İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN ŞAHSİYETİNİN MAZHARLARI Hürler babası İmam Hüseyin’in (a.s) şahsiyetini oluşturan ve O’nun unsur ve tabiatının bir parçası olan yegâne mazharlara gelince onlar şunlardan ibarettir: 1- Güçlü İrade İmam Hüseyin’in zatî özelliklerinden biri de güçlü irade ve sarsılmaz azim ve karardır. İmam (a.s) bu değerli özelliği, tarihin akışını ve hayat kavramlarını değiştiren ve Allah kelimesini söylemekten kendisine mani olmak isteyen güçlerin karşısında tek başına sebatla

Bu konu 4006 kez görüntülendi 2 yorum aldı ...
Imam hüseyin (a.s)’in şahsiyetinin mazharlari 4006 Reviews

    Konuyu değerlendir: Imam hüseyin (a.s)’in şahsiyetinin mazharlari

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 4006 kez incelendi.

  1. #1
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart Imam hüseyin (a.s)’in şahsiyetinin mazharlari

    İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN ŞAHSİYETİNİN MAZHARLARI

    Hürler babası İmam Hüseyin’in (a.s) şahsiyetini oluşturan ve O’nun unsur ve tabiatının bir parçası olan yegâne mazharlara gelince onlar şunlardan ibarettir:

    1- Güçlü İrade

    İmam Hüseyin’in zatî özelliklerinden biri de güçlü irade ve sarsılmaz azim ve karardır. İmam (a.s) bu değerli özelliği, tarihin akışını ve hayat kavramlarını değiştiren ve Allah kelimesini söylemekten kendisine mani olmak isteyen güçlerin karşısında tek başına sebatla duran, onlara itina etmeyen ve amcasının yanına giderek; “Allah’a andolsun ki, bu işi terk etmek için güneşi sağ elime ve ayı da sol elime bıraksalar, ölünceye veya Allah onu âşikar kılıncaya dek asla onu terk etmeyeceğim…” diyen ceddi Resulullah’tan miras almıştır.

    İşte Resulullah (s.a.a) böyle güçlü ve sarsılmaz bir iradeyle şirk güçlerine karşı koydu, olay ve fitne çıkaranlara galip oldu. Nitekim O’nun yüce torunu olan İmam Hüseyin (a.s) da Emevi hükümeti karşısında durdu ve Yezid’in biatini reddetmeyi açık bir şekilde ilan etti ve az bir grupla, hak sözünü yüceltmek ve batılı yok etmek için cihat sahnesine atıldı. Emevi hükümeti ise korkunç ordusuyla İmam’ın aleyhine toplandı, ama İmam (a.s) ona aldırış etmedi ve tam bir azim ve kararla şöyle haykırdı: “Şüphesiz ben, ölümü saadet ve zalimlerle yaşamayı ise alçaklık görüyorum…”

    İmam (a.s), değerli ailesi ve ashabıyla, İslam bayrağını yüceltmek ve İslam ümmetine en büyük zafer ve fethi gerçekleştirmek için şeref ve yücelik meydanına doğru hareket etti ve bu yolda da şahadete kavuştu. İmam (a.s) irade, azimet ve karar açısından insanların en güçlüsü idi. Akılları hayrete düşüren üzüntü, keder ve felaketlere aldırış bile etmiyordu.

    2- Zulümden Kaçınmak

    İmam Hüseyin’in (a.s) bariz sıfatlarından biri de zulümden kaçınmaktı. Öyle ki “Ebi’z-Zeym” (zulümden kaçınan) diye lakap almıştır. Bu, yaygınlık açısından İmam’ın en büyük lakaplarından sayılmaktadır. Şüphesiz bu barizliğe en yüce örnektir. İşte bu sıfat, insanlık kerameti şiarını yüceltti, şeref ve izzet yolunu çizdi, Beni Ümeyye domuzlarına boyun eğip itaat etmedi ve kılıçlar gölgesi altında ölümü tercih etti. Abdulaziz b. Nebte es-Sa’dî şöyle diyor: “İmam Hüseyin (a.s), izzetle ölümü hayat, zilletle yaşamayı ise ölüm saydı.”

    Meşhur tarihçi Yakubî, İmam Hüseyin’ı (a.s), şedid’ul-izze (çok izzetli) diye nitelemektedir.

    İbn-i Ebî’l-Hadid de şöyle diyor: “İmam Hüseyin (a.s), halka izzet-i nefsi ve kılıçlar gölgesi altında ölümü aşağılığa tercih etmeyi öğreten imtina ehlinin (zulüm ve aşağılığı kabullenmekten kaçınanların) efendisi idi. Ebu Abdillah’il-Hüseyin (a.s) ve ashabına aman (güvence) verilince, onu kabul etmek zilletinden kaçındı ve İbn-i Ziyad’ın, kendisini öldürmeyeceğine rağmen aşağılayacağından korktu. İşten bundan dolayı ölümü bu aşağılığa tercih etti.

    Şüphesiz insanların hürler babası olan İmam Hüseyin (a.s), zulme boyun eğmeme ve boğazlanma yüceliğini insanlara öğretti. Mus’ab b. Zübeyr, İmam Hüseyin (a.s) hakkında şöyle diyor: “İmam Hüseyin (a.s), şerefli ölümü, çirkin hayata tercih etti.”[1]

    İmam Hüseyin’in (a.s) Taff (Kerbela)’da günü konuştuğu sözler, izzet, yücelik ve onurluğu tasvir etmede Arap sözlerinden nakledilenlerin en şaşırtıcı ve güzellerindendir. O gün şöyle buyurdular: “Ey millet! Nesebi şüpheli oğlu nesebi şüpheli, (bizi) iki şey arasında defnetmiştir: Kılıç ve zillet. Zillet bizden oldukça uzaktır. Bunu, Allah, O’nun resulü, müminler, etekleri tertemiz anneler, gayretli efendiler ve izzet-i nefsi olan kimseler, alçakların itaatini kerimlerin katligahına reva görmezler…”

    İmam (a.s) Taff (Kerbela) günü, mürtet Emevî ordusunun yırtıcı vahşilerine aldırış etmeksizin onların karşısında yüksek bir dağ gibi durarak, şu sözüyle onlara ve gelecek tüm nesillere keramet, izzet-i nefs ve zulme boyun eğmemek şerefinden en güzel dersler verdi: “Allah’a andolsun ki sizlere, zelilin elini uzattığı gibi (zelilcesine) elimi uzatmayacağım; köleler gibi de (önünüzden) kaçmayacağım. Şüphesiz ben, beni taşlamanızdan Rabbime ve Rabbinize sığınıyorum…”

    İmam (a.s) bu nur saçan sözleri, boyutlarının sınırı olmayan kerametinin nihayeti üzere buyurmuştur. Bu sözler, İslam tarihinin topladığı, ebedilik kazanan yiğitlik ve cesaret şekillerinin en hayret vericilerindendir.

    3- Şecaati

    İnsanlar, bütün tarih aşamalarında, İmam Hüseyin’den daha şecaatli, musibette daha dayanaklı ve kalbi daha güçlü birini görememiştir. İmam Hüseyin (a.s) Taff (Kerbela) günü, kendisinden öyle bir cesaret, şecaat ve mukavemet sergiledi ki, akıllar şaşkınlığa uğradı. İnsanlar tarih boyunca onun cesaret, şecaat ve çelik iradesinden söz etmektedirler. Onun şecaatini, bütün dillerde dolaşan babasının şecaatinden daha önde olduğunu vurgulamaktalar.

    İmam’ın korkak düşmanları, O’nun cesaret ve direniş gücüne şaşırıp kaldı. İmam (a.s), ard arda gelen bunca musibetler karşısında bükülmedi. Tam aksine, belâ ve mihneti arttıkça rengi açılıyor ve cesareti çoğalıyordu. Yâren ve ashabını kaybettikten sonra düşman var gücüyle -tarihçilerin yazdığına göre otuz bin kişiyle- topyekun İmam’ın üzerine saldırdı. İmam (a.s) tek başına onlara karşı koyarak kalplerine korku ve dehşet saldı. Onlar bir keçi gibi İmamın önünden kaçıyorlardı. İmam (a.s) da bir dağ gibi sabit kalıyordu. Bu esnada her taraftan İmam’ı ok yağmuruna tutuyorlardı. Ama İmam (a.s) korkuya kapılmıyor, savaşa atılıyor ve ölümü küçümsüyordu.

    İmam (a.s), ehl-i beyt ve ashabını bu yüce ruhla eğitti. Derken onlar tam bir şevk ve ihlâsla hiçbir korkuya kapılmaksızın ölüme doğru yarışmaya koyuldular. Onların bu cesaret ve yiğitliklerine düşmanları bile itiraf etmiştir.

    Kerbela günü Ömer b. Sa’d’ı gören bir şahıs ona hitaben; “Yazıklar olsun sana! Resulullah’ın torunlarını mı öldürdün?” dedi.

    O da kendisini savunarak şöyle dedi: “Sert bir kayayla karşılaştım. Eğer sen bizim şahit olduğumuza şahit olsaydın, mutlaka bizim yaptığımızı yapardın. Elleri kılıçlarında olan bir grup orman aslanları gibi üzerimize ayaklandılar. Süvariler sağ ve soldan kırılmaya başladılar. Kendilerini ölümün eşiğinde görmelerine rağmen ne güvence kabul ediyor ve ne de mal istiyorlardı. Onlarla ölüm kanı arasına girecek ve saltanata istila etmeye mani olacak hiçbir engel de yoktu. Eğer onlardan, mühlet vererek elimizi çekseydik, tüm güçleriyle askerlerin üzerine yüklenirlerdi. Binaenaleyh, biz bu işi yapmak istemiyorduk ey anasız adam…”[2]

    Şüphesiz, hürler babası İmam Hüseyin (a.s), beşeri olan essiz cesaretiyle onlara meydan okudu, ölüme ve hayata alay etti. Düşmanların okları onların üzerine yağdığında, ashabına hitaben şöyle buyurdu: “Allah size merhamet etsin, kendisinden kurtuluş olmayan ölüme doğru kalkın. Şüphesiz bu oklar, onların size olan (ölüm) elçileridir…”

    İmam (a.s) ashabını ölüme çağırdı, sanki onları tatlı bir yemeğe davet ediyordu. Gerçekten ölüm İmam’a göre tatlı idi. Zira İmam’ın ölümü batılı yok ediyor ve Rabbinin burhanını ona tersim ediyordu.[3]

    4- Sarahat (Açık sözlü olmak)

    Hürler babasının sıfatlarından biri de, söz ve hareketinde çok açık sözlü olmasıdır. Tüm hayat aşamalarında kimseyi aldatmadı, dağlanacak yola ayak basmadı. Diri vicdanıyla uyum içerisinde olan açık yolu kat etti. Dininin ve ahlâkının kabul etmediği ikiye katlanmalardan uzaklaştı. Bu davranış ve hareketin açık örneklerinden biri, Medine’nin valisi Velid’e karşı tutumu idi. Velid, gece yarısı İmam’ı çağırarak Muaviye’nin ölümünü kendisine bildirdiğinde ve Yezid için İmamdan biat istediğinde, İmam (a.s) bu işten sakınarak açıkça şöyle buyurdular: “Ey emir! Biz, nübüvvet ehl-i beyti ve risalet madeniyiz. Allah Teala (İslam’ı) bizimle başlattı ve bizimle sona erdirecektir. Yezid’e gelince o, fasık, facir, şarap içen, suçsuz insanları öldüren ve açıkça günah işleyen birisidir. Benim gibi birisi, onun gibi birisine asla biat etmez.”

    Bu sözler, İmam’ın (a.s) sözünün ne kadar açık, batınının ne kadar yüce ve hak yolunda muhaliflere karşı ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.

    İmam’ın (a.s) adet ettiği ve zatının bir parçası haline gelen açık konuşmasının örneklerinden biri de şudur: İmam (a.s) lrak’a doğru hareket ettiğinde, yol esnasında Muslim b. Akil’in ölüm haberini ve Kufe halkının onlardan yüz çevirdiğini duyunca, hak için değil afiyet için kendisine tabi olanlara hitaben şöyle buyurdular: “Taraftarlarımız, yardımlarını esirgeyerek bizi yalnız bıraktılar. O halde sizden her kim geri dönmek istiyorsa, geri dönsün; onun üzerine bir söz ve serzeniş de yoktur…”

    Derken dünya malı tamahıyla gelenler, İmam’ın etrafından dağılıp gittiler. İmam (a.s), ashabı ve ailesinden olan seçkinlerle birlikte kaldı.[4]

    İmam (a.s), yardıma ihtiyaç duyduğu bu zor anlarda, herhangi bir kimseyi aldatmak ve ona hile yapmaktan şiddetle sakındı. Rabbine ve hareketinin adaletine inanan yüce ruhlu birisi, bu sıfatlarla asla sıfatlanmaz.

    Yine açık sözlü olduğunun örneklerinden biri de şudur: İmam (a.s), Muharrem aynın onuncu (Âşura) gecesinde ehl-i beytiyle ashabını bir araya toplayarak, basiret üzere olmaları için yarın kendisiyle birlikte olanların hepsinin öldürüleceğini onlara bildirdi ve onları, gecenin karanlığından yararlanarak dağılıp gitmelerini istedi. Ama onlar, İmam’dan ayrılmaktan sakınıp O’nun yanında şahadete kavuşmaya ısrar ettiler.

    Devletler dolaşmakta ve saltanatlar yok olmaktadır. Baki kalmaya ve ebedileşmeye daha lâyık ve uygun olan kimseler, bu yüce erdem ve ahlâklara sahip olanlardır. Çünkü bu yüce ve değerli sıfatlar olmaksızın insanın bir değeri kalmaz.

    5- Hakta Salâbet

    Hakta salâbet (direniş/sebat), İmam’ın (a.s) araç ve zatî sıfatlarının en belirginlerindendir. Şüphesiz İmam (a.s), hakkı ayakta tutmak için çok şaşırtıcı ve çetin zorluklarda yolu açtı, batıl kalelerini parçaladı ve zulüm odaklarını yok etti.

    İmam (a.s), tüm genişlik ve kavramlarıyla hakkı bina etti ve İslamî vatanda hakkı ayakta tutmak ve ümmeti, vadilerinde batıl temeller atan, zulüm evleri yapan ve isyan yuvaları kuran sert ve katı akımların elinden kurtarmak için savaş alanına doğru hareket etti…

    İmam (a.s) ümmetin, batıl ve dalaletlere saptandığını görünce, hakkın bayrağını yüceltmek için kurbanlık ve feda olmak alanlarına doğru yürüdü. İmam (a.s), bu aydınlık saçan hedefini ashabına yaptığı şu konuşmasında açıkça ilan etmektedir: “Hakka amel edilmediğini ve batıldan da kaçınılmadığını görmüyor musunuz? Mümin insan bu durumda Allah’a kavuşmayı (şahit olmayı) istemelidir…”

    Şüphesiz hak, temiz unsurlarıyla hürler babasının şahsiyetinde toplanmıştı. Hz. Peygamber (s.a.a), bu belirgin sıfatları onda görmüştü… İmam (a.s), hak ve adalet pınarlarını yeryüzünde cari etti.

    6- Sabır ve Direniş

    Şehitler efendisi İmam Hüseyin’in (a.s), kendisiyle yegâneleştiği sıfatlardan biri de, dünya musibet ve mihnetlerine karşı sabırlı olmasıdır. Şüphesiz çocukluğundan sabrın acılığını tattı, ceddi ve annesini kaybetmekle musibete uğradı, babasının karşılaştığı korkunç olaylara ve onun uğradığı mihnet ve üzüntülere şahit oldu ve kardeşinin hilafeti döneminde sabrın acılığını tattı. İmam Hüseyin (a.s), kardeşi İmam Hasan’ın ordusunun, yardımlarını esirgeyerek onu yalnız bıraktıklarını, ona hile yaptıklarını ve onun sulh yapmaya mecbur kılındığını görüyordu. İmam (a.s), kardeşinin mihnet ve elemlerinde onunla dert ortağı oldu ve nihayet Muaviye onu zehirle şehit etti. İmam Hüseyin (a.s) kardeşinin naşını dedesi Resulullah’ın kabrinin yanında gömmek istediğinde, Beni Ümeyye ona mani oldu. İşte bu, İmam’a en şiddetli musibetlerdendi.

    İmam Hüseyin’in, kendisine karşı sabrettiği en büyük musibetlerden biri de, İslam yasalarının yok olmasına ve ceddine nispet verilerek uyduruk hadislerle Allah’ın şeraitinin değiştirilmesine şahit olması idi. Yine İmam’ın (a.s) uğradığı felâket ve musibetlerden diğer biri de, İmam’ın (a.s), minberlerde babasına beddua edilmesini ve O’na yapılan hakaretleri duyması ve Ziyad’ın, onların şii ve dostlarını helâk ettiğine şahit olması idi. İmam (a.s), bütün bu musibet ve felâketlere sabretti.

    Muharrem’in onuncu günü sabrı aşan şiddetli mihnet ve musibetler İmam’a ard arda yönelmeye başladı. Bitmek bilmeyen bu mihnet ve musibetler her taraftan onu sardı. İmam (a.s) bir grup oğul ve ehl-i beytiyle düşmanlara karşı koyuyordu. Kılıç ve mızraklar ise onların pak bedenlerini parçalıyordu. İmam (a.s) bu esnada tam bir itminan ve sebatla ailesine hitaben şöyle buyurdular: “Ey ehl-i beytim, sabredin! Ey amcaoğulları sabredin! Bugünden sonra artık aşağılanma görmeyeceksiniz.”

    İma (a.s), Benî Haşim akilesi (akıllısı) olan kız kardeşi Zeyneb’i görünce -ki imam’ın sözleri onu şaşkınlığa uğratmış ve üzüntü kalbini parçalamıştı- ona doğru koşarak onu sabra ve Allah’ın takdirine razı olmaya emretti.

    İmam’ın (a.s), kendisine karşı sabrettiği korkunç felaket ve belâlardan biri de, çocukları ve ailesinin öldürücü susuzluktan bağırarak ağlamalarına ve İmam’dan yardım dilemelerine şahit olması idi. İmam (a.s) onları sabra ve direnişe davet ediyor ve bu zor durum ve mihnetten sonra durumlarının düzeleceğini ve aydın bir sonucu onlara haber veriyordu.

    İmam (a.s), düşmanların saldırılarına karşı tek başına direndi. Her taraftan kılıç ve ok yağmuruna tutulmuştu, susuzluktan ciğeri parçalanmıştı, ama bununla birlikte yine de onlara itina etmiyor ve onlara karşı koyuyordu.

    İmam Hüseyin’in (a.s), Taff (Kerbela) günündeki sabrı, direniş ve sarsılmaz durumu, insanların duydukları ender şeylerdendir.

    İrbilî şöyle diyor: “Hüseyin’in şecaati darb’ul-mesel olmuştur; savaştaki sabrı ise evvelki ve sonrakileri aciz kılmıştır.”[5]

    Herhangi bir insan, İmam’ın (a.s) duçar olduğu musibetlerden birine duçar olursa, her ne kadar sabır, azim ve nefis gücüyle kuşansa da, güçleri gevşer ve nefsî güçsüzlüğe kapılır. Ama İmam (a.s), ruhuna damgaladığı değerli amacı yolunda duçar olduğu musibetlere teveccüh etmedi, sabırsızlık ve üzüntülere teslim olmadı.

    Tarihçiler şöyle diyor: “İmam Hüseyin (a.s), bu özelliklerle yegâneleşti, olaylar her ne kadar olsa da onun azmini gevşetemedi. Hayatı döneminde bir oğlu vefat etti, ama üzüntü eseri onda görülmedi. Bunun sebebini sorduklarında şöyle buyurdu: “Biz öyle bir Ehl-i Beyt’iz ki, Allah’dan istediğimizde hemen bize verir; sevdiğimiz hakkında hoşlanmadığımızı irade ettiğinde biz razı oluyoruz.”[6]

    Şüphesiz İmam Hüseyin (a.s) Allah’ın kaza kaderine razı ve emrine teslim oldu. İşte bu, İslam’ın cevheri ve imanın nihayetidir.

    7- Hilim

    Hilim v ağır başlılık İmam Hüseyin’in (a.s) yüce sıfat ve bariz hasletlerinden biri idi. Ravilerin rivayetine göre İmam (a.s) günahkâr ve suçlulara (kendisine saygısızlık yapanlara) karşı onlar gibi davranmazdı; tam aksine, onlara lütuf ve ihsanda bulunurdu. Onun bu alandaki tavır ve durumu, herkesi güzel ahlak ve faziletiyle kuşatan Resulullah’ın tavır ve durumu gibiydi. İmam (a.s) bu özellik ve faziletle tanınmıştı. Kölelerinden bazıları ise, fırsattan su istifade ederek İmam’ın lütuf ve ihsanına ulaşmak için İmam’a karşı saygısızlık yapıyorlardı.

    Tarihçiler şöyle diyorlar: İmam’ın (a.s) kölelerinden birisi, İmam’a karşı, cezalanması gereken kötü bir suç işledi. İmam (a.s) da onun cezalandırılmasını emretti. Derken köle; “Efendim, Allah Teala; “Öfkelerini yutanlar…” buyuruyor dedi. İmam (a.s) tebessüm ederek; “Ondan vazgeçin, öfkemi yuttum” buyurdu.

    — Köle: “İnsanları affedenler…”

    — İmam (a.s): “Seni affettim…”

    — Köle (daha fazla ihsan elde etmek için): “Allah ihsan edenleri sever.”

    — İmam (a.s): “Sen Allah’ın rızası için hürsün.”

    Daha sonra İmam (a.s), insanlara el açmaktan müstağni kılacak çok değerli bir mükâfatın ona verilmesini emretti.

    Şüphesiz bu yüce ahlak, İmam’dan kopmayacak olan programlardandı. Bu ahlâk ve davranış, tüm hayatı boyunca İmam’la birlikte idi.

    8- Tevazu

    İmam Hüseyin (a.s), tevazu, alçak gönüllülük, kibir ve bencillikten uzak olmak üzere yaratılmıştır. İmam (a.s) bu ahlâkı, yeryüzünde fazilet ve yüce ahlâklar esasını ikame eden ceddi Resulullah’tan miras almıştı. Raviler, İmam’ın (a.s) yüce ahlâk ve tevazusundan birçok örnekler nakletmişlerdir. Biz onlardan bazılarına değiniyoruz:

    1- İmam Hüseyin (a.s) miskinlerin yanından geçerken onlar İmam’ı yemeğe davet ettiler. İmam (a.s) da bineğinden inerek onlarla beraber yemek yedi. Daha sonra onlara; “Ben sizin davetinizi kabul ettim, o halde siz de benim davetimi kabul edin” buyurdu. Onlar da İmam’ın davetini kabul edip birlikte hazretin evine gittiler. İmam (a.s) eşi Rubab’a; “Topladığın paraları getir” dedi. O da yanında bulunan paraları getirip onlara verdi.[7]

    2- İmam (a.s), sadaka mallarından bir şeyler yiyen fakirlerin yanlarından geçerken onlara selam verdi. Onlar da İmam’ı yemeğe davet ettiler. İmam (a.s) onların yanında oturarak; “Eğer sadaka olmasaydı, sizinle beraber yerdim” buyurdular. Daha sonra onları evine davet etti. Evine geldiklerinde onlara yemek, elbise ve bir miktar para vermelerini emretti.

    Şüphesiz, İmam Hüseyin (a.s) bu konuda ceddi Resulullah’a (s.a.a) benzemiş ve O’nun sîreti üzere hareket etmiştir. Tarihçilerin yazdığına göre İmam (a.s), fakirliğin fakire galebe etmemesi ve servetin de zengini azgınlaştırmaması için fakirlerle kaynaşır, onlarla bir arada oturur ve onlara iyilik ve ihsanda bulunurdu.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Imam hüseyin (a.s)’in şahsiyetinin mazharlari

          Kategori: Ehlibeyt

          Konuyu Baslatan: Doktor Amca

          Cevaplar: 2

          Görüntüleme: 4006


  2. #2
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart İmam Hüseyin (a.s) Pek Mert Ve Cömertti

    İmam Hüseyin (a.s) Pek Mert Ve Cömertti

    Ceddi Hz. Muhammed'in (s.a.a) büyük vasıfları Hz. Ali'yle Hz. Fâtıma'nın (a.s) eğitim ve terbiyesi Hz. Hüseyin'de (a.s) toplanmış ve onu mertlik, yiğitlik, fedakarlık, cömertlik, fazilet ve erdemin timsali kılmıştı.
    İmam Hüseyin (a.s) de ceddi Hz. Resulullah (s.a.a), babası Ali'yyul Murtaza ve annesi Sıddıkâ-i Kübrâ Fâtımâ-ı Zehrâ selamullah aleyhâ gibi eşsiz bir insan, inanılmaz bir kişilikti...
    ... Üsame'yle, İmam Hüseyin'in (a.s) hiçbir dostluğu yoktu, arası da hiç iyi değildi İmamla. Kendisini İmam Hüseyin'den (a.s) üstün görür, "ben, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) oğulluğu şehid Zeyd'in evladıyım!" diyerek övünürdü, "Hz. Resulullah (s.a.a) çok genç olduğum halde Ebubekir, Ömer ve Osman'ın her üçünü de benim komutama vermiştir!" diyerek herkese büyüklük taslardı.
    Üsame, İmam Hüseyin'le (a.s) kendisini aynı kefeye koymakta, "ben de onun gibi Hz. Resulullah'ın (s.a.a) torunuyum, onun benden farklı tarafı nedir? demekteydi.
    Hüseyin, Ali'nin (a.s) oğluysa, o da Zeyd'in oğluydu!
    Hüseyin mücahidlerin imamı olmuşsa o da İslam ordularının komutanı olmuştu!
    Ve Üsame de birçokları gibi kendisini Peygamber'in Ehl-i Beyt'iyle bir, hatta onlardan daha üstün görme hatasına düşmüş, nefsinin enaniyetine kapılıvermişti.
    Bir gün Üsame'nin hastalanıp yatağa düştüğünü haber verdiler İmam Hüseyn'e. İmam, hemen kalkıp onun ziyaretine gitti. Üsame, ağır bir borcun altına girmişti, İmamı gördüğünde "bu borcumu ödeyemeden ölmek istemezdim" deyince İmam (a.s) borcunun miktarını sordu, Üsame "Altmışbin dirhem!" dedi. İmam "İçin rahat olsun" buyurdu, "Sen ölmeden bu borcunu ödemeyi ben taahhüt ediyorum!" Ve İmam, verdiği sözü tutarak Üsame'nin bütün borçlarını onun adına ödedi ve Üsame'yi borçlu ölmekten kurtardı.
    İşte burada İmam Hüseyin'in (a.s) yolu, iddiacı inkılabçı komutanlardan da ayrılıyordu. Bu olayın da verdiği ipuçları dikkate alındığında, İmam Hüseyin'de devrimci geçinen beşerî ekollerin öncülerinde görülmeyen çok özel bir haslet ve meleke olduğu görülür: İster Lenin, Mao, Allende, Che Guevera vb. gibi sol olsun, ister Franco, Abdulkerim Reyfi, Enver Paşa, Atatürk, Abdulkadir Cezayiri vb. gibi sağ eğilimli devrim ve inkılap isimleri olsun, o hazretle kıyaslanabilmeleri bile mümkün değildir. İmam Hüseyin Üsame olayında çok farklı bir ahlak ve erdem örneği sergilemekte ve hem dostuna, hem düşmanına iyilikte bulunmaktadır. Salt inkılap ve devrim adamı olarak bilinenlerse dostlarına karşı sevecen, düşmanlarına karşıysa acımasız ve serttirler.
    Hz. Hüseyin'in (a.s) yolu "cihad"ve "mücahede" yoludur, devrimcilik yolu değil...

    -*-Bir bedevi Arap Medine'ye gelip şehrin en cömert insanının kim olduğunu sordu "Hüseyin bin Ali"dediler.
    Bedevi, İmam Hüseyin'i (a.s) camide buldu, namaz kılmakla meşguldü. Bedevi, İmam'ın namazını bitirmesini bekledi, selam verir vermez derdini anlatıp "Size bel bağlayan pişman olmazmış dediler" diye ekledi.
    İmam (a.s) kalkıp evinin yolunu tuttu, bedevi de onu izlemedeydi. İmam evine ulaştığında bedevi kapıda durmuş, İmam içeri girmişti. Çok kısa bir süre sonra İmam, içinde dört bin dinar sarılı bir bohçayla geri dönüp onu bedeviye verdi ve eğer az olursa onu affetmesini istedi! Bedevi neye uğradığını şaşırmıştı, bohçayı alıp "Böylesine mert bir insanın günün birinde toprağın bağrına gitmesi yazık olmaz mı?" diyerek şu mealde bir şiir okudu: "Mertlik ölür mü hiç? Cömertlik toprağın altında kalır mı? İnsanlığını toprağa gömebilmek mümkün müdür insanın? Mertlik güneşe benzer, geceleri gündüze çevirip insanların yolunu aydınlatır."

    -*-İmam Hüseyin (a.s) şehid düştükten sonra onu toprağa vermeye gelenler sırtında koyu nasırlar gördüler, İmam Seccad "Babam geceleri sırtında yoksullarla yetimlere yiyecek taşırdı" dedi, "Ceddimiz Emir'el Müminin Ali'den (a.s) Ehl-i Beyt imamlarına intikal eden hasletlerden biridir bu!"
    Bu noktada da mücahidle inkılapçının yolları ayrılmaktadır: Mücahid yoksula ve fakire zaman ayırıp onlarla uğraşır, yardım eder, devrimciyse yoksullara yardım etmediği gibi "bu yardım yoksulların sosyal patlamasını ve devrim fitilinin ateşlenmesini önler" diyerek böyle bir yardımda bulunmak isteyenlere de engel olur.
    Mücahid, hem bireyin saadetini ister, hem toplumun.
    Devrimciyse "Birey topluma feda edilmelidir" der.
    Sahi, bireyler topluma feda edildiğinde toplum kalır mı ortada?

    -*-Bir gün İmam Hüseyin (a.s) sokaktan geçerken kuru ekmek yiyen birkaç yoksul gördü; selam verdi. Onlar Hazret'in selamını alıp sofralarına buyur ettiler. İmam neşeyle onların sofrasına oturup "Yediğiniz şey sadaka olmasaydı ben de sizinle yerdim" buyurdu, "Ama biz Ehl-i Beyt'e sadaka haram edilmiştir." Sonra da onları evine davet etti, hep birlikte İmam'ın (a.s) evine gittiler. İmam, evde ne varsa sofraya getirilmesini buyurdu, onları bizzat ağırladı, karınlarını iyice doyurup her birine yeni giyecek ve bir miktar da para verdi.

    -*-İmam Hüseyin'den (a.s) şu rivayet aktarılır:
    Ceddim Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu bilirim: Namazdan sonra en iyi amel, günah olmaması şartıyla bir mümini hoşnut edip onu sevindirmektir. Bir gün, bir köpekle yemek yiyen bir köle gördüm, nedenini sorduğumda "Ey Allah Resulü'nün oğlu" dedi, "Çok kederliyim, bu hayvancağızı hoşnut edersem Rabbimin de beni hoşnut edeceğini ummaktayım! Benim efendim olan zat bir yahudidir, ondan ayrılabileceğim anın arzusuyla yaşıyorum ben!"
    Kölenin bu sözü üzerine İmam Hüseyin (a.s) onun efendisine gidip ikiyüz dinar vererek bu köleyi satın almak istediğini söyledi. Onun, İslam Peygamberinin evladı olduğunu gören adamcağız "O köle sizin kademinize feda olsun" dedi, "Sizi hoşnut edecekse şu bağı da ona bağışlıyor, ikiyüz dinarınızı da size iade ediyorum!" İmam "Ben de bunu size bağışlıyorum" buyurdu, Yahudi bu bağışı kabul ettiğini ve onu kölesine bağışladığını söyledi, İmam "Ben de köleyi azad ediyor ve bu malları olduğu gibi ona bağışlıyorum" buyurdu.
    Bu sahneye şahid olan ve olayı ilgiyle izleyen ev sahibinin zevcesi hemen kelime-i şehadet getirip Müslüman oldu, "Bu iyiliklere karşılık ben de mihirimi kocama bağışlıyorum" dedi. Bunu duyan Yahudi, "Ben de İslam dinini kabul ettim" diyerek Müslüman oldu ve evini hanımına bağışladı.
    Bütün bunlar İmam Hüseyin'in (a.s) hayırsever bir adımıyla bir günde olup bitivermişti: Bir köle azad olmuş, bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacı giderilmiş, iki kafir Müslüman olmuş, bir karı-koca arasındaki sevgi bağı güçlenmiş, samimiyet doğmuş ve niceden beridir kocasına sadık bir eş olan emektar bir kadın, bir evin maliki oluvermişti!...

    -*-Amr bin Âs'ın oğlu Abdullah'ın sahabenin zahidlerinden olduğu söylenir. Rivayete göre Bir gün İmam Hüseyin'le (a.s) karşılaşan Abdullah, orada bulunanlara dönerek "Göklerde, yeryüzü ehli arasında en sevilen insanı görmek isteyenler buna baksınlar!" dedi ve esefle ekledi: "Ama ben, Sıffin olaylarından sonra onunla hiç konuşamadım artık!"
    Onun bu sözünü duyan sahabeden biri (Ebu Said) Abdullah'ın elinden tutup onu İmam Hüseyin'in (a.s) yanına götürdü. İmam "Sen" dedi, "Benim, yeryüzünün gök ehli arasında en sevileni olduğumu bile bile Sıffin'de bana ve babama karşı kılıç çekip bizimle savaştın... Şunu bilmeni isterim: Allah'a yemin ederim ki babam benden daha üstündü!"
    Abdullah ne diyeceğini bilemiyordu "Babam öyle emretti, ben de ona itaat ettim" dedi, "Babamıza itaat etmemizi bizzat peygamber emretmedi mi bize?"
    İmam Hüseyin (a.s) bakışlarını Abdullah'a dikerek "Ama" buyurdu, "Kur'an-ı Kerim'de de "Eğer sizi kafir etmek isterlerse anne babanızı dinlemeyin" buyruluyor!".. Kaldı ki bizzat Hz. Resulullah'ın (s.a.a) "Günah konusunda kimseye itaat edilemez!" buyurduğunu da duymuşsundur. bu durumda Allah'ın kullarını razı etmek için O'nun günah ve haram kıldığı şeyleri yapabilir mi bir Müslüman?"

    -*-Bir gün İmam Hüseyin'in (a.s) kapısını çalan bir Arap, paraya ihtiyacı olduğunu ve Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'inden (a.s) yardım istemeye geldiğini söyledi.
    Kısa bir sohbetten sonra onun edebiyatçı ve yazar olduğunu öğrenen İmam "Babam Ali'den her insanın değerinin yaptığı iyi işlerle ölçülmesi gerektiğini duydum" buyurarak şöyle dedi:
    - Ceddim Resulullah da (s.a.a) "İnsanlara, bilgileri ve liyakatleri miktarınca iyilik ediniz buyurmuştur. Binaenaleyh ben de üç soru soracağım sana; üçünü de bilirsen, şimdi elime ulaşan şu altın akçe dolu keseyi vereceğim sana! Eğer ikisini bilirsen 2/3'ünü, birini bilirsen 1/3'ünü vereceğim!
    Adamcağız hem mahcup olmuş, hem afallamıştı. Boynunu büküp:
    - İlmin kaynağı sizsiniz! dedi. Ama eğer gerekli görüyorsanız sorun. Allah dilerse cevaplamaya çalışırım!
    İmam tebessüm ederek sordu.
    - En iyi amel nedir?
    - İman!
    - İnsanı mahvolmaktan ne kurtarır?
    - Allah'a güvenmek.
    - İnsanın süsü-güzelliği nedir?
    - Sabırla iç içe olan ilim.
    - Ya olmazsa?
    - Cömertlikle iç içe bir servet ve zenginlik.
    - Ya olmazsa?
    - Direnç e tahammülle iç içe bir fakirlik.
    - Ya o da olmazsa?
    - O zaman bir yıldırımın tepesine düşüp onu oracıkta yakıp kül etmesi yaşamasından daha iyidir!
    İmam Hüseyin (a.s) gülümseyerek elindeki altın akçe dolu keseyi ona verdi, bir de yüzük hediye etti ona. Kesede bin altın vardı, yüzüğün değeri 200 gümüş akçe ediyordu. Bedevi, hiç beklemediği bunca ihsan karşısında bir an afalladı, kendine geldiğinde ilk sözü "Allah, risaletini kime vereceğini daha iyi bilir!" oldu.

    -*-İmam Hüseyin (a.s) ağabeyi İmam Hasan'a (a.s) fevkalade saygı gösterir, onunla asla tartışmaz, onun her dediğini uygulardı. İkisinin de hayatta olduğu dönemlerde bu iki Ehl-i beyt imamı arasında bir kez olsun anlammazlığa şahid olmadı kimse, iki kardeş, bir kez olsun kırılmadı yekdiğerine! İmam Hasan'ın (a.s) yaptığı İmam Hüseyin'in (a.s) kabulüydü, İmam Hüseyin'in yaptığı da İmam Hasan'ın!
    Ehl-i Beyt çiçeklerinden İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: İmam Hüseyin (a.s) ağabeyi Hz. Hasan'ı pek sever, pek sayardı; ona zerrece muhalefeti olmazdı. Bir gün İmam Hasan'ı (a.s) ziyarete gittiğinde bir kadının o Hazret'e ağlayarak bir şeyler anlattığını, İmam Hasan'ın da (a.s) başını yere eğip ağlayarak onu dinlemekte olduğunu gördü. İmam Hüseyin de orada durup ağlamaya başladı. Kadın oradan ayrıldıktan sonra iki kardeş de ayrılıp evlerine gittiler ve İmam Hüseyin'in (a.s) ağabeyine olan saygı ve terbiyesi bu ağlamanın nedenini sormasına engel olmuştu!
    Bir gün İmam Hasan'la (a.s) sohbet ederlerken, İmam "Hüseyin" dedi, "dün rüyamda Yusuf peygamberi gördüm, onu kutlayarak Züleyha'nın ısrarları karşısında gösterdiği sabır, mertlik ve direncini övdüm." Bunun üzerine Hz. Yusuf "Ya Hasan" dedi, "Sen de o gün o kadının isteğini reddettin ve benim yaptığımın aynını sen de yaptın" dedi.
    İmam Hüseyin (a.s) bir süre önce gördüğü o şaşırtıcı olayı hatırladı. Şimdi her şeyi anlamıştı. O evli olduğu halde kadın Hz. İmam Hasan'a (a.s) ilgi duyduğunu söylemiş, İmam'ın (a.s) onu reddetmesi üzerine ısrarda bulunmuş, onun ısrarı İmam'ın Allah korkusuyla ağlamasına neden olmuştu.
    İmam'ın ağladığını gören kadıncağız da bu ısrarlı teklifinden dolayı pişmanlık duyup ağlamaya başlamıştı!..

    -*-O yıl İmam Hüseyin'le (a.s) ağabeyi İmam Hasan (a.s) yaya olarak Mekke'ye doğru yola çıkmışlardı.
    Yaya olarak haccetmeyi ahdetmiş, nezirde bulunmuşlardı.
    Yolda onlarla karşılaşan Müslümanlar da bineklerinden iniyor, yaya olarak onlara
    katılıyorlardı.
    Yaya olarak bunca yolu kat edemeyecek olanlar da vardı.
    Hz. İmam Hasan'dan (a.s) bir bineğe binmesini rica ettiler. İmam (a.s) "Biz yaya olarak hacca gitmeyi nezrettik" buyurdu "Bineğe binemeyiz. Birazdan yolumuzu ayırıp başka yoldan gideceğiz, dileyen bineğine binebilir o zaman."

    -*-İmam Hasan'la İmam Hüseyin arasında benzeri görülmemiş bir saygı ve sevgi hakimdi. Düşünce ve fikirleri bunca aynı, davranış ve amelleri bunca uyumlu iki kardeşe rastlamak hemen hemen imkansız gibidir. İmam Hasan (a.s) Muaviye'yle barış anlaşmasını imzaladığında İmam Hüseyin (a.s) de bu anlaşmayı onaylamıştır. İmam Hasan gibi İmam Hüseyin de (a.s) Muaciye'ye biat etmemiştir. İki kardeş her zaman elele, her zaman yürek yüreğe durmuş, sözleri bir, tepkileri bir olmuştur.
    İmam Hasan (a.s) şehid olduğunda Iraklılar İmam Hüseyn'e mektup yazıp Muaviye'ye karşı kıyam etmesi halinde kendisini destekleyeceklerini bildirdiler. İmam Hüseyin (a.s) bu teklifi reddederek "Benimle Muaviye arasında imzalanmış bir anlaşma var" dedi, "Muaviye hayatta olduğu sürece benim ahdime sadık olduğumu göreceksiniz!"
    Evet, bu anlaşma, aslında İmam Hasan'la (a.s) Muaviye arasında imzalanan anlaşmaydı, ve İmam Hüseyin (a.s) ağabeyi İmam Hasan'ın (a.s) verdiği sözü, bizzat kendisinin verdiği bir söz olarak kabul etmişti!
    Ve o, verdiği sözü çiğnemeyecek, kabullendiği bir ahdi bozmayacak kadar büyüktü...

    -*-Üsam bin Mustalak şöyle anlatır:
    Medine'ye gittiğimde Hüseyin bin Ali'yi (a.s) gördüm. Onun yakışıklı, alımlı, nurlu ve heybetli yaradılışı kıskançlık duygularımı kabarttı, öteden beri ona karşı düşmanlık besliyordum, biz Şamlılar arasında Ali bin ebu Talib'i küçümseyici maksatla kullanılan isimlerin en ünlüsü "Toprakoğlu toprak" veya "Toprağın babası" anlamına gelen "Ebâ Turab"dı. Onu küçümsemek için "Sen Eba Turab'ın mı oğlusun?" diye sordum. Hiç rahatsız olmadan "Evet" dedi, bunun üzerine ağzıma geleni söyleyip hakarete başladım, o sessizce dinliyordu. Benim hakaret ve küfürlerim tamamlanınca başını kaldırıp bana baktı. Aman Allah'ım! Ne bakıştı o öyle?! Ben ona küfretmiştim ve o, sevgi dolu bakışlarıyla âdeta öpüp okşuyordu beni, "Sıkma canını" dedi şefkat dolu bir sesle, "Allah Teala her ikimizi de affetsin diyelim! Bu şehirde yabancısın galiba, bana misafir olursan pek memnun olurum, garip bir Müslümanı ağırlamaktan şeref duyaım. Bir isteğin, bir dileğin varsa söyle, elimden geleni yaparın inşaallah!"

    Hayret ve mahçubiyetten donakalmıştım; o hemen anlamıştı bunu "Sana darılmadım" dedi, "Senin hiçbir suçun yok! Allah Teala seni affetti bile inşaallah, merhametlilerin en merhametlisidir O!"
    Benim sustuğumu görünce "Şamlı mısın?" diye sordu, "Evet" dedim.
    "Şam'da Muaviye'nin propagandaları seni bu hale getirmiş" dedi, "Asıl suçlu başkasıdır, sen değil! Söyle kardeşim, senin için yapabileceğim bir şey var mı?"
    O sırada yer yarılsa da beni yutsaydı keşke... Ölmeyi nasıl da arzuladım o sırada. Onun bakışlarıyla karşılaşmamak için hemen oradan uzaklaştım. O günden sonra benim nezdimde Hüseyin'le babası Ali'den daha değerli kimse olmadı."
    Evet, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin beşinci nuru olan Hz. Hüseyin'dir bu... Dünyadaki hangi inkılapçıda, hangi devrimcide böyle bir ruh vardır sahi? Devrimci, kendisine hakaret edene şahin gibi saldırır. Halbuki İmam Hüseyin (a.s) kendisine yapılan hakarete sevgiyle karşılık ermekte, saldırgana buseler kondurmaktadır!

    -*-İmam Hasan-ı Müçteba hazretlerinin (a.s) huzuruna varan bir Müslüman kendisinin fakir olduğunu söyleyerek yardım istemişti. İmam Hasan (a.s) şöyle buyurdu:
    - Yardım isteyen insan şu üç halde birinde olur; ya ağır bir borç altındadır, ya zilletli bir yoksulluğa düşmüştür, ya da zilletli bir diyetin altındadır. Senin durumun nasıl?
    - Ben de bu üçünden birine müptelayım efendim!

    İmam Hasan (a.s) yüz altın akçe vererek onun gönlünü aldı. Oradan ayrılan Arap, doğru Hz. Hüseyin'in (a.s) yanına gidip yardım isteğini tekrarladı. İmam Hasan'dan aldığı cevabın aynısını İmam Hüseyin'den almıştı! İmam "Ağabeyim sana ne kadar verdi?" diye sordu, Arap, yüz altın aldığını söyleyince İmam Hüseyin ona 99 altın bağışladı... Çünkü ağabeyi Hasan'dan öne geçmek istememişti Hüseyin!..
    Her iki kardeş de mertlik ve yiğitlikte birbirine denk, insanlara yardım ve şefkatte yekdiğeriyle tıpatıp aynıydı... Yoksulun elinden tutar, fakiri doyurur, çıplağı giydirir, kimseye öfkeyle davranmazlardı. İnsan yetiştiren bir okuldu her ikisi de... Ameli ve emeli insaniyet timsaliydi her ikisinin de! Kötülüğe ve kabalığa iyilikle ve incelikle karşılık veren bu büyük insanlar, iyilik ve inceliğe, nezaket ve terbiyeye nasıl karşılık veriyordu acaba?!

    -*-İmam Hüseyin'in (a.s) evinde hizmetçilik yapan bir cariye bir gün bir demet gül verdi İmam'a. İmam Hüseyin (a.s) gülü alıp "Seni azâd ettim" buyurdu. Bu sırada orada bulunan Enes "Bir demet gül verdi diye onu azad mı ettiniz?" diye hayretle sorunca "Bu" buyurdu, "Allah Tealâ'nın bize verdiği bir terbiyedir, Rabbimiz bizi böyle eğitip yetiştirmiştir ey Enes, biz, yapılan her iyiliğe, daha iyisiyle karşılık veririz, onun takdim ettiği hediyeden daha güzel olan tek şey, onun hürriyetiydi!"

    -*Hüseynî okulda iyiliğin karşılığı "daha güzel bir iyilik"tir!
    Evet, insanlık okulu budur işte!
    Hümanizm türküleri söyleyenler; Hüseynî okulla tanıştıklarında susarlar.
    Susar ve saygıyla eğilirler yerlere kadar...
    Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin okulunda iyiliğe daha güzel bir iyilikle karşılık vermeyenler insan sayılamazlar ve iyiliğe kötülükle karşılık verenlerse çakaldan daha aşağılık bilinirler...

    -*-Nâfi Erzef, hâriciler güruhunun reisiydi. İmam Ali'yi (a.s) kafir bilen ve o hazrete düşmanlık besleyen bir güruhun reisi olarak Bir gün Hz. İmam Hüseyin'e (a.s) gidip "Allah'ı bana anlat hele!" dedi kaba bir tavırla. İmam Hüseyin (a.s)
    - Allah'ı gözle göremezsin! buyurdu ve ekledi: O'nu yarattığıyla kıyaslayamazsın! O, herkese yakındır, ama madde değildir; herkesle birliktedir, ama bir cisim gibi kimseye yapışık değildir. Pek üstün ve yüce bir mevkidedir O, ama kimseden uzak değildir. Birdir ve tektir, bölüşmez, ayrışmaz. Ayetleri, O'nu tanıtmaktadırlar. Ayetleri O'nun nişaneleri, O'nun alâmetleridir. O'ndan başka ilah yoktur, Yüce mi yücedir O; her nevi eksik ve kusurdan münezzehtir.
    Nafe "Ne de güzel konuştun!" deyince İmam "Duydum ki" buyurdu, "Beni , babamı ve ağabeyimi kafir bilirmişsin?.."
    Nafe "Evet, öyle düşünüyordum" dedi, "Ama siz, İslam önderleri, hak imamlar ve dinin yol gösteren kılavuzları ve parlak yıldızlarısınız!"

    -*-Bir gün İmam Hüseyin'in (a.s) Kâ'be'nin yanında Allah'a şöyle yakarmakta olduğunu gördüler:
    " Ya Rabbi! Sen nimetlerini tamamladın bana, ben şükrünü hakkıyla yerine getiremedim ve sen bu yüzden nimetlerini almadın benden. Hastalığa yakalandığımda sabır ve tahammül göstermedim, ama sen hastalığımın sürmesine dayanamadın, Sencileyin kerem sahibinden, kerem ve lütuftan başka şey görülmez elbet!"


  3. #3
    GaRaGaN
    GaRaGaN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Eline Emeğine Sağlık...

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş