Acemi oğlanı ; Acemi ocağına yeni alınmış,henüz eğitim görmekte ve yetişmekte olan genç yeniçeri adayı Akağa ; Sarayın haremindeki zenci olmayan hadım harem ağası(Darüssaade ağası) Arpa Emini ; Saraydaki padişah ahırının en üst düzeydeki yöneticisiAhır masraflarını ken disine emanet edilen paradan yapan kişi Arz odası ; Padişahların devlet büyüklerini ve yabancı elçileri kabul edip dinledikleri oda Askeri Rüşdiye ; Askeri ortaokul Aşçıbaşı ; Saray mutfaklarındaki aşçıların başı Babıâli ;

Bu konu 6847 kez görüntülendi 21 yorum aldı ...
Osmanlıca Terimler Sözlüğü 6847 Reviews

    Konuyu değerlendir: Osmanlıca Terimler Sözlüğü

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 6847 kez incelendi.

  1. #1
    Nasid hicrani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    2.197
    Konular
    360
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    721
    @Nasid hicrani

    Standart Osmanlıca Terimler Sözlüğü

    Acemi oğlanı ; Acemi ocağına yeni alınmış,henüz eğitim görmekte ve yetişmekte olan genç yeniçeri adayı
    Akağa ; Sarayın haremindeki zenci olmayan hadım harem ağası(Darüssaade ağası)
    Arpa Emini ; Saraydaki padişah ahırının en üst düzeydeki yöneticisiAhır masraflarını ken disine emanet edilen paradan yapan kişi
    Arz odası ; Padişahların devlet büyüklerini ve yabancı elçileri kabul edip dinledikleri oda
    Askeri Rüşdiye ; Askeri ortaokul
    Aşçıbaşı ; Saray mutfaklarındaki aşçıların başı
    Babıâli ; ( Yüksek kapı anlamında) Osmanlılarda Sadaret (Başbakanlık),Dahiliye ve Hariciye (İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı) ve Şurayı Devlet (Danıştay) dairelerinin bulunduğu bina
    Babüssaade Ağası ; (Kapuağası/Sarayağası) Saraydaki hadım Darüssaade ağaları ile Akağaların ve Enderun memuriyetlerinin genel amiri
    Baltacı ; Sarayda harem muhafızlarına verilen ad / Seferler sırasında askeri birliklerin önünde giden ve yolların kapanmasına neden olan ağaçları kesen eli baltalı olan,uzun sakal bırakıp meşin önlük giyen özel seçilmiş iri yapılı askerler
    Baruthane Nazırı ; Barut imalatı ile uğraşan baruthane nezaretinin yöneticisi
    Başçıbaşı ; Saraya ait inşaat işlerinde çalışan işçi başlarının (Başçı) başı olan kişi
    Baş Çuhadar ; Sarayda padişahın kaftan ve kürklerine bakan büyük memur / Sadrazam ve vezirlerin ve diğer üst düzey görevlilerin yanında çalışan ve evrak iletme,mektup taşıma işi yapan görevlilerede çuhadar denirdi
    Berberbaşı ; Saray berberlerinin başı,yöneticisi
    Beylerbeyi ; Genel vali,Sancak beylerinin başıOsmanlı imparatorluğunun Asya kıtasındaki sancak beylerinin başına "Anadolu Beylerbeyi",Avrupa kıtasındaki sancak beylerinin genel valisinide "Rumeli Beylerbeyi" denirdi
    Bimarhane ; Akıl hastanesi(Tımarhane)
    Bina Emini ; Osmanlılarda büyük ve resmi binalar yapılırken,inşaat masraflarını tutan,malzemeyi satın alan ve ustalarla işçilerin ücretlerini ödeyen,biri katip diğeride Ruznameci (Muhasebeci) olmak üzere iki yardımcısı bulunan görevli
    Bostancıbaşı ; Padişahın mülkü olan bostanların ekilip,biçilme işini yürüten bostan işçilerinin başı / Sarayın muhafazasına ve şehrin güvenliğine bakan askeri teşkilatın başı
    Cariye ; Düşman ülkelerine yapılan akınlarda ele geçirilerek veya yabancı ülkelerden kaçırılarak,mal gibi para ile alınıp satılan kız,kadın,kadın köle ( Halayık,odalık,yataklık)
    Çelebi ; Efendi,kibar,görgülü ve ince kişiEskiden "bay"yerine kullanılan bir ünvan
    Çerakçı ; Kandilleri ve mumları yakıp söndürmekle görevli kişi
    Çeşnigir ; Darphane-i Amire'de (darphane) çalışan ve basılan gümüş ve altın paraların ayarını kontrol eden kişi
    Darül kurra ; Cami,mescit gibi yerlerin hemen yanında yapılan kuran okuma yeri
    Darüssaade Ağası ; Osmanlı saraylarında harem dairelerindeki hadım edilmiş harem ağası
    Darüşşafaka ; Eski "Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye"(İslami Eğitim Cemiyeti) tarafından kurulmuş olan yetimler okulu
    Defterdar ; Osmanlı devletinin maliye işlerine bakan kişi, Devletin çeşitli resmi kurumlarının maliye işlerine bakan görevliler
    Defter Emini ; Osmanlılarda Defter-i Hakani idaresinde (Tapu ve kadastro genel müdürlüğü) çalışan ve tapu işlerine bakan yüksek görevli
    Delme Mecra ; Yerin altından giden ve insan eli ile yapılmış olan su galerisi,yer altı su isale hattı
    Derviş ; Tarikatlardan birine bağlı olan ve tekkede çile ile uğraşan,giyim ve yaşayışında tarikatının adetlerini güden kişi
    Devşirme ; Yeniçeri ocağına alınan gayri müslim çocuklar
    Divan ; Padişah ile devlet büyüklerinin bir araya gelerek devlet işlerini görüşmek üzere yaptıkları toplantı
    Divanı Hümayun ; Padişahın başkanlığında toplanan ve sadrazam,şeyhülislam gibi yüksek dereceli devlet görevlilerinin katıldığı ve devlet işleri ile halkın sorunlarının görüşüldüğü meclis
    Ebced hesabı ; Arab alfabesindeki her harfin bir sayıyı göstermesi kuralı ile harflerden seçilerek düzenlenmiş anlamlı dizilerle bir olayın meydana geldiği yılı belirtme yolu
    Enderun ; Saray teşkilatı
    Erkânı harb ; Kurmay sınıfından olan yüksek rütbeli asker
    Evkaf ; Vakıfların hepsi,tümüBu günkü Vakıflar Genel Müdürlüğü
    Eyercibaşı ; Padişahın ve saraydaki diğer yüksek görevlilerin atlarının eyerlerini yapan sınıfın yöneticisi
    Fodla ; Bir cins çörek,kurabiye
    Gümrük Emini ; Gümrüklerin hesap işlerine bakan yönetici
    Hafız ; Kur'an'ı ezberlemiş olan kişi
    Harbiye Nezareti ; Osmanlılarda milli savunmanın kara kısmı ile uğraşan nezaret
    Harem-i Hümayun ; Sarayların kadınlara mahsus olan kısmı,Harem dairesi
    Harik havuzu ; Yangın havuzuYangınlara müdahale etmek için gerekli olan suyun depo edildiği havuzlar
    Hasodabaşı ; Sarayda padişaha ait olan bölümlerin hizmetini gören kişilerin yöneticisi
    Hattat ; Mesleği Arap harfleri ile güzel yazı yazmak olan kimse
    Hazine-i Hassa ; Padişahın şahsi gelir ve malları
    Hazine Kethüdası ; Osmanlı devletinde sarayın Enderun dairesindeki hazinede bulunan değerli eşyanın korunması ve yönetimi ile görevli kimse
    Haznedar ; Saray hazinesini bekleyen,yöneten kimse
    Hekimbaşı ; Sarayda görev yapan hekimlerin başı,başhekim
    Horasan Harcı ; İçerisine yumurta akı katılarak yapılan bir çeşit harç
    Humbara ; Tunçtan yapılmış ve içindeki oyuğa patlayıcı doldurulmuş bomba
    Humbaracı ; Yeniçeri ocağının havan topu sınıfına ait topçu eri
    İbnülemin ; Güvenilir dost kişi
    İhramcı ; Hacıların Kâbe'ye giderken giydiği ve geniş beyaz yünlü çarşaftan ibaret olan ihram'ı üreten kişi
    İmaret ; Çoğunlukla bir cami bünyesinde yapılan, bazen bir camiden ayrı olarakta oluşturulan ve fakirlere özellikle yemek yardımı yapmak amacı ile kurulan ve vakıf niteliğinde olan kuruluş
    İzam ; Bir yerin büyüğü,büyük kişi,yönetici
    Kadı ; İslam hukuku olan şeriat'a göre hüküm veren yargıçTanzimata kadar askeri davalarla devleti ilgilendiren davalar hariç tüm davalara bakmışlardırTanzimattan sonra ise yalnızca evlenme,boşanma,nafaka ve miras davalarına bakmışlardırKadılık müessesesi medeni kanunla kaldırılmıştır
    Kaldırımcı ; Yol yapımından sorumlu olan esnafİşlerini genellikle götürü usülde yaparlar ve kullandıkları taşların temin edilmesini ve taşların kesim işlerinide kendileri yaparlardı
    Kaldırımcı Kethüdası ; Götürü usülde taş döşeyerek yol yapan kaldırımcı esnafının yaptığı işi denetliyen ve ölçümleme yaparak yapılan yolun bedelini tesbit edip,parasını kaldırımcı esnafına ödeyen kişi
    Kalfa ; Saraylarda ve büyük konaklarda halayıkların (Cariye) başı olan kadınPadişah tarafından tayin edilirler,sarayda kendilerine ayrılan yerde otururlar ve sarayın iç hizmetlerinde çalışan cariyelere buyruk verirler ve özel günlerde cariyelerden farklı giyinirlerdi
    Kapı Ağası ; Padişahın sarayındaki akağaların en büyüğü
    Kapıcıbaşı ; Saray kapılarını bekleyen sınıfın yöneticisi
    Kapıcılar Kahyası ; Bir ilin veya bir resmi dairenin babıâli'de görülecek işlerini takip eden memur
    Kapı Kethüdası ; Valilerin,sancak beylerinin ve patrikhanenin babıâli ve diğer resmi dairelerdeki işlerini takip eden memur
    Kapıkulu ; Osmanlı devletinde Padişahın kumandası altındaki piyade ve süvari sınıfından olan ve bahşiş ve ulufe ile geçinen askerler
    Kaptan-ı Derya ; Donanmanın başı,deniz kuvvetleri baş kumandanı
    Kasabbaşı ; Sarayda hizmet gören kasabların başı(Kethüdayı Kassaban)
    Kaside ; Onbeş ila yüz beyitten oluşan ve tek kafiye düzenine göra kurulan ve ünlü kişilere övgü niteliği taşıyan nazım eser
    Kassam ; Kadı ve kazaskerlerin hizmetindeki görevlilerden biriÖlen bir kişinin mal varlığını varislerine şeriat kurallarına göre paylaştıran görevli
    Katip ; Sarayda veya herhangi bir devlet kurumunda çalışan ve görevi yazı işlerine bakmak olan kişi
    Kavas ; Osmanlılarda vezirlerin yanında bulunan silahlı koruma görevlileri1908 yılında kavas sistemi kaldırılmıştır
    Kavasbaşı ; Vezirleri korumakla görevli kavasların başı
    Kazasker ; En yüksek ilmi rütbe,günümüzün adalet bakanıİmparatorkuğun Asya ve avrupa bölümlerindeki kadıların başı (Rumeli Kazaskeri,Anadolu Kazaskeri)Kadı ve müderrislerin atama ve tayin işleri ile ordu mensupları ile ilgili davalara ve devleti ilgilendiren davalara bakmaktan sorumlu olan kişi
    Kemankeş ; Ok atıcı,okçu,yay kullanıp ok atan kişi
    Kethüda ; Kahya,yardımcı,üst düzey devlet görevlilerinin yardımcısı,saray hizmetinde çalışan belirli esnaf (Arabacılar, şamdancılar,kilerciler vs) gruplarının başı olan kişi
    Kıble taşı ; Açık alanlarda oluşturulan namazgahlarda kıblenin yönünü belirtmek için dikilen taş
    Kızlar Ağası ; Saray hareminin ağası(Darüssaade ağası)
    Kiler Kethüdası ; Saraydaki Kilercibaşının emrinde çalışan ve vazifesi kiler görevlilerini teftiş etmek olan kahya
    Kubbe ; Yarım küre şeklinde olan ve bir yapıyı örten dam
    Küfeki taşı ; Basınç altında kaynaşmış kum taneciklerinden oluşmuş,işlenmesi nispeten kolay olan ve su geçirmeyen bir taş cinsi
    Külliye ; Medrese,hamam,imaret,şifahane ve çarşı gibi ek yapıları ile birlikte inşa edilen cami
    Künk ; Su nakli için isale hatlarında kullanılan pişmiş toprak tada çimentodan yapılmış boruOsmanlılar döneminde toprak künkler kullanılır ve şebekeden su kaybını azaltmak için iç yüzeyleri sırla kaplanırdı
    Kürkçübaşı ; Padişahın kürklerini muhafaza etmekle görevli kişi
    Lağımcı ; Düşman kalelerini feth etmek için tünel kazıp,içine barut koyarak patlatan ve kale duvarlarının yıkılmasını sağlayan asker sınıfıSu yollarının inşaatında su galerilerinin açılması işlerindede çalıştırılmışlardır
    Lökün ; Zeytinyağı ile kireç karışımından dövülerek yapılan bir çeşit sızdırmazlık macunu( Çeşme musluklarının takılmasında ve su künklerinin birleşme yerlerinde suyun sızmaması için kullanılan macun)
    Mahlas ; Eskiden bir şiirin son beytinde kullanılması adet olan,şairlerin kullandığı takma ad
    Maksem ; Su dağıtma sandığı ve lüleler yardımıyla suyun çevredeki çeşmelere ve diğer yapılara dağıtımının yapıldığı yer
    Maliye Nazırı ; Osmanlılarda devletin gelir ve giderlerinin tutulduğu maliye teşkilatının yöneticisi
    Maslak ; Ana su isale hattının kollara ayrıldığı yer
    Medrese ; Gelenek ve görenekçi usullerle eğitim yapan ve özellikle din ve hukuk adamı yetiştiren ve genellikle külliye şeklindeki camilerin bünyesinde yer alan ve bir avlu etrafına dizilmiş çok sayıda odadan oluşan okul
    Mescit ; İçinde cuma namazı ve bayram namazı kılınmayan küçük mahalle cami
    Matbah Emini ; Saray mutfaklarının hesabını tutan görevli
    Mevkufat ; Bir zaman için tutulup alı konulmuş olan mal yada paraBir şeyin gelirinden artıp hazineye mal edilen paraBu görevi yerine getiren kişilerede mevkufatçı denirdi
    Mevlevihane ; Mevlevilik tarikatına bağlı olanların, tarikat kurallarına göre toplandıkları ve içinde özel odaları ve tören yerleri bulunan bina
    Mihrap ; Camilerde kıble yönünde bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer
    Molla ; Büyük kadı, kadı'nın bir üst derecesi,eyalet kadısı
    Mutasarrıf ; Osmanlı yönetimindeki sancakların ( Vilayet ile kaza arasındaki yer) en büyük mülki ve idari amiri Derece olarak kaymakamdan büyük validen küçüktürler
    Muvakkithane ; Saat imali ve tamiri yapılan yer
    Müderris ; Eskiden medresede öğretmen,sonraları profesör anşamında kullanılmıştır
    Müşir ; Osmanlılarda askerlikte en yüksek rütbe,mareşal
    Müştemilat ; Eklenti-Ek bina
    Nafia ; İnşaat işleri
    Naib ; Vekil olarak birinin yerine geçen ve yerine geçtiği kişi adına işleri yürüten kişi
    Nakkaş ; Binaların duvar ve tavan gibi yerlerine ve kitaplar süslemeler yapan resimci,süsleme ustası
    Nalıncı ; Hamam gibi ıslak zeminlerde giymek için tahtadan yapılan yüksek tabanlı bir çeşit terlik olan nalın'ı (Takunya) imal eden kişi
    Namazgah ; Açıkta namaz kılmak için hazırlanmış yer
    Nazır ; Osmanlılarda bir idare bölümünün yada kurumun başında bulunan görevli
    Nişancı ; Osmanlı devletinde Padişah kaynaklı her türlü yazıya,padişahın imzası olan nişanını koyan veya padişahın tuğrasını çeken divanı hümayun üyesi memur
    Reis-ül küttap ; Tanzimattan önce Osmanlı imparatorluğunun dışişleri bakanına verilen adSonraları Divanı hümayun'da yazı işlerini yürüten kalemlerin ve katiplerin şefi
    Reis-ül ûlema ; Şeyhülislamlık dairesinde ilmiye sınıfının başı olan memur
    Rikab Kaymakamı ; Sadrazam ordunun başında sefere çıktığı zaman kendisine vekalet eden görevli ( Sadaret kaymakamı )
    Ruzname ; Günlük olayların yazıldığı defter,günlük gazete,günlük masrafların yazıldığı defter hazineye girip çıkan eşya yada paraların günlük işlendiği defter,askeri seferler sırasında olayların günlük yazıldığı defter
    Ruznameci ; Günlük defterleri kaleme alan kişi / İnşaat masraflarının günlük hesabını tutan muhasebeci
    Sadaret ; Sadrazamlık makamı
    Sadaret kaymakamı ; Sadrazam,Serdarı ekrem ünvanı ile ordunun başında sefere çıktığı zaman onun yerine istanbulda kalıp vekaleten sadrazamın işlerini yapan vezir düzeyindeki görevli
    Sadaret kethüdası ; Sadrazamın birinci derecede yardımcısı
    Sadrazam ; Osmanlılarda padişahtan sonra gelen ikinci adam,en yetkili devlet görevlisiGünümüz başbakanı
    Sahilhane ; Devlet ileri gelenlerine ait deniz kenarındaki konak,yalı
    Saka ; İşi,çeşme ve sarnıç gibi yerlerden su alarak evlere dağıtmak olan kişi
    Saka başı ; Osmanlılarda sarayda bulunan ve sarayın su ihtiyacının karşılanmasında ve seferler sırasında ordunun su ihtiyacının karşılanması işinde görev yapan saka'ların yöneticisi
    Saka gediği ; Sakalara verilen, çeşmelerden su alma imtiyazıBu imtiyaz yazılı bir senede bağlanır ve bu senet alınıp satılabilir veya varislere intikal edebilirdiSakaların su alabileceği çeşmelerde belirtilir ve sakalar her çeşmeden su alamazdı Sakalara verilmiş olan bu imtiyaz 1869 yılında kaldırılmıştır
    Sakalar kethüdası ; Sakalar ocağının kahyası olup derece olarak sakabaşından sonra gelirGörevi divan toplantılarında vezirlere ibrik ve havlu tutmaktır
    Salma mecra ; Kanalet şeklindeki üstü açık olan su isale hattı
    Sarnıç ; Su ihtiyacını karşılamak amacı ile yapılan özel su toplama havuzu,su deposuÜstü açık yada kapalı olabilir
    Serasker ; Padişah ve sadrazam sefere çıkmadığı zaman ordunun başında seferi yöneten vezire verilen ünvan / 1826 yılında yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra kurulan Asakiri Mansurei Muhammediye ordusunun kumandanı
    Serçavuş ; Baş çavuş
    Serdar ; Ordu kumandanı
    Serdarıekrem ; Padişah sefere katılmadığı zaman ordu baş kumandanı olarak seferi idare eden sadrazama verilen ünvan
    Sermimar ; Mimarların başı,baş mimar
    Seyyid ( seyit ) ; Bir topluluğun ileri gelen kişisi,efendi
    Sıbyan mektebi ; Osmanlılarda ilköğretim okulu
    Silahtar ; Padişah ve vezir gibi devlet ileri gelenlerinin silahlarını koruyan ve bakım ve onarımını yapan görevli
    Sipahi ; Kapıkulu süvarilerinin birinci bölüğünü oluşturan askeri ocak
    Sipahi ağası ; Kapıkulu süvarilerinin birinci bölüğünü oluşturan sipahi ocağının kumandanı
    Solak ; Osmanlı kapıkulu teşkilatı bünyesinde yer alan ve görevi padişahın muhafızlığını yapmak olan koruma görevlisi
    Su nazırı ; Su işlerinin organizasyonundan sorumlu olan ve devşirme ve acemi oğlanlarından adam toplayarak gerekli işleri yaptıran görevli
    Su nezareti ; İlk defa Kanuni Sultan Süleyman döneminde kurulan ve su işlerinden sorumlu olan idareÖnceleri padişaha bağlı iken sonradan şehremaneti bünyesinde bir müdürlük haline sokulmuştur
    Su yolcu ; Su tesislerinin isale hatlarının bakım ve onarımından sorumlu olan kişi
    Su yolcubaşı ; Su yolcuların idaresinden ve çeşmelerin bakım ve onarımından sorumlu olan kişi
    Sülüs ; Arap alfabesi ile yazılan yazının bir çeşidi
    Şadırvan ; Halkın abdest alması için cami avlularına yapılan ve çok sayıda musluğu olan çeşme
    Şamdancılar kethüdası ; Saraydaki şamdanların bakım ve onarımından ve yakılıp söndürülmesinden,saraydaki ışık işlerinden sorumlu olan şamdancıların yöneticisi(Şamdancıbaşı-Serşamdani)
    Şehzade ; Padişah oğlu veya padişah ailesinden olan diğer erkeklerin oğullarından biri
    Şehremaneti ; Bu günkü belediye teşkilatının osmanlılar döneminde kurulan ilk şekli,şehrin temizlik ve güzelliği ile ilgilenen mahalli idare
    Şehremini ; Şehremaneti teşkilatının (Belediye) başında olan kişi
    Şeyh ; Tekke başkanı,tarikat lideri
    Şeyhülislam ; Osmanlılarda kabinede sadrazamdan sonra yer alan ve din işleri ile birlikte dünya işlerinede dini bakımdan karışan kimse
    Şıkk-ı evvel defterdarı ; 1kısım ve 2 kısım olarak ikiye ayrılan defterdarlık teşkilatının 1kısmı 2 kısımada Şıkk-ı sani adı verilirdi
    Tabaklar ahibabası ; Deri imalatçılarının esnaf loncası başkanı
    Tarikat ; Tasavvufa dayalı olan çeşitli islam doktrinlerine verilen ad
    Tekke ; Belli bir tarikata üye olan kişilerin toplanıp ayin yaptıkları yer
    Tersane çavuşu ; Gemi yapılan yerin işçi başı
    Tersane emini ; Gemi yapılan yerin mali işlerinin sorumlusu
    Tersane kethüdası ; Gemi yapılan yerin yöneticisi
    Topçubaşı ; Topun yapımı,bakımı,taşınması,ikmali ve savaşlarda kullanılması ile görevli olan askeri ocağın komutanı
    Tophane nazırı ; Topların imal edildiği ve topçu askerlerin eğitiminin yapıldığı yerin komutanı
    Tuğra ; Padişahın adının yazılı bulunduğu ve karmaşık yazı tekniği ile yazılmış olan sembol
    Tulumbacı ; Yangın söndüren kişi,bu günkü itfaiyeci
    Türbe ; İçinde çoğunlukla ünlü kişilerin gömülü bulunduğu anıtsal mezar
    Türbedar ; Türbede hizmet gören ve türbeyi bekleyen kimse
    Vakanüvis ; Zamanın olaylarını kayıt etmekle görevli resmi devlet tarihçisi
    Vakıf ; Bir hizmetin sürekli yapılabilmesi için belli koşullarla resmi bir yoldan herhangi bir kimse tafından bırakılan mülk yada paraİlgili hizmet bu mülk yada paranın getirisi ile halka bedelsiz sunulur ve vakfın idaresi mütevelli denen bir kişi tarafından yürütülür
    Valide Sultan ; Padişah annesiPadişah tahta çıkınca anasıda valide sultan ünvanını alır ve eski saraydan bir tören ile Topkapı sarayındaki özel dairesine taşınırdı
    Vezir ; Bakanlık ve valilik gibi önemli görevleri yerine getiren ve paşa ünvanlı olan kişi
    Veziri azam ; Sadrazam,günümüz başbakanı
    Voyvoda ; 17asırda kullanılmaya başlanan ve reis,subaşı,ağa gibi çeşitli manalara gelen bir ünvan
    Yaver ; Devletin ileri gelenleri ile komutanların yanında bulunup onların emirlerini yazmakla ve yerine iletmekle görevli kimse
    Yeniçeri ; Orhan Gazi tarafından kurulan piyade sınıfı asker ocağının erleriBaşlangıçta çok başarılı hizmetler gören yeniçeri ocağı zamanla dejenere olmuş ve defalarca baş kaldırarak devletin başına dert olmuştur Yeniçeri ocağı 1826 yılında IIMahmud tarafından başka bir askeri ocak kurularak ( Nizami cedid) ortadan kaldırılmıştır
    Yeniçeri Ağası ; Yeniçeri ocağının komutanı
    Yesari ; Solak,sol elini kullanan / Yesarizade ; Solak kişinin soyundan gelen Zaviye ;Küçük tekke


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Osmanlıca Terimler Sözlüğü

          Kategori: Türk Kültürü

          Konuyu Baslatan: Nasid hicrani

          Cevaplar: 21

          Görüntüleme: 6847


  2. #2
    azari - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    16.06.2010
    Mesajlar
    350
    Konular
    75
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    521
    @azari

    Standart

    bence lugatce ogrenmesi cok onemlidir

    ben lugatcayi cok okuyorum ve ogreniyorum hem arapca hem lugatce

    ellerine saglik
    zalimin en serrisi
    zalime yardim edendir mazlumuda rezil edendir

  3. #3
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    758
    @Vuslata Hasret

    Standart

    ABÂ: Bazı dervişlerin ve ilmiye mensuplarının giydikleri yünden yapılmış bir giysi.
    ABD: Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil Müslüman.
    ABD-İ MEMLUK: Kul, köle.
    ABES: Boş, saçma.
    ÂB-I HAYAT: Hayat suyu, içene ebedî hayat veren efsanevî su.
    ÂBİR-İ SEBÎL: Yolda giden yolcu.
    ACÂİB VE GARÂİB: Anlaşılmaz ve tuhaf.
    ACÂİB-İ DEKÂİK: Anlaşılmaz hileler, ince oyunlar.
    A'CEMÎ: Arap olmayan.
    ACÎB: Şaşılacak ve hayret edilecek şey.
    ACÛZ: Âcizler, beceriksizler, yaşlı kadın.
    ACZ-I BEŞERÎ: İnsanın acizliği, güçsüzlüğü.
    ACZ-I KÜLLÎ: Tam güçsüzlük.
    A'DÂ: 1. "Adüvv"ün çoğulu. Düşmanlar. 2. Pek zâlim, pek gaddar.
    A'DÂD: "Aded"in çoğulu. Sayılar.
    ÂDÂT-I CARİYE: Kullanılan âdetler, yaşayan sosyal kurallar.
    ADÂVET: Düşmanlık, husumet.
    ADEM: Yokluk.
    ADEM-İ KÜLLÎ: Tam yokluk.
    ADEM-İ MÜSÂVÂT: Eşitsizlik.
    ADEMÎ: Yokluğa ait.
    ÂDET-İ CÂHİLİYYE: İslâm'dan önceki putperestlik ve müşriklik devrine ait âdet.
    ÂDETULLAH: Allah'ın kâinatta câri olan usûl ve kanunu, sünneti.
    ÂDİL: Adalet sahibi, doğru adaletli.
    ADÎL: Benzer, eş, akran.
    ADL: Adalet, çok adaletli.
    ÂFÂK: "Ufuk"un çoğulu. Ufuk, yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak daire. Âfak, ufuklar, dış âlemler.
    ÂFÂKÎ: Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler.
    ÂFÂT: Âfetin çoğulu, musibetler, büyük felaketler.
    ÂFÎF: İffetli, namuslu, terbiyeli, haramdan sakınan, nezih.
    AFV Ü GUFRÂN: Bağışlama ve yarlığama.
    AFV: Affetme, suçu bağışlama.
    ÂGÂH: Uyanık, basiretli haberdar.
    AĞNAM: "Ganem"in çoğulu. Davarlar, koyunlar, keçiler.
    AĞNİYÂ: "Ganî"nin çoğulu. Zenginler.
    AĞRAZ: Maksatlar, arzular, amaçlar.
    AĞRAZ-I DÜNYEVİYYE: Dünyevî maksatlar, dünyevî niyetler, amaçlar.
    AĞRÂZ-I FÂSİDE: Bozuk maksatlar, bozguncu niyetler.
    AĞRAZ-I NEFSÂNİYYE: Nefsanî maksatlar, nefsî arzular.
    AĞRAZ-I ŞAHSİYYE: Şahsî maksatlar, ferdî niyetler.
    ÂĞÛŞ: Kucak, sığınılacak yer.
    AĞYÂR: Başkaları, düşmanlar, yabancılar.
    ÂHAD HABER: Bir kişi tarafından rivayet edilen hadis veya rivayetler.
    ÂHÂD: "Ehad'in çoğulu. Birler, birden dokuza kadar olan sayılar.
    ÂHAR: Başkası, diğeri, yabancı.
    AHBÂR: "Haber"in çoğulu. Haberler.
    AHBÂR-I SADIKA: Doğru haberler.
    AHD U EMÂN: And ve emniyet, korkusuzluk, güvenlik.
    AHD U MÎSÂK: Yemin ve anlaşma, kesin söz.
    AHD: 1. Söz verme. 2. Yemin, and. 3. Devir, zaman, gün.
    AHD-İ HARİCÎ: Daha önceden ismi bilinen kişilere veya şeylere işaret eden Lâm-ı tarif.
    ÂHENG: Uygunluk ve düzen.
    AHFÂ: Çok gizli, en gizli.
    AHFÂD: "Hafîd"in çoğulu. Torunlar.
    AHİD: (Bak: AHD).
    ÂHİR ZAMAN PEYGAMBERİ: Son zaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.).
    ÂHİR ZAMAN: Son zaman, dünyamızın son çağı.
    AHİZ: (Bak: AHZ)
    AHKÂM: Hükümler, kanunlar.
    AHKÂM-I AMELİYYE: Tatbikata ait hükümler, uygulanan kurallar.
    AHKÂM-I EZELİYYE: Ezelî hükümler, başlangıcı bilinmeyen hükümler.
    AHKÂM-I FER'İYYE: Asla ait olmayan, ikinci derecedeki hükümler.
    AHKÂM-I ULUHİYYET: Allahlık hükümleri, ilâhlık hükümleri.
    AHKÂM-I UMÛMİYYE: Umûmî hükümler.
    AHKEMU'L-HÂKİMİN: Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah.
    AHLÂK-I ZEMÎME: Kötü huylar, çirkin davranışlar.
    AHLÂM: "Hulm"ün çoğulu, karışık rüyalar.
    AHRÂR: Hürler, esir ve köle olmayanlar.
    AHSEN: "Husn"den. En güzel, pek güzel, daha güzel.
    AHSEN-İ TAKVÎM: En güzel ve en iyi kıvamda en güzel biçimde.
    AHSENÜ'L-KASAS: 1. Kıssaların, hikâyelerin en güzeli. 2. Yusuf Sûresi.
    AHZ: 1. Alma, tutma, kabzetme, 2. Kabul etme. 3. Tessellüm. 4. Sorgulama.
    AKABE: 1. Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire. 2. Tehlike. 3. Tehlikeli geçit. 4. Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir.
    AKÂİD: Akîdeler, inançlar, dinin itikadî hükümleri.
    AKAR: Gelir, gelir getiren gayr-ı menkuller.
    AKD: 1. Anlaşma, sözleşme. 2. Bağlama, düğümleme.
    ÂKIBET: Nihayet, sonuç.
    ÂKIDEYN: Anlaşma veya sözleşme.
    ÂKIL BÂLİĞ: Ergenlik, olgunluk çağına gelen.
    ÂKILÂNE: Akıllıca.
    AKÎDE: İtikad, iman.
    ÂKİF: 1. İbadette devamlı olan kimse. 2. Sebat eden.
    AKİKA: Yeni doğan çocuk için Allah'a şükür maksadıyla kesilen kurban.
    AKÎM: 1. Beyhude, boş yere. 2. Kısır erkek veya kadın.
    AKL-I SELÎM: Doğru düşünen, doğru anlayan, doğru karar veren akıl.
    AKLÎ: Akla ait, akla uygun.
    AKRÂN: Birbirine benzeyenler, em-sâl, yaşıt, denk.
    AKRİBA: Akraba, aralarında soy veya sihriyetçe yakınlık olanlar.
    AKSÂ: En uzak, en son.
    AKSÜ'L-AMEL: Tepki, istenilen şeyin zıddının hâsıl olması.
    AKTAR: Baharatçı.
    AKTÂR: Kuturlar, çaplar, dairenin merkezinden geçen hatlar, bölgeler, taraflar. Her taraf.
    AKVÂ ve AHZAR: Daha kuvvetli ve daha açık.
    AKVÂ: Daha kuvvetli, en kuvvetli.
    AKVÂL: "Kavl"in çoğulu. Kaviller, sözler.
    AKVÂM: Kavimler, milletler.
    AKVÂM-I SÂİRE: Diğer kavimler.
    A'LÂ: En yüce.
    ALADDERECÂT: Derecelere göre.
    ALÂK SÛRESİ: Kur'ân-ı Kerim'in 96. sûresi.
    ALAKA: "Alak"dan yapışkan sıvı, embriyo.
    ÂLÂM: Elemler, kederler, acılar.
    ALÂMET: İşaret, nişan.
    ALÂMET-İ FARİKA: Bir şeyi diğerinden ayırıcı işaret. Belirgin özellik.
    ÂLÂT: Âletler, vasıtalar.
    ÂLÂT-I CİSMANİYYE: Maddî âletler.
    A'LÂ-YI İLLİYYÎN: Cennette en yüksek derece, olgun kişilerin Allah katındaki dereceleri.
    ALE'L-HUSÛS: Hususiyetle, özellikle.
    ALE'L-USÛL: Usûl üzere. Usûle göre, usulen.
    ÂLEM: Kâinat, dünya.
    ALEMDÂR: Bayraktar, sancaktar.
    ÂLEM-İ CİSMANİYYE: Maddî âlem, kâinat, dünya.
    ÂLEM-İ EŞBÂH: "Şebah"tan: 1. Cisimler âlemi, varlıklar âlemi. 2. Hayaller âlemi."Şibh ve şebih"den: Misaller âlemi.
    ÂLEM-İ KABİR: Kabir âlemi.
    ALESSEVİYYE: Aynı seviyede, eşit olarak.
    ÂL-İ FİRAVUN: Firavun ailesi. Firavun soyu.
    ÂLİŞÂN: Şan ve şerefi yüksek olan.
    ALİYYU'L-A'LÂ: Pek iyi. Fevkalâ-de.
    ALLAH BES BÂKÎ HEVES: Allah yeter, başkası gelip geçici istektir, hevestir.
    ALLÂME: Bilginlerin en bilgilisi.
    ALLÂMÜ'L-GUYÛB: Esmâ-i Hüs-nâ'dan biri, bütün gizlileri bilen Allah.
    ÂMÂ: Kör.
    AMDEN: Kasten, bile bile, isteyerek.
    AMELDE İ'TİDÂL: Amelde aşırılıktan uzak, dengeli.
    AMEL-İ SALİH: Allah'ın rızasına uygun olan her iş.
    AMELİKA: Eskiden Sîna yarımadasında yaşamış olan bir kavim.
    AMÎK: Derin. Bahr-i amîk: Derin deniz. Fikr-i amîk: Derin düşünce.
    ÂMİL: 1. Sebep. 2. İş yapan. 3. Zekat toplayan memur.
    ÂMM: Umumî, genel.
    AMR: Bir erkek ismi.
    AMÛD: Direkler, sütunlar.
    ANÂSIR-I MUHTELİFE: Çeşitli unsurlar.
    ANKA-YI MUĞRİB: İsmi var, cismi yok. Ankâ kuşu.
    ANVETEN: Cebren, kahren, zorla, sıkıntı ile.
    ANYEDİN: Elden.
    ÂRÂBÎ: Bedevî. Çölde yaşayan köylü.
    A'RÂF: Cennetle cehennem arasında bulunan bir yer.
    ARAFAT: Mekke'ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce'nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar.
    ARASAT: Mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı.
    ARAZ: 1. İşaret, alâmet. 2. Tesadüf. 3. Kaza, felaket. 4. Kendi kendine vücut bulmayıp başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet.
    AREFE: Kurban bayramından bir önceki gün.
    ARIZÎ: Sonradan hasıl olan şey. Geçici.
    ÂRÎ: Temiz, hür, uzak.
    ÂRİF: Anlayışlı, bilgili.
    ARŞ: 1. Taht. 2. Dokuzuncu gök. 3. Çardak. 4. Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer.
    ARZ: yeryüzü, dünya, genişlik.
    ARZ-I MUKADDES: Kutsal ülke. Kudüs, Filistin.
    ASÂ: Değnek, sopa, baston.
    ASABÂT: 1. Baba tarafından olan akrabalar. 2. Şer'an miras alamayan akrabalar.
    ASABE: Baba tarafından akraba olanlar.
    ASAHH-I RİVÂYET: En doğru olan rivayet.
    ÂSÂR: Eserler.
    ÂSÂR-I ATÎKA: Eski eserler.
    ASÂ-YI MÛSÂ: Hz. Musa'nın sopası.
    ASGARİ: En az, en küçük.
    ASHAB: Hz. Peygamber'i mümin olarak gören ve o iman üzere ölen kimseler.
    ASHÂB-I KEHF: Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.
    ASHAB-I MEŞ'EME: Uğursuz, şerli kişiler, kötüler.
    ASHAB-I MEYMENE: Uğurlu kişiler, iyi kimseler.
    ASHAB-I YEMİN: Uğurlu, meymenetli kimseler.
    ÂSIF: Şiddetli rüzgar, fırtına.
    ÂSİ: İsyan eden.
    ÂSİM: Günah işleyen, günahkâr.
    ASNÂM: "Sanem"in çoğulu. Putlar.
    ASR: 1. İkindi namazı. 2. İkindi vakti. 3. Yüzyıl, çağ.
    AŞR: Kur'ân-ı Kerim'den on âyet miktarı okunan kısım.
    ATÂ: İhsan, lütuf, bağışlama.
    ATALET: Tembellik, hareketsizlik.
    ATF-I BEYAN: Kapalı bir sözü, açıklayan cümle.
    ATIF (ATF): 1. Eğme, meyletme, 2. Bağlama.
    ÂTİH: Bunak.
    ATİYYE: Hediyye, ihsan, bahşiş.
    ATTAR: (Bak: AKTAR)
    AVÂLÎ: Yüceler, büyükler. Medine etrafındaki semtler.
    AVAM: 1. Halk. 2. Soylu veya bilgin olmayanlar.
    AVÂMİL: 1. Âmiller, sebepler. 2. Arap nahvine ait ve bu isimdeki kitap.
    A'YÂN: 1. İleri gelenler. 2 Gözdeler.
    A'YÂN-I SABİTE: Allah'ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri.
    ÂYÂT: Âyetler.
    ÂYÂT-I BEYYİNAT: Açık seçik âyetler.
    ÂYÂT-I TEKVİNİYYE VE TEŞRİİYYE: Yaratılışa ve şeriata ait âyetler.
    AYIN: Arap alfabesinin 21. harfi. Ebced hesabında sayı değeri 70'dir.
    ÂYİN: 1. Tören, âdet. 2. Dinî bazı gösteriler. Mevlevî âyini gibi.
    AYN: 1. Göz, 2. Pınar. 3. Eşyanın hakikatı.
    AYNE'L-YAKÎN: Müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilim.
    A'ZÂ: Uzuvlar, organlar, üyeler.
    AZÂB: 1. Büyük sıkıntı, şiddetli elem. 2. Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.
    AZÂB-I NÂR: Cehennem azabı.
    ÂZÂDE: Serbest, hür, kayıtlardan kurtulmuş.
    AZ'AF-I MUZÂAF: Kat, kat, pekçok.
    AZAMET: Büyüklük, kibirlilik.
    AZDÂD (EZDÂD): Zıd olan şeyler.
    AZHAR: En açık:
    AZÎMÜ'Ş-ŞÂN: Şânı büyük.
    AZÎZ: 1. Allah'ın isimlerinden biri. Değerli. 2. Ermiş, velî.





  4. #4
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    758
    @Vuslata Hasret

    Standart

    BAB: 1. Kapı. 2. Fasıl, bölüm.MİNE'L-BAB İLE'L-MİHRAB: Kapıdan mihraba dek, baştan sona kadar.
    BÂDİYE: Kır, ova, sahra, çöl.
    BÂGÎ: Âsi, baş kaldırmış, haksızlık eden.
    BAĞÇE: Bahçe.
    BAĞTETEN: Ansızın, zulüm, isyan.
    BAĞY: Azgınlık, zulüm, isyan.
    BAHIYRE: Cahiliyye devrinde beş batın doğuran devenin beşinci yavrusu erkek olursa kulağı yarılır ve salıverilirdi. Artık hiç bir işte kullanılmayan bu deveye bu ad verilirdi.
    BÂHİL: 1. İşsiz, avare, başı boş. 2. Yularsız deve.
    BAHÎL: Cimri, tamahkâr.
    BÂHİR: 1. Yalancı, ahmak. 2. Ekin sulayıcı, sulayan. 3. Belli, açık. 4. Işıklı, parlak, güzel.
    BÂHİRE: 1. Çok koşan cins deve. 2. Dikenli ağaç.
    BAHR Ü BERR: Deniz ve kara.
    BAHŞ: Bağış, ihsan.
    BÂİN: Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu.
    BÂİS: 1. Sebep olan, gerektiren. 2. Gönderen. 3. Yeniden yaratan.
    BAKAR: Sığır, öküz, manda cinsleri.
    BAKARA: 1. Sığır, inek. 2. Kur'ân-ı Kerim'in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır.
    BAKİYYE: Artan, artık, geri kalan.
    BÂLİĞ: 1. Erişmiş, vâsıl olmuş, son mertebeyi bulan. 2. Yekûn.
    BÂP: (Bak: BÂB)
    BÂR: 1. Allah. 2. Yemiş, meyva. 3. Yük, ağırlık. 4. Yağdıran, serpen, döken.
    BÂRİD: 1. Soğuk. 2.Letafetten uzak nâhoş.
    BÂRİZ: Açık, belli, âşikâr, zâhir.
    BA'S: 1. Gönderme, yollama, gönderilme. 2. Allah'ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması. 3. Dirilme veya diriltme.
    BASAR: 1. Görme, görüş, görme yeteneği. 2. Zihnî algı.
    BÂSİR: Gören, görüp anlayan, ferasetli, zeki.
    BASÎRET: Doğru görüş, gönül gözü ile görme, uyanıklık.
    BAST: 1. Yayma, açma. 2. Özellikle hurufilikte cezbe ve tefekkür içinde kendinden geçmeyi ifade eder.
    BÂTIN: 1. İç, içyüz, gizli, sır, derunî. 2. Allah'ın isimlerinden.
    BATN: Karın, kuşak, nesil.
    BÂYİN: Aralayıcı, ayıran, ayırıcı özellik.
    BA'Z: Bir şeyin bir bölümü,bir parçası, bazısı.
    BED NAZAR: Kötü bakış.
    BED: Kötü, çirkin, işe yaramaz.
    BEDÂ'-BEDA'AT: Güzellik, yenilik, bediilik.
    BEDÂHET: 1. Açıklık, bellilik. 2. Ansızın ortaya çıkma.
    BEDÂYİ': İcat edilmiş güzel şeyler. Sanat eserleri.
    BEDBAHT: Talihi kötü olan, talihsiz.
    BED-BİN: Her şeyi kötü gören, karamsar.
    BEDEL: 1. Değer, kıymet. 2. Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen.
    BEDEL-İ BA'Z: Geniş anlamlı bir sözün bir kısmına yapılan açıklama.
    BEDEL-İ İŞTİM'ÂL: Geniş ve genel anlamlı bir sözün bir noktasını açıklayan cümle.
    BEDEL-İ KÜLL: Kapalı bir söze bütün yönleriyle yapılan açıklama.
    BEDEVÎ: Çölde çadırda yaşayan göçebe, çöllü, Arap göçebesi.
    BEDİA: 1. Yaratma. 2. Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel.
    BEDİHİ: 1. İspat gerekmeyecek şekilde açık. 2. Akla kendiliğinden gelen.
    BEDİÎ: Güzel, beğenilen, sanatlı söz.
    BEDR-BEDİR: 1. Dolunay, ayın ondördü. 2. Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir gazasının yapıldığı yer.
    BED-TAHRİR: Kötü yazı.
    BEHA-BAHA: 1. Güzellik, süs, pırıltı. 2. Kıymet, değer, bedel.
    BEHAİM: 1. Dört ayaklı hayvanlar. 2. Suriye'de bir sıradağ.
    BEHÇET: Güzellik, güleryüzlülük, sevinç.
    BEHİME-İ EN'AM: Deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvanlar.
    BEHİMÎ: Hayvana yakışır tarzda, hayvanlık.
    BEİS-BE'S: 1. Zarar, ziyan. 2. Korku, azap, sıkıntı, fenalık. 3. Kuvvet, kudret.
    BEKA: Devam, sebat, evvelki hal üzere kalmak, ölmezlik, ebedilik.
    BEKA-YI ERVAH: Ruhların kalıcılığı, devamlılığı.
    BEKA-YI RUH: Ruhun kalıcılığı, ölmezliği.
    BELAGAT Ü FESAHAT: Tam yerinde açık ve güzel söz söyleme.
    BELAGAT: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik.
    BELİĞ: 1. Açık, düzgün söz söyleyen. 2. Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.
    BENÂM: Namlı, ünlü, meşhur.
    BENAN: Parmak ucu.
    BENÎ İSRAİL: İsrailoğulları, yahudiler.
    BERAAT: 1. Temizlik, arılık. 2. Olgunluk, güzellik.
    BERA'ÂT-I İSTİHLÂL: Söze güzel ve etkili başlangıç.
    BEREKÂT: Bolluklar, uğurlar, hayırlar.
    BEREKÂT-I KELÂMULLAH: Allah kelâmının verdiği feyizler, bolluklar, uğurlar.
    BER-HAYAT: Sağ, diri, yaşayan.
    BERÎ: Sâlim, kurtulmuş, temiz arınmış.
    BERİ: Yakın mesafe, ötenin zıddı.
    BERK: 1. Şimşek, parıltı, kıvılcım. 2. Sert, katı.
    BERR: 1. Doğru sözlü, hayır işleyen kimse. 2. Kara, toprak.
    BER-TARAF: Bir yana atılan, ortadan kalkan. Bertaraf etmek: Ortadan kaldırmak, yok etmek.
    BERZAH ÂLEMİ: Ruhlar âlemi.
    BERZAH: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. Can sıkıcı. 3. İnce uzun kara parçası. 4. Dünya. 5. Ruhların kıyamete kadar bulunacakları yer.
    BES: Yeter, yetişir, tamam, kâfi, çok.
    BE'S: Zarar, ziyan, azap, şiddet, fenalık.
    BEŞÂRET: Müjde, muştu, iyi haber.
    BEŞÂRET-ÂVER: Müjdeci, iyi haber getiren.
    BEŞER: İnsan, bütün insanlar, Ebu'l-Beşer: İnsanlığın babası, Hz. Âdem.
    BEŞERİYYET: 1. İnsanlık. 2. İnsanın yaratılış özellikleri.
    BEŞİR: 1. Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü. 2. Hıristiyan Araplar'da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse. 3. Peygamberimizin bir vasfı.
    BEY': Satma, satılma, satış.
    BEYAN İLMİ: Belâgat ilminin,hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü.
    BEYÂN: Anlatma, açıklama sanatı.
    BEYN: Aralık, arasında, arada.
    BEYNÛNET: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. İhtilaf, anlaşmazlık, ara açıklığı.
    BEYT: Ev, mesken, oda, oba.
    BEYT-İ ATİK: Eski ev, Kâbe.
    BEYT-İ MAMUR: Kâbe'nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan ve melekler tarafından tavaf edilen bir köşk.
    BEYTULLAH: Allah'ın evi, Kâbe, insan kalbi.
    BEYTÛTET: Geceleme, bir yerde geceyi geçirme.
    BEYTÜ'L-MAKDİS: Mukaddes ev, Mescid-i Aksa, Kudüs'teki büyük camii.
    BEYYİN: Belli, açık, âşikar.
    BEYYİNÂT: Açık, belli şeyler.
    BEYYİNE: 1. Delil, şahit. 2. Kur'ân'ın 97. sûresi.
    BEYZÂ: 1. Çok beyaz. 2. Demirden savaşçı başlığı. 3. Yumurta.MİLLET-İ BEYZÂ: Beyaz millet, müslümanlar.
    BEZL: Bol bol verme.
    BÎA-BİYAT: Birinin hakimiyetini kabul etmek, emirlerine uyacağına söz vermek.
    BİAT OLUNMAK: Birine itaat edilmek, hükmüne girmek.
    BİD'AT: 1. Sonradan ortaya çıkan şey. 2. İslâm'da Peygamberimizden sonra ortaya çıkan değişik âdetler.
    BİD'AT-I HASENE: Beğenilebilir, güzel yenilikler.
    BİD'AT-I SEYYİE: Kötü yenilikler.
    BİDÂYET: Başlama, başlangıç.
    BİDAYETEN: Başlangıçta, ilkin.
    BİİZN-İ HÜDA: Allah'ın izni ile.
    BÎKARAR: 1. Kararsız. 2. Rahatsız.
    BİKR: Dokunulmamış, bekâret, bâ-kire.
    BİKR-İ FİKR: Hiç söylenmemiş, yeni fikir.
    BİLÂ BEDEL: Bedelsiz, karşılıksız.
    BİLÂ KAYD Ü ŞART: Kayıtsız şartsız.
    BİLÂ: ... sız.
    BİLAD: Beldeler, şehirler, memleketler, kasabalar.
    BİLÂD-İ ARAB: Arab ülkeleri.
    BİLAFASILA: Fasılasız, aralıksız.
    BİLÂH: Arkaları büyük olan kadınlar.
    BİLLUR: 1. Duru, kristal. 2. Necef taşı.
    BİN: Oğul.BİN MEHMED: Mehmed'in oğlu.
    BİNA: 1. Yapı, ev. 2. Yapma, kurma. 3. Göz, gören, görücü.
    BİNAEN ALA ZÂLİK: Bunun üzerine, bundan dolayı.
    BİNAEN: ...den dolayı, ...den ötürü.
    BİNÂENALEYH: Ondan dolayı, onun üzerine, şu halde.
    BİRR: İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat. 2. Dininde ibadetinde kuvvetli olan. 3. Bağışta bulunma.
    Bİ'SET: Gönderme.
    Bİ'SET-İ MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlikle görevlendirilmesi.
    Bİ'SET-İ NEBEVİYYE: Peygamberin, peygamberlikle gönderilişi.
    BU'D: Uzaklık, aralık, boyut.
    BU'D-İ MESAFE: Gidilen yolun uzaklığı.
    BUĞZ: Düşmanlık duyma, nefret, kin.
    BUĞZETMEK: Kin gütmek, düşman olmak.
    BUHÛL: Cimrilik, tamahkârlık.
    BUK'A: 1. Ülke, yer. 2. Büyük bina. 3. Benek, leke.
    BURAK: Peygamberimizin mirac gecesi bindiği binek.
    BURC: 1. Kale, yüksek bina. 2. Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi. 3. Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep.
    BURC-İ ÂBÎ: Suya ait burçlar: Yengeç, akrep, balık.
    BURC-İ BÂDÎ: Havaya ait burçlar: İkizler, terazi kova.
    BÜHTAN ETMEK: İftira etmek.
    BÜHTAN: Yalan, iftira, birine işlemediği suçu yükleme.
    BÜLEGA: Belegat sahipleri, düzgün ve güzel konuşanlar, beliğ olanlar.
    BÜLEGA'-İ BEŞER: Belegat ilmi mütehassısları.
    BÜLEGÂ-İ ULEMÂ: Belagat bilginleri ve âlimler.
    BÜLÛĞ: 1. Erginlik, olgunluk çağına girme, yetişme. 2. Yaklaştırma.
    BÜNÜVVET: Oğulluk, evlatlık.
    BÜNYÂN: Yapı, bina, bir şeyin yapısı.
    BÜNYAN-I MERSUS: Birbirine lehimlenmiş, kenetlenmiş yapı.
    BÜRHAN: Kesin delil, hüccet.



  5. #5
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    758
    @Vuslata Hasret

    Standart

    CÂFÎ: Cefâ çektiren, eziyet eden.
    CÂH: İtibar, makam, mevki.
    CÂHİLİYYE: Kelime olarak cahilliğe ait mânâsına gelir. Terim olarak İslâmiyetten önceki putperest dönemi ifade eder.
    CAHÎM: Cehennem.
    CÂİL: "Ceale" kökünden yaratıcı, yapıcı.
    CÂİLU'N-NÛR: Nûr'un yaratıcısı.
    CÂİZE: Armağan, övücü şiirleri için eskiden şairlere devlet büyükleri veya aşiret büyükleri tarafından verilen para veya mal.
    CA'L: Yapma, meydana getirme, yaratma.
    CA'LÎ: Sahte, yapmacıklı, düzme.
    CÂLİB-İ DİKKAT: Dikkat çekici.
    CÂMİ: 1. Toplayan, derleyen. 2. İçerisinde namaz kılınan ve mescidden büyük olan ibadethane.
    CÂMİD: 1. Donmuş, hareketsiz. 2. Gelişmeyen, gelişme kabiliyeti olmayan.
    CÂNİB: Cihet, yön, taraf, yan.
    CÂRİYE: 1. Savaşta gayr-i müslimlerden esir olarak alınan kız ve kadınlar. 2. Hizmetçi kız.
    CÂY-İ İŞKÂL: Güçlük, zorluk, müşkülât noktası.
    CÂZİBE: Cezbeden, çeken, yer çekimi.
    CÂZİBE-İ FÂNİYE: Geçici güzellik, fânî güzellik.
    CÂZİBE-İ MUTLAKA: 1. Mutlak çekici kuvvet. 2. Yegane çekici kuvvet. 3. Geçici güzelliğin zıddı olan ebedî güzellik.
    CÂZİBE-İ UMÛMİYYE KANUNU: Yerçekimi kanunu.
    CEBÂBİRE: Cebredenler, zorbalar, zâlimler.
    CEBBÂR: 1. İlâhî isimlerdendir. Dilediğini yapan, kudret ve güç sahibi Allah. 2. Zalim, müstebit kişi. 3. Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
    CEBBÂRÂNE: Cebbârcasına, zorbalıkla.
    CEBEL: Dağ.
    CEBR U İKRAH: Zorlama ve baskı yapma.
    CEBR-İ MAHZ: Sırf cebir, mutlak cebir.
    CEBRİYYE: Cüz'î iradeyi inkâr eden mezhep.
    CEDİD: Yeni.
    CEHD: Çalışma, çabalama.
    CEHELE: Cahiller.
    CEHL U DALÂLET: Cehalet ve sapıklık.
    CEHL: Bilmezlik, cehalet.
    CEHR: Açıktan söyleme, açık olarak okuma.
    CELÂDET: Kahramanlık, yiğitlik.
    CELÂL: Büyüklük, ululuk. Zü'l-celâl: Celâl sahibi Allah.
    CELÂL-İ KİBRİYÂ: Allah'ın büyüklüğü.
    CELB-İ MASLAHAT: İyilik, dirlik ve düzeni sağlayıcı, fayda getirici.
    CELB-İ MENFAAT: Menfaat celbedici, çekici, fayda sağlayıcı.
    CELDE: Kamçı ile vücuda vuruşlardan her bir vuruş. (Fıkhî ıstılah)
    CELÎ: Aşikar, belli, parlak, açık.
    CEM U TEVFİK: Toplama ve uygunlaştırma, uzlaştırma.
    CEMAAT: Topluluk, imam arkasında namaz kılan topluluk.
    CEMAAT-I NÂCİYE: 1. Cehennemden kurtulacak ehl-i sünnet cemaatı. 2. Selâmete, kurtuluşa erecek cemaat.
    CEMÂDÂT: Cansızlar.
    CEMÂL: 1. Allah'ın lütf ve ihsan sıfatıyla tecellisi. 2. Yüz güzelliği.
    CEMÂL-İ HAK: Allah'ın güzelliği ki, müminler cennette onu temaşa edeceklerdir.
    CEMÂLULLAH: 1. Allah'ın cemâlı, Allah'ın güzelliği. 2. Allah'ın lütfu ihsaniyle tecellisi.
    CEMEL: Deve.
    CEM'-İ KILLET: Arapça'da türlü vezinlerde cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı mahsus olanları.
    CEM'İ MAHLUKÂT: Bütün yaratıklar.
    CEMM-İ GAFÎR: Büyük cemaat, insan kalabalığı.
    CENÂBET: 1. Gusül abdesti almayı gerektiren durum. 2. Gusül gerektiği halde henüz gusül yapmamış kimse.
    CENAH: 1. Yan taraf, cihet. 2. Kol, pazu. 3. Kanat, kuş kanadı.
    CENNATU'N-NAÎM: Naîm Cennetleri, nimetlerle dolu olan cennetler.
    CERAD: "Cerâde"nin çoğulu. 1. Çekirgeler. 2. Yağmacılar.
    CERH: Yaralama, yaralatma, çürütme.
    CERİME: "Cürm"ün çoğulu. Suçlar, günahlar.
    CESTE CESTE: Bölüm bölüm, yavaş yavaş.
    CEVAD-I MUTLAK: Şarta bağlı olmaksızın çok ihsanda bulunan, cömertlik eden Cenab-ı Allah.
    CEVAHİR: Cevherler, çok değerli olan şeyler.
    CEVÂMİU'L-KELİM: Kelimeler topluluğu.
    CEVÂRİH: "Cerh"den yaralayanlar, yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar.
    CEVAZ: İzin, müsaade, caiz olma.
    CEVELAN: Dolaşma, gezme.
    CEVF: 1. Boşluk, oyuk, çukur. 2. Orta yarı.
    CEVHER: 1. Varlığı için başkasına muhtaç olmayan. 2. Bir şeyin özü.
    CEVR Ü ZULM: Ezâ ve zulüm.
    CEVR: Ezâ, eziyet, haksızlık, sitem.
    CEYB: Yakanın göğüs üzerindeki açık yeri.
    CEYŞ-İ USRET: Güçlük ordusu.
    CEYYİD: İyi, güzel, hoş.
    CEZÂLET: Rekaketsizlik, peltek kekeme veya pepe olmayış.
    CEZÎRETÜ'L-ARAB: Arap yarımadası.
    CEZM: 1. Kesin karar, niyet. 2. Kesme, katı.
    CİBAYET: Câbîlik, vergi, gelir toplama.
    CİBİLLİYET: Huy, yaratılış.
    CİBRİL: Dört büyük melekten biri, vahiy meleği olan Cebrail.
    CİBT VE TAGUT: Haç ve put. Allah'tan başka canlı cansız mabut edinilmiş şeyler.
    CÎD: Boyun.
    CİDD: 1. Bir işi gerçekten çalışıp işleme. 2. Ciddilik.
    CÎFE: Lâşe, leş.
    CİHAD: 1. İslâm için düşmanla yapılan maddî, manevî savaş. 2. Nefisle yapılan her türlü mücadele.
    CİHAD-I EKBER: 1. Büyük savaş. 2. Benlikle savaş.
    CİHANŞÜMÛL: Cihânı içine alan.
    CİHAZ: 1. Çeyiz ve avadanlık. 2. Cenazenin kaldırılması için gerekli olan eşya.
    CİHET: Yön, taraf.
    CİM SECÂVENDİ: Kur'ân-ı Kerim'deki durma yerlerinden biri. Bu secâvendde durmak veya geçmek caizdir.
    CİMA: İnsanların cinsî münasebetleri.
    CİNÂS: Münasebet, benzeyiş. Birçok mânâlara yorulabilen söz. İmalı, telmihli söz. Telaffuzu aynı anlamı ayrı olan kelimelerin bir söz içinde kullanılması.
    CİNNET: Delilik, çılgınlık.
    CİNS-İ KARÎB: Yakın cins.
    CİRM: 1. Cisim. 2. Büyüklük, hacim cirmi ne kadardır?
    CİSR: Köprü.
    CİSR-İ CEHENNEM: Cehennem köprüsü.
    CİZYE: Müslüman olmayan teb'a-dan alınan vergi.
    CÛD: Cömertlik. Karşılık beklemeden yapılan cömertlik.
    CÛDİ: Şırnak şehrinin 6 kilometre güney doğusunda bulunan büyük bir dağ.
    CUHÛD: Çıfıt, yahudi.
    CUMHÛR: Halk, kalabalık, ahâlî, çoğunluk.
    CUMHÛR-İ MÜFESSİRÎN: Müfessirler topluluğu, müfessirlerin çoğunluğu.
    CUMHÛR-İ UKALÂ: Akıllılar topluluğu. Akıl sahiplerinin hepsi.
    CÜDERÎ: Çiçek hastalığı.
    CÜMLE-İ İSMİYYE: İsim cümlesi.
    CÜMLE-İ MU'TARIZA: Parantez içinde bulunan cümle, açıklayıcı mahiyetteki cümle. Ara cümlecik.
    CÜMLE-İ VECÎZE: Kısa ve öz söz.
    CÜNAH: Günah.
    CÜND: Asker, asker topluluğu.
    CÜNÛD: Askerler.
    CÜNÜB: Gusül abdesti gerekmiş kimse.
    CÜZ-İ MAKSÛM: Bölünmüş parça.
    CÜZ'İ: Az miktar, bir parça.
    ÇÂK: 1. Yarık, yırtık. 2. Yırtmaç.




  6. #6
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    758
    @Vuslata Hasret

    Standart

    DÂB: 1. Adalet, doğruluk, 2. İhsan, vergi.
    DÂBBE: Yük ve binek hayvanı.
    DÂBBETÜ'L-ARZ: Kıyâmet alametlerinden olup topraktan çıkan varlık.
    DÂD-I HAKK: 1. Allah vergisi. 2. Veriş, satış.
    DÂFİ': 1. Def' eden, savan, savuşturan, iten. 2. Cenab-ı Hak.
    DÂĞ-DÂR: 1. Kızgın demirle nişanlanmış, dağlanmış. 2. Pek müteessir, çok üzgün.
    DÂİN (DÂYİN): Borç veren, alacaklı.
    DAKİK: 1. İnce, ufak, nâzik. 2. Toz haline getirilmiş şey, un. 3. Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse.
    DALÂLÂT-I BEŞERİYYE: İnsanlığın sapıklığı, beşerî sapıklık.
    DALÂLET: Hak yoldan sapma, sapıklık, azgınlık.
    DALÂL-İ MUBÎN: Apaçık sapıklık.
    DÂLL Bİ'L-İŞÂRE: İşaretle delâlet etme. Sözün işaretle mânâya delâlet etmesi.
    DÂLL U MUDILLE : Doğru yoldan çıkanlar ve çıkaranlar, sapanlar ve saptıranlar.
    DÂLLÎN GÜRÛHU: Sapıklar, azgınlar topluluğu.
    DÂLLİN: Doğru yoldan sapmış olanlar, azgınlar.
    DÂR: Ev, yer, yurt, dünya.
    DARBE-İ AZÂB: Azap darbesi, azap verici vuruş.
    DARB-I MESEL: Ata sözü.
    DÂREYN: İki dünya: Dünya ve ahiret.
    DÂR-I DÜNYA: Dünya.
    DÂR-I HARP: Müslümanlarla savaş halinde olan gayri müslim ülke.
    DÂR-I İSLÂM: İslâm ülkesi.
    DÂR-I KÜFÜR: Gayr-i müslimlerin ülkesi.
    DÂR-I SAADET: Mutluluk yeri.
    DÂR-I UHRA: Ahiret yurdu.
    DARÎRU'L-BASAR: Kör, âmâ.
    DÂRU'N-NEDVE: Mekke şehir meclisi.
    DÂRU'S-SELÂM: 1.Selamet yurdu, cennet. 2. Bağdat şehrinin ünvanı.
    DÂRÜ'L-HİLAFET: İstanbul.
    DE'B-İ KADÎM: Eski gelenek, eski usûl, eski âdet.
    DEBÛR: Batı rüzgarı, batı taraftan esen yel.
    DECCÂL: Kıyametten az önce çıkacak, insanlardan bir kısmını sapıtacak ve daha sonra Hz. İsa tarafından öldürülecek olan şahıs.
    DEF': Öteye itme, savma, savulma.
    DEF-İ İHTİYAÇ: İhtiyacın giderilmesi, ihtiyacın karşılanması.
    DEF-İ MAZARRAT: Zararı giderme.
    DEF-İ MEFSEDET: Fesadı ortadan kaldırma.
    DEFTER-İ A'MÂL: Amel defteri, insanların dünyadaki hayır ve kötülüklerin kaydedildiği defter.
    DEHA: 1. Olağanüstü zeka ve anlayış kabiliyeti. 2. Olağanüstü zeka sahibi kimse.
    DEHLİZ: Hol, koridor.
    DEHRİ: Dünyanın sonsuzluğuna inanıp ahireti inkâr eden kimse Materyalist.
    DELÂLET: Yol gösterme, kılavuzluk etme.
    DELÂLET-İ AKLİYYE VE MANTIKIYYE: Akıl ve mantık yardımıyla, akıl ve mantığın yola göstermesiyle.
    DELİL: 1. Kılavuz, yol gösterme. 2. Kanıt.
    DELİL-İ NAKLÎ: Naklî delil, Kitabî delil. Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflere istinad eden delil.
    DELÎL-İ ŞUÛDÎ: Görgüye dayanan delil.
    DEM: 1. Kan, 2. Soluk, nefes. 3. Zaman, an.
    DEM': Göz yaşı, göz yaşı dökme, ağlama.
    DEM-İ MESFUH: Dökülmüş kan.
    DENÂNET: Alçaklık, zillet.
    DENÎ: Alçak.
    DERMİYÂN: Ortada.
    DERPİŞ: Göz önünde, en önde.
    DERS-İ İNTİBAH: Uyandırma dersi.
    DERÛN: İç taraf, dahil, kalp.
    DEVR-İ CÂHİLİYYE: Cahiliyye devri, İslâm'dan önceki devir.
    DEVR-İ SABAVET: Çocukluk çağı.
    DEYN: Borç.
    DEYYÂN: Mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim. Allah.
    DEYYÂR: 1. Manastır sahibi. 2. Biri, bir kimse, fert.
    DÎBÂCE: Başlangıç, önsöz, mukaddime.
    DİĞERGÂM: Başkalarını düşünen, bencil olmayan.
    DİL-ÂVÎZ: Gönül çeken, câzip.
    DİL-NİŞÎN: Hoşa giden, kalpte yerleşen.
    DÎN U DİYÂNET: Din dindarlık, din ve din duygusu.
    DÎNÂR: Bir altın liranın dörtte bir değerinde olan eski bir para.
    DÎN-İ HAK: Hak din İslâmiyet.
    DİRAYET: Zekâ, iktidar, beceriklilik. Akıl ve ilim yoluyla yapılan çözüm.
    DİRHEM: 1. Okkanın dörtyüzde biri olan eski ağırlık ölçüsü. 2. Gümüş para.
    DİVAN: Arap şiiri, Divan-ı Arab, Arab'ın şiir külliyatı.
    DÛN: 1. Alçak, aşağılık. 2. Aşağı. 3. Altta.
    DÜBB-İ ASGAR: Küçük ayı (yedili yıldız grubu).
    DÜBB-İ EKBER: Büyük ayı (yedili yıldız grubu).
    DÜLDÜL: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Hz. Ali'ye verdiği beyaz at.
    DÜSTÛR: Kânun, kaide, kural, esas.
    CaSuS:

  7. #7
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    758
    @Vuslata Hasret

    Standart

    EAMM: Daha geniş, pek şümullü, en umumî.
    EÂZIM: Büyükler, ulu kişiler.
    EB: Baba, ata.
    EBB: Kuru ot, taze ot. Mera, otlak, çayır.
    EBEDÂ: Ebedî olarak, ebediyyen.
    EBEDÎ: Devamı, sonu olmayan. Ezelînin zıddı.
    EBED-ŞÜMÛL: Ebedî içine alan.
    EBEVEYN: Ana-baba.
    EBRÂR: İyiler.
    EBSÂR: "Basar"ın çoğulu. Gözler, görme hassaları.
    EBTER: 1. Eksik, tamamlanmamış. 2. Dölsüz, çocuğu olmayan kimse.
    EBU'L-BEŞER: İnsanlığın atası. Hz. Âdem.
    EBU'L-HAYR: İyilik babası.
    ECÂNÎB: Ecnebîler, yabancılar.
    ECEL-İ KAZÂ: Tehlikeye uğramak suretiyle gelen ecel.
    ECEL-İ MÜSEMMÂ: Allah tarafından tayin edilmiş ömrün sonunda gelen ecel.
    ECİR: 1. Karşılık, ücret. 2. İyi bir amelin karşılığı olarak verilen manevî mükâfat.
    ECR U MESUBÂT: Karşılık ve mükâfat. İyi amele karşılık Allah tarafından ahirette verilen sevap.
    ECR U SAVÂB: Yapılan bir şeyin karşılığı olarak verilen ücret ve sevab.
    ECR: Yapılan bir iş karşılığında verilen ücret.
    ECRÂM U ECSÂM: Cansız varlıklar ve cisimler.
    ECRÂM-I SEMÂVİYYE: Gök cisimleri, yıldızlar.
    ECSÂM-I MUHTELİFE: Muhtelif cisimler.
    ECSÂM-I SAKÎLE: Ağır cisimler.
    ECSÂM-I SELÂSE NAZARİYESİ: Üç cisim nazariyesi.
    ECZÂ: Cüzler. 1. Eczacılıkta kullanılan maddeler. 2. Bir kitabın parçaları. Kur'ân-ı Kerim'in cüzleri.
    EDÂ: 1. Ödeme, verme. 2. Zamanında yerine getirme. 3. Tarz, üslûp.
    EDÂ-İ EMANET: Emaneti yerine getirme.
    EDAT: 1. Kendi kendine anlamı olmayıp isim ve fiillere katılarak anlam gösteren kelime. 2 Âlet.
    EDEB-İ KUTSÎ: Kutsî edeb, iyi ahlâk.
    EDEB-İ UBUDİYYET: Kulluk edebi.
    EDGÂS U AHLÂM: Karışık rüyalar.
    EDİLLE: Deliller.
    EDİLLE-İ AKLİYYE: Aklî deliller.
    EDİLLE-İ HAKK: Hak deliller, gerçek deliller.
    EDİLLE-İ KÂTIA: Kesin deliller.
    EDİLLE-İ ŞER'İYYE: Şer'î deliller; Kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahadan ibaret dört delil.
    EDİLLE-İİ İLMİYYE: İlmî deliler.
    EDNÂ: Pek aşağı, en alçak.
    EDVÂR: Devirler, çağlar.
    EDYÂN-I BÂTILA: Bâtıl dinler. Hak olmayan dinler.
    EDYÂN-I MÜNZELE: Allah tarafından gösterilen dinler.
    EDYÂN-I SEMAVİYYE: Semavî dinler. Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâm dinleri.
    EF'ÂL: Fiiller, işler.
    EF'ÂL-i İBÂD: Kulların işleri.
    EF'ÂL-İ KULÛB: Kalbin işleri, kalbe doğan çeşitli duygu ve düşünceler. Arapça'da kalbî fiiller (bilmek, görmek gibi)
    EFDÂL: Daha faziletli, en faziletli.
    EFLÂK: 1. Felekler, gökler. 2. Her gezegene ait gök tabakaları.
    EFRADINI CÂMİ AĞYÂRINI MANİ: Kendisine ait olanları toplayan, olmayanları dışarda bırakan.
    EFSANE: Masal, destan, mitoloji.
    EHAD: Bir, tek. Allah'ın sıfatlarından.
    EHÂDÎS-İ ŞERİFE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in söz, hareket ve ikrarlarından meydana gelen hadis-i şerifler.
    EHADİYYET: Birlik. Allah'ın her bir şeyde kendilerine ait sıfatı. Her şeyde birliğinin tecellisi.
    EHAKK: Çok haklı, daha haklı.
    EHASS: 1. En has, en özel. 2. En bayağı.
    EHASS-I MAKSAT: En özel maksat.
    EHL U İYÂL: Bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu aile efradı ve diğer kimseler.
    EHL: 1. Sahip, malik, 2. Maharetli, usta. 3. Bİr yerde oturan. 4. Karıkocadan herbiri.
    EHL-İ BEYT: Hz. Muhammed (s.a.v)'in ailesi, hane halkı, (Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin)
    EHL-İ BİD'AD: Dinde olmadığı halde sonradan çıkan şeylere uyanlar.
    EHL-İ DİRÂYET: Zeka, bilgi, tecrübe ehli.
    EHL-İ EHVÂ: Heva ehli, arzu ve isteklerine tabi olanlar.
    EHL-İ İCTİHAD: Müctehid olan kişi, içtihad ehli.
    EHL-İ İMAN: İman ehli.
    EHL-İ İNSÂF: Merhametli, adil olanlar.
    EHL-İ KARYE: Köylü, köy halkı.
    EHL-İ KİTAP: Allah'ın gönderdiği kitaplara inananlar. Terim olarak yahudiler ve hıristiyanlar.
    EHL-İ KÜFR: İnkârcılar.
    EHL-İ SALİB: Haçlılar, hıristiyanlar.
    EHL-İ SUFFE: Suffe ehli ki bunlar, Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin sofasında kalırlar ve burada Hz. Peygamber'den dni öğrenirlerdi.
    EHL-İ SÜNNET: Hz Muhammed (s.a.v.)'in yolunda gidenler, sün-nîler.
    EHL-İ ZİMMET: İslâm devletinin himaye ve tabiiyyetinde bulunan hıristiyanlar.
    EHLULLÂH: Allah'a itaat eden, Allah'ın sevdiği kimse, velî.
    EHREMEN: Zerdüştîlerin inandıkları, kötülük ve karanlık tanrısı, şeytan, dev.
    EHVEN-İ SIRREYN: İki gizliden en zararsızı.
    EHVEN-İ ŞERR: Şerrin en hafif olanı.
    EİMME: İmamlar.
    EKÂLİM: İklimler, memleketler, ülkeler.
    EKALLİYET: Azınlık, azlık.
    EKÂNİM-İ SELÂSE: Hıristiyanların baba, oğul ve Ruhu'l-Kudüs'ten oluştuğuna inandıkları Allah. Allah, İsa, Ruhu'l-Kudüs üçlüsü.
    EKBER: En büyük.
    EKL: Yemek.
    EKMEL: En mükemmel, eksiği olmayan, en olgun.
    EKREMÜ'L-EKREMÎN: Cömertlerin en cömerdi. Çok kerim, çok cömert olan Allah.
    ELFÂZ: Sözler.
    ELFÂZ-I GARÎBE: Şaşılacak, tuhaf sözler.
    EL-FURKAN: Kur'ân-ı Kerim.
    EL-HAKK: 1. Gerçeğin ta kendisi, tam doğrusu. 2. Allah.
    ELHÂN: Nağmeler, besteler.
    ELHÂN-I TAYYİBE: Güzel nağmeler, güzel sesler.
    EL-HÜDÂ: Hidayet, Kur'ân-ı Kerim.
    ELVÂH: Levhalar, tablolar.
    ELVÂN: Renkler, çeşitler.
    EL-YEVM: Bugün.
    EMÂN: 1. Eminlik, korkusuzluk. 2. Aman dileme. 3. Şikayet. 4. Rica.
    EMÂNET-İ İLÂHİYYE: İlâhî emanetler.
    EMİR, EMR: Buyruk.
    EMN: Eminlik, korkusuzluk.
    EMNİYYET-İ KÂMİLE: Tam güven, tam itimat.
    EMR-İ Bİ'L-MA'RÛF VE NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER: Dinin iyi gördüğü şeyleri emretmek ve kötü gördüğünden sakındırmak.
    EMR-İ Bİ'L-MA'RUF: İyiliği emretmek.
    EMSİLE: Misaller, örnekler.
    EN'ÂM: Davar, koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar.
    ENBİYA: Peygamberler, nebîler.
    ENE: Ben, benlik.
    ENE'L-HAKK: "Ben hakkım" anlamına gelen ve ilk defa Hallac-ı Mansûr tarafından söylenen söz.
    ENFÂL: "Nefel"in çoğulu. Harpte düşmandan alınan mallar, ganimetler. Kur'ân-ı Kerim'in 8. Sûresi.
    ENFÜS: "Nefs"in çoğulu. Canlar, ruhlar.
    ENFÜSÎ: Nefsî, nefiste meydana gelen, ferdî zihne ait bulunan, subjektif.
    ENSÂR: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Medineli arkadaşlarından olan ve muhacirlere yardım eden ashabı.
    ENVÂ: Türler, çeşitler.
    ENVÂ-I VÂHİDE: Bir çeşitten olma.
    ERBÂB-I HALL-U AKD: Halife seçmeye yetkili olan kişiler. Medine halkının ileri gelenleri.
    ERBÂB-I HASENAT: İyilik sahipleri.
    ERCAH: Daha üstün, en üstün.
    ERDÂN: "Beden"in çoğulu. Cisimler, vücutlar, gövdeler.
    ERHÂM: 1. Kadınlardaki çocuk yatağı, rahimler. 2. Akrabalar.
    ERHAM: Çok merhametli, çok acıyan.
    ERKÂN: Rükunlar, esaslar, direkler, üniteler, bölümler.
    ERVÂH: Ruhlar.
    ERVÂH-I HABÎSE: Kötü ruhlar.
    ERZEL-İ ÖMÜR: İhtiyarlığın sonları, bunaklık günleri.
    ESAHH: Çok sahih, en doğru.
    ESÂTİR: Efsaneler, masallar.
    ESATÎR-İ EVVELÎN: Eskilerin masalları.
    ESBÂB: Sebepler.
    ESFEL-İ SÂFİLÎN: Cehennemin en alt tabakası, aşağının aşağısı.
    ESHÂB VE ETBA: Sahabeler ve tabiin.
    ESHÂB: Mümin olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)'i gören ve mümin olarak ölen müslümanlar. (Bak: ASHAB)
    ESHÂB-I EYKE: Şuayb Peygamberin gönderildiği kavim.
    ESHÂB-I HİCR: Salih Peygamberin gönderildiği kavim.
    ESLÂF: "Selef"in çoğulu. Eskiler, yerlerine geçilmiş kimseler.
    ESLÂF-I MÜFESSİRÎN: Eski müfessirler, geçmiş müfessirler.
    ESLAH: En salih, en iyi, en uygun.
    ESMÂ: Adlar, isimler.
    ESMÂÜ'-HÜSNÂ: Allah'ın güzel isim ve sıfatları.
    EŞBÂH: Benzeyenler, nazirler.
    EŞCÂR: "Şecer"in çoğulu. Ağaçlar.
    EŞHURU'L-HAC: Hac ayları. Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on gününden ibaret olan cem'an 70 gün İslâm'dan önce de Araplar bu günlerde Kâbe'yi ziyaret ederlerdi.
    EŞHURU'L-HURUM: Haram aylar. Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları. İslâm'dan önce Araplar bu aylarda savaş yapmayı haram sayarlardı.
    EŞRÂF: Soylulular, şerefliler.
    EŞRÂR: Şerliler, kötüler.
    EŞRÂT-I SAAT: Kıyamet alâmet-leri.
    ETFÂL: Çocuklar.
    EVÂMİR U NEVÂHÎ: Emirler ve yasaklar.
    EVÂMİR-İ CİHÂD: Cihad emirleri.
    EVÂMİR-İ İLÂHİYYE: İlâhî emirler.
    EVÂMİR-İ SÂBIKA: Eski emirler.
    EVHÂM: Vehimler ve hayaller. Kuruntular ve gerçek dışı şeyler.
    EVLÂ VE EFDÂL: Daha iyi ve daha faziletli.
    EVLÂ VE ESLÂH: En iyi ve en uygun.
    EVLÂ: Birinci, başta gelen. En iyi.
    EVLİYA: "Velî"nin çoğulu. Allah'ın ermiş kulları.
    EVLİYÂ-YI UMÛR: İş başında olan kimseler.
    EVSÂF U ŞERÂİT: Vasıflar ve şartlar.
    EVSAF: Vasıflar, özellikler.
    EVSAT: Orta.
    EVVEL U ÂHİR: Önce ve sonra.
    EVVELEN: Evvelâ, birinci olarak.
    EYTÂM VE ERÂMİL: Yetimler ve dullar.
    EYYÂM EN MA'LÛMAT: Bilinen günler.
    EYYÂM: Günler.
    EYYÂM-I MA'DÛDÂT: Sayılı günler; Ramazan ayının bütün günleri.
    EYYÂM-I NAHR: Kurban Bayramı'nın ilk üç günü.
    EYYÂM-I TEŞRİK (Eyyâmü't-teşrik): Kurban Bayramı'nın ilk gününden sonraki üç gün.
    EZELİYET: Başlangıcı olmama. Ezeliyeti Müş'ir: Başlangıcı bildiren.
    EZMÂN: Zamanlar, vakitler.
    EZMİNE: Zamanlar, çağlar.
    EZ-ZİKR: Kur'ân-ı Kerim'in adlarından biri.


  8. #8
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    758
    @Vuslata Hasret

    Standart

    FÂCİR: 1. Fücûr sahibi, fena huylu. günahkâr.
    FÂDIL-FÂZIL: Faziletli, fazilet sahibi, erdemli.
    FADL-FAZL: İyilik, fazilet, erdem.
    FAHR: Övgü, şeref, böbürlenme.
    FAHR-İ KÂİNAT: Kâinatın övgüsü, şerefi; Hz. Peygamber (s.a.v.)
    FAHŞÂ: 1. Meşru olmayan cinsel ilişki, fuhuş. 2. Zekatı az verme, tamahkârlık. 3. Akla ve ahlâka uygun olmayan söz ve iş.
    FÂİL: 1. İşleyen, yapan. 2. Te'sirli, etkili.
    FÂİL-İ MUHTAR: İstediğini yapmakta serbest olan.
    FAKR: Fakirlik, yoksulluk, züğürtlük.
    FÂRİĞ: 1. Vazgeçmiş, çekilmiş. 2. Rahat, âsûde. 3. Boş, işini bitirmiş, işsiz.
    FARÎZA: 1. Allah'ın emri, farz, vacip, gerek, vazife. 2. Mirasçılardan her birine şer'an düşen hisse, pay.
    FART-I İZDİHAM: Fazla kalabalık.
    FÂRUK: Haklıyı haksızı ayırmakta pek mahir olan. Hz. Ömer'in sıfatlarından biri.
    FARZ: 1. İslâmiyette mazeret olmadıkça yapılması mecburi olan, terkedilmesi günah sayılan Tanrı buyruğu. 2. Zarurî, lüzumlu.
    FARZ-I AYN: Kişinin bizzat yapması gereken farz. Herkese farz olan.
    FARZ-I KİFÂYE: Bir kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olan farz. Cenaze namazı gibi.
    FASÂHAT: Güzel ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme kabiliyeti.
    FÂSIK: Allah'ın emirlerini tanımayan, günah işleyen.
    FÂSILA: 1. Aralık, ara, bölme. 2. Ayıran, bölen, Kur'ân-ı Kerim âyetlerinin sonları.
    FÂSİD-FÂSİDE: 1. Kötü, fena, yanlış, bozuk. 2. Münafık, fesad çıkaran.
    FASL: 1. Ayrıntı, ayırma, kesinti, bölüm. 2. Halletme, neticelendirme, kesip atma.
    FÂTIR: Yaratan, yaratıcı.
    FAZÂİL: İnsanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye karşı devamlı ve değişmez istidatlar, güzel huylar.
    FAZİLET: İnsanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye olan devamlı ve değişmez istidat, güzel vasıf, iyi huy, erdem.
    FAZL U İHSÂN: Cömertlik ve bağışta bulunmak.
    FAZL U KEREM: Bilginlere, faziletli kişilere yaraşır olgunluk ve cömertlik.
    FAZL U RAHMET: Faziletli kişinin lütfu, merhameti ve acıması.
    FAZL: 1. Fazla, ziyade, artık, bâki. 2. Fazlalık, üstünlük.
    FAZL-I AZÎM: Büyük değer, temelde var olan büyük meziyet.
    FEBİHÂ: Ne alâ, ne güzel.
    FECR: Fecir; sabaha karşı güneş doğmadan önce, ufkun aydınlığı, tan yerinin ağarması.
    FECR-İ SADIK: (Hakiki fecir) şafak sökme.
    FEDA: 1. Gözden çıkarma, uğruna verme. 2. Kurban.
    FEHVÂ: Mânâ, anlam, mefhum, kavram, hüküm.
    FELÂH: Kurtuluş, selâmet, onma, mutluluk, kutluluk.
    FELÂK: 1. Tan zamanı. 2. Sabah aydınlığı.
    FELÂSİFE: Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar, âlimler, bilginler.
    FELEK: 1. Gökyüzü, sema. 2. Âlem, dünya. 3. Talih, kader.
    FELEKİYYÂT: Gök ve heyet ilmine ait şeyler, astronomik.
    FENA: 1. Yok olma, yokluk. "Beka"nın zıddı. (Tasavvufta maddî varlıktan sıyrılıp hakka ulaşma). 2. İyi olmayan, kötü.
    FERÂŞE: Pervane (gece kelebeği).
    FERC: 1. Aralık, yarık, çatlak. 2. Dişilerde üreme organı, avret.
    FERİK: 1. İnsan topluluğu, cemaat. 2. Askerî kolordu kumandanı. 3. Körpe, buğday tanesinin yarı olgunu, firik.
    FERMAN: Emir, buyruk, padişah tarafından verilen yazılı emir.
    FERMAN-I İLÂHÎ: Allah buyruğu.
    FERŞ: 1. Döşeme, yayma. 2. Yayılan şey. 3. Seccade, hasır, 4. Yeryüzü, kır, sahra.
    FESAD: Fenalık, kötülük, arabozuculuk. Kargaşalık, karışıklık.
    FESH: Bozma, bozulma, dağıtma, dağılma, yürürlükten kalkma.
    FETÂNET: Fatinlik, zihin açıklığı, zihnin yaratılıştan bir şeyi çabuk ve iyi anlamak hususundaki istidadı, zeyreklik.
    FETH: 1. Açma, açılma. 2. Bir yeri savaşla ele geçirme.
    FETH-İ MÜBİN: Açık ve parlak zafer.
    FETİŞ: Sahibine uğur getirdiğine ve tabiatüstü özellikler taşıdığına inanılan nesne veya hayvan.
    FETRET: 1. İki peygamber veya padişah arasında peygambersiz veya padişahsız geçen zaman. 2. İki vakıa arasındaki zaman.
    FETTAH: 1. Zafer kazanmış, üstün gelmiş. 2. Fetheden, açan. 3. Kullarının kapalı işlerini açan, Cenab-ı Hakk.
    FETTAN: 1. Fitne ve fesada teşvik eden, ayartan. 2. Cazibeli, gönül alıcı, oynak kadın.
    FEVÂHİŞ: 1. Kötülükler. 2. ******ler, kahpeler.
    FEVÂİD: Faydalar, menfaatler, kârlar, kazançlar.
    FEVC: Bölük, takım, cemaat.
    FEVERAN: 1. Kaynama, galeyân etme. 2. Damar, vurma, su fışkırtma.
    FEVK: Üst, üst taraf, yukarı (maddî-manevî)
    FEVKALÂDE: Âdetin üstünde, duyulmadık, görülmedik, olağanüstü.
    FEVKA'L-BEŞER: İnsanüstü.
    FEVKA'T-TABİA: Tabiatüstü.
    FEVREN: Çarçabuk, birden bire.
    FEVT: 1. Bir daha ele geçmemek üzere kaybetmek, elden çıkarma, kaçırma, 2. Ölüm.
    FEVZ: Galiplik, zafer, üstünlük, selamet, kurtuluş.
    FEVZ-İ AZÎM: Büyük kurtuluş, büyük selamet, büyük başarı.
    FEY': Savaşta elde edilen mal ve ganimet.
    FEY'ÜZ GANÂİM: Savaşta elde edilen mallar ve ganimetler.
    FEYYAZ: Feyiz, bereket ve bolluk veren. Allah.
    FEYZ: 1. Suyun taşıp akması. 2. Bolluk, fazlalık, gürlük. 3. İlim, irfan.
    FEZÂ': Korkma, dayanamama, ümitsizlik.
    FEZÂ: Uzay; ucu bucağı bulunmayan boşluk, kâinatın sonsuz genişliği.
    FEZÂİL: Faziletler, meziyetler, üstün özellikler.
    FEZÂİL-İ MÜTENEVVİA: Türlü hüner, marifet ve meziyetler.
    FEZLEKE: Hülâsa, netice, özet.
    FIKH-I HANEFİ: Hanefî fıkhı.
    FIKH-I İSLÂM: İslâm fıkhı.
    FIKIH-FIKH: 1. Bir şeyi anlayıp bilme, 2. Şeriat ilmi, şeriatın usül ve hükümleri, amelî ve şer'î meseleler bilgisi. Hukuk bilgisi.
    FIRAK: 1. Tümenler, alaylar, bölükler. 2. Partiler. 3. Takımlar, kalabalıklar, ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılan mezhepler.
    FIRAK-I İSLÂMİYYE: İslâm fırkaları, mezhepleri.
    FIRKA: 1. İnsan kalabalığı grubu. 2. Tümen.
    FIRKA-İ NÂCİYYE: Selâmet yolunu bulmuş, müslüman grubu.
    FISK U FÜCÛR: Sefahet ve günaha batma.
    FISK: 1. Hak yolundan çıkmak, Allah'a karşı isyan etmek. 2. Sefahete dalma, ahlâksızlık, gü-nahkârlık.
    FITRA: Fitre: Ramazan'da bölünmeden verilmesi şer'ân vacip olan fıtr, sadaka.
    FITRAT: Yaratılış, huy, tabiat, mizaç.
    FITRAT-I MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in huyu, yaratılışı.
    FÎ EMRİLLÂH: Allah'ın emrinde.
    FÎ SEBİLİLLAH: Allah yolunda, karşılık beklemeksizin.
    FÎ: 1. İçinde - de. 2. Tarih bildirir.
    FİDÂ: Bir esiri kurtarmak için verilen şey, fidye.
    FİDYE: Can kurtarma karşılığı verilen akçe vesaire.
    FİİL-Fİ'L: 1. İş, kâr, amel, zamanla ilgili olup mânâya yol açan kelime. 2. Eylem.
    FİKR: 1. Fikir, düşünce. 2. İdrak, 3. Zihin, akıl. 4. Hatır.
    Fİ'L-İ HAKİKİ: Gerçek eylem, hakiki fiil.
    Fİ'L-İ İHTİYÂRİ: Yapılıp yapılmaması insanın kendi seçimine bağlı olan fiil.
    Fİ'L-İ KAVLÎ: Kavli fiil, sözle yapılan eylem.
    FİRÂK: 1. Ayrılık, ayrılma. 2. Hüzün, keder, sıkıntı.
    FİRÂSET: 1. Anlayışlı, çabuk seziş, 2. Binicilik, at yetiştirme bilgisi. 3. Yiğitlik, mertlik.
    FİRÂŞ: Döşek, yatak, şilte, hasır, halı.
    FİR'AVN: Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen ünvan. 2. Tanrılık iddiasında bulunduğu için Hz. Musa'nın mücadele ettiği Mısır hükümdarı. 3. Çok kibirli, gururlu ve inat adam, Firavn.
    FUAD: Kalp, yürek, gönül.
    FUHŞ: 1. Haddini aşma. 2. Kötülük, namusa aykırı hareket.
    FUHŞ-U KELÂM: Edep ve terbiye dışı söz.
    FUKAHÂ (Fakih): Fakihler, İslâm hukukçuları, Fıkıh âlimleri.
    FUKARA: Fakirler, yoksullar.
    FUKARA-İ MÜSLİMÎN: Müslüman fakirler.
    FUKARA-İ SÂBİRİN: Sabreden, dayanan, oruç açmayan fakirler.
    FURKAN: 1. Hak ile batılı ayırmak, iyi ile kötüyü ayırd etmek. 2. Kur'ân-ı Kerim'in adlarından biri.
    FUSÛL: 1. Fasıllar, mevsimler. 2. Bölümler, kısımlar.
    FÜLÂN: Belirsiz bir şey, filan.
    FÜNÛN: 1. Nev'iler, çeşitler, sınıflar, tabakalar. 2. Hünerler, sanatlar, ilimler, fenler.
    FÜNÛN-I TABİİYYE: Tabiat ilminin çeşitleri.
    FÜRS Ü RÛM: İran ve Anadolu.
    FÜRS: 1. Farslılar, Fars milleti. 2. Eski İran.
    FÜRÛ': Dallar, budaklar, ayrıntılar.
    FÜTUHÂT: Fetihler, zaferler.
    FÜTÛR: Zayıflık, gevşeklik, bezginlik, endişe.







  9. #9
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    758
    @Vuslata Hasret

    Standart

    GADDÂR: Hain, zalim.
    GÂDİR: Gadreden, hıyanet eden, fenalık eden.
    GADR: Hainlik, vefasızlık, zulüm, merhametsizlik, haksızlık.
    GAFLET: Gafillik, boş bulunma, dalgınlık, ihtiyatsızlık.
    GAFÛR: Çok bağışlayan, çok affeden. (Allah'ın adlarından biri)
    GAİT: 1. İnsan pisliği, necaset, 2. Çukur yer, düz ve geniş yer.
    GALAT: Yanlış, yanılma.
    GALEBE-İ İLMİYYE: İlmî üstünlük.
    GALÎZ: Çirkin, terbiye dışı, kaba, ağır.
    GALLE: 1. Gelir, varidat, küçük kasa. 2. Zahire, mahsul, ekin.
    GAMGÜSÂR: Gam ve kederi def eden, teselli veren.
    GAMMAZ: "Gamz"dan. İftiracı, fitne koğucu. Birine iftira ederek zarar veren kimse.
    GAMZE: 1. Göz kırpma, gözle işaret, Nâz ile bakma, süzgün bakış. 2. Çene veya yanak çukurluğu.
    GANÎ: 1. Zengin, 2. Muhtaç olmayan. 3. Bol, fazla.
    GANÎMET: Savaşta düşmandan alınan mal.
    GÂR: Mağara.
    GARAM: Aşk, sevda, şiddetli arzu.
    GARANİK OLAYI: (Bak: Necm Sûresi)
    GARAZ: Maksat, gaye, niyet.
    GÂR-İ HIRA: Hıra mağarası.
    GARÎZA: Yaratılıştan olan, huy.
    GARK: Batmak, suda boğulmak.
    GARÛR: Aldatan, aldatıcı.
    GÂSIK: Gece, karanlık.
    GAYB: 1. Gizli olan, gözle görülmeyen şey. 2. Belirsiz, bilinmeyen şey.
    GAYBET (Gıybet): 1. Kaybolma. 2. Aleyhinde bulunma, arkasından söyleme, çekiştirme dedikodu yapma.
    GÂYETÜ'L-GÂYE: En son derecede, hedeflenen son amaç.
    GAYR-İ FITRÎ: Fıtrî olmayan. Doğuştan olmayan.
    GAYR-İ MUNSARİF: Cerr ve tenvin kabul etmeyen isim.
    GAYR-İ MÜSLİM: Müslüman olmayan.
    GAYZ U KÎN: Hiddet ve kin.
    GAYZ: Hiddet, öfke, hınç.
    GAZA: Din uğrunda kâfirlere karşı yapılan savaş, cihad.
    GILAF: Kılıç, kın, muhafaza.
    GILL U GIŞŞ: Şüphe ve tereddüt, kararsızlık. Kin ve hile. Hiyanet ve düşmanlık.
    GILMÂN: Hizmet gören delikanlılar. Köleler, esirler.
    GITÂ: Örtü, örtülecek şey.
    GİL: Kil, çamur, balçık.
    GİRÂN: 1. Ağır, sakil. 2. Fenâ, kokmuş. 3. Bıktırıcı, usandırıcı.
    GİRİFTÂR: 1. Tutulmuş, esir, yakalanmış. 2. Düşkün.
    GİRİZGÂH: 1. Kaçacak yer, melce, 2. Giriş.
    GUBÂR: Toz.
    GUBÂR-ÂVER: Toz götüren. Tozkoparan.
    GUBÂR-I HÜZÜN: Üzüntü dalgası, üzüntü tozları.
    GUFRAN: Mağfiret, bağış.
    GULŞEN U GÜLZÂR: Gül bahçesi ve gül tarlası.
    GUNNE: Şeddeli "nun" ile şeddeli "mim"in teğanni ile okunması.
    GURBET: 1. Gariplik, yabancılık. 2. Yabancı memleket, yabancı diyar, vatan dışı, yâdel.
    GURFE: Oda, çadır, çardak, cumba.
    GURRE: 1. Parlaklık, aklık. 2. Atın alnındaki beyazlık. 3. Arabi ayın ilk günü.
    GURUB: Batma, batış.
    GURUB-İ ŞEMS: Güneşin batışı.
    GUZÂT: Gâziler. Düşmanla savaşmış İslâm askerleri.
    GÜRÛH: Cemaat, bölük, takım, topluluk, çete.

  10. #10
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    758
    @Vuslata Hasret

    Standart

    HABÂİS: Kötülükler, kötü şeyler.
    HABÂSET: Kötülük, alçaklık, fenalık.
    HABB-HABBE: 1. Tane, tohum, 2. Parça.
    HABER-İ SÂDIK: 1. Doğru haber. 2. Peygamberimizin sözü, hadis.
    HABÎB: Sevgili, dost.
    HABİB-İ HÜDÂ: (Hüdâ'nın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.).
    HABÎB-İ KİBRİYA: Kibriyanın sevgilisi. Hz. Muhammed (s.a.v.).
    HABİBULLAH: (Allah'ın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.).
    HABÎS: Kötü, alçak, pis.
    HABL: İp, urgan, halat.
    HABLÜ'L-METİN: Sağlam ip. İslâ-miyet, Kur'ân-ı Kerim.
    HABT: İptal etme, bozma, bozulma.
    HACALET: Utanma, utangaçlıkla şaşırma.
    HACCAC: 1. Irak valisi olup, müslümanlara zulmeden Yusuf bin Sakifî'nin ünvanı. 2. Delil ile galip olan.
    HÂCET: İhtiyaç, gereklilik.DEF-İ HÂCET: Abdest bozma.ARZ-I HÂCET: Eksiğini, isteğini bildirme.
    HACR: 1. Men etme, yasak etme. 2. Kucak, oğuş, himaye.
    HACR-I TAHRÎM: Haramı yasaklamak.
    HADD: 1. Sınır. 2. Gerçek değer. 3. Şeriatçe verilen ceza.
    HADD-İ TAM: Tam sınırında, derecesinde, kıvamında.
    HADES: 1. Yeni olma, sonradan olma. 2. Abdesti tazelemeyi gerektiren şey, manevî pislik.
    HÂDİ: 1. Hud'a yapan, hileci, aldatıcı. 2. Fena, bozuk.
    HÂDÎ: Hidayet eden, doğru yolu gösteren, mürşit.
    HADİS: Peygamberimizin sözü.
    HÂDİSÂT: Yeni olan şeyler, olaylar.
    HÂDİSÂT-I ACÎBE: Şaşılacak, garib olaylar.
    HÂDİSE: Yeni olan, sonradan olan şey, olay.
    HADİS-İ KUDSÎ: Mânâsı Allah tarafından vahyedilen, lafzı Peygamberimize ait hadis.
    HAFA: Gizlilik, kapalılık.
    HAFAYA: Gizli şeyler, sırlar.
    HAFAZA: 1. Muhafızlar, koruyucular, bekçiler. 2. Koruyucu melekler.
    HÂK İLE YEKSAN: Toprakla bir yıkık, harap, yerle bir.
    HÂK: Toprak.
    HAKAİK: Hakikatler, gerçekler.
    HAKAİK-İ SÂBİTE: Değişmez hakikatler.
    HAKAMEYN: İki hakem: Sıffîn vak'asında Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında hakem seçilen Amr b. Âs ile Ebu Musa el-Eş'arî.
    HAKAYIK: Hakikatler, gerçekler.
    HAKEM: Bir işte karar vermeye yetkili kişi.
    HAKÎKAT: 1. Bir şeyin aslı, mahiyeti. 2. Gerçek, doğru. 3. Sadakat kadirbilirlik. Sözlük anlamıyla söylenen söz.
    HAKÎM: 1. Âlim, bilgin. 2. Doktor. 3. Hikmeti bilen, filozof. (Allah'ın isimlerinden)
    HÂKİM: Hakim, yargıç, hüküm veren, hükmeden, hükümran olan, üstün olan.
    HAKÎM-İ MUTLAK: Allah.KİTAB-I HAKÎM: Kur'ân.
    HÂKİMİYET: Hakimlik, üstünlük, egemenlik.
    HAKİR: İtibarsız, değersiz, önemsiz.
    HAKK: Doğruluk, insaf, hak. (Allah'ın isimlerinden biri)
    HAKK-I MÜDAFAA: Savunma hakkı.
    HAKK-I MÜKTESEB: Elde edilmiş hak.
    HAKK-I ŞİRB: İçme, hayvan veya tarla için su olma hakkı.
    HAKKU'L-YAKÎN (HAKKE'L-YAKÎN): Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.
    HAKŞİNASLIK: Doğruyu, hakkı tanımak.
    HALÂL: 1. Dostluk. 2. İki nesne arası açık olmak.
    HALÂS: Kurtulma, kurtuluş.
    HALASKÂR: Kurtarıcı.
    HALÂVET: 1. Tatlılık, şirinlik. 2. Zevk.
    HALEF: Birinden sonra gelip onun yerine geçen kimse, ardıl.
    HALET: Hal, suret, keyfiyet.
    HALET-İ İHTİZAR: Can çekişme hali, sakınılacak hal.
    HALET-İ NEZİ': Ölüm hali, sekarat-ı mevt.
    HALF: Yemin etmek.
    HALHAL: Kadınların ayak bileklerine taktıkları altın veya gümüş halka, ayak bileziği.
    HÂLIK: Yaratan, yaratıcı. (Allah'ın isimlerinden)
    HALÎL: 1. Dost. 2. Zevc, koca.
    HALÎME: Yumuşak huylu kadın. (Peygamberimizin süt annesinin adı)
    HÂLİS: Hilesiz, katkısız, duru.
    HALK: Yaratma, yaratılma.
    HALK-I CEDÎD: Yeniden yaratılış.
    HALK-I DÜ CİHAN: İki cihanın halkı, ölüler ve diriler.
    HALT: 1. Karıştırma. 2. Uygunsuz söz söyleme.
    HALVET: 1. Yalnız kalma, tenhaya çekilme. 2. Tenha yer, ibadet için tenha hücre.
    HÂM: Çiğ, olmamış.
    HAM: Eğri, bükülmüş.
    HAMD Ü ŞÜKRAN: Allah'ı minnet ve şükranla övme.
    HAMD: 1. Övgü, medh. 2. Allah'a şükran hislerini bildirmek.
    HAME: 1. Yük. 2. Ana karnındaki çocuk.
    HAME: Balçık, çamur
    HAMEİN MESNUN: Değişken balçık.
    HÂMÎ: Himaye eden, koruyucu.
    HAMÎD: Allah'ın adlarından.
    HÂMİD: Hamd eden, şükreden. (Hz. Muhammed (s.a.v.)'in lakabı.)
    HAMİE: Balçıklı, çamurlu.
    HÂMİL: 1. Yüklü. 2. Gebe.
    HÂMİLE: Gebe kadın.
    HÂMİŞ: Mektubun altına ilave edilen yazı, hâşiye, dipnot.
    HAMR: Şarap.
    HAMÛLE: 1. Yük. 2. Gemi yükü.
    HANEDAN: Kökten asîl ve büyük aile, ocak.
    HANİF: İslâmiyetten önce Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim dinine bağlı olan kimse.
    HÂRÂBAT: Harabeler, viraneler, meyhaneler. (Ziya Paşa'nın meşhur antolojisi).
    HARABE: Şehir ve ev yıkıntısı, virane.
    HARBÎ: 1. Harble ilgili. 2. Savaş yerinde bulunan ve müslüman olmayan kimse. 3. Anlaşma yapılmamış düşman. 4. Tüfek doldurma âleti.
    HAREC: 1. Darlık, sıkıntı, zorluk. 2. Günah.
    HAREM: 1. Girilmesi serbest olmayan yer. 2. İhrama girilen yerden itibaren Kâbe'ye doğru olan kısım.
    HAREM-İ ŞERİF: Kâbe ve civarı.
    HARİKULÂDE: Olağanüstü, eşi görülmemiş.
    HARS: 1. Tarla sürmek. 2. Yarmak. 3. Ekin, kültür.
    HASÂNET: Bir bina veya yapının sağlamlığı.
    HASB: Göre, nazaran, gereğince.
    HASBE: Kızamık hastalığı.
    HASBE'L-ÂDE: Âdet gereği, alışıldığı gibi.
    HASBE'L-BEŞERİYE: İnsanlık gereği.
    HASBETEN LİLLAH: Allah rızası için.
    HASEB: Baba tarafından gelen soyluluk, asalet.
    HASED: Haset, kıskançlık, çekememezlik.
    HASENÂT: İyilikler, güzel işler.
    HASENE: İyilik, güzel iş.
    HASF: Yere batma, ışığı sönme.
    HÂSIL: Husûle gelen, peyda olan, çıkan, üreyen.
    HÂSILA: Bir işten elde edilen sonuç.
    HÂSIL-I KELAM: Sözün özeti.
    HÂSİD: Haset edilen, kıskanç.
    HÂSİR: 1. Hasret çeken, meramına kavuşamayan. 2. Zarar görmüş.
    HASÎS: 1. Nekes, cimri. 2. Alçak, değersiz.
    HASLET: Tabiat, huy, yaratılış.
    HASR: 1. Sıkıştırma. 2. Etrafını çevirme, mahsus kılma, tahsis etme.
    HASR-I EVKAT: Bütün vakitlerini o işe verme.
    HASR-I NEFS: Kendini o işe adama.
    HASSA ORDUSU: Hükümdarın kendine mahsus ordusu.
    HÂSSE: Bir şeye mahsus olan kuvvet, duygu.
    HAŞERAT: 1. Küçük böcekler; Karınca, akrep, yılan gibi hayvancıklar. 2. Değersiz ve zararlı adamlar.
    HAŞÎN: Katı, sert, kırıcı, kaba.
    HÂŞİR: Toplayan, bir araya getiren.
    HAŞİYE: Dipnot.
    HAŞR Ü NEŞR: Toplayıp dağılma, haşir neşir.
    HAŞR: 1. Toplama. 2. Ölüleri diriltip mahşere çıkarma. 3. Kur'ân'-ın 59. sûresi.
    HAŞYETULLAH: Allah korkusu.
    HATA: 1. Yanlış, yanılma. 2. Günah.
    HÂTEM: Mühür.
    HATEMÜ'L-ENBİYA: Peygamberlerin sonuncusu: Hz. Muhammed (s.a.v.).
    HÂTİM: 1. Mühürleyen, mühürleyici. 2. Bitiren, sona erdiren.
    HÂTİME: Son, nihayet.
    HATT: 1. Çizgi. 2. Satır. 3. Yazı.
    HATT-I KUR'ÂN: Kur'ân yazısı.
    HAVÂİC: İhtiyaçlar.
    HAVÂRİYYÛN: Hz. İsa'nın oniki kişiden ibaret olan ashabı.
    HAVASS: 1. Hasseler, duyular. 2. Muhterem ve seçkin kişiler.
    HAVASS-I HAMSE: Beş duyu. (Görme, tatma, işitme, dokunma, koklama)
    HAVÂYİC-İ ASLİYE: Aslî ihtiyaçlar.
    HAVF VE RECA: Korku ve ümit.
    HAVF: Korku, korkma.
    HÂVİ: İhtiva eden, içine alan, şâmil, içeren.
    HÂVİYE: Cehennemin yedinci katı, en şiddetli yeri.
    HAVL: 1. Sene, yıl. 2. Etraf, çevre. 3. Kuvvet, kudret.
    HAYA: 1. Utanma, sıkılma. 2. Ar, namus, edeb. 3. Günahtan kaçınma.
    HAYAT: Dirilik, canlılık.
    HAYAT-I BÂKİYE: Ölümsüz hayat.
    HAYAT-I BEŞER: İnsan hayatı.
    HAYAT-I FÂNİYE: Geçici hayat.
    HAYLİ: Oldukça. Epeyce.
    HAYR Ü ŞER: İyilik ve kötülük.
    HAYR: İyi, faydalı, hayırlı.
    HAYRET: Şaşma, şaşırma, ne yapacağını bilmeme.
    HAYRHAH: Hayır sahibi.
    HAYRÜ'L-BEŞER: İnsanların hayırlısı Hz. Muhammed.
    HAYRÜ'N-NÂS: İnsanların hayırlısı.
    HAYSİYYET: Şeref, onur, itibar, değer.
    HAYSİYYET-İ EBEDİYYE: Edebî itibar.
    HAYT: İplik, lif, tel.
    HAYT-İ ESVED: Siyah iplik, fecir zamanı yavaş yavaş silinen gecenin karanlığı.
    HAYTÜ'L-EBYAZ: Beyaz iplik, fecir zamanı, ufukta bir çizgi şeklinde beliren ve giderek artan sabah ağartısı.
    HAYY: 1. Diri, canlı. 2. Allah'ın isimlerinden.
    HAYYE ALE'L-FELÂH: Toplanıp felaha gelin, haydin felaha.
    HAYYE ALE'S-SALAH: Toplanıp namaza gelin, haydin namaza.
    HAYYÜ'L-KAYYÜM: Her an diri olan, yöneten, düzenleyen.
    HAYZ VE NİFAS: Aybaşı hali ve lohusalık.
    HAYZ: Kadınlarda aybaşı hali akıntısı.
    HAZER: Sakınma, kaçınma, korunma, çekinme.
    HAZF: Aradan çıkarma, kaldırma, giderme, silme, gizli tutma.
    HÂZIRA: 1. Şehirli. 2. Bir yere yerleşmiş. 3. Medeni.
    HÂZIRÛN: 1. Meydanda, gözönünde olanlar. 2. Hazır olanlar.
    HAZÎNE: Hazine, devlet malının saklandığı yer.
    HEBA: 1. Toz, zerre. 2. Boş, nafile.
    HEBÂEN MENSÛRA: Boşuna harcanarak.
    HEDEF: Maksat, amaç.
    HEDER OLAN: Boşa giden.
    HEDER: Boşa gitme, yok yere giden şey.
    HEDİY: Beytullah için getirilen kurbanlar.
    HEDY: Harem-i şerife götürülen kurban.
    HELÂK: 1. Mahvolma, ölme. 2. Harcanma. 3. Çok yorulma.
    HEMŞİRE: Kız kardeş.
    HENDESE: Geometri.
    HERC Ü MERC: Alt üst, karmakarışık, allak bullak.
    HERDEM: Her zaman, daima.
    HEREM: 1. İhtiyarlama, kocama. 2. Mısır ehramlarından biri.
    HETK-İ HÜRMET: Saygının ortadan kalkması. Şer'an haram olanın bozulması.
    HEVÂ: 1. Heves, istek, arzu, sevgi, hoşlanma. 2. Nefsanî zevklere uyma.
    HEVÂ-İ NESÎM: Latif hava. Mâne-vî gıda.
    HEVAMM: 1. Böcekler, haşereler. 2. Yılan, pire, akrep gizli zararlı hayvanlar.
    HEVÂPEREST: Meşru olmayan lezzet ve heves peşinde olan.
    HEVDEC: Kadınların binmesi için deve üzerine yapılan küçük mahfel.
    HEY'ET: 1. Şekil, suret. 2. Görünüş. 3. Durum.
    HEY'ET-İ İCTİMAİYYE: Toplantı heyeti, sosyal durum.
    HEZL: 1. Eğlence, alay, şaka. 2. Latife. 3. Mizah.
    HIDK: Öç almak için kin besleme.
    HIFZ: Saklama, koruma, ezberleme.
    HIFZISSIHHA: Sağlığı koruma.
    HIKD: Kin tutma, öç almak için fırsat bekleme.
    HINZIR: 1. Domuz 2. Pis ve katı yürekli kimse.
    HIRMAN: Mahrumluk, ümitsizlik.
    HIRZ: 1. Sığınak. 2. Nazar boncuğu, nazar duası. 3. Tılsım.
    HISÂL: Huylar, mizaçlar, karekterler.
    HIŞM: Kızgınlık, öfke, gazap.
    HITBE: 1. Okunmuş. 2. Söz kesilmiş, nişanlı kız veya kadın.
    HIYAR: 1. Bir işi yapıp yapmamakta serbestlik, İslâm hukukunda alış-veriş hususunda muhayyerlik. 2. Hayırlılar, iyiler.
    HİBE: Bağışlama bağış.
    HİCAB: 1. Utanma, sıkılma. 2. Perde, hail, engel.
    HİCRÂN: 1. Ayrılık. 2. Unutulmaz acı keder.
    HİCRET: 1. Memleketten memlekete göç. 2. Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicreti, Miladın 622. senesi.
    HİCRET-İ SENİYYE-HİCRET-İ NEBEVİYYE: Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye göçü.
    HİCV: Birini şiirle yermek, gülünç hale koymak, alay etmek.
    HİCVİYYE: Hicv sözü veya yazısı, taşlama.
    HİDAYET: Hak yola, doğru yola erme.
    HİDAYET-İ İLÂHİYYE: İlâhî hidayet, Allah'ın doğru yola erdirmesi.
    HİKMET: 1. Hakimlik, bilgelik. 2. Sebep. 3. Felsefe.
    HİKMET-İ İLÂHİYYE: Allah'ın hikmeti, yalnız O'nun bileceği iş.
    HİKMET-İ TEŞRİ: Kanun yapma hikmeti. Allah'ın emir ve yasaklarında gözetilen Rabbanî incelikler.
    HİLAF: 1. Karşı, zıt. 2. Yalan.
    HİLÂFET: 1. Birinin yerini tutma. 2. Peygamberin vekilliği, halifelik.
    HİLÂFETEN: 1. Birinin yerine geçerek. 2. Halife olarak.
    HİLAF-I EDEB: Terbiye ve ahlâka aykırı.
    HİLÂL: Yeni ay.
    HİL'AT: Elbise, kaftan.
    HİL'AT-İ RİSALET: Peygamberlik elbisesi.
    HİLF: Yardımlaşma, ittifak, sözleşme.
    HİLKAT: 1. Yaratılış. 2. Tabiat.
    HİLKAT-İ ÂDEM: İlk insanın yaratılışı.
    HİLKAT-İ ARZ: Dünyanın yaratılışı.
    HİLL: 1. Hilal. 2. Hac zamanında ihrama girilen yerin dışında kalan saha, haremin dışı.
    HİLM Ü HAYÂ: Yumuşaklık ve utanma duygusu.
    HİLM: Yumuşaklık, insanın tabiatında olan yumuşaklık duygusu.
    HÎN: An, zaman, vakit, sıra.
    HİRFET: Sanat, meslek.
    HİSAB: Hesap, saymak, aritmatik.
    HİSAL-HISAL: Huylar, tabiatlar.
    HİSAR: 1. Kuşatma, etrafını alma. 2. Etrafı istihkamlı kale, bent.
    HİSS: Duyma kuvveti, duygu.
    HİSSE: Pay, nasip.
    HİSSEDÂR: Pay, hisse sahibi.
    HİSS-İ KABLELVUKU: Önsezi.
    HİSSÎ: His ile, duygu ile ilgili, duygusal.
    HİSSİYYAT: Duygular, sezişler.
    HİTAB: Bir veya daha fazla kimselere söz söyleme, nutuk.
    HİTAB-I ÂM: Umuma hitap, bir topluluğa söyleme.
    HİTAB-I EZELÎ: Başlangıçsız, çok eski söz.
    HİTÂM: 1. Son, nihayet. 2. Bitme, tükenme.
    HİTÂN: 1. Sünnet, sünnet etme. 2. Duvarlar, engeller.
    HİZB-HİZİB: 1. Kısım, bölük. 2. Taraftar. 3. Kur'ân cüzünün dörtte biri.
    HOD BE HOD: Kendi kendine, kendi başına.
    HOD: 1. Kendi. 2. Baş zırhı.
    HODGÂM: Bencil, egoist, kendini beğenmiş.
    HUB: Güzel, hoş, iyi.
    HUBB: Sevgi, muhabbet.
    HUBB-İ DÜNYA: Dünya sevgisi.
    HUBS: 1. Pislik. 2. Kötülük.
    HUCCÂC: Hacılar.
    HUCCET-HÜCCET: 1. Vesika, delil, senet. 2. Tanınmış bilginlere verilen ünvan.
    HUD'A: Aldatma, oyun hile.
    HUDÂ: Allah, yaratıcı.
    HUDDAM: Hizmetçiler.
    HUDUD: Sınırlar, hudutlar.
    HUDÛS: Sonradan olma.
    HUFFAZ: Ezberleyiciler, Kur'ân'ı ezbere bilenler.
    HUKUK: 1. Haklar. 2. Hakikatler. 3. Kanunların verdiği hak.
    HULASA: Bir şeyin, bir sözün özü, özeti.
    HULÂSA-İ KELÂM: Sözün özeti.
    HULD AZABI: Ahiratteki ebedî azab.
    HULD: 1. Sonu olmayan. 2. Ebedî devamlı.
    HULF: Verdiği sözü tutmama, yemininde durmama.
    HULK: Huy, tabiat.
    HULKUM: Boğaz, gırtlak, ağızdan mideye giden yol.
    HULÛD: Ölmezlik, süreklilik, devamlılık.YEVM-İ HULÛD: Kıyamet günü.
    HULÛM: 1. Rüyalar, hülyalar. 2. Düş azması.
    HULÛS: Halislik, saflık, gönül temizliği.
    HULÛS-İ NİYET: Halis, samimi niyet.
    HUMS: Beşte bir.
    HÛN: 1. Kan, dem. 2. Öldürme, öc.
    HUNEFA': "Hanif"in çoğulu. Allah'ın birliğine inananlar, Hz. İbrahim dininden olanlar.
    HURAFAT: Aslı, esası olmayan sözler ve rivayetler, hurafeler.
    HURAFE: Uydurma hikâye ve rivayet.
    HURDE: Değersiz şey, kırıntı.
    HUREMAT - HURMÂT - HURUMAT: Haram olan şeyler, dince yasak olan şeyler.
    HURÎ: 1. Cennet kızı. 2. Sevgili.
    HURÛC: Çıkma, çıkış, dışarı çıkma.YEVM-İ HURÛC: Kıyamet günü.
    HURÛF: Harfler.
    HURÛF-İ HECA: Alfabe harfleri.
    HURUF-İ MUKATTAA: Bazı surelerin başında bulunan ve ayrı ayrı okunan harfler.
    HURUM: Haramlar, dince yasak ,olanlar.
    HUSUS: İş, şekil, yol, konu.
    HUŞÛ: 1. Gönül alçaklığı, tevazu. 2. Korku ile sevgi arası durum, saygı.
    HUTAME: Cehennemin adlarından biri, cehennemin beşinci tabakası.
    HUTUT: 1. Çizgiler. 2. Yazılar. 3. Yollar.
    HUZUR: 1. Hazır bulunma. 2. Rahat.
    HÜCCET: 1. Vesika, delil. 2. Seçkin âlimlere verilen ünvan.
    HÜCCETÜ'L-İSLÂM: İmam Gazali'nin lakabı.
    HÜCEYRE: 1. Küçük delik, oyuk. 2. Odacık, hücrecik.
    HÜCRE: 1. Odacık, göz. 2. Dokuların, organların en küçük parçası, hücre.
    HÜDA: 1. Doğru yol gösterme. 2. Hidayet etme. 3. Kur'ân-ı Kerim'in adlarından biri.
    HÜKEMA: Hakîmler, bilginler, filozoflar.
    HÜKM-HÜKÜM: Yargı, emir, komuta.
    HÜNSA: 1. Kendisinde hem erkeklik hem dişilik alâmeti bulunan kimse. 2. Aynı çiçekte erkeklik ve dişiliğin bulunması.
    HÜRRE: Cariye veya esir olmayan kadın.
    HÜSN Ü KUBUH: Güzellik ve çirkinlik.
    HÜSN: Güzel, iyi, güzellik, iyilik.
    HÜSNA: En güzel.
    HÜSN-İ AKİBET: Netice güzelliği.
    HÜSN-İ DİLÂRÂ: Gönül alıcı güzellik.
    HÜSRAN: 1. Zarar, ziyan. 2. Beklenilenin elde edilememesinden duyulan acı, mahrumiyet acısı.
    HÜVE: 1. O. 2. Allah.
    HÜVE'L-BÂKÎ: Bâkî kalan Allah'tır.
    HÜZN-HÜZÜN: Gam, keder, sıkıntı.



Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş