İslâm"ın kutsal öğretileri ilk etkisini İslâm"a yönelenlerin, inananların fikir ve düşünceleri üzerinde kendini gösterdi. İslâm sadece dünya, insan ve toplum hakkında birtakım yeni öğretiler getirmenin yanı sıra düşünme ve dünyaya bakış tarzını değiştirmiştir. Bu yeni durumun önemi birincisinin öneminden daha az değildir.
Her öğretmen öğrencilerine yeni şeyler öğretir, her ekol izleyicilerine yeni bilgiler verir; ancak bu arada sadece bazı öğretmenler ve bazı ekoller öğrenci ve izleyicilerine yeni bir mantık verir, onların düşünce tarzını, biçimini değiştirir.
Bu konuyu biraz açmak gerekir. Mantıklar nasıl değişir, düşünce tarzları nasıl değişikliğe uğrar?
İnsan, düşünen bir varlık olduğu için gerek bilimsel ve gerekse toplumsal meselelerde istidlâl eder, delil getirir; getirdiği delillerde ister istemez bazı ilkelere dayanır ve o ilkelere göre sonuç alır, hükümler çıkarır.
Mantık ve düşünce biçiminin farklılığı, istidlâl ve sonuç çıkarmada kullanılan ilke ve temellerin farklılığına dayanır. Çıkarımların, sonuçların dayandığı ilke ve temeller farklı oldu mu, ister istemez düşünceler ve mantıklar da değişikliğe uğrar.
Bilimsel konularda, her dönemde, zamanın bilimsel ruhuyla aşina olanlar arasında düşünce biçimleri, hemen hemen aynıdır. Eğer bir değişiklik varsa, farklı zamanlardaki düşünceler arasındadır; fakat toplumsal meselelerde, hatta aynı zamanda yaşayan insanlar bile aynı şekilde düşünmemektedirler. Bunun da bir sırrı, nedeni vardır, ki şimdilik konumuz dışında olduğundan üzerinde durmuyoruz.
İnsan, toplumsal ve ahlâkî meselelerle karşılaştığında ister istemez bir tür değerlendirme yapar, değer yargılamasında bulunur. Bu değerlendirmede meseleleri sınıflandırır, her biri için farklı değerler biçer. Bu derecelendirme ve sınıflandırmaya dayanarak kullandığı ilke ve temeller başkalarının değerlendirmelerinden farklı olmakta ve sonuçta düşünce tarzları da farklılık arz etmektedir.
Meselâ iffet, özellikle kadın için toplumsal bir meseledir. Acaba bu konuyu değerlendirmeye herkes aynı şekilde mi yaklaşıyor? Kesinlikle hayır, değerlendirmeler oldukça farklıdır. Halktan bazıları bunun hiçbir değeri olmadığına inanır. İffet konusunun onların düşünce sisteminde hiçbir değer ve rolü yoktur. Öte yandan halktan bazıları iffet konusuna sınırsız değer verir ve bu değeri görmezlikten gelmekle hayatın hiçbir değeri kalmayacağına inanırlar.
İslâm"ın düşünce tarzlarını değiştirdiği söylemiyle kastedilen, değer yargılarını alt-üst ettiği, bazı değerleri yükseltirken bazılarını değersiz kıldığı, anlamıdır. Meselâ takva gibi değeri sıfır olan değer yargılarını en yüksek konuma çıkarırken, kan bağı, ırkçılık vb. üstün sayılan değerleri en alt dereceye, değersizlik konumuna indirdi.
Adalet, İslâm vasıtasıyla yeniden hayat bulan ve fevkalâde değer kazanan meselelerden biridir. İslâm adaleti sadece tavsiye etmek veya sadece onu uygulamakla yetinmemiş, aynı zamanda adaletin değerini yükseltmiştir. Bunu Nehc"ül-Belâğa"da Hz. Ali"nin (a.s) dilinden duymamız daha uygun olur:
Akıllı ve zeki birisi Hz. Ali"ye şöyle bir soru yöneltti: "Adalet mi daha üstündür, yoksa cömertlik mi?"
Bu soruda iki insanî özellik söz konusu edilmiştir. İnsanoğlu daima zulümden kaçmış ve başkasının bir karşılık beklemeden yaptığı iyilik ve ihsanı takdirle anmış, övmüştür.
Yukarıdaki sorunun cevabı çok kolay görünmektedir: Bağış ve cömertlik adaletten üstündür; çünkü adalet başkalarının hakkını gözetmek, hukukunu çiğnememektir; cömertlik, eli açıklık ise insanın kendi haklarını elleriyle başkasına bağışlamasıdır. Adaletle davranan kimse, başkalarının hakkına tecavüz etmez veya başkalarının haklarını tecavüzden ve saldırganlardan korur. Fakat bağışta bulunan, cömertlik eden, fedakârlıkta bulunarak kendi kesin hakkını başka birine veriyor. O hâlde cömertlik, adaletten daha üstündür.
Gerçekten de meseleyi eğer sadece ahlâkî ve kişisel ölçülerle değerlendirecek olursak, bu tespit doğrudur. Yani cömertlik, adaletten daha fazla insanın mükemmelliğini, ruhunun yüceliğini ve... adaletten daha iyi göstermektedir.
Fakat Hz. Ali (a.s) yukarıdaki görüşün aksini ileri sürmektedir. Hz. Ali iki sebepten dolayı adaletin cömertlikten daha üstün olduğunu savunuyor. Birincisi şu ki:
"Adalet, işleri doğal mecrasına, yatağına koyar; cömertlik ise, işleri doğal mecrasından çıkarır."
Çünkü adalet kavramı, doğal ve gerçek hak etme ve liyakatlerin dikkate alınması ve bundan herkese işi, yeteneği ve liyakati ölçüsünde verilmesidir. Adaletin hakim olduğu toplum, her parçası kendi yerinde olması gereken bir makine gibidir. Oysa cömertlik, kendi meşru malını başkasına bağışlayan cömert kişi açısından her ne kadar fevkalâde değerli olsa da, bu takdire şayan davranışın doğal bir akım olmadığı gözden uzak tutulmamalıdır. Cömertlik, organlarından biri hasta olan ve diğer organlarının geçici olarak bütün çabalarını onu kurtarmaya harcayan bir beden gibidir. Toplumsal açıdan, toplumun böyle hasta bir organının olmaması daha iyidir; çünkü bu durumda, toplumun bireylerinin çabası, hasta bir organı tedavi etmek yerine toplumun genel olarak tekâmülü yönünde odaklaşır.