Ali’nin (a.s) Elleri
Yorucu bir günün ardından, ateşin önünde oturmuş, ısınmaya çalışıyordum. Kılıçtan da keskin oluyor gece çölün soğuğu… Bir an, ateşin sıcaklığına sarılıp uyumayı düşündüm. Seferden dönüyormuşum sevinci kapladı içimi. Gecenin karanlığına atılan yalazdan okları takip etmeye başladım; varmak istedikleri hedefi aradım. Bir hayalden diğerine uzanırken çölün kumları dar bir boğazdan akıp gidiyordu. Derken, O geldi. Esenlik getirdi selamıyla. Bir kaç dakika hiçbirşey söylemedi. Öylece oturuyordu aramızda. Koskoca bir İslam Tarihi’ni taşıyordu şaşmaz, temiz belleğinde; rüyalardan güzel anıları, tarifsiz acıları. Bir ara tebessüm etti… Bu zarif gülüşün kaynağını biliyordum. Sevinç dalgası uzun sürmedi. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu şimdi. Yüzüne bakmaya devam ettim. Sessizliği bile büyük bir heyecan yaşatıyordu bana. Kumların üzerine şunu yazdım:
Ali, sessizliğinde bile bir devrim yaşatandır.
Çölün belleğinde olan birşeydi bu. Çöl bizden iyi bilir Ali’yi. Bu yüzden de tabanlarını öpmüştür hep, Mekke’den Medineye. Cennette bir kumsal olabilmek aşkıyla yapmıştır bunu belki. Çölün duası budur: Ali’nin aştığı kumlar, cennette kumsal olur.
Sessizliğinin enginliğinde yüzerken birşeyin daha farkına vardım: ateşin kendisine uzanan o mübarek ellerden ne kadar uzak olacağı! Şimdi bir anlam verebiliyordum. Ateş telaşlıydı, biliyordu… Sadece, bu dünyada yaklaşabilirdi O’na, en fazla da bu kadar. Sonrası yoktu…