Kelam ilminde risalet ve imamet konusu ele alınmış ve her ikisinin de lütuf ilkesi gereği, Cenab-ı Hakk'a vacip olduğu vurgulanmıştır.
Büyük kelamcı Şeyh Tusi "Fusûl-ül Akaid" adlı kitabında şöyle der: "İmamın varlığı lütuftur. Lütuf ise Allah Teala'ya vaciptir." (1)
Lütuf, insanın yapması gereken işte zorunlu olan yardıma ve yapmaması gereken işte de, onu o işten alıkoyan zorunlu engelleyiciye denir. Öyle ki, o yardım olmadan o işi yapamaz ve o engelleyici olmadan da o işten sakınamaz. Dolayısıyla lütuf, gerekli imkanların hazırlanması, gerekli bilginin verilmesi ve amelde gerekli önderliğin yapılması olmak üzere, üç kademeyi içerir.
Bu durumda başı boş bırakılmayıp sorumlu kılınan ve sorumluluk alanı nübüvvet yoluyla belirlenen insana, amel açısından da gerekli önderliğin yapılması gerekir. Aksi taktirde, onun bu sorumluluğunun uhdesinden gelmesini ondan beklemek, hikmete uygun bir beklenti olamaz. Allah Teala'nın rahmet ve şefkat sıfatı da bunun gereğini yerine getirmesini gerektirir. O halde insanlara amelde önderlik yapacak imamın varlığı zorunludur.
Cenab-ı Peygamber'in kendi hayat döneminde bunu, o Hazret'in bizzat kendisi yerine getirirdi. O Hazret'ten sonraki zamanlar için de aynı ihtiyaç söz konusu olduğu için, o Hazret'ten sonra da böyle önderlerin olması zorunludur. Böyle bir önderliğe imamet ve bu görevi ifa eden kimseye de imam denir. O halde her türlü hata ve günahtan masum olan imamın varlığı zorunludur ve lütuf olduğundan dolayı Allah Teala onu ihmal etmez. (2)
Büyük filozof İbn-i Sina ve Sadr-ül Müteallihin hem risalet, hem de imamet konusunda aynı ilkeye dayanarak imamet ve risaletin zorunluluğunu ispatlamışlardır. (3)
Bu konuda ayrı akli deliller de zikredilmiştir. Bizim maksadımız ihtisar olduğundan bu kadarıyla iktifa ediyoruz.
(1)- Fusûl-ül Akaid s. 36
(2)- Bkz. Temhid-ül Usul s. 446
(3)- Bkz. Şifa S. 441 İbn-i Sina'nın ve El- Mebde vel Mead s. 173 Sadr-ül Müteallihin'in Şevahid-ür Rübubiyye s. 359
alıntı