Eski Türklerde aile, en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde öyle yüce bir mertebeye kurulmuştur ki kadını öylesine yüce bir varlık haline getiren töreye ve kültüre hayran olmamanın imkânı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Kendisine verilen bir takım haklardan dolayı hanların, hakanların, cengâverlerin önünde saygıyla eğildikleri bir şeref

Bu konu 1707 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Türk Kültüründe Kadın 1707 Reviews

    Konuyu değerlendir: Türk Kültüründe Kadın

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1707 kez incelendi.

  1. #1
    Aylin's - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    24.03.2009
    Mesajlar
    3.559
    Konular
    3321
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    1
    Tecrübe Puanı
    1053
    @Aylin's

    Standart Türk Kültüründe Kadın

    Eski Türklerde aile, en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde öyle yüce bir mertebeye kurulmuştur ki kadını öylesine yüce bir varlık haline getiren töreye ve kültüre hayran olmamanın imkânı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Kendisine verilen bir takım haklardan dolayı hanların, hakanların, cengâverlerin önünde saygıyla eğildikleri bir şeref abidesidir.
    Türk destanlarında kadın ilahi bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyuyla algılanmasının imkânı yoktur. En eski Türk inancına göre, Kagan ile Katun, Gök ile Yer’in evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, horlanmasının imkânı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır.
    Edebiyat, Mimari ve Kültürde Kadın: Destanlarında kadın, erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır. Yaratılış Destanı‘nda, Tanrı Ülgen’e insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren “Ak Ana” adında bir kadındır. Yakutlarda “Ak Oğlan” ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir.
    Oğuz Kağan’ın ilk karısı, karanlığı yararak, gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insanüstü varlıklardır. Yine bu destanda ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilmektedir.
    Türeyiş Destanı’nda hükümdarın kızları o kadar güzeldi ki, hükümdar, bu iki kızıyla sadece tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu.
    Orkun Yazıtları’nda Bilge Kağan: ”Sizler anam hatun, büyük annelerim, hala ve teyzelerim, begümlerim…” der.
    Dede Korkut Öykülerii’nden olan “Deli Dumrul”da Dumrul, canının yerine can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadını ona hiç çekinmeden canını vereceğini söylemiştir.
    Yine Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim Dede Korkut’taki “Bamsı Beyrek” öyküsünde yer alan “Banu Çiçek” bunun en güzel misalidir.
    Kırgızların Manas Destanı’nda kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kazaklarda kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır: “Birinci zenginlik, sağlık; ikinci zenginlik ise kadındır.”
    Tüm Türk destanlarında sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Kadınların savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Babür İmparatoru Şah Cihan, savaşlara beraber gittiği, hayat arkadaşı, büyük aşkı olan eşi Ercümend Banu Begüm, doğum yaparken ölmesinden dolayı 2 yıl yas tutmuştur ve Tac Mahal şaheserini yaptırmıştır
    İranlı bir tarihçi olan Gerdizi de “Malumdur ki Türk kadınları çok iffetlidirler.” derken Türk kadınının ahlaki temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Aynı şekilde gezgin İbni Batuta, Kırım’daki hatıralarını anlatırken söyle demektedir. “Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür.”
    İslamiyet öncesi Türk toplumlarında kadınsız bir iş görülmezdi. Kadın erkeğin tamamlayıcısıydı. O, sürekli erkeğin yanındaydı. Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde Katun da kağan ile beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, kağanın solunda oturur, siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Tanrıkut Mete’nin hatunu imzalamıştır.
    Sabarlarda, Balak Han’dan sonra yerine eşi Bogarık Katun geçti. Savaşçılığı, idareciliği ve güzelliğiyle meşhur bir Türk kadın hükümdarıydı. Bizans kayıtlarına da girmiş Boğarık Katun, 100.000 kişilik Sabar ordusuna komuta ediyordu.
    Türk kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği Altay Dağları’nın en yüksek tepesine “Kadınbaşı” ismi verilmesi, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir. Verilen toylarda, kız çocuğu sahipleri Kızıl Otağ denilen şeref trübünü niteliğindeki otağda oturtturulurdu.
    12. Yüzyılın tanınmış tarihçilerinden İbn Cübeyr, 1183-1184 yılları arasında gırnata’dan Mısır, Irak, Suriye ve Yakın Doğu ülkelerine yaptığı gezilerini anlatırken Türk kadınının toplum yaşamlarındaki önemli yerini ve değerini açıklar. Horasan Valisi Tukuş Şah ile birlikte Kâbe’yi ziyarete giden Ebu’l Mukrim Teştiki’nin yanındaki Türk prenseslerinden söz ederken, tüm Arap ülkelerini dolaştığını, Irak’taki Abbasi halifelerini ziyaret ettiğini, Selahattin İmparatorluğunu gezdiğini fakat hiçbir yerde Türk ülkelerinde olduğu gibi kadına değer verildiğine tanık olmadığını söyler. (İbn Cübeyr Seyahatname adlı kitabın yazarıdır. Kitabın İngilizce çevirisi bk. İbn Jubayr, The Travels of Ibn Jubayr.)
    13. yüzyılda Türk beldelerini dolaşan Marco Polo, Amu Derya nehrinin yukarılarında Kuzey Doğu’ya yayılan ve ‘Büyük Türkiye’ diye tanımlar olduğu yerleri ziyaret ederken Türk hükümdarlarının kızlarından söz eder ve şöyle der: “Prenses öylesine güçlü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç. Çünkü kim çıkarsa hepsini altetmektedir. Babası, kendisini evlendirmek istediği halde o buna razı olmamakta ve (kendi beğendiği birini bulana kadar) hiç kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını açığa vurmaktadır. Bundan dolayıdır ki babası ona yazılı olarak, bilediği erkekle evlenebileceğine dair söz vermiştir. Bunun üzerinedir ki prenses, ülkenin dört bir yanına haber salarak genç delikanlıları, kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa çıkacak birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır.” (The Adventures Of Marco Polo, New York, 1948, 179, 181. s.)
    Batılı yazarlar arasında Marco Polo gibi Türk kadınının özgür yaşamlarına, bağımsızlığına ve karakter olgunluğuna hayran kalanlar çoktur. Ricoldo di Morte Groce bunlardan biridir. Bu ünlü yazardan öğrenmekteyiz ki Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuk devletinde hâkim olan gelenekler, Arap ülkelerindekinden çok farklıdır ve bu farklılık, özellikle Türk kadınının toplumdaki üstün değeri ve yeri ile ilgilidir. (Pre-Ottoman Turkey, 1076-1330, 153.s.) İslam öncesi Türk topluluklarında kadına böyle bir bakış açısı varken, Türk toplumu dışında kalan milletlerde kadının durumu acınacak bir haldedir.
    Araplar: Cahiliye Devri Araplarında, bir kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır. Arap erkeği muayyen zamanında kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi. Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak ********lik sayılmıştır. Aynı dönemde yine burada kadının miras hakkı yoktu. Oysa Türk kadını miras hakkına sahiptir ve istediği gibi kullanma hakkı vardır. Ölen bir kocanın karısı var ise; mirastan iki hali olur:1. Kocanın oğlu veya kızı, oğlunun oğlu veya kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir,2. Bunlardan hiç biri kadının yanında değilse dörtte bir miras alırdı. İran’da kendilerine eş olan kızlar günahkâr sayılmışlardır. İran’da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten dolayı anaları ve kız kardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır; şeref ve haysiyet yoksunluğu olan ensest ilişkiler yaşamışlardır.
    İngilizler: İngiltere’de 11. asra kadar kocalar, karılarını satabilirdi. Hıristiyanlar ise kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere’de kadın “murdar” bir varlık sayıldığı için İncil’e el süremiyordu. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır.İngiliz piskoposu Dour’un 1888 yılında Westminster Kilise’sinde vaaz verirken söyledikleri tüyler ürperticidir: “Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi.”
    Çin: Çin’de ise boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. Kadının böyle bir hakkı yoktu. Oysa Türk kadını tüm bu haklara sahipti. Budizm’in kurucusu Buda, ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. Çin’de yeni doğan çocuk; erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez paçavralarına sarılırdı.
    Roma: Eski Türk kadını, Roma kadınından da fazla haklara sahipti. Roma hukukunda kadın, kendi malına hükmedemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Romalı kadın, Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayatı yaşamıştır. Roma’da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu.
    İşte bu dönemlerde ve daha öncesinde, Türk kızları ve kadınları, toplumun şerefli bir ferdi olarak itibar görmüşlerdir. Türk kadınının böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade eder.
    “Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar; süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını, canlı bir inci ve paha biçilemez bir pırlantadır.” Lady Mary Wortley Montagu
    “Bizde kadınlar iyi tahsil göremedikleri için aile yükselemiyor. Aile yükselemeyince millet geri kalıyor. O halde terakkinin başı kadın terbiyesidir. Kadınların iyi yetişmesidir. Kızların iyi terbiye edilmesi bir milleti yeniden ihya edebilir. Çünkü; iyi kadın, iyi aileyi vücuda getirir, iyi aileden de iyi bir millet doğar” Ziya Gökalp
    * * *
    Türkçü, Turancı, Türkolog, yazar, şair Hüseyin Nihal ATSIZ‘ın Türk Kızı için yazdığı makalesi:
    Genç Kızlarımıza Çağrı
    Her sosyal yapı, kadın ve erkek dediğimiz iki cinsin birbirini tamamlamasıyla var olmuş bir bütündür. Tek başlarına düşünülemeyen bu bireyler, birlikte yaratıcı bir güç kazanırlar. Erkek, kadınla beraberken daha bahadır, daha erdemli ve daha bilge olmak zorunluluğunu duyar. Kadın da bir erkekle birlik olunca daha soylu, daha ince ve daha içlidir. Türk milletinin sosyal yapısını incelerken de Türk kadını ile Türk erkeğinin birbirini tamamlayan bir bütün oluşu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Eğer yurt ve millet işlerinde kadın, gücünü erinin gücüne kalmışsa başarı elde edilmiş; tersine kadın, umursamaz olmuşsa her şey yarım kalmıştır. Bu gerçeği bilen Türk milliyetçileri, daha savaşın başında, Türk kadınını -bilhassa genç kızlarımızı- kendi aralarında görmenin büyük mutluluk olduğunu inanıyorlar. Onun için de sizleri kendi yanlarına, savaş alanına çağırıyorlar.
    Ey, genç Türk kızı! Atillalar, Alpaslanlar, Osman Beyler, Timurlar yaratıcı güçlerini hep sizin kucağınızda kazandılar. İbni Sinalar, Kaşgarlı Mahmutlar, Uluğ Beyler, Fuzuliler ve Barbaroslar sizden emdikleri sütün kudretiyle Türk tarihinin birer parlak yıldızı oldular.
    Siz, her çağda Türkçülük davasına kucak açıp süt verdiniz.
    Genç Türk kızı, Kurtuluş Savaşı yıllarında İnebolu’dan Ankara’ya dek uzanan yolları dolduran kağnı kafilelerinin bütün insanları cinsdaşlarınızdı. Yamalı yorganını çıplak çocuğunun değil, nem kapmasından korktuğu mermi sandıklarının üstüne örten sizin veya benim anam veya bacımdı. O savaşın kadın Mehmetçikleri, tarihimizin birer adsız bahadırıdır.
    Ey genç Türk Kızı, Türk tarihinin büyük anıtlarında da sizin adınız, sizin ruhunuz var. Dünyanın en ince sanat eserlerinden biri olan Tac-Mahal sizden biri için yaratılmadı mı?
    Fuzuli veya Nedim’in şiirlerinde her biriniz kendinizi bulmuyor musunuz? Ankara’nın Zafer Anıtındaki mermi taşıyan kadın da yine sizden biri değil mi?
    Bugün Türk tarihinin yeni bir hamle çağı başlarken, sizleri aralarında görmek, sizlerden ışık, sizlerden inanç, sizlerden heyecan istemek Türk milliyetçilerinin en doğal haklarıdır.
    Türkçülüğün; sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerde kalkınmak için çadırlarını toplamış ve yeni ufuklara doğru göç hazırlığına başlamış damarlarınızdaki kanı ülkü yolunda karşı cinsin çabalarını katmak zorundasınız. Sizler de, Ankara’ya sırtında mermi taşıyan adsız dişi Bozkurtlardan biri olunuz. Sizler de adı Zerrin Taç olan Kazvinli Türk kızı gibi, inançlarınız uğruna, yüzünde tatlı bir gülümseme ile ateşe doğru erkek bir Bozkurt gibi yürümesini biliniz.
    Bir kocamış Kurt, delikanlı Türk’e olduğu kadar -ve hatta belki de ondan fazla- siz genç Türk kızlarının yaratıcı atılışlarına inanan bir kişidir. Sizler isterseniz, toplulukları göz kırpmadan ateşe ve ölüme sürebilirsiniz. Sizler isterseniz o toplumları kalkındırmak için yapılan her savaş kolay ve rahat bir savaş olur. Sizler isterseniz önünüzde eğilmeyecek baş ve devrilmeyecek kudret düşünülmez.
    Ey Genç Türk Kızı, yarının mutlu ve büyük Türkiye’sini kendine ülkü edinen insanlar senin gücüne, senin inancına, senin desteğine muhtaçtırlar. Bu çetin yolda, her zorluğu göze almış Türk delikanlısını yalnız bırakmamak sadece ödevin değil, boyun borcundur da… Sen ona yardımcı oldukça tarihimiz yücelecek, sen, yüceleceksin…
    Ey genç Türk Kızı, istedikten sonra her şeyi başaracağına inanıyorum. Çünkü: “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
    * * *
    Son Bozkurt Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk kadını için söylediği sözlerden bazıları:
    “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın”
    “Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir.”
    31 Temmuz 1932’de Türkiye güzeli Keriman Halis’in, Belçika’da yapılan yarışmada dünya güzeli seçilmesi üzerine Atatürk, O’na “Ece”[1] unvanını verir ve Türk kadınına şöyle seslenir:“Şunu ilave edeyim ki! Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihten bildiğim için, Türk kızlarından birisinin dünya güzeli seçilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu hatırlatmayı da lüzumlu görürüm: Övünç duyduğumuz tabii güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık olunuz ve bu gelişmelerin aralıksız gerçekleşmesini ihmal etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi, yüksek kültürde ve yüksek faziletle dünya birinciliğini elde tutmaktır.”
    “Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim diymez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.” 30 Mart 1923 Vakit Gazetesi.
    ——————————————————————————


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Türk Kültüründe Kadın

          Kategori: Makaleler,Köşe Yazıları

          Konuyu Baslatan: Aylin's

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1707

    HÜZÜNLER KALDI BENDE...

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş