İçimden geçenleri tek tek anlatacaktım ona; Onunla ikimiz bir dalın iki kirazı, bir kurnanın yan yana akan iki musluğu olacaktık Hayat denilen bu köhne mahallede; yıkılmak üzere olan taraçalarımı, balkonumu onun sağlam ve dik duvarına dayayacak ve istimlâk görmemiş iki ahşap ev gibi bitişik nizam yaşayıp gidecektik Dışarının tarrakasından bezip dumanlı başımla saadet yuvamıza girdiğim an, onun boynunu bir gelincik gibi büküp, ok kirpiklerini kırpıştırarak “hoş geldin” deyişinde felah

Bu konu 1427 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Sen Hz.Ali misin ki Hz.Fatma yı istiyorsun? 1427 Reviews

    Konuyu değerlendir: Sen Hz.Ali misin ki Hz.Fatma yı istiyorsun?

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1427 kez incelendi.

  1. #1
    Aylin's - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    24.03.2009
    Mesajlar
    3.559
    Konular
    3321
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    1
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Aylin's

    Standart Sen Hz.Ali misin ki Hz.Fatma yı istiyorsun?

    İçimden geçenleri tek tek anlatacaktım ona;
    Onunla ikimiz bir dalın iki kirazı, bir kurnanın yan yana akan iki musluğu olacaktık

    Hayat denilen bu köhne mahallede; yıkılmak üzere olan taraçalarımı, balkonumu onun sağlam ve dik duvarına dayayacak ve istimlâk görmemiş iki ahşap ev gibi bitişik nizam yaşayıp gidecektik

    Dışarının tarrakasından bezip dumanlı başımla saadet yuvamıza girdiğim an, onun boynunu bir gelincik gibi büküp, ok kirpiklerini kırpıştırarak “hoş geldin” deyişinde felah bulacak ve mükerreren rabbime şükür duaları edecektim “rabbim bana iliği mundar bir hatun vermediğin için sana hamdolsun ”

    İnsanlar avaz avaz, bar bar bağırıp sokaklarda zift ile sıvanmış gemiler gibi yol alırken mehpare yüzlü sevdiceğimle şal desenli koltuklarımızda oturup ayaklı fincanlarımızla kahvelerimizi yudumlayacak,

    ben çocukluktan kalma bir alışkanlık ile fincanın dibindeki telveyi yalamaya çalışırken bir an onun müstehzi yüz ifadesi ile karşılaşıp utanacaktım
    Sinirden morardığım,

    eski bir taka gibi yalpaladığım anlarda marifetli zevcemin masanın üzerine koyduğu balıksırtı desenli bir tabak cevizli tarçınlı kurabiye; tüm çakralarımı açacak, ruhumda tarçın çubuklarından saraylar yükseltecek ve yüz hatlarım “relaks” denilen o muhteşem gevşek eda ile tanışacaktı

    Geçim yoluna koymuşuz ya başımızı efendim Benim kazdığım çukurları o dolduracak, onun ördüğü zindanları ben yıkacaktım Benim yaktığım ateşi o söndürecek, onun çattığı darağacını ben yakacaktım O giderken ben dönecektim, ben kaybederken o bulacaktı İşte böylece yirmi dört saat mesai yapan iki işçi gibi saadet sarayımızı inşa edecektik
    Ufak tefek tartışmalar da yaşayacaktık elbette Rica ederim Elbet biz de hataya namzet bir beşeriz

    Misal “LCD televizyona zekât düşüp düşmeyeceği”, “pazar arabasına önce sebzelerin mi meyvelerin mi konulacağı”, “yumurtanın sarısının mı yoksa beyazının mı daha faydalı olduğu” mevzularında elbette sağlıklı beyin hücrelerine sahip her birey gibi biz de tartışacaktık


    Şeyh Sadi’nin “on derviş bir kilime sığar da iki sultan bir saraya sığmaz” sözünü kaidemiz belleyecek ve sultan gibi değil etekleri zikir rüzgârları ile uçuşan dervişler gibi gezinecektik saadethanemizde


    Yaralı geyikler gibi titreyecektik mukaddes kitabımızdan sözler işitince…


    Şeytanla, sırçalı sıpalar gibi inatlaşacaktık…
    Sabah namazına paçalı güvercinler gibi guruldayarak uyanacaktık


    Kertenkelelerin korkudan kuyruğunu bırakıp kaçması gibi biz de “rabbimizin azametini” ensemizde her hissedişimizde günahlarımızı bırakıp kaçacaktık


    Her yanlış bir nakış demiş eskiler Biz de hayat denilen kilimi işte böyle nakış nakış dokuyacaktık Bozulmuş bir nesil ters nallanmış at gibi yeldir yepelek dolanırken, biz sağrısı terli, yeleleri rüzgârlı atlar gibi her daim rıza-i ilahi ye doğru koşacaktık


    Vay hormonlu gıdalarmış, vay kansorejen maddelermiş… Uzun kış gecelerinde saç sobamızın tavana vuran ışığında oynaşan renk fevvarelerinde huzur bulmak varken, patlamış mısırlar eşliğinde sobanın üzerindeki bakır demlikten yayılan o musikiyi dinleyerek uyuklamak varken, bu tür mevzulara dalıp asla mekâna kesafet katmayacaktık


    Pencereden bakınca bir top akasya bir iki akçakavak muhakkak görecektik Tevazu, tevekkül, kanaat ve feragat adına ne varsa ağaçların dallarından okuyacaktık
    Şövalye kitabı okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot gibi biz de ağaçlara baka baka onlar gibi mütevekkil olacaktık Köklerimiz sağlamlaştıkça dallarımıza abı hayat yürüyecekti Damarlarımızda sabır öz suyu dolaşacaktı
    Yüzümüz ağacın gövdesi gibi nasırlaşsa da bedenimiz her daim meyveye duracaktı Sonbahar gelip yaprağımızdaki son klorofili de içine çekinceye kadar bu böyle devam edip gidecekti


    Asla plaza adamı, cafe müdavimi, İstanbul enteli, vitrin aylağı olmayacaktık Zamanı geçmiş fraksiyonlardan bize ne?

    Markasını yitirmiş şehirlerden, gudubet fikirlerden, küfür fıçısına batmış şiirlerden bize ne?

    Ne yapacağını iyi bilen kurnaz kadınlardan, ne yaptığını bilmeyen mandagöz adamlardan bize ne?


    Biz iki mümin olacak, iki mümin gibi yaşayacak ve iki mümin gibi ölecektik…


    Lafı çok uzattım farkındayım İşte bütün bunları ona anlatacak ve desti izdivacına talip olacaktım Eğer ki tam ona yetişmişken köşeyi dönmeseydi O meymenetsiz adamın koluna bir piknik sepeti gibi takılmasaydı Şuh kahkahaları onu bir azize olarak gören ruhumun duvarlarında yankılanmasaydı Hz Fatıma asaleti diye nitelendirdiğim o duruşunu bir mazgalın kenarına bırakıp şehrin lağımına karışmasaydı İçkili bir kafeden içeriye girerken ardında bıraktığı gönül mabedimi elleriyle yakıp yıkmasaydı


    Tüm bu düşüncelerimle o menevişli siluetin ardından bakışlarımı çekip kendi ruhuma doğru yeniden yola çıkarken içimde bir sesin yankılandığını hissettim Diyordu ki bu ses; “sen Hz Ali misin ki Hz Fatıma istedin, sen Mecnun istidadında mısın ki Leyla aradın karşında”


    İşte bu içsel hesaplaşma ile o an Obama gibi irkilmişim Ayaklarım birbirine karışırken düşmemek için duvardan sarkan elektrik kablosuna sımsıkı tutunmuşum
    Ufak bir çarpıntı ve titreme ile üzerinize afiyet kendimi karşı kaldırımda buldum
    O an çevreye yayılan yanık kokusunun elimden mi yüreğimden mi geldiğini tam anlayamadım
    Ama anladığım bir şey vardı ki; ortada Leyla ve Mecnun yoksa Züleyha ve Yusuf yoksa Ali ve Fatıma yoksa elektrik melektrik bir işe yaramıyor




    Ayşegül GENÇ


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Sen Hz.Ali misin ki Hz.Fatma yı istiyorsun?

          Kategori: Hikayeler

          Konuyu Baslatan: Aylin's

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1427


Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş