Meclis-i Ferâmuşan" (Unutulmuşların Mec-lisi), 1872'de Şuşa'da, Mir Möhsün Nevvab'in te-şebbüsü ile teşkil olunmuştur. Meclisin adı Hurşid Bânu Nâtevan'm "Meclis-i Üns" üyelerini saraya çekmesiyle ilgiliydi. Böylece, saraya gö-türüİmeyenler, yani unutulanlar kendi meclislerini kurmuşlardı. Buradan da anlaşılıyor ki, yeni mec-lisin çoğu üyeleri, başlangıçta "Meclis-i Üns"ün üyeleri olarak faaliyet göstermiştiler. "Meclis-i Ferâmuşan"m kırka yakm üyesi vardı. Şairlerle beraber, buraya hanende ve

Bu konu 2793 kez görüntülendi 5 yorum aldı ...
Azerbaycan'da Meclis-i Ferâmuşan 2793 Reviews

    Konuyu değerlendir: Azerbaycan'da Meclis-i Ferâmuşan

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2793 kez incelendi.

  1. #1
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart Azerbaycan'da Meclis-i Ferâmuşan

    Meclis-i Ferâmuşan" (Unutulmuşların Mec-lisi), 1872'de Şuşa'da, Mir Möhsün Nevvab'in te-şebbüsü ile teşkil olunmuştur. Meclisin adı Hurşid Bânu Nâtevan'm "Meclis-i Üns" üyelerini saraya çekmesiyle ilgiliydi. Böylece, saraya gö-türüİmeyenler, yani unutulanlar kendi meclislerini kurmuşlardı. Buradan da anlaşılıyor ki, yeni mec-lisin çoğu üyeleri, başlangıçta "Meclis-i Üns"ün üyeleri olarak faaliyet göstermiştiler.
    "Meclis-i Ferâmuşan"m kırka yakm üyesi vardı. Şairlerle beraber, buraya hanende ve sa-zendeler de iştirak ediyorlardı. Meclis başkanı Mir Möhsün Nevvab aynı zamanda güzel müzikçi ve müzik nazariyatçısıydı. Toplantılar da onun evin-de yapılırdı.
    Karabağ'm kültürel muhitine büyük etkisi olan "Meclis-i Ferâmuşan" XX. yy. başlarına kadar devam etmiştir.
    Meclisin başkanı MİR MÖHSÜN MİR AHMED OĞLU AĞAMİRZÂDE NEVVAB,
    1833'te Şuşa'da doğdu. Mükemmel tahsil almış, Fars ve Arap dillerini, felsefeyi, astronomiyi, ma-tematiği, müziği, Şark Edebiyatını, tarihini, İslâm hukukunu vb. ilim sahalarını bir uzman se-viyesinde öğrenmişti. Bütün hayatı boyunca ho-calık yapmış, evi yalnız Şuşalı olanların değil, tüm Karabağ aydınlarının ocağına çevrilmişti. İlmin farklı sahalarıyla ilgili Azerî Türkçesi ve Fars dil-lerinde yirmiden fazla araştırmanın müellifidir. Müzikle ilgili "Vüzuhül-Ergam", didaktik ve pe-dagojik konularda "Pendnâme" ve "Keşf'ül-Heqiqe", astronomiden söz eden "Kifayetü'l-Etfal" bu eserler sırasındadır. Nevvam, ayrıca kendi dö-neminin tanınan ressamlarından biriydi. 1919'da Şuşa'da vefat etmiş ve şehirdeki Mirze Hesen me-zarlığında defnolunmuştur.

    ABDULLABEY ELİBEY OĞLU ÂSİ, 1841'de
    Şuşa'da doğmuştu. Şair Kasımbey Zâkir'in kızdan torunuydu. Arap, Fars, Rus dillerini, bunun ya-nında, Nevaî eserlerini derinden öğrenmesi ne-ticesinde Çağatay Türkçesini mükemmel bilir, hatta bu dilde şiirler yazardı. Bohem hayatı geçirir, kurallara uymazdı. İsyankâr tabiatından dolayı, kendisine "Âsi" mahlasını seçmişti. Gezellerinin yanı sıra güzel mersiye şiirleri de yazmıştır. Ab-dulla Bey Asi 1874'te, 33 yaşında iken vefat et-miştir.
    SE'Dİ SÂNİ KARABAĞÎ, 1854'te Karabağ'm Cinli köyünde doğmuştu. Tahsilim Şuşa'da almış, Nakşibendî terikatmm üyesi olduğundan, daha sonra Türkiye'nin Amasya şehrine göçerek, mür-şidi Hacı Mir Hemze Seyid Nigarî'nin yanında yer-leşmiştir. Klâsik üslûptaki şiirleri, Azerî Türkçesi ve Fars dillerindedir. Çok genç iken 1879'da Amas-ya'da ölmüş ve orada da defnohmmustur.
    İBRAHİM BEY AZER, Abdullabey Âsi'nİn büyük kardeşi, Zâkir'in torunuydu. 1836'da Şuşa'da doğmuş, Karabağ'm sonuncu egemen hanı Mehdikulu Han'ın himayesinde büyümüştü. Rus dilinde mükemmel tahsil almış, Rus mah-kemelerinde avukat olmuştur. Farsça ve Azerî Türkçesiyle yazmıştır. 1885'te Şuşa'da vefat eden Ibrahimbey Azer'in eserlerinin küçük bir kısmı gü-nümüze intikal etmiştir.
    "Meclis-i Ferâmuşan" iştirakçilerinden MİRZE MEHEMMED KÂTİB İse, 1833'te Şuşa'da doğmuş, orada tahsil almıştır. Halk şiiri üslûbunda yazdığı güzel şiirleriyle ve hattat olarak tanınırdı. Mirze Feteli Ahundzâde'nin dostu olmuş, onunla mektuplaşmıştır. Kâtib, bütün hayatı boyu Şuşa'da yaşamış ve 1888 'de burada rahmetli olmuştur.
    MİRZE İSMAYIL MEHZÛN, 1821 Şuşa do-ğumlu ve "Meclis-i Ferâmuşan" üyelerinden bi-ridir. Şuşa'nm mahir hattatlarından sayılırdı. 1894'te vefat etmiştir.
    Firudinbey Köçerli'nin, "Karabağ'm üçüncü şairey-i-möhteremesi" dediği FATMA HANIM KEMİNE, Karabağ'daki her iki edebî meclisin -"Mcclis-i Üns"im ve "Meclis-i Ferâmuşan"m- top-lantılarına katılırdı. Köçerli'nin yazdığına göre; "Fatma Hanım hakikatde çok gözel ve zarif bir can idi ve zahirî gözelliyine muvafık bâtinî ve manevî tarafdan dexi ehlak-i hesene sahibesi olub, ziyade hoşhülk, mülayim ve hoşreftar bir nadereyi ze-mane idi". Fatma Hanım 1841Tde Şuşa'da doğ-muştu. Babası Beybaba Bey de "Fena" mahlasıyla şiirler yazardı. Fatma Hanım, Nâtevan'm yakın ar-kadaşıydı. Diğer kalem arkadaşları ile birlikte XIX yy. Şuşa'smın manevî-kültürel hayatında önemli
    rol oynamıştı. Her iki dilde güzel gezeller yaz-mıştır. 1898'de Şuşa'da vefat etmiş ve Mirze Hesen kabristanlığında defnolunmuştur.
    MİRZE EBDÜL HÜSEYNELİ OĞLU ŞAHİN,
    1849'da Şuşa'da doğmuş ve orada tahsil almıştır. "Meclis-i Ferâmuşan"m başlangıç dönemdeki fa-aliyetine katılmış, sonraları Kuzey Kafkasya'nın Buynaksk şehrine göçmüştür. Şiirlerinden az örnek kalmıştır. Kaynaklarda 1900'de Buynaksk'ta vefat etdiği belirtilir.
    MEŞEDÎ EYYUB BÂKİ "Meclis-i ferâmuşan" şairlerindendir. 1866'da Şuşa'da doğdu. Medresede ve özel muallimlerden ders aldı. Klâsik üslûpta ve halk şiiri üslûbunda eserlerin müellifidir. 1909'da vefat etmiştir.
    Şuşa'daki her iki meclisin faaliyetine katılan, ama "Meclis-i Ferâmuşan"in üvesi olan ME-HEMMED BÜLBÜL GARYAĞDI, tehminen 1863'te Şuşa'da doğmuş, mollahane tahsili alnııştır. Şairliğin yanı sıra hanendelik de etmiştir. "Bülbül" mahlasını da bu yüzden kazanmıştır. 1918'de vefat etmiştir. Yarım bir "Divan"ı kalmıştır.
    HESENELİ HAN KARADAĞÎ, aslen Cenubi-Güney-Azerbaycan'm Karadağ bölgesindendi. De-deleri 1804'te Şuşa'ya göç etmiş, Heseneli Han 1847'de burada doğmuştu. Şuşa'daki Rus okulunu bitirmesine rağmen kişisel çalışmasıyla Arap ve Fars dillerini de Öğrenmişti. Orijinal şiirlerinin yanı sıra Rus Edebiyatından tercümeler de yapmıştır. 1868-1922 yıllan arasında Şuşa'da hocalık yapmış, 1929'da ölmüştür.
    Eserlerinden burada örnek verilen NECEF-QULUBEY ŞEYDA, 1858'de Şuşa yakınlarındaki Baharlı köyünde doğmuş, Şuşa'da medrese tahsili görmüştü. Fler iki edebî meclisin toplantılarına ka-tılmıştı. Vefat tarihi belli değildir.
    Burada adları zikredilen ve eserlerinden ör-nekler verilen şairlerden başka, Hesen Kara Hadi, Mehemmedeli bey Mehfi, Abdullabey Abış, Behrambey Fedai, Mirze Eli Müherrir, Mirze İb-rahim Miriş vb. Karabağ şairleri de "Meclis-i Ferâmuşan"m üyesi olmuş, onun toplantılarına de-vamlı suretde katılmış, onların bir şair olarak ye-tişmesinde bu incelisin büyük rolü olmuştur.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Azerbaycan'da Meclis-i Ferâmuşan

          Kategori: Azerbaycan Tarihi

          Konuyu Baslatan: NeCeSeN

          Cevaplar: 5

          Görüntüleme: 2793


  2. #2
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart

    Neyleyim, oldu bahar, amma baharım gelmedi, Gül açıldı gülsen içre, gülüzârım geİmedi.
    Gönce tek qân oldu bağrım hicr evinde, neyleyim, Lâle tek dağlandı sinem, lâlezânm gelmedi.
    Dağ ü bâğe seyre çıxmış cümle âhûçeşmler, Râm idi, yaran, neden, âhûtetârım gelmedi.
    Ve'de verdi, smdınb ehdini oldu bîvefâ, Erş-i e'lâya dayandı âh ü zarım, gelmedi.
    Bülbül-i şeydâ kimi ahım tutubdur âlemi, Serv qedli mehcebînim, nazlı yârım gelmedi.
    Bahar mevsimi geldi, ama benim baharım gelmedi, neyleyim? Gül bahçesi içinde güller açıldı, ama benim gül yanaklım gelmedi.
    Ayrılık yüzünden bağrım gonca gibi kan oldu, ney-leyim? Göğsüm lâleler gibi dağlandı, yara doldu; ancak benim lâle bahçem gelmedi.
    Bütün âhû gözlü güzeller; dağlarda, bahçelerde gezmeye çıkmışlar. Ey dostlar! Bana itaat ettiği hâlde benim Tataristan'ın mis karacasına benzeyen sevgilim neden gelmedi?
    Önce söz verdi, sonra sözünden dönüp vefasızlığı tercih etti. Benim ağlayıp inlemelerim gökyüzünün son katma kadar ulaştı, ancak sevgilim gelmedi.
    Çılgın bülbül gibi âh edip ağlamalarım kâinatı kap-ladı, ancak servi boylu, ay alınlı, nazlı yârini
    gelmed. iSevgili Nevvab'ı bekler hâlde bırakmış, kendisi sarhoş ve neşeli bir şekilde gezmektedir.Mahmur gözlü sevgili, beni gözleri yolda bıraktı; ancak kendisigelmedidisigelmedi
    Gözlerim yolda qoyub, çeşm-i xumârım gelmedi.
    Müntezir Nevvâbı qoymuş, leyk özü mestâne
    (s. 241)
    Meni dildârdan ayrı salan dildarsız qalsm Gül yüzlü yarden tefriq edenler yarsız qalsın.
    Beni sevgiliden ayrı koyan, sevgilisiz kalsın; gül yüzlü yârdan ayrı koyan yârsız kalsın.
    Eden könlüm evin viran, salan hicre men-i zarı, Dağılsın xane-yi gelbi, görüm mimarsiz qalsm.
    Gönül evimi viran edip, ağlayan beni ayrılığa sa-lanın; gönül evi yıkılsın, göreyim yapanı olmasın.
    Eden virane bülbül aşiyanını gülüstanda, Pozulsun növraqı gülzarınm, gülzarsız qalsm.
    Gül bahçesinde bülbülün yuvasını viran edenin sevgilisinin güzelliği bozulsun, sevgilisiz kalsın.
    Meni bîçâre, bîkâre eden bazar-i dehr içre, Müşevveş nöqte-yi qelbi olub, pergarsız qalsm.
    Beni dünya pazarında çaresiz bırakanın, kalbimin merkezi bozulsun.
    Xudavende, meni bigedr eden eğyarlar daim, Huzir-i yarde her dem, görüm, miqdarsız qalsm.
    Beni Tanrı huzurunda kıymetsizleştirenler daima rakiplerdir; göreyim sevgili huzurunda her an düşük kalsınlar.
    Menim könlüm quşun ol zülfden rem eyliyen seyyad, Benim gönül kuşumu o zülüflerden ayrı koyan av- Qırılsm daim-ömrü, bazsız, şongarsız qalsm. emin daima ömrü kısalsın; doğansız, şahinsiz kal-
    sın. Ya Rabbi!
    Visal-i yarden mehrum eden bîçâre Nevvabı İlâhi, heşre kimi şâx-i ömrü barsız qalsm.
    Biçare Nevvab'ı sevgilinin visalinden mahrum ede-nin ömrünün budağın dalı haşre kadar meyvesiz kalsın


    Fedaisan, nedir bunca keşmekeş11", Bu vaizler birbirine al eder? Bexil olur insan eğer bir saet, Amma bu zahidler meh ü sal eder.
    Aralıqda itib hökmü şeriet, Qahişîerin eyleyirler teriqet, Bid'et salıb oxuyurlar heqiqet Bu bid'etizerbeft eder, şâd eder.
    Din rövneqi pozulubdur bunlardan, Müşexxesdir, mübeyy endir kemaken, O işler ki, bunlar tutur bîgüman, Ne aqiller eyler, ne cühhal eyler.
    Her heftede birisi baş qalxızır, "Enelheqq"ler deyib bar-bar bağırır, Avamları öz dinine çağırır, "Elif" qeddin şerietin dal eder.
    Bular salıb âlemlere govğanı, Teşrih edib dağıdırlar dünyanı, Pest ederler şerieti uzmanı, Bu ef alı inanma, Deccal eder.
    "Kir-birine büxl ederler aşikâr, Müselmanı bir-birine gırdırar, Halva yeyib bedov atlar tek qızar, Dize çöküb "qale ve men qal" eder.
    Cilvelenib bezmde gerdenlenir, Müridlerin gören veqtde tellenir, "Bura buyur, ağa" deyib şeflenir, Olmuyana dillerini lâl eder.
    Nefs-i emmareye olublar esir, Halva, dolma, plovadır destgir, Tox olanda çalar nefir-i sefer, Ac olanda cemdeyin kessal eder.
    Yaxşı işe ne lazım çekmek perde, Eceb meratib var bu pâk derde, E'la menasibler olur bu yerde, Birin nebbaş, birisin qessal eder.
    Alim-i rebbani hanı, yanına, Gedip qurban edek canı canına? Feda olaq ehdine, peymanına, Bular yeqin def-i gil ü qal eder.
    Nevvab eder bu qövmden elhezer, Bu keşlerin kuyine etmez güzer, Alim-i rebbanini her dem gezer, Tapsa eğer feda can ü mal eder.
    Eğer fedai isen bu karışıklık nedir? Bu vaizler bir-birlerini aldatırlar. İnsan bir saat nahoş olur ama, bu kaba sofular (bu süreyi) ay ve yıl yaparlar.
    Şeriatın hükmünü boşluğa itip, düşüncelerini ta-rikat eylerler, (Dine) bidat salıp, hakikat gös-terirler; bu bidati süsleyip mutlu ederler (yü-celtirler).
    Dinin parlaklığı bunlardan (dolayı) bozulmuştur, öteden beri müşahhas, açıktır. Şüphesiz bunların tuttuğu o işler (insanı) ne akıllı, ne de cahil eyler.
    Her hafta birisi baş kaldırır, "En'elhek" diyerek bas bas bağırırlar. Cahilleri kendi dinlerine çağırırlar, şeriatın elif (harfi gibi) olan boyunu dal harfine çe-virirler.
    Bunlar âleme kavga salmıştır, birbirine katıp dün-yayı dağıtırlar. Şeriatı uzmanı inceleyip Deccal gös-terirse, bu işe inanma.
    Birbirlerine açıkça fesaat ederler, Müslümanı bir-birine kırdırırlar; helva yiyip deli atlar gibi kızarlar, diz çöküp "dedi ve dedim" derler.
    Mecliste cilvelenip, müridlerini gördüğünde oy-naklaşır, "Bura buyur ağa" deyip büyüklenir; (mü-nidlerinin) olmayan dillerini lâl ederler.
    Nefs-i emmarelerine esir olup; helva, dolma ve pi-lava çalakaşık dalarlar. Tok olunca hemen yola çıkar, aç olanda bedenine tembellik çöker.
    Güzel işlere perde çekmeye ne gerek bu temiz derde şaşılacak mertebeler var. Öyle görevler olur bu yerde; birini mezar soyucu, birini ölü yıkayıcı eder.
    Alim-i rabbani (gerçek din âlimi) hani, yanma gidip canımızı, kurban edelim canına. Sözüne ve ye-minine feda olalım, bunlar yakında dedikoduyu def ederler.
    Nevvab, bu topluluktan binlerce yaka silker, bu kimselerin köyüne gitmez; âlim-i rabbaniyi her an arar, eğer bulursa malını ve canını feda eder.
    *Bu şiir Meclis-i Feramuşan üyelerinden şair Bakram Bey Fedai'ye yazılmıştır.

  3. #3
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart

    ABDULLA BEY ÂSİ
    (s. 245)
    Zâhida, gûşe-yi mescidde neyim var menim? Berbet ü ceng ü defü nâyü neyim var menim.
    Kövseri ve'de edersen mene gerçi nisye,
    Neqd destimde bu gün câm-i meyim var menim.
    Hûr ü qılmani çox vesf eleme mescidde, Gör nece sâqi-yi fexendepeyim var menim.
    Ne üçün Ke'be üçün kûh ü biyâbanı gezim, Meykede menzil-i Leylâdi, heyim var menim.
    Yiğilib müğbeçeler pîr-i muğan dövresi, Rühter-i ne'şx arasında Cüdeyimxx var menim.
    Âsi'yâ, meykede küncün özüne mesken edib, Nüsret-i mülk-i Keyâvus-i Key'im var menim.
    Ey kaba sofu! Mecsit köşelerinde benim neyim var? Oysa benim berbatt (:lâvuta da denilen bir çalgı), çeng (Kanuna benzer bir çalgı), def ve ney gibi çal-gılarım var.
    Gerçi bana Cennetteki Kevser suyunu vaad edi-yorsun, ama senin o vaadine karşılık benim elimde hazır olarak içki kadehim var.
    Cennetteki hurileri, gılmanları mescitte çok övme. Gel de benim ne kadar ayağı uğurlu sakim var, gör!
    Kabe'ye gitmek için neden dağlan, çölleri do-laşayım? Meyhane; Leylâ'nın, sevgilinin durağıdır. Benim burada da ''imdat" çekişim vardır.
    İhtiyar meyhanecinin etrafına çıraklar toplanmıştır. Ülker yıldız grubunun içinde kutup yıldızım vardır.
    Ey Âsî! Meyhane köslerini kendine mesken et-mişsin. Benim büyük hükümdarların ülkesine yar-dımım vardır.
    (s. 251-252)
    Qara gözlüm, qara oldu günüm zülfün kimi qâre, Perişan hâlim ondandı bulunmaz derdime çâre.
    Alıb zülf-i müselsel dövr-i mâh-i ârizin yekser, Heram râhın ve yâ mesdûd edib e'râb zevvâre.
    Eceb olmaz eqer lâl olsa tûtî cjönçe tek qemden, Açan dem lel'-i şekkerbârmı her lehze göftâre.
    Könül lâf-i enelheqq eşq-i rûyinde urar dâim, Nola Mensur tek çekse qara zülfün ani dâre.
    Könül mâyildi nûş etsin leb-i le'lin serabından, Sedâ-i hicr ref olsun ki, düşmüş renc-i hummâre.
    Töküb zehr-i helâhil kâm-i câne ef'i-yi zülfün, Nola tiryâk-i le'lin eyleye bu derde bir çâre.
    Yetib hedd-i nisâbe hüsn-i ruyin müsteheqqindir, Zekât-i hüsnünü, ey şûx, lütf et Âsi-yi zâre.
    Ey kara gözlüm! Benim günlerim de senin zü-lüflerin gibi kara oldu. Şu perişan hâlim o yüz-dendir ve bu derdime bir çare bulunmaz.
    Zincir gibi zülüflerin aya benzeyen yanağının et-rafını baştan başa kaplamıştır. ^Arap, senin yolunu ziyaretçilere ya haram etmiş, ya da kapatmıştır.
    Eğer sevgili şeker yiyen dudaklarını konuşmak için açarsa papağan üzüntüsünden gonca gibi dilsiz kalsa, şaşılma malıdır.
    Gönül senin yüzüne olan aşkından dolayı daima Enel-Hak (Ben Hakk'ım) sözünü söyler durur. Zü-lüflerin onu Hallac-ı Mansur gibi darağacına çekse ne olur?
    Gönül, sevgilinin lâl gibi kırmızı dudaklarının şa-rabını arzuluyordu, şimdi içsin. Gönül sarhoşluk sı-kıntısına düşmüş olduğu için saçma sapan sözler söylemelidir.
    Engerek yılanına benzeyen zülüflerin ruhumun ağ-zma panzehiri bulunmayan bir zehir akıtmış. Lâl taşma benzeyen dudaklarının panzehiri bu der-dime bir çare olsa ne olur?
    Ey şuh sevgili! Yüzünün güzelliği zekâtını verecek seviyeye ulaşmıştır. Güzelliğinin zekâtını hak etmiş olan ve ağlayıp sızlayan Âsî'ye lütfet!

    TECNİS
    (s. 252)
    Relim qıl, deyme sebâ, zülf-i gec-i dîldâre, Ne reva kim, düşe vüs'etde iken dîl dâre.
    Eşq rûyinde urub lâfi "enelheqq" gûyâ, Çekilib zülfde Mensur kimi dîl dâre.
    Qoyma kim, şâne deye zülfe, özün mehremsen, Sehre-şehre ol onun tek, onu ey dîl, dâre.
    Her xedengin sef-i müjkânmdan eğer kem olsa, Kimseye etme güman zülfü ârâ dîldâre.
    Âsi'yâ, cins-i seri zülfde kim, oldu könül, Zülmet-i şeb tanımaq qüdreti yox dîldâre.
    Ey sabah rüzgârı! Sevgilinin kıvrım kıvrım zü-lüflerine değme, onlara acı. Gönlüm geni bir sahada iken dara düşmesi uygun mudur? (Dâr kelimesi hem darağacı; hem de darlık sıkıntı anlamındadır).
    Gönül, aşk yüzünden "Enelhak: Ben Hakk'ım" di-yerek Hallac-ı Mansûr gib sevgilinin saçlarında da-rağacına çekilmiştir.
    Sevgilinin zülüflerine tarağın deymesine müsade etme; onun mahremi, samimi dostu sensin. Ey gönül! Bir tarak gibi diş diş ol ve onları tara.
    Eğer kirpiklerinin dizisinden bir ok eksilirse kim-seden şüphelenme! Zülüflerinin içindeki gönlümde ara!...
    Ey Âsî! Gönül, sevgilinin saçlarına başını koy-duğundan beri gece karanlığında sevgilisini ta-nımak için gerekli gücü bulamamaktadır.
    Asi'nin Çağatay dilindeki şiirlerinden
    (s. 250)
    Sebağe itsem envalimi şerh imdad qüğay mu? Peyami giltirüb bîçare dilini şâd qıîğay mu?
    Sifariş ilersem şahimğe verlen mülk-i dil şerhin, Sipahi-derdi-qemini gönderib âbad qüğay mu?
    Mey içgan dem reqib-i rusiyah birle uşol bîmehr, Feraqiden benüm qan yutmaqımı yâd qılğay mu?
    Sirişkim sudarse kuyîğe işbu mürde cismimin, Revanbexş irni birle terkizüb bir ad qilğay mu?
    Ferağiğe bile xuker itübdür xeste könlümnü, Vüsaiiğe gene bilmem onu mö'tad qılğay mu?
    İki çeşmin necin seyd ilağay avare könlümnü, Zeif olğan keyk qesdin iki seyyad qılğay mu?
    Uşol kaferğe kop yalbarme, ey dil, mürğini seyyad, Tozaqdin nali qılmaqhq bele âzad qılğay mu?
    Bena yetkec cefavü zülmüğe mö-tad olur zülfün, Veya eğyarlerğe hem bele bîdâd qılğay mu?
    Quyaş rüxsarlardin zerrece mehr ummeğay, Asi, Edalet görmeğan kes şahlarğe dâd qılğay mu?


    SE'Dİ SÂNİ QARABAĞÎ (s. 256)
    Sen güller ile gül, gözelim, gülsen içinde, Bülbüller ile men de gezim şîven içinde,
    Bir mertebedir kesret-i tîrin ciyerimde, Gûya görünür merd-i şeci' cövşen içinde.
    Sînem sitemi nâvek-i qemzenle dem-â-dem, Bir küreye benzer ki, yanar âhen içinde.
    Zülfünden ol Îsâ-nefesin öyle zeîfem, Bir rişteye benzer bedenim sûzen içinde,
    Hâşâ ki, qoyam dâmenin elden yere belke, Kessen elimi bil ki, geder dâmen içinde.
    Bir güzgüdür âlem ki, anın eksi fenadır, Se'di ne beqâ isterem ânın men içinde.
    Ey güzelim! Sen gül bahçesinin içinde güller ile bir-likte gül. Ben de bülbüllerle ağlayıp ağıt yakarak gezineyim.
    Ciğerimde oklarının çokluğu benim içirt bir rüt-bedir. Bu haliyle sanki zırh içinde yiğit bir savaşçı gibidir.
    Sinem, gamzendeki okların eziyetiyle zincirler için-de sürekli yanan bir küreye benzer.
    O Hz. İsâ nefesli sevgilinin zülüfleri yüzünden öyle zayıf düşmüşüm ki, bedenim iğne içindeki bir ipe benzer.
    Kesinlikle elimi, senin eteğinden çekmem, senden vazgeçmem. Elimi kessen bile senin eteğinde kalır.
    Dünya, görüntüsü geçici olan bir aynadır. Ey Se'dî! Onun içinde sonsuzluk olur mu ki, ben onu is-teyeyim?
    (s. 257-258)
    Geldi bir qaşı kaman yanıma göyçek-göyçek, Atdı müjkân oxunu canıma göyçek-göyçek.
    Kirpiyin çaldı, nezer eyledi süzgün-süzgün, Batdı tîr-i müjesi qanıma göyçek-göyçek.
    Dağılıb daire-yi arize zülfün, zülfün, Bâis-i sebr-i perişanıma göyçek-göyçek.
    Deste-deste tökülüb gül yüze teller, teller, Çekdi leşker dil-i viranıma göyçek-göyçek.
    Nola insafa gele ol şeh-i xûban, xûban, Tutub erzim, yete dîvânıma göyçek-göyçek.
    İsterem bir şeh-i zertext Qarabağ üzre, Basmağa möhrünü fermanıma göyçek-göyçek.
    Gövher-i şe're mütellâ ederem rnedh içre, Gelse kim, teb'-i güherkânıma göyçek-göyçek.
    Ey sebâ, eyle ğüzer töhfe-yi canı, canı, Erz qıl xidmet-i cananıma göyçek-göyçek.
    Kaşı keman gibi olan bir güzel, şirin şirin yanıma geldi. Kirpiklerinin okunu şirin şirin ruhuma attı.
    Kirpiklerini kırpıştırıp süzgün süzgün baktı. Kir-piklerin okları şirin şirin kamına battı.
    Saçların yanağının etrafına dağılmış hâldedir. Güzel zülüflerin sabrımın dağılmasının da sebebidir.
    Gül yüzüne saçının telleri deste deste dökülmüştür. Bu saç telleri, viran gönlüme yiğit bir ordu yolladı.
    O güzeller sultanı bana insaf etse, ne olur? Güzeller isteğime uyup güzel güzel huzuruma gelseler, ne olur?
    Karabağ'da benim fermanıma güzel güzel bir mühür basması için altından tahtı olan bir padişah isterim.
    İnci kaynağı gibi olan yeteneğime güzel güzel gelse onu methederek şiir mücevheriyle yaldızlarım, par-latırım.
    Ey sabah rüzgârı! Canımı sevgiliye hediye olarak götür. Canımı sevgilinin hizmetine güzelce sun.

    Bir şehin dergâh-i kûyinde gedâ olmağım, Verdi artıqlıq eceb sânıma göyçek-göyçek.
    Küfr-i zülfün meni zünnârperest qıldı, qıldı, Saldı qem rexnesin imânıma göyçek-göyçek.
    Rûz-i evvelde feda eylemişem, ey Se'dî, Canımı böyle gözel xâmma göyçek-göyçek.
    Bir sultanın köyünde dilenci olmak, benim sânımı çok güzel bir şekilde artırdı.
    Zülüflerinin küfrü beni de Hıristiyan etti. O saçlar, üzüntü ve gam zararıyla imânımı bozdular.
    Ey Se'dî! Ben canımı daha ilk yaratılış gününde böyle güzel bir hanıma iyilikle, kendi isteğimle feda etmişim.
    (s. 259)
    Könlüm gözü ol sehfe-yi rüxsâre düşübdür, Ondan beri bülbül sesi gülzâre düşübdür.
    Yıkmış evimi şâne, seba, söyle nigâre, Tâ xâtirim ol türre-yi terrâre düşübdür.
    Bîmâra ilaç eyleyebilsin nece bîmâr? Bîmâr gözüm ol gözü bîmâra düşübdür.
    Bir bade alıb müjde Züleyxâya xeber ver, Gel, Yûsif'i gör Misr'de bâzâra düşübdür.
    Se'dî ser-i kûyinde bulub Ke'be tevâfm, Ehrama girib rehne-yi dîvâra düşübdür.
    Gönül gözlerim sevgilinin yüzünün sayfasına düş-tüğünden beri gül bahçesine de bülbülün ağlama sesi düşmüştür.
    Ey sabah rüzgârı! Gönlüm sevgilinin yankesici saç kıvrımlarına düştüğünden beri tarak benim evimi yıktı, beni perişan etti; bunu o sevgiliye söyle.
    Hasta, diğer bir hastaya nasıl derman bulabilir? Benim hasta gözlerim; o hasta gözlü, mahmur gözlü sevgiliye düştü.
    Bir içki alıp Züleyha'ya müjdeli haberi ver. Çünkü Yusuf; Mısır'da pazara, köle gibi alınıp satılmaya çıkarıldı.
    Se'dî senin köyünün başında Kabe gibi tavaf et-mektedir, ihrama girmiş ve duvar deliğine (Ha-cerü'l-esved) yüz sürmüştür.

  4. #4
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart

    İBRAHİM BEY AZER
    (s. 271)
    Âhû kimi baxanda o mestâne gözlerin, Baxdıqca eyleyir meni dîvâne gözlerin.
    Ferhâd kimi men kimiye dağı deldirir, Şîrîn baxışh Xosrov-i xûbâne gözlerin.
    Her dem ki, istese baxa bir gec nigâhile, Yüz min könül yıxar yene cânâne gözlerin.
    Zencîr-i eşqini salıban boynuma menim, Bax etmeyib çeker meni her yane gözlerin.
    Eşqin edibdi Âzer-i dilxesteni cünun, Mecnunsifet sahb bu biyâbâne gözlerin.
    O mahmur gözlerin ceylan yavrusu gibi baktığında beni deli divâne hâle getiriyor.
    Güzellerin sultanı olan senin şirin bakışlı gözlerin benim gibi kişilere Ferhat gibi dağları deldirir.
    Senin sevgili gözlerin ne zaman yan baksa yüz bin gönül yıkar.
    Gözlerin aşk zincirini benim boynuma dolayıp is-tediği tarafa çeker.
    Aşkın bu hasta gönüllü Azer'i çılgına çevirdi. Göz-lerin beni Mecnun gibi çöllere düşürdü.
    (S. 271)
    Meğer, ey bîvefâ, heç yâr olanlar yârı sormazlar? Esîr-i möhnet-i qürbet olanlar bîmân sormazlar?
    Ey vefasız sevgili! Dost olanlar dostlarını arayıp sormazlar mı? Gurbet sıkıntısına esir olanlar, has-taları sormazlar mı?
    Meğer qayib olan yârı xeyâla bir getirmezler? - Meğer kaybolan sevgiliyi bir kere bile hayâle ge-
    Meğer gözden düşüb yaddan çixan efkârı sormazlar? tirmezlermiş. Meğer gözden düşüp hatırdan çıkan
    düşünceleri arayıp sormazlarmış.

    Qem-i zülf ü ruhunla gecem-gündüzüm keçir yeksan, Meğer, ey ehd ü peymansız, bele qemxârı sormazlar?
    Sebâ, izhâr qıl ol qönçeleb yâre bu peymânım, Nolub resm-i vefa kim, endelîb-i zarı sormazlar?
    Teeccüb kim ezel kâtiblerinden bu ehl-i vefa, Necün yoxdur vefa bütlerde, bu esrarı sormazlar?
    Xeyâl-i nergis-i mesti ü qem-i zülfi siyahınla, Geceler sübhedek feryâd eden bîmârı sormazlar?
    Ne çox izhâr-i hâl eylersen, ey Âzer, bu âdetdir, Kim istiğnâlı-sultanlar gedâ-yi xârı sormazlar.
    Yanağının ve zülüflerinin üzüntüsüyle gecemle gündüzüm bir oldu. Ey vefasız, sözüne sadık ol-mayan sevgili! Böyle bir dertlinin hâli sorulmaz mı?
    Ey sabah rüzgârı! O gonca dudaklı sevgiliye benim bu sözlerimi açıkla. Vefa âdetine, geleneğine ne olmuş? Böyle ağlayıp, sızlayan bülbülün hâli hatırı sorulmaz mı?
    Vefalı kişilerin, güzellerde vefanın neden olmadığı sorusunu ezel kâtiplerinden niçin sormadıkları şa-şılacak bir husustur.
    Sevgilinin sarhoş ve nergise benzeyen gözlerini hayâl etmek ve siyah zülüflerinin üzüntüsünü duy-mak yüzünden geceleri sabaha kadar feryat eden bu hasta âşığı neden arayıp sormazlar?
    Ey Âzer! Ne kadar çok durumunu açıklıyorsun? Halbuki nazlı sultanlar aşağı derece ki insanların hâlini sormazlar, bu âdettir

    MİRZE MEHEMMED KATİB
    (s. 280)
    Hîç âşiq naümid-i vesl-i cânân olmasın, Aşige dünyâda cânân olmasa, cân olmasın.
    Eylemiş ezm-i şikâr, ol şâhibâz-i izz ü nâz, Könlümü seyd etmeye, yâ Reb, peşîmân olmasın.
    Bîvefâ, eğyâre meyi etdin, dexî bundan bele, Le'l-i nâbm hesretile bağrımız qân olmasın.
    Çıxma, övce zülfünü gösterme îmân ehline, Görme bu zülmi reva eslâ Müselmân olmasın.
    Gözyaşım seylâbe döndü, yıxdı xânimânımı, Olsa her menzilde su, olmaz ki, vîrân olmasın.
    Kim ki, tehrîk eyledi, saldın nezerden Kâtibi, Nâmurâd olsun, onun derdine derman olmasın.
    Hiç bir âşık, sevgiliye kavuşmaktan ümit kermesin. Âşık için dünyada sevgili yoksa, canı da gerekli de-ğildir.
    Yâ Râb! O şeref ve naz doğam gönlümü avlamak için ava çıkmış, hiç pişman olmasın.
    Ey vefasız sevgili! Yabancıları tercih ettin, artık bundan sonra saf lâl gibi dudağının hasretiyle bağ-rımız kan olmasın.
    Yücelere çıkıp iman sahiplerine zülüflerini gös-terme. Böyle bir zulmü hiç bir Müslümana reva
    görme.
    Gözyaşlarımın sellere dönüp yurdumu yuvamı yıktı. Nerede su varsa orası muhakkak viran olur.
    Kim seni tahrik edip Kâtibî'nin gözünden düş-mesine sebep olduysa muradına eremesin, derdine derman bulunmasın.
    (s. 281)
    Bâd-i sebâ, menim erz-i halımı, O vefalı yâre dedin, ne dedi? Eşqi sevdasında derd-i serimi, Gözleri xumâra dedin, ne dedi?
    Ey sabah rüzgârı! O vefalı sevgiliye benim hâlimi söylediğinde o ne dedi? Mahmur gözlü sevgiliye onun aşkından, sevdasından başıma gelen derdimi söylediğinde o ne dedi?

    Çoxlar siyah zülfün sergerdânıdır, Perişan zülfünün perişanıdır. Könül o zencîrin bcndivânıdır, Uyııbdur şahmâra dedin, ne dedi?
    Âşiqlerin bîkemâh deyilem, Sirr-i dchânından halı deyilem, Hâli görüb derdden hâli deyilem, Derdimize çâre dedin, ne dedi?
    Bir âh çekim, yansm bağ-i zemâne, Reqiblerin rengi dönsün xezâne, Sen o şûh terlâna, rûh-i revâne, Uymasın eğyâra, dedin, ne dedi?
    Menim getmez üreyimin qübârı, Onun hemsöhbeti, kim oldu yân? Bir yâda salmadı Kâtib-i zân, Saldı âh ü zâre dedin, ne dedi?
    Çok kişi siyah zülüflerinin şaşkını olmuştur. Da-ğınık zülüflerin yüzünden perişan hâldedir. Gönül de o zincir gibi zülüflerinin vurgunu olmuştur. Zü-lüflerin yılanlar padişahı gibidir. Bunları söyleyince o ne dedi?
    Âşıkların içinde eksiği olanlardan değilim. Ağzının sırlarından da habersiz değilim. Sevgilinin benini görüp derde düştüm. Bu derde bir çâre bul deyince o ne dedi?
    Bir âh çekeyim, zaman bahçesi yansın. Rakiplerin rengi sonbahar gibi sararıp solsun: Sen o şuh, işveli şahine benzeyen sevgiliye yabancılara uymamasını söyleyince o ne dedi?
    Yüreğimin tozu, sıkıntısı hiç gitmez. Onun dostu, sevgilisi kim oldu? Şu ağlayan inleyen Kâtib'i bir kere olsun hatırlamadı, onu ağlatıp inletti deyince o ne dedi?

    MİRZE FETELİ AXUNDOV'A
    (s. 284-286)
    Ey serverim, ehvâhmı soruşsan, Gece-gündüz isim âh ü zardır. Könlüm qana döndü bu zemânede, Ol sebebden bele bîqerardır.
    Derd ü qemden qeddim yâye dönübdür, Rengin sarı kehrebâye dönübdür, Vücûdim bir müqevvâya dönübdür, GÖren deyir: "suret-i divârdir".
    Oxşatmışdm meni ehl-i xâvese, Tiflis'de çağırdın meclis-i xâse, Xcyâlat istedin menden xülâse, Cenabın eş'âra xiridardjr.
    Tesnif eylemişdim bir yaxşı kitâb, Havanın barişi etdi inqilâb, Bir seylâba düşdüm, oldu misl-i âb, Yoxsa ki, iqrârım o iqrârdır.
    Gene yazdım qâfiyeden, qezelden, Billem meylin hecve çoxdur ezelden, Böyle hecv u hedyanları düzelden, Yeqîn bil, hamıdan nâbekârdır.
    Şair güzerandan fâriğbal gerek, Hemîşe xoşdamaq, xoşiğbal gerek, Bed keçmeye ona mâh ü sal gerek, Bigüzeran şair olan xârdır.
    Ey büyüğüm! durumumu sorarsan gece gündüz işim âh çekip ağlamaktır. Şu anda gönlüm kana döndüğü için böyle kararsızdır.
    Dertten ve üzüntüden boyum yaya benzedi. Ren-gim kehribar sarısına döndü. Vücudum mukavva gibi oldu, görenler "sanki duvar gibi" diyorlar.
    Beni muhterem, saygın insanlara benzetip Tiflis'te saygın insanların toplantısına çağırmışsın. Özetle benden şiirle ilgili hayâller istedin. Şiire müşteri olan,şiirden anlayan saygın kişiler olduğunu söy-ledin.
    Güzel bir kitap yazmıştım. Havanın yağışı değişti, bir sele su damlası gibi düştüm. Yoksa, sözüm yine sözdür.
    Yine kafiyeler düzdüm, gazeller yazdım. Bilirim ki senin eskiden beri hicve yeteneğin fazladır. Böyle hiciv ve yakışıksız sözler yazanların herkesten çok hayırsız olduğunu kesin olarak bilmelisin.
    Şâir, gelip geçici şeylerden uzak olmalıdır. Daima güzel sözlü, güzel arzulu olmalıdır. Onun için aylar ve yıllar kötü geçmemelidir, yani şiirler zamana da-yanıklı olmalıdır. Zamana dayanamayan şâir, aşağı şâirdir.

    Şâirlerin pîr-i süxendânısan, Ariflerin server-i sultânısan, Aşiqlerin derdinin dermânısan, Eşq sözü senden aşikârdır.
    Senin kimi hanı me'dân-i kamâl? Bir süxenver, meclisârâ, ehl-i hâl? Ey dânâ-yi xiredmend-i xoşmeqâl, Meclisine düşen kâmkârdır.
    Yazdığın hekâyet hikmetdir tamam, Olur ki, eşide, terk ede avam, Xelâyiqe ola misl-i iltizam, Her ne desen xelqe sezâvârdır.
    Çoxdan qalıb bizim millet geride, Qor gerekdir qelp gümüşü eride, Gerçi yoxdur eriden zergeri de, Milletimiz mexlûq-i bîârdir,
    Bu yerde arifi bir para qanmaz, Mezemmet etmekden birce usanmaz, Kamalını gören meğer utanmaz, Sâkit olmaz, onda ne azardır?
    Dünyâ yoldaşıdır her millet mene, Yaxşı yoldaş ehl-i kâmâldır yene, Ariflere irad tutan kimsene, Me'rifetden nece berxudârdır?
    Arif ki, qâbil-i izz ü câh ola, Terîqesi savab, yâ günâh ola, Kişinin ki, şövgü pâdşah ola, Bu işlerde sahibixtiyârdır.
    Tâc-i serim, salma nezcrden ineni, Arifliyi bende senden öyreni, Ölmeyiben bir de görseydim seni, Çünki gözüm hesret-i dîdârdır.
    Mexdümzâdel eşitdim etmiş sefer, O seferde olsun onu müzeffer, Könül sayesinden nece el çeker, Çünki kâmâlma ümidvârdır.
    Nexl-i şirin vermez acı semeri, Her şey öz eslinden eser gösteri, Arif kesin olur arif peseri, Yeqîn ele, bu söz eslikârdır.
    Sen şâirlerin, güzel söz söyleyenlerin pirisin. Bilgili, âlim kişilerin sultanısın, başkanısın. Aşıkların dert-lerinin dermanısın. Aşk sözünü sen açıklayıp mey-dana çıkabilirsin.
    Hani senin gibi olgunluk kaynağı, düzgün ko-nuşan, meclisi süsleyen hoş sohbet, hâlde anlayan kişi nerede var? Ey hoş sözlü, akıllı, bilgili kişi! Se-ninle aynı toplantıda bulunanlar mutludur, ne-şelidir.
    Yazdığın hikâye, hikmetli bir hikâyedir. Eğer onu halk işitirse belki bu işleri terk eder. Hizmetçilere gerekli olan örnek davranışı öğretir. Halka ne de-mişsen hepsi uygundur, doğrudur.
    Milletimiz uzun zamandan beri geri kalmış hâldedir. Kalp gümüşü eritmek için ateş, kor ge-reklidir. Onu eritecek kuyumculuk sanatı olmadığı için milletimiz arsız, utanmaz mahlûklar hâline dönmüştür.
    Burada bilgili insanlar biraz bile anlaşılmaz. Onları kınamaktan bir an bile usanmazlar. Onun ol-gunluğunu görse de utanmazlar. Ondaki zulüm, incitme duygusu öyle bir duygudur ki, hiç tü-kenmez.
    Her millet benim için dünya dostu, yoldaşıdır. Ancak yine de iyi yoldaş ve dostum olanlar olgun kişilerdir. Ariflere, bilgili insanlara söz söyleyen kişi, bilgi ve sezgi yeteneğinden nasıl memnun ola-bilir?
    Bilgili kişiler izzet ve itibar sahibi olmalıdır. Tut-tuğu yol günah ve sevap çizgisinde olmalıdır. İs-teği, arzusu padişahlık olan kişinin bu işlerde karar sahibi olması gerekir.
    Ey başımın tacı! Beni gözünün önünden ayırma. Bu kulun, bilgi ve seziş gücünü senden öğrensin. Bir de ölmeden önce seni görebilseydim. Çünkü göz-lerim senin yüzüne hasrettir.
    Oğlunun (*) geziye çıktığını duydum. O, bu yol-culukta başarılı olsun. Gönül, senin gölgeden nasıl ayrılabilir? Çünkü senin olgunluğundan bir ümidi vardır.
    Tatlı fidan, acı meyve vermez. Her şey kendi as-lından bir eser ortaya koyar. Arif kişinin oğlu da arif olur. Bu sözden emin ol, çünkü gerçektir.
    * M.F. Axundov'un Brüksel Üniversitesinde tehsil alan oğlu Reşîd Bey nezerde tutulur.


  5. #5
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart

    Gerek bundan bele ey kân-i kerem, Her söz olsa yazıb size gönderem, Axundovlar cümlesine ça kerem, Menzûrumuz ne söz, ne eş'ârdır.
    İsteseniz birin xeyre yetirmek, Her feqiri topraqiden götürmek,
    Ya birinin ism ü resmin itirmek, Sizin elinizde ne düşvârdır?
    Bir iş olsa, gellem can üze-üze, Olmasa da gene müxlisem size, Kitabetin yetişmeyin yaz bize, Yazmasan müxlisin intizârdır.
    Arif bu yerlerde gerek düşmeye, Ehl-i hâl yox ona bir derdin deye, Târı bilir sizin kimi kimseye, Kâtib bir bende-yi cannisârdır.
    Ey cömertlik kaynağı! Bundan böyle ne söz söy-lemişsen onları yazıp sana göndermeliyim. Ahun-dov'ların hepsine kul, köleyim. Vaad ettiğim ne söz, ne de şiirdir.
    Bir kişiyi hayırlı bir işe ulaştırmak, her yoksulu top-rağından ayırmak, ya da birisinin ismini ve şeklini kaybetmek sizin elinizde çok mu zordur.
    Bir iş olursa canımı üzerek gelirim. Eğer o iş olmasa bile ben yine sizin samimi dostunuzum. Yaz-dıklarınızdan bizi muhakkak haberdar ediniz. Yoksa bu samimi dostunuzun gözleri yolda ka-lacaktır.
    Arif bir kişi bu yerlere düşmeye görsün. Derdini söyleyebileceği hâlden anlayan bir kişi bile bu-lamaz. Tanrı bilir ki, sizin gibi bir kişiye Kâtip, can-veren bir köle hükmündedir.
    MİRZE ISMAYIL MEHZUN
    (s. 284-286)
    Ne xoşdur sohbeti yârın bahar eyyamı bağ ile, Ne çâre kim, ele gelmez eğer gezsen çırağ ile.
    Müseffâ câm-i gülgûni tuta sergerm mestâne, Letafetle ede peyman, tuta destin eyağ ile.
    Könül mürği olub pünhân siyah zülfün arasında, Besi müşkül olur peyda onu etmek sorağ ile.
    Gezer sergeşte uşşağın, töker gözden ciqer qânm, Revadır mı reqib âxır geze kûyin dimağ ile?
    Cefâ-yi te'n-i eğyâra nece teb eyleyim âxır, Dil-i Mehzû'ne her seet çeker min dâğ dâğ ile.
    Sevgilinin bahar günlerinde bahçede sohbeti ne kadar güzeldir. Ancak elinde çıra ile gezsen bile bir türlü ele geçmez.
    Sarhoş, saf ve gül renkli içki kadehini kendinden geçmiş bir hâlde tutsun. Elindeki kadehi tutarak hoş bir şekilde sunsun.
    Gönül kuşu, siyah zülüflerinin arasında giz-lenmiştir. Onu sorular sorarak ortaya çıkarmak bu yüzden çok zordur.
    Âşıkları,n sersem bir şekilde gezerek gözlerinden ciğerlerinin kanını dökerler. Rakibin sonunda sev-gilinin köyünde aklı başında olarak gezmesi uygun mudur?
    Başkalarının kınayıp ayıplanmasının sıkıntısına so-nuna kadar nasıl dayanayım? Mehzûn'un gönlüne her an binlerce yara açarlar.


    FATMA XANIM KEMİNE (Fatma Xamm Kemine, Şiirler - Bakı-1964, s.16)
    Könül, aldanma, bu çerx-i felekde e'tibâr olmaz, Vefa bir kimsede, ger olmasa, namus ü âr olmaz.
    Ey gönül! Aldanma! Bu felekte insanın değeri, iti-barı olmaz. Eğer bir insanda vefa yoksa o kişide namus ve âr da bulunmaz.
    Ferâr et zülf dâminden, gel uyma dâne-yi xâla, Hidâyet övcine seyr eyle kim, şahin şikâr olmaz.
    Mükerrer cövrler qıldm mene, ey çerx-i bîpervâ, Nedendir bir usanmazsan, meğer rûz-i şümâr olmaz
    Mey-i gülgûnilen sâqî eder serşâr iqdâmi,
    Lebün tek teşne-yi ruhani vermez, xoşgüvar olmaz.
    Yed-i qüdret çekibdir suretin görse eğer Mâni, Nigaristan-i Çin berhem olar neqş-i niqâr olmaz.
    Dem â dem könlümü qan eyleyir eğyâr teniyle, Cefâ-yi yârilen bülbül veli gülden kenar olmaz.
    Eğer sebt olmasa lövh-i cîbinde ezel günde, Kemine, bir belâye sen kimi kimse düçâr olmaz.
    Sevgilinin zülüflerine kurduğu tuzaktan kaç, yü-zündeki tuzak yemine benzeyen ben tanesine al-danma. Hak yolunun zirvelerine doğru yüksel, çünkü şahin av olmaz.
    Ey korkusuz felek! Bana tekrar tekrar işkence ettin. Bilmem nedendir, bu eziyet etmeden usanmazsın? Bunun bir hesap günü yok mu?
    İçki sunan güzel, gül renkli içkiyi devamlı çalışarak doldurup taşırır. Ancak dudakların gibi, manevî susamışlara içki vermez ve lezzetli olmaz.
    Senin yüzünün şeklini Allah'ın kudret eli çizmiştir. Eğer seni meşhur Çinli nakkaş Mâni görseydi "Çin gibi güzeller ülkesi darmadağınık olur, o güzelin resmi çizilemez" derdi.
    Başkaları kınamalarıyla daima gönlümü kanlı hâle getirirler. Ancak sevgilisinin eziyeti bülbülü bile gülden uzak tutamaz.
    Eğer alnının levhasına ilk yaradılış ânında bunlar kaydedilmeseydi, ey Kemine, böyle bir belâya kimse senin gibi düşmezdi.
    2
    (s. 31)
    Yandirdı ğem oduna felek şâd könlümü, Şebxûn edibdi dille perîzâd könlümü.
    Ol tîğ-i ebru-yi merdümân-i çeşm, Qıldı xerâb gör nece âbâd könlümü.
    Hem qurdu dâm zülfü sepib xâl dânesin, Seyd eyledi ne mekrle seyyâd könlümü.
    Cövr-i zemâne qıldı meni -zâr ü xestedil, Yox bir enîs ü munis ede şâd könlümü.
    Çoxdandı qân olubdu, açılmazdı gönce tek, Rüsvây qıldı nâle-yi feryâd könlümü.
    Herdem piyâle-yi femi serşâr eden yeqîn, Ger sâqi-yi zemâne qıla yâd könlümü.
    Durmuş Kemine, qeza kemendde zaman-zaman, Eyler cefâ-yi zülmle berbâd könlümü.
    Felek, sevinçli gönlümü üzüntü ateşiyle yaktı. O peri gibi sevgili, gönlüme bir gece baskını yaptı.
    Sevgilinin gözbebeklerinin üzerindeki kaşlarının kı-lıcı mâmur gönlümü nasıl hârâp etti, gel de gör!
    Zülüfleri ben tanelerini serpip bir tuzak kurdu. O avcı sevgili, türlü hilelerle gönlümü avladı.
    Zamanın eziyet ve sıkıntısı beni hasta gönüllü ve devamlı ağlar hâle getirdi. Gönlümü ne-şelendirecek bir dost ve yardımcı da yok.
    Çoktan beri gönlüm kan dolu hâldedir, bu se-bepten goncalar gibi açılmıyordu. Ağlama ve in-lemelerim gönlümü etrafa rezil ettiler.
    Eğer zamanımızın içki sunucusu gönlümü ansa muhakkak ki ağzının kadehini daima dolu tutardı.
    Ey Kemine! Kader elinde kementle, sevgilinin sa-çıyla hazırlanmış ve zaman zaman eziyet ve sı-kıntıyla gönlümü berbat eder.
    3 (s.69)
    Dönüb kördüm, ezîzâ, qane sensiz, Gelir şâm ü seher efqâne sensiz.
    Seninle dûzexin nârına yannam, Behiştde baxmaram qılmâne sensiz.
    Eden âbâd me'mari visalin, Ohibdu hicrde vîrâne sensiz.
    Mükedder bezm veslinde olan dil, Neçün hicran odunda yana sensiz?
    Enîs olmuşdu dil ol serv-i qedde, Yanar billâh, nece pervane sensiz.
    Ne sensiz hüm ayağına el vurram, Ne de hûş eylerem peymâne sensiz.
    Olur berhenı pedişan qâne dönmüş. Könül zülfe çekende şâne sensiz.
    Dilimde zikrsen, könlümde fikrim, İki âlem dexî efsâne sensiz.
    Kemine, ey herîf-i bîmürüvvet, Olar qorxur budur dîvâne sensiz.
    Ey sevgili! Gönlüm sensiz olunca kana döner. Yine sensizken sabah akşam feryat eder.
    Seninle cehennem ateşinde yanayım, Sensizken cennetteki güzellere bile bakmam.
    Sana kavuşma mimarı, beni mâmur hâle getirir. Sensiz ve ayrılık anında ise viran hâline gelir.
    Kederli bir toplantıda sana kavuşan gönül, neden ayrılık ateşinde sensiz yansın?
    Gönül, o servi boylu sevgiliye samimi bir dost ol-muştu. Vallahi, sensiz birçok pervane yanar.
    Sensizken ne içki kadehine dokunurum, ne de ka-dehe sensiz akıl erdirebilirim?
    Sen zülüflerini tarayınca gönül dağılır, perişan olur, kana döner.
    Dilimde zikirsin, gönlümdeki hayâlimsin. Sensiz, iki dünya da bir yalandır.
    Ey Kemine! Ey hayırsız adam! Onlar korkar, sensiz deli divâne olan benim.
    4 (s. 113)
    Merez-i eşge ilâç eylemez tebîb, ölme. Bu derde çâre eler veslet-i hebîb, ölme.
    Visale tâlib olan âşiqe belâ yetişir, Ferâqe sebr ele sen, bunca bîşekîb ölme.
    Xeyâl-i zülf seni xeyli nâtevân edecek, Seni merîz eder çeşm-i dilferîb, ölme.
    Feğân ü nâle çekib qılma hicrden sükvâ, Budur ümmîd sene vesl ola nesîb, ölme.
    Deme vetende mene bir enîs ü munis yox, Sene enîs qem-i eşqdir qerîb ölme.
    Qiyâm qilmasa ger serv-i qedi simendam, Ki, rûz-i heşr sene olmaz enqerîb ölme.
    Doktorlar aşk hastalığına çare bulamaz, ölme! Bu derde, sevgiliye kavuşmak çâre olur, ölme!
    Kavuşmayı arzulayan âşık, belâlara düşer. Sen ay-rılığa karşı sabırlı ol, bu kadar sabırsız bir şekilde ölme!
    Sevgilinin zülüflerini hayâl etmek seni bir hayli güçsüz düşürecektir. Gönlü aldatan gözler seni hasta edecektir, ölme!
    Ağlayıp sızlayarak ayrılıktan şikâyet etme. Senin tek ümidin sevgiliyle kavuşmanın nasip olmasıdır, bu yüzden ölme!
    Vatanda bana bir dost ve yardımcı yok deme. Sana aşk üzüntüsü dosttur, garip ve yalnız ölme!
    Gümüş vücutlu, servi boylu sevgili eğer ayağa kalkmazsa senin için kıyamet günü gelmez, onun için yakın zamanda ölme.
    Şikâyet etme Kemine, reqîb cövründen, Kemend-i eşqe düşer sen ki, reqîb ölme.
    Ey Kemine! Rakibin verdiği sıkıntıdan şikâyet etme. Eğer aşk kemendine düşersen rakip olarak ölme!

    EBDÜL ŞAHIN
    (Poteik Meclisler, Bakı-1987, s.295)
    Yâ Rebb, ne oldu bülbüle, gülzâre gelmedi? Şâx-i gül üste etmeye güftâre gelmedi?
    Yâ mümkün olmayıb keçe seyr-i sirişkden, Yâ öz özünde düşdü gözü cjâre gelmedi?
    Müjkân oxun atdi o qaşı kaman urdu sîneme, Seyyâda bax ki, şeyde urub yâre gelmedi.
    Can riştesi elimde baha târ-i zülfüne, Gözler gözüm o Yûsif i, bâzâra gelmedi.
    Her qedr deydi seng-i melâmet bu cismime, Bir dem hedîs-i eşqini inkâre gelmedi.
    Qeddim kaman olub qaşıtek intizârdan, Bextim kimi o türreleri târe gelmedi.
    Şahin, sebû su üste sınar, şâne zülfde, Yoxsa çekildi zülfde dîl dâre gelmedi?
    Yâr Rab! Bülbüle ne oldu, gülbahçesine gelmedi? Gül dalının üzerinde Ötmeye neden gelmedi?
    Ya gözyaşları selinden geçmesi mümkün ol-mamıştır ya da kendi kendine gözü kararıp düş-müş olmalıdır.
    O keman kaşlı sevgili, kirpik oklarını atıp göğsümü vurdu. Avcıya bakın ki, avı vurduğu hâlde yara aç-madı.
    Elimdeki can ipliği zülüflerinin teline değer. Göz-lerim o Uz. Yusuf gibi güzel olan sevgiliyi bekler; ancak o çarşıya, pazara gelmedi.
    Kınama, ayıplama taşlan bu vücuduma her an değdi, dokundu. O ise bir an bile aşk haberini inkâra gelmedi.
    Boyum, beklemekten sevgilinin kaşı gibi yay hâline dönmüş hâldedir. O saçımın kıvrımları, bahtım gibi ipe gelmedi.
    Ey Şahin! Desti su yolunda, tarak ise sevgilinin saç-larında kırılır. Yoksa zülüflerdeki gönül darağacına asılmaya gelmedi ini?
    (s. 196)
    Eşq dîvânesiyem, zülfün olub zencîrim, Yoxdur âlemde bir âqil kim, ede tedbîrim.
    Dedin: -Öldürem eğer kûyime gelsen- gelirem, Ne senin doğru sözün var, ne menim tezvirim.
    Cümle üşşâqma düşnâm verib şâd etdin, Salmadın yâde men-i zari, nedir teqsîrim?
    Gönçeveş açdı lebin, hâlini sordum, dedi ki, Dönderib bağrımı qâne, kesilib teqrîrim.
    Cem' edib te'ne elasından özüme ev tikdim Ah, Şahin ki, sirişkim pozacaq te'mîrim.
    Ben aşk delisiyim, senin zülüflerin de benim zin-cirim olmuştur. Benim bu hâlime tedbir alacak kadar akıllı, dünyada hiç kimse yoktur.
    "Eğer benim memleketime gelirsen öldürürüm" dedin. Buna rağmen ben gelirim. Çünkü senin hiç-bir doğru sözün, benimse yalanım yoktur.
    Bütün âşıklarına sövüp sayarak bile olsa mutluluk verdin. Benim suçum nedir? Ağlayıp sızlayan beni, hiç hatırına getirmedin.
    Dudakların gonca gibi açtı, hâlini sordum. "Bağ-rımı kana çevirdin, karar verme gücüm tükendi" dedi.
    Beni ayıplamak için atılan taşları toplayıp kendime ev yaptım. Ey Şahin! Üzüldüğüm husus göz-yaşlarımın bu yaptığım evi yıkması tehlikesidir.

  6. #6
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart

    MEŞEDİ EYYUB BÂKI
    (s.30 3)
    Meni eşq ehlinin dîvânına dîvâne yazmışlar, Könül mülkün, ezîzim, derd-i eşqe xâne yazmışlar.
    Könül xâk-i belâdan, âb-i qemden çün xemir oldu, Bu vîrân olmuşu ol veqden virane yazmışlar.
    Qeddim nün, taleyim dûn, hem sirişkim xûn,
    özüm mehzûn,
    Gören dîbâçe-yi ömrümde, âyâ, tâ ne yazmışlar?
    Müselmânam, meni bîdin eden bir türfe tersâdır, Çıxardan âdemi yoldan, beli, bir dâne yazmışlar.
    Dağılmış mû-be-mû, her riştesi bir nâle saz eyler, Ezel günden könlümü pürpiç-i tare şâne yazmışlar.
    Üzünde âye-yi mövt ü heyâtı görmeyib güya? Geder kâtibleri ol âyeni Qur'an'e yazmışlar.
    Yanar, cânâ, vücûdim, dûdi eslâ aşikâr olmaz, Deyen şem'-i belâya Bâkî'ni pervane yazmışlar.
    Beni aşk ehlinin divânına deli diye yazmışlar. Ey sevgilim! Gönül ülkesini aşk derdinin evi olarak yazmışlar.
    Gönül, dert toprağı ile üzüntü suyunun ka-rışmasından meydana gelen hamurdan oluş-muştur. Bu viran gönlü, o zamandan virane olarak yazmışlar.
    Daha ömrümün başlangıcından boyumu nun harfi gibi iki büklüm, talihimi alçak, gözyaşımı kanlı, kendimi de üzgün görenler acaba ne zamana kadar böyle yazmışlar diye sorar.
    Ben Müslümanım. Beni dinsiz yapan yeni Hı-ristiyan olmuş birisidir. İnsanı yoldan çıkaran tu-zaktaki bir yem tanesi, yani sevgilinin benidir.
    Zülüflerin tel tel dağılmış, her bir teli, bir inleyen gönül bulmuştur. Gönlümü ezel gününden beri sa-çının tellerinin kıvrımlarına tarak yazmışlardır.
    Güya sevgilinin yüzünde hayat ve ölüm âyetlerini göremeyen kader kâtipleri o âyeti Kur'an-ı Kerim1 e yazmışlar.
    Ey canım! Vücudum yanar, ancak asla dumanı or-taya çıkmaz. Bâki'yi belâ mumunun etrafına per-vane olarak görevlendirmişler.
    Qalmışam pervane tek, Odlana-odlana men,
    Rehm et men-i müstere, Yığılmış derd bir yere, Deyim ya bir kâfere, Ya bir Müselmâna men.
    Bilmişem qem çârasm, Yârım telin darasın, Qanlı ciyerpârasm, Eylemişem şâne men.
    Pozuldu cân gülşeni, Öldürdü bu derd meni, Vefasizsan, get seni, Tapşırdım Qur'ân'e men.
    ŞİKESTELER
    (s.304)
    Pervane gibi ateşler içinde kalmışım.
    Ben zavallıya acı, merhamet et. Dertler bir yere top-lanmış. Bunu ya bir kâfire, ya da Müslümana söy-leyeyim.
    Üzüntünün çaresini buldum. Sevgilim saçlarının te-lini tarasın diye kanlı ciğerimin bir parçasını tarak yaptım.
    Canımın gül bahçesi bozuldu, dağıldı. Bu dert beni öldürdü. Senin gibi bir vefasızı ben Kur'an-ı Kerim'e havale ettim, ısmarladım.
    Gül çemende gül kimi, Günüm keçsin il kimi, Hesretle bülbül kimi, Baxım gülüstâna men.
    Peygembersen, târısen, Dindirme eğyârı sen, Qoyma, eğer yâr isen, Qalım yane-yane men.
    Gâh ağlayıb, gâh gülüb, Gâhi göz yaşım silib. Bakî tek hesret ölüb, Yetmedim cânâne men.
    Gül bahçesindeki gül gibiyim. Günüm yıl gibi zor ve uzun geçsin. Ben bülbül gibi gülbahçesine has-retle bakayım.
    Eğer sen peygamber veya Tanrı isen başkalarını ko-nuşturma. Eğer bana dostsan yanıp kül olmama izin verme.
    Bazen ağladım, bazen güldüm. Bazen de göz-yaşlarımı sildim. Baki gibi hasret bir biçimde ölüp sevgiliye ulaşamadım.
    BAYATILAR
    (s.305)
    Yâr getdi, ağla, dağlar, Âlemi dağla, dağlar, Yâr getdi, can da getdi, Gözlerim bağla, dağlar.
    Men âşiqem, göz yara Könül yara, göz yara Ne xoşdur can vereydim, Baxa-baxa göz yara.
    İşim düşüb bende, yar Canım qalıb sende, yâr Meni Allah öldürsün, Sen de qurtar, men de yâr.
    Ey dağlar! Sevgili gitti, ağlayın. Âlemi, dünyayı, dağlayıp yaralayın. Sevgili gidince canım da, ruhum da gitti. Artık gözlerimi bağlayın.
    Ben sevgilinin gözlerine âşığım. Bu yüzden göz-lerim ve gönlüm yaralıdır. Sevgiliye baka baka can vereydim, ne güzel olurdu.
    Ey Sevgili! Durumum kötüleşmiştir. Canım, ruhum sende kalmıştır. Beni Allah öldürsün; sen de, ben de kurtulalım.
    MEHEMMED BÜLBÜL QARYAĞDI
    (s.309-310)
    Dîvâneliyim dehrde dilden-dile düşmüş, Bu eşqdir, eşqin işi âxır bele düşmüş.
    Bir derddi ki, bu yoxdu, ezîzim, buna çâre, Bu derd yamandır, sözü Loğman ile düşmüş.
    Loğman'a nişan verdiler eşqin merezini, Baxdı; dedi: -Bîçâre, işin müşküle düşmüş.
    Innâb-i leb-i yârdi, ger olsa müyesser, Dermanı bu derdin ki, bu da gec ele düşmüş.
    Öldürü ya tez, yâ salır âvâre vetenden, Mecnûn kimi âxırda, görürsen, çöle düşmüş.
    Deliliğim dünyada dilden dile düşmüş. Bu aşktır, aşkın sonu böyle oluyor.
    Ey kıymetli sevgilim! Bu öyle bir derttir ki, buna çare yoktur. Bu dert çok kötüdür, onun için ismi Lokman Hekimle birlikte anılmıştır.
    Aşk hastalığını Lokman Hekim'e haber verdiler. Baktı ve "Zavallı! senin işin zordur" dedi.
    Eğer kısmet olursa bu derdin dermanı sevgilinin dudağının üzümüdür, ancak bu da geç kalmıştır.
    Ya çabucak öldürür, ya da vatandan sürgün eder. Sonunda Mecnûn gibi çöllere düşmüş bir şekilde görürsün.
    Ey gül, geliben birce menimle de danış, gül, Gül xâr ile hemdemdi, feğân bülbüle düşmüş.
    Ey gül! Gelince bir de benimle konuş ve gül. Gül, dikenle dost olunca bülbül feryat, figân eder

    HESENELI XAN QARADAGI
    (s.314)
    Fcleyin bir bele dövrü olacaqmış, ne bilim. Samlıb bâğ-ı gülüstan solacaqmış, ne bilim.
    Üreyim yaralanıb, sineme dağlar çekilib, Gözüme qan sızılıb, yaş dolacaqmiş, ne bilim.
    Biiirib, bağ salib, bir nece güller yetidim, Uzadıb dest-i qezâ kim, yolacaqmış, ne bilim.
    El çekib nâkesden, çerx ele nâkes imiş, Mene tek cövr ü cefâlar qılacaqmış, ne bilim.
    Besledim zülf, dedim, başıma salsın saye, Dolanıb boyna, ilan tek çalacaqmış, ne bilim.
    Seltenet rütbesini xâr tutardım şâh iken, Meni başdan ayağa qem salacaqmış, ne bilim.
    Rûzigârm dolanıb haleti bir özge hâlâ,
    Ey Qaradağî, mene qem qalacaqmış, ne bilim?
    Feleğin bir de böyle dönüşünün olacağını nereden bilirdim? Bağımın, bahçemin sararıp solacağım ne-reden bilirdim?
    Yüreğimin yaralanacağını; göğsüme dağlar, yaralar açılacağını; gözlerime kanlı yaşlar dolacağını ne-reden bilirdim?
    Bahçe kurdum, birçok güller yetiştirdim. Kader elini uzatıp yolacakmış, nereden bilirdim?
    Felek, alçakları bırakmış ve öyle bir alçaklaşmış ki sadece bana eziyet ve işkence edecekmiş, nereden bilirdim?
    Zülüflerini başıma gölge yapması için besledim, büyüttüm. Yılan gibi boynuma dolanıp beni ze-hirleyeceğini nereden bilirdim?
    Padişah iken saltanat rütbesini önemsemez, aşağı görürdüm. Üzüntünün beni baştan ayağa dü-şüreceğini nereden bilirdim?
    Zamanın keyfiyeti dönüp dolaşıp başka bir hâl almış. Ey Karadağî! Bana sadece dert ve üzüntünün kalacağını nereden bilirdim?
    (s.312-313)
    Görünür gözlerime xâr bu gülsen, sensiz, Eylerem sübhe kimi nâle vü efğân sensiz.
    Eyledi derd-i qemim sende ferâğet hâsıl, Ağladı qân menim ehvâlıma düşmen, sensiz.
    Bunca hicranına, ey gül, dahi bir tabım yox, Neyleyim, bir demedin, şâm ü seher men sensiz.
    Eşq dîvânesiyem, xelg bilir Mecnûnvâr, Kûh ü sehrâclı mene menzil ü mesken, sensiz.
    Ey Qaradağî, yetir menden o yâra erzim, NeyJerem, ömrüm ola min il eğer, men sensiz.
    Sensiz olunca şu gül bahçesi bile bana hor, hakir görünür. Sensizken sabaha kadar ağlayıp inlerim.
    Derdim ve üzüntüm sende, benden vazgeçme duy-' gusu uyandırdı. Benim sensiz hâlime düşmanlarım bile kan ağladı.
    Ey gül! Senin bu kadar ayrılığına dayanacak takatim kalmadı. Sabah akşam ben sensiz ne ya-parım, bir kez olsun söylemedin.
    Halk, benim Mecnun gibi bir aşk delisi olduğumu bilir. Sensiz olunca benim evim barkım, yurdum yuvam dağlar ve çöllerdir.
    Ey Karadağî! Benim arzularımı o sevgiliye ulaştır. Eğer benim ömrüm bin yıl da olsa, ben sensiz ömrü neylerim?
    NECEFQULU BEY ŞEYDA
    (s.334)
    Ey qaşi kaman, kirpiyi ox, lebleri mercan, Şehd-i leb-i le'lin men-i bîçâreye derman, Yâqût lebinden mene sen eyle bir ehsân, Lebin lebim üstüne qoy, ey nov-i gül-i xendân, Gülberg terin eylegilen yer ile yeksan.
    Derdü gemi hicr içre menim çoxdu melalim, Hansı birini şerh qıhm, ey gül-i âlım? Aşüfte eden zülf-i siyahındı xeyâlım, Çâre ne olur, derdime sendendi suâlim? Elheqq bulunur şehd-i lebinden mene derman.
    Övqat keçerdi qem ile, leyk vüsâlm, Rö'yâda görürdüm geceler eks-i camâlm, Sed şükr Xudâ'ya ki, dönüb fikr ü xeyâlm, Terf-i gülü büstâna gelir serv-i nihâim, Can meqdemine imdi gerekdir ola qurban.
    Dün şerh eledim derd-i dilim pîr-i muğâne, Zülf-i siyahın qissesi çün düşdü beyâna, Aşüfte, perişan eledi hâlimi şâne, Dönderdi üzârm hevesi bağrımı qâne, Ney kimi nevaya gelib üşşâq eder efgân.
    Ey mehr-i münevver, sene övsâf ne hacet, Her yerde camâlm süxeni türfe hekâyet, Söz çoxdu, budur müxteser, ey kân-i letafet, İnsafa gelib eyle özün birce edâlet, Ver indi icâze olalım tâ sene mehmân.
    Esbâb-i terâb meclis ârâ tâ ola bir dem, Târ ü ney ü berbet çalınıb, def urula hem, Sermest ola zâhid Ieb-i meyden, ola xürrem, Sâqî oluban mey veresen sen mene her dem, Âğûşuma men onda çekerdim seni çün cân.
    Bûy-i ser-i zülfün yetirib bâd dimağa, Şövq-i gül-i rüyin meni qalxızdı bu tâğe, Şeyda kimi sebbâr olur mu kimse bu dâğe, Bülbül kimi qonsam, gözelim, şâxe, budâğe, Görüb deyerler: -Âşiq-i güldür bu perişan.
    Ey kaşları yay, kirpikleri ok, dudakları mercan gibi olan; lâl taşı gibi bal dudakları ben zavallıya der-man olan sevgili! Bana yakut renkli dudaklarından biraz bağışla, bir öpücük ver! Ey gülen gül tü-ründen olan sevgili! Dudağını dudağımın üzerine koy. Taze gül yaprağını yerle bir et.
    Ey kırmızı gülüm! Ayrılık derdi ve üzüntüsü içinde benim sıkıntım çoktur, hangi birini anlatayım? Hayâllerimi çılgına çeviren siyah zülüflerindir. Benim derdime neyin çâre olacağı sorusunu sana sormalıdır. Bana gerçek derman senin dudağının balından olacaktır.
    Zamanım üzüntüyle geçerdi. Sana ancak rüyalarda kavuşurdum, yüz güzelliğinin aksini geceleri gö-rürdüm. Allah'a bin şükür ki, fikir ve hayâlinden dönerek servi fidanı boyun, güle bakmak için bah-çeye gelecekmiş. Şimdi gelişme canı kurban etmek gerektir.
    Dün ihtiyar meyhaneciye gönül derdimi açtım. Siyah zülüflerinin hikâyesi dile getirildi, ifade edil-di. Tarak ise benim hâlimi perişan ve çılgın hâle ge-tirdi. Yanağına olan hevesim bağınım kana çevirdi. Âşıklar ney gibi ahenk tutup feryat ve figana baş-ladılar.
    Ey ışıklı güneş! Seni anlatmaya ne gerek var? Her yerde yüzünün güzelliği tekrar tekrar an-latılmaktadır. Ey hoşluk, güzellik kaynağı! Söz çok-tur, ama özeti budur. İnsaf et de, bir kez olsun ada-letli davran. Şimdi izin ver, sana misafir olalım.
    Sevinç ve mutluluk vasıtaları meclis içinde bir arada olsun. Târ, ney ve berbet (uda benzer bir çalgı) çalınıp def vurulsun. İçkili dudağından kaba sofu bile sarhoş ve neşeli olsun. Sen içki dağıtıcısı olarak bana devamlı içki ver. O anda ben seni ku-cağıma çekerdim.
    Rüzgâr, başındaki zülüflerin kokusunu zihnime ulaştırsın. Gül yüzüne duyduğum arzu beni bu dağlara kaldırdı. Bu yara karşısında hiç kimse âşık kadar sabırlı olamaz. Ey güzelim! Bülbül gibi dala, budağa konsam "Bu perişan kişi, gülün âşığıdır" derler.

    Derleme

    alinti

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş