Tarihlerin Türk – Acem kavgası diye gösterdiği Çaldıran meydan savaşında Türklüğü temsil eden Yavuz Sultan Selim’in ordusunda 10.000 kadar devşirme yeniçeri vesaire bulunduğu halde Acemliği temsil eden Şah İsmail’in ordusu yüzde yüz Türkmenlerden mürekkepti. Saray ve ordu dili Türkçe olan İran’ın fiilen olmasa bile resmen Farslaşması 1925’te Pehlevî Hanedanının İran tahtına geçmesinden sonradır. İRAN TÜRKLERİ (Nihal Atsız) 12 Kasım 1968’de, saat 19 daki Radyo Ajans Haberlerinde ve

Bu konu 4289 kez görüntülendi 11 yorum aldı ...
İRAN TÜRKLERİ (Nihal Atsız) 4289 Reviews

    Konuyu değerlendir: İRAN TÜRKLERİ (Nihal Atsız)

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 4289 kez incelendi.

  1. #1
    savalan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    16
    Konular
    17
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    0
    @savalan

    Standart İRAN TÜRKLERİ (Nihal Atsız)

    Tarihlerin Türk – Acem kavgası diye gösterdiği Çaldıran meydan savaşında Türklüğü temsil eden Yavuz Sultan Selim’in ordusunda 10.000 kadar devşirme yeniçeri vesaire bulunduğu halde Acemliği temsil eden Şah İsmail’in ordusu yüzde yüz Türkmenlerden mürekkepti. Saray ve ordu dili Türkçe olan İran’ın fiilen olmasa bile resmen Farslaşması 1925’te Pehlevî Hanedanının İran tahtına geçmesinden sonradır.


    İRAN TÜRKLERİ (Nihal Atsız)


    12 Kasım 1968’de, saat 19 daki Radyo Ajans Haberlerinde ve ertesi günkü gazetelerde bildirildiğine göre, İran Dışişleri Bakanı Zâhidî, Tahran hava alanında, bira yabancı gazetecinin sorusuna verdiği cevapta, bu ilişkilerin geçmişte olduğu gibi dostluk ve kardeşlik esaslarına dayanarak yürüdüğünü söylemişti.

    Türk – İran ilişkilerinin dostluk ve kardeşlik temeline dayanarak yürümesini, elbette, biz de isteriz. Çünkü “Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği” andlaşmasında İran’la müttefik olduğumuz gibi, sınırdaş bulunmaklığımız, aynı muhtemel tehlikelerden zarar görme durumunda olmamız da bizi dostluğa, ittifaka ve işbirliğine sürüklemektedir.

    İran’la kardeşliğimize gelince bunda da büyük bir gerçek payı olduğu muhakkaktır. Çünkü 25 milyonluk İran’da Türkler 12 milyonla en büyük millî topluluğu teşkil etmekte ve Fars, Arap, Kürt, Lor, Belüç gibi etnik unsurlar arasında her alandaki cevvaliyetleri ile İran’ın âdeta bir Türk memleketi olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Unutulmamalı ki bugün İran’ın hâkim unsuru farz olunan Farslar ancak 8–9 milyonluk bir kütleden ibarettir ve bu unsur, bundan önceki uzun yüzyıllar boyunca daima İran’daki Türk topluluğunun hâkimiyeti altında yaşamıştır.

    İran 1402’de tamamen Selçukluların hükmüne girip 12. asır sonlarına kadar bu hanedanın, daha sonra yine halis Türk olan Harzemşahların, Harzemşahlardan sonra Çengiz Hanedanının bir kolu olan İlhanlıların, ilhanlılardan sonra Calayırlar, Karakoyunlular, Temirliler, Akkoyunlular, Safevîler, Afşarlar ve Kaçarların hâkimiyeti altında kalmış ve bu hâkimiyet 1925 yılına kadar uzamıştır. 1042 ile 1925 arası 883 yıl eder. Bir ülke 883 yıl Türklerin elinde kalıp da halkının çoğu Türk olunca şüphesiz bir Türk memleketi sayılacaktır. Bir Türk memleketi olduğu halde zıt ve yabancı bir ülke sayılmasının tek sebebi ortaçağlardaki devlet kavramında en mühim faktör sayılan mezhep ayrılığının doğurduğu aralıksız ve lüzumsuz kavgalardır.

    Tarihlerin Türk – Acem kavgası diye gösterdiği Çaldıran meydan savaşında Türklüğü temsil eden Yavuz Sultan Selim’in ordusunda 10.000 kadar devşirme yeniçeri vesaire bulunduğu halde Acemliği temsil eden Şah İsmail’in ordusu yüzde yüz Türkmenlerden mürekkepti. Saray ve ordu dili Türkçe olan İran’ın fiilen olmasa bile resmen Farslaşması 1925’te Pehlevî Hanedanının İran tahtına geçmesinden sonradır.

    Zâhidî’nin bahsettiği dostluk ve kardeşliğin doğru olması için yalnız Dışişleri Bakanlarının siyasî nezaket çerçevesindeki sözleri hiç şüphesiz kâfi değildir. Bütün Dışişleri Bakanları, başka milletlerden bahsederken aşağı yukarı aynı şeyleri söylerler. Dostluk ve kardeşliğin gerçekleşmesi, bütün milletçe olmasa bile, aydınlar ve basın tarafından desteklenmedikçe hakikat olmuş sayılmaz.

    İran’da hükümet kontrolünde olduğu herkesçe bilinen basının Türkler hakkındaki düşünceleri hiç de kardeşçe, hatta dostça değil, aksine düşmancadır. Örnek olarak son zamanlarda, üzerinde çok durulan bir İran gazetesinin Âyendegân’ın Türkiye’den bahseden makalesi gösterilebilir. Âyendegân, Türkiye’den “Don Kişotlar Ülkesi” diye bahsediyor. Doğuda ve Batıda Don Kişot karakterli bazı milletlerin bulunduğu malumsa da Türklerin bunlardan biri olmadığı millî karakterleriyle sabittir ve bir ülkeyi bu şekilde adlandırmak herhalde dostça bir bakışın neticesi değildir.

    Âyendegân, Türklerin büyüklük iddiasında olduklarını, akıllılıklarıyla şöhret sahibi olmak istediklerini, fakat temelden mahrum olan bu iddianın sırf bir taassup mahsulü olduğunu, bu milletin içindeki bazı bilgisiz kimselerin Pantürkizm hülyasıyla yaşadığını, Türkçe konuşan başka milletleri kendi imparatorlukları içine katmak istediklerini yazıyor.

    Türklerin büyüklük iddiası, böyle bir iddiaları varsa, temelden yoksun değil, tarihî temellere dayanan bir düşüncedir. 1918 yılına kadar Türklerin aralıksız olarak büyük devlet halinde yaşadıkları ve bazı asırlarda cihan birincisi oldukları da yine tarihî bir gerçektir. Farâbî’yi yetiştiren bir millete “akıllılıklarıyla şöhret sahibi olmak isteyenler” demek ilmî değerden mahrum, hakikatle ilgisiz bir iftiradır. Âyendegân’ın bilgisiz kimseler diye bahsettiği Pantürkistlerin “Türkçe konuşan başka milletleri kendi imparatorluklarına katmak” istemeleri ise düzeltilmeye muhtaç bir yanlıştır. “Türkçe konuşan başka milletler” yeni icad bir nazariye olacaktır. Çünkü Türkçe konuşanların Türk olduğu bütün dünya ilim âlemince kabul edilmiş, mantıkın ve tarihin desteklediği bir hakikattır. Âyendegân, İran Türkleri olan Azerilerin Türkmenlerin ve Kaşkayların “Türkçe konuşan başka milletler” olduğunu anlatmak istiyorsa bu fahiş yanlışı düzeltmeye kalkmak bile abestir. Aslında Fars olan bu Azeri, Türkmen ve Kaşkayların Moğol istilası sırasında zorla Türkçe konuşmaya mecbur edildiği hakkında İran okullarında öğretilen tarih bilgileri üzerinde ise söz söylemeye imkan yoktur. Anlaşılmayan, tarihî bir sır olarak kalan nokta, Moğolların Farsları niçin Moğolca değil de Türkçe konuşmaya icbar ettikleridir.

    Âyendegân’ın dostluk ve kardeşliğe asla yakışmadığı gibi gerçekle ve mantıkla bağdaşamayan bir iddiası da, Türklerin büyüklük duygusuna kapılarak birçok Ermeni’yi yok ettikleri hakkındaki sözleridir.

    Herhalde Birinci Cihan Savaşı sırasındaki olaylara dokunmak istiyor.

    O Ermeni hâdiseleri büyüklük duygusundan değil, var olma direnişinden doğmuştur. Ölüm – dirim savaşına girmiş olan Türkiye’yi Ermeniler arkadan vurmak istemişlerdi. İhanet eden tebaalara karşı bütün devletlerin yapacağı muameleyi Türkler de yapmışlardı. Ya İkinci Dünya Savaşında ve bir de iki yıl önce Farsların Şiraz bölgesindeki Kaşkay Türklerine karşı giriştiği yok etme harekâtı neydi? İran’ın güneyinde Farslığın ortasında, bir ada halinde yaşayan bir iki yüz binlik Kaşkay Türkleri hangi düşmanla işbirliği yapmış veya İran’ın hangi hayatî çıkarını tehlikeye koymuştu?

    Görülüyor ki tarihe mal olmuş olayları lüzumsuz yere kurcalamak faydasızdır. Hele bunların haksız şekilde tefsiri geriye tepen silah tesiri yapar.

    İran gazetesinin unutmaması gereken nokta şudur: Türkiye, çevresinde düşman devletler olsa bile kendisini koruyacak kudrette olduğunu uzak ve yakın tarihiyle ispat etmiş bir devlettir. İran aynı durumda değildir ve İran’ı devlet halinde yaşatan güç İmam Rıza’nın türbesi veya Firdevsi’nın Şehnâmesi değil, 12 milyonluk sağlam, enerjik, müteşebbis ve cesur nüfusu ile İran Türkleri’dir.

    İran’ın kendi devlet başkanları olarak saydığı Tuğrul Beğler, Alp Arslanlar, Melikşahlar, Sancar-Mâziler, Şah İsmâiller, Tahmasblar, Nadir Şahlar ve onların orduları tamamiyle Türktür. İran edebiyatını teşvik ve mükâfatları ile geliştirenler Türk hükümdarlarıdır. Fars edebiyatı şairlerinin mühim bir bölümü de Türk ırkından kimselerdir.

    Hele İkinci Cihan Savaşı’nın kritik günlerinde, İran Ruslar’la İngilizler tarafından istilâ edilir ve Pehlevî Hanedanının kurucusu “Büyük Şah Rıza Pehlevî” esir edilerek sürgüne gönderilirken Basra Körfezi’nde kuvvetli İngiliz filosuna küçük birkaç savaş gemisiyle karşı koyarak şehid olan İran amirali “Bayındır” da, adından da anlaşılacağı üzere, Türk’tü.

    Zaten bu muhteşem deliliği de ancak bir Türk yapabilirdi.

    Zâhidî’nin bahsettiği Türk – İran dostluğunun gerçekleşmesi bir takım şartlara bağlıdır. Bu şartların başında iki taraftaki basının rolü ile İran Türklerine karşı gösterilen muamele çok mühimdir. Basın hem umumî efkârı temsil etmek, hem de halka yol göstermek bakımından bu dostlukta güçlü bir faktördür. Şimdiye kadar Türk basınında İranlıları kıracak sistemli bir yayın görülmemiştir. Türk basını İranınıki gibi baskı ve sansür altında bulunmayıp hür olduğu halde İran düşmanlığı yapan bir gazeteye rastlanmamıştır. Aksine, gerek gazeteler gerekse dergiler İran’ı, İranlıları, özellikle İran saray çevresini memnun edecek yazılar yazmıştır. İran’da, bir taraftan lüks ve sefahat yapıldığı ve memleketin bütün servetinin birkaç yüz aile tarafından paylaşıldığı, öte yandan sokaklara dökülmüş sefaletin acıklı manzaralar arzettiği sol temayüllü bazı gazeteciler tarafından dile getirilmişse de bunda pek fazla yalan ve yanlış yoktur. Türk basını, sırf ittifak bağlarına duyduğu saygı dolayısıyla bu meseleleri daha fazla kurcalamaktan çekinmiş, İran’ın iç işi sayarak üzerinde durmamıştır. Üzerinde durulan konu, İran’ın genç ve güzel kraliçesi Ferah Dibâ’nın zarafeti, meziyetleri, sosyal konularla ilgisi gibi meseleler olmuştur. Bu arada İran şahına da geniş yer verilmiş, hakkında övücü yazılar yazılmış, ilk iki evlenmesinde bahtiyar olmadığı için kendisine karşı şefkat ve sempati duyulmuştur.

    İran hükümetinin bir yandan Türkiye ile dost ve müttefik geçinirken öte yandan Türkiye’de öğrenim yapmak isteyen Türk asıllı İran öğrencilerine pasaport vermemesi, buna karşılık herhangi bir Avrupa ülkesinde gidenlere hiçbir sınır konulmaması dikkatten kaçacak gibi değildir. Bu gençlerin Türkiye’de Türkçülük ve Turancılık ülküleriyle aşılanmalarından korkuyorlarsa bunun çaresi Türklere Türkiye kapılarını kapamak değil, onları İran’a ısındıracak formülleri bulup uygulamaktır. Dokuz yüzyıldan beri İran’a hâkim olan Türklerin birdenbire bir sihirbaz değneğiyle mahkûm duruma düşüvermeleri herhalde onlar tarafından kolaylıkla ve baskı ile kabul olunacak bir şey değildir.

    Âyendegân’ın Türklere bir takım kusurlar yakıştırması ve Türkiye’de Turancılık fikirleri revaçta olduğu için bu memleketi Don Kişotlar ülkesi diye tarif etmesi, sırça köşkte oturanların komşularına taş atması cinsinden tehlikeli bir davranıştır. Çünkü iş karşılıklı suçlamalara dökülünce bundan zararlı çıkacak olan herhalde Türkler olmayacaktır.

    Türkiye’de Pantürkizm düşüncesi bütün Türkleri (Âyendegân’ın tabiriyle Türkçe konuşan milletleri) birleştirmek gayesini güder. Bu gaye tarihte birkaç defa gerçekleşmiştir. Selçuklu Alp Arslan ve Melikşah zamanlarında İran ile Türkiye tek devlet halinde yaşıyorlardı ve başında Selçuklu Hanedanı bulunan, başkenti Rey veya İsfahan şehirleri olan bu devlet şüphesiz bir Türk devletiydi. İşte bugün İran’da Türkçe konuşan Azeriler ve başka Türkler, İranlı dostlarının mizah konusu olacak iddiaları gibi Moğollar’ın zorla Türkçe konuşturdukları Farslar değil, Selçuk Devletinin dayandığı unsur olan Türklerin torunları, yani İran’ın dünkü hâkimleridir.

    Türklerin Pantürkizm ülküsünü gütmeleri bir kusursa İranlıların panaryanizm düşünceleri nedir? Pantürkizm, gerçekleşebilir bir ülkü olduğunu ve yalnız Türkleri düşündüğü halde Fars, Kürt ve Ermenileri içine almak hayalindeki panaryanizme ne demeli? Hele Farslarla Ermenilerin birleşmesi gibi asla gerçekleşemeyecek olan bir düşüncenin ardındakiler nasıl insanlardır?

    Pantürkistler kendi tarihleri hususunda hiçbir mugalata veya mübalağaya kapılmış değillerdir. Buna ihtiyaçları olmadığı da malumdur. Ya geçende kutlanan “İran’ın 2500 üncü yıl dönümü” nedir? Acaba ortada gerçekten 2500 yıllık bir devlet var mı? İranlı müttefiklerimizi gücendirmek pahasına olsa da böyle bir devletin bulunmadığını söylemeye mecburuz. Medyalıları İranlı saysak bile Medyalılarla Perslerin kısa süren hakimiyetlerini İskender istilâsı yok edip İran uzun süre Makedonyalıların esareti altında kalmamış mıydı?

    Makedonya hakimiyetine son veren Partların Fars olmadığı muhakkak olmamakla beraber bunları da İran kadrosuna alsak ve Sasanlılarla birlikte hesap etsek dört beş asır süren bu devreyi Araplar sona erdirip ondan sonra İran haritadan silinmemiş miydi? Asırlardan sonra kurulan ve İran’ın ancak bir parçasına hâkim olabilen Samanlılar, Saffarlılar, Büveyliler de nihayet İran’ı bütünüyle Türklere bırakmamışlar mıydı? Arada asırlarca süren Makedonya, Arap ve Türk hakimiyetleri bulunan bir ülkeyi 2500 yıllık Fars devleti saymak herhalde tarihe “seni saymıyorum” demekle birdir.

    Hele adının “Muhammed Rıza” olduğu bütün dünya tarafından bilinen şimdiki İran şahının “Aryamihr” (yani Arya güneşi) adıyla anılması İslâmiyetten önceki İran tarih ve kültürüne çekilen özleyişin ifadesinden fazla bir mânâ ifade etmez.

    Bizim tarihimizde buna benzer mübalegalar yoktur. Mustafa Kemal Paşa, “Atatürk” adını soyadı olarak almıştır. Şunu da unutmamalı ki o Sakarya ve Dumlupınar meydan savaşlarını kazanmış bir kumandan, mahvoldu sanılan bir milleti kalkındıran devlet adamıydı. Tehlike anlarında ülkesini bırakıp gitmiş ve bu unvanı durup dururken almış değildi.

    İranlı müttefiklerimizin bizi tenkit veya hicvederken kendilerinin toz kondurulacak tarafları bulunmaması icab ederdi. Meselâ, dost bir devlet, kendi sınırları içinde bulunan 12 milyon Türk’e başka türlü muamele etmeliydi. İran’ın en özlü ve savaşçı unsuru olan Türklerin o ülkedeki 50–60 bin Ermeni’nin yararlandığı azınlık haklarından faydalanmasının önlenişi Türk denilince ödü patlayan bir devletin başvuracağı çaredir. Farslar’ın beyninde Şehnâmedeki masallar yer etmiş olduğu için kuzeylerindeki Azerbaycan’da bir “Turan” ve her Türk’te de bir “Afrâsiyab” görmek kuruntusundan kendilerini kurtaramıyorlar.

    Halbuki devlet ve onun politikası kuruntularla değil, gerçek müttefikleri ve sağlam dostlarla hakiki düşmanları kavrayabilmek hüneriyle yürütülür.

    Türkiye’de hiçbir İran düşmanlığı bulunmamasına karşılık müttefikimiz İran’ın şuuraltında bazı karanlık noktaların bulunduğu muhakkaktır.

    İranlılara, geleceklerinin Türk dostluğuna bağlı bulunduğunu, Türk düşmanlığının İran’ın lehinde olmayacağını hatırlatmak ise dostça bir uyarmadan başka bir şey değildir.

    Ötüken, Ocak – 1970


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: İRAN TÜRKLERİ (Nihal Atsız)

          Kategori: Azerbaycan

          Konuyu Baslatan: savalan

          Cevaplar: 11

          Görüntüleme: 4289


  2. #2
    Ayselim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    02.08.2008
    Mesajlar
    1.686
    Konular
    181
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    1
    Tecrübe Puanı
    733
    @Ayselim

    Standart

    cox deyerli bir melumatdir,tsk edirem paylashimcin.
    Gel gor omrumuzden kecen o gunlerden neler qalmish

  3. #3
    GaRaGaN
    GaRaGaN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Eline Emeğine Sağlık...

  4. #4
    Gara Lele
    Gara Lele - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    paylaşım için tesekkürler

  5. #5
    S€®C€
    S€®C€ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Taktire şayansın güzel paylaşım için tşkler...

  6. #6
    gonul gull - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    447
    Konular
    25
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    591
    @gonul gull

    Standart

    Tarihlerin Türk – Acem kavgası diye gösterdiği Çaldıran meydan savaşında Türklüğü temsil eden Yavuz Sultan Selim’in ordusunda 10.000 kadar devşirme yeniçeri vesaire bulunduğu halde Acemliği temsil eden Şah İsmail’in ordusu yüzde yüz Türkmenlerden mürekkepti. Saray ve ordu dili Türkçe olan İran’ın fiilen olmasa bile resmen Farslaşması 1925’te Pehlevî Hanedanının İran tahtına geçmesinden sonradır.

    BURDA ACEMLER İÇİN TÜRKMENDİR DİYE ANLIYORUM DOĞRUMU ? BİLGİSİ OLAN ARKADAŞLARIM BENİ AYDINLATIRSA SEVİNİRİM.

  7. #7
    NASSER GHANBARI - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    19.07.2009
    Mesajlar
    36
    Konular
    0
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    0
    @NASSER GHANBARI

    Standart

    Gel gor omrumuzden kecen o gunlerden neler qalmish

  8. #8
    MustafaTuran - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    31.10.2010
    Mesajlar
    3
    Konular
    0
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    0
    @MustafaTuran

    Standart Gelecek bizimdir!

    Merhaba Arkadaşlar,

    bu konu üzerine "Türklerin Kültür Kökenleri ve Etnik Yapısı" (Mehmet Işık) adlı kitap'dan sayfa 380'den şunları size aktarmak istedim:

    "Aleviliğin Türklerde olduğunu, Kürtlerin ise Aleviliğe tarih boyunca sıcak bakmadıklarını belirten araştırmacılar, %10'luk (bugünki Müslüman Kürt Alevi) bu kesimin, Kürtler içerisinde kalarak Kürtleşen Türkmen boyları olduğunu savunmaktadırlar. Yavuz Sultan Selim ile Şah Ismail arasındaki mücadelede zorda kalan Alevi Türkmenlerin, Kürtçe konuşup inançlarını saklayarak yaşamaları zamanla Türkmenlerin Kürtçelesmesinde etkili olmuştur. Bu tarihi gerçeği göz önüne aldığımızda, araştırmacıların savundukları fikirlerin doğruluk payı artmaktadır. Alevi Kürtler ile Şafii Kürtler arasındaki hissi kopukluk, akrabalık ilişkilerinin kurulmaması gibi nedenlere bakıldığında, bu farklılığın şifreleri çözülebilmektedir".
    ------

    Bugün bazı kesimler / aşiretler kendini Kürt olarak görse veya bilse bile, aslı Türkmen boylarından gelmedir, bunu Osmanlı Arşivleriyle kanıtlanması mümkün. Ama kimsenin işine gelmediğinden, araştırmacılar görev'den alınıp, bu araştırmalara son verilmiştir. :-#

    Biz Türkler tarihte çok savaştık, ama sadece yabancılara / ecnebilere karşı değil, birbirimizle de birçok savaş yaptık. :$

    Alevi, Hanefi, Şii veya Hristiyan Türkleri hangi dine veya mezhep'e bagli olsakta, birlik olmamız lazım, çünkü Türkün Türkten başka dostu yoktur, bunu tarih bize acı bir şekilde gösterdi.

    Iranlılar nankördür, bugün Türk ile başlayan herşeyi inkar ediyorlar, orada yaşayan Türkleri'de assimile etmek için ellerinden geleni yapıyorlar/yaptılar.

    Aydınlık geleceklere...

  9. #9
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart

    Alıntı MustafaTuran Rumuzlu Üyeden Alıntı
    Iranlılar nankördür, bugün Türk ile başlayan herşeyi inkar ediyorlar, orada yaşayan Türkleri'de assimile etmek için ellerinden geleni yapıyorlar/yaptılar.

    Aydınlık geleceklere...
    bURASI HARİÇ yazdığınızı onaylıyorum..ancak Devlet yönetiminin kendi ülkesindeki diğer ırkı asimile etmesi çok normaldir..eğer bu gün biz kürtleri asimile edebilseydik ülkemizde kürt sorunu olmazdı hemde asırlardır beraber yaşadığımız halkı asimile edemedik dilimizi bile öğretemedik..buda bizim devletimizin aczidir..nasılki almanya farkına vardırtmadan bizim yeni kuak turk vatandaşımızı alman gibi yaptı...yapmadı demeyin..ordan gelen son kuşak yavrularımız türkçeyi bile bilmiyor..bizde kendi ülkemizdekilerini yapmalıydık..iranında kendi ülkesi adına yaptığı doğrudur..ha ben istermiyim..hayır tabiki..kimliğini yitirmesin isterim..sadece kendi adlarına yaptıkları doğru onu vurgulamak istedim..nankörlük konusundada biz asırlardır iranlılara nankör deriz..aynı düşünceyide onlar bize diyordur diye düşünüyorum..
    Ezan Oldum Dinmedim.Bayrak Oldum İnmedim. Şehit Oldum Ölmedim.Adım Müslüman Soyadım Türk Benim

  10. #10
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart

    Son bir not yazmayı unutmuşum..Kürt alevisi yok aslında demişiniz.ama var onu söyleyenler geçmişte kürtlerinde türk olduğunu iddia etmişlerdi.hatta kızıl derelilerinde türk olduğunu söylemişlerdi...özellikle tunceli bölgesinin çoğunluğu kürttür..alevidir ancak aleviliği din düşmanlığı gören alevilerdendir..bizim bildiğimiz Hazreti aile itatla bektaşilikle asla alakası yoktur..hemen hemen yuzde doksanı böyledir..örnek kamer genç gibiler..
    Ezan Oldum Dinmedim.Bayrak Oldum İnmedim. Şehit Oldum Ölmedim.Adım Müslüman Soyadım Türk Benim

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş