zamanında hürriyet gazetesi tarafından verilen bu kitap çocukluğumun başucu kitabıdır. resimler harikaydı resim olarak giderdi kitap. küçüklüğümde bile sararmış ve küf kokmaya başlamış bir kitaptı. ama elimden düşmezdi. " encok resimlerine bakar onlari bir kopya kagidi ile hep cizerdim. http://images.gittigidiyor.com/171/1710398_0.jpg OĞUZ HAN ATTİLA FARABİ İBNİ SİNA ALPARSLAN KAŞGARLI MAHMUT CENGİZHAN MEVLANA

Bu konu 37321 kez görüntülendi 99 yorum aldı ...
100 Ünlü Türk 37321 Reviews

    Konuyu değerlendir: 100 Ünlü Türk

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 37321 kez incelendi.

  1. #91
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart


    Vehbi Koç( 20.07.1901)- (1996)



    Vehbi Koç, 1901 yılında Ankara’da Çoraklık semtindeki yazlık evde, “üzüme alaca düştüğü” günlerde doğdu. Doğduğu günü hiç bilmedi. Fakir sayılmazlardı. Geçim sıkıntısıçekmiyorlardı.



    Ticarete atılmaya karar verdi: "Eğer Allah bana 50.000 liralık bir servet verirse, beş katlı güzel bir mağaza açacağım" diye kendi kendine söz verdi. Okuldan ayrılmaya karar verdi.



    Ayakkabı lastiği işine girdi. Müşteri gelir, çamurlu ayağını uzatır, o da temizler ve ayağına lastiği geçirirdi. Bir çift lastiğin maliyeti 200 kuruştu ve 225 kuruşa satıp, 25 kuruş kazanıyordu. İki yıl daha böyle gitti. Sonra bakkallık işleri az gelmeye başladı. Yine ticaret yapan gayrimüslimleri izledi. Kösele işi cazip geldi. Ankara’daki en büyük kösele satıcısı gayrimüslim bir tüccarın yanındaki Kosti adlı satıcıyla anlaştı ve kösele işine girdi. İyi iş yaptı. Bir süre sonra kösele işi de az geldi. Ayakkabı yapımında kullanılan malzemeler için ikinci bir dükkan daha açmaya karar verdi. Kösele dükkanına bitişik kendilerine ait dükkanı ayakkabı, hırdavat mağazası olarak açtı. Bir süre sonra yine gayrimüslim bir tezgahtar olan Hiya Elmalaki ile anlaştı ve aktariye işine girdi. Artık, kösele, hırdavat ve aktariye işlerini yapıyordu. Her çeşit iplik, makara, baharat, bardak, fincan, tabak, ayna, boncuk satıyordu.



    Artık, koşmanın zamanı gelmişti...


    1931 yılında ilk Avrupa yolculuğuna çıktı. Trenle yaptığı bu seyahatte dış dünyayı tanımaya başladı. Budapeşte, Viyana, Berlin ve Paris’i gördü. Babasının ve kayınpederinin genç denilecek yaşlarda ölmesi onu korkutmuştu. Paris’te devrin tanınmış kalp doktoru Dr. Vacquez’e muayene oldu. Kalbinin sağlam olduğunu öğrenince çok sevindi. 1934 yılında İstanbul’da ilk teşebbüsüne başladı. Bu aynı zamanda onun ilk sanayi teşebbüsüydü. Haliç Sütlüce’de Hovagimyan Biraderler’in kurduğu boru fabrikasına ortak oldu. Ancak daha işin başında hesaplar iyi yapılmadığı için iş battı. Böyle bir iki tecrübe geçirdikten sonra, “Başkalarının kurduğu işe ortak olmam, kendi kurduğum işe ortak ararım” kararını verdi.1937’de İstanbul’da ilk şubesini açtı. Fermenciler’de 100 bin lira sermayeli Vehbi Koç ve Ortakları Kolektif Şirketi faaliyete geçti. 1938’de de Koç Ticaret Anonim Şirketi’ni kurdu.Artık, ülkenin sayılı ticaret adamlarından biri haline gelmişti. 1930 yılında oğlu Rahmi Koç, 1938’de kızı Sevgi Koç (Gönül) ve 1941’de de kızı Suna Koç (Kıraç) doğmuştu. Artık dört çocuk babası bir ticaret adamıydı.1944 yılı, yıllar boyunca başarılı bir şekilde sürecek bir işbirliğinin başlangıcı oldu. Otomobil işinde daha da gelişmek için iyi bir yönetici arıyordu. Sonunda Bernar Nahum’la tanıştı ve onu transfer etti. 1944 başlarında, Bernar Nahum, Koç Ticaret A.Ş. Otomobil Şubesi Müdürü oldu. Böylece uzun yıllar sürecek bir işbirliği ve dostluk başladı.


    İş hayatının hızlı ilerlemesine kimse inanamıyordu ve 1963 te Koç Holding kuruldu ve kurumsallaşma başladı.


    1964 yılında Uniroyal Lastiklerini Türkiye’de üretmeye başladı. 1966 yılı Şubat’ında, çalışmaları 1960’ların başında başlayan yerli otomobil üretimi konusunda hükümet, imalatın yıl sonuna kadar gerçekleşmesi ve 26 bin 800 liradan satılması şartıyla izin verdi. Çalışmalar hızlandı. İlk Türk arabasının adı için 100 bin kişinin cevap verdiği geniş bir anket yapıldı. Ve yıl sonunda "Anadol" piyasaya çıktı. 1967'de uzun yıllar planladığı bir yatırımı gerçekleştirdi.Tat Konserve Sanayii’ni kurdu. İlk düşüncesi 1946 yılında ortaya çıkan konserve ve meyve suyu projesi, 21 yıl sonra Heinz firmasının teknik desteği, İsviçre’li Migros, Türkiye Şeker Fabrikaları ve Şeker Sigorta ortaklığıyla hayata geçti.Ardından 1968 yılında İtalyan FIAT firmasıyla anlaşılarak, yeni bir otomobil fabrikası kurulmasına başlandı. Fabrika 12 Şubat 1971 günü açıldı. Yine bir anketle yeni arabanın adı "Murat" olarak belirlendi. 1970’li yıllar ülkedeki çalkantılara rağmen, Koç Holding’in ve Vehbi Koç’un hızlı gelişme ve “kök salma” dönemi oldu. 1972’de yine bir ilke imza atarak Türkiye’nin ilk dış ticaret şirketi Ram Dış Ticaret’i kurdu. Koç Yatırım ve Pazarlama A.Ş. halka açıldı,

    Vehbi Koç sadece iş dünyasındaki başarılarıyla öne çıkmadı. Sosyal faaliyetleriyle de örnek oldu. Özellikle Avrupa ve Amerika seyahatlerinde, büyük işadamlarının eğitim ve sağlık alanındaki faaliyetlerle isimlerini ölümsüzleştirmelerinden etkilendi. “İşe başlayıp biraz para kazandıktan sonra, mahallesinde, çarşısında, halk arasında muhtaç olanlara yardım etmekten mutlu olduğunu” söylerdi. Ve 1948 yılında bir adım atmak istedi. Pek çok kişi cami yaptırmasını önerirken o yine “toplumsal ihtiyacı” görerek, öğrenci yurdu yaptırdı. Ankara Üniversitesi Vehbi Koç Öğrenci Yurdu 1951 yılında hizmete girdi. 1960 yılında çocuk hastanesi olarak Ankara Valiliği’ne kiraya verdiği binayı, çocuk hastanesi olarak kullanılmak üzere Hazine’ye bağışladı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Vehbi Koç Göz Bankası, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Vehbi Koç Kitaplık ve Araştırma Binası, ODTÜ Vehbi Koç Öğrenci Yurdu, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Enstitüsü, Amiral Bristol Hastanesi Vehbi Koç Kanser Pavyonu, Taksim Atatürk Kitaplığı, Vehbi Koç ve Ankara Araştırmalar Merkezi onun sosyal alandaki faaliyetlerinin birer örnekleriydi.



    Daha sonra sosyal faaliyetlerini de kurumsallaştırma yoluna gitti. İlk olarak 1967 yılında bir yurt dışı seyahatten aldığı ilham ile çelenk bağışlarını eğitime yönlendirmek üzere Türk Eğitim Vakfı’nın kuruluşuna öncülük yaptı. Ardından 1969 yılında eğitim, sağlık ve kültür alanında faaliyet göstermek üzere Vehbi Koç Vakfı’nı kurdu. Türkiye'nin nüfus ve aile sağlığı sorununu gören Vehbi Koç 1985 yılında Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı’nı kurdu ve ölümüne kadar başkanlığını yürüttü. Türkiye Erozyonla Mücadele Vakfı TEMA’nın bir numaralı kurucu üyesi oldu. Artık sosyal çalışmalarını bu vakıflar aracılığıyla yürütecekti. Bu çalışmalarla 100 bine yakın öğrenci öğrenim imkanı buldu. Tüm bunların ardından Koç Özel Lisese, Koç Üniversitesi ve Sadberk Hanım Müzesi ve geldi.


    95 yıllık başarılarla dolu bir ömre, çok şey sığdırmıştı Vehbi Koç.
    Türk insanının başarı simgesi olmuştu. Türkiye’yi, insanını hep ilklerle, hep çağdaş ürünlerle tanıştırmıştı.
    Ülkesinin yaşadığı her aşamanın tanığıydı. Bir Cumhuriyet Çınarıydı
    Ülkesiyle var olan, ülkesiyle gelişen, ülkesini geliştiren bir çınar
    “Devletim ve ülkem varoldukça, ben de varım diyen bir çınar…
    Ben dostlarımı ne kalbimle ,
    Ne de aklımla severim...
    Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
    Ben dostlarımı ruhumla severim...
    O , ne durur... Ne de unutur...


    Axtardim men seni yuxularimda..
    seninle sensiz oldum xeyallarimda..
    ömür yollarimiz ayri olsada...
    bir ömür yasadim bakislarinda...

  2. #92
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart



    Cemal Nadir Güler (d. 13 Temmuz 1902, Bursa - ö. 27 Şubat 1947, İstanbul), karikatürist. "Amcabey", "Efruz Bey", "Dalkavuk", "Akla Kara", "Yeni Zengin" gibi tiplerin yaratıcısı.

    Bulgaristan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Bursa'da doğdu. İlköğrenimini Bursa'da tamamladıktan sonra ortaokulu Bilecik'te okudu. Girdiği bir sınavdan sonra mühendislik eğitimi görmek üzere Almanya'ya gitme hakkını kazandıysa da bu hakkını kullanmadı. Aynı zamanda hattatlık yapan babasının da etkisi altında ressam olmaya karar verdi. İstanbul Sanayi-i Nefise Mektebi'nin (Mimar Sinan Üniversitesi) sınavlarına girdi, ancak başarısız oldu. Bir kasnakçının ve bir makine tamircisinin yanında çırak olarak çalıştı. Bir süre sonra tabela ressamlığı yapmaya başladı.Buna paralel olarak ilkokullarda resim öğretmeni olarak da çalıştı. İlk kez 1920 yılında Sedat Simavi'nin yayınladığı Diken dergisinde bir karikatürü yayınlandı. 1928 yılında günlük çizmek üzere Akşam gazetesi yöneticilerinden Necmettin Sadak'tan teklif aldı. 1943'e kadar bu gazetede çalıştı. II. Dünya Savaşı sırasında Cumhuriyet gazetesinde karikatürlerini yayınlattı. 1941 yılında Vedat Günyol'la birlikte çocuklara yönelik Arkadaş isimli bir dergi yayınladı. Çeşitli dergilerde yayınlanan karikatürlerinin yanı sıra, 1942-1944 yılları arasında Amcabey adlı mizah dergisini yayınladı. Aynı zamanda radyo için skeçler ve "Yüzkarası" adlı bir de tiyatro oyunu yazdı ve oyun İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sergilendi. Karikatürlerini Amcabey'e Göre (1932), Karikatür Albümü (1939), Akla Kara (1940), Dalkavuk Karikatür Albümü (1946) ve Amcabey Albümü (1946) adlarıyla albümleştirdi. Ölümünden sonra İstanbul Cağaloğlu'da yıllarca çalıştığı Akşam gazetesinin bulunduğu Acımusluk Sokağı'na ve Bursa' da başka bir caddeye Cemal Nadir adı verildi.


    Yarattığı tiplerYarattığı tiplerle toplumsal bir eleştiri yapan Cemal Nadir, Arkadaş dergisinde çizdiği Dede ile Torun karikatürlerinde bilgi ile cehaleti, yeni ile eskiyi karşı karşıya getiriyordu. Amcabey tiplemesiyle toplumdaki çarpıklıkları, çıkarcı tipleri, ikiyüzlülükleri alaya alırken, Dalkavuk tiplemesiyle de dalkavukluk yaparak çıkarlarını koruyanları eleştiriyordu. Yeni Zengin tiplemesi toplumdaki sonradan görmeliği, Akla Kara tiplemeleri de eğitimsizliği ifade eden karakterlerdi.
    Ben dostlarımı ne kalbimle ,
    Ne de aklımla severim...
    Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
    Ben dostlarımı ruhumla severim...
    O , ne durur... Ne de unutur...


    Axtardim men seni yuxularimda..
    seninle sensiz oldum xeyallarimda..
    ömür yollarimiz ayri olsada...
    bir ömür yasadim bakislarinda...

  3. #93
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart


    Cumhuriyet tarihine "Menemen Olayı" veya "Kubilay Olayı" olarak geçen gerici ayaklanmasında şehit edilen Mustafa Fehmi Kubilay, 1906 yılında Adana, Kozan'da dünyaya geldi. Girit'ten göç etmiş bir ailenin çocuğu olan Kubilay, ilköğrenimini 1913-1919 yılları arasında Aydın'da tamamladı. 1926 yılında Bursa Ö ğ r e t m e n Okulunu bitirdi ve aynı yıl Aydın'da öğretmen olarak göreve başladı. Daha sonra Menemen'e gelerek, o zamanki adıyla Zafer İlkokulu'nda (şimdiki adıyla Kubilay İlköğretim Okulu) görev yaptı. İsterseniz Kubilay'ın yaşam öyküsünün bundan sonrasını , İzmir Milletvekili Kemal Vatan'ın, ölümünün 69. yıldönümü nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı gündem dışı konuşmayı içeren meclis tutanağından öğrenelim. (TBMM 51 inci Birleşim- 25 . 1 . 2000 Salı)

    "24 yaşında Menemen'de yedeksubay olarak askerlik görevini yaparken, 23 Aralık 1930'da, kendisini Mehdi olarak tanıtan Derviş Mehmet ve arkadaşları, Menemen'in binlerce kişilik halife ordusuyla kuşatıldığını söyleyerek, halkın yeşil bayrak altında toplanmaları gerektiğini duyurarak "şeriat isteriz" diye sokaklarda gösteriler yaparlar. Kısa bir zaman içerisinde, tam bir irtica hareketine dönüşen gösterileri bastırmak amacıyla görevlendirilen yedeksubay Kubilay ve beraberindeki bir manga askere, gözü dönmüş caniler "din elden gidiyor" çığlıklarıyla önce ateş ederek Kubilay'ı yaralamış, daha sonra da, caminin musalla taşına yatırarak, testere ağızlı bıçakla başını kesmişlerdir. Bu sırada kendilerine engel olmak isteyen iki mahalle bekçisini de öldürmüşlerdir. Gözlerini kin ve nefret bürümüş yobazlar, yaptıklarıyla yetinmeyip, Kubilay'ın gövdesinden ayrılmış başını yeşil bayrağın ucuna bağlayarak Menemen sokaklarında gezdirmişlerdir. Bütün bunlar yaşanırken, yine tekbirler getirilmekte "ey ahali, din elden gidiyor" çığlıkları Menemen sokaklarında yankılanmaktadır. Yobazlar, her devirde olduğu gibi, bugün de, Allah'ın ululuk sıfatı olan tekbiri kendi çıkarları için kullanmaktadırlar.

    Menemen olayı, genç cumhuriyet rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayıdır. Menemen olayı sonrası, Atatürk'ün orduya yolladığı başsağlığı mesajında şu ifadeler yer almaktadır: "Cumhuriyetin değerli uzvu Kubilay Bey temiz kanıyla cumhuriyetin hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır. "

    Değerli milletvekilleri, 76 yıllık cumhuriyetimizin çeşitli dönemlerinde bu tür faaliyetler görülmüştür. Yaşanan bu ve buna benzer olaylara rağmen, tarihten ibret dersi almasını bilmeyen toplumlar, özellikle, yöneticiler ve ülkeyi yönetmek iddiasıyla ortaya çıkanlar, tarihin kara sayfalarında yerlerini almaya mahkûmdurlar.

    Değerli milletvekilleri, 21 inci Yüzyıla girdiğimiz günümüzde, çağdaş uygarlık yolundaki yarışın sınır tanımadığı, ülkelerin, bilgi, ilim ve teknoloji alanındaki mücadele sınırlarının dünyamızı aştığı, ulusların uzay sonsuzluğunda araştırma ve yerleşim birimleri kurmak için işbirliği yaptıkları bir dönemde, bilgilerin ışık hızında hareket ettiği, aklın önplana çıktığı bir yüzyılda, hâlâ, akla, ilme, çağdaş yaşam koşullarına sırtlarını dönenler ile günümüzde, zaman zaman uygun ortam buldukça hortlamaya çalışan gerici ve yobaz hareketlere karşı müsamaha edildiği ya da görmezden gelindiği takdirde neler olabileceği konusunda tarihte yaşanmış olayları, asla, unutmamak zorundayız. Kubilay'ın şehit edilmesinden 69 yıl sonra da, bugün, ceset dağlarıyla karşı karşıya kalmamız, ibret vericidir.

    Yaşadığımız laik Türkiye Cumhuriyetinde, birlik ve beraberliğimizi zayıflatmayı hedef alan içten ve dıştan gelecek her türlü tehdide karşı, halkımızın ve tüm anayasal kurumlarımızın her zemin ve şartta uyanık olması ve bu faaliyetlere karşı koyması gerekmektedir. Gençlerimize de, ataları tarafından laik cumhuriyeti kollama görevi verilmiştir.

    Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyetini, Atatürk ilke ve inkılaplarını korumak ve yaşatmak için hayatlarını feda eden, başta inkılap şehidimiz Kubilay olmak üzere, bütün şehitlerimizi şükranla anıyorum; ruhları şad olsun.

    Sözlerimi Yüce Atatürk'ün şu sözleriyle noktalamak istiyorum:

    'Efendiler ve Ey Millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır.' "
    Ben dostlarımı ne kalbimle ,
    Ne de aklımla severim...
    Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
    Ben dostlarımı ruhumla severim...
    O , ne durur... Ne de unutur...


    Axtardim men seni yuxularimda..
    seninle sensiz oldum xeyallarimda..
    ömür yollarimiz ayri olsada...
    bir ömür yasadim bakislarinda...

  4. #94
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart


    Sait Faik Abasıyanık (1906 - 1954)

    1906 yılında Adapazarı'nda dünyaya geldi. Babası Mehmet Faik Abasıyanık, kereste, ceviz kütüğü üzerine iş yapan bir tüccardı. Dedesi Sait Ağa'nın Adapazarı'ndaki kahvesi, aydın kişilerin toplantı yerdi. Annesi Makbule Hanım, Adapazarı'nın ileri gelenlerinden Hacı Rıza Bey'in kızıdır. İstanbul Erkek Lisesi'nin onuncu sınıfından Bursa Lisesi'ne geçerek oradan mezun oldu. Bir süre Edebiyat Fakültesi’nde okudu. Babasının isteği üzerine ekonomi tahsili için İsviçre’ye gitti. 15 gün sonra Fransa’ya geçti. 3 yıl orada yaşadı. Geri dönünce, aile mesleği olarak ticaretle uğraştıysa da başarılı olamadı. Fransa'dan döndükten sonra kısa bir müddet Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe grup dersleri öğretmenliği yaptı.


    Bütün ömrünü, bazan Şişli'de Bulgar Çarşısı'ndaki apartmanında, çoğu zaman da Burgaz Ada'daki köşklerinde annesi ile geçirdi. Evlenmedi. 11 Mayıs 1954 Salı günü sirozdan ölmesinden sonra evi, müze haline getirildi. Annesi bir Sait Faik Hikaye Armağanı düzenledi. Şiir, ro
    Ben dostlarımı ne kalbimle ,
    Ne de aklımla severim...
    Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
    Ben dostlarımı ruhumla severim...
    O , ne durur... Ne de unutur...


    Axtardim men seni yuxularimda..
    seninle sensiz oldum xeyallarimda..
    ömür yollarimiz ayri olsada...
    bir ömür yasadim bakislarinda...

  5. #95
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart


    Keriman Halis Ece

    Keriman Halis Ece, 1913 yılında İstanbul'da doğmuştur. 31 Temmuz 1932 yılında Belçika'nın Spa şehrinde yapılan Dünya Güzellik yarışmasında "Dünya Güzeli" seçilmiştir. Atatürk yarışmadan sonra Kraliçe anlamında kullanılan "Ece" soyadı vermiştir.

    Keriman Halis Ece, zamanın tüccarlarından Halis Bey'in altı çocuğundan biridir. Keriman Halis'in amcası, ünlü operet bestecilerinden Muhlis Sabahattin Ezgi'dir. Halası ise gene ünlü kadın bestekarımız Neveser Kökdeş'tir. Galatasaray Spor Kulübü'nün idarecilerinden Turgan Ece ise kardeşidir. Keriman Halis yarışma sonrasında Türk Bayrağı'nın bulunmaması nedeniyle halkın tezahüratına cevap vermemiş ve bunun üzerine metrelerce atlas bulunarak bayrak orada yapılmış ve bütün yabancılara balkondan dalgalandırılarak gösterildikten sonra, kendisini görmeye gelen halkı selamlamıştır.Keriman halis bugünde dünyanın en güzel büyükannesi olarak tanınmaktadır.

    Atatürk bu yarışma sonrasında yaptığı açıklamada, "Övündüğümüz doğal güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmenizi biliniz ve bu yolda uyanık bir tekamülün mütemadi tahakkukunu ihmal etmeyiniz. Bununla beraber asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır demiştir.
    Ben dostlarımı ne kalbimle ,
    Ne de aklımla severim...
    Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
    Ben dostlarımı ruhumla severim...
    O , ne durur... Ne de unutur...


    Axtardim men seni yuxularimda..
    seninle sensiz oldum xeyallarimda..
    ömür yollarimiz ayri olsada...
    bir ömür yasadim bakislarinda...

  6. #96
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart


    Orhan Veli Kanık (1914 - 1950)


    1914 yılında İstanbul’da doğdu.Ankara Gazi Lisesi’ni bitirdi (1932). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeki öğrenimini yarıda bıraktı (1935), Ankara’ya giderek PTT Umum Müdürlüğü’nde çalıştı (1936-1942), Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’na memur oldu (1945), oradan ayrılınca (1947) Yaprak dergisini çıkardı ( 1 Ocak 1949’dan 15 Haziran 1950’ye kadar 28 sayı çıktı, Son Yaprak adlı özel bir sayı ölümü üzerine arkadaşları tarafından çıkarıldı). 14 Kasım 1950 tarihinde beyin kanamasından öldü. Rumelihisarı mezarlığına gömüldü.

    Kişiliğini belli eden ilk şiirlerini arkadaşları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le birlikte Varlık dergisinde yayımlamaya başladı, büyük bir ilgi gördü, sağlığında kendinden çok bahsettiren şair oldu. Şiiri bir takım kalıp ve klişelerden, şairanelikten, yıpranmış benzetmelerden kurtararak, daha kısa daha basit bir şekle soktu; yalın bir halk dili kullandı, gündelik sözlerle zaman zaman (Aralık 1936-15 Nisan 1940,38 şiir), çok kısa zamanda büyük yergi ve espriden faydalanarak, gündelik yaşantılar üzerine yazdı.

    ESERLERİ
    Şiir kitapları: Garip (Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le beraber, 1941), Garip (yalnız kendi şiirleriyle, genişletilmiş 2. baskı,1945), Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946), Yenisi (1947), Karşı (1949).

    Sağlığında bu altı kitaba aldığı şiirleriyle, bu kitaplara girmemiş başka şiirleri, ölümünden sonra tek kitap halinde basıldı: Orhan veli, Bütün Şiirleri (1951).

    Düzyazıları, eleştiri ve hikayeleri: Orhan Veli, Nesir Yazıları (1953, 2. b. Denize Doğru adıyla, 1970) adlı kitapta toplandı. La Fontaine’nin 49 fable’ini nazımla Türkçe’ye çeviren şair (La Fontaine Masalları, 2 kitap, 1943), aynı şekilde Nasrettin Hoca Hikayeleri (1949) adlı kitabında da Hoca’nın 72 fıkrasını nazma çevirdi. Çeviri kitaplarının sayısı 12’dir.

    Asım Bezirci’nin derlediği çeviri şiirleri ise Çeviri Şiirler (1982) adıyla; düzyazıları da, yenide Bütün Yazılar I, II (1982) adıyla yayımlandı.
    Orhan Veli/Bütün Eserleri dizisinin ilk kitabı Edebiyat Dünyamız (1975)’da şairin düzyazıları, konuşma ve röportajları (haz. Asım bezirci), ikinci kitapta Bütün Şiirleri (1975) derlendi.

    HAKKINDA YAZILANLAR
    Adnan Veli Kanık, ağabeyinin biyografisi ile basında çıkmış yazılarından seçme parçaları şu kitapta derledi: Orhan Veli İçin (1953).
    Şair üzerine bir inceleme Asım Bezirci’nin, zengin bir bibliyografya da veren Orhan Veli Kanık adlı eseridir (1967).

    ANLATAMIYORUM

    Ağlasam sesimi duyar mısınız
    Mısralarımda;
    Dokunabilir misiniz
    Gözyaşlarıma, ellerinizle?

    Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
    Kelimelerin kifayetsiz olduğunu
    Bu derde düşmeden önce.

    Bir yer var, biliyorum;
    Her şeyi söylemek mümkün;
    Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
    Anlatamıyorum.
    Ben dostlarımı ne kalbimle ,
    Ne de aklımla severim...
    Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
    Ben dostlarımı ruhumla severim...
    O , ne durur... Ne de unutur...


    Axtardim men seni yuxularimda..
    seninle sensiz oldum xeyallarimda..
    ömür yollarimiz ayri olsada...
    bir ömür yasadim bakislarinda...

  7. #97
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart


    Yaşar Doğu (1917 - 1961)

    Ünlü Türk güreşçisi Yaşar Doğu, 1915 yılında Samsun'un Kavak ilçesine bağlı Karlı köyünde doğdu. Dedesinin köyü olan Emirli'de büyüdü. Güreşe orada başladı. 1938 yılında Ankara'da askerliğini yaparken minder güreşine çıktı. Bir yıl içinde millî takıma yükseldi. Oniki yıl süreyle (1939-1951) Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti. Bu süre içinde katıldığı 7 şampiyonanın 6'sında şampiyonluğu kazandı. 1961'de Ankara'da vefat etti. Kabri oradadır.


    Aslen Kafkas Türklerindendir. Ecdadı Samsun'a muhacir gelmişti. Daha önce bebek sayılabilecek çağda iken cepheye giden babasının şehit düştüğü haberi gelmiş, bu yüzden annesiyle birlikte dedesinin köyü olan Emirli'ye göç etmek zorunda kalmıştı. Çocukluğunun geçtiği bu köyde güreşe başladı ve daha delikanlılığın eşiğinde iken yaman bir karakucak güreşçisi olarak adını bütün çevreye duyurdu.


    Ankara'da askerliğini yaparken bir arkadaşının ısrarı ile Ankara Güreş Kulübü'ne girdi ve orada minder güreşine başladı. Zehir gibi acı kuvveti ve büyük güreş kabiliyeti ile bu güreşte de kendisini derhal gösterdi. Ancak kendisini pek. tecrübesiz buIan yöneticiler onun Avrupa Şampiyonası'nda ezileceğini düşünerek kadroya almak istemediler.


    Millî Takımın Finlandiyalı antrenörü Onni Pellinen ağırlığını koyarak direnince kendisine millî takımda yer verildi. Böylelikle başarı dolu güreş hayatının ilk millî temasını 1939 Avrupa Şampiyonası sırasında Oslo'da yaptı. Minder güreşindeki olanca acemilik ve millî maç tecrübesizliğine rağmen büyük bir varlık göstererek üç rakibini yendi, bir maçında sayıyla yenik sayılarak Avrupa Şampiyonluğunu kaybetti, ikinci oldu. O zaman, bu bile büyük başarıydı.


    1940 yılında İstanbu1'da yapılan Balkan Oyunları'nda güreş yaşantısının ilk şampiyonluğunu kazandıktan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın araya girmesiyle millî müsabakalardan uzak altı yıllık bir duraklama devresine girilmişti.


    1946 yılında tekrar rakipsiz eleman olarak Millî Güreş Takımımıza girdi. Aynı yıl Stokholm'de yapılan Avrupa Şampiyonası'nda sıtmanın verdiği 40 derecelik hararetle mindere çıkmasına rağmen yaptığı altı güreşi de kazanarak 73 kilonun Avrupa Şampiyonu oldu. 1947 yılında Prag'da yapılan Avrupa Greko-Romen Şampiyonası'nda da Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti.


    İlk kez “Demirperde Bloku”nun katıldığı bu şampiyona enteresan bir mahiyet taşımaktaydı. Zira Sovyet Rusya ve peykleri bir demirperde ülkesinde yapılan bu şampiyonada tam bir ittifak içinde idiler. Yaşar, arkadaşlarına yapılan haksızlıkları gördüğü zaman, şampiyonluğu kazanmak için sadece Rus rakibini değil, demirperde hakem blokunu da yenmesi gerektiğini gayet iyi anlamıştı. Bu azimle girdi güreşlere ve rakiplerini çatır çarır yendikten sonra finalde Rus ile karşı karşıya kaldı. Güreşe fırtına gibi girdi. Rus'u tuttuğu gibi yere vurdu. Oyundan oyuna geçiyordu. Bir ara rakibinin sırtını yere yatırdı. Hakemler görmezlikten geldiler. Sonra bir tuş daha yaptı. O da aynı akıbete uğradı. Koca Yaşar kızmıştı. Olanca gazabı ile atıldı, çift sürer gibi sürdü Rus'u. Daha sonra hırsla rakibini çatır çatır çevirdi. Bir pestil gibi sırt üstü mindere serdi ve rakibinin göğsüne çıkıp oturdu. Teker teker bütün hakemlere baktı. Gözleri öfke ile doruydu. Hani “Bu da tuş değil mi be insafsızlar” der gibiydi. Hakemler istemeye istemeye “Evet” dediler. Tuşu da; şampiyonluğunu da bastıra bastıra kabul ettirmişti koca Yaşar...


    Güreş Dünyasında İsveçlilerin deyimi ile bir “Kara saçlı kuvvet ilahı” olarak parlayan Yaşar Doğu, büyük namını 1948 Olimpiyatları, 1949 Avrupa Şampiyonluğu ile de perçinledi. 1950 yılında Irak ve Pakistan'a yaptığı büyük turnede büyük kuvvet ve güreş bilgisini doğu alemine tanıtmak imkân ve fırsatını da buldu.


    1951 yılında Helsinki'de yapılan Dünya Şampiyonası'nda 87 kiloda Ayyıldızlı mayoyu giydi. Çok çabuk kilo alan, buna karşılık çok zor kilo veren bir bünyeye sahipti. Bu yüzden yıllar ilerledikçe sıkleti de yukseliyordu, Nitekim 67 kilo ile başladığı güreş hayatının son şampiyonluğunu Helsinki'de 87 kiloda kazandı. Böylelikle parlak güreş hayatına bir de dünya şampiyonluğu sıfatını eklemiş oldu.


    Ayyıldızlı mayo altında yaptığı 47 maçın 46'sını kazanan Yaşar, bunların 33'ünde tuş yapmış, 11 maçını ittifakla, 1'ini abandone ile, birini de ekseriyetle kazanmıştır. Galibiyetle sonuçlanan 46 güreşi 690, dakika sürmesi gerekirken; yaptığı tuşlarla bu süreyi 372 dakika 26 saniyeye indirmişti.


    Güreş hayatını kapattıktan sonra Millî Güreş Takımımıza antrenör oldu. 1955 yılında antrenör olarak Millî Takımımızla gittiği İsveç'te ciddi bir kalp krizi geçirdi. Uzun bir tedavi gördü. Doktorlar kendisine iyi bakmasını, yorulup heyecanlanmamasını söylemişlerdi. Fakat bunu yapamadı. İsveç'ten döner dönmez tekrar kendini güreşe verdi ve 8 Ocak 1961'de Ankara'da bir kalp krizi sonucu vefat etti.
    Ben dostlarımı ne kalbimle ,
    Ne de aklımla severim...
    Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
    Ben dostlarımı ruhumla severim...
    O , ne durur... Ne de unutur...


    Axtardim men seni yuxularimda..
    seninle sensiz oldum xeyallarimda..
    ömür yollarimiz ayri olsada...
    bir ömür yasadim bakislarinda...

  8. #98
    CiLqiN-GözDé - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    23.01.2009
    Yaş;
    31
    Mesajlar
    2.509
    Konular
    489
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @CiLqiN-GözDé

    Standart

    Emeqine saglik bilgilendirme için tsk işime cok yaradi
    .






    .




    .






    DoqRuLuquna inanabiLécéqin Ték RoMan,
    Kéndi HayaTınDıR...

  9. #99
    Berhudar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    16.03.2009
    Mesajlar
    200
    Konular
    28
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    582
    @Berhudar

    Standart 100 Ünlü TÜRK ve ATATÜRK Takvimi 2009


    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
    A T A T Ü R K
    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]



    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]


    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]



    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]


    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]



    Mutlu, Hür, ve ATATÜRK'lü günlerde...
    Sevgi ve Saygılarımla berhudar
    İhanet; Sonum olacaksın: Sen başladıgın an ben bitmiş olacağım.
    İteatsiz; Azrailim olacaksın: Sen geldigin an ben gitmiş olacağım.

    berhudar
    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

  10. #100
    SOUTH AZERBAIJAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    01.12.2009
    Mesajlar
    4
    Konular
    1
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    0
    @SOUTH AZERBAIJAN

    Standart

    biz yoxux .

    azerbaycan 6000 ildi türk yurdudu .

    orartolar azerbaycan türküdüler

    sümerler azerbaycan türküdüler . sümerler özlerine kingerli deyirler .
    kingerliler indide azerbaycanda yaşırlar.

    ve iranın güneyinde olan körfezde adı kingerli körfezi .

    bizim tarixden yazın bura azerbalası değil mi ?

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş