http://img198.imageshack.us/img198/3364/parcasibendensibelerasl.jpg sibel erarslan Yazan: Yunus Emre Tozal Derin Bir Nefes Alıp Gemileri Yakın! Parçası Sizden Olsun Hayat bir oyundan ibarettir. İnsan şaşırabileceği müddetçe de oyun devam eder. Hâlâ şaşırabiliyorsak, gözümüzden yaş eksik olmadığı halde ümitvâr isek, sokaklarda oyun oynayan çocukları gıptayla, büyük bir özlemle izliyorsak; içimizde bir çocuk var ve bu çocuk hâlâ ümitli, hâlâ sancılı, hâla eksik parçasıyla oyuna; hayata

Bu konu 6031 kez görüntülendi 16 yorum aldı ...
kitaplar ve yazarlar tanitim 6031 Reviews

    Konuyu değerlendir: kitaplar ve yazarlar tanitim

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 6031 kez incelendi.

  1. #1
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart kitaplar ve yazarlar tanitim , sende ekle


    sibel erarslan Yazan: Yunus Emre Tozal

    Derin Bir Nefes Alıp Gemileri Yakın! Parçası Sizden Olsun

    Hayat bir oyundan ibarettir. İnsan şaşırabileceği müddetçe de oyun devam eder. Hâlâ şaşırabiliyorsak, gözümüzden yaş eksik olmadığı halde ümitvâr isek, sokaklarda oyun oynayan çocukları gıptayla, büyük bir özlemle izliyorsak; içimizde bir çocuk var ve bu çocuk hâlâ ümitli, hâlâ sancılı, hâla eksik parçasıyla oyuna; hayata tutunuyor demektir.

    Eğer birileri gemileri yakıp arkasına bakmadan iliklerine kadar ıslanmayı göze aldıysa, bilin ki o kişi uçurum kıyılarında korkmadan al gelincikleri toplamaya başlamış demektir. İşte Sibel Eraslan kalemini al gelincikler dolu hokkasına batırıp uçurum kıyılarında matem gülleri yetiştiriyor, kuşlarla hemhal olup sevda kokulu ezgiler söylüyor.

    Çocukken acı nedir, sıkıntı nedir bilmezdik. Kimi zaman düştük, küçük sıyrıklarla atlattık. Kimi zaman düştük, yaralandık. Ama acı nedir bilmedik, çünkü sorgulayamadığımız için bir oyun gibiydi her şey ve oyunda düşmeler, yaralanmalar olabilirdi. Herhalde tebessüm etmek insana en çok da çocukluk anında yakışıyor. Büyüdükçe, çocukluktan uzaklaşıp hayatın anlamını sorguladıkça tekrar geçmişe döndüğümüzde boğazımızda bir hıçkırık, gözümüzden yaşlar boşanıyor. Geçmiş bir masal gibi gözümüzün önünden geçince ne kadar saf ve temiz yaşadığımızın farkına varıyoruz.

    Büyüdükçe, derin bir nefes alıp gemileri yakamadığımızdan, modern dünyanın önümüze getirdiği, adeta yüreğimizi sürüklediği kargaşadan kurtulamıyoruz, çırpınıyoruz.

    Sibel Eraslan, bir serçe misali çırpınıyor, saf ve temiz duygularıyla çamurdan ev yapıp seksek oynuyor, mızıka çalıyor, uçurtma uçuruyor, bilye oynuyor, bisiklete binip çarşı pazar geziyor…

    Eraslan, Balık ve Tango‘dan sonra çıkardığı ikinci hikâye kitabı Parçası Benden ile hayatta varoloşunu sorgulayan, mihenk taşları ile yolunu aydınlatan, hayatın içinde saklı olan temiz, saf ve narin nağmeleri, sükût çığlıkları dinleyerek ve oyundan kopmadığının da farkına vararak hayata nasıl tutunmamız gerektiği konusunda bizlere ipuçları gösteriyor.

    Ne zaman acılar içerisinde kıvranırsak, bitkin bir halde uçurumdan aşağı tek bir kolla tutunmak zorunda bırakıldıysak gözlerimiz güneşi, yüreğimiz mihenk taşlarını arar. Parçası Benden, yaşanılan acılar, sevinçler karşısında iç âleme yolculuk yaptırarak, mihenk taşlarıyla sükûtumuzu nidaya çeviriyor.

    Eraslan, çocukluk yıllarından itibaren yaşadığı atmosferi çeşitli hikâyelerle okuyucuyu sıkmadan saf ve bir o kadar da gerçek bir üslupla -kendine has üslubunca- anlatıyor. Kendine has üslubu diyorum, çünkü Eraslan yaşamı boyunca nerede birine haksızlık yapıldığını görse koşmuş, eliyle düzeltmeye çalışmış, eliyle düzeltmediğini yazılarında da geçtiği üzere diliyle, kalbî dualarıyla daima haksızlığa karşı haykırmaktan çekinmemiştir. Nerede haksızlığa maruz kalan bir çocuk varsa, Eraslan oradadır.

    Hikâyeler, “sadece yaşlılar mı ölür!” sorusu ile zihni bulanan, hayata karşı bitmek bilmeyen soruları bulunan bir çocuk gibi soru sorarak, insanı tefekkür etmeye vesile kılan hikâyeler… “Maa” diye iç dünyasından haykırarak suya hasret kalmış bir çocuk gibi aşka hasret kalmış, susamış hikâyeler… Jandarmaların kimlik kontrolü yaparken, her gün sınıfta tırnak kontrolü yapan öğretmenden aldığı baskıyla jandarmalara karşı mendil çıkarıp tırnaklarını gösterecek bir çocuk kadar saf, seksek oyununda taşı kırıldığında herkesten önce “parçası benden” diye yüksek sesle bağıran, bağırmadığında oyundan atılan bir çocuk kadar heyecanlı… Bir havari ile bir mezar bekçisi arasındaki farkların kapısını aralayacak kadar gerçek, anneannesi öldüğünde annesinin bir yaz boyu ağlamasıyla annesinin de çocuk olduğunun farkına varan bir çocuk kadar saf ve masum.

    Parçası Benden’de bazı cümleler var ki, insan dönüp dönüp okuyuveriyor, hayal âleminde düşlerini ziyaret ederek hakikati arıyor. “Aşkta otuz cüzün hafızıydı o” (sayfa: 84) cümlesi de o cümlelerden. Aşkta otuz cüzün hafızı olmak, ya da Bob Ross’un inanılmak fırçasıyla yaşlı kadınları hayata bağlayan resimlerinde hayatın ışığı olup hayatın kapısını aralamak… (sayfa: 123) Nardan nura, alevden suya yol arayan hasta kadınların arasında ateşi suyla söndüren bir nar olmak… (sayfa: 126)

    Eskilerini hiç atmayıp, her an baskın olacakmış havasından kurtulamayarak eşyalarını her gece yatmadan önce bavula dolduran bir nine kadar gerçek ve saf bu hikâyeler.

    Yüreğinde saflığı ve öze dönüş yolunu aramakta çırpınan serçeleri, siz okurlarını bekliyor.

    Hayatın bir oyundan ibaret olduğunun farkına varmaya vesile olarak, sizi seksek oynamaya davet ediyor.

    Derin bir nefes alarak gemileri yakmanızı, yakınca da hayata tutunabildiğiniz zaman nasıl mutlu olabildiğinizin resmini çekiyor şipşak fotoğraf makinesiyle.

    Eraslan, çorbadan alınacak bir bandırmalık tat kadar da olsa parçası sizden bir sese çağırıyor okurları masum ve saf sesiyle…


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: kitaplar ve yazarlar tanitim , sende ekle

          Kategori: Atış Serbest

          Konuyu Baslatan: Emine

          Cevaplar: 16

          Görüntüleme: 6031

    Konu Emine tarafından (08.10.2009 Saat 00:37 ) değiş;tirilmiş;tir. Sebep: sende ekle

  2. #2
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart

    Yazan: Bülen Parlak
    Yazı Kaynağı: Vakit Gazetesi

    Ah Sibel Eraslan! Ne vardı sanki kırık taşlarımıza dokunacak! Sen o kırık taşlarımıza dokunmasaydın biz odamızın penceresinden dışarı bakarken kalbimizin telleri akordunu kaybetmezdi. Hangi kitabında da diyorsun ya; “Hayat da böyle değil mi zaten! Taşı kırıktır, biraz. Ve parça parça bulurlar bizi, parça parça. Dışarı bakarken içine sığmayı bir türlü beceremediğimiz evlerimizden her ağaç, her saçak, her sokak lambası, parmaklarıyla annesine sığınmış çocuk parçalara ayrılmış kendimizi birleştiremiyor ama taşı kırılmış hayatlarımız dile geliyor. Taşı kırılmış.”

    Yazmak, mazlum bir kervanın son durağında yakalanan bir hastaya benziyor. Öyle olmasaydı esas mesleği avukatlık olan Eraslan ne bu kervana yolcu, ne bu durakta hasta olurdu. Yıllardır Vakit gazetesinde kirli bir coğrafyada yaşanan öksüz dramların bekçiliğini yapıyor. Dara düşenin dostu oluyor satırlarında. Yoksa der miydi fakülte kapılarında eli böğründe kalmış kızlar anne diye. Bu kıyamet kavgasında alnı hep açık kaldı Eraslan’ın.

    “Oysa herkesten gizlediği ateşini kasnaklar üzerinde işlediği motiflerinde yandırırmış annem, sonradan anladım” cümlesiyle başlıyor kadın duyarlılığıyla kaleme alınmış, birbirinden naif ve duygusal öykülerden örülmüş “Parçası Benden” kitabına.

    “Şarkılar Seni Söyler” adlı öykü bir kasabalının anne ve babası arasındaki ilişkiyi süzerken; Eraslan öyküdeki kahramana şunu söyletiyor: Aşkta kaybedenin dört yanını birden sular çevirmiş. Issız bir ada idi babam Neveser’den sonra. Sanırım onun gibi olmamak için gitmek istiyordum bu kasabadan. Ülkenin pek çok evinde yanan yüreklere sözcü oluyor.

    Halide Edip Adıvar’dan herkes akıllı kadın diye sözederken hiç kimsenin güzel kadın demediğine dikkat çekerken, kendisini güzel hissetmesini sağlayan avukata ‘ben evliyim’ diye tavizsizliğini gösterdiğini belirttiği öyküsünde parça parçalık duygusu bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor: “İçinden gizlice Ay’a gitti kadın. Kadın önce ikiye, ardından üçe bölünmüştü. Dışarıdan bakanlar onu gece gündüz evinin içinde zannediyordu. Oysa odalarda, mutfakta, vestiyerde, baharat takımlarının arasında gezinenler, Luna ve Halide’den başkası değildi.”

    Parça parça ama bir bütün oluşturan öykülerden oluşuyor Parçası Benden. İlk kitabını 2006′da Balık ve Tonya ile Dergâh’tan çıkaran Eraslan’ın öykü kitabı Parçası Benden yazarın bir parçası.

    (Vakit)

  3. #3
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart parcasi benden


    Yazan: Suavi Kemal Yazgıç

    Sibel Erarslan ilk kitabı “Balık ve Tango”dan iki yıl sonra “Parçası Benden” adlı ikinci öykü kitabı da yayınlandı. Kimi noktalarda iç içe geçen, birbirlerine göndermelerde yapan 12 öyküden oluşan kitabın ilkinden en temel farkı ise içe bakışın dozunun “Balık ve Tango”ya göre daha seyrelmiş olması. Yine “psiklojik” hallerin daha ağırlıkta olduğu ama vizyonun anlatılan kişinin “ben”inden ilk kitaba nispetle daha az subjektif bir atmosferde kurulduğu bir kitap “Parçası Benden”. İlk kitapta olduğu gibi “olaydan” ziyade “oluşa” yaslanan ama bu sefer olaydan yana yeni bir dengeye kavuşuyor. Anlayacağınız Sibel Erarslan kendi öykü dünyasını kurma, kendi sentezine ulaşma konusunda “mecrasında” ilerliyor.

    Meramını/derdini ifade etmesi bir şekilde engellenmiş kahramanları var Erarslan’ın bu bazen Maa’da olduğu gibi “lal ü ebkem” bir kız çocuğu oluyor bazen de “engel” “Çevirgel” de olduğunca kahramanın bizzat kendisinin önüne koyduğu bir suskunluk duvarı şeklinde tezahür ediyor.

    Her ne kadar Srebzenitsa katliamından İstanbul’a uzanan ve farklı katmanlar, parçalar halinde de okunabilecek bir bütün oluşturacak “Parçası Benden” adlı öyküye çok atıfta bulunulsa da benim asıl favori öyküm “Çevirgel”. Ağrıları için “modern tıptan” çare bulamayınca “hacamat” olmak için şehrin daha önce adın atmadığı bir semtine giden öykünün kahramanının tanıştığı insanlar ve şahit olduğu olaylar, Refik Halit Karay’ın o nefis kitabı “Memleket Hikayeleri” tadında bir atmosfere sahip. Coğrafyadan, zamandan soyut hikâyelerin enflasyon yaşadığı -bu tarzın hakkını verenler elbette müstesnadır- bir zamandan sonra Erarslan’ın öyküleri daha bir önem kazanıyor.

    “Annem, Arkadaşları ve Bob Ross” ironisiyle dikkat çeken bir öykü. Ancak “soğuk duş etkisi” yapan bir sona sahip. Öykünün genel ironisi içinde bu sonun yerini bir okur olarak tam anlamıyla oturtamadığımı söylemek zorundayım. Hem “Çevirgel”in hem de bu öykünün “dinin” ve “geleneğin” modern günlük hayat içindeki tezahürlerine yer verme tarzı çok ilginç.

    “Ankebut”ta ise modern zamana ayak uydurmuş bir insanın şişkin egosunun sebep olduğu trajedi çok çarpıcı bir dille ve adeta bir “kıssa” gibi kuruluyor ve kurgulanıyor.

    Son bir not da kitabın adıyla ilgili. Sibel Erarslan bu kitabın sinyalini ilk kitabı için kendisiyle röportaj yapan Elif Çakır’a vermiş. Bu cevap aynı zamanda Erarslan’ın öykü yazmasının “gerekçesini” ve “poetikasını” da kapsadığı için sorusuyla birlikte alıntılamakta fayda var: “Kadın hakları, Başörtüsü sorunu, Siyasi Arena gibi isim ve içerikte kitaplar beklerken, size yüklenen misyonun aksine bir hikaye kitabıyla ‘Balık ve Tango’ ile çıktınız okur karşısına ve herkesi şaşırttınız. Niye bu kadar şaşkınlıkla karşılandığınızın cevabı var mı sizde! “Parçası benden derdik çocukken. Seksek oynarken taşımız kırıldığında oyun dışı kalmamak için söylerdik bu sözü. Ben de müsadenizle beni oyundan atmamanız için bunu söyleyim: Parçası benden. Yani hepsi de ben’im. Kadınların içinde tıkır tıkır çalışan gizli saatler vardır. Zamanı geldiğinde çalmaya başlarlar.”

    İlk kitabında “olgun” bir öykücü olarak selamlamıştık Sibel Erarslan’ı, ikincisinde ise bulduğu ile yetinmeyip “aramaktan” ve “talip olmaktan” vazgeçmeyen, bulduğu ilk menzille yetinmeyen, kendi mecrasında ilerlemeye devam eden bir yazar olarak görüyoruz. Bu da bize önümüzdeki dönemde Erarslan’ın kaleminden daha güzel öyküler okuyacağımız ümidini aşılıyor.

    3 Eylül 2008
    Konu Emine tarafından (08.10.2009 Saat 00:31 ) değiş;tirilmiş;tir.

  4. #4
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart parcasi benden

    Söyleşen: Hale Kaplan Öz, Sibel Eraslan

    Parçası Benden” küçük kız çocuklarının taşları kırıldığında söyledikleri bir söz. Sibel Eraslan ikinci öykü kitabına bu ismi koymayı uygun görmüş. “Öykü hayata tutunduğum halkadır benim için.” diyen Eraslan, korkusunu yenmek için yazıyor. Yazdığı her öykünün de parçalanmış anlara şahitlik ettiğini söylüyor.

    Balık ve Tango’dan iki yıl sonra yayınladınız ‘Parçası Benden’i. ‘Balık ve Tango’ için “ayrılış ve gurbet öyküleri” demiştiniz. Yeni kitapta da bu izlek “parçalanma ve kopuş” üzerinden devam ediyor gibi. Gurbet sizin anavatanınız diye düşünmeye başladım.

    Vatan, kopuşun yol açtığı huzursuzluk telaşı içinde adeta hayati bir refleksle tutunduğumuz halkanın adı… Öykü; hayata tutunduğum halkadır benim için. Korkumu yenmek için yazıyorum. Yeryüzünde bir yer ve yeryüzünde bir yüz, bir söz, bir dua, bir ninnidir vatan. Sevgilinin yüzüdür vatan, bu İnsan-ı Kamil’dir, Efendimiz’dir. Vatan; yüzdür, cemaldir, batın ile zahir arasındaki eşiktir. “Yüzünü ziyarete geldim” cümlesinin üzerine bağlandı “Parçası Benden”…

    “Çevirgel” adlı öykünüzde geçiyor bu cümle.

    Evet bir çevriliş öyküsü. Yazılışı bir yılı buldu bu öykünün, ilkin yüzünü benden sürekli saklayan bir kız imgesinden başka bir şey yoku elimde. Israrlarıma rağmen bana sırrını vermiyordu. Sonra bir gün Babaannemizin kitaplarını karıştırırken Osmanlıca kitaplar arasından bazı dua defterleri buldum, Çevirgel bunlardan biriydi ve heyecan verici bir duaydı. Sonrasında birden yüzünü saklayan kız, bu duaya sahip çıktı ve öyküdeki yap-boz parçaları birbirine tutunmaya başladı. Ama hala bu kızın ismini bilmiyorum mesela; bu yüzden sizlere de ancak “Satılmış’ın Nişanlısı” olarak yazabildim. Boschere’in şiirindeki gibi: “Et pourtant je ne suis plus” (Oysa ben yokum artık!) Diyordu bu kız ve yüzünü inanın ben de hiç görmedim.

    Sanki öykü değil de gerçek birinden söz ediyorsunuz…

    Aralık bir kapıya bakarken kimimiz örtük kimimiz açık deriz. Eşiktir bu, hayattır, yazgıdır. Öykü, bu aralık kapıda yaşar. Biz bu eşikte yani Sevgili’nin görünür-görünmez yüzünde oyalanırız, burada ağlarız ayrılığa, burada şaşar kalırız parçalanmalarımıza, şikayet tam buradan işletir kendi sesini. Benim için her öykü Sevgili’nin yüzündeki bir duvağı daha kaldırma girişimidir. Yazdığım her öykü benim kopukluğumu ve vatandan ırak düşmüşlüğümü bir kere daha haykırıyor.

    İlk öykü kitabınızın büyük beğeni toplamasının, ikinci öykü kitabınızın yazım sürecine etkisi nasıl oldu!

    Kavganın ortasındayım ben, dilim sokaklarda gezinir, duvar yazısı kadar aceleyle yaşadım hayatı. Bununla birlikte kendimi uysal bir kumsal gibi gördüğüm belki de tek yer edebiyat. Dergah Edebiyat Ekolünün bir talebesiyim. O denize tabiyim, dalgalar halinde bana vurur, beni kaplar, sonrasında benden geri döner. Kıyıda beklerim kalemimle, yani önüme ve işime bakarım, bana gelen ve benden gidense kaderimdir, nasip neyse eser de odur anlayacağınız. Mustafa Kutlu bu manada sabırlı bir kompozitör gibi hepimize verdiği titiz emekle bizi sadece edebiyata değil, hayata da bağlıyor.

    Cinsiyeti belirgin olan bu öykülerde bir an’a takılı kalmış ve onun civarından akan ardıl zamanlar var. Bir insan hakları aktivisti ve hukukçudan beklemediğim kadar sade ve akıcı bir dil… Sibel Eraslan’ın kendisi olduğu yer öykü, diye düşünmekten alamadım kendimi. Sanki içinizdeki bu büyük dalga, sizi daha uzun zaman dilin evreninde dolaştıracak gibi…

    Zamanın Sahibi, Evvel ve Ahir olandır. Bizleri de Ana Hikaye’sinin içinde küçük hikayecikler halinde var kılar. Küçük ve samimi hikaye anlarını bu yüzden çok önemsiyorum. İnsan hakları mücadelesi içinde yer almak şüphesiz ki onurlu bir varoluş savunması. Yazmak benim için savunmaktır ve dünyaya gelmekle başına binbir dertler yağmış parçacıkların ait oldukları bütünde tamamlanma macerası gibidir yazmak. “Acının yol açtığı konuksever dil” diyorum ben buna. Başkasına empati değil bu. Benim vermeye çalıştığım hukuk mücadelesinde “başkası diye bir şey yok!”. Aynı bütünden kopmuş ve ayrılığın belalı yollarında başına türlü mihnetler denk gelmiş parçacıklarız hepimiz… Yazdığım her öykü; parçalanmış anlara şahitlik eder.

    ‘Parçası Benden’ kız çocuklarının seksek oynarken taşları kırıldığında söyledikleri söz. Kitap tüm parçalarıyla bir seksek oyunu gibi: İçinde öyküden öyküye atlıyor okur ama alt metinler aslında birbirleriyle kardeş yani tek bir oyun var aslında…

    Yap-boz da diyebilirim, tam da Georges Perec’in kastettiği anlamda… Evren ve hayat, büyük güç tarafından tasarımlanmış bir yap-boz sonuçta; parçalarını yerli yerine koyma kabiliyetine sahip kılındığımız yap-boz, onu ilk tasarımlayanın niyet ve eylem dünyasını keşfetme çabasından başka nedir! Bu tasarımın iptalinin tasarlandığı güne kadar oynayacağız bu oyunu; kimimiz yazıyla, kimimiz sosyal aktivitelerle… Sanırım bana ikisi birden düştü.

    Kırık taşları bütünlemek oyuncuya daha doğrusu yazara ne kazandırır!

    Sanatçının telaşı, kırık taşları bitiştirmeyle çok ilintili. Mesela Woolf’un ya da Plath’ın edebiyat dili, sürekli daha fazla ve daha süratli kırmaya endeksli. Bilinç akışı dediğimiz şey, mikser halinde yazılmış bir reddiyeler manifestosu, kendi bedenini imha etmeden rahat nefes almayacak bir zeka komasıdır bu… Öldürücüdür. Doğu Edebiyatına has zaman dili ise; zaman’dan Zaman’a bir yol arar. Sahipkıran’da Hasan Aycın’ın yaptığı gibi. Bedeni ve teni imha etmeyi değil aşmayı önemser, kırık zaman parçalarını bütün içindeki nihai akışa hediye etmeyi azmeder. Kutlu’nun zaman dili mesela; iyilikler ve iyimserlikler dilidir, hediye-hibe edici, bütünleyici bir dildir. Bense öykü-zaman kadrajında şikayetler faslındayım henüz. Belki günün birinde saatimi iyimserliğe ayarlamayı başarabilirim. Bilmiyorum.

    Ve kitaba adını veren ‘Parçası Benden’ isimli öykü… İnsanlığın en büyük ayıplarından olan Srebrenica’nın utancını tekrar tekrar duyumsatıyor okura her kelimesinde. Bosna’da bulundunuz mu! Nasıl bir hissediş size bu öyküyü yazdıran!

    Bosna sürekli irtibatta olduğum bir ülke. Savaş zamanında Türkiye’deki Bosna dayanışmasını örgütleyenlerden birisiydim. Sırpların eline esir düşmüş Boşnak kadınların yeniden hayata döndürülmesi ile ilgili çalışmalara doğrudan katıldım. Kumandan Begoviç Savaş öncesinden beri takip ettiğimiz çağımızın en önemli düşünürlerindendi. Hikaye, bir fotoğraftan yola çıkarak yazıldı. Sevgili arkadaşlarım Hakan ve Emira Albayrak’ın öncülüğünde tertip edilen Bosna Filarmoni Orkestrası’nın bir konserinden önce seyrettiğim o fotoğrafta müzisyenlerin hemen hepsi öldürülmüştü… Öykünün son okumasında Emira’dan samimi katkılar aldım. Albayrak ve eşine teşekkür ediyorum.

    ‘Ay Dersleri’ incelikli işlenmiş, özel bir öykü. Hayali karakterler olan Luna ve Halide neyi sembolize ediyor kadının dünyasında!

    Kırıldığımızda parçaları toparlayabilmek için, içimizden bir iç daha çıkarırız. “Ben” yekpare ve tek bir şey değildir, bir deniz dibi gibi nadide incilerle kadim ve sert kayalar aynı benliğin diplerinde yaşarlar, tıpkı köpek balıklarıyla anemonların da aynı suda yan yana durabildiği gibi. Benliğin bu akıl almaz kalabalıklığı bana hep Kıyamet Suresini anımsatır.

    ‘İçinden gizlice aya giden kadın’ kim ne derse desin bir şiirin şah dizesi…

    Suskunlukta bilinçli bir yabancılaşma var, susan kişi bavulunu toplamış kapıya yönelmiştir biraz, yazı böyle değildir ama! Yazarak buralı oluruz, buraya dair kılar her harf bizi.

    ‘Luna, hep Cemşid’i tutar Al Yazmalım Selvi Boylum’da. ‘Sevgi emektir’ der ve Kamyoncu İlyas’ın hiçbir şansı yoktur onun nazarında. Kadınsa, Asya’nın kaderine ağlar hep. Bu filmi belki bin kere seyrettiler Luna’yla… Kadınların kaderini Cengiz Aytmatov gibi yazarlar ve doğurdukları çocukları belirler’ diyorsunuz ‘Ay Dersleri’nde. Evet aşkı tuttuğunuzu söyleyin bana, İlyas’ı!

    İlyas’ı Kadir İnanır canlandırmış olmasaydı, Cengiz Aytmatov’la aynı fikirde olabilirdik (Gülüyor). Mesela Aytmatov ve Kutlu öyküleri özellikle pastoral vurguları, duru, sahici anlatımlarıyla yan yana akan iki ırmak gibidir. Fakat Aytmatov’daki kötümserlik ile Kutlu’daki iyimserlik, şaşırtıcı derecede farklıdır. Sibel Eraslan’ın tematik arka dil duruşu ise, büsbütün iyimserliktir diyemem. Köpekbalığı ile inci yan yana yüzer içimde. İyi ki Dergah, beni tutuyor, çekip çeviriyor.

  5. #5
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Can Parçası



    Canımızdan Bir Parçanın Kitabı: Can Parçası

    Yazan: M. Salih EREN
    Yazı Kaynağı: DünyaBizim.com

    Kadınlık ve annelik, insanlığın imtihanı en ağır suretlerini teşkil etmiş daima.

    Yoksunlukların bağrından sabır, şefkat ve tahammül ile milletler doğuran gizli elçiler, gizli vakıflar… Kadınlar!

    Akıl ve insanlık kıtlığının ateşli çemberinden, paylaşmanın ve bağışlamanın onuruyla geçen beyaz eller…

    İşledikleri güzel, güzellik işleri olan; mükâfâtlarını yegâne zayi etmeyecek Olan’dan bekleyen gönlü tok, doygun kadınlar!

    Sevgi ve fedakârlık! Tarih boyunca imanın hayırlı dönüştürücü gücünden kaynaklanan; amaçsız yığınları şuurlu topluluklar hâline getiren iyi esaslı duygu!Kardeşliğin, evlatlığın, kadınlığın şanlı duruşunun öz çekirdeği…

    Bir kitap ‘Can Parçası’; Yürek renginde, yürek enginliğinde ve kalp dinginliğinde…

    ‘Anlatılmaz’ı ‘hissedilir’ kılmaya yürüyen ağır bir kitap!

    Kendisine mahsus bir hayat hikâyesi olmayan, ancak ‘bütün’ün hissettiği içinde anlamlanan ‘parça’nın romanı…

    ‘Fâtıma benden bir parçadır; onu üzen beni üzmüş, onu sevindiren beni sevindirmiş olur’ diyen duanın peygamberinin ‘can parçası’ Fâtıma radıyallâhu anhânın kitabı.

    Neden anlatılmaz Fâtımalar! Çünkü onları anlatmak ’sevgide yok olmuş yürek’ ister!

    Hisseden, akleden, tefekkür eden ve canından bir parçaymış gibi seven bir kalb ile anlatılırsa var olur Fâtımalar! Ve okuyucusundan da aynı ‘yürek’lilik ve ‘diri’liği bekler daima Fâtımaların romanları…

    Yazılmasına ‘izin’ verilmiş kitaplar vardır.

    Edebiyat da hayat da bir bakıma ‘izinli’ ve ‘izinsiz’ konuşmaların geçit merasiminden ibaret değil midir!

    Onları birbirinden ayırmak çok da zor değil;Ne ki ‘Hâlık âvâzından’ gelmiş, o sonsuz bir yarına kanat açmış. Böyle olmuş daima ve olmaya devam edecek…

    ‘Can Parçası’nın ‘izinli’ bir kitap olduğuna inanıyoruz..

    Mühürleniş tarihi olan ‘11 Rebiül-evvel 1427′, bir ‘kutlu doğum hediyesi’ olarak kitabın, göklerden gelen iznine işaret ediyor.

    Yine bir kutlu doğum evvelinde, bir ‘parça’ hiçliğinin sonsuz diriliğinde yaşamış diriltici nefesleri bekleyen ‘cesur yürek’lere, ‘Can Parçası’nın ‘Kevser-misâli’ şifa dağıtacağına gönülden inanıyor, ahdine bağlı yazarının kaleminden bütün Nurdan Annelerimizi okumak istediğimizi buradan ilan ediyoruz…

  6. #6
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart ferdi tayfur sekerci ciragi, kitabi







    Şekerci çırağının yükselişi midir, yoksa Ferdi Tayfur'un özyaşam öyküsü mü? Değil! Hem sıradan bir insanın yaşam mücadelesini, hem de bir sanatçının yaşamından kesitleri buluyoruz bir arada. Bireysel gibi gözüken yürüyüşün toplumsal boyutlarını, tüm olumsuz koşullara rağmen, insani, sevecen ve yer yer isyankar, kısaca insanın yaşamdaki suretinin tüm yansımasıyla varoluşunu duyumsamaktayız bu anı-romanı okurken. Dalıp dalıp giderken, bir yerde ana konunu omurgasına döndüğümüzü ve yeniden dalıp gittiğimiz görürüz. Tüm bu gel gitler arasında, Şekerci Çırağı'nın yaşam kesitinin Ferdi Tayfur'un yaşamıyla örtüştüğünü sanırız. Oysa bir de bakarız ki, ikisi de yollarını ayırmış. Aslında sıradan bir yaşamın şaşkınlıklarla dolu sahnelerinin toplamı gibiir bu anıromanı.
    Yaşadığımız koşullar kahramanlara hep ihtiyaç duyar. O da kahramanların çıktığı yoksul yerlerin temsilcisidir bu anıromanda. Bir kahramandır, bir Şekerci Çırağıdır; seven, sevilen, nefret edilen. Çaresiz ama umutlu. Bu umudunu ve direncini yaşamına ilke etmiş ve hedefine varmak için mücadeleyi elden bırakmamış bir insanın öyküsü gibi görünse de aslında halkın yaşamının bilinen bir adda yansımasıdır.
    Halkın toplam ifadesi, hep kahramanlar olmuştur dün ve günümüzde. Yarınsa halkın tamamının kahraman olacağı gündür. İşte, Şekerci Çırağı, halkının kahraman olacağını gören bir insanın kahramanca yaşam öyküsüdür.
    Yaşam bitince vekaletini sanata bırakır. Şekerci Çırağı, aldığı bu vekaleti günümüze aktaran bir sorumluluk örneğidir. Okuyun, göreceksiniz.

  7. #7
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart




    3. basım - 80 sayfa, Bengül Çocuk
    13.5*19.5

    Can sınfını pekiyi derece ile geçer. Babası ona söz verdiği gibi bir bilgisayar alır. İnternete de bağlanır. İnternette gezinirken "Keloğlan" adında bir siteyle karşılaşır. Girer ve... Keloğlan'la Masalistan'da nefes kesecek bir serüvenin içinde bulur kendini.
    tanıdık bir çok masal ve çizgi film kahramanını da konuk ediyor, Keloğlan İnternette.

  8. #8
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart



    Maviş'in Serüvenleri Dizisi'nden bir kitap.
    Yunus Emre'nin yaşamı anlaşılır bir dille anlatılıyor. Yunus Emre'nin Yaşamı şiirleriyle bezeniyor. bu yapıtta. En önemlisi de Maviş aracılığıyla, çocukların günlük yaşamlarıyla-Yunus'un görüşleri arasında bağ kurduruluyor.
    Konu Emine tarafından (09.10.2009 Saat 17:04 ) değiş;tirilmiş;tir. Sebep: Yunus Emre'nin yaşamı

  9. #9
    Bahar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    07.08.2008
    Yaş;
    40
    Mesajlar
    1.858
    Konular
    81
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    633
    @Bahar

    Standart

    abla bunlari bana alda okuyum
    Ben bir TÜRK'üm!
    Orta Asya'da türeyen,
    Anadoluda büyüyen,
    Avrupa iclerine yürüyen TÜRK'üm!
    Daglarda gemi gezdiren,
    Taslara destanlar kazdiran,
    Tarihi bastan yazdiran,
    Kilicini üc kitada gezdiren TÜRK'üm!
    TÜRK'üm!

  10. #10
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart

    olur bir ara gidelim ya bahar olmazmi

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş