MUHAMMED REŞİD GÜLEŞER Baba Adı: Abdullah Anne Adı: Babibe Doğum Yeri: Van Doğum Tarihi: 1900 Ermeni mezalimi sırasında 15-16 yaşlarında Darü’l-Muallimin öğrencisi olan bir gençtim. Bu sebeple olayları gayet iyi hatırlıyorum. Birinci Cihan Harbi öncelerinde nüfusları 17.000 kişi olduğu söylenen Ermenilerle birlikte gayet iyi yaşıyor, komşuluk ediyorduk. Biz onlara çok iyi muamele ediyorduk. Meşrutiyet’in ilânıyla hürriyet, eşitlik ve adalet prensiplerini, kendi lehlerine istedikleri

Bu konu 2772 kez görüntülendi 5 yorum aldı ...
Ermeni vahşetini gaziler ve görgü taniklari anlatiyor 2772 Reviews

    Konuyu değerlendir: Ermeni vahşetini gaziler ve görgü taniklari anlatiyor

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2772 kez incelendi.

  1. #1
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart Ermeni vahşetini gaziler ve görgü taniklari anlatiyor

    MUHAMMED REŞİD GÜLEŞER
    Baba Adı: Abdullah
    Anne Adı: Babibe
    Doğum Yeri: Van
    Doğum Tarihi: 1900

    Ermeni mezalimi sırasında 15-16 yaşlarında Darü’l-Muallimin öğrencisi olan bir gençtim. Bu sebeple olayları gayet iyi hatırlıyorum. Birinci Cihan Harbi öncelerinde nüfusları 17.000 kişi olduğu söylenen Ermenilerle birlikte gayet iyi yaşıyor, komşuluk ediyorduk. Biz onlara çok iyi muamele ediyorduk.

    Meşrutiyet’in ilânıyla hürriyet, eşitlik ve adalet prensiplerini, kendi lehlerine istedikleri gibi değerlendirerek şımarmaya başladılar. Van’daki liderleri Aram Paşa adında birisi idi ki, Sultan Hamid’in tahttan indirildiğini kendisine tebliğ eden heyet içerisinde de bulunmuştu; Van’da yeraltı teşkilatı kurmuşlardı. Şimdi Büyük Camii’nin yanı başında bir mahzenden başlayarak, ta kale dibindeki eski şehire kadar uzanan tüneller yapmışlardır. Öyle ki, bu tünellerden atlı olarak geçmek bile mümkündü.

    Bir gün bir tünelin, üstünün çökmesi üzerine bir nöbetçi tarafından tesadüfen bulundu. Hatta Ermenilerden birisinin ihbarı üzerine, Aram Paşa’yı, Büyük Camii civarında bir mahzende yakaladılar ise de, o günkü politikalar sebebiyle kendisine hiçbir şey yapılmadı, salıverildi.

    Kısaca Ermeniler adam akıllı teşkilatlandırılmışlardı. Zaten ticaret hayatını ellerinde tutan Ermeniler iktisadi bakımdan da gayet iyi durumda idiler. Ermeni ve Yahudilere, orduya silahlı olarak katılmak izni verildikten sonra Van fırkası giderken Ermeni çeteciler orduya kendi silahlarıyla birlikte katılmışlardı. Bizim askerlerimizin elinde ham demirden Alman yapımı iptidai tüfekler vardı, dört mermi attın mı, beşincisi önüne düşerdi. Daha sonra Van’a dönen Hacı Latif Bey ve başkalarından duyduğumuza göre, Van fırkasında bulunan Ermeniler askerlerimizi arkadan vuruyorlarmış. Hatta Doğu Cephesi’nden gelen ve Van’daki hastanelerde yatmakta olan yaralı Türk askerleri de Ermeni hemşire ve doktorlar tarafından zehirlenmek suretiyle öldürülüyorlarmış.

    Van’daki duruma gelince: Ruslar bu sırada Muradiye, Özalp ve Başkale’den olmak üzere üç koldan harekete geçmişlerdi. Şehirde ise Ermeniler isyan etmiş, 29 gündür Müslüman ahaliye karşı harp ediyorlardı. Hatta bizim üç kışlamız vardı (Hacı Bekir, Aziziye, Toprakkale). Onar kişiden, yani birer manga asker nöbet tutardı. Bu kışlalara da baskınlar yaparak askerlerimizi koyun gibi boğazladılar, kapı komşumuzun amcası Ali Çavuş da orada şehit olmuştu.

    Bizim zaten çok zayıf olan milis güçlerimiz mazgallar kazmak suretiyle savaşmaya çalışırken onlar makinalarla duvarlarda gedikler açıp her tarafı yaylım ateşine tutuyor; gazyağı tenekelerini döküp ateşe veriyor, kendileri yer altındaki mahzenlere iniyorlardı. 29 gün boyunca bu zalim saldırılar devam etti. Nihayet Müslüman ahalinin daha fazla kırılmaması için hicret emri verildi. Vasıtaları olanlar vasıtalarıyla, olmayanlar büyük bir perişanlık içerisinde yollara düştük. İnsanlar yollarda çocuklarını bıraktı, açlıktan, salgın hastalıktan kırıldı.

    Burada şunu hatırlatmak gerekir ki, Ermeniler yalnızca Van’da değil köylerde de büyük zulüm yapmışlardı. Tımar’ın, Başkale’nin, Özalp’ın köylerinden Müslüman halkın evlerini ot tıkayıp ateşe veriyor, dışarı kaçmak isteyenleri de kurşunla, süngüyle öldürüyorlardı. Zeve’de birkaç köyün halkı Ermenilere karşı birleşerek savaşmış; ancak mağlup olan yedi köyün halkı birkaç kişi dışında, burada toptan yok edilmiştir. Şimdi anıt da dikilmiş olan bu köyde hâlâ, toplu halde katledilmiş insanların cesetleri çıkmaktadır.

    Sonra buradan hicret eden insanlar için oniki gemi tahsis edilmişti. Dört tanesinde Van’da görevli memur ve aileleri vardı. Tabii gemiciler de hep Ermeni’ydiler. Dört gemi dolusu insanı bu gemicilerin yardımıyla adaya (Adır) çıkaran Ermeni fedailer bu insanların hepsini katlettiler. Diğer sekiz geminin ahalisi de Tatvan yakınındaki bir adada tahassun etmiş olan Ermeniler tarafından yok edilmek istendi ise de onların silahları bulunduğundan savaşarak az bir kayıpla kurtulmayı başarmışlardır.

    Van’dan göç ettiğimizde önce Bitlis’e, oradan Diyarbakır’a gittik. Yol boyunca Ermeni zulmünün izlerini gördük. Nihayet Van’a döndükten sonra, gördüklerimizi, duyduklarımızı anlatacağım. İnsanlara her türlü işkenceyi yapmışlar. Allah rahmet etsin. Yüz küsur yaşlarında İsa Hoca adında bir zat vardı. Eşeğe binip gezmişler, Evlere baskınlar yaparak talan etmişler; kadınları kızları toplayarak Ziya Bey’in evine doldurmuşlar, hepsinin namuslarını defalarca kirletmişler. Öldürdükleri insanları kuyulara atmışlar; hatta bizim camiin kuyusunu bile cesetlerle doldurmuşlar.

    Cevdet Paşa birinci defa Van’a girdiğinde, kocası harpte olup hayvanı olmadığı için gidememiş ve esir düşmüş bu kadınlardan 130.unu jandarmalara teslim ederek Diyarbakır’a gönderdi. Hatta bunlardan otuz kadarı da bizim evde kalırlardı. Kirman eğirmek suretiyle geçimlerini sağlarlardı. Onlara tayın de verilirdi. Onların anlattıklarına göre Ermeni çetelerinden gördükleri zulüm ve işkencenin haddi hesabı yoktu. Erkeklerin derilerini yüzmek, uzuvlarını kesmek; kadınların da namuslarını kirletmek, kazığa oturtmak gibi zulümlere maruz bırakıyorlardı.

    Biz Van’a dört sene sonra döndük. Evvela iki sene kaldık: Van’a geri geldik: Ancak Rusların şehre girmesi üzerine yeniden göç etmek zorunda kaldık. Bu defa Siirt’e kadar gittik. Döndüğümüzde 200-250 kadar Ermeni hanesi Çarpanak Adasında tahassun etmişlerdi. Türkler nasıl olsa gider, biz yine Van’a yerleşiriz diye umuyorlardı. Bunların çoğu da sanatkardı ancak bir süre sonra çıkarılan kanunla koruma altında, hükümet tarafından Revan’a gönderildiler.

    Ancak yedi defa düşmanın girip çıktığı Van , Ermeni mahalleleri dışında tamamen harap olmuştu. Van’ı yeniden imar ettik.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Ermeni vahşetini gaziler ve görgü taniklari anlatiyor

          Kategori: Türk Soykırımı

          Konuyu Baslatan: NeCeSeN

          Cevaplar: 5

          Görüntüleme: 2772


  2. #2
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart

    Ermeni İsyan ve Katliamları



    Berlin Antlaşması’nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli’de yaşayan Ermenilerin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Klikya’da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır.

    İlk kışkırtmalar Rusya’dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu’daki İngiliz Konsoloslukları’nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir. Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu’da 1880′den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.

    Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887′de Cenevre’de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak, 1890′da ise Tiflis’te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, “Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması” hedef olarak gösterilmiştir.

    İstanbul’da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu’ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır.

    İlk isyan 1890′daki Erzurum’da gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93′te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894′te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896′da Van isyanı ve Osmanlı Bankası’nın işgali, 1903′te ikinci Sasun isyanı, 1905′te Sultan Abdülhamid’e suikast girişimi ve nihayet 1909′da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914′de Zeytun’da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.

    İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak “Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor” mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, “Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak” olduğunu kaydetmektedir.

    Öte yandan sömürgeci devletlerin diplomatik temsilcilikleri Anadolu’ya dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.

    Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, “vatana ihanet” suçunu topluca işlemişlerdir.

    Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van’ın Zeve Köyü’nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.

  3. #3
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart

    Altunköprü Katliamı ,27 Mart 1991

    Altunköprü, Irak’ın kuzeyinde, tabii güzellikleri olan bir Türk kasabası… Havası güzel,suyu baldan tatlı, içinde daha ne güzellikler saklı. Kerkük’e 44, Erbil’e 50 kilometre mesafedeki bu şirin kasabaya Aşağı Zap ve Küçük Zap suları ayrı bir güzellik veriyor. Üst taraflardan iki ayrı kol halinde akıp gelen bu “kardeş” sular kasabayı adeta çevreleyip geçtikten sonra Kayabaşı Mevkii’nden de geçerek tıpkı Türkiye’den iki ayrı nehir olarak gelip Basra Körfezi yakınlarında birleşen Dicle ve Fırat gibi tek bir ırmak olup akarlar. Adı üstünde; Altunköprü bir köprüler diyarıdır.

    1991 yılında, Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesi üzerine başlayan 1. Körfez Savaşı Irak’ın yenilgisiyle sonuçlanınca ülkede bir kargaşa yaşandı. Saddam Hüseyin, daha çok Bağdat’ı koruma telaşına düştüğü için ülkenin güneyinde ve kuzeyinde otorite boşluğu oluşmuştu. Güneyde Şiîler ayaklanırken kuzeyde de Peşmerge grupları Kerkük’e yerleşmeye giriştiler. 18 Mart 1991 günü Kerkük’e giren Peşmergeler tapu ve nüfus dairelerini talan ederek pek çok vesikayı yok ettiler. Peşmergeler, önlerine çıkan bir fırsatı değerlendirerek bugünkü fiilî durumun temelini işte o günlerde atmışlardı.

    Kendi halkına karşı itibarı sarsılan Saddam bir şeyler yapmalı ve güç gösterisinde bulunarak otoritesini yeniden kurmalıydı. 1991 yılının Ramazan ayında tam teçhizatlı birliklerini olay bölgelerine gönderdiği zaman Peşmergeler zaten işlerini bitirip gitmişlerdi. Olan, içinde yaşadıkları devlete bağlı kalıp güçsüz zamanında bile isyan etmeyen Türklere oldu.

    Ordu birlikleri Tuzhurmatu, Tavuk ve Tazehurmatu gibi Türk bölgelerini topa tutarak Kerkük’e doğru ilerlerken paniğe kapılan halk sağa sola dağılmaya başlamıştı. 27 Mart 1991 günü Kerkük’e giren ordu birlikleri oradan Altunköprü Kasabası’na yöneldiler. İşgalci ve talancı Peşmerge gruplarını, bulamayınca öfkelerini suçsuz – günahsız insanlardan alma yoluna gittiler. 28 Mart günü iftar öncesi, Altunköprü’de oturan ve panik sırasında Kerkük’ten, Tavuk ve Tuzhurmatu’dan kaçarak oraya sığınan Türkmenlerden, çocuk, genç ve yaşlı demeden topladıkları tam 102 kişiyi alıp götürdüler.

    Dibis Kasabası yakınlarında “Kayabaşı” diye anılan bir yer vardı ve oradaki bir çukurluktan kokular yükseliyordu. Bunu duyan Altunköprülüler merak ve endişe içinde Kayabaşı’na ulaşınca o korkunç manzarayla karşılaştılar: Kurşuna dizilerek şehit edilen tam 102 cansız beden üst üste yığılmış halde orada duruyordu!

    Altunköprülüler, şehitlerini alarak beldelerine götürdüler ve Selahi Semti’nde bulunan şehre hâkim bir tepeye defnettiler. Altunköprü Şehitliği’nde o günden beri her seher tam 102 gül açıyor.

    İşte O 102 Şehit Kardeşimizin Şeref Listesi

    Abbas Salah Sait 1973- Kerkuk Ogrenci
    Abdullah Kahya Tazehurmatu Emekli
    Abdusselam Resit Hasan 1972-Altunkopru Er
    Adil Bayiz Hursit 1972-Kerkuk Ogrenci
    Adnan Halit Menden 1958-Altunkopru Memur
    Ahmet Enver Abdullah 1942-Kerkuk Tuccar
    Ali Abdullah Kahya Tazehurmatu Ogrenci
    Ali Huseyin Abbas Mali Tazehurmatu Er
    Amir Midhat Izzet 1960-Altunkopru Astegmen
    Atilla Ahmet Enver 1976-Kerkuk Ogrenci
    Atilla Nasih Bezirgan Kerkuk Ogrenci
    Ayat Kadir Rahman 1966-Kerkuk Er
    Aziz Ali Sait 1955-Altunkopru Emekli
    Cabbar Siddik 1957-Kerkuk Er
    Celil Fethi M.Ahmet 1945-Kerkuk Emekli
    Cemal Ahmet Farac 1962-Kerkuk Y.Subay
    Cemal Sukur Saki Tazehurmatu Isci
    Cengiz Mazlum Nuri 1968 Altunkopru Memur
    Cengiz Haydar Behram Tazehurmatu Er
    Cetin Esat Bahcet 1974-Altunkopru Ogrenci
    Erdal Ihsan Mahmut 1972-Altunkopru Ogrenci
    Ersat Hursit Resit 1955-Altunkopru Ogretmen
    Eyup Salah Sait 1975-Altunkopru Ogrenci
    Fazil Cihat Fettah 1954-Kerkuk Memur
    Halil Fethi M.Ahmet 1945-Kerkuk Emekli
    Hamit Garib Tazehurmatu Sofor
    Hani Mithat Izzet 1970-Altunkopru Ogrenci
    Hasim Haydar Behram Tazehurmatu Er
    Hasim Mehmet Tevfik 1966-Altunkopru Memur
    Haydar Geydan Tazehurmatu Ciftci
    Hasim Ihsan Ali 1971-Altunkopru Er
    Hazim Enver Abdullah Altunkopru Memur
    Huseyin Ali Ahmet 1958-Kerkuk Y.Subay
    H.A Ekber Suleyman Tazehurmatu Ogrenci
    Ihsan Ali Feyzullah 1932-Altunkopru Ciftci
    Ihsan Mahmut Veli 1940-Altunkopru Emekli
    Imat Mehmet Resit 1960-Kerkuk Memur
    Isam Mithat Izzet 1962-Altunkopru Ogrenci
    Isam Osman Cemil 1964-Kerkuk Muteahhit
    Ismail Sukur Silav Tazehurmatu Er
    Kasim Mehmet Tevfik 1962-Altunkopru Memur
    Mansur Mazlum Nuri 1967-Altunkopru Er
    Mehmet Attar 1940-Kerkuk Ogretmen
    Mehmet Halit Menden 1952-Altunkopru Ogretmen
    Mehmet Resit Veli 1925-Kerkuk Emekli
    Melik Faysal Suleyman 1966-Altunkopru Cavus
    Muazzam Osman Ali 1958-Kerkuk Tip.Tek
    M.Suleyman Iskender 1957-Altunkopru Astegmen
    Necat Taki Kerkuk Emekli
    Necip Sait Salih 1957-Altunkopru Memur
    Nevzat Kadir Rahman 1968-Kerkuk Ogrenci
    Nihat Abdulkerim Ali 1965-Kerkuk Ogrenci
    Nizamettin S.Hamdi 1958-Kerkuk Memur
    Nurettin Terzi ve iki cocugu 1944-Kerkuk Terzi
    Nuri Mazlum Nuri 1971-Altunkopru Er
    Orhan H.Abdurrahman 1967-Kerkuk Er
    Osman Cemil 1930-Kerkuk Tuccar
    Omer Hursit Salih 1936-Altunkopru Memur
    Sabah Ahmet Hamdi 1944-Altunkopru Emekli
    Saddam Resit Hassan 1971-Altunkopru Ogrenci
    Saip Tatar Kadir 1955-Altunkopru Muhendis
    Salah Sait Salih 1958-Kerkuk Esnaf
    Settar Rahman Aziz 1945-Altunkopru Isci
    Suud Hattap Osman 1967-Altunkopru Er
    Sahap Ahmet Farac 1961-Kerkuk Esnaf
    Sahin Nasih Bezirgan Kerkuk Ogrenci
    Sa’lan Faysal Suleyman 1967-Altunkopru Er
    Sukur Hamdi Mehmet 1932-Kerkuk Emekli
    Tarik Bayiz Hursit 1963-Kerkuk Ogretmen
    Turan Ahmet Enver 1974-Kerkuk Ogrenci
    Yasar H.Abdurrahman 1965-Kerkuk Er
    Zaim Ismail Hasan 1961-Altunkopru Astagmen
    Zeynelabidin E. Neccar Tazehurmatu Isci
    Zeynelabidin Ibrahim Tazehurmatu Ogrenci




  4. #4
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart

    [B]Gavurbağı Katliamı (1946)

    II. Dünya Savaşı sıkıntıları nedeniyle savaşı sakin geçiren Irak Türkleri, savaştan sonra yine yeni bir katliamla karşılaşmışlardı. Polis kuvvetleri, 1946 yılında Kerküklü işçilerin daha iyi haklar elde edebilmeleri için yapmış oldukları grevi kırmak için 12 Temmuz günü işçileri Gavurbağı Meydanı’nda kuşatmaya almış, işçiler dağılmadığından onları yaylım ateşine tutmuştur ve burada da bir çok Türkü şehit etmişlerdi.
    Türkmenler bütün bu sıkıntı ve acılara rağmen 1947′den sonra kendi aralarında, gizli olarak, evlerde Latin harfleriyle Türkçe okuma-yazma seferberliği başlatmışlar.





    Levi Katliamı (1924)


    Anavatan Türkiye’den ayrıldıktan sonra, Irak Türklerinin maruz kaldığı kötü
    muameleler zamanla soykırıma dönüşmüş olup, bunların ilki Kerkük’te, 4 Mayıs 1924 tarihinde meydana gelmiştir. Levi adı verilen Teyyari askerlerinin başlattığı bu olayda bir çok masum Irak Türkü hayatını kaybetmiştir. Burada ölenlerin sayılarının yüzü aşkın olduğu belirtilmektedir.





    31 Ağustos 1996, Erbil Türkmen katliamı



    Türkmen milleti Osmanlı Padişahlığından sonra 1924, 1946, 1959 ve 1996 tarihlerinde üst üste yapılan katliamlara maruz kalmışlardır. Bazı Türkmen yazarlarımıza göre 31 Ağustos 1996 olayı katliam değil bir taarruz olarak gösterilmektedir ama bence bu olay gerçek bir katliam ve Türkmenleri Erbil şehrinden yok etmek için hazırlanmış ve iyice pilanlanmış bir katliam senaryosudur.

    Barzani ve Talabani güçleri arasında süren kanlı çatışmalar yıllar boyunca devam etmekteydi ve iki taraftan binlerce Kürt hayatını kaybetmiştir. Bu olayın boyutlarına gelince KYP Talabani güçleri 1994 senesinden beri Erbil Türkmen şehrini kendi güçleri kontrolu altına almak için IKDP Barzani güçleriyle silahlı çatışmaların sonunda 1995 senesinde tamamen kontroluna geçirmiştir, ve tabii ki bu durumdan rahatsız olan IKDP Barzani güçleri Erbil Türkmen şehrini ele geçirip ve daha sonra günümüzde ortaya çıkan Kerkük şehrini bir Kürt devletinin başkenti olarak göstermek peşinde olması isteklerinin gerçekleşmesi için ön pilanlarını hazırlamaktaydı. Barzani Erbil şehrini ele geçirmek için yeterince gücü olmadığı takdirde Saddam Hüseyinle temasa geçtikten sonra ve iki tarafın arasında olan gizli anlaşma 31 Ağustos 1996 da gerçek yüzünü meydana koymuştur ve asıl hedef iki kuşu bir taşla vurup Erbil şehrini KYP den alıp ve aynı zamanda Türkmen topluluğunu ve Türkmen kuruluşlarınıda yok etmeye karar vermiştir.
    Olay 31 Ağustos 1996 sabah saat dört civarında Kuştepe ve Dibege Mahmur civarında yoğun ve sürekli silah patlamaları duyulmasıyla başlamıştı. Saddam’ın tank ve özel timleri artık Erbil Türkmen şehrinde dolaşıyorlardı ve Talabani güçleri kısa bir çatışma sonrası yüzlerce ölü bırakıp şehri terketmek mecburiyetinde kalmışlardır. Erbil halkı bu olayı dehşetle seyrediyorken, Kürt kiyafetini giyen Saddam askerleri artık kendi askeri kıyafetleriyle dolaşmaya başlamışlardır ve bunlarla da beraber Barzani güçleri görülünce Erbil halkı durumu iyice anlamaya başlamıştı. Kerkük katliamının metodları kullanılarak Barzanilerin ellerinde olan ileri gelenTürkmen aydınlarının listesi Saddam’ın askerleriyle birlikte Türkmen evleri aranmaya ve adres tesbitlenmeye başlanmıştır. Evlerinden alınan masum Türkmenler nerelere götürüldüklerini içinde olduğumuz tarihe kadar kimse bile bilemedi ve tutuklanan Türkmenlerin masiri bile mechul kalmıştır. Türkmen evleri yağmalanmaya başlanırken bunun yanında Talabani güçlerine ait olan ölü ve yakalananlarında evleri yağmalanmaya başlanmıştır. Irak Ordusu Erbil şehrine girerken mülteci kampındaki mültecilere saldırıp büyük sayıda masum insanları öldürmüşlerdir. Barzani ve İrak İstihbarat Özel Timleri beraberce IMTP sine ait olan Radyo ve Televizyon binasını işgal edip sekiz Türkmen radyo ve Televizyon elemanlarını tutuklamışlardır. Daha sonra aynı güçler IMTP binasına saldırıp içindeki Türkmen akıncılarını tutuklayıp binaya büyük bir şekilde hasar vermişlerdir. Türkmen Öğrenci ve Türkmen Kadılar Birlikleri bu yağma ve saldırılardan nasiplerini almışlardır. Irak Türkmen Cephesi ve diğer Türkmen Kuruluşlarının saldırı sonucunda aşağıda isimleri geçen Türkmenler 2 Eylül 1996 olayında şehit veya kayıplar listesinde yer almaktadırlar.

    1. Aydın Şakir Iraki Kerkük-1936, 1998-idam
    2. Ferhat Kasım Kerküklü Kerkük-1946
    3. Ayad Vahit Sadullah Erbil-1960
    4. Ali Hasan H.Acemoğlu Kerkük-1965,24.07.1997-idam

    5. Abdulrahman Ö.Bakkaloğlu Kerkük-1972

    6. Ali Yayçılı Kerkük-1971, 24.07.1997-idam
    7. Ahmet Nureddin Kayaçı Kerkük-1976 ,24.07.1997-idam
    8. Memet Reşit Tuzlu Tuzhurmatu-1953
    9. Mikail Şahbaz samet Erbil-1973
    10. Tarık Faık Nureddin Erbil-1970
    11. Sirvan Ahmet Abdulkadir Kerkük-1960
    12. Munin Muhammed Emin Erbil-1947
    13. Halit İbrahim Ahmet Erbil-1945
    14. İbrahim Abdulrahman Erbil-1964
    15. Mazin Faruk Erbil-1968
    16. Necmeddin Nureddin Erbil-1937
    17. Şakir Zeynel Abidin
    18. Neşet Feysal Abdullah Erbil-1960
    19. Şirzat Yusuf Aziz Erbil-1954
    20. Şahin Yunus Mahmut
    21. Hacer Andulgani Şahap Erbil-1972
    22. Halit Abdullah Erbil-1974
    23. Nasret Halil Abdullah Erbil-1977
    24. Yılmaz Halil Muhyeddin Kerkük-1969
    25. Ayad Ahmet Kerkük-1963
    26. Abdulrahman Kaleli Kerkük-1974
    27. Heyar Erbilli Erbil
    28. Abdulmünim Samat Emin Erbil-1947
    29. Şaban Şahbaz Samet Erbil
    30. Şivan Şahbaz Samet Erbil
    31. Ramazan Cemal Kerim Erbil,Ekim1997-idam
    32. Fuat kazım Nazım Ekim1997-idam
    33. Adil Bekir Selim Erbilli Erbil
    34. Şer Bekir Şakir Erbil
    35. Ali A. Abdullah Kerkük-1965
    36. Feyz hadi
    37. Emir Kerim Ali Ekim1997-idam

    Bu listeden hariç isimleri elimize geçmeyen yüzlerce masum Türkmen kardeşlerimiz Saddam ve Barzani’nin zindan veya işkence odalarında hayatlarını kaybetmişlerdir.







  5. #5
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    479
    @NeCeSeN

    Standart

    TÜRK SOYKIRIMI ARŞİVLERİ TOPLUYORUZ

    TÜRK SOYKIRIMI ARŞİVLERİ TOPLUYORUZ

    Unutturulmaya, üstü kapatılmaya çalışılan, Türk milletinin tarihindeki en acı sayfaları halkımıza daha iyi anlatabilmek, dünya tarihinde eşi benzerine rastlanmayan işkenceler ve tecavüzler ile katledilmiş ninelerimizin, dedelerimizin hakkını bir nebzede olsa savunabilmek için Türk Soykırımı Arşivleri topluyoruz. Biz inanıyoruz ki bu tarif edilmez acıların tekrar yaşanmaması için ve vahşice katledilen atalarımızın son çığlıklarındaki “Bizi unutmayın.” dileklerini yerine getirmek adına yapabileceğimiz en ufak şey, Türk Soykırımını tanıtmaktır. Onlar en azından bunu hak ediyorlar. Bizde bu acıları yaşayanlara karşı borcumuzu ödemek için, aşağıdaki başlıklarda, Türk Soykırımı ile ilgili belge, resim, yazı, videoları topluyoruz. Bizimle beraber borcunu ödemek isteyen siz değerli üyelerimizi de arşiv toplama çalışmamızda yardıma davet ediyoruz. Yapacağınız en ufak katkı bile bu tarihi adaletsizliğin düzelmesinde sizinde emeğinizin geçmiş olmasını sağlayacaktır.

    Arşivlerimiz içersinde Kırım, Tataristan, Türkmeneli, Kıbrıs ve daha pek coğrafyaya ait bilgi, belgesel ve kaynaklar bulunmaktadır. Eksik olan konuları tamamlamamız ve geliştirmemiz katledilen atalarına karşı borcunu bir nebzede ödemek isteyen her Türk’ü yardıma çağırıyoruz.

    TÜRKLERE YAPILAN SOYKIRIMLAR TANINSIN!


    TÜRKLERE YAPILAN SOYKIRIMLAR TANINSIN

    Soğuk bir kış gecesi düşünün. Doğu Anadolu’nun karlı dağlarında, bütün dünyadan uzak, ufak, şirin bir köy… Ve köyleri kadar dünyadan uzak, uluslar arası siyaset nedir, Türk düşmanı ırkçılık nedir, emperyalizm nedir bilmeyen, en büyük dertleri koyunlarını otlağa götürmek olan insanlar…

    Ayşe’de bu ufak köyün, ufak insanlarından biriydi. Ne yapıyordu acaba Ayşe? Belki evinde oturmuş, nişanlısı için mendiline sevdasını işliyordu. Gelinlik çağına gelmişti Ayşe. Köylerinden bir delikanlıya vurulmuştu. Tam evleneceklerdi ki asker toplayıcılar geldi. Büyük savaş varmış, padişah köyün bütün eli, silah tutan erkeklerini orduya çağırıyormuş. Gitti Ayşe’nin sevdası, arkasında tek bir söz bırakarak.

    “Seni bıraktığım gibi bulmak istiyorum.”

    Belki o çok istediği buseyi gitmeden sevgilinsin dudaklarına kondurması iyi olurdu. Ama bu doğru olmadı. Nasıl olsa yakında sevdiği geri gelir, evlenirlerdi. Kendisini o güne saklıyordu. Belki Ayşe’nin sevdasını işlediği mendilde, sevdası gibi, evine geldiklerinde, Ermenilerin postallarının altında kaldı.

    Ne düşündü acaba, onu da köyün diğer genç kızları gibi köy meydanında bir sıraya dizerlerken? Komşularının 15 yaşındaki oğullarının kulaklarının ve burnunun kesildiğini görünce ne hissetti? Korkmuş muydu acaba, aynı şey onunda başına gelecek diye? Yoksa kızını kurtarmaya çalıştı diye, gözünün önünde, şu an kazığa geçirilen annesine mi ulaşmaya çalışıyordu? Belki de evlerinin içersinden acı çığlıkları gelen ufak erkek kardeşini düşünüyordu. Ne oluyordu içerde, bu haykırışlara neden olacak?

    Ermeniler bağırdı;

    “Burası Büyük Ermenistan!”

    “Sizin burada yaşamaya hakkınız yok!”

    Ayşe, dedesinin dedesinden kalan evinin ne zaman Ermenistan ilan edildiğini anlamadı. Zaten bunu düşünebilecek durumda da değildi. Ermeniler sonra, pazardan meyve seçer gibi, köy meydanında tek sıraya dizdikleri kızları seçmeye başladılar.

    Ayşe güzel bir kızdı.

    Onu seçtiler.

    Neler hissetti acaba Ayşe, onu evlenince nişanlısıyla kalacakları eve götürdüklerinde? Başına gelecekleri tahmin ediyor muydu? Direndi mi Ermenilere, “Yapmayın!” diye yalvardı mı, Ermeni çetecisi üstündeki elbiseleri yırtarken? Ne yapabilirdi ki onu dövüp yere yatırdıklarında? Dışardan gelen acı dolu çığlıklara, haykırışlara dikkat etti mi? Canı acıdı mı, dağda mağarada gezmekten leş gibi pis kokan Ermeninin terli bedeni üstüne yatıp, tecavüz etmeye başladığında? Nişanlısını mı düşünüyordu yoksa onu koparmaya kıyamadığı bir çiçek gibi bırakan nişanlısına bu olanları nasıl anlatacaktı? Yoksa biraz önce gördüklerini mi düşünüyordu? Yaşlı anneciği gerçekten kazığa geçirilmiş olmazdı değil mi? Kesin yanlış görmüştü. Ufak kardeşinin de sesi artık gelmiyordu. Uykucuydu zaten, kesin uykuya dalmıştı.

    Ermeniler eğleniyorlardı. Biraz önce büyük bir iş başarmıştılar ve eğlenmek onlarında hakkıydı. Ayşeciğin yerde yatan, belden aşağısı kana bulanmış, titreyen bedeninde erkekliklerini ispatlıyorlardı. Sırayla, durmadan, biri gidip diğeri gelerek… Ayşe kızın ise bedeni artık acıdan hissizleşmişti. Belki de yerde ayaklar altında kalmış mendiline bakıyordu. Belki de baktıkça nişanlısını düşünüyordu. Gelin olmayı beklerken, kendisini, Ermeni çetesinin altında, eğlenceleri olarak bulacağını hiç düşünmüş müydü? Dışarıda da iniltiler yavaş yvaş sönükleşmeye başlamıştı. Saatler geçiyor, Ermeniler sırayla tecavüze devam ediyorlardı.

    Sırayla, durmadan, biri gidip biri gelerek, sabaha kadar…

    Sabah ışıklarını gördü mü Ayşecik, bilinmez. Bu acıların üstüne nasıl yaşayacağını hiç düşündü mü? Belki de hayatına son vermeyi düşündü, bilemeyiz. Ermeniler son bir iyilik yaptılar ona. Gaz döktüler yerde, bedeni çarpılmış, titreyen Ayşeciğin üstüne. Ve ateşe verdiler. Acaba ateşin acısını hissetti mi? Yoksa acıdan zaten kapanmış olan zihni, ateşin sıcaklığını fark etmedi mi? Belki de nişanlısını düşündü, artık onunla yüzleşmesi gerekmeyecekti. Ve Ayşecik canlı canlı yandı, hayaller kurduğu evi, umutları, sevdası ve mendiliyle beraber…

    Acaba Ayşe kızın nişanlısı, köye gelip bu manzarayı görse ne düşünürdü? Ama Ayşeciğin nişanlısı çok şanslı bir adamdı. Çünkü belki de daha Ermeniler köylerine gelmeden o çoktan karların içersine uzanmış, soğuktan donan bedenini ısıtmak için Ayşeciğin mendilinin bir eşine sarılmıştı. Köylerinden uzakta, mendilini ona veren gülünün köyünün bağlarında güvenle açtığını düşünerek, gönül rahatlığıyla bir kardelen olmuştu. Sarı Kamış dağlarında…

    Peki ne günah işlemişti Ayşe kız, bütün bunları hak edecek? Aslında Ayşecik öyle büyük bir suç işlemişti ki bunlardan çok daha fazlasını bile hak ediyordu. İşlediği suç, dünyanın en büyük günahıydı. Ayşe kız Türk olarak doğmuştu. Bu öyle büyük bir günahtı ki, Balkanlar’da 5 milyon Türk, işkencelerle, tecavüzlerle soykırıma uğramıştı ama yetmemişti. Bu öyle büyük bir günahtı ki, asırlarca akıtılan onca kana rağmen temizlenmiyordu.

    Ayşecikte Türk olmanın bedel,ini ödemişti.

    Nasıl annesinin gözleri önünde gözleri oyulup, kolları bacakları kırılan Ahmet bebek ödediyse…

    Nasıl Anadolu’da katledilen 4,5 milyon Ayşeler ve Mehmetler ödediyse…

    Nasıl Balkanlar’da, Girit’te, Mora’da, Selanik’de, Sırbistan Karadağ’da, Kırım’da, Erivan’da defalarca ödendiyse…

    Nasıl Birinci Dünya Savaşı’nda %60’ı yok olan Türk köylüsü ödediyse…

    Nasıl Ayşe’den çok sonra başka Ayşeler, Kıbrıs’ta, Hocalı, Karabağ’da defalarca ödedilerse…

    Neydi bu Türklerin ödene ödene bitmeyen büyük günahı? Çünkü Türkler tarihin gördüğü en barbar insanlardı. O kadar barbalardı ki, medeni Roma, Avrupa, egemenlikleri altındaki toplulukları sayısız işkencelerle soykırıma uğratıp yok etmişken, Türkler diğer ulusların benliklerini korumalarına ve yaşamalarına izin vermişlerdi. Hatta bununla da kalmayıp, inanılmaz barbarlık örnekleri göstererek, medeni Batı Haçlı Seferleri ile üstlerine gelmesine, Avrupa’da yakaladıkları Türkleri ateşlerde yakarak ruhlarını temizlemelerine rağmen, bırakın egemenlikleri altında Hıristiyanlara aynısını yapmayı, onları kendilerinden saymışlar, teba-ı sadıka demişler, kiliselerini bile kapatmamışlardı. Hatta hatta, daha ileri gidip, medeni toplumlar başka toplumları köleleri yapıp başka ölüm tarlalarına sürerken, Türkler, inanılmaz bir barbarlık örneği gösterip, diğer toplumların kendi ülkelerinde zenginleşip ayrıcalıklı konuma gelmelerine izin vermişlerdi. Bu yüzden, medeni toplumlar, soykırımlarla boşalttıkları kıtalarda ve topraklarda, köle ticareti ve sömürgecilikle elde ettikleri servetin sefasını sürüp etrafa medeniyet dersi verirken, Türklerin şimdi bu büyük günahlarının bedelini ödemeleri gerekiyordu.

    Ve Ayşe kızda bu günahın bedelini ödedi.

    Peki, ne için?

    Ne için!

    Çünkü tarih boyunca hiçbir zaman başka millet, din ve ırktan olanları kötülemek için yalan attığı görülmemiş Katolik kilisesi ve Avrupa daha çocukken insanların beyinlerini iftiralarla doldurduğu için…

    Çünkü hiçbir zaman başka bir topluma karşı en ufak kötü hareketi gözükmeyen, tarih boyunca, Haçlı Seferleri, engizisyon, köle ticareti, sömürgecilik gibi şeyler yapmamış, Batılı tarafsız çevreler, gayet haklı olarak kendilerini üstün ırk ilan edip, diğer ırkların imhasını gerekli bir hareket olarak gördükleri için…

    Çünkü Ayşe kızın evinin, yine bu tarafsız, barış güvercini, medeni, Batılı çevrelerdeki ufak dünyanın büyük efendileri arasında Ermenistan olarak daha hoşlarına gideceği için…

    Ve Ayşecikte bu günahın bedelini ödedi.

    Ama bedel daha bitmemişti.

    Ayşe kızın mensubu olduğu dünyanın en saf milleti, herkes kendine yapılanı bire bin katıp anlatırken, medeni katilleri gücendirmemek için, olayların üstüne sünger çekti. Ve Ayşecik unutuldu, unutturuldu. Ve bu sadece yeni Ayşelerin, Mehmetlerin olmasına yaradı.

    “Barış” denildi, Kıbrıs kana bulandı.

    “Dostluk” denildi, Karabağ’da bebekler süngülere takıldı.

    “Katledildik” dedik, kurşunlara hedef olduk.

    Ve Ayşecik unutturulmaya çalışıldı.

    Ne önemi vardı canım. Ufak dünyayı idare eden büyük efendilerin masasında ufak Ayşeciğin ufak köyünün lafımı olurdu. Bir Ayşe kız yüzünden Batılı dostlarımızı gücendirecek değildik, onlar nasıl istiyorlarsa öyle kabul etmek zorundaydık.

    Zaten Ayşe kız kafa yormaya bile değmezdi. Biz dalgamıza bakalım. Sen bana son maçta ne oldu onu anlat. Bak şu mankende böyle giyinmiş. Kim takar Ayşe’yi, olan olmuştur zaten.

    İnsan olmak hakkını savunmak, adalet istemek demekmiş. Hikaye… İnsan olmak magazin, futbol, akşam arkadaşlarla piyasa yapmak demektir. Bunu herkes bilir.

    Hem sana ne Ayşe’den, Ayşe senin nişanlın mı, kızın mı, kız kardeşin mi? Sana ne oluyor ki? Sen kendi işine bak.

    Hem zaten Ayşe’den bahsedip başını belaya sokmaya ne gerek var? Bırak bu işleri. En iyisi biz seni bir meraya götürelim de sen iyi bir otla gel.

    Ve Ayşecik unutturuldu.

    Sadece Ayşeleri, Fatmaları, Mehmetleri tanıyanların anılarında kaldı. Onlar bile ancak fısıltılarla dile getirebildiler. Sesini yükseltmeye çalışanlar kurşunlara hedef oldu. Hatta demokrasi ve fikir özgürlüğü timsali bazı Batılı devletlerde “Ayşe kız katledildi.” Diyenler bu suçlarını hapisleri boylayarak ödediler. Ve Ayşe kıza daha nice Ayşeler katıldı. Kıbrıs’ta, Karabağ’da yeni yeni Ayşeler eklendi. Her defasında da üstü kapatıldı. Tarih sansürlendi. Konuşanlar bastırıldı. Neme lazım, gerçek bazı yerlerin hoşuna gitmiyordu.

    Ve bugün bile, Ayşeciğin katillerinin soyundan gelenler, hala Büyük Ermenistan, Büyük Yunanistan hayali ile yanıp tutuşuyorlar. Hala çocukların beyinlerini ufaktan Türk düşmanlığıyla dolduruyorlar. Hala Azerbaycan’da, 92 yılında, ailelerinin ellerinden alınıp tecavüze gönderilen genç kızlardan haber alınamıyor. Ve artık Türkiye’de bile, Ayşe’nin hikayesi susturulmaya, unutturulmaya çalışılıyor. VE hatta bazı çevreler, Batıda, gelecekteki soykırımlarına zemin hazırlamak için, Türkiye ve Azerbaycan’ın bazı bölgelerinde Türklerin yaşamadığı, kendilerinin yaşadığı yalanını yayıyorlar.

    VE bütün bunları durduracak tek cümle ısrarla susturulmaya çalışılıyor.

    O cümle ki, Ayşe’nin adaletinin sağlanmasının tek yolu…

    O cümle ki, ikiyüzlülerin yüzlerine aynayı tutacak olan…

    O cümle ki, gelecekte yeni Ayşelerin, Mehmetlerin olmamasının tek teminatı…

    O cümle ki, dünya tarihini kendi çıkarlarına uygun yazan ufak dünyanın büyük efendilerinin korkulu rüyası…

    O tek cümle…

    O;

    “TÜRKLERE YAPILAN SOYKIRIMLAR TANINSIN!”


    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

  6. #6
    ATSIZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    05.08.2011
    Mesajlar
    585
    Konular
    107
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    650
    @ATSIZ

    Standart

    Değerli bilgilendirme için teşekkürler soydaş.Bu vahşeti ve soykırımı hiçbir zaman unutmamalıyız.Tarih,tarihden ders almayanlar için tekerrürden ibarettir.Kısas ise kısas hakkımızdır!

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş