Türk Kültüründe Renkler http://img36.imageshack.us/img36/2020/b291408renkler54bc23.jpg Binlerce yıllık Türk tarihi boyunca Türk kültür yapısında renkler, belirli manalar kazanmışlardır. Hattâ renklerin milletimizin hayatında büyük bir zenginlik içinde olduğunu söyleyebiliriz. Renklerin yalnız bir manası olmayıp, bazen ifade yerlerine göre birçok farklı anlamlar içerisinde olduğu da bilinir. Her milletin içtimaî yapısında renklerin bir değeri vardır. Fakat bizim burada yapacağımız

Bu konu 2341 kez görüntülendi 1 yorum aldı ...
Türk Kültüründe Renkler 2341 Reviews

    Konuyu değerlendir: Türk Kültüründe Renkler

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2341 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart Türk Kültüründe Renkler

    Türk Kültüründe Renkler

    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

    Binlerce yıllık Türk tarihi boyunca Türk kültür yapısında renkler, belirli manalar kazanmışlardır. Hattâ renklerin milletimizin hayatında büyük bir zenginlik içinde olduğunu söyleyebiliriz. Renklerin yalnız bir manası olmayıp, bazen ifade yerlerine göre birçok farklı anlamlar içerisinde olduğu da bilinir. Her milletin içtimaî yapısında renklerin bir değeri vardır. Fakat bizim burada yapacağımız değerlendirmeler, yalnızca Türk kültür hayatı içinde olanlarıdır. Diğer kültürlerdeki değişik anlamların bizim kültürümüzdekiyle alâkalı olmadığını bir defa daha zikrettikten sonra, bu renkleri sırasıyla izah edelim.

    Türk tarihinin muhtelif devrelerinde renklerin yönleri ifade etmek için kullanıldığını biliyoruz. Dört yönün her birisi ayrı bir renk ile şekillenmiştir. Bunlardan kara=kuzey, kızıl=güney, gök=doğu, ak=batı olarak kullanılır.

    Bin yıl önce Anadolu'yu fetheden Türkler, Türkiye'nin kuzeyindeki denizi Kara-Deniz, batısındakini Ak-Deniz1, güneyindekini Kızıl Deniz şeklinde isimlendirmiş2, fakat doğuda bu isimle adlandırılacak deniz bulunmadığı için büyükçe bir gölün adını da Gökçe-Göl olarak tanımlamışlardır. .

    Bundan başka Orkun kitabelerinde devlet adı Türk Kağanlığı şeklinde geçmekte iken, bir yerde Kök Türk ibaresine rastlanır. Bu ise devletin doğu kanadını belirtmek için kullanılmıştır. Yine bilindiği üzere Hun Devleti'nin batıdaki bölümünün adı Ak-Hun biçiminde ifade edilmekteydi. Avrupa'ya giren Hunlar da, Kuzey Hunlarının devamı olmaları basebiyle Macar kaynaklarında Kara-Huniar olarak bilinirler. Osmanlı tarihinde Bogdan'ın kuzeyi3 ifade edilmek istendiği zaman Kara-Bogdan şeklinde söylenmiştir.

    Yine Altun-Orda Hanlığı'nın batı kanadı Ak-Orda, doğu kanadı ise Gök-Orda idi. Buna benzer şekilde dağ, tepe, ırmak, deniz, şehir gibi pek çok coğrafi isimleri bu renkler esas olmak üzere Türk coğrafyasında görmek mümkündür.

    Bu dört renkle birlikte kullanılan bir beşinci renk vardır ki, o da "sarı"dır. Sarı renk yön değil, bu dört rengin ortasında yer alan merkezi karşılamak için kullanılmıştır. Devlet yapısı bakımından değerlendirilecek olursa, sarı renk merkez hâkimiyetini ve kudreti ifade etmektedir.4 Birçok sarı yanında kullanılan Türk sarısı, "altın sarısı"dır.5 Altın bilindiği üzere, kuvvet ve kudretin, hâkimiyet ve zenginliğin karşılığı olarak dünya var olduğu günden beri değerini korumaktadır. Yine bu anlayışa uygun olarak tarihte güçlü ve cihangir hükümdarların hepsi altın tahtla birlikte tasvir edilmişlerdir.

    Yukarıda zikretmiş olduğumuz gök renk, yabancılar tarafından söylendiği üzere "Türk Mavisi", turkuvaz şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak gök renk yanında bir diğer rengin daha eşit anlamda kullanıldığını tarihimizde görmekteyiz. Bu renk yeşildir. Yeşil renk Orkun kitabelerinde Yaşıl şeklinde geçmektedir. Kelimenin aslî biçimi olan bu ibare Çin'deki Gök-Irmak karşılığı kullanılmıştır.6 Ayrıca yeşil renk pek çok coğrafi mekanlarda yukarıdaki renkler gibi aynı ölçüde kullanılmaktadır. Anadolu'muzdaki Yeşil-Irmak buna bir delildir. Yaşıl veya yeşil, gençliğin, hayatiyetin ifadesi olan bu renk, Osmanlı sancak renkleri arasında yerini bulmaktadır. Yeşil, kırmızı ve sarı, bu üç renk tarihimizde birlikte kullanılan renkler arasındadır. Bu üç renk bir kompozisyon biçimi içinde tarihimizin derinliklerinden gelen yapıda mevcuttur. Selçuklu Devleti'nin kurulduğu sırada cihan sultanı durumunda olan Tuğrul Beg'in, Sultan Alp Arslan'ın ve oğlu Melik-Şah'ın ordusunda bu üç renkli sancaklar beraber kullanılmıştı. O devrin İslâm kaynaklarında verilen bilgilerde "sultan, Türkmen ordusu ile hareket ediyorsa, bu üç renkli sancak mutlaka orduda bulunurdu" denmektedir. Eğer halifenin arzusuna uygun bir sefer yapılacak olursa, orada halifenin alâmeti olan siyah sancağın da kullanıldığını görüyoruz. Osmanlılarda ise bu üç renkli hilâlli sancaklar aynı zamanda harp sancaklarıdır. Üç rengin manası sırasıyla şöyledir: Yeşil hayatiyet, kırmızı güçlülük ve sarı hâkimiyet demektir. Hattâ Mehter takımındaki sancaklar bu hâkimiyetin üç rengini de sembolize eder. Bütün bunlara ilâve olarak, Osmanlı padişahının resmî sancağı bu üç rengi birleştiren kompozisyon içinde idi.7 Harp tarihi müzesinde ve son Osmanlı sancak ve askerî kıyafetlerine ait kitapta bunları görmek mümkündür.

    Renklerin bu manaları yanında bilhassa, kara rengi zengin bir muhteva içinde görmekteyiz. Orkun kitabelerinde kara kelimesi birçok yerde Kara-Bodun şeklinde geçmektedir. Bazı dilci ve şarkiyatçılar kara kelimesini burada "avam halk" manasında düşünmüşlerdir. Ancak bu değerlendirmeyi yapabilmek için zıt manada olan Ak-Bodun'u da bulmak lazımdır. Ak-Bodun ibaresine asla rastlanmıyor. O zaman avam karşılığı olan asil de yok ,demektir. Öyleyse yukarıdaki düşünce tarzının yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır. Hakiki manayı bulma zarureti vardır. Buradaki kara güçlü ve büyük manasında kullanılmıştır. Çünkü kitabelerde Kara-Bodun itibar edilen, değer verilen bir mefhum olduğu için onun avam halk manasına gelmesi mümkün değildir. Hattı zatında Türklerde sınıf farkının olmadığı bilinir. Bunun en güzel misali Oğuz-Kağan Destanında görülür. Oğuz İli, Oğuz Kağan'ın altı oğlu ve yirmi dört torunundan neşet etmiştir. Diğer Türk illerinden olan Uygur, Karluk, Kıpçak, Yağma, Çigil, Toksı gibi iller ise Oğuz-Kağan'ın amcaları, Or-Han, Kür-Han, Küz Han'ın neslinden gelmektedirler. Destandaki bu an'ane hepsi bir atadan türeyen milletin mensuplarını eşit kılmaktadır.

    Bu kısa değerlendirmeyi yaptıktan sonra, Orkun kitabelerindeki vermiş olduğumuz mana yerine oturduğu takdirde metinler anlam bakımından daha da güçlülük kazanmış olacaktır. Zira sınıf farkı olmayan Türk millet yapısında bir ferdin diğerine asalet iddiasında bulunamayacağı gibi, asilin de olmadığı yerde avamlık olmayacağı muhakkaktır.

    Kara rengin cemiyet hayatımızda kullanılış itibarıyla bir diğer manası; kara-gün, yas, karalar bağlamak, kara bulutların çökmesi gibi kelime ve terimlerle ifade edilir. Orkun kitabelerinde olsun, Dede Korkut'ta olsun kara renk bir yas, bir ızdırap, bir acının karşılığıdır. Karanın müspet bir manası daha vardır. Kara-Koyunluların hükümdarı Kara Mehmed Beğ ve Kara Yusuf Beğ, Ak-Koyunluların ecdadı Kara Yülük Osman Beğ, Osmanlıların atası Kara Osman Beğ adlan ve lâkaplarıyla metinlerde geçmektedir. Buradaki kara ise, doğrudan doğruya yiğit, kahraman ve alp kişi manasındadır. Kara rengin dil ve edebiyatımızda başka bir manası da vardır. Kara-Samsun, Kara-Maraş gibi şekillerde kullanıldığı takdirde; esas Samsun, esas Maraş'ın neşet ettiği ilk mahâl manasına alınmalıdır.

    Yas anlamına gelen kara rengin yanında tarihimizin bazı bölümlerinde Ak ve Gök rengin de yas manasında kullanıldığını görmekteyiz. Bu nokta üzerinde bir araştırma yapmaya ihtiyaç olmakla beraber, bu iki rengin kullanıldığı yerlerdeki ölüm hadiselerinde şahâdet hali vardır. Öyle zannediyoruz ki, bu renkler herhangi bir ölüm için değil, zulümle veya şahadet halindeki durumlar için değerlendirilmelidir.

    İzahını yaptığımız renkler yanında bu renklere muadil gibi görünen kullanım tarzlarını da görmekteyiz. İlk akla gelen renklerden Yağız ve Boz kelimeleridir. Orkun kitabelerinde yerin kara ifadesini kullanmak üzere yağız yer denmiştir. Toprak rengidir. Ancak at rengi olarak kullanılacak olursa, siyah at manasına gelir. Yağız kelimesi, yağız yiğit, kara yiğit anlamında dilimizde tabir olarak yiğitlik işareti olarak bilinir. Boz renk ise hem kara, hem de beyazın karışımından meydana gelen kurşunî renge yakın bir renktir. Metinlerde toprak rengi ve at rengi olarak kullanılmıştır. Ak renk karşılığı olmak üzere at rengi olarak kır kelimesi de kullanılır. Ancak kır ile birlikte ala-kır, bakla-kır, boz-kır, kırçıl, demir-kır, gök-kır tabirleri at rengindeki beyazla ilgili renklerin karışımını anlatır.

    Ayrıca doru, yine at rengi olarak metinlerde geçmektedir. Doru esasında kestane rengidir. Ama doru yanında, kırda olduğu gibi, yan renkler de vardır. Çünkü atlar her zaman kır, doru, yağız, al gibi renklerde olmazlar, karışık renkleri bünyelerinde barındırırlar. Bu bakımdan yağız doru, açık doru, hurma doru şeklinde at renklerini veya donlarını bilmekteyiz. Bir diğer at rengi olarak al renk vardır. Kızıl renge yakın bir renktir veya kızıla mayil doru da denilebilir. Bu renge ilâve olarak Kula at vardır. Kula at ise kızıl ile bozun karışımı olarak görülür.

    Burada bir noktayı daha ifade etmek gerekirse, atın donu tabiri binlerce yıllık kültür tarihimizin temel ibarelerindendir. Türk kültür tarihinde renklerin zengin bir mana içinde olduğu şu kısa makalede dahi görülecek ölçüdedir.

    Türk mitolojisinde, Türklerin renklerle ilgisi önemli bir yer tutar; mavi (gök mazisi, Türkuaz), beyaz/ak ve al/kızıl renkleri başta gelir. Al renk kırmızıdan farklıdır, kutsal, Tanrısal renktir. Kırmızı renk adı Türkçe'de 12. asırdan önce pek görülmemektedir. Kırmızı, Türkçe'ye sonradan, Sogdca'dan veya Farsça'dan geçmiştir.

    Oğuz/Türkmen boylarının çok eskiden beri al renkli börkler giydiği bilinmektedir. Börklerin bütününde al ya da bir diğer deyişle kızıl renk görülmekle beraber, başka renklere de tesadüf ediliyor ki, esas olan gelenek, bütün börklerde, tepe kısmının yani Tanrıya yüz tutan kısmın, Tanrısal renk saydıkları al renkten olmasıdır. Bu tarz bugün efelerin, zeybeklerin, seymenlerin v.s. folklorik başlıklarında da muhafaza edilmektedir.

    Al renk adı kutsallık içerdiği içindir ki, Türkler, "kırmızı bayrak" değil "al bayrak," "kırmızı kan" değil "al kan," demişlerdir. Yermek, aşağılamak anlamında "karalamak" derken, yüceltmek, övmek, kutsamak karşılığı da, "allamak" sözünü kullanırlar. Bugün dilimizde kullandığımız "allamak pullamak" sözü de aynı maksatla kullanılır.


    Türkler, al yahut kızıl rengi, Tanrısal renk, kutsal renk kabul ettikleri için, eski Türk inancına göre, Tek Tanrı veya Gök Tanrı'nın gökte olduğunun tasavvuru ile başlarına giydikleri börkün, Tanrıya karşı olan, yani tepe kısmında genellikle kızıl yahut al renk kullanmışlardır. Bir başka söyleyişle, başlıklarında, Tanrısal kutsallık verdikleri Kızıl rengi kullanarak Tanrıya tazimlerini bildirmiş oluyorlardı.

    Kızıl yahut al renk, güneşin doğmak üzere iken (şafak vakti) ve yine battıktan hemen sonra gökyüzüne yansıttığı kırmızımsı renktir. Türkler eskiden, genellikle, şafak sökerken, ve akşam vakitlerinde, gökteki, "göyün kızıllığı" dedikleri bu görüntü anında dua ederlerdi. Türkler bu şekilde dua ile, sabah vakti onu karşılıyor, akşam vakti de onu yine dua ile uğurluyorlardı.

    Kırmızı (al/Kızıl), mitolojik Türk kosmik anlayışında da, göğün zirvesini ve ateşi ifade eder. "Al", Türk lehçelerinde "yüksek", "yüce" ve "kudret" anlamlarına da gelir. Altay dağının adı aynı maksatla söylenmiş olup, Al=yüce-yüksek, tay=tağ/dağ demek olup Al-tay=yüce-ulu dağ, yüksek dağ anlamındadır. "Al" terkibindeki ilahi anlamlarla kutsiyet kazandırılmış olan Altay dağı, Şamanlarda, bir ruh ve tanrısal bir kutsiyetle yadedilir. Ayin ve dualarında da kutsal Altay dağına hitap edilir.

    Halûk Tarcan, eski Türk dili ve mitolojisini incelediği kitabında konu ile ilgili ilginç görüşler ileri sürüyor: "... güneş, gökteki ateş gibi, korkunç bir kudret ve enerjidir. Değdiği, kendisine verilen, yani al/dığı her şeyi yakar, kendi gibi alev, ateş haline getirir. Rengi al/dır, kutsal olduğu için, rengini ifade eden al kelimesi de kutsal anlamına gelir. (Prof. Dr. A. İnan) (Al/ip gökyüzüne, Tanrı'ya götürdüğü için kutsal demektir. Al-Apa, al/an=ilah, alıp Tanrı'ya eriştiren "ilah" demektir ki, alap, sonunda Alp şekline girmiştir.(125) Alp dağlarına bu adı verenler, Kamunlar adını taşıyan, İtalyan Alplerine yerleşmiş olan Ön-Türklerdir."

    Eski şamani inançlara göre ateş, kötü ruhları kovar, insanın kötü ruhlardan temizler. Abdulkadir İnan'ın nakline göre, VI. Yüzyılda Göktürk Kağanına, elçi olarak gelen Bizans elçileri iki ateş arasından geçirilerek, onlarla beraber gelmesi muhtemel olan kötü ruhların kovulması sağlanıyordu. Bu adet Moğol saraylarında da var. Başkurt ve Kazak Türkleri, yağlı bir paçavrayı ateşleyip hastanın etrafında, "alaslama" dedikleri, "alas, alas" diye dolaştırarak, hastaya musallat olmuş kötü ruhları kovmuş oluyorlardı. Buna Anadolu'da "Alazlama" denilmektedir.

    Kızıl sözü, renk anlamının yanında, aynı mitolojik anlayıştan kaynaklanarak, bildiğimiz altın anlamında da kullanılır. Azerbaycan ve Türkistan lehçelerinde, altına "kızıl" derler, sözü kullanılır. Çok eski devirlerde para yerine değer olarak kürk kullanırlardı. Türkler kürke "ten/tın/tın" derlerdi. En değerli kürkler de güneş kızıllığının (al) renginde olanlardı. Güneş kızıllığı renginde olan en değerli kürkler için de yine güneşin rengi olan "al" sözü ilaveli "al-tın" al kürk, kızıl kürk diyorlardı ki kıymetin değer birimi idi. Bugün, kıymet değeri olarak kullandığımız madene verilen altın (al-tın) adının anlamını kaynağı, anılan eski Türk anlayış ve kavrayışına dayanır. Türkistan Türklerinde, küçük bir gümüş sikke olup, genellikle sikkeye denilen, asrımızın ilk çeyreğine kadar Türkistan'da para birimi olarak kullanılan "tenge" sözü de aynı (al-kürk) "ten/tın" kökenlidir. Bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti'nin resmi para biriminin adı da, anılan kürk adından türemiş "tenge"dir. Rusça'da para karşılığı olarak kullanılan "dengi" sözü de, Türkçe'den Rusça'ya geçmiş olan "tenge"nin Rusça söylenişidir.

    Türkler için tarihsel ve mitolojik büyük önem taşıyan al rengin, Türk Bayrağının da temel rengi olması hiç de şaşırtıcı değildir.
















    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Türk Kültüründe Renkler

          Kategori: Türk Kültürü

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 1

          Görüntüleme: 2341


  2. #2
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Sosyo-kültürel hayat alanındaki inanmalara bağlı merasimlerin büyük bir kısmı Türklerin "Atayurt"tan, "Eskiyurt"tan taşıyıp getirdikleridir.


    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

    1
    Türk duyuş, düşünüş, kabulleniş ve davranış dünyasının ortak paydasında yer alan merasimlerden2 biri de Nevruz'dur. Nevruz Gök-Tanrı (Şamanlık-Kamlık) dini çerçevesinde, tabiat, Tanrı, insan münasebetlerinin işaretlerini toplayan en eski törenimizdir.

    2
    Tabiat, zaman unsuruna göre insana yiyecek, giyecek, hayat sunan bir ortamdır. Zaman, önce mevsimlere, sonra günlere, aylara, yıllara göre değişen, değişmelere bağlı olarak canlıları ve cansızları da farklılaştıran bir oluşum. İnsan, tabiattan ve zamandan, çalıştığı ölçüde, hakkını ve hissesini alan, Tanrısına teşekkür eden, başka insanlarla bir düzen kuran, düşünen ve inanan bir canlı.

    3
    Yengi Kün/Yeni Gün bayramı, işte bu çerçevede, Türklerin tabiatın dirilişini alkışladığı, yıl esaslı zaman değişiminin başlangıcı saydığı; değişmeler için Tanrı'ya şükrünü ifade ettiği özel bir törendir.

    Bir taraftan destan ve efsanelere dayanarak yaşayan, diğer taraftan her yılın ilkbaharında tabiat hadiseleriyle birlikte Türk Dünyası'nda yeniden diriliş, canlanış şenliği olarak yaşatılan Sultan Nevruz... Zamanın Sultanı... Nevruz'un; Navruz, Novruz, Sultan-ı Navrız, Sultan Nevruz, Navrez, Nevris, Navrus, Noruz, Norus, Ulusun Ulu Kunı, Ulusun Ulu Günü, Ulı Kün, Ergenekon, Bozkurt Çağan, Baba Marta, Köklü Marta, İlk Yaz Yortusu, Yeni Gün, Yengi Gün, Mart Dokuzu, Mereke, Mevris ve Meyra olmak üzere Türk Dünyası'nda yirmibeşi aşkın ismi vardır.

    4
    Yeryüzünde insanoğlunun yaşamaya başladığı günden beri birtakım tabiat olayları nasıl insanların dikkatini çekmiş ise tıpkı onun gibi tabiattaki çeşitli renkler, çiçekler ve başka renkli şeyler de dikkat çekmiştir. Giderek insanlardaki zevk unsuru renklere olan ilgiyi çoğaltırken bir taraftan da bazı inanmalara bağlı olarak renkler bazı anlamlar kazanmış ve birtakım renkler bir taraftan sembol değerler kazanırken diğer taraftan da manevi ve milli değerler kazanmıştır.

    Bütün diğer milletlerde olduğu gibi, Türk milletinin de en eski zamanlardan başlayarak tarihi seyir içinde renklere çeşitli sembol anlamlar ile milli ve manevi değerler kazandırdığı görülmektedir.

    5
    Halkların ve kültürlerin renklere yaklaşımı birbirinden farklıdır; ancak, asıl farklılık renkleri biraraya getirişleri sırasındadır. Sarı, kırmızı ve yeşili bir inanış ve varlık dünyasını yorumlayış sonucunda, yeşili, dirilik, tazelik, gençlik; sarıyı merkez, hükümranlık; kırmızıyı, Tanrı, koruyucu ruh, ocak (ev), dirlik, bağımsızlık, hürriyet anlamlarının sembolü halinde yorumlayan sadece Türk kökenli halklardır.

    6 Türk tarihinde ve kültüründe renklerin sembolik anlamları ilk olarak batılı Türkologların dikkatini çekmiş ve çalışmalarında bu hususa işaret etmişlerdir. Macar Alim Prof.A.Alföldi,

    7
    Alman Türkoloğu Annemarie Van Gabain

    8

    ve yine Alman Türkoloğu 1.Laude-Cirtautas'ın

    9

    bu konu ile ilgili çalışmaları bütün dünya Türkologlarının bilgisi dahilindedir. Bunlardan A.Von Gabain'e göre, Çinlilerin sıralamasında doğu tarafının sembol rengi yeşil (gök, bazen mavi), batınınki ak(beyaz); güneyinki kızıl (al-kırmızı); kuzeyinki kara ve merkezin rengi de sarı idi ve aynı kozmolojik görüşler Türk ve Moğol halkları tarafından da bilinmekte ve kullanılmaktaydı. Yine Gabain, I.Paude (Laude olmalı)nin "Türk lehçelerindeki çok sayıda renk adları arasında ancak, kara, ak, kızıl, yaşıl (yeşil) ve sarıg (sarı)'ın her yerde yaygın olduğunu ve her şey için kullanılabileceğini tespit ettiğini, buna karşılık ala, kök (gök), boz ve kırın, göze çarpan anlam genişlikleri ile, belirli nesneler için sınırlı renk ifadeleri olduğunu söyler. Demek ki esas renkler ilk zikredilenlerdir. Yalnız yaşıl yerine herhalde kök de geçebiliyor; böylece mavi ve yeşilin yani göğün ve otun renkleri aynı oluyordu. Gabain, Uygurca'da (Türkische Turfantexte VI. 95-95) Çin, sıralamasına göre doğu: yaşıl, (gök); batı:ak; güney:kızıl; kuzey:karadır, diye kaydettikten sonra "Dünyanın dört bölüme ayrılması ve renklere göre düzenleme fikri yalnız Çin, Türk ve Moğol dairesinde kalmış değildir" demekte ve eski Ahit'te, Hintlilerde, Kuzey Meksika Kızılderililerinde, Mayalarda, eski Mısırlılarda, Yunan ve Romalılarda da, Türklerinki ile aynı olmamakla birlikte yönlerin renklerle ifade edildiğine dair örnekler vermektedir.

    10


    Türkler tarihlerinin en eski zamanlarından başlayarak uzun zaman beş ana renk olarak kara, ak, kızıl, yeşil ve sarı renkleri esas görmüş ve bu renklerden her birini dünyanın dört yönü ile merkezini ifade etmekte kullanmışlardır. Buna göre merkez; sarı, doğu; yeşil (veya gök renk günümüz Türkiye Türkçesinde de olduğu gibi bazen yeşil, bazen de mavi anlamını ifade eder şekilde kullanılmaktadır); batı;ak, güney;kızıl (kırmızı, al) ve kuzey;kara renklerle ifade edilmiştir.

    11
    Ak (Beyaz): Ak rengin, Türklerin en eski inançlarından olan Şamanist dönemle ilgili bazı manevi inanmalarından kaynaklanarak ululuk, adalet ve güçlülük anlamları kazandığı görülmektedir.

    Aklık, temizliktir, arılıktır, yüceliktir, ululuktur. Yaşlılık, tecrübe ile dolu oluş ve bir kocalıktır, büyüklüktür. Devletin ululuk, adalet ve güçlülüğünün bir sembolüdür. Devlet büyüklerinin, özellikle savaşlarda, giydikleri bir giysi, elbise rengidir. Askeri birliklerin içinde üstsubay veya komutanların kendilerini askerlerden ayırabilmeleri için, beyaz giydikleri anlaşılmaktadır. Beyaz rengin bilhassa Hun büyüklerinin ve subaylarının bir üniforması gibi olduğu görülüyor. Ak sancağın, ak alemin saltanat sancağı olduğu, bu ak sancağa baş alem de dendiği bilinmektedir.

    12
    Al (Kızıl-Kırmızı): Türklerin en eski inançları ile ilgili olarak onlarda "Al Ruhu" veya "Al Ateş" adları verilen bir ateş tanrısının yahut da hami (koruyucu) bir ruhun varlığı bilinmektedir. Türklerin en eski devirlerinden beri Al Bayrak kullanmalarının bu Al Ateş kültü (inancı) ile bağlı bir gelenek olacağı hatıra geliyor. Kazak, Kırgızlar bayrak kelimesi yerine Yalav kelimesini kullanırlar ki, aslı alav:alev'dir. Al Ruhu'nun adı ile al rengin münasebeti şüphesizdir. Kırmızı renk sancak ve bayraklarda sıklıkla kullanılmıştır.

    13
    Al ve Ak: Türkler kırmızı renge büyük bir değer vermişler ve saygı göstermişler bunu bir halk, ordu ve savaş geleneği haline getirmişler ve sembol yapmışlar; ancak belki de devlet sembolü olan ak ile halk ve ordu geleneğinin sembolü olan alı, çok eski çağlardan başlayarak yanyana muhafaza etmişlerdir.

    14
    Yeşil: Türk mitolojisine göre hayır ilahı Ülgen'in, koruyucu ruh olarak kabul edilen yedi oğlundan birinin adı Yaşıl (Yeşil) Kaan idi ve umumiyetle bitkilerin yetişip-büyümesini düzenlediğine inanılırdı.

    15
    Diğer taraftan eski Türkler yılbaşını başlıca iki tabiat olayının görülmesi ile başlatmışlardır. Bunlardan biri otların yeşermesi, diğeri de gök gürlemeleri ile yıldırımların başlaması idi. "Yaş" sözü hem ıslaklık hem de suyun (tabii yağmurun da) canlandırdığı yeşilliklerin adı oluyordu. Dolayısıyla, yaşarmak (ıslak olmak, ıslanmak) ile yeşermek, yeşillenmek aynı fiil ile ve "yaşarmak" olarak ifade ediliyordu. Yaşıl da yeşil renk demek oluyordu. Türkler yeşil rengi hem eski inançlarından dolayı, hem de İslâmi inançlarından dolayı, bayrak rengi olarak kullanmışlardır. Türklerin eski Şaman törenlerinde, bir ip üzerine asılmış gök (yeşil), kırmızı, sarı ve beyaz bezlerin Şaman'a gök yolunu gösterdiğine inanmaları da, yeşil renk ile beraberindeki kırmızı, sarı ve beyaz renklerin Türk inanç ve geleneklerinde nasıl yaygın bir şekilde yer tuttuğunu göstermesi bakımından önemlidir. Selçuklu melikleri ve sultanları eğer 100.000 kişilik bir ordu toplasalar halife ve halife olmayanlar arasındaki fark belli olsun diye yeşil, sarı ve kırmızı bayraklarını kullanırlar. Osmanlılarda yeşil sancak eskiden beri kullanılmaktaydı.

    16
    Sarı: Türklerde sarı rengin, dünyanın merkezinin sembolü olarak kullanıldığı, bu anlayışın da onların en eski inançlarından olan Şamanizm'den kaynaklandığı görülmektedir. Gerçekten de hayır ilâhi Ülgen'in altın kapılı sarayı ve altın tahtı, Türklerde hep sarı renk (altın sarısı= sırma rengi) ile ifade edilmiş ve Ülgen'in tahtı nasıl devletin, ülkenin ve dünyanın merkezinde olarak algılanmış ise, tıpkı onun gibi sarı renk de dünyanın merkezinin sembol rengi olmuştur. Yine bu Şamanist dönemde Türklerin inanışları arasında Sarı Albastı veya Sarı Albıs adı koruyucu bir ruhun varlığı da anlaşılmaktadır.

    17
    Türkmenler yıllarca kızıl keçeden külah, sarı edikten çizme giymişlerdir. Bundan başka İlhanlıların, Timurlu devletinde Babür Şah'ın ordusunun sarı kırmızı bayrak renklerine sahip olduğunu biliyoruz. Memlüklerde, Candaroğullarında sarı kırmızı bayraklar görülmüştür. Osmanlıda sancakların da sarı kırmızı olduğu görülür.

    18
    Sarı, kırmızı ve yeşil rengin birarada kullanıldığı özellikle Türklerde beyler zümresinin bir sembolü olarak kullanıldığına dair şimdilik en eski bilgimiz Göktürkler dönemine ait bulunmaktadır. 1935'ten itibaren Rus arkeoloğu S.Ü.Kiselev tarafından Altay ve Sayan dağları bölgesinde yapılan kazılarda, VII.-VIII. yüzyıl Türk aristokrasi zümresine mensup beylere ait olduğu şüphesiz olan mezarlar bulunarak açılmıştır. Tuyahtı denilen yerde açılan kurgan (mezar höyüğü)'daki mezar oldukça sağlam bulunmuştur. Mezarda, başı kuzeydoğuya yönelmiş bir erkek iskeleti bulunmuş ve üzerindeki elbiselerin üç kat olduğu anlaşılmıştır. Üst kat koyu kırmızı ipekten; ortada yeşilimsi ipekten, iç elbisesi de altın sarısı renginde ipek kumaştan yapılmış olduğu kalıntılardan açıkca görülmüştür.

    19
    Sarı, kırmızı ve yeşil üçlüsü yanyana ve hükümranlık sembolü olarak sancaklarda Selçuklulardan Osmanlıya kadar kullanılagelmiştir. Osmanlı teşkilat ve asker kıyafetlerinde de bu renkler yanyana kullanılmıştır.

    20
    Zat-ı Hazret-i Padişahiye Mahsus Sancak= Padişah Hazretlerinin şahsına mahsus sancak olarak ifade edilen ve kırmızı bir zemin ortasında ve yeşile boyanmış oval bir zemin içinde sarı sırma ile işlenmiş ve birbirinin arkasında yeralmış üç hilalli sancak, bir bakıma "Devlet Başkanlığı Forsu" olarak kullanılmıştır.

    21
    Savaşlarda kahramanlık gösteren askerlerimize verilen madalyalarda ve nişanlarda da bu üç renk birlikte kullanılmıştır.

    22
    Kara: Kuzey yönünü, çetin ve zorlu kış şartlarını, yeri, toprağı, yaşı ve habis, kötü ruhları temsil eder.

    23
    Görülmektedir ki Nevruz gibi renkler de bütün halkları kaynaştıran, milletimizi birleştiren millet yapan ortak kültür değerlerimizdendir.

Giriş

Giriş