini sağladı.Romanov hanedanının üyeleri hapse tıkıldılar,ülkede cumhuriyet ilan edildi.Fakat,kurulan hükümet burjuvalardan oluşuyordu.Halbuki,amaç bir ploreterya devrimiydi.



    Bütün İktidar Sovyetlere:

    V.İ.Lenin önderliğindeki Bolşevikler,amaçlananın aksine gene burjuvaların iktidar olduğunu gördüler ve Tüm İktidar Sovyetlere sloganıyla devrime başladılar.Fakat,isyandan önce Petrograd Sovyetleri Leninistlere karşı Petrograd kentinde saldırıya başladılar.Temmuz 1917'de bir Leninist isyan başlar.Fakat,başarısız olan bu hareketten sonra Lenin Finlandiya'ya kaçar.3 aylık kaçıştan sonra Lenin,1917 Ekim'inde Bütün İktidar Sovyetlere sloganıyla devrime başlar.Geçici hükümet tasfiye edilir,Vladimir İlyiç Lenin başkanlığında bir hükümet kurulur.

    Lenin yoldaşı Troçki'yi dışişleri bakanlığına atadı ve Troçki Sovyetler Birliği'ni 1. Dünya Savaşı'ndan çeken Brest-Litovsk antlaşmasını imzaladı. Milli mücadele içinde olan Türkiye ile de sıcak ilişkiler kuruldu. Bolşevik devriminden sonra iç karışıklıklar içinde bulunan Rusya'da 1917-1922 arasında İç Savaş yaşandı. Bu savaş milyonlarca insanın ölümüne neden oldu ve Bolşevik iktidarı için idamlardan da çekinilmedi. Devrim öncesinde ''Bize Fransız Devrimi'ndeki gibi kesin bir terör dönemi lazım. diyen Lenin İdamlar olmadan nasıl bir devrim yapabilirsiniz? diyerek görüşünün arkasında durdu.

    Leninizm'in en önemli özelliği dışardan bilinç taşımayı birincil öncelik saymasıydı. Marks'a göre proleterya sınıf bilincine kendisi ulaşacaktı ve sonunda devrimi yapacaktı. Lenin ise Sosyalizm için insanların bilinçlenmesini beklersek en az beş yüz yıl beklememiz gerekir. dedi ve proleteryaya bilinç taşınması gerektiğine hükmetti. Sonunda darbe ile de hedefine ulaştı.

    1924'te Lenin hastalandı ve öldü. İktidarda olan tek parti- Sovyetler Birliği Komünist Partisi idi. Sorun ise onun başına kimin geçeceği idi. İç savaş döneminde ılımlaşan ve Josef Stalin'le yakınlık kuran Lenin ölmeden önce Stalin'in devrimin korunması için tehlikeli biri olduğunu ve iktidarın sol Bolşeviklere verilmesi gerektiğini söyledi ancak bu görüşler dikkate alınmadı. İç savaş döneminde Kızıl Ordu'nun komutasını üstlenen Troçki başlarda Stalin'i desteklese de Stalin'in Lenin döneminde başlatılan NEP-Yeni Ekonomik Politika'dan çıkılması gerektiğini savunması bardağı taşırdı ve Troçki muhalefete geçti. Stalin de 1928'e kadar Troçki'nin elindeki bütün yetkileri aldı ve onu sürgüne gönderdi.

    Troçki 1940'ta Stalin'in ajanları tarafından suikaste uğradı. Stalin ise ülkesini 2. Dünya Savaşı'na sürükledi. Savaşta Hitler'e karşı ABD ile ittifak yapan Stalin tarihin akışını değiştirdi ve Yalta Konferansı'ndan sonra başlayan Soğuk Savaş'a neden oldu. 1953'e kadar iktidarda bulunan Stalin uzun sürecek ve Doğu Bloku'nun kaybetmesinin kesin olduğu Soğuk Savaş'ı başlattı ve büyük ihtimalle de Sovyetler'in sonunu hazırladı.



  9. #9
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    Faşist İtalya




    MUSOLİNİ'NİN YÜKSELİŞİ



    Sovyet Rusya'dan sonra Birinci Dünya Savaşının ortaya çıkardığı yeni rejimlerden biri de İtalya'da Faşizm olmuştur. Rusya'da Bolşevikler, nasıl savaşın yarattığı iç karışıklık, düzensizlik ve hoşnutsuzluklardan yararlanarak bir hükümet darbesi ile iktidarı ele geçirdilerse, Faşizmin İtalya'da iktidarı ele geçirmesinde de İtalya'nın karmakarışık iç durumu başlıca rolü oynamıştır.

    İtalya, Birinci Dünya Savaşına büyük ümitlerle katılmıştı. 1915 Londra ve 1917 St. Jean de Maurienne Antlaşmaları, Adriyatik ve Doğu Akdeniz'de İtalya'ya geniş ufuklar açmıştı. Müttefiklerinin zaferi, ümitleri daha da kuvvetlendirmişti. Fakat Paris Barış Konferansı'nın ilk günlerinden itibaren İtalya hayal kırıklıklarını, zaferin meyvası olarak toplamak zorunda kaldı.

    1915 Londra Anlaşması'nı Başkan Wilson tanımadı. 1917 Anlaşması'nı ise, Rusya tasdik etmediği için, Müttefikleri yürürlüğe koymadı. 1915 Anlaşması ile kendisine Alman sömürgelerinden pay vadedildiği halde, sömürgelerin dağıtımında İtalya'ya hiçbir şey verilmedi.

    Savaşın bunca fedakarlıklarının bedeli İtalyan milleti için, ümitlerin yıkılması oldu. Savaş sona erdiği zaman iç durum da karışmıştı. Savaş ekonomik hayatta sarsıntılar yapmıştı. Birçok fikir akımları ortaya çıkmıştı. İtalya'nın liberal demokrasisinin yanında şimdi, sendikalizm, sosyalizm, komünizm gibi akımlar ortada görünüyordu. Bu akımların etkisi altında, işçiler kaynaşmaya başlamıştı. İşçiler fabrikaların idare ve karına ortak olmak istiyorlardı.



    Memleketin her tarafına dağılmış ve saklanan 500.000 asker kaçağı ise başka bir problemdi. Terhis olan asker ve aydınlar ise maddi ve manevi tatminsizlik içindeydi. Bunlar işsizdi. İç politikada istikrar kalmamıştı. 1919-1922 arasında iki defa seçim yapılmış ve dört hükümet değişmişti. Hükümetlerin otoritesi kalmamıştı. Bu durum Benito Mussolini liderliğindeki Faşist Partisi'nin (Partito Nazionale Fascista) işine yaradı. Faşist Partisi 1919 yılında Fascio di Combattimento alarak kurulmuş ve 1921 Kasımı'nda Parti haline gelmişti. Komünizmin olduğu kadar liberal demokrasiye de aynı derecede düşman, disiplin taraftarı, koyu milliyetçi bir parti idi.

    1919 Kasım seçimlerinde bir tek milletvekili bile seçtiremeyen Faşistler, 1921 seçimlerinde Parlamentoya 35 milletvekili sokmaya muvaffak olmuşlardı. Bundan sonra aydınlar, askerler ve halk arasında hızla yayılıp gelişti. İtalya halkı, memleketin anarşik durumunda Faşizmin disiplin ruhuna sarıldı. Solcu akımın da gittikçe kuvvetlenmesi, Monarşiyi ve Vatikan'ı da endişeye sevkediyordu.



    1922 Ağustosu'nda işçilerin genel grevle ekonomiyi felce uğratmaları ve durumun karışması üzerine Faşist Partisi'nin Kara Gömleklileri Napoli'den Roma'ya bir yürüyüş yaparak hükümet darbesine hazırlanınca, Kral selameti, hükümeti Faşist Partisi'ne vermekte buldu. 30 Ekim 1922 de Mussolini başkanlığa getirildi. Bu, İtalya tarihinde Mussolini ve Faşist diktatörlüğünün başlangıcıdır. Bu diktatörlük 1943'e kadar devam edecektir.

    Mussolini'nin ilk işi, kısa bir sürede, muhalefeti ve demokratik müesseseleri ortadan kaldırarak, devleti Faşist Partisi'nde kişileştirmek oldu. Memleketin siyasal düzeni korporatif temsil esasına dayandırıldı. Faşizmin İtalya'da egemen olmasının önemli sonuçlarından biri de, Avrupa'nın bir çok memleketlerinde, iki -savaş- arası devresinde, diktatörlük akımlarının kuvvetlenmesi ve bir takım diktatörlüklerin kurulması olmuştur. Bu, savaş sonrası Avrupasının. 19'uncu yüzyılın liberalizmine gösterdiği bir tepki idi. Savaşın kitlelerde yarattığı düzensizlik, anarşi ve istikrarsızlık, disiplin rejimlerinin modasını kuvvetlendirmiştir.

    Faşizmin Dış Politikası

    Faşizmi iktidara getiren sadece iç faktörler değil, belki ondan da fazla dış faktörlerdi. İtalyan milletinin milletlerarası planda karşı karşıya bırakıldığı hayal kırıklığı ve tatminsizlik, Faşizmin milliyetçi politika ve propagandasına kuvvetli bir destek oldu.

    Mussolini, Akdeniz'de eski Roma İmparatorluğu'nu yaratmak istiyordu. Paris barış konferansında küçük düşürülen, bir kenara atılan İtalyan milletine, bir milli prestij, bir milli benlik vermeyi vaadediyordu. İtalya'nın 1281'den beri gerçekleştirmek istediği sömügecilik emelleri, "Roma İmparatorluğunun yeniden kuruluşu" adı ile Mussolini'nin elinde bir milli idealizm haline getirildi.

    Mussolini, Akdeniz'e "bizim deniz" (mare nostrum) diyordu. Başbakan olduktan birkaç ay sonra 1923 Şubatı'nda İtalyan Senatosu'nda verdiği bir söylevde şöyle diyordu: "Şunu söylemek cesaretine sahip olmamız gerekir ki, İtalya bir tek denizde ebediyen kapanıp kalamaz, bu deniz Adriyatik olsa bile. Adriyatik'ten başka Akdeniz vardır".

    Esasına bakılırsa, Mussolini'nin, iktidarının ilk günlerinden itibaren gerçekleştirmeye çalıştığı yayılma ve genişleme politikası, gerçekte 1915 ve 1917 anlaşmaları ile İtalya'nın göz koyduğu toprakları hedef tutuyordu. 1936 da Habeşistan'ı ele geçirecektir ki, bu İtalya için yeni birşey değildi. Fakat ne var ki, Mussolini eski mallara "Roma İmparatorluğu" damgasını vurarak piyasaya sürdü.

    Yıllardan beri küçüklük kompleksi içinde kıvranmış olan İtalyan milleti için Mussolini'nin bu yeni damgası küçümsenemezdi. Faşist rejimin içerde İtalyan milleti için ne derece rahatsızlık doğurduğu bilinemez. Lakin faşist dış politikanın bütün Doğu Akdeniz milletleri için rahatsızlık ve huzursuzluk doğurduğu bir gerçektir. Bu huzursuzluğu ilk duyan da Adriyatik bölgesi ve bu bölgede Yugoslavya oldu.

    Mussolini ilk önce Fiume (Yugoslavlar Rijeka derler) meselesini ele aldı. Fiume, 1920 Kasımında İtalya ile Yugoslavya arasında yapılan bir antlaşma ile bir Serbest Şehir olarak bağımsızlık statüsüne kavuşturulmuştu. Fakat faşistler burada karışıklık çıkarmaktan geri kalmadılar. Bunun için Mussolini de iktidara geçer geçmez bu meseleyi ele aldı ve Yugoslavya üzerinde baskıda bulunarak Ocak 1924'te bu devletle yaptığı bir anlaşma ile Fiume'nin İtalyaya katılmasını sağladı. Yalnız Fiume'nin Baroş Limanı Yugoslavyaya verildi.



    İtalya'nın sertlik gösterisi ikinci olarak Yunanistan'a yöneldi. Yunanistan-Arnavutluk sınırını düzenlemek için kurulmuş bulunan milletlerarası komisyondaki İtalya temsilcisinin Yanya'da 1923 Ağustosunda öldürülmesi üzerine, İtalyan donanması Corfu Adası'nı bombardıman edip, arkasından adayı işgal etti.

    İtalya, Yunanistan'dan 50 milyon liret tazminat istedi. İtalya'nın bu kuvvet politikası küçük devletlerde korku uyandırdıysa da, Milletler Cemiyeti bu korkuyu gideremedi ve Yunanistan, İtalya'nın istediği bu 50 milyon liret tazminatı vermek zorunda kaldı. Yugoslavya'dan sonra Yunanistan da Adriyatik'te bu yeni kuvvetin ortaya çıkışını endişe ile izliyordu.

    Faşist İtalya'nın, Yugoslavya ile Yunanistan'ı korkutan daha önemli faaliyeti ise, İtalya'nın Arnavutluk üzerinde günden güne artan nüfuzu oldu. Doğrusu Mussolini, Arnavutluk konusunda, eski İtalyan hükümetlerinden çok daha başarılı oldu. 1924 yılı sonunda, eski başbakanlardan Ahmet Zogo'nun Arnavutlukta iktidarı ele geçirmesi ve 1925 Ocak ayında da cumhuriyet ilan etmesi, İtalya'nın işini çok kolaylaştırdı. Zogo, kendi diktatörlüğünü korumak için İtalya'ya dayandı. İtalya, Arnavutlu'ğa geniş ekonomik yardım yaptı. 27 Kasım 1926 da İtalya ile Arnavutluk arasında bir Dostluk ve Güvenlik Paktı imzalandı.



    Mussolini, 1927 Şubatı'nda faşist parlamentosuna bu Paktı sunarken, "Arnavutluğun bağımsızlık ve toprak bütünlüğü İtalya'nın Adriyatik'teki durumu için bir garantidir" diyordu. Bu anlaşma, Yugoslavya tarafından tepki ile karşılandı. Arnavutluk'un Yugoslav sınırları içindeki Arnavutlarla ilgilenmesi, bu münasebetlerin düğüm noktası idi. Bu sebeple Yugoslavya, İtalya-Arnavutluk Antlaşması'na, 1927 Kasımı'nda Fransa ile imzaladığı bir Dostluk ve İttifak Antlaşması ile cevap verdi.

    Yugoslavya, antlaşmayı İtalya ile bir savaş hali için imzaladığını açıklamaktan çekinmedi. Bunun üzerine İtalya 22 Kasım 1927 de Arnavutluk ile İkinci Tirana Antlaşması'nı imzaladı. 25 yıl için imzalanmış olan bu savunma ittifakı antlaşması ile Arnavutluk tamamen İtalya'nın kontrol ve himayesi altına girmiştir.



    Cumhurbaşkanı Ahmet Zogo, İtalya'ya dayanarak 1928'de krallığını ilan etmiştir. Bundan sonra artık Arnavutluk için İtalya'nın Belçika'sı denilmiştir. İtalya'nın Arnavutluk üzerinde kurmuş olduğu bu durum İtalyan-Yugoslavya münasebetlerinin düzelmesini engellemiştir.

    İtalya'nın Arnavutluk vasıtasiyle Balkanlara kol atması Yunanistan için de bir endişe kaynağı olmuştur. Öte yandan, Mussolini'nin Doğu Akdeniz ve Anadoluyu da yayılma alanları arasında saymaktan çekinmemesi, Türk-İtalyan münasebetlerine daima bir soğukluğun egemen olmasına sebep olmuştur.

    1934 Balkan Paktı da, İtalyan tehdininin önemli bir rol oynamış olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Faşist İtalya'nın İngiltere ile münasebetleri, 1935'e kadar iyi bir çerçeve içinde akmıştır. Fransa'nın savaş sonrası Avrupasında dengeyi kendi tarafına eğiltmesi ve bir üstünlük sağlaması İngiltereyi, İtalya'da bir denge unsuru aramaya götürmüştür. Buna karşılık İtalyan-Fransız münasebetleri on yıl kadar hiç iyi gitmemiştir.

    İtalya'nın bir deniz kuvveti olarak Akdeniz'de sivrilmesi Fransa'nın hiç hoşuna gitmemiştir. Özellikle İtalya'nın barış antlaşmalarının kurduğu düzene karşı cephe alması (revizyonizm) bu hoşnutsuzluğun temel sebeplerinden biridir. Bunun içindir ki İtalya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan gibi revizyonist devletlerle daima yakın münasebetler kurmaya çalışmıştır. Aynı sebeple, Küçük Antant'a (Yugoslavya, Romanya ve Çekoslovakya) da cephe almış ve bunu Fransa'nın reaksiyoner bir bloku olarak görmüştür. Fransa ile İtalya arasındaki sürtüşme ve rekabet ise, İtalya'nın Almanya'da Fransa'ya karşı bir denge unsuru görmesini sağlamıştır.



  10. #10
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    Locarno Antlaşmaları





    SAVAŞ SONU AVRUPASI



    Fransa'nın Almanya'yı zayıf tutmak için izlemiş olduğu tamirat borçları politikası dolayısiyle, Versay'ın hemen ertesinden itibaren bir gerginlik ve zorlama devresine giren Fransız-Alman münasebetleri, ancak, 1925 Ekimi'nde imzalanan Locarno Antlaşmaları ile bir karşılıklı güven çerçevesi içine girebilmiştir.

    Locarno Antlaşmaları da Fransa'nın Almanya'ya karşı güvenliği sağlama çabalarının bir sonucu olmuştur. Fransa, 1922 yılında İngiltere'den bir ittifak koparamayınca, güvenlik meselesinin peşini bırakmadı ve bunun için Milletler Cemiyeti'ne döndü. Milletler Cemiyeti, çalışmalarının ilk gününden itibaren, silahsızlanma meselesi üzerine eğilmişti. Silahsızlanma meselesi ise güvenlik meselesiyle sıkı bir bağlantı halindeydi. Bunun için Milletler Cemiyeti 1923 yılında bir Karşılıklı Yardım Antlaşması hazırlayarak bunu devletlerin onaylamasına sundu.

    Buna göre, bir devletin diğerine saldırısı halinde Milletler Cemiyeti Konseyi kimin saldırgan olduğuna dört gün içinde karar verecek ve diğer devletler saldırıya uğrayan tarafa yardım edecekti. Fransa ve müttefikleri bunu kabul etti. Lakin İngiltere, Daminyonlar, İskandinav devletleri ve Hollanda, taahhütlerini arttırdığı sebebiyle, bunu kabul etmediler. Böylece bu güvenlik sağlama teşebbüsü suya düştü.



    Fakat Milletler Cemiyeti bu işin peşini bırakmadı. Özellikle Fransa'nın teşebbüsleriyle 1924 yılında Milletler Cemiyeti Asamblesi Cenevre Protokolu adını alan bir Milletlerarası Anlaşmazlıkların Barışçı Yollarla Çözümü İçin Protokol'u kabul ile bunu yine devletlerin imzasına sundu. Bu protokola göre, devletler, aralarında çıkacak anlaşmazlıkları, ya Milletlerarası Daimi Adalet Divanı'na veya hakeme havale edeceklerdi. Bunu yapmazlarsa, saldırgan sayılacaklardı.

    İngiltere ve Dominyonlar, Milletler Cemiyeti Paktı'nın kendilerine yeteri kadar taahhüt yüklediklerini, üzerlerine daha fazla taahhüt alamıyacaklarını bildirerek bunu da reddettiler. Bu şekilde Fransa'nın, güvenliği için, İngiltereyi kendisine bağlama çabaları yine sonuçsuz kalmış oluyordu. Bunun üzerine Fransa, Almanya'nın iki yıl önce kendisine yapmış olduğu bir teklife döndü.

    Almanya 1922 yılı sonunda Fransaya, İngiltere ve Belçika'nın da katılmasıyla, karşılıklı olarak savaşa başvurmama taahhüdü almalarını teklif etmişti. Rhur'un işgalinin arifesinde yapılan bu teklifi Fransa, Almanya'nın kötü niyetli bir manevrası olarak karşılamış ve üzerinde durmamıştı. Lakin Milletler Cemiyeti'nin güvenliği sağlama teşebbüslerinin olumlu bir sonuç vermemesi üzerine, Fransa bu Alman teklifinde İngiltere'nin bir garantisini gördü ve teklifi tekrar ele aldı.

    Esasen Dawes Planı da şimdi Fransız-Alman münasebetlerini yumuşatmıştı. Öte yandan, 1923 Rhur buhranının giderilmesinde önemli rol oynayan Alman başbakanı Stresemann da Fransa ile münasebetlerin düzeltilmesine taraftardı. Fransa'nın Almanya'ya karşı durumunun yumuşaması üzerine Stresemann, 1925 Şubatı'nda, Fransa, İngiltere, İtalya ve Almanya'nın katılmasıyla bir saldırmazlık paktı imzasını Fransa'ya teklif edince, görüşmeler başladı ve 16 Ekim 1925 de İsviçre'de Locarno'da, Locarno Antlaşmaları adını alan belgeler imzalandı.

    Bu belgelerden birincisi Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere ve İtalya arasında imzalanmış olup, Almanya ile Fransa ve Almanya ile Belçika arasındaki sınırların kesin olduğunu belirtmekteydi. Yine beş devlet arasında imzalanan ikinci bir antlaşma ile de, İngiltere ve İtalya, birinci antlaşmayı yani, batı sınırları statüsünü, garanti altına alıyorlardı.

    Bundan sonra, Almanya ile Fransa, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya arasında ikili hakem anlaşma ve antlaşmaları imzalanmıştır. Görüldüğü gibi, birinci ve ikinci belgelerle Almanya'nın sadece batı sınırları söz konusu olmuş ve Almanya sadece bu sınırlar hakkında garanti vermiş, lakin doğu sınırları, yani Polonya ve Çekoslovakya ile olan sınırları hakkında teminat vermemişti. Bu sebeple, yine aynı gün Locarno'da, Fransa ile Polonya ve Fransa ile Çekoslovakya arasında imzalanan anlaşmalarla Fransa, bu iki devletin Almanya ile olan sınırları hakkında garanti verdi.

    Doğal olarak bu garanti Almanya'ya yöneltilmişti. Almanya'yı tekrar milletlerarası işbirliğine sokmuş olması bakımından Locarno Antlaşmaları iki -savaş- arası devrinin tarihinde büyük önem taşımaktadır. Gerçekten, bu antlaşmaların arkasından, 1926 yılında Almanya Milletler Cemiyeti'ne üye olarak kabul edildi.

    Antlaşmalardan Fransa da çok hoşnut kaldı. Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand, "Biz Locarno'da Avrupaca konuştuk. Bu, öğrenilmesi gerekecek olan yeni bir dildir" diyordu. Bununla beraber, Locarno Antlaşmaları Versay Antlaşması'nı kuvvetlendiren değil, zayıflatan bir unsur olmuştur. Çünkü, Versay'ın sınır hükümleri ancak bu antlaşmalarla teyid ve teminat altına alınmıştır. İkincisi, Almanya, yine Versay'ın doğu sınırları için garanti vermemiş ve özelikle İngiltere de bunu kabullenmiştir.



Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş