Pederşahi ve Despotik Hakimiyet Üzerine Zorla kurulmuş bir devlet. Zorla kurulmuş bir Devlet, egemen güç zorla ele geçirildiği zaman olur; ve tek tek insanlar veya çok sayıda insan, oy çokluğu ile, ölüm veya esaret korkusundan, onların hayatını ve özgürlüğünü elinde tutan insanın veya meclisin bütün eylemlerini kabul ettiklerinde, egemen güç zorla ele geçirilmiştir. Sözleşme ile kurulmuş bir devletten farkı. Bu hakimiyet veya egemenlik türü, sözleşme ile kurulmuş egemenlikten sadece şu

Bu konu 1869 kez görüntülendi 1 yorum aldı ...
Pederşahi ve Despotik Hakimiyet Üzerine 1869 Reviews

    Konuyu değerlendir: Pederşahi ve Despotik Hakimiyet Üzerine

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1869 kez incelendi.

  1. #1
    CaucasianEagle - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    04.09.2009
    Yaş;
    30
    Mesajlar
    3.172
    Konular
    2089
    Beğendikleri
    1
    Beğenileri
    7
    Tecrübe Puanı
    100
    @CaucasianEagle

    Standart Pederşahi ve Despotik Hakimiyet Üzerine

    Pederşahi ve Despotik Hakimiyet Üzerine

    Zorla kurulmuş bir devlet. Zorla kurulmuş bir Devlet, egemen güç zorla ele geçirildiği zaman olur; ve tek tek insanlar veya çok sayıda insan, oy çokluğu ile, ölüm veya esaret korkusundan, onların hayatını ve özgürlüğünü elinde tutan insanın veya meclisin bütün eylemlerini kabul ettiklerinde, egemen güç zorla ele geçirilmiştir.


    Sözleşme ile kurulmuş bir devletten farkı. Bu hakimiyet veya egemenlik türü, sözleşme ile kurulmuş egemenlikten sadece şu noktada farklıdır; egemenlerini seçen insanlar, bunu, birbirlerinden korktukları için yaparlar, tayin ettikleri kişiden korktukları için değil; bu durumda ise ["zorla kurulmuş devlette", Çev.], korktukları kişiye boyun eğerler. Fakat her iki durumda da, bunu yapmalarının nedeni korkudur: ölüm veya şiddet korkusundan doğan bütün sözleşmelerin hükümsüz olduğunu savunanlar buna dikkat etmelidir: ki bu görüş doğru olsaydı, hiçbir devlet türünde insanlar itaat yükümlülüğü altında olmazlardı.


    Sözleşmeyle veya zorla kurulmuş bir devlette, ölüm veya şiddet korkusundan kaynaklanan vaatlerin, vaad edilen şey yasalara aykırı olduğunda, sözleşme hükmünde olmadıkları ve üstelik bağlayıcı da olmadıkları doğrudur; fakat bunun nedeni, vaadin korku nedeniyle yapılmış olması değil, vaat eden kişinin vaat edilen şeyde hak sahibi olmayışıdır. Yine, kişi yasaya uygun olarak vaadini yerine getirebilecek iken yerine getirmiyor ise, onu bağışlayan şey, sözleşmenin geçersizliği değil, egemenin kararıdır. Yoksa, bir kimse yasaya uygun olarak bir vaadde bulunduğunda, vaadini tutmaması yasaya aykırı olur: fakat egem.en, ki o faildir, onu bağışladığında, bu bağışlamanın amili tarafından bağışlanmışçasına, vaadi elde eden kişi tarafından bağışlanmış demektir.


    Egemenlik haklan her ikisinde de aynıdır. Fakat egemenlik hakları ve sonuçları her ikisinde de aynıdır. Egemenin gücü, onun rızası olmadan, başka birine devredilemez: egemen gücünden vazgeçemez: uyrukları tarafından haksızlıkla suçlanamaz: onlar tarafından cezalandırılamaz: barış için neyin gerekli olduğunun ve fikirlerin yargıcıdır: tek yasa koyucudur; ve anlaşmazlıklara; ve barış ve savaş zamanlarına ve nedenlerine o karar verir: yüksek devlet görevlilerini, danışmanları, komutanları, ve bütün diğer memurları ve bakanları seçmek ve ödülleri, cezaları, paye ve unvanları dağıtmak hakkı ona aittir. Bunun nedenleri, bir önceki bölümde sözleşmeyle kurulmuş egemenliğin hakları ve sonuçları için söylenenler ile aynıdır.


    Pederşahi egemenlik nasıl kazanılır. Soyla değil, sözleşmeyle. Egemenlik iki yoldan kazanılır; soyla ve fetihle. Soyla kazanılan egemenlik hakkı, ana ve babanın çocukları üzerindeki egemenliğidir ve Pederşahi olarak anılır. Bu hak, ana veya babanın çocuğu yarattığı için onun üzerinde hakimiyet sahibi olmasından değil, çocuğun, açıkça veya diğer yeterli işaretlerle rızasını belli etmesinden gelir. Çünkü, soyun sürmesi için, Tanrı erkeğe bir yardımcı vermiştir; ve eşit ölçüde ebeveyn olan iki kişi vardır daima. Dolayısıyla, çocuk üzerindeki hakimiyet her ikisini de eşit ölçüde ait olmalıdır; ve çocuğun her ikisine de eşit ölçüde tabi olması ise imkansızdır; çünkü hiç kimse iki efendiye itaat edemez. Bazıları, daha mükemmel cins olarak sadece erkeğe hakimiyet atfederlerse de, bunda yanılırlar. Çünkü, erkek ve kadın arasında, hakkın kavgasız belirlenebilmesine yetecek kadar fazla bir güç veya basiret farkı yoktur.


    Devletlerde, bu anlaşmazlık medeni hukukla çözülür; ve, genellikle fakat her zaman değil, karar babanın lehinedir; çünkü devletlerin çoğu analar değil babalar tarafından kurulmuştur. Fakat, evlilik yasalarının olmadığı; çocukların eğitimi hakkında yasaların olmadığı; sadece, doğal hukukun ve cinslerin birbirlerine ve çocuklarına doğal eğiliminin olduğu doğa durumunda yatmaktadır sorun. Bu doğa durumunda, ebeveyn, çocuk üzerindeki hakimiyete sözleşmeyle karar verirler veya hiç karar vermezler. Buna karar verirlerse, hak sözleşmeye göre geçer. Tarihte görüyoruz ki Amazonlar, döl almak için, komşu ülkelerin erkekleriyle, doğan çocuk erkekse geri gönderilmesini, kız ise kendileri tarafından alıkonulmasını öngören sözleşmeler yapmışlar: yani, böylece, kız çocuklar üzerindeki hakimiyet anada kalıyordu.


    Veya yetiştirmeyle. Sözleşme yoksa, hakimiyet anadadır. Çünkü, evlilik yasalarının olmadığı basit doğa durumunda, ana tarafından belirtilmedikçe, babanın kim olduğu bilinemez: ve dolayısıyla çocuk üzerindeki hakimiyet hakkı onun iradesine bağlıdır ve bu nedenle ona aittir. Yine, onu isterse besleyebileceği isterse terk edebileceği için, çocuk ilk başta anaya bağımlı olduğuna göre; eğer beslerse, çocuk hayatını anaya borçlu olur; ve bu nedenle ona itaat etmekle yükümlüdür; ve dolayısıyla onun üzerindeki hakimiyet anaya aittir. Fakat onu terkeder ve onu bir başkası bulup beslerse, çocuk üzerindeki hakimiyet onu besleyen kişiye ait olur. Çocuk onu koruyan kişiye itaat etmek zorundadır; çünkü, hayatın korunması amaç olduğundan ve bundan dolayı bir kimse başka bir kimseye bağlandığından ötürü, herkes, kendisini korumak veya mahvetmek gücüne sahip olana itaat borcu altındadır.


    Veya ebeveynden birinin diğerine önceden boyun eğmiş olmasıyla. Ana, babanın uyruğu ise, çocuk babanın iktidarı altındadır. Baba, ananın uyruğu ise, bir egemen kraliçe uyruklarından biri ile evlendiğinde olduğu gibi, o zaman da çocuk anaya tabidir; çünkü baba da onun uyruğudur.


    İki ayrı krallığın monarkları olan bir erkek ve bir kadın, bir çocuk sahibi olurlarsa ve çocuk üzerindeki hakimiyetin kime ait olacağı konusunda bir sözleşme yaparlarsa, hakimiyet hakkı sözleşmeyle geçer. Sözleşme yapmazlarsa, hakimiyet, onun ikamet yerinin hakimiyetini izler. Çünkü her bir ülkenin egemeni, o ülkede yaşayan herkes üzerinde hakimiyet sahibidir.


    Çocuk üzerinde hakimiyet sahibi olan bir kimse, o çocuğun çocukları üzerinde; ve ayrıca onların çocuklarının çocukları üzerinde de hakimiyet sahibidir. Çünkü bir insanın kişiliği üzerinde hakimiyet sahibi olan.binsi, o insana ait olan her şey üzerinde de hakimiyet sahibidir; bu olmaksızın, hakimiyet etkisiz bir unvandan ibaret olurdu.


    Tevarüs hakkı, mülkiyet hakkı kurallarım izler. Pederşahi hakimiyete tevarüs hakkı, monarşinin tevarüsü hakkı ile aynı şekilde gider; bundan, bir önceki bölümde yeterince bahsettim.


    Despotik hakimiyet nasıl elde edilir. Fetih yoluyla veya savaşta zafer kazanarak elde edilen hakimiyet, efendi veya sahip anlamına gelen Aeonotriç'ten [Despotes Çev.] yazarların Despotik dedikleri şeydir ve efendinin uşağı üzerindeki hakimiyetidir. Yenilen kişi, onu bekleyen ölüm darbesinden kaçınmak için, açık sözlerle veya iradesinin diğer yeterli işaretleriyle, hayatı ve bedensel özgürlüğü kendisine bırakıldığı sürece, yenen kişinin, hayatını ve bedenini dilediği gibi kullanacağına söz verdiğinde, bu hakimiyet yenen kişiye geçer.


    Böyle bir sözleşme yapıldıktan sonra, ama daha önce değil, yenilen kişi bir Uşak(,İ olur: çünkü, ister hizmet etmek anlamındaki semire'den, ister kurtarmak anlamındaki servare'den gelsin, ki bunu tartışmayı dilbilimcilere bırakıyorum; uşak kelimesi, ele geçirmiş olan veya onu ele geçirmiş olandan satın almış olan malik, ona ne yapacağına karar verene kadar hapiste veya esaret altında tutulan bir tutsak anlamına gelmez: çünkü, genellikle köle denilen böyle kişiler hiçbir yükümlülük altında değildirler; adalete uygun olarak, zincirlerini kırabilirler veya hapisten kaçabilirler; efendilerini öldürebilir veya kaçırabilirler: fakat, ele geçirildikten sonra bedensel özgürlüğü kendisine bağışlanan ve kaçmamaya ve efendisine karşı şiddet kullanmamaya söz vermiş olan birisi, onun elindedir.


    Zafer kazanmakla değil, yenilenin rızasıyla. Dolayısıyla, yenilen üzerinde hakimiyet hakkı veren şey, zafer değil, onun kendi rızasıdır. Yenildiği için; yani, dövüldüğü ve ele geçirildiği veya kaçmaya zorlandığı için {yenene karşı Çev.] yükümlülük altına da girmez; yükümlülük altına girmesinin nedeni, yenene boyun eğmesidir; yenen de, varlığını bağışlama vaadi olmadıkça, bu boyun eğme yüzünden, düşmanın teslim olmasıyla onu affetmek zorunda değildir; bu boyun eğme, yeneni, kendi muhakemesine göre uygun göreceğinden daha uzun bir süre bağlamaz.


    Günümüzdeki adıyla quarter denilen, Greklerin sağ ele geçirme anlamında Zcoypia [zogria Çev.] dedikleri şeyi talep ettiklerinde, insanlar, boyun eğerek galibin o andaki öfkesinden kurtulmak ve fidye veya hizmet yoluyla canlarını kurtarmak peşindedirler: ve bu nedenle, "quarter" alan kişi canını bağışlatmış olmayıp, ileride verilecek karara kadar kurtarmıştır sadece; çünkü bu, can bağışlama şartına bağlı bir boyun eğme değil, takdire boyun eğmedir. Ancak galip ona bedensel özgürlüğünü bağışladıktan sonradır ki hayatı güvencededir ve hizmet borcu başlar. Çünkü, hapishanelerde veya zincirler içinde çalışan köleler, bunu, hizmet yükümlülüğü nedeniyle değil, onları çalıştıranların zulmünden kaçınmak için yaparlar.


    Thomas Hobbes


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Pederşahi ve Despotik Hakimiyet Üzerine

          Kategori: Tarih

          Konuyu Baslatan: CaucasianEagle

          Cevaplar: 1

          Görüntüleme: 1869



    Sor bakalım...
    Çay içtiği biri var mıymış?
    Gönlünü gönlünde demlediği
    gözlerinin gözlerine aktığı

    hayatına iki şeker kattığı biri
    İçini ısıtan biri, demek gibi

    Çay içtiği biri var mıymış?

  2. #2
    CaucasianEagle - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    04.09.2009
    Yaş;
    30
    Mesajlar
    3.172
    Konular
    2089
    Beğendikleri
    1
    Beğenileri
    7
    Tecrübe Puanı
    100
    @CaucasianEagle

    Standart Cevap: Pederşahi ve Despotik Hakimiyet Üzerine

    Uşağın efendisi, onun sahip olduğu her şeyin de efendisidir: ve onun sahip olduğu her şeyi; yani, mallarını, emeğini, onun kendi uşaklarını, ve çocuklarını dilediği zaman kullanma yetkisine sahiptir. Çünkü uşağın hayatı, efendisine itaat ahdine; yani, efendisinin yaptığı her şeye rıza göstereceği ve izin vereceği vaadine bağlıdır. Reddettiği takdirde, efendisi onu öldürür veya zincire vurursa veya itaatsizliği nedeniyle başka bir biçimde cezalandırırsa, bunun amili uşağın kendisidir ve efendisini haksızlıkla suçlayamaz.


    Özet olarak, hem pederşahi hem de despotik hakimiyetin hakları ve sonuçları, aynı nedenlerden dolayı, sözleşmeyle kurulmuş bir egemeninkilerle tamamen aynıdır: bu nedenler daha önceki bölümde gösterilmiştir. Böylece, iki ayrı ülkenin monarkı olan ve bunlardan birinin egemenliğini, meclis halinde toplanmış halkın atamasıyla; diğerinin egemenliğini ise, fetih yoluyla, yani ölüm veya tutsaklıktan kaçınmak için o ülkenin her bir insanının boyun eğmesiyle elde etmiş olan bir kimsenin, fetih hakkı nedeniyle, fethedilmiş bir ülke olarak, bir ülkeden diğerine göre daha fazla şey talep etmesi, egemenlik haklarını bilmemekten ileri gelen bir şeydir; çünkü egemen, her ikisi üzerinde de mutlak egemenlik sahibidir; aksi takdirde, hiçbir egemenlik yok demektir; ve herkes, eğer yapabiliyorsa, kendini kendi kılıcıyla yasal olarak koruyabilir demektir ki bu savaş durumudur.


    Bir aile ile bir krallık arasındaki fark. Buradan şu çıkar ki; büyük bir aile, eğer bir devletin parçası değilse, egemenlik hakları bakımından, kendi başına küçük bir monarşidir: bu aile, ister bir adam ve çocuklarından, ister bir adam ve uşaklarından, isterse bir adam, çocukları ve uşaklarından oluşsun; baba veya efendi, egemendir. Fakat bir aile, kalabalık oluşu veya başka olanakları sayesinde, savaş riski göze alınmaksızın boyun eğdirilemeyecek kadar güçlü olmadıkça, tam anlamıyla bir devlet değildir.


    Çünkü, nasıl ki küçük bir askeri birlik, bir ordu tarafından gafil avlandığında, kılıçtan geçirilmektense, silahlarını bırakıp bağışlanma taleb edebilir veya kaçabilirse; aynı şekilde, toplu haldeyken, kendilerini savunamayacak kadar zayıf olan bir grup insandan her biri de, tehlike anında, ya kaçarak ya da düşmana boyun eğerek canını kurtarmak için kendi aklını kullanabilir. Devletler kurarken ve kendilerini korumak için yeterli güçle donatılmış monarklar' veya meclislere biat ederken insanların amaçları, ihtiyacı ve bunun doğasından hareketle egemenlik haklarına ilişkin akıl yürütme ve tümdengelim yoluyla vardığım sonuçlar hakkında bu kadar söz yeter.


    Kutsal Kitaplarda monarşinin hakları. Şimdi, bu konuda Kutsal Kitaplar'ın ne buyurduğuna bakalım. Musa'ya, İsrail oğulları şöyle der: Bizimle sen söyleş ve dinleyelim; fakat Allah bizimle söyleşmesin ki ölmeyelim 0Çıkış, XX. 19). Bu, Musa'ya mutlak itaattir. Kralların hakkıyla ilgili olarak, bizzat Tanrı, Samuel'in ağzından, der ki (1. Samuel, VUI. 11,12, vd.) Üzerinizde hüküm sürecek olan kralın hakkı şu olacak. Oğullarınızı alacak ve onlara savaş arabalarını sürdürecek, ve onları kendi atlıları yapacak, ve kendi savaş arabaları önünde koşturtacak; ve kendi hasadını biçtirecek; ve onlara kendi savaş aletleri ile savaş arabalarının teçhizatını yaptırtacak; ve kızlarınızı da, kokular yapmaları, onun aşçıları ve ekmekçileri olmaları için alacaktır.


    Tarlalarınızı, bağlarınızı ve zeytinliklerinizi alacak ve onları hizmetçilerine verecektir. Tahılınızın ve şarabınızın onda birini alıp kendi maiyetine ve diğer hizmetçilerine verecektir. Erkek hizmetçilerinizi ve cariyelerinizi ve gençlerinizin en iyilerini alıp onları kendi işine koşacaktır. Sürülerinizin onda birini alacak ve siz onun hizmetçileri olacaksınız. işte bu, mutlak güçtür ve en sonda yer alan şu sözlerde özetlenir, siz onun hizmetçileri olacaksınız.


    Yine, insanlar krallarının hangi güce sahip olacağını duyduklarında, buna yine de razı oldular ve şöyle dediler (mısra. 19 vd.) biz de diğer milletler gibi olacağız, ve kralımız bizim işlerimizde yargıç olacak ve savaşlarımızı yönetmek için bizim önümüzde gidecek. işte burada, egemenlerin, hem ordu hem de yargı bakımından sahip oldukları hak teyit olunmaktadır; ve bir insanın başka birine devredebileceği mutlak iktidar işte bu haktan oluşur.


    Yine, kral Süleyman'ın Tanrı'ya yakarışı şöyle idi (Krallar, UI. 9): Kavmini yargılamak ve iyi ile kötüyü ayırdetmek için kuluna anlayış ver. Dolayısıyla, yargıç olmak ve iyi ile kötüyü ayırdetme kurallarını koymak egemene ait olup bu kurallar yasalardır; ve dolayısıyla yasama yetkisi de ona aittir. Saul, Davud'un peşindeydi; ancak, Saul'u öldürme fırsatı eline geçtiğinde ve hizmetçileri onu öldürmesini ondan istedikleri halde, Davud buna izin vermedi ve şunu söyledi, (Samuel, XXIV. 6) Tanrı göstermesin ki Efendime, Tanrı'nın mesihine karşı böyle bir iş yapayım.


    Hizmetçilerin itaati hakkında Aziz Paulus der ki: (Koloselilere, UI. 22) Ey hizmetçiler, her şeyde efendilerinize itaat edin; ve, (Koloselilere, UI . 20) Ey çocuklar, her şeyde ana babalarınıza itaat edin. Pederşahi veya despotik hakimiyet altında olanlarda basit itaat vardır. Yine, {Matta, XXUI. 2,3) Yazıcılar ve Ferisiler Musa'nın koltuğunda otururlar ve bundan ötürü size söyledikleri bütün şeyleri yapın ve tutun. Burada da basit itaat vardır. Ve Aziz Paulus, (Titus, UI. 2) Hükümdarlara ve yetki sahiplerine itaat etmelerini ihtar et.


    Bu itaat de basittir. Son olarak, bizzat Kurtarıcımız, Sezar’ın hakkını Sezar'a verin diyerek, hükümdarlar tarafından konulan vergilerin ödenmesi gerektiğini kabul etmiş ve bu vergileri kendisi de ödemiştir. Hükümdar sözünün, ihtiyaç olduğunda, herhangi bir uyruktan herhangi bir şeyi almak için yeterli olduğunu; ve bu ihtiyaca hükümdarın karar verdiğini de kabul etmiştir: çünkü bizzat kendisi, Yahudiler'in hükümdarı olarak, şakirtlerine, Karşınızdaki köye gidin, ve orada bağlı bir eşekle yanında sıpasını bulacaksınız, onları çözün ve bana getirin. Eğer kimse size bir şey sorarsa, Rabbin bunlara ihtiyacı var dersiniz: ve onları alıp götürmenize izin vereceklerdir {Matta, XXI. 2,3) diyerek, kendisini Kudüs'e götürecek olan eşeği ve sıpasını almalarını emretmiştir. Onun ihtiyacının yeterli bir hak olup olmadığını; veya bu ihtiyaca onun karar verip veremeyeceğini sormayacaklar; ve Rabbin isteğine rıza göstereceklerdir.


    Bu pasajlara, Tekvin'den. şu cümleyi ekleyebiliriz, (UI. 5) İyiyi ve kötüyü bilen tanrılar gibi olacaksın. Ve {mısra 11) Çıplak olduğunu sana kim söyledi? Ondan yeme diye sana emrettiğim ağaçtan yedin mi? Adem'in itaatinin bir sınanması olarak, bilgi ağacının meyvesinin adıyla yasaklanan iyi ve kötünün bilinmesi veya tefrik edilmesi için; o meyvenin zaten kendisine güzel görünmüş olduğu kadının tutkusunu ateşlemek isteyen şeytan, ona, bu meyveyi tadarak, iyiyi ve kötüyü bilen tanrılar gibi olacaklarını söyledi. Bunun üzerine, her ikisi de o meyveyi yiyerek, Tanrı'nın yetkisini, yani iyi ve kötüye karar verme yetkisini üzerlerine aldılar; fakat bunları doğru olarak ayırdetmek için yeni bir yetenek kazanmış olmadılar.


    Meyveyi yemiş olmakla çıplak olduklarını gördüler ifadesini, hiç kimse, sanki daha önce körmüşler de kendi bedenlerini görmemişler şeklinde yorumlamamıştır. Buradaki anlam açıkça şudur: Tanrı'nın onları çirkin yaratma iradesini yansıtan çıplaklıklarını ilk o zaman anladılar; ve utanç duyarak, bizzat Tanrı'yı zınınen suçladılar. Bunun üzerine Tanrı, "bana itaatle borçlu olan siz benim buyruklarımı yargılamayı kendi üzerinize mi alıyorsunuz?" dercesine, Ondan yemeyin diye emrettiğim ağaçtan yediniz mi? dedi. Burada, alegorik bir tarzda da olsa, açıkça şu söylenmek isteniyor: buyurma yetkisine sahip olanların buyrukları, onların kulları tarafından suçlanmamalı veya tartışılmamalıdır.


    Egemen .güç bütün devletlerde mutlak olmalıdır. Benim fikrimce, hem akıldan hem de Kutsal Kitaplar'dan şu husus açıkça görülüyor ki egemen güç, ister monarşide olduğu gibi tek bir adamda olsun, ister halk devletinde ve aristokratik devlette olduğu gibi, bir mecliste olsun, insanların hayal edebilecekleri kadar büyük bir şeydir.


    Bu kadar büyük bir güçten pek çok kötü sonuçlar doğabileceği düşünülse bile, bunun yokluğunun sonuçlan, yani herkesin kendi komşusu ile sürekli bir savaş durumunda olması, çok daha kötüdür. İnsanın bu dünyadaki hayatı asla sorunsuz olmayacaktır; fakat bir devlette, uyrukların itaatsizliğinden ve devletin varlığını borçlu olduğu sözleşmelerin ihlalinden kaynaklanmayan hiç bir büyük sorun yoktur. Her kim ki egemen gücün aşırı büyük olduğunu düşünerek onu azaltmayı isterse, kendini, onu sınırlayabilecek başka bir güce; yani, daha büyük bir güce tabi kılmak zorundadır.


    En büyük itiraz, insanlar bu gücün uyruklar tarafından nerede ve ne zaman kabul edildiğini sorduklarında olduğu gibi, uygulama ile ilgilidir. Fakat onlara, nifak ve iç savaştan uzun zaman uzak kalmış bir krallık ne zaman ve nerede olmuş diye sorabiliriz. Devletleri uzun zaman ayakta kalmış ve ancak dış savaş ile yıkılmış olan ülkelerde, uyruklar egemen gücü asla tartışmamışlardır. Fakat, devletlerin nedenlerini ve doğasını kesin akıl ile tartmamış ve konuyu derinlemesine incelememiş ve bunların bilinmemesinden doğan korkunç şeyleri her gün yaşamakta olan insanların uygulamasından getirilen bir kanıt geçersizdir.


    Çünkü, dünyanın her yerinde insanlar evlerinin temelini kumun üzerine kursalar bile, bundan, bunun böyle olması gerektiği sonucu çıkarılamaz. Devletleri kurma ve sürdürme becerisi, tenis oyununda olduğu gibi sadece uygulamaya değil, aritmetik ve geometride olduğu gibi kesin kurallara bağlıdır: ki bu kuralları bulmak için, ne yoksulların boş zamanı vardır, ne de boş zaman sahibi insanlar onları bulmak için gereken merak veya yönteme sahiptir.


    Thomas Hobbes


    Sor bakalım...
    Çay içtiği biri var mıymış?
    Gönlünü gönlünde demlediği
    gözlerinin gözlerine aktığı

    hayatına iki şeker kattığı biri
    İçini ısıtan biri, demek gibi

    Çay içtiği biri var mıymış?

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş