Kimi zaman çevremizden duyarız; "böyle gelmiş böyle gider" ya da örneğin "bu halk adam olmaz" derler. Ya da kimi özelliklerimiz için, "ben böyleyim, değişmem" dediğimiz olur. Bu yanlış söylemlerin nedeni, olgulara "metafizik" yöntemle bakmaktır. Çünkü metafizik yöntem ve düşünme tarzı; olguları değişmez kabul eder. Bunun yanında; olguları birbirinden kopararak ele almak; gerçeğe bilimsel yöntemlerle değil, salt düşünerek ulaşılacağını, gerçeğin maddi değil düşünsel olduğunu söylemek;

Bu konu 2444 kez görüntülendi 1 yorum aldı ...
Metafizik felsefesi ve savunucuları 2444 Reviews

    Konuyu değerlendir: Metafizik felsefesi ve savunucuları

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2444 kez incelendi.

  1. #1
    GARAGIZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    31.07.2008
    Mesajlar
    2.041
    Konular
    545
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    672
    @GARAGIZ

    Standart Metafizik felsefesi ve savunucuları



    Kimi zaman çevremizden duyarız; "böyle gelmiş böyle gider" ya da örneğin "bu halk adam olmaz" derler. Ya da kimi özelliklerimiz için, "ben böyleyim, değişmem" dediğimiz olur. Bu yanlış söylemlerin nedeni, olgulara "metafizik" yöntemle bakmaktır. Çünkü metafizik yöntem ve düşünme tarzı; olguları değişmez kabul eder. Bunun yanında; olguları birbirinden kopararak ele almak; gerçeğe bilimsel yöntemlerle değil, salt düşünerek ulaşılacağını, gerçeğin maddi değil düşünsel olduğunu söylemek; karşıtların birliği ilkesini reddetmek de metafiziğin temel çizgilerindendir.


    Metafizik, Yunanca kökenli "ötesi" anlamına gelen "meta" ve "doğa bilimi" anlamına gelen "fizik"ten gelir; ve "fizikötesi" anlamında kullanılır.

    Metafiziğin antik çağdaki ilk savunucularından Ksenofanes varlığın temeli saydığı Tanrı’yı değişmez olarak tanımladı. Ksenofanes, "değişmezlik" düşüncesini ilk biçimlendirenlerdendir. Parmenides ise; gerçeğe deney yöntemini kullanmadan, salt düşünce yoluyla ulaşılacağını savundu. Diğer metafizikçiler, Platon ve Aristoteles de metafiziğin bu temel özelliklerini değiştirmeden korudular.

    Metafizik yöntem, özellikle ortaçağda dinin gelişiminin de yardımıyla, toplum içinde etkin duruma geldi. Fakat, rönesansta doğa bilimlerinin gelişimiyle, metafiziğin bu etkinliği kırıldı.



    Metafizik yönteme göre; gerçek bilgiye ulaşmanın yolu, düşünmek; gerçeğin kendisi de düşüncedir. Metafizikçi "Herşey tanrıdan gelir" der, fakat bunu maddi verilerle kanıtlama ihtiyacı duymaz. O, düşüncenin kişiyi tanrı fikrine götürdüğünü söylemekle yetinir. Gelişmeleri, olayları "fizik ötesi" güçlerle açıklar. Bu güçlerin varlığının bir kanıtı yoktur, metafizikçinin hayal gücünün ürünüdür, ama buna inanılmasını ister.

    Metafizik yöntemi kullananlar salt tanrı inancı taşıyanlar değildir. Gerçek bilgiye ulaşmak için maddi dayanaklara ihtiyaç duymayan tüm kesimlerin yöntemi metafiziktir.

    Metafizik yönteme göre; değişim de yoktur. Doğa nasıl yaratıldıysa öyle giden bir durağanlık içindedir.

    Bu yanlış düşünce yöntemi; kitlelerde, sömürü düzenlerinin değişmeyeceği ve dolayısıyla sömürüsüz bir düzenin de mümkün olmayacağı fikrini oluşturur. Metafizik düşünceye göre, adaletsizlik, kötülük, sömürü, zulüm dünyanın yaratılışında vardır ve sonsuza kadar da bunlar var olmaya devam edecek,"böyle gelmiş böyle gidecektir".

    Kitleleri, sömürü düzenlerine, adaletsizliklere, kötülüklere karşı mücadeleden alıkoyan bu düşünce tarzı, sömürü düzenlerinin de işine gelir. Bu nedenle de, kitlelerde "kaderci" metafizik düşünceyi yaygınlaştırırlar.

    Fakat gerçek, metafizikçinin iddia ettiği gibi değildir. Bilimsel yöntem, sömürü ve adaletsizliklerin yaratılış özelliği olmadığını, toplumsal gelişimin belirli bir aşamasında, maddi nedenlere bağlı olarak ortaya çıktığını ve yine toplumsal gelişimin bir aşamasında ortadan kalkacağını gösterir.

    Metafizik yönteme göre; karşıtlar bir arada bulunamazlar. Bir şey ya öyledir, ya da böyledir. Aynı zamanda hem öyle, hem de böyle olamaz. Örneğin, bir insan ya iyidir, ya kötüdür. Metafizikçi, bir insanın hem iyi özelliklerinin, hem de kötü özelliklerinin bir arada bulunduğunu kabul etmez.

    Yine örneğin metafizikçi, bir devlet ya demokrasi, ya diktatörlüktür der. Fakat, gerçekte bir devlet hem demokrasi hem de diktatörlük olabilir. Örneğin, burjuva devlet, burjuvazi için demokrasi iken, halka karşı diktatörlüktür. Sosyalist devlet de, tersinden burjuvazi için diktatörlükken, halk için demokrasidir.

    Bu nedenle de, metafizik düşüncenin savunucusu, bir devleti tanımlamak için, "Kimin için demokrasi? Kimin için diktatörlük?" sorularını sormaz ve sürekli yanılır. Örneğin, burjuva demokrasilerinin, halka karşı baskıcı uygulamalarına, sömürge ülkelerde darbeler örgütlemelerine, faşist diktatörlükleri örgütleme ve desteklemelerine tutarlı bir açıklama getiremez.

    Metafizik yöntem; olguları birbirinden kopararak ele alır. Bir olayın onu çevreleyen koşullarla bağını kurmaz, kendi başına değerlendirir. Örneğin; metafizikçi, insanın kişilik özelliklerinin içinde yaşadığı toplumsal yaşamda şekillendiğini kabul etmez. İnsanların, hırsız, katil, dolandırıcı, yalancı ya da tersine dürüst, adaletli ve benzeri özellikleriyle birlikte doğduklarını ileri sürer.

    Sosyalizm fikrine karşı çıkarken de, bunu kanıt(!) olarak kullanır. Der ki; adaletsizliklere, sömürüye, zulme son verecek sosyalist toplum kurulsa bile, insan insan olarak kaldığı sürece bu sistem yürümez. Örneğin, sosyalist toplumun kurulması mücadelesi içinde, yine sosyalist toplumda insanın da değişeceğini, yeni insanın şekilleneceğini kabul etmez.

    Ekonomiden, siyasete, eğitimden kültüre her şeyi sistemden kopararak ele alır. Oysa, doğadaki hiç bir olgu içinde bulunduğu çevre koşullarından bağımsız ele alınarak açıklanamaz.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Metafizik felsefesi ve savunucuları

          Kategori: Felsefe

          Konuyu Baslatan: GARAGIZ

          Cevaplar: 1

          Görüntüleme: 2444


  2. #2
    GARAGIZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    31.07.2008
    Mesajlar
    2.041
    Konular
    545
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    672
    @GARAGIZ

    Standart Nihilizm Nedir ve Savunucuları Kimdir?

    Son iki yüzyılda dünyanın geçirmiş olduğu değişim, belkide tüm dünya tarihindeki değişimden daha fazladır. Dünya gelişimini her alanda gerçekleştirmiştir. Teknik alanındaki değişimlerin yanı sıra en büyük değişimlerden birini de felsefe ve siyaset bilimi geçirmiştir. Felsefe ve siyaset alanında birçok yeni görüş ve akım ortaya çıkmıştır. Bunlarden birisi de Nihilizm yani HİÇÇİLİK akımıdır. Nihilizm nedir? Savunucuları kimdir? Nerlerde tutunmuştur? Sorularının cevabını merak mı ediyorsunuz? Buyrun;

    Metafizik, ahlâkî güç ve kuvvetleri yok sayan, mevcut olan güçlere, değerlere ve düzene karşı çıkan, hiçbir iradeye boyun eğmeyi ilke olarak kabul etmeyen görüşlerin genel adıdır.

    Herşeyi, her gerçeği ve değeri inkâr şeklinde ortaya çıkan Nihilizm, bilgi felsefesi, varlık açıklaması, ahlâk ve siyaset alanında kabul görmüş ve yayılma imkânı bulmuştur.
    Bu görüş, varlığı her şekliyle şüpheyle karşılar; hatta yok sayar; buna bağlı olarak da her çeşit bilgi imkânını inkâr ederek hiçbir doğru, genel-geçer bilginin olamayacağını ileri sürer. Bu görüşün kökleri Antikçağ Yunan Felsefesine, özellikle Gorgias’ın inkârcılığına kadar geri gider. Gorgias, varlık ve bilgi ile ilgili nihilizmini şu üç önermede (hükümde) ortaya koyar: “Hiçbir şey yoktur”. “Birşey olsaydı da bilemezdik”. “Bilseydik de başkalarına bildiremezdik”. Bu görüşleriyle Gorgias, hem varlığı, hem de bilgi elde etme imkânını inkâr eder. Ayrıca Sofistler ve Septikler, tenkit edilemeyen ve kendisinden şüphe edilemeyen hiçbir şeyin olmadığını ileri sürerek tenkitçi ve şüpheci bir nihilizmi ortaya koymuşlardır.

    Ahlâkda Nihilizm ise, hiçbir ahlâkî değeri ve kuralı tanımayan, sosyal baskı ve kontrolü kabul etmeyen, ahlâk tanımaz bir doktrindir. Bu doktrin, aydınlanma haraketlerinin (M.Ö. V. Yüzyıl ve M.S. XVIII. Yüzyıl) temel fikirlerinden birini oluşturmuş ve bu ahlâk tanımazlık, Tanrı tanımaz Nietzsehe (NiGe) ile sistemleştirilmiş, Guyeau (1854-1886) ile “Yükümsüz ve Yaptırımsız Ahlâk”a dönüştürülmüştür. Dostoyevski, Turgenief gibi romancılar tarafından bu ahlâk tanımazlık romanlara konu olmuş ve işlenmiş, o çağın gençlerince arzulanan, kabul gören bir anlayış haline gelmiştir. Nihilist romanlarda menfi düşüncenin geliştirdiği mantık sonucu ise inançsız, karamsar, otorite tanımaz bir gençlik ortaya çıkmıştır. İşte inkârcı, her türlü otoriteyi reddeden, kanun, kural tanımayan ve bunalımlı insanların ruh halini yansıtan bu ideoloji sonunda başsızlığa, anarşizme, salt ferdiyetçiliğe dönüşmüştür.

    Siyasî alanda Nihilizm, özellikle XlX. Yüzyılda Rusyada tutunmuş bir akımdır. Önceleri yeni bir toplum düzeni kurmak isteği ile eski, yerleşik düzeni tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bir hareket iken; daha sonra her türlü düzeni reddeden, toplumun, hiçbir sosyal kurumun ve kuruluşun ferd üzerinde hiçbir baskısını, otoritesini kabul etmeyen bir görüş halini almıştır. Bu Nihilist anlayış, başta devlet olmak üzere, bütün baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini savunur. Meselâ; İngiliz filozofu Godwin ünlü “Political Justice” adlı eserinde, devletin insanlığın ahlâkını bozduğunu, bunun için de devlet kurumunun ortadan kaldırılması gerektiğini savunur. Stirner, Tucker, Tolstoi, Fourier, Proudhon, Bakunin, Kropotkin vb. gibi birçok hayalci düşünür de aynı görüştedirler.

    Bu başsızcılık ve otorite tanımazcılığı önce Fransız düşünürü Joseph Proudhon ütopyacı toplumculukla; Rus Nihilisti Bakunin de Neçayev’in nihilist doktriniyle kaynaştırmıştır. Bu sistem, daha doğrusu sistemsizlik, “Düzen yokluğu ve Baskı yokluğu” olarak özetlenebilir. Nihilizme göre, devletle birlikte her türlü baskıcı kurum yok edilmelidir. İnsan; bir üretici olarak anamalın otoritesinden, bir vatandaş olarak devletin otoritesinden, bir birey olarak da dinî törelerin, dinin otoritesinden kurtulmalı ve özgür bir gelişme imkânına kavuşturulmalıdır. Bütün insan yetenekleri ancak başsızca bir toplumda, hiçbir baskıyla engellenmeksizin, özgürce gelişebilir.

    Otorite tanımaz, hayalci anarşizme göre, öncelikle gereken devrimdir; devrim ise devleti, kurulu düzeni, otoriteyi, her türlü kâide ve kuralları, değerleri yok etmek demektir. Bu şuursuz yıkıcılık ise bir gayesizliğin, kötümserliğin, bunalımın, karamsarlığın ve herşeyi menfi yanından ele almanın bir ifadesidir. Nietzsehe (Niçe)’nin inkârcı ve değerleri tersyüz eden nihilizmi işte böyle bir düşünceyi yansıtır. Daha sonraları bu yıkıcı ve karamsar anlayış, Heidegger, Sartre vb. varoluşçularca geliştirilmiş ve ateist bir düzeye götürülmüştür. Tanrı tanımaz Sartre’a göre, Tanrı’nın olabilmesi için insanın ölmesi gerekir; halbuki Tanrı imkânsızdır, kendiliğinden kendisi için var olan varlık da bir çelişkidir.

    Ülkemizde Nietzsehe’nin nihilizminden ve inkârcı varoluşçuların ateist nihilizminden güç alarak ve marksistlerle birleşerek İslam düşmanlığı yapan, kökleşmiş İslâmî kurumları ve değerlerini yıkmak, tahrip etmek isteyen bir takım inkârcılar ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi ünlü şâir Tevfik Fikret’tir. O, şu sözlerinde yıkıcı ve inkârcı nihilizmini açık olarak ortaya koymaktadır: Her şeref yapma, her saadet piç! Her şeyin ibtidası, âhiri hiç!.. Her yönüyle karşı çıkma, tahrip, alt-üst etme, düzen ve kural tanımama ve inkâr mantığı ile ortaya çıkan hayalci nihilizm, hiçbir ilâhî dinin kabul etmediği bir zihniyeti temsil etmektedir. Zira bu zihniyet, hiçbir dinin kabul etmediği ve edemeyeceği bir anarşizmi davet etmektedir; toplumların nizamına, düzenine kastdetmektedir. Aynı zamanda, bu yıkıcı, tahrip edici ve kırıcı yol, hiçbir akl-ı selimin kabul edemiyeceği bir yoldur.

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş