http://www.hurriyet.com.tr/_np/8948/6028948.jpg 1. Meşrutiyete Genel Bakış : II. Abdülhamid'in Tahta çıkışı meşrutiyet'i ilan etmesi şartıyla gerçekleşmişti. Mevcut durumdan rahatsızlık duyan Padişah nitekim ileride bir çıkış yolu olarak göreceği 93 Harbiyle Meşrutiyet'in mimarı Mithat Paşayı Sürgüne gönderecekti... Abdülhamit'in cülusundan sonra Mithat Paşa ilk Osmanlı Kanun-ı Esasî'sini (anayasa) hazırlayan encümenin başına geçti. 17 Aralık 1876'da Rüştü Paşa'nın

Bu konu 3964 kez görüntülendi 7 yorum aldı ...
İkinci Meşrutiyet 1908 Ayaklanması : 3964 Reviews

    Konuyu değerlendir: İkinci Meşrutiyet 1908 Ayaklanması :

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 3964 kez incelendi.

  1. #1
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart İkinci Meşrutiyet 1908 Ayaklanması :




    1. Meşrutiyete Genel Bakış :

    II. Abdülhamid'in Tahta çıkışı meşrutiyet'i ilan etmesi şartıyla gerçekleşmişti. Mevcut durumdan rahatsızlık duyan Padişah nitekim ileride bir çıkış yolu olarak göreceği 93 Harbiyle Meşrutiyet'in mimarı Mithat Paşayı Sürgüne gönderecekti...


    Abdülhamit'in cülusundan sonra Mithat Paşa ilk Osmanlı Kanun-ı Esasî'sini (anayasa) hazırlayan encümenin başına geçti. 17 Aralık 1876'da Rüştü Paşa'nın "Mithat Paşa'nın entrikalarından korkarak" istifası üzerine sadrazamlığa atandı. 23 Aralık'ta II. Abdülhamid Mithat Paşa'nın hazırladığı anayasayı (bazı değişikliklerle) ilan etti. Aynı gün toplanan Tersane Konferansı Mithat Paşa'nın önderliğinde, Avrupa devletlerinin önerdiği barış koşullarını reddederek, büyük bir felakete dönüşecek olan Osmanlı-Rus Savaşının yolunu açtı.

    5 Şubat 1877'de yaşanan mali kriz nedeniyle padişah Mithat Paşa'yı sadrazamlıktan azlederek gözaltına aldırdı ve aynı gün (evine dahi uğramasına izin verilmeden) bir gemiyle ülke dışına sürdü.
    Ardından 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı gerekçe göstererek Haziran 1877’de Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarını durdurdu. Ocak 1878'de meclisi yeniden topladıysa da kendisine mecliste yöneltilen eleştiriler üzerine 13 Şubat 1878'de meclisi kapattı. Ama hiçbir işlevi olmayan Âyan Meclisi'ne dokunmadı. Birinci Meşrutiyet böylece sona erdi.

    __________________________________________________ _____

    1876 Anayasası olarak da bilinen Kanun-i Esasi, aslında padişahın egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyordu. Yürütme yetkisini tümüyle elinde tutan padişah, sadrazam ve vekilleri (bakanları) istediği gibi atayıp görevden alabiliyordu. Meclisin vekiller üzerinde denetim yetkisi yoktu. Padişah, istediğinde meclisi kapatma ve yeniden seçimlere götürme yetkisine de sahipti. Ayrıca padişah, "kamu yararı için" gerekli gördüğü kişileri sürgüne gönderebilirdi.

    Kanun-i Esasi uyarınca iki kanatlı bir parlamento oluşturuldu. Üyeleri seçim yoluyla belirlenen meclise Meclis-i Mebusan, üyeleri atama yoluyla belirlenen meclise de Âyan Meclisi deniyordu. İki meclisin oluşturduğu parlamento Meclis-i Umumi (Genel Meclis) olarak adlandırılmıştı. Âyan Meclisi'nin başkan ve üyeleri doğrudan padişah tarafından atanıyordu. Anayasaya göre Genel Meclis padişahın buyruğuyla kasımda açılıyor, mart başında çalışmalarını tamamlıyordu.




    1908 Devrimi ve İkinci Meşrutiyet



    II. Abdülhamit'in yönetimine karşı örgütlü muhalefet, özellikle Rusya'daki 1905 Devrimi'nden sonra yaygınlık kazandı. Önceleri sadece Avrupa'daki muhalif aydınlar arasında gelişen devrimci örgütler, imparatorluk çapında özellikle yüksek okul öğrencileri ve askeri birlikler içinde taraftar buldu.

    En güçlü muhalefet odakları Rumeli vilayetinde ve bu vilayetin başkenti olan Selanik'teki askeri birlikler idi. Bu birlikler 1903'ten beri Makedonya İsyanı'nı bastırma mücadelesi içinde yer almış, Bulgar ve Makedon devrim örgütlerinin örgütlenme ve mücadele biçimlerinden etkilenmişlerdi. Ortaya çıkan çeşitli devrim örgütleri 1907'de yurt dışındaki devrimcilerle irtibat kurarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında birleştiler.

    Devrim hareketi 1908 Temmuz başlarında hız kazandı. 3 Temmuz'da Binbaşı Resneli Niyazi Bey, ardından Binbaşı Enver Bey isyan ederek, birlikleriyle beraber dağa çıktılar. 7 Temmuz'da bölgedeki durumu teftiş etmek için İstanbul'dan gönderilen Birinci Ferik (Korgeneral) Şemsi Paşa Manastır'da bir İttihat ve Terakki fedaisi tarafından vurularak öldürüldü. 20 Temmuz'da Firzovik'te toplanan büyük Arnavut kurultayı, meşrutiyet derhal ilan edilmezse isyan ederek İstanbul'a yürüme kararı aldı. 22 Temmuz'da II. Abdülhamit sadrazam Avlonyalı Ferit Paşa'yı azlederek yerine daha liberal bir isim olan Sait Paşa'yı getirdi. 23 Temmuz'da Selanik ve Manastır hükümet konaklarını ele geçiren isyancılar meşrutiyetin ilanını talep ettiler. 24 Temmuz'da padişahın isteğiyle İstanbul'da Kanun-ı Esasi'yi yeniden yürürlüğe sokan kararname ilan edildi. "Hürriyetin İlanı" olarak adlandırılan bu olay, bütün yurtta olağanüstü sevinç gösterileriyle karşılandı.




    31 Mart Olayı ve Abdülhamit'in Tahttan İndirilmesi




    İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra derhal seçimlere gidildi.Seçimlerin başlıca 2 partisi İttihat ve Terakki ile liberal görüşlü Ahrar Fırkası'ydı.Seçimleri İttihatçılar kazandı.Seçimlerin ardından oluşan yeni Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908'de çalışmalarına başladı. Bunu izleyen dönemde, ülkeyi perde arkasından yöneten İttihat ve Terakki yönetimine karşı bazı çevrelerde gitgide artan bir hoşnutsuzluk görüldü. 6 Nisan 1909 günü muhalif gazeteci Hasan Fehmi Bey'in bir İttihat ve Terakki fedaisi tarafından öldürülmesi, İstanbul'da büyük bir protesto gösterisine yol açtı. Ve sonunda 13 Nisan 1909'da bazı askeri birliklerin ve medrese öğrencilerinin katıldığı bir ayaklanma başladı; bazı subaylar ve bazı milletvekilleri linç edildi ve İttihatçı olarak bilinen gazeteler yağmalandı. Eski takvimle yeni takvim arasındaki 13 günlük farktan dolayı 31 Mart Olayı olarak anılan bu ayaklanma, Selanik'ten gelen Hareket Ordusu tarafından 24 Nisan'da bastırıldı. 27 Nisan'da yeniden toplanan meclis, II. Abdülhamit'i bu ayaklanmadan sorumlu tutarak tahttan indirilmesine ve yaşlı şehzade Reşat Efendi'nin V. Mehmet Reşat adıyla yerine geçirilmesine karar verdi.

    8 Ağustos 1909'da Kanun-i Esasi üzerinde yapılan bir dizi radikal değişiklikle padişahın yetkileri "sembolik" bir düzeye indirildi. Artık vekiller heyeti (bakanlar kurulu) meclise karşı sorumluydu. Meclisten güvenoyu alamayan vekillerin ve hükümetin görevi sona eriyordu. Meclis başkanını padişah değil, meclis kendisi seçiyordu. Padişaha meclisi kapatma yetkisi tanınmakla birlikte, bu yetki koşullara bağlamış ve üç ay içinde yeni seçimlerin yapılması zorunlu hale getirilmişti.Bu .değişikliklerle ilk defa parlamenter sistem uygulanamaya başlanmıştır.Ayrıca toplantı özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerden bazıları anayasaya eklendi.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: İkinci Meşrutiyet 1908 Ayaklanması :

          Kategori: Türk Kültürü

          Konuyu Baslatan: ŞiMaL

          Cevaplar: 7

          Görüntüleme: 3964


  2. #2
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    Bir Görüş:

    1908 DEVRİMİ :

    1908 yazında yaşanan isyan genelde Makedonya’daki bir asker ayaklanması olarak tarif edilir. Halbuki bu politik bir hareketti ve subaylar bunun sadece bir parçasıydı. İttihat ve Terakki orduda önemli bir örgütlenme sağlamıştı; ama isyanın kendisi coğrafi olarak yayılmış ve hem ordu içinde, hem de dışında derin kökler salmıştı. İttihat ve Terakki’nin önde gelenlerinin çoğu asker değildi. Örneğin 1913 sonrasındaki yönetimde bulunacak olan Talat, bir posta memuruydu. Selanik İttihat ve Terakki’sinin 505 üyesinin % 40’ı sivildi. Dahası 1906 ve 1907’de Anadolu’yu saran vergi ayaklanmaları olmasaydı, 1908 İsyanı’nı başlatanların bu güvene sahip olacağı düşünülemezdi.

    1905 Rus ve 1906 İran devrimlerinin etkileri de önemliydi. Devrimci propagandanın Rusya’dan Anadolu’ya doğru geldiğini daha önce görmüştük. Daha da önemlisi, sarsılmaz görünen iki otokrasinin sarsılabildiğini ortaya koyan iki örneğin yaşanıyor olmasıydı. Birisi, Osmanlı İmparatorluğu’nun geleneksel düşmanı Rusya’ydı. Diğeri, tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük güçler tarafından parçalanmak ve kaynakları paylaşılmak istenen yarı-sömürgeleştirilmiş İran’dı.

    Jön Türklerin devrimci örgütlenme kurmaya yöneldikleri dönemin arka planında bu gelişmeler vardı. Tutuklama zabıtları İttihat ve Terakki ajitasyonunun ülkedeki yaygınlığını gösteriyordu. 1907 sonu ve 1908 başında İttihat ve Terakki’nin bir dizi lideri gizlice Selanik’e taşındı. Selanik’teki Rum devrimciler Nazım Bey’in Paris’ten gelmesi için kaynak sağladılar. Talat, Cavit ve Rahmi’nin de aralarında olduğu İttihat ve Terakki militanları, toplantılarını devrimci Rum doktor Zannas’ın evinde yapıyordu.

    İttihat ve Terakki, bütün Selanik postane çalışanlarını örgütledi. Devrimci gazeteler Selanik’e ‘Abdülhamit’ adına gönderiliyor, oradan da gerçek okuyucularına ulaştırılıyordu. İttihat ve Terakki, Yunan Konsolosluğu’ndan da destek talebinde bulundu. Ancak Yunanistan Dışişleri Bakanlığı, 27 Haziran 1908’de bütün konsolosluklarına bir uyarı mektubu yazarak İttihat ve Terakki’nin Rumlara sadece felaket getirebileceğini ve Osmanlı monarşisinin yıkılmasının Yunan ulusal çıkarlarına hizmet etmeyeceğini bildirdi. Yunan egemen sınıfı kendi kapısında bir devrim istemiyordu. Arnavutlar ve Makedonlar ise anayasal harekete açıkça destek veriyorlardı.

    İmparatorluğun her tarafındaki ordu birliklerinde huzursuzluk yaygınlaşıyordu. Ücretlerin geç ödenmesi, erler arasında hoşnutsuzluğa neden oluyordu. Doğuda İskenderun’dan, batıda İskeçe’ye kadar asker ayaklanmaları baş gösteriyordu. Bitlis, Erzurum, Trabzon, Elazığ, Diyarbakır ve İzmir’de de asker ayaklanmaları yaşandı.
    Bazı ayaklanmaların politik liderliğini Sabahattin Bey’in Cemiyeti gerçekleştirdi. Bu ayaklanmalarda da ordunun isyancılara ateş açmak istememesi önemli bir rol oynadı. İttihat ve Terakki için Selanik’teki Üçüncü Ordu’nun desteğini kazanmak kritikti. Ordudaki propaganda çalışması giderek daha fazla sonuç veriyordu. Ordu birliklerinde isyan ve itaatsizlik yaygınlaşıyordu.

    Bütün bunlar olurken Avrupa büyük güçlerinin attıkları bir adım İttihat ve Terakki’yi ayaklanmaya itti. Britanya Kralı ve Rus Çarı 10 Haziran 1908’de Reval’de buluşarak Kosova, Manastır ve Selanik vilayetlerini Avrupa güçlerinin atadığı bir valinin kontrolüne vermek üzere anlaştılar. Bu, İttihat ve Terakki’nin, mutlak monarşiye karşı isyan etmesinin bir diğer nedeni oldu.
    Ayaklanma, Arnavut kökenli bir Osmanlı subayı ve İttihat ve Terakki üyesi olan Niyazi Bey tarafından başlatıldı. Niyazi Bey, İttihat ve Terakki’nin etkisi sonucu bölgeye eşkıyaları etkisiz hale getirmek üzere atanmıştı. Niyazi Bey, konumunu kullanarak İttihat ve Terakki için ilişkiler geliştirdi. 3 Temmuz’da 100 asker ve bir dizi sivil memurla dağa çıktı. 800 silahlı sivil ‘İttihat ve Terakki Resen Birliği’ne katıldı. Birlik, Manastır vilayetindeki Arnavut bölgelerine yöneldi ve hızla bir dizi kenti kontrolü altına aldı. Gittikleri her yerde Arnavut milisler oluşturarak kentte güvenliği ve padişaha bağlı birliklere karşı direnişin örgütlenmesini sağladılar. Dağa çıkmış Arnavut direniş gruplarını ayaklanmaya katılmaya çağırdılar. General Şemsi Paşa, ayaklanmayı bastırmak için 7 Temmuz’da iki müfrezeyle Mitrovice’ye geldiğinde bir İttihat ve Terakki subayı tarafından öldürüldü.

    Ayaklanma Skopje’ye yayıldı. Ayaklanmayı bastırmak üzere 14 Temmuz’da İstanbul’dan General Şükrü Paşa gönderildi. Ama varır varmaz kentten kovuldu. 17 Temmuz’da bir başka general, Hüseyin Remzi Paşa kente geldi. O da ayrılmaya zorlandı. Birlikler onu resmi törenle tren istasyonuna götürürken, kent halkı ve subaylar, ‘Padişahım, çok yaşa’ yerine, ‘özgürlük’ ve ‘terakki’ diye bağırıyordu.

    İzmir’den ayaklanmayı bastırmak üzere bölgeye gönderilen iki bölük asker, devrimci propagandanın etkisi altındaydı. Askerler Manastır’a vardıklarında çatışmaya girmeyi reddederek, İttihat ve Terakki’ye karşı değil, despotlara karşı savaşacaklarını ilan ettiler.

    Selanik İttihat ve Terakki’si, Makedonya’da kent kent anayasal düzen ilan etmeye başlayacağını açıkladı.
    İlk kent Manastır’dı. On binlerce Hıristiyan ve Müslüman, İttihat ve Terakki temsilcilerinin, imamların ve Rum Ortodoks Piskoposu’nun konuşmalarını dinledi. Öğleden sonra hapishanenin kapıları açılarak Hıristiyan ve Müslüman politik ve adli tutuklular serbest bırakıldı. Kutlamalar üç gün üç gece sürdü.

    Haber Selanik’e ulaştığında İttihat ve Terakki ayaklanmayı bütün Makedonya’ya yaydı.

    Selanik’te subaylar ve Türk, Musevi, Rum ve Bulgar siviller bildiri dağıtıp bayrak astılar. Toplantılar ve konuşmalar yapıldı, kent halkı sabahlara kadar sokaklardaydı. Sabaha karşı padişahın bir telgraf gönderdiği haberi yayıldı.

    Sabah 9’da 15 bin kişi padişahın telgrafını dinlemek üzere Müfettişlik Binası’nın önünde toplandı. Padişah, meşrutiyeti ilan etmeyi kabul etmişti. Telgraf şu sözlerle bitiyordu: ‘Padişah, halkın isteklerini kabul ettiğine göre artık İttihat ve Terakki’ye ihtiyaç kalmamıştır.’ Bir konuşmacı hemen yanıt verdi; halk, haklarını kendi özgür iradesiyle almıştı ve meclis açılıncaya kadar politik örgütlenmelerini koruyacaklardı.

    Devrim, işçilerin de bayramı oldu. Musevi bir işçi önderi olan Abraam Benaroya, o günleri şöyle anlatıyor:

    "Günlerce ve haftalarca Sabri Paşa Caddesi ve Beyaz Kule Bahçeleri bayraklar, kutlamalar ve Türkiye’nin kurtuluşu şarkılarından başka bir şey görmedi, duymadı. Bütün konuşmaların ortak bir temposu, ortak bir motifi vardı: ‘33 yıl boyunca, 30 milyon insan despot bir padişahın ve onun 300 hizmetkarı ve ajanlarının baskısı altında inledi. 30 kahraman, devrimin bayrağını yükseltti ve despot düştü; özgürlük gelmişti. Türkler ve Hıristiyanlar; herkes için özgürlük. Şimdi hepimiz kardeşiz. Müslümanlar, Hıristiyanlar, Museviler, Türkler, Arnavutlar, Araplar, Rumlar ve Bulgarlar, anavatan Osmanlı’nın özgür vatandaşlarıyız."

    Devrim, aynı zamanda VMRO içindeki Makedon milliyetçilerini de etkiledi. İane Sandanski liderliğinde Selanik’e yürüdüler ve silahlarını Jön Türklere teslim ederek ‘imparatorluktaki bütün uluslara deklarasyon’larını açıkladılar:

    Türk yurttaşlarımıza!
    Siz halkın büyük bir çoğunluğunu temsil ediyorsunuz ve bu nedenle de ortak düşmanımızın baskısının büyük ağırlığını taşıdınız. Türk imparatorluğunuzda Hıristiyan eşitlerinizden daha az köle değildiniz.
    Sevgili Hıristiyan yurttaşlarımız!
    Çektiğiniz acıların bütün Türk halkı tarafından yaratıldığı inancıyla acımasızca aldatıldınız.
    Sevgili arkadaşlarımız!
    Türk halkıyla birlikte ortak mücadelemizin ve bunun barışçıl bir şekilde sürmesinin altını oymak üzere resmi Bulgaristan tarafından yapılması muhtemel ajitasyonun etkisi altında kalmayın.

    Mustafa Kemal, devrim sırasında Selanik’teydi. Ona sempati duyan bir biyografi yazarı, Mustafa Kemal’in olaylara uzaklığını şöyle ifade ediyor:

    "Bu devasa olaylarda Mustafa Kemal hiçbir rol oynamadı. Selanik’teki otelin balkonunda Enver Paşa’nın arkasında sadece bir gölgeydi."

    Sarayın burnunun dibinde, Osmanlı başkentinde uygulanan baskının düzeyi, hareketin İstanbul’da yavaş gelişmesine neden oluyordu. Ancak 25 Temmuz’da meşrutiyet ilan edilir edilmez 50 bin Türk, Rum, Ermeni ve Musevi, iki bando eşliğinde birlikte gösteri yaptı. Ertesi gün 100 bin Türk, Rum, Ermeni, Musevi ve Bulgar, Beyazıt Meydanı’ndan Yıldız Sarayı’na yürüdü.

    Bütün politik tutuklular serbest bırakıldı. Genel af, sürgündeki 80 bin Ermeni ve 60 bin Müslüman’ın eve dönemlerini sağladı. Kutlamalar bütün imparatorluğa aynı şekilde yayıldı. Erzurum’da 1906-07 vergi ayaklanmaları nedeniyle ömür boyu hapse mahkum edilen 92 (60 Ermeni, 32 Türk) tutsak hemen serbest bırakıldı. Şubat 1908’de hüküm giyen son 71 mahkum da serbest kalınca, önce Katolik, Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks kiliselerine uğrayan 20 bin Müslüman ve Hıristiyan, hükümet konağına giderek burada Ermeni Piskopos Saadetiyan ve bir subayın konuşmalarını dinlediler.
    İstanbul’da 13 Ağustos’ta Ermeni Devrimci Federasyonu ve Türk devrimcileri ortak bir gösteri düzenlediler. Balık Pazarı’ndaki Ermeni Kilisesi’nde özgürlük ve adalet için ölen Müslümanlar için bir ayin düzenlendi. Ermeni Başpiskopos’un konuşmasından sonra Hıristiyan ve Müslümanlar birlikte Taksim’e yürüdüler.

    Benzeri kutlamalar Edirne, İzmir, Aydın, Samsun, Bursa, Adana, Kayseri, Mersin, Trabzon, İskenderun’da da düzenlendi. Bu gösterilerin ortak özelliği, büyük olmaları ve farklı dinlerden insanları bir araya getirmeleriydi.

    Temmuz 1908, çeşitli etnik yapıların özgürlük için ortak mücadelesiydi. Bu mücadeleyi tetikleyen şey ordu subaylarının liderlik yaptığı, iyi örgütlenmiş bir ayaklanma olabilir. Ancak devrimin özü, Temmuz 1908 öncesindeki ayaklanmalar ve sonrasındaki kutlamalarda açıkça görüldüğü gibi, aşağıdan yükselen mücadeleydi.

  3. #3
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    Otuzbir Mart Vakası (Bazı ayrıntılar)



    Meşrutiyetin muhâfazası için Selanik’ten İstanbul’a getirilen Avcı taburlarının 13 Nisan 1909’da çıkardığı isyan. Rûmî takvimle 31 Mart 1325’te çıktığı için Otuzbir Mart Hadisesi denilmektedir. İsyânın sonucunda Sultan Abdülhamîd Han tahttan indirilmiş ve meşrutiyet örfîleşmiştir.
    Bu vak’anın tertip edilişi teşvik edicileri bu güne kadar kesin olarak ortaya konamamıştır. Ancak Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın hiçbir ilgisi olmadığı kesindir. Bununla berâber Otuzbir Mart Vak’asının umûmî sebepleri târihçiler tarafından şöyle sıralanmaktadır:



    1. Meşrutiyetin îlânından o güne kadar geçen zamanda İttihat ve Terakki Cemiyetinin baskısı ile güvensiz karışık bir durumun ortaya çıkması.

    2. Rum Ermeni vb. gibi toplulukların istiklâl kazanıp millî devletlerini kurmak için büyük engel olarak gördükleri Sultan Abdülhamîd Handan kurtulmak istemeleri.

    3. 5 ekimde Ferdinand’ın Bulgaristan’da istiklâlini îlân etmesi. Bir gün sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Bosna ve Hersek eyâletlerini ilhak etmesi. Girit halkının Yunanistan’a bağlandıklarını bildirmesi. Adakale’nin Avusturya askerleri tarafından işgal edilmesi Hükûmetin ve onu tesir altında tutan İttihat ve Terakkînin bu hâdiseler karşısında âciz kalıp bir şey yapamaması.

    4. İkinci ordu subaylarının askerlerin ibâdet yapmalarına tâlim ve eğitimi ileri sürerek mâni olmaları.

    5. İttihat ve Terakkî Cemiyetinin İstanbul’da tertip ettiği siyâsî cinâyetler sonucunda hükümetin kâtilleri yakalamada âciz kalması.

    6. Hükümetlerin istifâsı ile siyâsî buhrânın devam etmesi. İttihat ve Terakkinin hükümete müdâhale etmesi.

    7. Basından sansür kalkınca herkesin istediğini yazmaya başlayıp karşılıklı ithamların ileri boyutlara varması. Sultan Abdülhamîd Han zamânında bulunmayan Derviş Vahdetî’nin çıkardığı Volkan gazetesi gibi basın organlarının halkı tahrik etmesi. Azınlık gazetelerinin millî maksatlarını ortaya dökmesi.

    8. İttihat ve Terakkînin baskısıyla ordu ve devlet idâresinde keyfî olarak yapılan tasfiye.

    9. Vak’adan üç gün önce İttihatçı zâbitlerin askerlerine; “Hocalarla kat’iyyen görüşmeyeceksiniz! Askerlikte diyânet meselesi aranmaz!.. Pâdişâh ve efrâd-ı ahâli İttihat Terakki Cemiyetinin elindedir!” telkinlerinde bulunmaları.

    10. İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin mason olduklarının halk arasında yayılması.



    Tertip edilişi hâlen karanlık olan Otuzbir Mart Vak’asının öncesindeki olaylarla vak’anın ortaya çıkışı ve neticeleri de şöyledir:

    İttihat ve Terakki Partisi önderleri meşrutiyetin îlânından sonra kurulan Said Paşa hükümetine iştirâk etmediler. Partili olan küçük rütbeli subaylar genç ve tecrübesiz oldukları için hükümette vazife almaktan çekindiler. Tanin gazetesinde Hüseyin Cahid (Yalçın) sorumluluk altına girilmemesi gerektiğini yazdı. Kabîneye girilmeyip iktidar Said Paşa hükümetine bırakıldı. Daha sonraki yıllarda bu eksiklerini tamamlamak için İttihatçıların nâzır yardımcılıklarına getirilme çalışmaları ortaya çıktı. Böylece hem iktidârı almıyorlar hem de diledikleri gibi müdâhale ediyorlardı. Selanik merkezî kısmı İstanbul’a nakledildi. Hükümet ve devleti kontrol için Talat ,Enver ,Midhat Şükrü Hayri Habib Dr. Nâzım Bahaeddin Şâkir ve İsmail Hakkı beyler İstanbul’a gönderildiler.

    Meşrutiyeti îlân ettiren İttihatçıların meşrûtiyetten sonra idâreyi bizzat ele almamaları ancak hükümet işlerine de sık sık müdâhale etmeleri sebebiyle ülkede tedricen bir iktidar boşluğu doğmaya başladı. Pâdişâhın da devlet işlerinden uzak tutulması meşrûtiyetten sonra devletin otorite buhranına düşmesine yolaçtı. Müesseselerde ortaya çıkan başıboşluk ve otoriter bir gücün mevcut olmayışı isyanlara müsâit bir zemin doğurmaya başladı.

    4 Ağustosta nâzır tâyini meselesinde çıkan bir ihtilâf neticesinde Said Paşa kabînesi istifâ etti. Yerine Sultan Abdülhamîd Hanın; “O diktatör olmak ister.” diye bahsettiği Kâmil Paşa sadrâzam oldu. Kâmil Paşa Nâzım Paşayı Harbiye nâzırlığına getirdi. 24 eylülde İttihat Terakkiye muhâlif olarak kurulan Ahrar Fırkası Türk siyâsî târihinin ikinci partisi oldu. [Ahrar Fırkası konusunda,daha ileride bazı belgeler yayınlanacaktır.SiNaN32 ] Fırkanın ileri gelenlerinden çoğu Türk asıllı olmayıp kurucuları arasında Celâleddin Ârif Nihat Reşad (Belger) İsmail Kemal Ahmed Samim ve Prens Sabahaddin gibi şahsiyetler vardı. Bünyesinde meşrutiyet aleyhtarı kimseleri ve daha sonra ikinci meşrûtiyet meclisinde yer alan Hıristiyan mebusları topladı.
    Meşrûtiyetin îlânından sonra toplanacak meclis için yapılacak seçimler çeşitli kesimlerin birbirlerini karşılıklı suçlamalarına yolaçtı. Seçim kampanyasının Bosna-Hersek’te de yürütülmesini protesto eden Avusturya 5 ekimde Bosna-Hersek’i işgâl etti. Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını Girit de Yunanistan’a katıldığını îlân etti. Ülkede seçimlerle berâber gelen karışıklıklar ve dışarıda karşılaşılan bu gibi felâketler meşrûtiyete bağlanan ümitleri söndürdü. İttihat ve Terakkinin îtibârı zayıflamaya başlayınca da güçlenen muhalefeti ezmek için düzenlenmiş fâili meçhul sûikastler ortaya çıktı. 19 Ekimde Selanik’te Üçüncü Orduya bağlı avcı taburları meşrûtiyetin muhâfazasını ve şehrin güvenliğini sağlamak için İstanbul’a getirildi.



    Meşrûtiyetten sonra İttihatçıların baskısıyla orduda alaylı subaylar ve memurlar arasında yapılan tasfiyeler gayr-i memnunların sayısını arttırarak huzursuzlukları şiddetlendirdi. Matbuattan sansür kaldırıldığı için Serbestî Mîzân Tanin ve Volkan gibi gazetelerde alaylı-mektepli subay ayrımına dâir başlayan sert ve tahrikçi üsluptaki yazılar subayların birbirleriyle ve erlerle arasının giderek açılmasına sebep oldu. Volkan gazetesinde Derviş Vahdetî İttihatçı subayların erler arasında dîne karşı takındıkları menfî tutumları istismâr ederek orduyu ve halkı isyana teşvik ediyordu.

    2 aralıkta daha önce Manastır Postanesinden çıkarken vurulan Şemsi Paşanın akrabâsı İsmail Mâhir Paşa Sultanahmed Meydanında öldürüldü. Kâtil kaçmayı başardı. Önceden beri devam etmekte olan bu gibi suikastler halkta Balkan komitacılığı usûlündeki cinâyetlerin devam edeceğine dair bir inanç uyandırıyordu. 17 Aralıkta toplanan mecliste İttihatçılar ekseriyeti sağladılar.

    Hükümet Avcı taburları ile hiç meşgul olmadığı gibi İstanbul’un inzibatı avcı taburu çavuşlarının emrine tâbi kılındı. Bunların İstanbul’da eğlence hayâtına dalmaları yüzünden askerlikle alâkaları kesilmeye başladı. Subaylarının önemli bir kısmının da izne ayrılması ile iyice başsız ve disiplinsiz kalan bu taburlar içeriden ve dışarıdan tahrik edilmeye başladılar. Bu sırada Enver Bey Berlin’e Ali Fuad Bey Viyana’ya Fethi Bey Paris’e ve Hâfız Hakkı Bey de Roma’ya ataşemiliter olarak tâyin edildiler. Harbiye Nâzırı NâzımPaşa da ordu içinde İttihat ve Terakkiye karşı bir grup kurmaya çalışıyordu. Prens Sabahattin Hukuk-ı Beşer gazetesinde yazdığı yazılarla pâdişâh Abdülhamîd Hanın tahtta kalışına karşı çıkıp İttihatçıların meşrûtiyetten sonra da gizliliklerini sürdürmelerine muhâlefet ediyordu.

    Sadrâzam KâmilPaşa da İttihatçıların baskısından kurtulmak istiyordu. Avcı taburlarını Yanya civârında isyan eden Yunan çetelerine karşı göndermek istedi. Buna muhâlefet eden İttihat ve Terakki meclisteki çoğunluğuna dayanarak gıyabında yapılan bir gensoru ile Kâmil Paşayı düşürdü. Abdülhamîd Han meclisin kararına uyarak Kâmil Paşanın istifâsını kabul etti ve yerine Hüseyin Hilmi Paşayı 14 Ocakta sadrazamlığa getirdi. Kâmil Paşa bundan sonra muhalefetle işbirliği yapmaya başladı.

    23 Ocak 1909’da Harbiye Mektebinde çıkan bir karışıklık sonucunda altmış talebe atıldı. 6 Şubatta da Derviş Vahdetî tarafından İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti kuruldu. Derviş Vahdetî Volkan gazetesindeki tahrik edici yazılarından birinde pâdişâha seslenerek; “Meşrutiyeti ilgâ ve meclisi kapatmak elinizdedir” diye yazıyor ve askerlerin ve ordunun büyük bir kısmının kurduğu cemiyetin üyesi olduğunu iddiâ ediyordu. Bu sırada Harbiye nezâreti yayınladığı bir genelgeyle ordunun siyâsetle uğraşmasını yasakladı. Medrese talebelerinin imtihan edilmesiyle alakalı bir kânun teklifiyse bunların nümâyişine sebep oldu. İstanbul’da durum iyice bozulmuştu. 7 Nisanda Serbestî gazetesi başyazarı Hasan Fehmi fâili meçhul kişilerce öldürüldü. 13 Nisanda ise dördüncü avcı taburuna bağlı askerler gece yarısı saat 04.00’da isyân ederek subaylarını hapsettiler. Ayasofya’daki Meclis-i Mebusan önüne gelerek burada toplanmaya başladılar. Derviş Vahdetî ve arkadaşları da aralarındaydı. Tanin ve Şûrâ-i Ümmet gazetelerinin idârehâneleri tahrip edildi. Adliye Nâzırı Nâzım Paşa AhmedRızâ zannedilerek Lazıkiye Mebusu Emir Arslan da Hüseyin Câhit zannedilerek öldürüldüler.

    İsyan meşrû gerekçelerden kuvvetli önderlerle idârecilerden güçlü destekten mahrum ve baştan tecrid edilmiş bir şekilde başladı.Hareketin başında az veya çok tanınmış birisi yoktu. İsyanın en önde gelen siması Hamdi Çavuştu. Halk tamâmen ayaklanmanın dışında kaldı. Yüksek seviyede din adamları ayaklanmada yer almadıkları gibi başında çavuşların bulunduğu bu isyanı tenkit ettiler. İlim adamlarından müteşekkil olan Cemiyet-iİlmiye ve siyâsî teşekküllerin aralarında birleşerek meydana getirdikleri Hey’et-i müttefika-i Osmaniye teşkilâtları meşrûtiyete sadâkatlerini beyan ederek isyâna karşı çıktılar.

    Abdülhamîd Han isyânı Hüseyin Hilmi Paşanın gönderdiği bir telgraf sonucunda öğrendi. O zaman telefon olmadığı için meclisteki telgraf merkeziyle isyânın mâhiyetini ve âsilerin taleplerini öğrenmeye çalıştı. İsyancılar Mebusan Meclisine gönderdikleri tezkirede Sadrâzam Hüseyin Hilmi Paşanın görevden azlini ve Nâzım Paşanın Harbiye nâzırı olmasını alaylı subaylardan daha önce tasfiye edilenlerin orduya geri alınmasını istiyordu.

    Pâdişâh bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşayı sadrâzamlıktan aldı. Ancak yerine Tevfik Paşayı sadrâzam Müşir Ethem Paşayı Harbiye nâzırı yaptı. Mâbeyn başkâtibi Cevad Beyi isyancılara göndererek isteklerinin kabûl edildiğini vazgeçerlerse affedileceklerini bir hatt-ı hümâyûnla bildirdi. Bunun üzerine isyancılar yatışarak dağıldılar. Ertesi gün tahrikler sonucu tekrar toplandılar. Ancak bu sefer de Gâzi Osman Paşa gönderildi. Paşanın nasîhat etmesinden sonra dağıldılar.

    İsyan esnâsında dâireler kapandı ve İttihat ve Terakki Merkez-i Umûmî mensupları Selânik’e kaçtılar. Hüseyin Câhid Suriyeli meşhur bir Hıristiyan âile olan Mutranların evine oradan da Rus elçiliğine sığındı. Dr. Nâzım Vefâ da Münir Beyin nezdinde mahfuz kalıp oradan Selanik’e kaçtı Ahmed Rıza topçu subayı Süleyman Remzi Beyin delâletiyle Şehzadebaşı’nda Ali Beyin evinde gizlendi. Bahaeddin Şâkir ise Fransız sefâret memuru Mösyö Roe’nin evinde saklanıp sonra Hareket ordusuna katıldı.

    Ancak isyânın Rumeli’deki yankısı çok büyük oldu. İsmâil Canbolat; “Meşrutiyet mahvoldu” diye telgrafla Selanik’e isyânı haber verdi. Hâdiseyi kimin hazırladığı belli olmadığı içinAbdülhamîd Han boy hedefi oldu. İttihat ve Terakki merkez ve şûbelerinden saraya tehdit telgrafları yağmaya başladı. Bir günde 67 telgraf geldi. Üçüncü Ordu mensubu askerlerle gönüllü Bulgar Sırp Yunan Arnavut ve Karadağ çetecilerinden müteşekkil bir ordu kuruldu. Edirne’deki İkinci Ordu ile de temasa geçilip bunların katılması sağlandı. Trenlerle İstanbul’a sevkedilen bu orduya “Hareket Ordusu” denildi.



    Ordunun başına önce Hüseyin Hüsnü Paşa geçmişse de komutanlığa daha sonra Mahmûd Şevket Paşa getirildi. Orduya Hadımköy’e geldiğinde Şevket Turgut Paşa komutasındaki Trakya gönüllüleri de iştirâk etti. Askerlerin büyük bir kısmı gerçek durumdan haberdâr olmayıp pâdişâhı kurtarmaya geldiklerini zannediyorlardı.

    Pâdişâha sâdık bâzı paşalar saraya gelerek Yıldız ve civârındaki birliklerin Hareket ordusu çapulcularına karşı kullanılması için izin istediler. Abdülhamîd Han yalnız pâdişâh değil aynı zamanda halîfe olduğunu otuz üç senedir aslâ kan dökmediğini belirttikten sonra; “Tüfekçilerin silahları toplansın. Kimse silah atmasın Müslümanı Müslümana kırdırmam.” diyerek bunu reddetti. Kuvveti olmasına rağmen büyük fitne çıkmaması için bunun kullanılmasına izin vermedi. İttihatçıların önde gelen simalarından Tahsin Bey (Uzer) hatıralarında; “Sultan basiretli davranıp askerler arasında kan dökülmesine meydan vermedi.” demektedir. Emre rağmen bâzı direnmeler oldu ise de şehir Hareket ordusunca bir günde ele geçirildi ve sıkıyönetim îlân edildi (25 Nisan 1909).



    Hareket Ordusu İstanbul’a gelince önce Yıldız Sarayı muhâsara edildi. Muhâsaradan önce İngiliz Rus ve Fransız elçilerinin yaptığı yardım teklifi Abdülhamîd Han tarafından reddedildi. Saray muhafızlarının silahları toplanıp Hareket ordusuna teslim edildi. Saray ve civârını besleyen büyük mutfakların ateşleri söndürüldüğü için Sultan ve maiyeti aç bırakıldı. Kendilerine bir miktar tayın ekmeği gönderildi.
    27 Nisanda Said Paşa başkanlığında toplanan mecliste Hareket ordusu lehine bir beyannâme okunduktan sonra Abdülhamîd Hanın hal’ine Mehmed Reşad’ın pâdişâhlığına karar verildi. Elmalılı Hamdi (Yazır) tarafından hal’ için hazırlanan müsveddeye îtiraz eden fetvâ emini Hacı Nûreddin Efendi; “Hâl’de şeâmet vardır Sultan Azîz hal’ edildi başımıza 93 Harbi faciası geldi.” diyerek imzâlamak istemedi. Ancak İstanbul mebusu Âsım Efendinin “Hal’ edilmekten başka çâre yoktur. Hal’edemezlerse öldürürler.” deyince mecbûren imzâladı. Yeni şeyhülislâm Ziyâeddin Efendi tarafından müsveddeye son şekli verilip hal’ veya ferâgati meclise bırakıldı. Meclis hal’i kabul etti. Bundan sonra hazırlanan iki heyetten birisi Dolmabahçe Sarayına diğeri de Yıldız’a gönderildi.



    Dolmabahçe’ye giden hey’ette Bolulu Habib Toygarlı Hâlid ve Kadıköylü Fehmi isminde Hareket ordusu veİttihat ve Terakki mensubu küçük rütbeli üç subay vardı. Reşad Hana pâdişâhlığını tebliğ ettiler ve daha sonra tahta geçiş merâsimi icrâ edildi.

    Yıldız’a Sultan Abdülhamîd Hana hal’ini tebliğ için gönderilen hey’etin teşekkül tarzı ise Türk târihinin en yüz kızartıcı hâdiselerinden birisi oldu. Bütün Osmanlı tebeasını temsil etmesi gerektiği iddiası ile teşekkül olunan heyette tek bir Türk yoktu. Bunlar Emanuel Karasso Esat Toptanî Aram Efendi ve pâdişâhın uzun seneler yâverliğini yapmış olan katışık soydan Ârif Hikmet Paşa idiler. Padişah hal’ kararını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu mâbeyn başkâtibi Cevad Beye sorup öğrenince; “Bir Türk pâdişâhına İslâm halîfesine hal’ kararını bildirmek için bir Yahûdî bir Ermeni bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı!” demekten kendini alamamıştır. Kararın tebliğinden sonra artık Çırağan Sarayında oturmak istediğini söylemiş ancak kabul edilmeyerek kırk sekiz saat içinde mâiyyetiyle berâber Selanik’e gönderilmiş burada Alatini Köşküne hapsedilmiştir.

    Abdülhamîd Hanın Yıldız’dan uzaklaştırılmasından sonra saraydaki mevcut elmas inci gibi mücevherler değeri milyarları bulan târihî kıymetler sandıklar içinde Harbiye nezâreti dış kapısı yanındaki iki binânın alt katlarına yerleştirildi. Ancak daha sonra mühürlü kapılar İttihatçılar tarafından açılarak bunlar yağma edildi ve bu tecâvüz sebebiyle de hiç kimseye mesuliyet yüklenemediği gibi suçlular da tespit edilemedi.

    Hadiseden sonra kurulan Dîvân-ı Harp isyancılardan 56 kişiyi îdâma mahkûm etti. Derviş Vahdetî de bunlar arasındaydı. Cezâlar 3 Mayıs-25 Haziran arasında infâz olundu. Prens Sabahaddin önce tevkif edilip sonra serbest bırakıldı. O da hemen Avrupa’ya kaçtı. Diğerleri de sürgün ve hapisle cezâlandırıldılar. İsyânın mâhiyetini ve tertipçilerini araştırmak için kurulan komisyon kısa bir müddet sonra dağıtıldı. Hareket Ordusu İstanbul önlerindeyken Abdülhamîd Han; “Mâdem beni istemiyorlar saltanatı birâderime ferağ ederim devleti o idâre etsin. Fakat bir meclis mi yoksa Dîvân-ı Âli mi ne kurulursa kurulup benim hâdiseyle alâkamın olup olmadığı tespit edilmelidir.” demişti. Ancak Said Paşa; “Suçsuz çıkarsa hâlimiz nice olur?” diye resmî tahkîkatın açılmasına mâni oldu.

    Hiçbir ciddî târih kitabında hâdisenin pâdişâh tarafından çıkarıldığına dâir bir bilgi belge yoktur. Sultan Abdülhamîd Hanın muârızlarından olan Ahmed Refik Bey (Altınay) 31 Martın muhâliflerce tertip edildiğini pâdişâhın bir ilgisi olmadığını belirtmektedir. Talat Paşa ve Meclis-i Mebusan Başkanı Ahmed Rızâ da pâdişâhın suçsuz olduğunu beyan etmektedirler. Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi Hatırat-ı Siyâsiye’sinde isyânın İttihat ve Terakki tarafından pâdişâhı tahttan indirmek aleyhlerinde hâsıl olan menfî düşünceleri temizlemek maksadıyla tertip edildiğini yazmaktadır. Bâzı târihçiler de “İsyânı pâdişâh tertip etseydi askerleri başsız bırakmazdı.” demektedirler.

    31 Mart Hâdisesinden sonra İttihat ve Terakki diktatörlüğüne giden yol açılmış olup meşrutiyet örfîleşmiştir. Bundan sonra yüksek rütbeli subaylar da İttihat ve Terakkiye katılmışlardır. Osmanlı Devletinde her yönüyle bir anarşi ve yıkım devri başlamış dağlardan inerek meşrûtiyeti selamlayan Balkan komitacıları tekrar dağlara çıkmışlar ve bir daha da inişleri olmamıştır. Otuzbir Mart Vak’asını tertip edenler ve Sultan İkinci Abdülhamîd’i tahttan indirenler sonunda devleti Birinci Dünyâ Harbine sokup memleketi düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçtılar. İş bununla da kalmadı bunlar işbirliği yaptıkları kimseler tarafından öldürüldüler. Bu olayların hepsi Otuzbir Mart Vak’ası ile başlamış ve on sene içinde devlet ve millet yok olma noktasına gelmiştir.


    Otuzbir Mart Vak’asının gizli tertipçilerinden olan Selim Sırrı Tarcan ile Rızâ Tevfik Beyin aşağıdaki îtirafları bu olay hakkında Türk târihine ışık tutmaktadır:

    [color=navy]“1908 İhtilâlinden evvel bizleri başta İngiliz sefiri olmak üzere Fransız İtalyan sefirleri de çok teşvik ettiler. Onlardan büyük mikyasta fikir muâveneti (yardım) ve teşvik gördük... Hey - Rızâ! Meğer kimlere hizmet etmiş?
    Nihâyet hürriyeti de -kimlere- îlân ettik! Selim Sırrı ile berâber ben de İstanbul sokaklarında üzerine çıkıp “Yaşasın hürriyet” nutukları atacak nice basamak taşları aradık.
    Bir gün Talât’a (Talât Paşa) dedim ki: “Biz bu ihtilâl için ecnebi sefirlerden hayli teşvik gördük. İşte hürriyeti îlân ettik. Gidelim bu süferâyı (elçileri) ziyâret edelim teşekkür edelim.”
    Evvelâ İngiliz sefâretine gittik. Galatasaray’daki o muhteşem binâyı tam bir ölü sessizliği içinde bulduk. Ben emindim ki sefir de dâhil olmak üzere bütün sefâret erkânı içerdeydi. Fakat bizi karşılayan sefâret kavası kimi sorduksa “Yok!” dedi. Çok soğuk bir adem-i kabul (kabul etmemek) idi bu. Bir mânâ veremeden dönmüştük.
    Cünye’de idim. Emir Abdullah’tan bir dâvet mektubu aldım. O yıl farîze-i hacı îfâ için (hac farîzesi) gidecekleri Hicaz’a beni de dâvet ediyordu. Kabul ettim. Emir hazretleri atlas kese içinde altın olarak maddî cihetten de beni çok taltif etti. (Rızâ Tevfik sürgündedir.)
    Oğlum Said İngiltere’de oturuyordu. Onu ziyârete Londra’ya gitmiştim. Said’e İskoç asilzâdelerinden Lord Nikılsın (1909’da İngiltere’nin Türkiye büyükelçisi) cenapları hayli yardım etmişti. Hem bu alâkalarına teşekkür etmek hem de eski dostluğu bir daha ihyâ eylemek üzere ziyârete gittim.Sohbet sırasında İstanbul sefâretinin (İstanbul’daki İngiliz elçiliğinin 1909’daki) bize gösterdiği o soğuk adem-i kabul hatırıma geldi. Lord cenaplarından sebebini sordum:
    -Dostum Rızâ Tevfik Bey... Biz Jön Türkleri teşvik ettik. Onlardan büyük bir netice bekliyorduk. İhtilâl olacak; istibdatla berâber sultan da bu bâhusus temsil ettiği hilâfet müessesesi de alaşağı edilecek. Fakat aldanmış olduk. Beklediğimiz netiyceyi alamadık. Zîrâ ihtilâl yaptınız gerçi Kânûn-ı Esâsî geldi fakat Sultan da hele hilâfet müessesesi de yerinde bâki..
    Lord cenaplarına tekrar sordum:
    -İngiltere devlet-i fahîmesini hilâfet müessesesi bu derece şiddetle neden alâkadar ediyor?
    -Ha... Dostum Rızâ Tevfik Bey... Biz Mısır’da bilhassa Hindistan’da İslâm kitlelerini idâremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık muvaffak olamadık. Halbuki Sultan? Yılda bir defâ bir “selâm-ı şâhâne” bir de “Hafız Osman Kur’ân-ı kerîmi” gönderiyor bütün İslâm ümmetini hudutsuz bir hürmet duygusu içinde emrinde tutuyor.
    İşte biz ihtilâlden ve siz Jön Türklerden ihtilâl sonunda sultanların da hilâfetin de yâni bir selâm-ı şâhâne ve bir Hâfız Osman Kur’ânıyla kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik aldandık. İşte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz..”

  4. #4
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    1908 Sürecinde bölgemizden satır başları



    Makedonya-Bulgaristan Kavgası ya da Clio’nun Bitmeyen Çilesi

    Can Karpat, AIA Türkiye ve Balkanlar Masası


    Bulgaristan, 1991’de bağımsızlığını kazanan Makedonya’yı tanıyan ilk devlet. Ancak 1992’de eski Bulgaristan Devlet Başkanı Zhelyu Zhelev, ülkesinin Makedon milletini ve dilini değil, sadece Makedon devletini tanıdığının altını çizdi. Bulgaristan’a göre, Makedonya coğrafi bir terim, Makedonlar ise “tarihi kazalar sonucu kaybolmuş Bulgarlar”. Bununla birlikte Bulgaristan’ın tavrı sadece güçlü bir komşunun siyasi kaprisleri değil. Bulgaristan, Makedon milletinin varlığını tanırsa, kendi tarihinin en şanlı sayfalarını kaybetme riski ile karşı karşıya: XIX. yüzyılda Makedonya’da Osmanlı’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini. Bulgaristan, “Makedonya Sorunu”nun Bulgar kahramanlarının yerini Makedon kahramanlarının almasından endişe duyuyor.

    “Doğu Sorunu”nun nüvesi kabul edilebilecek “Makedonya Sorunu”, kısaca XIX. ve XX. yüzyıllarda Doğu Avrupa’daki Osmanlı topraklarının nasıl bölüneceği sorunudur. (altını ben çizdim.SiNaN32)

    Osmanlı İmparatorluğu altında Makedonya; Üsküp, Manastır (Bitola) ve Selanik’i de içine alan çok geniş bir toprak parçasıydı.

    Karışık etnik ve dini yapısı ile Makedonya, komşularının milliyetçi emellerinin odak noktasıydı. Bu komşulardan biri de Bulgaristan’dı.

    93 Harbinde (1877-78) Rusya, Osmanlı İmparatorluğunu yenilgiye uğrattı. Ayastefanos Antlaşması ile Bulgaristan, Makedonya ve Trakya’yı da içine alan bağımsız bir prenslik haline geldi. Balkanlardaki bu Rus-Slav hegemonyasından rahatsız olan Batılı kuvvetler, Berlin’de bir kongrede bir araya geldi. Berlin Kongresinde Bulgaristan’ın “Büyük Bulgaristan” hayali parçalandı, Makedonya Osmanlı’ya geri verildi. Bu tarihten itibaren özerk Bulgar prensliği, Makedonya’da yaşayan Bulgarları da yanına alarak Osmanlı’ya karşı gerilla savaşı başlattı.


    Goce Delcev Jane Sandanski


    1893’te Makedonya’da,
    Dahili Makedonya Devrimci Örgütü (IMRO) adlı bir komita kuruldu. IMRO’nun kurucuları, gelecekte bu komitayı hangi milletin kurduğu meselesinin nasıl büyük bir mesele olacağını henüz bilmiyorlardı. Goce Delcev ya da Jane Sandanski gibi efsanevi liderlerin etnik kökenleri ciddi sorunlar çıkarıyor: Bu insanlar Bulgar mı Makedon mu? Bugün Bulgaristan’daki en önemli Makedon örgütü olan Birleşmiş Makedon Örgütü (OMO-Ilinden) her yıl Rozhen Manastırında “Pirin Çarı” Jane Sandanski’nin ölüm yıldönümünü anmak üzere tören düzenliyor. Sandanski’nin milliyeti tam olarak bilinmediğinden Bulgar polisi ile çatışmalar kaçınılmaz oluyor.

    Ne yazık ki bugün tarihçiler, Osmanlı Makedonya’sında yapılmış herhangi bir objektif nüfus sayımından yoksun. Osmanlılar Balkanlardaki Slav tebaasını dini kökenlerine göre sınıflandırırdı. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Makedon Ortodoks Kilisesi, Yunan Ortodoks Kilisesi lehine yasaklandı. 1870’lerde Bulgar Ortodoks Kilisesine izin verilince, Bulgaristan’da kurulan bu kilise Makedonya’daki -Makedonlar da dahil olma üzere- bütün Slavları kendine çekti. Bu yüzden Bulgar Kilisesine giden Makedonları Bulgar, Yunan Kilisesine giden Makedonları ise Yunan kabul etmek tarihi açıdan yanlıştır.

    IMRO’nun programı basitti: “Makedonya Makedonyalılarındır”. Her ne kadar bütün etnik topluluklar -Bulgarlar, Makedonlar, Sırplar ve Yunanlılar- kendi aralarında toprak kavgası etse de hepsinin ortak bir düşmanı vardı: Osmanlı. Bu bir bakıma Balkan Savaşlarının provasıydı. 1903’teki Ilinden ayaklanması kritik bir hadisedir.( Bu yazının hemen devamında İlinden ayaklanmasuyla ilgili bir yazı yayınlanacak.SiNaN32 )


    II.Abdulhamit

    II. Abdülhamit idaresine karşı çıkan bu isyan, hemen hemen bütün Makedonya topraklarına yayılmıştır. Üç ay sonunda Osmanlı ordusu isyanı şiddetle bastırmıştır. Bugün, Bulgaristan ve Makedonya her yıl Ilinden Ayaklanmasını anıyor. Ancak iki ülke de farklı nedenlerle. Makedonya için Ilinden Ayaklanması, bugünkü Makedon devletinin ve milli kimliğinin temelini atan hadise. Bulgaristan için ise, Ilinden Ayaklanması, Bulgar anavatanı dışında yaşayan Bulgarların şanlı bağımsızlık mücadelesi.



    Her ne kadar IMRO, gerilla savaşını “Bulgar milleti” adına başlatmışsa da, komitanın daha 1905 yılında iki büyük hizbe ayrıldığı unutulmamalıdır. Jane Sandanski’nin Serez Grubu, bağımsız bir Makedonya ve tek bir Makedon kimliği oluşturma amacı güderken (Federalistler), Boris Sarafov’un hizbi Makedonya’nın Bulgaristan’a ilhak edilmesinden yanaydı (Merkezciler). Sandanski amacı uğruna Jön Türklerle dahi işbirliğine girmekten kaçınmamıştır. Buna göre bugünün Makedonları için Sandanski’nin torunları diyebiliriz.

    Bulgar tarihi, vaat edilmiş toprak Makedonya’yı ilhak etmek adına girişilen acı savaşlarla doludur. 1913’te, Makedonya’yı din ve dil bakımından kendi toprağı sayan Bulgaristan, eski müttefikleri olan Yunanistan ve Sırbistan’a savaş açtı. Savaş tam bir felaketle sonuçlandı. Bulgaristan küçük bir toprak parçası olan Pirin Makedonyası (bugün Blagoevgrad bölgesi, Bulgaristan’ın güneybatısı) ile yetinirken geri kalan Makedonya toprakları Sırbistan (Vardar Makedonyası) ve Yunanistan (Ege Makedonyası) arasında paylaşıldı. Bulgaristan, yine Makedonya uğruna, iki dünya savaşında da “yanlış taraf”ta mücadele etti.

    Bu yüzden
    Makedonya, Bulgar tarihinin ve milliyetçiliğinin nüvesini oluşturmaktadır.




    Petar Stoyanov

    Eski Bulgaristan Devlet Başkanı Petar Stoyanov’un dediği gibi: “Makedonya, Bulgar tarihinin en romantik kısmıdır”. Tarihi ve psikolojik anlamlarla yüklü Makedonya, “Bulgarlık” fikrinin oluştuğu topraklardır. Bulgar tarihini ve şiirini tanıyan biri, neden Bulgaristan’ın bugün Makedonya’yı “tarih hırsızlığı” ile suçladığını daha kolay anlayacaktır.

    1945’te Tito, 1913’ten beri “Güney Sırbistan” olarak anılan Makedonya’yı, Yugoslavya’nın kurucu cumhuriyetlerinden biri yaptı. Tito’nun bu kararının arkasında birçok neden yatmaktadır: Nazilere karşı mücadele etmiş olan Makedonları ödüllendirmek, yeni Yugoslavya’daki Sırp
    hegemonyasını dengelemek ve Makedonya’nın Sırbistan ve Bulgaristan arasında tekrar bir anlaşmazlık konusu olmasını engellemek. Buna ek olarak, 1948’e kadar, Bulgaristan ve Yunanistan kısımlarının katılmasıyla oluşturulacak “Büyük Makedonya”yı da kapsayacak bir Balkan Federasyonu kurma fikri ciddi şekilde müzakere ediliyordu. 1945-1956 arası kısa dönem, Bulgaristan’da yaşayan Makedonların altın yıllarıydı. İkinci Dünya Savaşını müteakip yıllarda Tito ile Stalin arasındaki yakın ilişkiler Bulgaristan’ı, ülkesinde yaşayan Makedonları 1946’da milli azınlık olarak tanımaya itmiştir. Ancak 1948’de Tito’nun Stalin’le arasının açılması ve 1956’da Todor Zhivkov’un Bulgaristan’da komünist diktatörlüğünü sağlamlaştırması ile birlikte Makedonya ile bahar havası sona erdi.


    Todor Jivkov

    Zhivkov’un Bulgaristan’da yaşayan Makedonları asimile etme girişimleri Türklere uygulananlardan farklı değildi. Pirin Makedonyasında yaşayanlar artık Makedon değil, safkan Bulgardı; zira Makedonlar “kafaları karışmış” Bulgarlardan başka bir şey değildi.

    Ancak 1989’da Zhivkov’un düşmesinden ve 1991’de Makedonya’nın bağımsızlığını elde etmesinden sonra Makedonya-Bulgaristan ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacaktı ...




    Bulgaristan: Art niyetli büyük birader?

    1991’de Bulgaristan Makedon devletini tanıdı. Bulgaristan, ayrı bir devlet hatta ayrı bir milli ruh tanımakla beraber, ayrı bir millet ve dil tanımıyordu.

    Bulgaristan’a göre, birtakım tarihi kazalar ayrı bir Makedon devleti yaratmış, ancak ayrı bir millet yaratmamıştı. Makedonlar, Bulgar milletinin bir alt grubuydu. Yunanistan gibi Bulgaristan da, Tito’nun millet yaratma sürecini sorguluyor, Makedon milliyetini “oluşturma bir milliyet” olarak görüyor.

    Özellikle dil konusu iki ülke arasında ciddi bir krizin doğmasına neden oldu. Yedi yıl boyunca görünüşte iyi ilişkiler içinde olan iki devlet tek bir antlaşma dahi imzalayamadı. Sorun 1999’da oldukça karışık bir formülle çözüldü. Bugün antlaşma imzalarken Bulgar ve Makedon temsilciler belgenin sonundaki şu uzun cümlenin altına imza atıyorlar: “İki devletin resmi dilinde yapılmıştır - Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasasına göre Bulgar dilinde ve Makedonya Cumhuriyeti Anayasasına göre Makedon dilinde”. Bu formül sayesinde Makedonya ve Bulgaristan bugüne kadar en az 50 antlaşma imzaladı. Ancak imzalanan her yeni antlaşma Makedonya’ya, Bulgaristan’ın Makedoncayı meşru bir dil olarak tanımayı reddettiğini hatırlatıyor.

    Bulgaristan’a göre, Makedonca bir Bulgar diyalekti. Bir Bulgar şakasına göre, “Makedonca Sırp daktilosunda yazılmış Bulgarca”. İki dil de, Sırpça, Hırvatça ve Slovence ile birlikte Güney Slav dil ailesine mensup. 1944’te ayrı bir edebiyat dili statüsü kazanmış olan Makedonca, birçok dilbilimci tarafından bağımsız bir dil olarak kabul ediliyor. Benzer bir mantık Hırvatça ve Sırpça ikiz dilleri için de yürütülebilir. Birbirine çok yakın olan bu iki dil, eskiden tek bir dil olarak kabul edilirdi (Sırp-Hırvat dili). Bugün birçok Hırvat ve dilbilimciler, iki dil arasında dilbilgisi açısından da kültürel açıdan da farklılıklar olduğunu kabul ediyor. Hırvatça ve Sırpçanın birbirine çok yakın diller olması, bu iki milleti bir yapmıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün: Almanca ve Flamanca, Türkçe ve Azerice, Rumence va Moldavca, vs.

    Dil kavgasına rağmen Makedonya, Bulgaristan ile ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda işbirliği içerisinde. İki hükümet karşılıklı iş ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. 1999’da bir Serbest Ticaret Antlaşması imzalandı. Makedonya, komşusunun en büyük üçüncü ihraç pazarı konumunda. Ağustos 2004’te iki ülke arasında bir Avrupa ve Atlantik Katılımları Konusunda İşbirliği Memorandumu imzalandı. Bu memorandum ile Bulgaristan, Makedonya ile kendi AB tecrübesini paylaşmayı ve Makedonya’nın AB ve NATO üyeliklerini desteklemeyi taahhüt ediyor. Ayrıca Bulgaristan, Makedon ordusuna tank, top ve daha başka askeri teçhizat hibe ediyor.

    Görünen o ki, Avrupa klubüne en geç 2008’de katılacak olan Bulgaristan, Makedonya’ya “ağabeylik” ediyor. Ancak birtakım “imtiyazlar” söz konusu olduğunda -Bulgaristan’ın cömertçe verdiği vatandaşlık hakkı, sağladığı yüksek öğretim imkanları-, Makedonya bu “ağabeyliğin” samimiyetinden şüphe etmeye başlıyor.

    Institute for War and Peace Reporting’in istatistiklerine göre, 2000 ila 2005 yılları arasında 15.500 Makedon Bulgar vatandaşlığı için başvurmuş. Bu sayı her yıl ikiye katlanıyor. Hatta tüm bir kasabanın tek bir kişiyi vatandaşlık başvurusu için yolladığı dahi vaki. Makedonların ne kadar kolay bir şekilde Bulgar vatandaşlığına geçtikleri kayda değer. Bulgar kökenli olduğunu ispat etmek için bir Makedonun bunu sadece beyan etmesi yeterli. Ayrıca Bulgaristan’da ikamet etmesi de gerekmiyor.



    On yıl önce, Sofya’da eğitim gören sadece 30 Makedon öğrenci bulunuyordu. Bugün Bulgaristan’a okumak için her yıl 700 ila 800 Makedon öğrenci geliyor. Bu öğrenciler, Bulgar devletinin sağladığı geniş burs imkanlarından yararlanıyorlar. Ancak bu bursların büyük kısmı, kendilerini Bulgar olarak beyan eden Makedonlara veriliyor. Ayrıca bu öğrenciler, tarihin Bulgar versiyonunu kabul etmek zorunda.

    Bazı Makedonlar, Bulgar cömertliğini üstü kapalı bir asimilasyon girişimi olarak yorumluyor. Üsküp Üniversitesi Ortaçağ Araştırmaları Profesörü Aneta Serafimova, Bulgaristan’ı AB üyesi statüsünü istismar etmekle suçluyor. Serafimova’ya göre,

    Bulgaristan’ın büyüyen ekonomisi ve Avrupa işçi pazarlarına geçiş sağlaması Makedon gençlerini büyülüyor. Bazı Makedon siyasetçiler ise, Bulgaristan’ın gizli bir “Bulgarlaştırma” ve “Makedonya ile birleşme” emeli güttüğünü dahi iddia ediyor.
    Muhtemelen Bulgaristan böyle bir emel gütmüyor. Ancak Bulgar cömertliğinin standart pozitif ayrımcılığın çok ötesine gitmesi, bu cömerliğinin dürüstlüğüne şüphe düşürüyor.
    İki ülke arasındaki iyi ilişkilere rağmen, Bulgaristan kendi topraklarındaki Makedon azınlığı tanımayı hala reddediyor. Makedonların çoğu Blagoevgrad oblast’ında (bölgesinde) yaşıyor. 2001 sayımına göre, bölgenin nüfus dağılımı şöyle: 286.491 Bulgar, 31.857 Türk, 12.405 Roma ve 3117 Makedon. 4242 kişi ise etnik kökenini belirtmemiş. Ancak bu rakamlar tartışmalı. Bulgaristan’da yaşayan Makedon azınlığın en önemli temsilcisi, Kasım 1989’da kurulan OMO-Ilinden.
    1999’da OMO-Ilinden kendini siyasi parti olarak kaydettirdi ve belediye seçimlerinde Goce Delcev ve Razlog yörelerinden iki belediye başkanı ve üç encümen üyesi çıkardı. Ancak 2000 yılının Şubat ayına gelindiğinde Bulgar Anayasa Mahkemesi, partiyi, ayrılıkçı talepleri ile milli bütünlüğü tehlikeye attığı gerekçesi ile kapattı. 25 Kasım 2005’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, OMO-Ilinden’in kapatılmasını kınadı. Mahkemeye göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini 1992 yılında onaylamış olan Bulgaristan, sözleşmenin 11. maddesi olan dernek ve parti kurma özgürlüğünü ihlal etmişti. Her ne kadar Mahkeme, bazı
    OMO-Ilinden liderlerinin ayrılıkçı görüşleri olduğunu kabul etse de, partiyi milli güvenliğe tehdit olarak gösteren Bulgar iddialarını, partinin önemsenemeyecek derecede az siyasi nüfuza olması bakımından abartılı bulduğunu açıkladı. Mahkemenin kararı çok çelişkili. Benzer bir mantıkla, Weimar Cumhuriyeti tarihi de dünya tarihinin en saf demokrasisi olarak tekrar yazılmalı. Bununla birlikte bu durum, Bulgaristan’ın Makedon azınlığını tanıması gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bulgaristan’ın Türk azınlığı ile de geçmişte benzer sorunları olmuştu. Türklerin durumu, Bulgaristan Makedonları için ideal bir örnek oluşturabilir.

    Asıl sorun, Makedonya’nın kendi milliyetini hep olumsuz cümlelerle açıklamaya mahkum olması: Bir Makedon Sırp değildir, bir Makedon Yunanlı değildir, bir Makedon Bulgar değildir, vs. Leipzig’li antropolog ve tarihçi Stefan Troebst’ün de dediği gibi: “Makedonlar ne olmak istemediklerini iyi biliyorlar”. Şimdi Makedonya’nın ihtiyacı olan, kendi milli kimliğini olumlu cümlelerle ifade etmek. Millet olma sürecinin ancak 1945’te başlamış olması, o milletin bu tarihten önce var olmadığı anlamına gelmez.

    Bulgaristan, Makedon milliyetini tanırsa, kendi milli kimliğinin özünü kaybetmekten endişeleniyor. Oysa, Bulgar tarihi ve milli kimliği, Osmanlıya karşı verilen mücadeleye indirgenmemelidir. Osmanlı Balkanlara ancak XIV. yüzyılda hakim olurken, ilk Bulgar kavmi bölgeye VI. yüzyılda gelmiştir. Birçok şanlı sayfaya sahip 15 yüzyıllık Bulgar tarihi, XIX. yüzyılda Osmanlıya karşı yapılan bağımsızlık savaşındaki Makedon katkılarını kolayca “dengeleyecektir”.

    Makedonya ile Bulgaristan arasındaki iyi ilişkilerin hala normalize edilmeye ihtiyacı var - hele ki iki ülke de AB adayı olduktan sonra.

  5. #5
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    1903-1908 yılları arası Makedonya’da devrimci süreç

    İlinden Ayaklanması’nın amacı, dünya kamuoyunun dikkatini Makedonya’ya çekmekti. Bu başarıldı. Ayaklanmaya mutlakiyetçi Abdülhamid yönetiminin tepkisi çok orantısız oldu. Ayaklanmayı düzenleyenler Avrupa’nın olaya müdahale edeceğini düşünmüştü; ancak umdukları olmadı


    1903 yılı Ağustos ayı başında Makedonya’da çıkan İlinden Ayaklanması tüm dünya kamuoyunun ilgisini bu bölgeye çekmiş ve 1902 yılında başlamış olan uluslararası müdahale çabaları bu ayaklanmanın ardından daha da kararlı bir yola girmişti. Avrupa’nın büyük güçleri Alman İmparatorluğu’nun baltalama çabalarına rağmen Türkiye’deki insan hakları ihlallerine karşı uluslararası bir koalisyon oluşturmaya başlamış ve Abdülhamid’in gerek Makedonya gerekse de imparatorluğun diğer yerlerinde yaşayanların can ve mal güvenliklerini sağlayamaması konusunu dünya kamuoyunun gündeminde tutmayı başarmıştı.
    İlinden Ayaklanması’nın hazırlık ve planlamasını İç Makedon-Edirne Devrimci Örgütü yapmış ve uygulamaya koymuştu. Makedonya’daki durumu ayrıntılı bir biçimde çalıştığı The Manchester Guardian adlı liberal eğilimli İngiliz gazetesi adına yerinde inceleyen Henry Noel Brailsford, sıkça gönderme yapılan Macedonia: Its Races and Their Future adlı kitabında Bulgarların bu ayaklanma için on yıldır çalışmalar yaptığını iddia etmektedir. Ayaklanmanın başlangıç tarihi olarak 2 Ağustos 1903 akşamı başlayacak olan Aziz İlyas kutlamaları seçilmişti.


    Tahripkâr misilleme

    Ayaklanmanın amacı dünya kamuoyunun dikkatini Makedonya’ya çekmekti. Bu başarıldı; 1903 yılı ile 1908 Devrimi arasında yıllar boyunca özellikle Avrupa’daki kamuoyu Makedonya’da olup bitenlerle ilgisini kesmedi ve hem bağımsız yardım örgütleri hem de diplomatik kanallardan Makedonya’da yaşayanların can ve mal güvenliklerinin korunması için büyük çaba sarf edildi.
    Ayaklanmaya mutlakiyetçi Abdülhamid yönetiminin tepkisi çok orantısız oldu. Ayaklanmayı düzenleyenler Avrupa’nın olaya müdahale edeceğini düşünmüştü; ancak umdukları olmadı. Hiçbir Avrupa ülkesi askeri müdahalede bulunmadı. Avrupa’nın Büyük Güçleri arasındaki çıkar farklılıkları ve Almanya’nın mutlakiyetçi ve baskıcı Abdülhamid yönetimi yanında yer alması devletin elini serbest bıraktı. Bulgar ve diğer Balkan ülkelerindeki milliyetçi iddiaları bir yana bıraksak bile, olaya serinkanlı yaklaşan tarihçilerin büyük bir facia olarak adlandırdıkları devletin misilleme harekatı çok tahripkâr oldu. Ayaklanmanın olduğu Makedonya’da iki yüz kadar köy yakılıp-yıkıldı, 10 bine yakın ev tahrip edildi. Abdülhamid yönetiminin askeri güçleri ayrıca 5 bine yakın köylüyü ayaklananlara yataklık yaptıkları gerekçesiyle öldürüp yaklaşık 30 bin köylüyü de mülteci konumuna soktu.
    Büyük Güçler kendi aralarındaki çıkar çatışmaları yüzünden Makedonya’da Türkiye aleyhine bir sınır değişikliğine gidilmesine taraftar değillerdi. Ancak duruma ilgisiz kalamayacakları da aşikardı. Büyük Güçlerin ortaya koyabildikleri ilk ciddi reform projesi 1903 yılının Eylül ayı sonlarında Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph ile Rus Çarı II. Nikola arasında Franz Joseph’in Viyana yakınlarında Mürzsteg’deki av köşkünde yaptıkları görüşme sonucu üzerinde anlaştıkları reform programı oldu. Yabancı güçlerin İstanbul’daki elçileri aracılığıyla 3 Ekim 1903’te Türk Hükûmeti’ne iletilen notaya gore, reformların uygulanışını denetlemek için ‘Müfettiş-i Umumi’ sıfatıyla Hüseyin Hilmi Paşa’nın görevlendirilmesi isteniyordu. Onun yanına da Avusturya-Macaristan’dan ve Rusya’dan birer sivil memur verilecekti. ‘Mürzsteg Programı’ olarak bilinen bu projeye göre, Makedonya’ya uluslararası bir jandarma gücü konuşlandırılacak ve bu gücü yabancı bir general yönetecekti. Bu general Makedonya’daki üç vilayetteki jandarma gücünün ıslahı projesiyle ilgilenecek ve kendisine Büyük Güçler’in subayları yardımcı olacaktı. İdari ve adli kurumlar, yerel özerkliklerin gelişmesi yararına yenilenecekti. Ayaklanma esnasında işlenen suçları incelemek için Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan karışık komisyonlar kurulacaktı. Türkiye, evlerini terke mecbur olan Hıristiyan köylülerin yurtlarına dönüşleri, ayaklanma sırasında uğradıkları zarar ve ziyanların tazminatı ve başıbozuklarla düzenli askerlerin tahrip ettikleri ev, kilise ve okulların yeni baştan inşası için gerekli mali kaynakları sağlayacaktı. Tahrip edilen köylerine dönen köylüler bir yıllığına vergiden muaf olacaktı. Ayrıca, Abdülhamid yönetimi o ana kadar taahhüd ve ilân edip de uygulamaya koymadığı reformları bekletmeden yürürlüğe koymakla yükümlü olacaktı.

    Büyük Güçlerin baskısı

    Büyük Güçlerden Abdülhamid yönetimini destekleyen Almanya’nın da yardımıyla, Türkiye’deki mutlakiyetçi yönetim 1908 yılına kadar Makedonya’da ciddi reformlar yapmadı. Makedonya’daki durumun iyiye doğru esaslı bir değişiklik göstermemesi, herbirinin Makedonya üzerinde değişik hesapları olan Büyük Güçlerin Türkiye üzerine yaptıkları baskıya devam etmeleri anlamına geliyordu.
    Haziran ayı başlarında İngiltere Kralı Edward ile Rus Çarı Nikola Reval’de bir araya gelerek yıllardır Makedonya’daki huzursuzluk konusunda Türkiye’ye uygulamayı düşündükleri baskı konusunda görüşmeler yaptılar. Hazirandaki görüşmeden birkaç ay önce İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey’in İngiliz Parlamentosu’nda yaptığı bir konuşma ile zaten Hazirandaki görüşmenin gündeminin ne olduğu ortaya çıkmıştı: İngiliz planına göre Büyük Güçler tarafından atanacak bir genel vali bölgeyi yönetecek ve Makedonya’daki Türk askeri gücü azaltılacaktı. Böylece Türkiye’nin bölgedeki egemenliği neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış olacaktı. Rusya böyle bir öneriye hemen onay vererek Avrupalı Büyük Güçlerin denetiminin güçlendirilmesi konusunda İngiliz görüşüyle hemfikir olduğunu açıklamıştı. Ancak, Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan gibi bölgedeki ufak devletlerin toprak genişletme arzularının önüne geçmek amacıyla Makedonya’nın yasal olarak Türk egemenliğinde kalması kararlaştırılmıştı.

    Kaynayan çeteler


    ‘Balkan Sorunu’ 1902/1903 yılından beri aciliyet kazanmış bir şekilde dünya kamuoyunun gündemindeydi. Ağustos 1903’deki İlinden Ayaklanması’nı müteakip Ekim 1903’te Mürzsteg Programı olarak bilinen reform tasarısından beri Türk Hükûmeti Makedonya’da yapılması gerekenleri uygulamada çok yavaş davranıyordu. Abdülhamid’in mutlakiyetçi rejimi uluslararası platformlarda verdiği sözleri yerine getirmediği gibi, idaresi altındaki halkın can ve mal güvenliğini koruma konusunda da hiçbir şey yapmamaktaydı. Değişik etnik gruplara ait çeteler sürekli köy basmakta, mal ve cana zarar vermekteydi. Türk Hükümeti’nin baltalayıcı davranışları yüzünden bölgede konuşlanan uluslararası jandarma gücü de durumu kontrol altına almakta zorlanıyordu. Buna Büyük Güçlerin kendi aralarındaki çıkar kavgaları da eklenince ‘Balkan Sorunu’ olarak adlandırılan durum neredeyse çözümsüzlüğe doğru gitmekteydi. Reval Görüşmeleri sonrası artan uluslararası baskı Türkiye’nin Makedonya’daki egemenlik haklarına önemli darbeler vuran bir tona bürününce, zaten yıllardır Türkiye’deki kötü durumdan Abdülhamid’in mutlakiyetçi yönetimini sorumlu tutan ve devrimci eylemlerini Paris’ten örgütlemek zorunda kalan İttihad ve Terakki Cemiyeti, Balkanlar’daki bu son durum karşısında, hazırlıklarını 1908 sonbaharı için yaptığı devrimci ayaklanmayı temmuzda başlattı.
    İngiltere Kralı ile Rus Çarı’nın Reval’de 9 Haziran 1908 günü yaptıkları görüşme tüm dünya kamuoyunu ilgilendiren bir görüşmeydi. Avrupa’da çıkan değişik siyasal görüşlere sahip gazetelerin hemen hepsinde Reval Görüşmesi esnasında ve ertesinde uzun uzun yapılan değerlendirmeler içinde en dikkat çekenlerinden biri Jean Jaures’in söyledikleriydi. Olayların almış olduğu yön hakkında endişeleri olan Jaures Almanya’nın Frankfurter Zeitung ile en liberal gazetelerinden biri olan Berliner Tageblatt und Handels-Zeitung gazetesine konu ile ilgili bir demeç vermişti. Bu demecin ana noktaları hemen Londra’daki The Times gazetesi tarafından 13 Temmuz 1908 sayısında haber yapıldı. Jaures benzer görüşleri daha etraflı olarak kurucusu ve yayın yönetmenliğini kendisinin yaptığı sosyalist eğilimli L’Humanite gazetesinin 15 Temmuz 1908 sayısında da (yazı için yandaki kutuya bakınız) dile getirdi.

    Türk reformları

    İngiltere’nin Makedonya’da düzenin yeniden sağlanması için gerekli yollara ilişkin bir nota verdiği sırada, gazeteler Jön Türklerin kontrolündeki ordunun Abdülhamid’in berbat rejimine karşı ayakladığını bildiriyorlar. Bu doğru mu? Hareket gerçekten ciddi mi? Başarı şansları var mı? Makedonya’daki güçlükler gibi Türkiye’nin maruz kaldığı pek çok sorunun gerçek çözümü bu olacaktır. Söz konusu olan Türkiye’yi parçalamak ve parçalarını aç köpeklere atmak değil, onu reformlar yoluyla kurtarmaktır. Söz konusu olan aç gözlü Bulgar, Sırp ve Yunanlıları kışkırtmak ve Türk halkının çektiği tüm zorluklara bu ebedi düşmanlıkları eklemek değildir. Söz konusu olan hem Balkanların Hıristiyan nüfusunun hem de çalışkan, kanaatkar, gururlu ve cesur Türk köylüsünün yaşamını, refahını, haklarını, entelektüel gelişimini garanti altına alacak bir doğruluk, güvenlik ve özgürlük rejimi yaratmaktır.
    Eğer Jön Türkler bir reformlar ve güvenceler programını üstün kılacak bir güce sahipseler, muhteşem bir halkı yıkımdan kurtaracaklar ve Avrupa’yı uzun ve çok korkunç bir krizden koruyacaklar. Hal-i hazırda bu mümkün değil; çünkü ülkelerinin bağımsızlığına ve bütünlüğüne bağlı olan Türkler ülkelerinde kışkırtılan savurganlık, fanatizm, vahşet ve düzensizlik rejiminin yabancıların müdahaleleri için bir bahane yarattığının farkına varmıyorlar.

    Balkanlar’daki tüm toplumları birbiriyle uzlaştırabilecek olan bu özerk harekete tüm gücüyle destek olmak Avrupa’nın ödevidir. Fakat Heyhat! Avrupa’nın vicdanı öylesine kararmış ve alçalmıştır ki, bu da bize Türk reformcuların gerektiği gibi desteklenmeyeceklerinden korkmamız için yeterli sebep teşkil etmektedir. Abdülhamid’in iğrenç rejimini sömüren Almanya Türkiye’ye canlılık ve bağımsızlık getirecek olan reformları onaylayacak mıdır? İran halkının ezilmesinde suç ortağı olan İngiltere Asya siyasetiyle tam bir anti-tez oluşturacak şekilde Türk halkının bu uyanışına içten ve açık bir yakınlık duyabilir mi? Ve Hindi Çini’nde gözü dönmüş bir vergi sistemiyle insanları umutsuzluk ve isyana sürükleyen, Fas’ta ise özerklik girişimlerini yok eden Fransa Türkiye’deki ulusal reformları nasıl destekleyebilir? Her yerde baskıyla yıkım yaratan Rus hükûmetinden bahsetmiyorum. Tüm Avrupalı güçler açık bir şekilde aç gözlüdür; insanlara karşı işledikleri ağır günahlarla yüklüdür: Abdülhamid’e bile ders verecek durumda değildirler. Bununla birlikte, eğer Avrupa biraz ihtiyatlı ve sağduyu sahibi olur ve Balkan Sorunu’ndan kaynaklanabilecek karışıklıkları, tehlikeleri ve korkuları önlemek isterse, tüm irade ve arzusuyla Türkiye’de Müslüman ve Hıristiyan herkese adalet getirecek ve genellikle birbirleriyle uyuşmaz olan Avrupalı güçlerin müdahalelerini ortadan kaldıracak olan büyük Türk partisine destek vermelidir.


    Jean Jaures

  6. #6
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    Osmanlı meclisi üyelerinin 69′u Müslüman, 46’sı da Müslüman olmayan üyelerden meydana gelmişti.



    Meclis, yerel sorunların yanı sıra devletin Karadağ sorunu, tersane konferansı, Rusya ile savaş gibi genel sorunlarını çözdükten sonra 1877 yılında dağıldı.

    Seçimle oluşturulan ikinci Meclis-i Mebusan 1877 yılının aralık ayında toplandı. Bu dönem Türk-Rus Savaşı’nın en yoğun dönemiydi. Meclis yasa tasarıları yerine savaşın yönetimiyle ilgilenmeye başladı. Yapılan eleştirilerden rahatsız olan II. Abdülhamit, kendisine verilen yetkiye dayanarak, 1878 yılında meclisi dağıttı. Osmanlı meclisi, 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilân edilmesiyle yeniden çalışmalarına başladı.

    Mecliste, bu dönemde büyük saygınlık kazanan İttihat ve Terakki Partisinin üyeleri çoğunluktaydı. Ama daha sonra İttihat ve Terakki Partisinden ayrılanlar Hürriyet ve İtilâf Fırkası adında bir parti kurdular ve muhalefet yapmaya başladılar. Bu gelişmelerin sonucunda meclis feshedilerek yeniden seçim yapıldı.

    1912 yılında yapılan genel seçimlerin sonucunda İttihat ve Terakki Partisi üyeleri mecliste çoğunluğu kazandı. Ancak, az sayıdaki muhalefet partisi üyeleri de meclise girmeye hak kazanmıştı. Muhalefetin meclis dışına itilmesi çeşitli huzursuzluklara neden oldu. Bu durum karşısında çok partili sisteme son verildi ve 1914 yılında yeniden bir seçim yapıldı.



    1914 yılında yapılan seçimlere İttihat ve Terakki Partisi meclise tek parti olarak girdi. Bu durum karşısında meclisin tüm üyeleri doğal olarak bu partinin üyelerinden oluştu.

    Üçüncü dönem meşrutiyet meclisi I. Dünya Savaşı boyunca görev yaptı ve Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra 1918′de feshedildi.

    İstanbul’da bu gelişmeler olurken Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başlamıştı. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı, Misakımillî’yi kabul ettikten sonra İstanbul’un işgal edilmesiyle çalışmalarına ara verdi. Daha sonra Meclis-i Mebusan, 12 Nisan 1920′de padişahın emriyle feshedildi. Bu meclisin birçok üyesi 23 Nisan 1920′de Ankara’da açılan TBMM’ye katıldı.

  7. #7
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı (1920)






    Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı1920'de son toplantısını yapmış, üyelerinin bazıları İstanbul'daki işgal güçleri tarafından tutuklanarak sürgüne gönderilmiş, önemli bir kısmı ise Ankara'ya 1920 tarihli kararıyla gerçekleşmiştir.

    Aralık 1919 seçimlerine Rumların ve Ermenilerin çoğunluğu çıkacak sonucu gayrimeşru ilan ettirmek amacıyla girmemişlerdi. Bu arada, Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa Aralık 1919’da Ankara’ya gelmesinden kısa bir süre sonra Meclisin çalışmalarıyla ilgili son hazırlıklarını bitirmişti. Alınan karar göre; Meclisi Mebusan'daki tüm çalışmaları yürütecek bir Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti oluşturulacak, Meclis başkanlığına Mustafa Kemal seçilecek, Sivas Kongresi kararları onaylanacak ve Misakı Milli için Mecliste yemin edilecekti. İstanbul’a giden milletvekillerine bunlarla ilgili gerekli emirler iletildi.

    Ancak, 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi Mebusanı'nda Mustafa Kemal Meclis Başkanlığına seçilmedi. Hatta Müdafaa-i Hukuk grubu yerine de Felah-ı Vatan adlı bir grup ortaya çıktı. Milli Mücadele için tehlike yaratacak bu duruma sinirlenen Mustafa Kemal, Ankara toplantısında söz verip yerine getirmeyen milletvekilleri için; "Sözlerinde durmayan bu efendiler imansızdırlar. Korkaktırlar, cahildirler." dedi. Ancak, bu olumsuzluk içinde beklenmese de bir olumlu gelişme yaşandı. Sivas Kongresi kararlarının görüşülmesi sırasında Mustafa Kemal’e inançla bağlı genç milletvekillerinin baskısıyla Kongre kararları onaylandı. 17 Şubat 1920’de oybirliği ile altı maddelik Misakı Milli’yi, "Hatt-ı Mütareke dahil ve haricinde"ki Türklerle meskun toprakları bölünmez bir bütün olarak kabul etmiş, Arap topraklarından, bağımsız bir Türkiye için feragat edeceğini dünyaya ilan ederek Misakı Milli de kabul edildi. Ulusal hedefe bir adım daha yaklaşılmış oldu.

    İtilaf Devletleri bu gelişme karşısında tedirgin oldular ve Sevr Anlaşmasını Osmanlı hükümetine kabul ettirmek amacıyla 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal ettiler. Meclis buna rağmen 18 Mart’ta son bir kez daha toplandı. Bu son oturumda da çalışmalara ara verildi. Meclis sonunda padişah tarafından 11 Nisan’da dağıtıldı.

  8. #8
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart

    Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı aşağıdaki üyelerden oluşmaktaydı.


    Mebus Seçim bölgesi Siyasi mensubiyeti ve notlar



    Ali Çetinkaya Karahisar-ı Sahib (Afyonkarahisar) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.


    Ömer Lütfi Argeşo Karahisar-ı Sahib (Afyonkarahisar) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mustafa Hulusi Çalgüner Karahisar-ı Sahib (Afyonkarahisar) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Bekir Sami Kunduh Amasya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ömer Lütfi Yasin Amasya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Çayırlıoğlu Hilmi Bey Ankara Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Taşpınarlı Hacı Atıf Ankara Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ömer Mümtaz Tambi Ankara Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ahmet Rüstem (Alfred Bilinsky) Ankara Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hamdullah Suphi Tanrıöver Antalya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ali Cenani Antep Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Cami Baykurt Aydın Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mehmet Emin Erkut Aydın Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hacim Muhittin Çarıklı Karesi (Balıkesir) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Atı Bayazıt Bayazıt (Doğubeyazıt, Ağrı) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Sofrasur Asizade Resul Bey Bitlis Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Sadullah Eren Bitlis Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Tunalı Hilmi Bey Bolu Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Prof. Ahmet Selahattin Taner Bolu Haldun Taner'in babasıdır
    Cevat Abbas Gürer Bolu Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hasan Fehmi Kolay Bursa Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Osman Nuri Özpay Bursa Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    İlyas Bey Bursa

    Emin Gevelioğlu Canik Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Behçet Kutlu Kangırı (Çankırı) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hacı Tevfik Durlanık Kangırı (Çankırı) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    İsmet Eker Çorum Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hakkı Behiç Bayiç Denizli Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mutasarrıf Faik Bey Denizli

    Zülfü Tigrel Diyarbekir (Diyarbakır) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Feyzi Pirinççioğlu Diyarbekir
    (Diyarbakır) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Faik Kaltakkıran Edirne Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mehmet Şeref Aykut Edirne Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Muhittin Çöteli Mamuret-ül Aziz (Elazığ) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mustafa Şükrü Çağlayan Mamuret-ül Aziz (Elazığ) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hüzeyin Avni Bey Mamuret-ül Aziz (Elazığ)

    Kadri Bey Ergani Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Rüştü Bulduk Ergani Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Halil Bey Erzincan

    Celalettin Arif Bey Erzurum Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hüseyin Avni Ulaş Erzurum Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Süleyman Necati Güneri Erzurum Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Zihni Orhon
    Erzurum Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Abdullah Azmi Torun Eskişehir Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hacı Veli Bayraktar Eskişehir Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.


    Celal Nuri İleri Gelibolu Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Şakir Kesebir Gelibolu

    Mehmet Celal Genç Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Zeki Bey Gümüşhane

    Mazhar Müfit Kansu Hakkari Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.


    Münip Boya Hakkari

    Cemal Mersinli Paşa Isparta Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Seyfullah Efendi Isparta

    Ali Rıza Ataışık İçel (Silifke) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Dr. Adnan Adıvar İstanbul Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.


    Ahmet Muhtar Mollaoğlu İstanbul Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ahmet Ferit Tek İstanbul Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Köstenceli Numan Usta İstanbul Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Kami Bey İstanbul

    Refet Bele İzmir Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hasan Tahsin Uzer İzmir Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Yunus Nadi
    Abalıoğlu
    İzmir Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Şükrü Saracoğlu İzmir seçildi, fakat Meclis'e katılmadı

    Ali Bey İzmir

    Sırrı Bellioğlu İzmit Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Yusuf Kemal Tengirşenk Kastamonu Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mehmet Besim Fazlıoğlu Kastamonu Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Dr. Suat Soyer Kastamonu Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ahmet Hilmi Kalaç Ka
    yseri Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.
    Ahmet Rifat Çalık Kayseri Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Rıza Silsüpür Kırşehir Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ali Rıza Baba Kırşehir

    Hacı Bekir Sümer Konya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Kazım Hüsnü Konya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mehmet Vehbi Çelik Konya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Musa Kazım Göksu Konya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ömer Vehbi Büyükyalvaç
    Konya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Haydar Bey Kütahya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hocazade Ragıp Soysal Kütahya Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    İsmailzade Osman Nuri (Özgen) Bey Lazistan Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mustafa Fevzi Bilgili
    Malatya Meclis-i Mebusan'a seçilmiş, ancak katılmamış, işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'da TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mahmut Celâl Bayar Saruhan (Manisa) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    İbrahim Süreyya Yiğit
    Saruhan (Manisa) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Reşit Kayalı Saruhan (Manisa) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hamdullah Suphi Tanrıöver
    Saruhan (Manisa) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Tahsin Hüdaioğlu Maraş Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Mithat Ulusal Mardin Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hilmi Uran Menteşe (Muğla)

    İlyas Sami Muş Muş)

    Osman Kadri Bingöl Muş Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ata Bey Niğde Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.
    Halil Hulki Ayrım Siirt Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Dr. Rıza Nur Sinop Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Zeki Bey Sinop

    Hüseyin Rauf Orbay Sivas Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Vasıf Karakol Sivas Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Bacanakzade Ziya Bey Sivas Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Bekir Sıtkı Ocak Siverek Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Fazıl Bey Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar)

    Ahmet Bey Tokat

    Şevki Bey Tokat

    Hüsrev Gerede Trabzon Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ali Şükrü Bey Trabzon Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Ahmet Muhtar Cilli Trabzon

    Hasan Hayri Kanyo Dersim (Tunceli) Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Hakkı Bey Van Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Haydar Bey Van Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    İsmail Fazıl Paşa (İsmail Fazıl Cebesoy) Yozgat Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Yusuf Bahri Tatlıoğlu Yozgat Meclis-i Mebusan'ın işgal güçleri baskısıyla kapatılmasıyla Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e açılışında katılmıştır.

    Reşat Hikmet Meclis Başkan Yardımcısı

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş