http://www.emekforum.net/images/postbit/topright-v.gif Hoş Gelişler Ola Türküsü http://img195.imageshack.us/img195/405/atamb.jpg Azerbaycanlı besteci Mehmet Türkel Bey tarafından, Azerbaycan halkı adına büyük önder Atatürk'e ithaf edilen bu eser, ilk kez 6 Ekim 1924 yılında Atatürk'ün Kars'a geldiği an, Kars tren garında karşılama töreninde okunmuş ve oyun olarak da oynanmıştır. Bu ziyareti haber alan mahalli müzisyenler ve oyuncular bir araya gelerek karşılama töreninde O'na

Bu konu 67502 kez görüntülendi 51 yorum aldı ...
Türkü Hikayeleri ve Yöresel Türküler 67502 Reviews

    Konuyu değerlendir: Türkü Hikayeleri ve Yöresel Türküler

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 67502 kez incelendi.

Sayfa 1 Toplam 6 Sayfadan 123 ... Sonuncu
  1. #1
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Türkü Hikayeleri ve Yöresel Türküler

    Hoş Gelişler Ola Türküsü
    Azerbaycanlı besteci Mehmet Türkel Bey tarafından, Azerbaycan halkı adına büyük önder Atatürk'e ithaf edilen bu eser, ilk kez 6 Ekim 1924 yılında Atatürk'ün Kars'a geldiği an, Kars tren garında karşılama töreninde okunmuş ve oyun olarak da oynanmıştır.

    Bu ziyareti haber alan mahalli müzisyenler ve oyuncular bir araya gelerek karşılama töreninde O'na oynanmak üzere bir oyun hazırlarlar. Bunun üzerine oyunun sözlerini gazeteci Mehmet Türker yazar. Mahalli müzisyen Tağı Bey (Tağı Oşenyüzen)'de bu sözleri şimdiki şekli ile besteler.
    Başta Tağı Bey olmak üzere o dönemin diğer folklorcuları Kars Garında ki karşılama töreninde ilk olarak Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya oynarlar. Paşa duygulanır. Oyunun söz yazarı ve bestecisini ödüllendirir.

    Besteci Tağı Bey müthiş bir geçim sıkıntısı çektiği ve buna fazla dayanamayarak intihar ettiği söylenir. Evinde Ata'nın verdiği 500 liralık çek bulunur. Ata'nın imzası olduğu için yaşadığı onca sıkıntıya rağmen o çeki bozdurmağa kıyamadığı söylenir.
    Bu eserin daha sonra Türkiye'nin her köşesinde sevgiyle benimsenerek okunduğu biliniyor. Muzaffer Sarısözen, Kars yöresi derlemeleri sırasında yöre ekibinden dinleyerek TRT arşivine kazandırmıştır.

    Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa
    Askerin Milletin Bayrağınla Çok Yaşa

    Arş Arş Arş İleri İleri Arş İleri
    Marş İleri Dönmez Geri, Türkün Askeri
    Sağdan Sola, Soldan Sağa
    Al Da Bayrağı Düşman Üstüne

    Cephede Süngüler Ayna Gibi Parlıyor
    Azeri Türkleri Bayrak Açmış Bekliyor

    Arş Arş Arş İleri İleri Arş İleri
    Marş İleri Dönmez Geri, Türkün Askeri
    Sağdan Sola, Soldan Sağa
    Al Da Bayrağı Düşman Üstüne

    Parlayan Yıldızın Alemi Tenvir Eder
    Cumhuriyet Bayrağın Semalar İçre Süzer

    Arş Arş Arş İleri İleri Arş İleri
    Marş İleri Dönmez Geri, Türkün Askeri
    Sağdan Sola, Soldan Sağa
    Al Da Bayrağı Düşman Üstüne

    Kars-Yöre Ekibi-Muzaffer Sarısözen



    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Türkü Hikayeleri ve Yöresel Türküler

          Kategori: Türkçe Şarkı Sözleri

          Konuyu Baslatan: Emine

          Cevaplar: 51

          Görüntüleme: 67502


  2. #2
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Ayran Türküsü ve Hikayesi

    Ayran Türküsü ve Hikayesi


    Gurbet ellerinde eğlendim kaldım
    Güzel cemalini görünce durdum
    Gelin bu ayranı taze mi yaydın
    Hüdanın aşkına doldur ayranı
    Canım ayranı, güzel ayranı
    İyi hoş doldursun ayranı ya, sen kimsin? Köylük yerde bir genç kız her isteyene bir tas ayranı uzatırsa ne olur, adı nereye çıkar? Demezler mi; falancanın kızını gördüm, bir yabancıya tası doldurup ayran verdi. Aralarında bir şey var, elin yabancısına yoksa verir mi ayranı? Hem köyün geleneklerine de ters düşmez mi? Hem de genç bir kız! Yok canım, bu işin içinde bir iş var mutlaka.



    Cemile güzelliği dillere destan bir kız, Aziz köyün yakışıklı gençlerinden. Eh göz görüp gönül de sevince, her şey tamam gerisi büyüklerin bileceği iş Üç-beş emmi dayı; köyün muhtarı imamı, bir de Aziz’in babası varıp istemişler Cemile’yi Kız evi nazevi derler, olacak o kadar naz. Araya bir kaç görüşme daha girer, sonunda iş tamam
    İş tamam da daha askerliğini yapmamış Aziz. Bugün yarın derken, nişanlarının haftası askerlik çağrısı gelmiş. Aman yaman daha yeni nişanlandım hiç olmazsa bir iki ay geçsin dese kimse dinlemez.


    Günü gelince vurmuş sırtına çantasını, dost ahbap helâlleşmiş, varmış Cemile’nin yanına. “Üç yıl çabuk geçer bak. Büyük seli hatırla beş yıl oldu, dün olmuş gibi. Esat emmi öleli dört yıl oldu. Demem şu ki günler tez geçiyor; bir göz açıp kapayınca burdayım gönlünü ferah tut” demiş. Bekleyeceklerine söz verip ayrılmış Cemile ile Aziz.
    Kara trenin düdüğü ile ilk kez köyünden ayrılmış Aziz. Sık sık mektup yazmış köyüne, içindekileri dökmüş mektuplarına. Anasına babasına, dolaylı olarak da nişanlısına selamlarını, özlemlerini iletmiş.

    Aziz askerdeyken, kötü bir haber yayılmış asker ocağına; “Uzakdoğu’da savaş patlamış, bizi de savaşa çağırıyorlarmış”. Kimi “Yok canım yalan söylüyorlar dünyanın bir ucundaki kavgadan bize ne” dese de, “Bizim sözümüz varmış, onlar savaşa girerse biz yardım edeceğiz, biz girersek onlar yardıma gelecekmiş. NATO mu, ne diyorlar işte onun için” diyormuş kimileri.
    Derken Aziz’in kura günü gelip çatmış. Adı cepheye gidecekler arasındaymış. Bir yandan üzülür ölürse yaban ellerde ölecek, hem ne için savaştığını da bilmeyecek. “Yurduma düşman saldırmadı, arıma, namusuma dil uzatan olmadı peki bu savaştan bize ne” der “Acep oraların havası nasıl olur, kaç gün de gidilir” diye kendi kendine düşünür durur. Çok geçmeden de cephede bulur kendini. Gecesi gündüzü yok savaşın . Aziz gününü ayını şaşırıyor, tek amacı ölmemek ve bir an önce Cemile’sine kavuşmak.

    Demokrat Partinin “Altın çağı” denilen bu dönem 1947 de ki yabancı sermayeyi teşvik kanunu 1951 de sermaye bölüşümünü daha da kolaylaştırıcı doğrultuda yapılan değişiklik ve Kore savaşına bir tugay asker göndermesiydi. ABD’nin isteği ve NATO’ya üye olmak için Tuğgeneral Tahsin Yazıcı emrinde 5 bin asker Kore’ye gönderilmişti. Türkiye savaşı standart 5 bin kişiyle sürdüreceğine söz verdiği için eksilmeler oldukça asker göndermeye devam etmiş ve savaşın Türkiye’ye faturası 717 ölü 5247 yaralı 229 esir 167 kayıp olmuştu. Bu da ABD’den sonra en fazla kayıp veren ülkenin Türkiye olduğunun göstergesiydi.

    Her taraftan ateş yağmakta tam bir cehennem misâli. Bu arada şarapnel parçalarından biri de gelip Aziz’i buluyor ki, hem de yapayalnız. Düştüğü yerde kalıyor. Aziz eli yüzü paramparça esir kampına götürülür. Canı kurtuluyor kurtulmasına ya Aziz eski Aziz değildir artık. Radyo bültenlerinde kayıp listeleri okunur, birliğine gelemeyenler arasında Aziz’in de adı vardır. Cemile vurulmuşa döner. Herkes birbirini avutmaya çalışsa da Aziz’in artık dönmeyeceğine çünkü onun öldüğüne inanırlar. Ama Cemile hiç ümidini kesmemiştir.
    “Aziz ölmedi, ölse künyesi bulunurdu” diye diye aradan yıllar geçer ve tek bir haber çıkmamıştır Aziz’den


    Günlerden bir gün Cemile çeşme başında yayığı almış önüne ayran yapıyormuş. Başını kaldırdığında bir atlının yoldan sapıp çeşmeye doğru geldiğini görmüş. Cemile kafasını önüne eğip göz ucuyla da yabancıya bakmış. Yüzü gözü yara bere içinde olan yabancı Cemile’den bir tas ayran istemiş. Cemile de yabancıyı terslemiş, çünkü yabancı ayranı sözle değil türkü çağırarak istemiş. Cemile de ayran vermek istemediğini yine türkü ile yanıtlamış. Karşılıklı türkü düeti başlamış.
    Türkünün sonunda yabancının Aziz olduğunu anlamış Cemile. Anlıyor da ayran yayığını bir yana, bakracı bir yana atıp boynuna sarılmış Aziz’in.

    İki sevgilinin kavuştuğu bu türkünün sözlerine bakalım.
    Uzak yollardan da kıvrandım geldim
    Tatlı dillerine eğlendim kaldım
    Gelin bu ayranı tazemi yaydın
    Hüda’nın aşkına doldur ayranı


    Uzak yolların vefası mısın
    Ak alnımın da sen cefası mısın
    Yaydığım ayranın kahyası mısın
    Anamdan habersiz vermem ayranı


    Bunca yıldır gurbet elde dururum
    Çeker silahımı seni vururum
    Ya ayranı alırım ya da ölürüm
    Gel kız kerem eyle doldur ayranı


    Ayranı atlarıma yüklerim
    Götürür de dağ başına dökerim
    Gurbet elde yârim vardır beklerim
    Ondan başkasına vermem ayranı


    O nedir ki yer altında paslanmaz
    O nedir ki suya düşer ıslanmaz
    O nedir ki etin kessen seslenmez
    Ya bunun cevabın ya da ayranın


    O altındır yer altında paslanmaz
    O güneştir su altında ıslanmaz
    O ölüdür etin kessen seslenmez
    Bilirim bunları vermem ayranı



    Tepsiye koydum da binliği tozu
    Ortadan kaldırdık hele Aziz’i
    Bir kaşık ayranı ver hala kızı
    Hüda’ nın aşkına doldur ayranı


    Tepsiye koydum binliği tozu
    Ortadan kaldırdım hele Aziz’i
    Sana feda ettim iki ala gözü
    Getir kabını da doldur ayranı.



    Kaynak:
    Yaşar Özürküt


    Not: Türkünün hikayesi ile Videoda anlatılan az farklı nedense.

  3. #3
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Ordu'nun Dereleri Türküsü'nün Hikayesi





    Ordu'nun Dereleri Türküsü'nün Hikayesi
    Bir tarih zengin bir uşak maddi durumu onun ki kadar iyi olmayan bir genç kıza aşık olur. Tabi kızda bu uşağa aşık olur. Bunlar birbirlerine sevdalanırlar lakin kız ile oğlanı birbirlerine kavuşmalarını istemeyen insanlar vardır.

    Kız artık o kadar sevda acısı çeker ki ve der ki ;

    Ordu'nun dereleri
    Aksa yukarı aksa
    Vermem seni ellere
    Ordu üstüme kalksa

    Burda derenin ters akması doğal bir kanuna aykırı olacağından bu aykırılık olsa dahi senden vazgeçmiyeceğim ve tüm Ordu üstüme gelse yine seni seveceğim anlamı çıkmaktadır.

    Tabi kız ile oğlanı ayırmak için oğlana kız hakkında yalan yanlış şeyler söylenmektedir,bu sebeble kız ;

    Oy Mehmedim Memedim
    Sana küstüm demedim
    Beni sana geçmişler
    Vallahi ben demedim.

    Ordu şivesine göre geçmek sözcüğü şikayet etmek anlamına da gelir.





  4. #4
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Gayri Dayanamam Ben Bu Hasrete

    Gayri Dayanamam Ben Bu Hasrete

    (Bedia Akartürk'ün Yorumuyla)



    Ressam: Mehmet Ruhi Arel - Tablo Adı: Uyuyan Anne ve Çocuklar (1922)




    Hüseyin Emre ile bir hayat kadının acıklı öyküdür..

    Hüseyin, Çorum'un Alaca ilçesinde varlıklı bir ailenin oğludur. Nermin ile Çorum'da kırk gün kırk gece süren bir düğünle evlenmişlerdir.
    Fakat, Hüseyin genelevde çalışan bir hayat kadınına sevdalıdır.

    Hüseyin'in bu sevdadan asla vazgeçmemektedir. Hüseyin'nin ailesi bu sevdadan haberleri olur. Baskı ve şiddetle hayat kadınını Çorum'dan uzaklaştırırlar..
    Ve hayat kadını bu hasrete dayanamaz. Hüseyin'e bir şiir yazarak intihar eder..
    Hüseyin bu acıya dayanamaz ve kendini alkole verir. Hapishaneye düşer.. Görkemli, varlıklı hayat bir anda bitiverir. Çorum'dan Ankara'ya göç eder.. Ve oğlu tarafından öldürülür..
    Gayrı dayanamam ben bu hasrete
    Ya beni de götür ya sen de gitme
    Ateş-i aşkınla yakma çıramı
    Ya beni de götür ya sen de gitme
    Sen gidersen kendim berdar ederim
    Bülbül gül dalına konmaz n'iderim
    Elif kaddim büker kement ederim
    Ya beni de götür ya sen de gitme
    Yar sineme vurdun kızgın dağları
    Viran koydun mor sümbüllü bağları
    Hüseyin'im geçiyor gençlik çağları
    Ya beni de götür ya sen de gitme


  5. #5
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart İki Keklik Türküsü

    İki Keklik Türküsü
    (Orhan Hakalmaz'ın Yorumuyla)












    Türkünün Hikayesi



    Balıkesir'e bağlı Edremit ilçesinin, Güre köyünün halkından kahveci Mehmet Şevket Efendinin karısı şöhret hanım tarafından oğluna yazılmış bir türküdür.

    Şöhret hanım, zamanın zenginlerinden olduğu için zeytin toplamaya giderken cam topuklu ve rugan ayakkabılar giyermiş, elbiseleri de oldukça güzel ve diğer köylülerden farklıymış, oğulları Zekeriya Sarıkamış'a Enver Paşa komutasında askerliğini yapmaya gitmiştir. Bu sırada ortam karlı olduğu için yol almak amaçlı karları teperlermiş.

    Zekeriya, kar teperlerken kar kuyusuna düşüp şehit olmuştur. Şöhret hanımda ovada kekliklerle söyleşirken bu kötü haberi almıştır.

    Keklikler öterken şöhret hanımda oğlunun acısı ile bu türküyü yazmıştır.





    Türkü'nün Sözleri

    İki keklik bir kayada ötüyor
    Ötmede keklik derdim bana yetiyor
    Aman aman yetiyor
    Annesine karada haber gidiyor




    Yazması onaylı kundurası boyalı
    Yar benim aman aman yar benim
    Uzunda geceler yar boynuma
    Sar benim aman aman sar benim



    İki keklik bir dereden su içer
    Dertlide keklik dertsizlere dert açar
    Aman aman dert açar
    Buna yanık sevda derler tez gecer



    Yazması onaylı kundurası boyalı
    Yar benim aman aman yar benim
    Uzunda geceler yar boynuma
    Yar benim aman aman yar benim

  6. #6
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Huma Kuşu Yükseklerden Seslenir" Türküsünün Hikayesi , Mükerrem Kemertaş











    Huma kuşu adlı Erzurum yöremize ait olan uzun havamızın diğer türkülerde olduğu gibi bir hikâyesi mevcuttur. Kendini Erzurum’a adamış büyüklerimizden bizlere kalan bilgiler neticesinde hikâyemiz şöyledir.

    Seferberlik ilan edilmiş ülkedeki tüm gençler okuyan okumayan tümü askere çağrılmıştır. Erzurum’un Ilıca nahiyesine bağlı Tikkir (Çiğdemli) köyünde Mustafa ve Gülbahar'ın dillere destan aşklarını bilmeyen yoktur. Evlenmelerine izin verilir ve evlenirler. Mustafa askere alınır. Gülbahar’ın iki gözü iki çeşmedir ama yapacak bir şey yoktur. Vatan savunmasıdır. Mustafa gitmiştir ve Gülbahar her sabah kalktığında bahçeye çıkar yavuklusunun yoluna uzun uzun bakarak geleceği günü bekler. Bekler ama ne gelen var nede haber. Gülbahar’ın bu durumu kaynanasını ve kayınbabasını çok üzmektedir. Gelin her geçen gün eriyip gitmektedir.






    Mustafa’dan yıllarca haber gelmez. Ev halkı artık umutlarını kesmek üzeredir. Kayınbabası gelinin her sabah yavuklusunun yolunu gözlemesini uçan kuşlardan haber istemesine o kadar üzülür ki bu ağıtı yakar. Huma kuşuna bir cennet kuşu da denir. Çok yükseklerde uçar ve bu uçuşu günlerce sürer adeta bir haberci kuşu gibidir.Mustafa’yı da Huma kuşuna benzeterek ve yine Huma kuşunun çok yüksekte uçması haberci bir kuş olmasına atıf ederek başlar söylemeye. Gülbaharın ağlaya ağlaya göz pınarları kurumuştur.






    Kayınbabası bakın nasıl söylemiş.


    Huma Kuşu Yükseklerden Seslenir
    Yar Koynunda Bir Çift Suna Beslenir
    Sen Ağlama Kirpiklerin Islanır
    Ben Ağlim ki Belki Gönül Uslanır

    Sen Bağ Olki Ben Bahçende Gül Olim
    Layık mıdır Yanim Yanim Kül Olim
    Sen Bey Olki Ben Kapında Kul Olim
    Koy Desinler Buda Bunun Kuludur,













    Huma Kuşu türküsü Mükerrem Kemertaş'ın yorumuyla efsaneleşmiştir..

  7. #7
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Mican (Kahve Koydum Fincana) Türküsünün Hikayesi



    Mican (Kahve Koydum Fincana) Türküsünün Hikayesi
    Micaoğlu Hüseyin, 1864 yılında Giresun'un Keşap Nahiyesi'ne bağlı Engüz (bugünkü resmi adı Dokuztepe) Köyü'nde doğmuştur. Medrese tahsili vardır. Askerlik çağında köyünden birisinin ölümüne sebep olunca dağa çıkmış ve ömrünün sonuna kadar zaptiyenin eline geçmeden dağlarda barınmıştır.

    Hakkındaki söylentilere göre dağlarda barındığı yıllarda eşkiyalık yapmış, ama Köroğlu gibi hep zalimin karşısında, mazlumun yanında olmuş, zenginden alıp fakire vermiştir. Dereli'nin îkisu mevkiinde, Kel Seyit tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüştür. Olümünden sonra bölge halkı adına aşağıdaki türküyü yakmıştır.




    Mican Türküsü
    Kahve koydum fincana
    Hele bakın Mican'a
    Kör olası Kel Seyit
    Nasıl kıydın bu cana?

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım.

    Mican sen öleceksin
    Kabire gireceksin
    Dokuz tahta altında
    Ne cevap vereceksin

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım

    Mican'ımın martini
    Dolar dolar boşanır
    Kel Seyit'in gelinleri
    Giyinir de kuşanır

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım.

    Martininim pulları
    Gece kestim yolları
    Aslan Mican geliyor
    Saymaz karakolları.

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım.

    Esbiye'nin pirinci
    Ayvasılın turuncu
    Agaların içinde
    Micanoğlu birinci

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım

    Ayvasıl burun burun
    Agalar geri durun
    Micanoğlu geliyor
    Altına iskemi gurun

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım

    Galiser* yolu taşlık
    Eskidi zıpka başlık
    Gotkile** hiç durmuyor
    Hergün istiyor harçlık

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım

    Giresine ev yaptım
    Galiseri ben yaktım
    Zenginin parasıyla
    Fukarayı donattım

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım

    Karanfilim saksıda
    Bir yar sevdim Aksu'da
    Mevlam bizi kavuştur
    Akşam ilen yatsıda

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım

    Karagöl Obası'nda
    Su içitim kana kana
    Mican'ın agaları
    Ağlıyor yana yana

    Oy benim canım, Mican'ım
    Dünyalarda bir canım


  8. #8
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Ne Ağlarsın Benim Zülf-ü Siyahım~

    Ne Ağlarsın Benim Zülf-ü Siyahım~






    • Türkü kadar hikayesi de hüzün yüklü.





    • Erkan Mumcu anlatıyor:

    "Hayatımın en enteresan hikayelerinden bir tanesidir. Üniversite birinci sınıf öğrencisiydim. Eniştemin evinde kalıyorum. 12 Eylül'ün en ateşli zamanları. Apartmanda da Perran Kutman'ın babası Rıdvan Amca oturuyor. En beyefendi insanlardan bir tanesiydi. Rıdvan Amca müziğe merakımı bildiği için beni Aşık Daimi'yle tanıştırdı. Bir gün karşıdaki mobilya atölyesinin kepenklerine bir pankart asıldı. "Kazım'ın intikamını alacak" gibi bir şeydi. Jandarmalar gelip, sokağı kapattılar. Pankartı alıp götürdüler. Sonraki bir akşam rahmetli Aşık Daimi, Rıdvan Amca, eniştem ve ben Fatih'te bir lokantaya gittik. Orada kafa çekecekler. Lokantaya Arif Sağ geldi, Aşık Daimi'ye hürmet gösterdi. Birden Daimi'nin "ne ağlarsın benim zülfi siyahım, bu da gelir bu da geçer ağlama" türküsü çalınmaya başladı. Masada buz gibi bir hava esti. Herkes sustu. O gün pankarta adı yazılan Kazım, Daimi'nin oğluymuş ve çatışmada öldürülmüş. Bu türküyü de oğlunun ölümünden sonra eşine yazmış. Hala dinlerken tüylerim diken diken olur."









    Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım

    Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım,
    Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.
    Göklere Erişti Figânım Ahım,
    Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.

    Bir Gülün Çevresi Dikendir Hardır,
    Bülbül Har Elinde Ah İle Zardır.
    Ne Olsa Da Kışın Sonu Bahardır,
    Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.

    Daimi'yem Her Can Ermez Bu Sırra,
    Gerçek Aşık Olan Erer O Nûra.
    Yusuf Sabır İle Vardı Mısır’a,
    Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.


  9. #9
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Kırmızı Gül Demet Demet

    Kırmızı Gül Demet Demet

    (Yavuz Bingöl'ün Yorumuyla)



    "Yavrum" diyorsun... "Nenni" diyorsun... "Gitti gelmez" diyorsun... Yoksa bir ananın balasına, yavrusuna çağrısı mı bu? Şol Revan'da kalan balası üstüne mi söylenmiş?






    Ressam: Ahmet Münip (1874 - 1 909)





    Balaya, yavruya yakılan ağıdın öyküsü

    Nenni ya! Nenni ki nenni!. Yavrum nenni! Bir demet kırmızı gülle gelen nenni!. Nasıl oluyor derseniz, türkünün dilini açmak gerek...

    Varıp sormak gerek türküye : "Ey türkü nedir bu demet demet kırmızı gül ve de nenni!. Yavrum nenni... Balam, nenni". Bu demet demet gül hem de kırmızısından, sevgiliye duygu mu taşıyor? Neden kırmızı gül de kır papatyaları değil? Şöyle sarılı beyazlı, düz sarılı, öküz gözü gibi, kırdan toplanmış papatyalar değil de, demet demet kırmızı gül? Onların sevgi dili yok mu?. Onlar duygu simgesi gül kat... Ama bir tek!. Benim tek gülümsün, gönlümdeki yerin kır çiçekleri kadar engin, kır çiçekleri kadar zengin ve doğal, demiş olmazmısın? Ama senden iyisini bilecek değiliz ya!. Kırmızı gülü seçmişsin sen. Hem de demet demet...

    Ha bir de "balam" meselesi var! Yavrum diyorsun... "Nenni" diyorsun "Gitti gelmez" diyorsun. Yoksa bir ananın balasına, yavrusuna çağrısı mı bu? Şol Revan'da kalan balası üstüne mi söylenmiş?. Revan, bugünkü adıyla Erivan, yani günümüzde Ermenistan'ın başkenti... Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük olasılıkla 17. yüzyıl sonrası... Neden derseniz, Revan Osmanlının önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş. Yıl 1635. Dördüncü Murat ikiyüzellibin kişilik bir orduyla Revan seferini düzenlemiş. Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda, Revan yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal götürüp, mal getirmişler...

    Memet de gidip gelen kervancılardan birisi... Anasının da tek "balası"... Tek oğlu!. Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar... Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp, Revan'da satıyor Memet... Memet de Memet hani... Karayağız bir delikanlı... Taşı tutsa, suyunu çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı var Memet'in. Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına.. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti... Sevgi saygı simgesi. Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana... Onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor... Hele Memet kervandaysa. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın. Rüyaları hep Memet üstüne...

    Revan yollarını düşlüyor hep. Kimi zaman kara saplanmış görüyor kervanı. Kanter içinde uyanıyor. Hayra yormaya çalışıyor. Kimi geceler de toza dumana katılmış kervanın, atının eşeğinin devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu düşlüyor. Bir hortum, yutuyor kervanı. Koca kervan döne döne göğe çekiliyor. Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kalıyor. Memet'i arıyor gözleri. Kara yağız, kaytan bıyık Memet, ellerini uzatıyor anasına. "Tut ellerimi" diyor. Ama ne gezer. Anasının elleri boşlukta kalıyor. Sözün kısası günü gelip de kervan Revan'dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor.

    Bazen kışın yola saldığı oğlu yazın dönüyor .Bazen de tersi oluyor. Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi yavuklusunu karşılıyor. Kimi analar da oğlunu. Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler. Yemen seferinden döner gibi. Gerçi savaş dönüşü değil ama; hastalığı sağlığı var... Karı var, ayazı var!. Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi. Kusma, iltihap, baş dönmesi. En sonunda da sayıklama. Artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı. En erken üç gün. En geç yedi gün içinde başlıyor sayıklama... Kurduğu tüm dünya yok oluyor bir anda insanın. Sevgiliye özlem, alınan armağanlar. Söylenecek güzel sözler.

    "Sensiz olamam. Sen benim her şeyimsin. Güne seninle başlıyorum. Seninle bitiyor gecem. Zaman yitirmemek gerek demiştin. Oysa günler su gibi geçti. Ne bir ses; ne bir nefes. Düşlerdeki yerin hariç. Oysa seninle her şeye yeniden başlayacaktık. Öyle demiştik. "Yaşam o kadar kısa ki; hiç zaman yitirmek istemiyorum seninle olmak için". Bunları sen söylemiştin. Sıcaklığın avuçlarımdaydı. Kuytu bir sokak arası mıydı?. Yoksa aşıklar yoluna girişte miydi?

    Bir tek gözlerin kalmış belleğimde. Bir de kuşların bitmeyen şakımaları. Ne de güzel batmıştı güneş. Alaca ışığın, alaca karanlığa dönüştüğü an. Akşam güneşinin, yavaş yavaş yok oluşu muydu güzel olan?. Yoksa alaca ışığın, alaca mutluluğa dönüştüğü an mıydı en güzeli. Bahar mı kokuyordu saçların. Yoksa gerçekten bahar günleri miydi? İşte böyle sevgili. Ben şimdi senden uzak. Seni sayıklıyorum. Ellerini tutabilsem yeniden. Yüzüme dokunsa saç tellerin. Ama ne gezer!. Kuytulardan kaybolmayı severim demiştin. Aniden yok oluyorsun düşlerimden. Ellerim boşta kalıyor. Hem anamın hıçkırığı niye. Uzattığım ellerimi tutsa ya! Ateşler içindeyim. Bildiğim türküleri mırıldanıyorum; yokluğunuzda."
    Gurbet elde baş yastığa gelende,
    Gayet yaman olur işi garibin,
    Gelen olmaz giden olmaz yanına,
    Bir çalıdır mezar taşı garibin.

    Bir çalının dibine gömüyorlar Memet'i. Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasına özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü. Kara toprak alıyor bağrına. Gençmiş... Sevenleri varmış... Anası yavuklusu yol gözlüyormuş. Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. Memet'i de Revan'da vebayla yakalıyor. Sayıklaya sayıklaya gidiyor Memet. Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!. Artık bir çalıdır mezar taşı Memet'in!. Bir tek Memet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan'da. Kalanlar perişan. Utangaç. Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki... Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi... Ağır ağır Erzurum'a giriyor kervan. Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler... Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş.

    Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor. Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor. "Oğlum Memet'im nerede. Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı". Sen sen ol da gel yanıtla. "İlkin kusma başladı. Sonra da bir ateş. En son sayıklama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi gün dayandı Memet. Sonra... Sonra bir çalının dibine gömdük onu". Gel de söyle bunu. Söyleyebil!. Hem de anasına... O ana deli olup dağlara düşmez mi?. Avuçlarını göğe açıp ol tabipten medet dilemez mi?. Kırmızı gülden merhemlik istemez mi?. Karayağızın güzeli oğlunu, canından parçayı alıp götüren ölüme, ilenmez mi?

    Ölümün hepsi kötü. Ana, baba, anneanne, dede. Hepsi kötü. Dün var olan... Soluyan, nefes alan; nefes veren. Bir anda yok artık. Yerinde yeller esiyor. Şekli şemali, son sözleri, yavaş yavaş yok oluyor. Belleklerden siliniyor. Yaşlı ölümü neyse ne! "Öldü de kurtuldu" diyor insan. Ya gencecik ölümler. Muradı gözünde gidenler. Anadır, alıyor veriyor, veriyor alıyor. Oluru yok. Diline kırmızı gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde türküsü. Gönlünde oğlunun hayali. Deli olup dağlara düşüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde "Kırmızı gül demet demet. Sevda değil bir alamet Şol Revan'da balam kaldı. Yavrum kaldı"... diye diye haykırdığını söylediler.





    Kırmızı Gül Demet Demet

    Kırmızı gül demet demet
    Sevda değil, bir alamet
    Balam nenni, yavrum nenni,
    Gitti, gelmez ol muhannes *,
    Şol Revan'da balam kaldı,
    Yavrum kaldı,
    Balam nenni,


    Kırmızı gül her dem olmaz,
    Yaralara merhem olmaz
    Balam nenni,
    Yavrum nenni,


    Ol tabipten derman gelmez
    Şol Revan ' da balam kaldı,
    Yavrum kaldı,
    Balam nenni.


    Kırmızı gülün hazanı,
    Ağaçlar döker gazalı,
    Karayağızın güzeli
    Şol Revan ' da balam kaldı,
    Yavrum kaldı.

    *Alçak, korkak, namert





  10. #10
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart Erim Erim Eriyesin Türküsünün Hikayesi





    Erim Erim Eriyesin Türküsünün Hikayesi


    1971 yılında askeri darbe sonucu Süleyman Demirel hükümeti devrilmiş, Nihat Erim başkanlığında bir hükümet kurulmuştu. Bu hükümet sol kesime karşı şiddetli baskı uyguluyordu.

    Buna Deniz Gezmiş ve Arkadaşlarının asılması da eklenince Mahzuni'yi çok derinden yaralamış olan bu haksız infazları protesto için, "Erim Erim Eriyesin" türküsünü patlatır.

    Ne demek o zaman başbakana böyle türkü yakmak. Hemen tutuklanır ve 10.5 ay cezaya çarptırılır.

    Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasını protesto için, "Erim Erim eriyesin" diye bir Türküden yargılanırken, Mahkeme Baskanı, "Erim'in plağının çalınmasını" istedi. Olayın ilginç yanına bak!

    Bütün heyet, gazeteciler ve dinleyiciler herkes orada. Plağı koydular. Hakim, yargılamayı unutmuş, kalemi almış eline tempo tutuyor! Ben de güldüm tabii bu duruma. Gülünce hakim beni azarladı. Savcı da ona katıldı.

    "Bak, mahkemeyle alay ediyor, gülüyor" dedi. Siz olsanız nasıl gülmezsiniz?

    O zaman rahmetli Başbakan Nihat Erim'in ifadesi geldi.

    - "Bir halk ozanı, Başbakan'ı sevmek mecburiyetinde değildir" gibi bir ifadede bulunuyordu. Erim şikayetçi olsaydı 4 yıl yerdim, şikayetçi olmadığı için 10.5 ay yattım.

    Aşık Mahsuni Şerif



    Köşkün sarayın yıkılsın
    Erim erim eriyesin
    Umudun suya dökülsün
    Erim erim eriyesin
    Çölden çöle sürünesin


    Musa isen Turi Sinan
    Hakktan gelmiş idi İnan
    Yesin seni yılan çayan
    Erim erim eriyesin
    Sürüm sürüm sürünesin

    Aslan pençesi vurulsun
    Çayın denize kurusun
    Gözlerin yansın çürüsün
    Erim erim eriyesin
    Sürüm sürüm sürünesin

    Mahzuni' yi severidin
    O'na sevgilim deridin
    Candan başka ne yeridin
    Erim erim eriyesin
    Sürüm sürüm sürünesin

    Aşık Mahsuni Şerif

Sayfa 1 Toplam 6 Sayfadan 123 ... Sonuncu

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş