Yüz Yıllık Sürgün Türklerin ve Müslüman halkların, her milletten Hıristiyanların yan yana yaşadığı bir halklar tapınağıydı Balkanlar. Yüzyıllar boyunca kardeşçe bir yaşama kucak açmıştı. 19. yüzyılın başında Yunanistan’da patlayan ve Türklerin toptan kıyımıyla sonuçlanan isyan tüm Balkan ülkelerine model oldu. Osmanlı Balkanlar’dan atılırken, onun uzantısı sayılan Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar ya katliamlara uğradı ya da süngülerin önünde Türkiye’ye sürüldü. Son darbe, yüz

Bu konu 1095 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Yüz Yıllık Sürgün 1095 Reviews

    Konuyu değerlendir: Yüz Yıllık Sürgün

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1095 kez incelendi.

  1. #1
    AyMaRaLCaN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    24.08.2008
    Mesajlar
    11.371
    Konular
    5172
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @AyMaRaLCaN

    Standart Yüz Yıllık Sürgün

    Yüz Yıllık Sürgün




    Türklerin ve Müslüman halkların, her milletten Hıristiyanların yan yana yaşadığı bir halklar tapınağıydı Balkanlar. Yüzyıllar boyunca kardeşçe bir yaşama kucak açmıştı. 19. yüzyılın başında Yunanistan’da patlayan ve Türklerin toptan kıyımıyla sonuçlanan isyan tüm Balkan ülkelerine model oldu. Osmanlı Balkanlar’dan atılırken, onun uzantısı sayılan Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar ya katliamlara uğradı ya da süngülerin önünde Türkiye’ye sürüldü. Son darbe, yüz yıl önce, 8 Ekim 1912’de başlayan Balkan Savaşları’yla vuruldu. Atlas, Balkan Savaşları’nın yüzüncü yılında Balkanlar’ın kimliğini değiştiren sürgün ve kıyımları araştırdı.

    Mustafa Erşen, henüz 12 yaşındaydı. Babası ve annesi arabaya “yorgan, minder, kıyafet, üç beş torba bulgur, un koydular ve para, altın ne varsa eşyalar arasına sakladılar”. Diğer aileler de aynı şeyi yapıyorlardı. Herkes can derdine düşmüştü. Şehirden çıkıp mezarlık yanından geçerken babası ölmüşlerinin ruhuna dualar okudu. “Ata yurdunu” bir daha görmemek üzere yola çıkmışlardı.

    Hikâyesini çok sonraları, 1963’te, ölümünden iki yıl önce bir deftere kaydetti. “Esas memleketimiz, yani doğduğum yer, şimdiki Yugoslavya’nın Makedonya eyaleti; Üsküp vilayetinin Osmaniye, en son adıyla Pehçevo kasabası. 1912, Ekim 13 salı günü, alafranga saat 13-14 arasında idi şehri terk ettik” diye yazdı.
    Agâh Kavasoğlu da 12 yaşındaydı. Savaş bulutları Avrupa ufkunu sarmışken, 1912 felaketini yaşamış babası, onu göç yollarına düşen komşularının arasına kattı. İstanbul’da bir adres ve bir isim verdi. 1937’de baba ocağı Manastır’dan yola çıktı. Savaştan sonra geri döneceğini düşünüyordu belki ama babasını ve geride bıraktıklarını bir daha göremedi.

    Mustafa Erşen, Atlas’tan çalışma arkadaşım Mustafa Türker Erşen’in dedesiydi. Agâh Kavasoğlu da bir başka arkadaşım Servet Kavasoğlu’nun babasıydı. Onlar yüz yıllık bir kasırganın topraklarından sürüp attığı milyonlarca insandan sadece ikisiydi. Geldiler ve yeni bir ülkede, yeni bir hayat kurdular. Ama unutmadılar; kasabalarının, akraba ve arkadaşlarının anısı zihinlerinde hep canlı kaldı. Mustafa Erşen, bir daha göremediği yurdunu son ana kadar özlemle hatırladı ve hatıralarını çocuklarına miras bıraktı. Agâh Kavasoğlu, biraz daha şanslıydı, 70 yıl aradan sonra iki oğluyla birlikte Manastır’a gitti ve evini aradı. Manastır çok değişmişti, Agâh Bey’in hatırladığı sokaklar, evler yok olup gitmişti. Israrla bir çınarın izini sürdü ve çınarı bulduğunda evini de buldu; daha doğrusu artık evinin olmadığı noktayı buldu. Çocukken hep yaptığı şeyi yaptı; çınarın kovuğuna girdi, ağladı, ağladı. Yıllarca gelmek için can attığı yerde daha fazla kalmak istemedi. “Gidelim” dedi.

    Yıllardır Balkanlar’la ilgileniyorum, Balkan ülkelerini adım adım dolaşıyorum. Her gittiğim yerde, Türkiye’ye saçılmış akrabalarından bahseden insanlarla karşılaşıyorum. Osmanlı’nın Balkan coğrafyasında bıraktığı en hüzünlü miras bu bence. Kosova’da Melami tekkesinin şeyhi Abdullah Rahte dedesinin anlattıklarını nakletmişti: Türk ordusu çekilirken, subaylar Türk ahaliyi toplamışlar ve şöyle demişler: “Biz gidiyoruz. Bundan böyle yeni bir devletiniz olacak, biz gelinceye kadar itaat edin.” Türk askerinin gelişini beklemek bir yana, Türklerin göç için gerekli eşyayı toplamaya bile zamanı olmadı. “O kadar fenalık yaptılar ki, bak, yüz yıl sonra kendi kötülüklerinde boğuldular” dedi Abdullah Rahte. Sırpların bugün düştüğü durumu, ilahi adaletin tecellisi olarak görüyordu.
    Tabii Sırplar ve onlar gibi davranıp, topraklarını Türklerden ve Müslümanlardan temizlemek gayesiyle katliamlar ve sürgünler tertipleyen diğer Balkan devletleri bu yüz yıllık süreçte büyük bedeller ödediler. Ama vazgeçmediler; 21. yüzyılın şafağında bile 19. yüzyılın hayaletlerine esir olmaktan kurtulamadılar. En son 1989’da yüz binlerce Türk, Bulgaristan’dan sürüldü. 1990’lı yıllarda Bosna Hersek’te Boşnaklar, Kosova’da Arnavutlar en vahşi soykırım ve sürgün hamleleriyle karşı karşıya kaldılar. Makedonya’da Makedonlarla Arnavutlar arasındaki çekişme etnik bir vahşete dönüşmek üzereyken son anda önlenebildi.

    Şu sahne unutulmazdır. Kosovalı gazeteci Burbuçe Ruşiti, etnik gerilimin tırmandığı günlerde, daha birkaç yıl öncesine kadar çocukluğunu ve gençliğini paylaştığı Sırp arkadaşıyla karşılaştığında ve o arkadaşı onu görmemiş gibi yapıp yüzünü çevirdiğinde, dedesinin öğüdünü hatırlamıştı: “Unutma, Sırp komşu yastığının altından bıçağı eksik etmez!” Dedenin geniş bir tarih belleği vardı; iki yüz yıldır Balkanlar’da bıçağın işinin bitmediğini biliyordu.
    Balkanlar şimdi, gökyüzünün fırtınadan sonraki durgunluğunu andırıyor. Ne yazık ki, iyimser olmak, bu havanın bir daha asla bulanmayacağını düşünmek için henüz çok erken. Çözümsüz bırakılan ve belirsiz bir geleceğe ertelenen sorunlar şurada burada fokurdamaya devam ediyor. Yeni bir fırtına çok daha kanlı olabilir ve şu sıralar rüzgâr ekmeye devam eden epey bahçıvan var. O yüzden Makedonya’da, Kosova’da, Romanya’da, Yunanistan’da her nasılsa kalmayı başarabilmiş küçük Türk azınlıklar ya da Bulgaristan’da iktidar ortağı olacak kadar büyük bir nüfusa sahip Türkler hâlâ güvenli bir gelecek hayal edemiyorlar. Belirsizlik ve korku hüküm sürüyor. Toptan yok edilme tehlikesini, büyük bir direnişle göğüsleyen Boşnaklar ve Kosovalı Arnavutlar hâlâ uluslararası topluluğun desteğine muhtaçlar.

    ATLAS 2012 EKİM SAYI / 235
    Yazı: KEMAL TAYFUR

    Kaynak...
    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]




    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Yüz Yıllık Sürgün

          Kategori: Türk Soykırımı

          Konuyu Baslatan: AyMaRaLCaN

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1095

    Sinemde yanar dağlar bahçeler bağlar yetim
    Sensizken canım ağlar bensizken memleketim
    Özüme bir kez dokun gör nasıl birisiyim
    Aşka aşıkken bile memleket delisiyim

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş