TEBBET’TEKİ SIR
Bir papaz tüm Kur’ân’ı okuyor ve ancak Leheb sûresine ulaştıktan sonra Kur’ân’ın bir mucize olduğuna inanıyor ve şehadet getiriyor.
“Ebu Leheb’in elleri kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona bir fayda vermedi. Alevli bir ateşe girecek. Odun yüklenmiş karısı da, boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.”
Papaz diyor ki:
“—Ebu Leheb, cehenneme gireceğini haber veren bu sûrenin inişinden sekiz sene sonra öldü. Bu süre içinde, yalancıktan bile olsa tek bir defa ‘Müslüman oldum’ demesi, Kur’ân’ı yalancı çıkarmasına pekâlâ yeterdi. Ne oldu, ne de ‘oldum’ dedi. Cehennemin dibine gitti. Kur’ân mu’cizeliğini gösterdi.”Bu sûreye böyle bakmak hangimizin aklına gelirdi?
“MUHAMMED (sav) DENİZCİ MİYDİ?”
Gayrimüslim bir denizci, okuması için kendisine Kur’ân veren Müslüman arkadaşına, Kur’ân’ı okuduktan sonra soruyor.
“—Muhammed denizci miydi?”
“—Denizci mi? Muhammed aleyhissalâtu vesselam çölde doğdu, çölde yaşadı, çölde öldü!”
Bu cevap denizcinin oracıkta Müslüman olmasına yetiyor. Şaşkın ve açıklama bekleyen gözlerle bakan Müslüman arkadaşına denizci, Nur sûresinin 40. âyetini göstererek:
“—Dinle” diyor: “…Engin ve derin bir denizdeki zifirî karanlıklar gibi ki; bir dalganın üzerini başka bir dalga kaplar ve o dalganın üzerini de bir bulut! Birbiri üstünde karanlıklar!
İnsan elini çıkarıp uzatsa neredeyse onu da göremeyecek.”
Denizci diyor ki:
“—Ben sayısız deniz fırtınaları içinde bulundum. Bizzat yaşamadıkça, ömrü çölde geçmiş birinin bu fırtınaları tarif etmesi mümkün değil. Kur’ân, olsa olsa o fırtınaları koparan Yaratıcının kelâmıdır.” Bu ilişkiyi hangimiz kurabilirdik? Üstelik, kâfirlerin içine düştüğü manevî karanlıkları tanımlayan bir bahis içinde!
MİRASTAKİ PAYDAN HİDAYETE
Bir başkası, Kur’ân’da ‘erkeğe iki, kadına bir pay’ veren miras âyetini (bkz. Nisâ sûresi, 4:176) okuyunca Müslüman oluyor. Seküler dünyanın en çok tenkid ettiği bir âyetle bir Batılının İslâm’a girmesini hele, hiç aklıma sığıştıramamıştım.
Bediüzzaman Hazretlerinin halen hayattaki talebelerinden Mehmet Fırıncı Bey, Risale-i Nur’u İngilizce’ye tercüme eden İngiliz asıllı eşi Şükran Vahide Hanım’la Amerika’yı ziyaretlerinde bu garip vak’ayı kendisine naklettiğimde, dedi ki:
“—Kardeşim, gülme. Ben Şükran Hanım’dan duydum. İngiliz soylu ailelerinde anne-baba öldü mü, malvarlığı bölünmesin diye tüm miras evin en büyük erkek çocuğunda kalır. Diğerleri birşey alamazlar. Gelenekte kendisine hiç hak tanınmayan biri için, kız olsun-erkek olsun, tam olsun-yarım olsun bir hisse düştüğünü bilmek ne kadar ferahlatıcı!”