Tarihi kaynaklar, Azerbaycan Edebiyatının çok eski bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Bu edebiyatın kökü, doğrudan doğruya şifahî halk sanatına dayanır. Yazılı söz sanatı ortaya çıkmadan evvel, o dönem insanının inanç ve görüşleri, ilk bedii düşünceleri folklor örneklerinde ifadesini bulmuştur.
Sözünü ettiğimiz dönemin başlarında, Azerbaycan'da yayılan ve sevilen eserlerden biri "Avesta" idi. Dinî-felsefî âbide sayılan bu eser, yakın ve orta şark ülkelerinde geniş şekilde yayılmış, yazılı edebiyat üzerinde de tesirleri büyük olmuştur.
"Avesta" aslında ateşperestlik inanç ve düşüncesinin kitabıdır. Azerbaycan'da bulunan Gezen şehri, bu dinin kutsal şehirlerinden biri sayılırdı. Avesta'ya göre arzın tabakalarını yaratan Zerdüşt de Azerbaycanlıydı ve Zerdüşt dininin rahipleri, Midiya'da altı kabileden biri olan "Muğ" kabilesinden çıkarlardı. Avesta, dinî ve felsefî öneminin yanında, bir sanat eseri olarak da kabul edilmektedir. Eserde, çeşitli şiir biçim ve türleri, lirik ve epik unsurlar yer almaktadır.
VII. yüzyıldan itibaren, Azerbaycan'da Arap dilli bir edebiyat türemeye başlar. Bu devrin şair ve âlimlerinden Musa Sehevat, İsmail İbn Yesar, El-e'ma ve daha başkaları kaside ve hicivleriyle tanınırlar. Büyük bir dilci ve edebiyatçı olan Xetip Tebrizî ise Arap ediplerinden de fazla şöhret bulur.
Orta asırlar
Azerbaycan edebiyatının şekillenmesi ve teşekkülünde eski Türk âbidelerinin de büyük önemi vardır. Bedii söz sanatı, özellikle bu kaynaklardan yola çıkarak edebî-millî bir hususiyet kazanmış, millî kimliğine bürünmüştür. V-XIV. asırlarda ortaya konan edebî âbideler tek ve müşterek kaynaklardır ve bütün Türk halklarının estetik düşünce tarihi bu muhteşem temele bağlıdır. V-VIII. yüzyıllarda yazılan Orhun-Yenisey kitabeleri, XI.yy. yazarlarından Balasagunlu Yusuf'un "Kutadgu Bilig" i, Mahmut Kaşgarî'nin "Divan-ı Lügat-it-Türk" kitabı, eski Türk edebiyat ve tarihinin ilk örnekleridir. Nizami Gencevî'nin ölümsüzlük ve mutluluk ideali, Balasagunlu Yusuf'un "Kutadgu Bilig" destanıyla uyum içerisindedir. Özellikle Türkçe şiirimiz biçim ve muhteva itibariyle sözünü ettiğimiz müşterek Türk sanatıyla yakından ilgilidir.
"Kitab-ı Dede Korkut" Azerbaycan halkının, kahramanlıklarla dolu tarihî geçmişini en iyi şekilde aksettiren muhteşem bir sanat abidesidir. Bu eserin günümüze intikal eden iki elyazmasından biri 1052 yılında kaleme alınmıştır.
Oğuz boylarının âbidesi sayılan "Dede Korkut" ta, bir halkın manevî hayatı, savaş ve barışları, inanç , fikir ve düşünceleri, istek ve arzuları, alperenlik azameti bütün güzelliğiyle ortaya konur, estetik bir biçim alır. Eserde tanıtılan Oğuz yiğitleri ve kadınları, başlı başına bir halkı temsil eden kahramanlardır. Bu kitap, bütün Oğuz dünyası hakkında yazılmış edebî-bedii bir salnamedir. Oğuz hayatı ve tarihinin ansiklopedik-estetik manzarasıdır. Kendi geçmişini edebî bir tarzda ölümsüzleştiren Oğuzların bu büyük kültür mirası, nazım ve nesrin iç içe, bir arada kullanıldığı bir anlatım biçimine sahiptir. Eserde kullanılan şiir ve nesir dili çok güzel ve saftır. Oğuz ozanının söz ve ifadeleri, atasözleri gibi hikmetli ve manalıdır.
X-XI. yüzyılın edebî ve estetik seviyesi, Dede Korkut âbidesinden açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Eserdeki Oğuz kahramanlarının saf, duru kişilikleri, yürek açan gönül güzellikleri, toprak ve vatan sevgileri, düşmanlara karşı coşup taşan öfke ve gazapları onların karakteristik özellikleridir. Oğuz kadınlarıysa dağ çiçeği gibi, göze suyu gibi saf, mavi gökler gibi temiz ve yenilmez kadınlar olarak tanıtılmışlardır. Oğuzların kendi kadın ve kızlarını mukaddes varlıklar gibi yüce tuttukları, canları gibi sevip kolladıkları anlatılır.
"Dede Korkut" hem şifahî, hem de yazılı edebiyat abidesidir. Bu eserin şifahî değil yazılı olarak günümüze intikali, özel sanatkârlık gerektiren estetik yapısı, fikir, mevzu ve kaynakları da bunu açıkça göstermektedir.
XI-XII. yüzyıllarda Selçukluların, Revvadi ve Şeddadilerin devrinde Azerbaycan'da yepyeni bir medeniyet kurulmaya başlar. XI. yüzyılda İldenizler Devletinin kurulması, şehirlerin merkezîleşmesine ve gelişmesine uygun ortam hazırlar. Acemî İbn Ebubekir Nahçivan'ın mimarlık âbideleri, Suhreverdi'nin edebî-felsefî risaleleri, Mehsetî, Hakanî ve Nizâmi'nin şiiri, Mehmet Hoylu'nun resim eserleri bilhassa bu çağlarda ortaya çıkar. Edebiyat ve sanat, yeni doğuş medeniyetine mahsus hümanizm zirveye çıkar.
Yükseliş devrinin iki büyük şairi Hakanî ve Nizâmi'nin sanatı, insan sevgisi, halka yakınlığı, demokratik ruhu ile farklılık arz eder. İsyankâr bir şair sıfatıyla meşhur olan Hakanî, Azerbaycan edebiyatı tarihinde mesnevi türünün ilk uygulayıcısıdır. Kaside tarzını da biçim ve konu yönünden zenginleştirmiştir. Onun lirik şiirlerinde orta asır insanının aşkı, toplumsal düşünceleri, insan ve hayat karşısındaki tavrı çok üst seviyede ele alınmıştır. Hakanî'nin günümüze kadar gelen altmış mektubu ise, edebî mektup türünün ilk güzel ve yetkin kaynaklarıdır. Bu mektuplarda onun, zamanı -bu arada aydın ve yönetici sınıflar hakkındaki samimi düşünceleri dile getirilmiştir.
Hakanî sanatının şahsında, Azerbaycan gazeli, kasidesi tam bir olgunluğa kavuşarak ulaşılmaz örneklere sahip olmuştur. Onun gazel ve kasideleri, şark âleminde yüzyıllardan beri örnek olarak kabul edilmiş, geniş yankılar uyandırmıştır.
Nizami şiiri, dünya edebiyatı tarihinde yeni bir hadise ve merhaleydi. Şiirin yeniden yaratıcılarından biri sayılan bu ölümsüz şair, şark rönesansının üstün fikirlerini büyük bir sanat gücüyle ve ilk defa olarak edebiyata taşımış, insanı, sanatın başta gelen gayesi yapmıştır. Şark sanatına canlı, reel kadın tipini ilk o getirmiş, devlet adamlarının akıl ve şahsiyet yönünden bir olgunluk içinde olmaları lazım geldiğini ifade etmiş, insanı mutluluğa götürecek yolları açıklamış ve aydınlatmıştır. Dâhi şair bütün eserlerinde, bir mütefekkir-sanatkâr olarak insanın saadeti üzerine derinlemesine düşünceler geliştirmiş, insanlık değerini ve onurunu her şeyden üstün tutarak, zaman ve dünyaya örnek olacak kahramanlar yaratmıştır.
Nizâmî'nin divanı elimizde olmasa da, 'Hamse"si tam olarak korunup saklanabilmiştir. Kendisi, "Hamse"sinde topladığı beş eseri "Beş Hazine" olarak adlandırmıştır. Gerçekten de Nizâmi'nin her bir eseri başlı başına bir hazine değerindedir. Asırlardan beri dünyanın her tarafında tanınmakta olan bu ölümsüz eserler değerlerinden hiç bir şey yitirmeden günümüze kadar gelmiştir.
Nizami, dünya şiir tarihinde büyük bir edebî mektebin temelini atmış, dünya edebiyatına yeni estetik güzellikler ve aydın fikirler aşılamış, çeşitli nesillerin ve halkların şiir güneşi olarak parlamıştır.
XIII-XIV. yüzyıllarda, Azerbaycan'da ortaya çıkan en büyük edebî hadise şairlerin ana dillerinde yazmaya başlamalarıdır. Nizâmi'nin küçük çağdaşı Ali'nin "Kıssayı Yusuf" şiiri bu açından değerli ve yeni bir sanat eseridir. Bu eserde insan güzelliği ve sevgisi, zamana ve kadere galip gelir.