Nehc’ul Belağa’yı Tanıyalım ( Dr. Seyyid Cevad Mustafavi ) Nehc’ul Belağa Hz. Ali (a.s)’ın kısa hilafeti döneminde buyurmuş olduğu 239 hutbe, 79 mektup ve 480 hikmetli kısa sözden oluşan bir kitaptır. Seyyid Razi adıyla meşhur olan ve büyük Şii alimlerinden biri sayılan Muhammed b. Hasan Musevi (359-406) söz konusu hutbe, mektup ve kısa sözleri biraraya toplayarak değerli bir eser oluşturmuş ve bu eseri Nehc’ul Belağa olarak adlandırmıştır. O bu değerli kitabı H. 400 yı*lında kaleme

Bu konu 5095 kez görüntülendi 3 yorum aldı ...
Nehc’ul Belağa’yı Tanıyalım 5095 Reviews

    Konuyu değerlendir: Nehc’ul Belağa’yı Tanıyalım

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 5095 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1048
    @Dygsuz

    Standart Nehc’ul Belağa’yı Tanıyalım


    Nehc’ul Belağa’yı Tanıyalım ( Dr. Seyyid Cevad Mustafavi )


    Nehc’ul Belağa Hz. Ali (a.s)’ın kısa hilafeti döneminde buyurmuş olduğu 239 hutbe, 79 mektup ve 480 hikmetli kısa sözden oluşan bir kitaptır. Seyyid Razi[1] adıyla meşhur olan ve büyük Şii alimlerinden biri sayılan Muhammed b. Hasan Musevi (359-406) söz konusu hutbe, mektup ve kısa sözleri biraraya toplayarak değerli bir eser oluşturmuş ve bu eseri Nehc’ul Belağa olarak adlandırmıştır. O bu değerli kitabı H. 400 yı*lında kaleme almıştır. Nehc’ül-Belağa yazarı Seyyid Razi, bu eseri oluşturma hedefi hususunda kitabın ön*sözünde şöyle demektedir: “Ömrümün baharındayken ve ömür dalım henüz ta*zeyken İmamların (a.s) özellikleri ve hususiyetleri hak*kında bir kitap yazmaya başladım. (Hasais’ul Eimme kitabı) Bu kitapta o zatların güzel ve değerli sözleri vardı. Elbette bu kitabın başında da belirttiğim gibi bu işe belli bir hedef ve niyetle giriş*tim. Ama Hz. Ali’nin özgün hususiyetlerini yazdıktan sonra bu kitabı devam ettirmeyecek bölümlere ve kısımlara ayırdım. Son bölümünde uzun hutbeler ye*rine, öğütlerini hikmetlerini, örneklemelerini ve kısa edebi sözlerini bir araya topladım.

    Bazı dostlarım bu kitabı okuyunca çok beğenip öv*dü*ler, fesahat ve belagatı ile eşsizlik ve özgünlüğüne hayran oldular. Bu nedenle benden Hz. Ali (a.s)’ın çeşitli dallarda ve konulardaki öğüt, yazı, hutbe ve hik*metli sözlerini toplayarak derlememi istediler. Onlar Hz. Ali (a.s)’ın bu sözleri*nin fesahat ve belagatını, Arapça’nın incileri, dini-dün*yevi sözlerin nuru olduğunu çok iyi biliyorlardı; çünkü böylesi özellikler hiçbir beşeri söz ve kitapta bir araya gelmemiştir. Hz. Ali, fesahatin kapısı, belagatın temeli ko*numundadır. Fesahat ve belagatın gizlilikleri onun sözle*rinde tecelli etmiş ve onunla bir düzene girmiştir. Her ha*tip onun örneklendirmelerini almış, her vaiz onun sözle*rinden yararlanmıştır. Buna rağmen o herkesten iler*dedir ve onlar Hz. Ali’den geri kalmışlardır. Zira onun sözlerinde ilahi ilmin izi ve Peygamberin kokusu vardır. Ben de bu isteklerine icabet ettim ve telif ettiğim bu eserin adını da Nehc’ul-Belağa koydum.”[2]

    Nehc’ül-Belağa kitabı 1000 yıl boyunca sürekli ilim, edep ve ilahi öğretiler semasında nurlu bir güneş gibi parlamış; ışık saçmış; İngilizce, Fransızca, Almanca, Farsça, Orduca ve Türkçe dillerine tercüme edilip, basıl*mıştır. İslam bilginleri bu kitap için sayısız şerhler, talika*ler, lügat açıklamaları, lafız beyanları, seçmeler, özetler, Nehc’ül Belağa’da gezintiler ve Nehc’ül Belağa’dan dersler adı altında sayısız kitaplar kaleme al*mışlardır.

    “Merhum Muhaddis Nuri, Seyyit Razi’nin Hesais’ul Eimme” bir nüshasının Şeyh Hadi Al-i Kaşif’ul Gıta kütüphanesinde ve bir nüshasının da Hindistan Rambor kütüphanesinde bulunduğunu söylemiştir. Aynı zamanda H. 1369 yı*lında da Necef-i Eşref’te de basılmıştır.[3]

    Yazıldığı ilk yıllarda bir kitap hakkında doğru dürüst bir hüküm vermek mümkün değildir. Şahsi sevgi ve kinler, aceleden kaynaklanan hükümler, zayıf ve güçlü noktaların gizli kalması ve benzeri sebepler kitabın gerçeğinin gizli kalmasına veya değişik gösterilmesine sebep olabi*lir. Ama bin yıldır bilginlerin fikirlerini üzerinde yoğunlaştırdıkları, ince görüşlü dü*şünürlerin bilgisine ve basiretli insanların görüşüne su*nulan bir kitapta bu tür ihtimaller düşünülemez. Bütün bunlara rağmen bir kitap, değerini korumuş ve dikkatleri kendi üzerinde odaklandırmışsa bu o kitabın önem ve yüksek değerini gösterir.

    Bilginlerin İtirafları

    Farklı İslam mezheplerinden bir çok edebiyatçı ve ilim erbabı kimseler Nehc’ul Belağa kitabını çok dakik bir şe*kilde incelemiş, hakkında değişik görüşler belirtmişlerdir. Araştırmalarının sonunda kısaca şu itiraflarda bulunmuş*lardır:

    1- İbn-i Ebil Hadid şöyle demektedir: “Nehc’ul Belağa’nın bir tek satırı İbn-i Nubate’nin bin satırına be*deldir. Oysa İbn-i Nubate bilginlerin ortak görüşü esa*sınca kendi asrının yegane hatibi ve usta konuşmacısıydı.”[4]

    2- Dr. Zeki Mübarek ise şöyle diyor: “Başka çaresi yok, açık bir şekilde itiraf etmeliyiz ki Nehc’ul Belağa muteber bir kaynağa sahiptir. Aksi taktirde Şiilerin yeryüzünde belagat ve fe*sahat şaheseri sözler söylemekte, insanların en üstünü olduğunu söylememiz gerekir.”[5]

    3- Alusi ise şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib’in hutbele*rini içeren Nehc’ul Belağa, ilahi kelam nurunun bir ışığı*dır ve nebevi mantık fesahati ile parlayan bir güneştir.”[6]

    4- Üstat Halil Hindavi şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa gibi farklı bölümlerinin, bir tek üslupla ve bir kişi tarafından yazılan bir başka kitap göremiyorum. Bu yüzden önemle vurguluyor ve tekrar ediyorum ki Nehc’ul Belağa bir tek şahıstan ortaya çıkmış ve ona bir tek nefes üflenmiştir.”[7]

    5- Mersefi ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa Kur’an’ın fesahat, mucize, hidayet, ilim ve hikmet nuru için canlı bir örnektir. Bu kitap deha sahibi bilginlerin, seçkin filo*zofların ve büyük hikmet sahibi kimselerin kitapla*rında görülmeyen nurlu öğütler, siyasi kanunlar ve yüce hik*metlerle doludur.”[8]

    6- Yazıcı ise şöyle söylemektedir: “Eğer ilim, edep ve yazı açısından rakiplerine üstün gelmek istiyorsan Kur’an ve Nehc’ul Belağa’yı ezberlemen gerekir.”[9]

    7- Alusi-i Bağdadi ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa, Müminlerin emiri Hz.Ali (a.s)’ın hutbelerini içermekte olup, yaratıkların sözünün üstünde ve Allah’ın sözünün altında bir kitaptır. Mucize derecesine çok yakın, haki*kat ve mecaz yollarını ortaya koyan bir eserdir.”[10]

    8- İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: “Fesahat ve belagat öğrenmek ve sözlerin üstünlüğünü bilmek isteyenler, Nehc’ul Belağa’daki hutbeler üzerinde düşünmelidir. Zira Allah ve Resulünün sözü dışında hangi sözle mukayese edilirse edilsin karanlık bir taş karşısında parlak bir yıldız gibi durmaktadır. Ayrıca bu kitaptaki aydınlığı, nuraniyeti ve azameti görmeli; nasıl bir korku ve dehşet yarattığını algılamalıdır. Allah bu kitabın konuşmacısını (Hz. Ali’yi) en hayırlı mükafatlarla mükafatlandırsın. Hz. Ali bazen kılıcıyla İslam’ı savunmuş, bazen de dili, beyanı, fikri ve kalbiyle İslam düşmanlarının karşısında durmuştur. Cihat hususunda o, mücahitlerin efendisi, nasihatte vaaz edenle*rin en etkilisi, fıkıh ve tefsirde fakih ve müfessirlerin re*isi; adalet ve tevhitte adil ve muvahhidlerin önderidir.

    “Allah’a hiç de zor değildir.Bütün alemi bir insanda toplaması.”[11]


    9- İbn-i Ebil Hadid bir başka yerde ise şöyle demekte*dir: “Tevhit, adalet ve benzeri ilahi değerli konular bu ilahi şahsın sözleri olmaksızın asla anlaşılamaz. Bü*yük sahabelerden nakledilen sözlerin hiç birinde bu tür konuşmalar rastlamak mümkün değildir. Belki bu konuşmalar akıllarından dahi geçmiyordu. Zira akıllarından geçmiş olsaydı beyan ederlerdi. Evet bu Ali (a.s)’ın en büyük faziletlerinden biridir.”[12]

    10- Dr. Zeki Mübarek ise şöyle diyor: “Ben öyle ina*nıyorum ki Nehc’ul Belağa kitabını okumak insandaki cesaret ruhunu, mertliği ve nefis azametini güçlendir*mektedir. Zira Nehc’ul Belağa kitabı zorluklara aslanlar gibi göğüs geren güçlü bir ruhtan ortaya çıkmıştır.”[13]

    11- Muhammed Emin Nevavi ise şöyle diyor: “Ali (a.s) bütün Kur’an’ı ezberlemiş ve bütün sırlarından haber*dardı. Kur’an, Ali’nin eti ve kanıyla karışmıştır. Bu ger*çeği sadece Nehc’ul Belağa’yı okuyanlar anlayabi*lir.”[14]

    12- Üstat Emin Nahle ise şöyle ediyor: “Her kim nefis hastalığının iyileşmesini istiyorsa, Hz. Ali (a.s)’ın Nehc’ul Belağa’daki sözlerine yönelmeli ve o kitabın ışı*ğında yü*rümeyi öğrenmelidir.”[15]

    13- Muhammed Emin Nevavi İmam Yahya Ye*meni’nin Nehcu-ul Belağa hakkında şu sözlerini nakletmektedir: “Her güçlü konuşmacı Ali (a.s)’ın sözlerinin manasından içmiş ve her belagat sahibi konuşmacı onun metoduyla konuşmaya çalışmıştır. Ali fesahat ve belagatın kaynağı, yüklü yağmurların bulutudur.”[16]

    14- Abbas Mahmud Ukad şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa kitabında tevhit ayetlerinin ve ilahi hikmetlerin feyizleri vardır ve bu feyizler, ilahi öğretileri ve tevhidi ilkeleri öğrenmek isteyenlerin zihnini genişletmekte, ba*siret sahibi kılmaktadır.”[17]

    15- Muhammed Abduh ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa’yı mütalaa edince fesahat devleti ve belagat aza*meti gözümde tecessüm etti. Bu yüzden yakin ettim ki bu devletin yöneticisi, bu azametin kahramanı ve muzaffer bayraktarı hiç şüphe yok Ali b. Ebi Talib’tir. Nehc’ul Belağa’nın Hz. Ali(a.s)’ın sözleri olduğuna şüphe eden*lerin boş hayalleri gözlerimde yok oldu; bozuk düşünce*leri ve batıl hayalleri silinip gitti.”[18]

    16- Corc Jardak ise şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib akıl açısından eşsiz bir insandı. Hz. Ali İslam’ın kutbu, İslami öğretilerin kaynağı ve Arap ilimlerinin çeşmesiydi. Araplar arasında varolan bütün ilimlerin temelini hiç şüphe yok Hz. Ali atmıştır veya en azından bu konuda büyük bir katkıya sahiptir.”[19]

    17- 255 yılında vefat eden Cahiz ise Hz. Ali (a.s)’ın bir tek cümlesi hakkında şöyle demektedir: “Allah-u Teala bu kısa cümleye, sahibinin temiz niyeti ve takva*sıyla uyum arz eden azametten bir elbise, hikmet nurun*dan bir perde giydirmiştir.”[20]

    Peygamber (s.a.v)’in ashabı arasında bir grup kimse ilahi ve manevi açıdan yüce makamların sahibi olmuşlardır. Ama onların hiç birinin Nehc’ul Belağa gibi canlı ve olumlu bir eser bıraktığı görülmemiştir. Hatta Nehc’ül Belağa’nın nicelik açısından onda biri ni*telik açısından ise binde biri dahi başkalarından miras kalmamıştır. Bu yüzden gerçekçi olan bir araştırmacı başkaları hakkında nakledilen o makam ve dereceler hu*susunda şüpheye düşer ve bu nakledilenler hususunda bir takım bağnazlıkların, taraftarlığın, uydurma ve tahrifin rol oynadığı ihtimalini kabul eder. Ama Nehc’ül Belağa gibi aydın ve canlı bir eserin varlığı bir ışığın güneşin varlı*ğına delaleti gibidir. Zira ilim ve sanat uydurulacak bir şey değildir. Marifet ve ilimleri Ali b. Ebi Talib’in derece*sine ulaşamayan bir insan, Nehc’ül Belağa gibi bir kitabında asla yazamaz. Nitekim hat sanatında bu makaledeki hat dere*cesine ulaşamayan kimselerde bunun bir benzerini vü*cuda getiremezler.

    Dünyada bir üstünlük ve deha elde eden kimseler hiç şüphesiz insanların dar görüşlülüğü, haset, it*ham ve kö*tülüklerinden uzak kalamaz
    Deha sahibi insanların ve hatta ilahi peygamberlerin hiç birisi de bu tür ithamlardan kurtulamamışlardır. Dolayısıyla Nehc’ül Belağa’yı telif eden ve beyan eden kimse de bu kınama ve eleştirilerden korunamamıştır. Ama yaptığım araştırmalarda da gördüğüm gibi hiç kimse Nehc’ül-Belağa’nın fesahat ve belagatı açısından bir şek ve şüpheye asla düşmemiştir. Nitekim gördüğümüz gibi dünyada bir çok edebiyatçı ve belagat sahibi kimseler de Nehc’ül-Belağa’yı övmüş, üstünlüğünü kabul etmişlerdir. Kur’an ve Nebiyy-i Ekrem (s.a.v)’in sözünden sonra ve eşsiz benzer*siz olduğunu kabul etmişlerdir. Arap edebiyat ve belagat*çılarının Nehc’ül-Belağa kitabının belagatı hususunda hiçbir şüphe ve ithama düşmemelerinin nedeni, belki de onun bir benzerini getirmekten aciz ve güçsüz kalışları*dır. İşte bu yüzden de Nehc’ül Belağa’nın üstünlüğünü ifade etmek zorunda kalmışlardır.

    Daha önce de beyan ettiğimiz gibi bir şey hakkında bin yıl sonra verilen bir hüküm her türlü sapmadan ve kusur*dan uzaktır. Bu sözün daha iyi anlaşılması için değerli okuyucuların hatta Şii olmayan bir çok eleştirmen ve ede*biyatçıların sözlerine dikkat etmelerini istiyorum.

    Ali (a.s)’ın Sözünün Değerlendirilmesi

    Bazı edebiyat ve belagat bilginleri, Hz. Ali (a.s)’ın sözlerini dünyadaki diğer edebiyatçıların sözleri ile mu*kayese etmek, yorum ve tahlile tabi tutmak istemişlerdir ve bu yolda oldukça ince ve derin araştırmalar yapmış*lardır.

    Bunlardan bazılarına yer vermek istiyo*ruz:


    1- İbn-i Ebil Hadid Mu’tezili, Nehc’ül Belağa’nın hut*belerinden birini şerh edip açıkladıktan sonra “İmam Ali’nin sözü ile İbn-i Nubate’nin sözünün mukayesesi adı altında bir bölüm açmış ve şöyle demiştir: [21] “Burada bü*yük hatip Abdurrahim b. Nubate’nin hutbelerinden bir bölümüne yer vereceğiz. Bu hutbeler bazı açılardan diğer hutbelerle karşılaştırıldığında daha incelikli ve üstün oldukları göze çarpmaktadır. İnsanlar İbn-i Nubate’nin hutbelerinin aşığı olmuşlardır. Bütün uzman*lar, İbn-i Nubate’nin öğütlerinin son de*rece güzel ve çekici olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.”

    Daha sonra İbn-i Nubate’nin şöyle başlayan öğüt dolu hutbelerinden birini nakletmektedir: “Ey insanlar, hazır*lıklı olun aranızda göç zili çalınmıştır. Önce çıkın şüphe*siz ki teslim alınacağınız an yaklaşmıştır.”

    Daha sonra bu hutbenin bazı kelimelerini inceleyerek şöyle demektedir: “Bir yerde “kahkari” kelimesi bir satı*rın yarısında tekrarlanmıştır ve bu edebi açıdan çok çir*kindir. İçindeki bu hutbelerden bazı kelimelerin duyul*ması kulağa asla hoş gelmemekte ve konuşma adabından uzak insanların sözlerini andırmaktadır.”

    Diğer cümleleri hakkında ise şöyle diyor: “Bu cümle*lerin ne zarif bir anlamı vardır ve ne de lafız açısından tatlı ve akıcıdır.”

    Evet eğer bu kelimelerden bir teki Nehc’ül-Belağa’da görülmüş olsaydı biz onu övmezdik ve dolayısıyla da bu kitap sıradan normal bir kitap sayılırdı.

    2- Kalakşendi, Subh’ul A’şa adlı kitabında şöyle di*yor:[22] “Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuş*tur: “Her insanın değeri övdüğü şeyledir. Şairin biri de Hz. Ali’nin bu sözündeki anlamı aynı şekilde kendi şiirine yan*sıtmıştır:

    “Ey beni kınayan bırak beni de değerim artsın""insanların kıymeti övdüğü şeyledir.”


    Sadece bu şiirin ikinci mısrası bir çok kusurlarıyla Ali (a.s)’ın sözünün anlamını içermektedir. Ama burada “kullu imrein” (herkes) lafzı yerine “kullunnas” (bütün insanlar) kelimesi kullanılmıştır ve iki “nun”, aralarında bir tek sakin harf yer alacak şekilde bir araya getirilmiştir. Cümlenin başındaki “fa” harfi ise çirkin ve faydasızdır. Dolayısıyla iki cümle aynı anlam içerdiği halde şairin sözü edebi açıdan bir çok eksiklikler içermektedir.

    3- George Jordac,[23] “Ali b. Ebi Talib’in hürri*yet hakkında söylediği sözleri naklederek şöyle demiştir: “Asla başkasının kulu olma ve şüphesiz ki Allah seni hür yaratmıştır.” Ömer b. Hattab da bu anlamda şöyle demiştir: “İnsanları nasıl köle edersiniz. Oysa anneleri onları hür doğurmuştur.
    Burada görüldüğü gibi Ali b. Ebi Talib’in sözü ile Ömer b. Hattab’ın sözü arasında temelde çok büyük farklılıklar vardır. Zira ilk olarak Ömer’in sözünde yer alan hürriyet kelimesi diğer çağdaşların kullandığı gibi kölelik kavramının karşıtı olarak kullanılmıştır, çünkü o zamanlar insanlar köle ve cariye olarak alınıp satılıyordu, ama Ali b. Ebi Talib’in sözü geniş anlamda bir hürriyet ve özgürlüğü kapsamaktadır ve insan varlığının önemli bir boyutunu içermektedir. İkinci olarak Ömer sadece köle sahiplerine seslenmiş ve insanları neden köleleştirdiklerini sormaktadır. Oysa onlara nasihat etmenin hiç bir fay*dası yoktur. Ali b. Ebi Talib ise burada bizzat kölelere seslenmekte, onlara özgürlük ruhunu hissettirmektedir. Onlara, kendilerine dayanmalarını ve yaratılış düzeninin aksine kendilerini köle edinenlere karşı kıyam etmele*rini söylemektedir. Hz. Ali (a.s) bu kısa sözüyle kölelerin kalbine heyecan tohumu ve sömürgecilerin boyunduru*ğundan kurtuluş ümidini ekmektedir. Üçüncü olarak Ömer insanların özgürlüğünü annelerinden doğuşuna bağlamıştır, oysa Ali b. Ebi Talib, özgürlüğün kökeninin ilahi bir taktire, sünnete ve yaratılış alemine dayandır*mıştır. Bu da şüphesiz ki anneden doğuştan kaynaklanan özgürlükten çok daha geniş ve köklü bir anlam ifade et*mektedir.

    Ali (a.s)’ın Sözlerinin Toplanması

    Ali (a.s)’ın ashabı arasında büyük bir aşk ve tutkunlu*ğun yanı sıra basiret ilim sahibi olan , aynı zamanda rical alimlerinin de ifade ettiği gibi, doğru sözlü, doğru inançlı ve güvenilir olan bir grup vardı. Bunlar, İbn-i Abbas Kumeyl b. Ziyad, Haris A’ver, Reşit Hicri, Meysem-i Temmar, Hicr b. Adiyy, Esbağ b. Nubate, Sa’saa b. Suhan, Nuf’i Bekkali, Zirar b. Zamere, Zeyd b. Veheb gibi yüce makama ve büyük bir üne sahip kimselerdi. Ha*yatlarının da tanıklık ettiği gibi aydın kalpli olan bu in*sanlar bizzat kendi zamanlarında artık bundan böyle hila*fet makamına Ali b. Ebi Talib gibi birinin geçemeyece*ğini anlamışlardı. Artık gökyüzü Ali gibi birinin sesini asla duymayacaktır. İşte bu yüzden sürekli Hz. Ali ile birlikte bulunuyor, can-u gönülden sözlerini dinliyorlardı.

    Sabırsız aşıklar Cuma ve Bayram namazlarında, Camilerde, savaş mey*danlarında, genel toplantılarda, ve özel oturumlarda söylediği sözleri Arapların yaygın adeti olduğu üzere hafızalarına kaydediyor, başkaları için naklediyor ve yavaş yavaş yazı, mecmua ve kitap haline gelmesini sağlıyorlardı. Hatta Hz. Ali (a.s)’ın bulunduğu savaşlara katılmış olan ve herkesten daha çok Hz. Ali (a.s)’ı sözle*rinin aşığı bulunan Zeyd b. Veheb Kitab’ul-Huteb adında bir kitap yazdı. Kendisi H. 96 yılında vefat etmesine rağmen kitabı beşinci asra kadar da ulaşmıştır. Zira Şeyh Tusi kitabının fihristinde o kitaptan da rivayette bulunmaktadır.[24]

    Ondan sonra yazılan, zahiren şuanda örneği bulunma*yan, sadece rical ve tercüme alimlerinin adlarını zikrettiği diğer kitaplar ise şunlardır:

    1- Mus’ade b. Sadaka’nın yazmış olduğu “Huteb-i Emir’el Mü’minin” adlı kitapta İmam Sadık (a.s)’dan da bir takım hadisler rivayet edilmiştir. Bu kitabın bir nüshası Seyyid b. Tavus’un eline ulaşmıştır ve Şeyh Hasan Hilli de Muntehab’ul Besair kitabında ondan bir takım na*kil*lerde bulunmuştur. Bu kitap veya Mes’ade’nin diğer bir kitabı Seyyid Haşim Behrani’nin eline ulaşmıştır ve o da Burhan tefsirinde ondan bazı hususlar nakletmiştir.[25]

    2- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise İsmail b. Mehran yazmıştır ve bu şahıs İmam Rıza (a.s)’ın as*habındandır.[26]

    3- Huteb-i Ali (a.s) adlı kitabı ise İbrahim b. Hakem Fezzari adlı şahıs yazmıştır ve de ikinci asrın yazarların*dan sayılmaktadır.[27]

    4- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise İmam Hasan (a.s)’ın evlatlarından olan Seyyid Abdulazim Hasani adlı şahıs yazmıştır. Bu şahsın kabri Rey şeh*rinde Ehl-i Beyt aşıkları tarafından ziyaret edilmektedir. Bu şa*hıs sekizinci, dokuzuncu ve onuncu imamların za*manını da derk etmiştir.[28]

    5- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise on bir, on iki ve on üçüncü imamların zamanında yaşayan Salih b. Hammad adlı şahıs yazmıştır. [29]

    6- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise üçüncü as*rın sonlarında yaşayan İbrahim b. Süleyman telif etmiştir.[30]

    7- Huteb-i Ali adlı kitabı ise H. 206 yılında vefat eden[31] Hişam b. Muhammed b. Saib-i Kelbi yazmıştır.

    8- Huteb-i Ali ve Kutubuhu ila Ummalihi adlı kitabı ise H. 225 yılında vefat eden Ali b. Muhammed Medaini yazmıştır.[32]

    9- el-Hutbet’uz Zehra adlı kitabı ise H. 157 yılında ve*fat eden Ebi Mahnef, Lut b. Yahya yazmıştır. [33]

    10- Huteb-i Emir’el Mü’minin adlı kitabı ise H. 332 yılında vefat eden Ebu Ahmed Celludi yaz*mıştır. Bu kitap Hz. Ali’nin hutbelerini mektuplarını, şi*irlerini, öğütlerini, güzel sözlerini, dualarını ve şurada beyan ettiği sözlerini içermektedir.[34]

    11- 14 Vakidi, İbrahim b. Hilal, Kadı Nu’man Mısri ve Nasr b. Müzahim adlı kimselerin yazıları ise ri*cal kitaplarında yer almıştır.[35]

    Nehc’ül Belağa’nın Telifi

    Seyyid Razi, asil ve nefis kitaplara ulaşma açısından çok şanslıydı. Çünkü onun asrında ve yaşadığı yer olan Bağ*dat’ta bulunan iki büyük ve zengin kütüphaneden istifade etme imkanına sahipti. Bu iki kütüphaneden ilki, Seyyid Razi’nin kendi kardeşinin kütüphanesiydi ve seksen binden fazla kitap bulunduruyordu. Bu veya başka sebeplerden dolayı Seyyid Murtaza’ya “Semanini” veya “Ebu’s-Semanin” de diyorlardı.[36]

    İkincisi ise Beyt’ul-Hikme adıyla bilinen kütüphaneydi. Bu kütüp*haneyi de Bahauddevle İbn-i Babeveyh Deylemi’nin ve*ziri olan Şapur b. Erdeşir, H. 381 yılında Memun’ur-Reşid’in Beyt’ul-Hikme’sine benzer bir şe*kilde kurmuştu. Şapur, bu kütüphaneyi Bağdat Kerh beldesinde, Beyn’us-Sureyn adlı mahallede tesis etmişti. Bu kütüpha*nede on binden fazla İran ve Irak’tan getirilmiş asıl ki*taplar ve Hindistan, Çin ve Rum’dan aslı üzerinden ya*zılmış nüshalar mevcuttu. Burası da Şiilere mah*sus bir kütüphaneydi.[37]

    Yakut Hamevi şöyle diyor: “Bu kütüphaneden daha iyi bir kütüphane yeryüzünde yoktu.”[38]

    Bu kütüphane yaklaşık yetmiş yıl baki kalmıştır. Daha sonra H. 447 veya 450 yılında Tuğrul Bey’in Bağdat’a saldırısının ardından kötü ve dinsiz insanların eliyle yakı*larak yıkılmıştır.”[39]

    Seyyid Razi, bu iki kütüphanede mevcut olan kitap*larda gördüğü Hz. Ali (a.s)’ın hutbeler, mektuplar ve kısa sözlerinden fesahat ve belagat açısından beğendikle*rini seçmiş ve bunun bütününü bir kitap haline getirip Nehc’ul Belağa olarak adlandırmıştır. Kitabı seçilmiş sözlerden oluştuğu ve daha çok edebi boyuta sahip ol*duğu için de rivayetlerin senedini zikretmemiştir. Hatta bazen bir hutbenin bazı cümlelerini çeşitli yollardan bir araya getirmiş ve birbiri ardınca zikretmiştir. Öyle ki ba*zen aralarında manevi bir bağ bile gözükmemektedir. 37, 38, 85, 106 ve 120. Hutbeler ile 10. Mektup gibi.

    Ez-Zeria adlı kitabın sahibi şöyle diyor: “Seyyid Razi bir gün kütüphanesinin ateşe verileceğini ve binlerce yıl sonra insanların Ali (a.s)’ın sözlerini işitmeye muhtaç olacaklarını nereden bileceklerti. Bu sözler şüphesiz İslam ümmetinin islahı ve hidayeti için beyan edilmiş sözlerdir. Seyyid Razi’ye böylesine değerli bir eser olan Nehc’ul Belağa’yı bizlere hatıra bıraktığı için teşekkür borçluyuz.”[40]

    Ez-Zeria kitabının yazarı bazı bilgisiz bağnazların bu konuda şüphelerinin Şii bilginlerinin Nehc’ul Belağa’nın hatta Şıkşıkiye hutbesinin kaynaklarını baki kalan kitap*lardan da çıkarabileceğini bilemiyordu. Öyle ki Nehc’ul Belağa’nın dört katı içindeki sözlerinin kaynaklarını be*lirten kitaplar yazılmıştır.

    Nehc’ul Belağa’daki Mevcut Kaynaklar

    Seyyid Razi, on altı yerde Nehc’ul Belağa’nın kayna*ğını bizzat itiraf etmiştir.

    Bu yerler şunlardır:

    1- 32. hutbeyi Cahiz’in el Beyan ve’t-Tebyin kitabın*dan,

    2- 89. hutbeyi Mes’ada b. Sadaka yoluyla İmam Sa*dık (a.s)’dan nakletmiştir. Nitekim İbn-i Ebil Hadid nüs*ha*sında da mevcuttur ve bu hutbe “Eşbah” olarak adlandı*rılmıştır.

    3- 180. hutbe Nevf-i Bekkali’den,

    4- 54. Mektubu Ebu Cafer İskafi’nin “Mekamat” kita*bından,

    5- 74. Mektubu Hişam Kelbi’nin “Hat” kitabından,

    6- 75. Mektubu Vakidi’nin Cemel kitabından,

    7- 78. Mektubu Said b. Yahya el-Emevi’nin “Meğazi” kitabından,

    8- 88. mektubu İmam Muhammed Bakır’dan rivayetle,

    9- 77. Hikmetli sözü “Zirar-i Zebbai’den,

    10- 104. Hikmetli sözü Nevf-i Bekkali’den rivayetle,

    11- 147. Hikmetli sözü Kumeyl b. Ziyad-i Neh’i’den,

    12- 373. Hikmetli sözü Tarih-i Taberi’den,

    13- 375. Hikmetli sözü Ebi Cuheyfe’den,

    14- 434. Hikmetli sözü Saleb, İbn-i A’rabi’den,

    15- 466. Hikmetli sözü Müberred’in “el-Muktezeb” kitabından,

    16- 4. Hikmetli sözü ise Ebu Ubeyd Kasım b. Se*lam’dan nakil veya rivayetlerle bu belirtilen kaynaklardan elde etmiştir.

    Nehc’ul Belağa’nın Müstedrekleri

    Daha öncede dediğimiz gibi Müminlerin Emiri Ali (a.s)’ın ashabı onun sözlerinin aşığıydı. Ali (a.s) da böyle*sine susuz insanlar görünce ilahi marifetleri, gerçekleri ve dini ilkeleri onlara beyan etmeyi bir görev biliyordu. El*bette itiraf etmek gerekir ki Hz. Ali’nin söylediği halde bize ulaşmayan sözleri elimizdekilerden çok daha fazladır. Zira doğal olarak Hz. Ali(a.s)’ın tüm sözleri yazılmamış, yazılanların bir miktarı da tarihte yer alan bazı olaylar neticesinde ortadan kaybolmuştur. Ama ne mutlu, demek gerekir ki bugün elimizde var olanlar sadece Nehc’ul Belağa’ya özgü değildir. Bildiğimiz gibi Seyyid Razi, Hz. Ali (a.s)’ın sadece edebiyat ve belagat özelliği taşıyan sözlerini ve mektuplarını kaydetmiştir. Bu yüzden İbn-i Ebil Hadid, Seyyid Habibullah Hui ve İbn-i Meysem gibi bazı Nehc’ul Belağa’yı şerh eden kimseler bazı hutbelerin şerhinde Seyyid Razi’nin önce veya sonrasından çıkardığı bölümleri de asıl kaynağından nakletmişlerdir. Örneğin, Hui yazdığı kitabında 29, 30, 37, 92 ve 180. Hutbeleri şerh ederken Seyyid Razi’nin çıkarmış olduğu bölümlere de yer ver*mişlerdir.[41]

    İbn-i Ebil Hadid de kendi nezrindeki mevcut kaynak*lara işaret etmiş ve Seyyid Razi’nin ilave ettiği ekleri zik*retmiştir. [42]

    Ali b. Hüseyin Mes’udi de “Ali (a.s)’ın farklı yerlerde buyurduğu hutbelerden 480 küsürünün ezber*lendiğini sözlü ve uygulamalı olarak insanlar arasında yaygın hale geldiğini söylemiştir.”[43]

    Oysa Nehc’ul Belağa’daki mevcut hutbeler 239 tane*dir ve Mes’udi’nin dediğinin yarısından da azdır. Tu*haf’ul-Ukul adlı kitabının 163 sayfasını Hz. Ali (a.s)’ın hutbe, vasiyet ve öğütlerine ayıran Hasan b. Şube şöyle söylemektedir: “Eğer Hz. Ali (a.s)’ın sadece tevhit hakkın*daki söz ve hutbelerini hiç bir ilave ve başka anlam vermeden bir araya getirecek olursak, Tuhaf’ul–Ukul kadar kalın bir kitap olurdu.”[44]

    H. 588 yılında vefat eden İbn-i Şehraşub, Menakib-i Al-i Ebi Talib adlı kitabında, Nehc’ul Belağa’da mevcut olan Şıkşıkiye, Tevhit, Kasıa, Eşbah, İstiska ve Garra aslı hutbelerinin yanı sıra bu kitapta olmayan başka hutbelerin adını da zikretmektedir. Örneğin; Lu’lu’, iftihar, Dürre-i Yetime, Ekalim, Vesile, Talutiyye, Kasbiyye, Süleymaniyye, Natıka, Dameğa, Fazıha hutbeleri gibi... Daha sonra Zeyd b. Veheb ve Süleyman b. Mehran’ın kitaplarından söz etmekte ve bunların kendi zamanında da varolduğuna işaret etmektedir. [45]
    Bazı alimlerde Nehc’ul Belağa’nın müstedreki olarak başlı başına bir takım eserler yazmışlardır. Örneğin:

    1- Şeyh Hadi, Kaşif’ul Gıta, 17 - 188. sayfalarda Nehc’ul Belağa’nın düzeninde olduğu gibi Hz. Ali’nin söz ve mektuplarını nakletmiştir.

    2- Çağdaş bilgin Şeyh Muhammed Bakır Mahmudi, “Nehc’üs Saade fi Müstedrek-i Nehc’ul Belağa” adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitabın dört cildini bizzat ben gördüm, üç cildini ise büyük hatip ve bilgin Seyyid Abduzzehra Hüseyni’ye bizzat kendisi göstermiştir. Bazı büyük bil*ginler de bu kitabın içeriğini Nehc’ül-Belağa’nın kay*nakları olarak tanıtmıştır. Öyle anlaşılıyor ki sanki “Mesadir-u Nehc’ul Belağa ve Esanidihi” kitabıyla karış*tırılmıştır.[46]

    3- Abdullah b. İsmail Halebi’nin yazmış olduğu, Kitab’ut Tezyil,[47]

    4- İbn-i Nake Ahmed b. Yahya’nın yazmış olduğu, Mulhek-u Nehc’ül Belağa,[48]

    5- Seyyid Ali Han Emir Ehvaz’ın babası olan Halef b. Seyyid Abdulmuttalip Meşaşi’nin yazmış olduğu en-Nehc’ut-Takvim kitabı,[49]

    6- Seyyid Hasan Mir Cihani Tabatabai’nin yazmış ol*duğu, Misbah’ul-Belağa kitabı,

    7- Abdulvahid Amedi’nin yazmış olduğu, Gurer’ul-Hikem ve Durer’ul kilem kitabı... Bu kitapta, Nehc’ül-Belağa’da çok azı yer alan Hz. Ali (a.s)’ın kısa sözleri yer almıştır. Aynı anlamı taşıyan ama farklı şekillerde yazılmış olan sözleri de vardır. Örneğin, “Edep güzelliği en üstün soyluluktur”[50] sö*zünün Arapça metninde “hüsn” kelimesi kullanmışken aynı anlamı ifade eden bir başka hadisde ise “ni’me” kelimesi kullanılmıştır ve her ikisi de “güzel” anlamındadır.[51] “Edepten daha üs*tün soy yoktur.” Hadisinde de aynı durum göze çarp*maktadır.[52] Zira bir başka yerde “Edep gibi soy yoktur.”[53] veya “soyların en üstünü güzel edeptir.”[54] buyurulmuştur ve her üç hadis de aslında bir tek mana ifade etmektedir.

    8- İbn-i Ebi’l-Hadid, kendi Nehc’ül Belağa şerhinin sonuna Seyyid Razi’nin naklettiği kısa sözlere 998 tane daha ekleyerek bunu “el-Hikem’ul Menşure” diye adlan*dırmıştır.

    9- Kadı Kudai’nin telif ettiği, “Destur-u Mealim’il-Hikem” kitabı,[55]

    10- Ebil Abbas Simeri’nin telif ettiği, “Kelam-u Ali ve Hutebuhu”kitabı,[56]

    11- Şeyh Ali Vasiti’nin H. 457 yılında yazdığı, “Uyun’ul Hikem ve’l Mevaiz” kitabı,[57]

    12- Mahmud b. Ebi Bekr Hafız Medini’nin telif ettiği, Huteb-u Ali b. Ebi Talib,[58]

    13- Fazl b. Hasan Tebersi’nin telif ettiği, Nesr’ul-Leali,[59]

    14- Fazl b. Ravendi’nin telif ettiği, Nesr’ul-Leali,[60]

    15- H. 553 yılunda vefat eden Reşid Vetvat’ın telif et*tiği, “Metlub-u kolli Talib”kitabı,[61]

    16- H. 841 yılında vefat eden İbn-i Faht Hilli’nin telif ettiği, “İstihrac’ul-Vekayi’il Mustekbele” kitabı,[62]

    17- Mir Kasım Karabaği’nin hattıyla yazılmış olan “Monteheb-u Vesaya-i Emir’ul Muminin” kitabı, [63]

    18- Hacı Sultan İsfahani’nin hattıyla yazılmış olan, “Vasaya-i Emir’ul Mu’minin kitabı, [64]

    19- Kutb’ul-Ektab, Hüseyni Zehebi Şirazi’nin telif et*tiği, “el-Lealil Menşure” kitabı,[65]

    20- Şeyh Abdullah Behrani Semahici’nin telif ettiği, es-Sahifet’ul-Aleviye kitabı,[66]

    21- H. 1320 yılında vefat eden Hacı Mirza Hüseyin Nuri’nin es-Sahifet’ul-Aleviyyet’ul-Saniye kitabı, [67]

    22- Hıristiyan bilginlerinden birinin yazmış olduğu, Hikem-i Ali b. Ebi Talib, kitabı,[68]

    23- Şeyh Muhammed Harz’ın, Şeyh Tayyib Ali hindi için dikte ettirdiği, “Huteb-i Emir’ul-Muminin, fil Melahim mea şerhiha” kitabı,[69]

    24- Şeyh Servet Şerkavi Mısri’nin yazmış olduğu, “Huden ve Nur” kitabı,[70]
    Şüphesiz bu yazarlar birbirinden haberdar olmadıkları için kitaplarında bir çok ortak yönler göze çarpmakta*dır ve dolayısıyla hepsini Nehc’ül-Belağa’nın müstedreki hakkında kaleme alınmış bağımsız birer eser olarak kabul etmek mümkün değildir.

    Seyyid Razi’nin Nehc’ul Belağa’nın Senet*lerinin Sağlamlığını Ortaya Koymaktadır
    Rical ve biyografi alimleri Seyyid Razi’nin yazdığı kitaplar hakkında bir çok söz söylemişlerdir. Diğer ya*zarların eseleri gibi Seyyid Razi’nin eserleri hakkında da yeterli bir araştırma yapılamamıştır. Bizde burada itibar ve güven açısından birinci derecede öneme sahip olan Neccaşi’nin sözünü nakletmek istiyoruz.

    Neccaşi kendi fihristinde Seyyid Razi’nin kaleme al*dığı on iki kitabı nakletmiştir. Bu kitapları şu şekilde sıralayabiliriz:

    1- Mecaz’ul-Kur’an; 2- ez-Ziyadat fi Şi’r-i Ebi Te*mam; 3- Ta’lik-i Hilaf’il Fukeha; 4- Ta’likat Ala izah-i Ebi Ali el-Farisi; 5- el-Ceyd min şi’r-i İbn-il Haccac; 6- Muhtar-u Şi’r-i Ebi İshak es-Sa’bi; 7- Madare Beynehu ve beyne Ebi İshak; 8- Ziyadat fi Şi’r-i Ebi’l Haccac; 9- Nehc’ul Belağa; 10- Hesais’ul Eimme; 11- Hakaik’ul Tenzil (Te’vil); 12- Mecazat’un Nebeviyye (Mecazat’ul Asar’in Nebiyye)[71]

    Merhum Allame Emini bu listeye beş kitabını daha eklemektedir.[72] Ama sözünü ettiğimiz konu için Hakaik’ut-Tenzil ve Mecazat’un Nebeviyye adlı iki kitabı kaynak olarak kabul ediyoruz. Çünkü Nehc’ul Belağa’nın senetleri hususunda bu iki kitap dışında şüpheye düşülmüştür. Bu iki kitabı Seyyid Razi’nin yazdığı konusunda hiç kimse şekke düşmemiştir. Ehl-i Sünnet alimlerinden olan İsmail Paşa bu iki kitabın adınıdan söz etmiş[73] ve Bağdadi ise Hakaik’ut Tenzil kitabı hususunda şöyle söylemiştir, “Seyyid Razi Kur’an’ın manaları husu*sunda bir benzerini kaleme almanın mümkün olmadığı bir kitap yazmıştır ve öte yandan

    Seyyid Razi her iki kita*bında da Nehc’ul Belağa adlı kitabından söz etmektedir. Şöyle ki:

    1- Seyyid Razi, Kitab’ul Mecazat’un Nebeviyye adlı kitabında beş yerde Nehc’ul Belağa’ya işaret etmektedir:

    a) “Benim nezdimde insanlardan en çok gıpta edil*mesi gereken kimse, yükü hafif olan mümin*dir.” hadisi hakkında şöyle diyor: Bu sözün beyanı ise müminlerin emiri Ali (a.s)’ın şu sözlerinde yer almıştır: “Yükünüzü hafif tutun ve katılın...” ki biz bunu Nehc’ul Belağa adlı kitabımızda zikrettik.[74]

    b) Seyyid Razi, “Bana en çabuk ulaşacaklarınız eli uzun (cömert) olanlarınızdır.” Hadisindeki bu cümleyi Nehc’ul Belağa’dan naklettiği Hz. Ali (a.s)’ın şu sözüne benzetmektedir: “Kısa elle ihsan edilene uzun elle ihsan edilir.”[75]

    c) “Şüphesiz ki dünya göçüp gitmiştir” ha*disi husu*sunda ise bu kelamın müminlerin emiri Ali (a.s)’dan da nakledildiğini beyan etmekte ve burada Nehc’ul Belağa’yı zikretmektedir.[76]

    d) “Kur’an’da hiç bir ayet nazil olmamıştır ki...” ha*disi ise Hz. Ali (a.s)’ın Nehc’ul Belağa’da yer alan şu sözünü hatırlatmaktadır: Kur’an çok yüzlü bir taşıyıcı*dır.”[77]

    e) “Kalpler kaplara benzer, bazısı diğerinden daha çok alır.” Hadisini tabir farklılığıyla Nehc’ul Belağa’da Hz. Ali (a.s)’dan nakletmektedir.[78]

    2- Maalesef sadece beşinci cildi bulunan diğer ciltle*rinin ise nerede olduğu bilinmeyen Hakayik’ut Te’vil kitabı*nın Necef’te basılan mevcut cildinde 167. sayfada şöyle demektedir: “Eğer birisi sözlerimizin delilini bulmak isti*yorsa yazdığımız ve adını Nehc’ul Belağa koyduğumuz kitabı dikkatle incelemelidir.[79]

    Daha öncede dediğimiz gibi Nehc’ul Belağa kitabı Seyyid Razi’nin daha önce kaleme aldığı Hesais’ul Eimme kitabının bir bölümüdür. Bu kitabın bir nüsha*sını merhum Muhaddis Nuri, Şeyh Hadi Al-i Kaşif’ul Gıta kütüphanesinde, diğer nüshası ise Hin*distan Rambever kütüphanesindedir. Dolayı*sıyla bu ki*tabı Seyyid Razi’nin yazdığı kesin ve şüphe götürmez bir gerçektir ve H. 1369 yılında Necef’te ba*sılmıştır.[80]

    Nehc’ul Belağa’nın Şerhleri

    Bildiğimiz kadarıyla Kur’an’ı Kerim’den sonra Nehc’ul Belağa kadar dünyadaki kitaplar ara*sında İslam bilginlerinin dikkatini bu ka*dar çeke*bilen bir başka kitap yoktur. Nehc’ul Belağa hakkında şerh, ta’lik, tercüme ve bir çok ilgili kitaplar yazılmış çok çeşitli dünya dillerine tercüme edilmiştir. Bir çok alimler tarafından bazı bölümleri şerh edilmiş, şiir diliyle ifade edilmiş, hakkında müstedrek kitapları yazılmış, lügatleri açıklanmış, seçmeler yapılmış, ke*limelerinin anlamı izah edilmiş ve kaynakları belirtil*miştir. Bütün bu hususlarda bir çok eserler kaleme alınmıştır ve henüz de alınmakta*dır. Evet, canlı olmak, sürekli parlamak ve bilginlerin dikkatini çekmek budur.
    Nehc’ul Belağa’yı merhum Muhaddis Nuri, Seyyid Muhsin Emin, Merhum Şeyh AbdulHüseyin Emini, Mer*hum Hacı Şeyh Ağabozorg Tehrani (Razi), Seyyid Abduzzehra Hatip Hüseyni ve benzeri bir çok ünlü alim*ler de detaylı olarak şerh etmişlerdir.


    Merhum Şeyh Tehrani, tercüme ve şerh hususunda 147 eserden söz etmektedir.[81] Ama o sadece Şiilerin yazdığı eserleri zikretmiştir. Dolayısıyla da ez-Zeria ki*tabının di*ğer ciltlerinde özel isimlerle yazılmış olan bazı şerhleri hesaba katmamıştır. Merhum Emini 81 şerh saymış,[82] Seyyid Abduzzehra Hatip ise 143 şerh, ter*cüme ve açıklama zikretmiştir.[83] İbn-i Ebil Hadid’in Şerh-u Nehc’ul Belağa kitabına yazılmış olan beş açıklama, eser gibi Nehc’ul Belağa’nın bazı şerhlerine yapılan açıklamalar yanı sıra, eğer bir kimse bütün bu mecmuaları toplar ve birleş*tirirse şüphesiz ki 250 den yukarı çıkmaz. Elbette bunlar arasında 20 cildi bulan eserler de vardır. Şerh-i Huyi ve Şerh-i İbn-i Ebil Hadid gibi.

    Şeyh Nuri, Nehc’ul Belağa’yı şerh eden ilk kişinin Beyhaki olduğunu ifade etmektedir.[84] Muhaddis Kumi’yi de el-Künye ve’l elkab adlı kita*bında bu görüşü kabul etmiştir.[85] Bizzat Beyhaki de şöyle söylemiştir: “Ben*den daha önce hiç bir alim Nehc’ul Belağa’yı şerh etme*miştir.”

    İbn-i Ebil Hadid ise, Nehc’ul Belağa’yı şerh eden kim*senin Kutb-i Ravendi olduğunu söylemektedir.[86]

    Hakeza Riyaz’ul Ulema kitabının sahibi de bu gö*rüşü kabul etmiştir. Ama hiç şüphe yok Seyyid Razi’nin çağ*daşı olan Ali b. Nasır’ın, A’lam-u Nehc’ul Belağa kitabı Nehc’ul Belağa hakkında yazı*lan ilk kitaptır. Seyyid Muhsin Emin ise onun “el-Mearic fi Şerh-i Nehc’ul Belağa” adlı bir kitabı oldu*ğunu da ifade etmektedir.[87] Şimdi de zahiren Ehl-i Sün*net ve’l Cemaat’tan olan (kalplerini Allah daha iyi bilmektedir) ve Nehc’ul Belağa’yı şerh eden bazı alimlerin adını zikretmek istiyo*ruz.

    1- Muhammed b. Amr, Fahr-u Razi adıyla tanınmış ve H. 606 yılında vefat etmiştir. Kıfti’nin Tarih’ul Hukema kitabında dediği üzere şerhi ya*rım kalmıştır.

    2- İbn-i Ebil Hadid adıyla tanınan Abdulhamid b. Muhammed Mutezili Medayini ise 656 yılında vefat etmiş ve şerhini dört yıl sekiz ayda bitirmiştir. Bu şerh oldukça kapsamlı tam ve hatta mevcut şerhlerin en iyi*sinden sayılmaktadır. Hatta bazı Şia alimleri ise onun ki*tabına özet eserler yazmışlardır: İkd’un-Nezid, Selasil’ul- Hadid ve er-Red-i Ali b. Ebil Hadid gibi.

    3- Yazarının sadece bazı Ehl-i Sünnet alim*leri olduğu belirtilen ve Astane Kütüphanesinde bulunan en-Nefais fi Şerh-i Nehc’ul Belağa adlı kitap.

    4- Mutevvel İrşad ve Tehzib’ul Mantık kitapla*rının sa*hibi olan ve hicri 792 yılında vefat eden Molla Saduddin Taftazani Şafii.

    5- Keşf’uz-Zunun kitabında yer aldığı üzere hicri 922 yılında ölen Kıvamuddin Yusuf b. Ha*san Kazi-i Bağ*dadi.

    6- Sahihi Buhari’ye şerh yazan ve hicri 650 yı*lında ölen lügat ve hadis alimlerinden olan Ha*san b. Muhammed Sagani Hanefi .

    7- Hicri 1322 yılında ölen Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh.

    8- Muhammed Abduh’un şerhini, İbn-i Ebil Hadid’in şerhinden eklerle nakleden Muhyiddin Hayyat.

    9- El-Ezher Üniversitesinin Edebiyat fakül*tesi öğre*tim üyesi Muhammed Muhyiddin.

    10- Nehc’ul Belağa’nın zor kelimelerini şerh eden Üstat Muhammed Hasan Nail Mersefi, Talik eseri hicri 1328 yılında Mısır’da basılmıştır.

    11- Muhammed Ebul Fazl İbrahim. Şerh-i iki cilt olup H. 1383 yılında Dar-u İhya’İl Kütüb’il Arabiyye’de ba*sılmıştır.

    Sünni veya Şii bütün bu alimlerin hepsi de yazdıkları kitapların ön sözünde, Nehc’ul Belağa kitabının Hz. Ali’nin sözleri olup, Seyyid Razi tarafından bir araya geti*rildiğine kesin bir şekilde inandıklarını dile getirmişlerdir. Hatta Şeyh Muhammed Abduh, Nehc’ul Belağa’nın için*deki kelimelere dayanmakta ve bunlarla lügat ehli aleyhine deliller getirmektedir. 195. hutbenin içinde yer alan bazı cümleler hakkında edebiyatçıların yanıldı*ğını ve Hz. Ali’nin sözünün hüccet olduğunu dile getir*miştir.

    Nehc’ul Belağa’nın Hafızları

    Hadis alimleri, sürekli Kur’an-ı Kerim’den sonra Nehc’ul Belağa’yı hıfzetmeye önem vermişlerdir. Burada onlardan bazısını zikretmek istiyoruz.

    1- Şeyh Muntecebuddin’in dediği üzere, Seyyid Razi’ye yakın bir zamanda yaşamış olan Kadı Cemalüddin Kaşani.

    2- İbn-i Kesir’in tarihinde ve İbn-i Cevzi’nin ise Muntezem adlı eserinde belirttiği üzere, H. 564 yılında ölen Ebu Abdullah Muhammed Faruki. [88]

    3- H. 1280 yılında vefat eden Seyyid Muhammed Mekki Hairi.

    4- Şeyh Muhammed Hüseyin Mürüvvet Hafız Amili[89]
    Elbette Nehc’ul Belağa’nın bütün hafızlarını saya*bil*mek mümkün değildir. Çünkü bir çok insan bunu açıklamamış ve tarih de adını kaydetmemiştir. Bazıları ise yüzde doksan beşini ezberlediği halde hafız sayıl*mamış*lardır. Ben de bu son gruptan üç çağdaş alimi bizzat ta*nıdım ki içlerinden biri de vefat etmiştir.
    Ayrıca yazarlık hususunda neredeyse darb-ı mesel ha*line gelen ve H. 2. asrın başlarında yaşamış bulunan Abdulhamit Katip de şöyle söylemektedir: “Ben, Ali (a.s)’ın yetmiş hutbesini ezberledim daha sonra zihnim kayna*dıkça kaynadı. [90]
    Arap Hatiplerinin darb-ı meseli haline gelen İbn-i Nubate ise şöyle diyor: “Ben, Hz. Ali (a.s)’ın sözlerin*den yüz bölüm ezberledim ve bu benim için bitmeyen bir ha*zine oldu.[91]

    Nehc’ul Belağa’nın Kur’an’la olan İlişkisi;

    Müminlerin emiri Ali (a.s), bazı yerlerde sözlerine de*lil olarak Kur’an ayetlerini zikretmiştir. Seyyid Razi, bunlardan bazısını Nehc’ul Belağa’da zikretmiştir. Ör*ne*ğin:

    1- “Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.”[92]

    2- “Kitapta Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”[93]

    3- “Eğer o, Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.”[94]

    4- “Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk...” [95]

    5- “Melekler şerefli kılınmış kullardır. Allah'tan önce söz söyleyemezler; ancak O’nun emri üzerine iş yaparlar.”[96]

    6- “Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip bir*birine karışmıştır.” [97]

    7- “Gizliliklerin ortaya çıkacağı gün” [98]

    8- “Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yarat*maya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yaparız.”[99]

    Dr. Suphi Salih, Nehc’ul Belağa’nın şerhinde bu Kur’an ayetleri için özel bir fihrist hazırlamıştır ve 110 ayete yer vermiştir.[100] Bunlardan bazısında birden fazla ayet şahit gösterilmiştir ve bazısında ise bir ayetin sadece bir bö*lümü şahit gösterilmiştir ama çoğu tam bir ayet ola*rak şa*hit tutulmuştur. Bunların dışında Ra*bıta-i Kur’an ve Nehc’ul Belağa adında yazmış olduğum kitapta ve ge*çen yıl Bünyad-i Nehc’ul Belağa kurumu tarafından ba*sıldı. Bu kitapta anlam açısından Kur’an ile uyuşan Nehc’ul Belağa’nın 150’ye yakın sözlerini zikrettim.

    Ör*neğin:

    1- Nehc’ul Belağa: “Sayıcılar nimetlerini sayamaz*lar." [101]
    Kur’an: “Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremez*siniz.” [102]

    2- Nehc’ul Belağa: “Sonra onu gezegenlerle ve ışılda*yan yıldızlarla süsledi.” [103]
    Kur’an: “Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldız*larla süsledik.” [104]

    3- Nehc’ul Belağa : “Sizleri düşmanınızla cihada da*vet edince korkudan gözleriniz dönüyor, adeta ölümün çetinliği ve gaflet sarhoşluğu içinde çırpınıyorsunuz.” [105]

    Kur’an: “Kalplerine korku gelince ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözleri dönerek, sana baktıklarını gö*rürsün. “[106]

    Ben Nehc’ul Belağa’nın Kur’an ile olan ilişkisinin bu 150 husus ile sınırlı olduğunu iddia etmiyorum. Çünkü tümüyle sayabilmek için insanın öncelikle Nehc’ul Belağa’yı hıfzetmiş olması ve zihnine yerleştirilmiş bu*lunması gerekmektedir. Ancak böylece Kur’an ayetlerinden birini görünce Nehc’ul Belağa hazinesinden hıfzettikleri arasında ilgili cümleyi bulup ayırabilir veya Nehc’ul Belağa’nın bütün ta*birleri arasında Kur’an’ın bu ayetiyle uyuşsun bir söz ol*madığını ifade edebilir. Bu uygulamayı Kur’an’ın bütün ayetleri hususunda hayata geçirebilir yada bu tatbik işinde öncelikle Kur’an’ı ezberleyip ve sonra da Nehc’ul Belağa’yı mütalaa ederek ilgili yerleri kaydedebilir.

    Bununla birlikte Nehc’ul Belağa’nın bazı hutbeleri de Kur’an’dan bir ayet veya surenin tefsiri niteliğindedir. Örneğin: 219. hutbe Tekasür suresinin tefsiridir. 221. hutbe, “Ey insan çok cömert olan Rabbine karşı seni al*datan nedir?” ayetinin tefsiri konumundadır. 220. hutbe ise “Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinden adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O’nu tespih ederler.” ayetinin tefsiridir.

    Bütün bu söylenenlerin yanı sıra çağdaş alimlerden biri olan Mecellet’un Necef’te, “Elfaz’ul Kur’aniyye fi Nehc’ul Belağa” adında çok güzel bir eser yazmıştır ama şu anda elimde olmadığından özelliklerini açıklayamayacağım. Ayrıca Nehc’ul Belağa’da 21 yerde Kur’an’ın niteliklerinden söz edilmiştir. Bu Dr. Subhi Salih’in fihris*tinde de vardır. Elbette bazı hususları da yine gözden kaçır*mıştır ki bunlara da benim yazmış olduğum el-Kaşif ki*tabın*daki “Kur’an ve Kitabullah” kelimesinin beyanında yer verilmiştir. Dolayısıyla altı yerinde Kur’an ile Nehc’ul Belağa kitabının ilişkisini açıklayan “Rabita-i Kur’an ba Nehc’ul Belağa” isimli kitabım bu hususta araştırma*cılar için bir kılavuz konumundadır.

    Nehc’ul Belağa’nın Lafızlarına İstinad Edilebilir mi?


    Bilindiği gibi Nehc’ul Belağa Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s)’ın hutbeleri, mektupları ve kısa sözleri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Hz. Ali (a.s)’ın mek*tup ve kısa sözleri hususunda hiç bir şüphe yoktur ve biz*zat lafızları muteber ve istinad edilebilir bir konumdadır. Öyle ki bir mektubu olduğu gibi korumak ve kısa sözleri ez*berlemek kolay ve yaygın görülen bir olaydır. Ama Nehc’ul Belağa’nın uzun ve detaylı hutbeleri hususunda şöyle söylenmektedir: “Eğer Ali (a.s) o hutbeleri bir minbe*rin üzerinde veya savaş meydanlarında söylemiş ise du*yan kimselerin o kelimeleri olduğu gibi ezberlemesi ve yazması nasıl mümkün olabilir? Dolayısıyla bu soruya şöyle cevap vermek gerekir ki hutbelerin ravileri anlam ve içeriğini ezberlemiş ama kendi fikir ve dikteleriyle birtakım ifa*deler beyan etmişler ve yazmışlardır.”

    Bu cevapta bir çok yönden kabul edilemez konumda*dır.

    Birinci olarak daha öncede belirttiğimiz gibi Nehc’ul Belağa fesahat ve belagat açısından bilginlerin ve edebi*yatçıların şaşkınlığa düştüğü sözlerden oluşmaktadır. Bu yüzden Nehc’ul Belağa’nın beşer sözünün üstünde, Allah’ın sözünün altında yer aldığını beyan etmişlerdir. Ayrıca bilindiği gibi fesahat ve belagat lafız ile ilgili nitelikler değildir. Aksine cümlenin akıcı, revan, karmaşalıktan uzak, itici olmayan anlamsız karşılaştırmalara yer vermeyen ve benzeri niteliklerden uzak olmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla eğer Nehc’ul Belağa’nın lafızlarını raviler inşa etmişlerse o halde Ali’yi değil, bizzat inşa eden kimseleri fesahat ve belagat açısın*dan övmek gerekir.

    İkinci olarak, Nehc’ul Belağa’da yer alan uzun hutbele*rin bir benzerini Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarından öğüt ve delil gösterme noktasında nakledilen hadis ve ri*vayetlerde de görmek mümkündür. İslam bilginleri özel*likle de büyük fakihler Nehc’ul Belağa’nın lafız ve iba*retlerinin bizzat kendisini şahit göstermişlerdir. Aynı zamanda Nehc’ul Belağa’nın bütün şarihleri de hutbeleri şerh ederken kayıtlara geçen lafızların edebi ve lügavi özel*liklerini zikretmiş ve açıklamışlardır. Hatta bazen şöyle demektedirler: “Eğer bu kelime yerine örneğin fa*lan ke*lime kullanılmış olsaydı şu ayıpları taşırdı.”

    Dolayısıyla açıkça görüldüğü gibi bütün alim ve bilginleri böylesine sorunlardan gafil bilmek mümkün değildir.

    4- Ayrıca Hz. Ali (a.s) zamanında yaşayan bazı şair*lerden de oldukça uzun ve detaylı şiirler nakledilmiştir. Ayrıca bu şiirler irticali ve bir ya*zıya dökülmeksizin be*yan edilmiştir. Örneğin, Ha*san b. Sabit’in Gadir-i Hum’da okuduğu şiir on beş beyitten oluşmaktadır ve el-Gadir kitabında da nakledilmektedir. Ayrıca Kays b. Sa’d, Kemiyyet, Ferazdak gibi kimselerden uzun şiirler ve Sahban Vail ve Kays b. Harice gibi kimseler*den ol*dukça uzun hutbeler nakledilmiştir. Bunların hepsi ön hazırlığı yapılmadan yazıya dökülmek*sizin beyan edilen şiir ve hutbelerdir. Şuanda da edebiyat ve tarih kitapla*rında kayıtlıdır.

    Dolayısıyla bu şiir ve hutbelerin kaydedilmesi hu*su*sunda şöyle demek gerekir: Araplar oldukça güçlü ve sağlam hafızaları sayesinde şiirleri olduğu gibi ez*berliyor*lardı ya da bu şiirlerin yazılmasında onlara büyük kolaylık sağlıyordu. Veya raviler, şair ve hatiplerin konuşma*sından sonra birbirlerine ya da bilemediğimiz bir tarzda ibare ve kelimeleri olduğu gibi kaydediyorlardı. Zira belli bir vezin ve kafiye öl*çüsü olan şiirleri sadece anlamıyla nakletmek mümkün değildir. Nitekim Nehc’ul Belağa’daki hutbelerin çoğu da belli bir kafiye ve vezne sahiptir. Lafızları de*ğiştirmek bu sözün kelam ve veznini bozmaktadır. Hatta bazen iki kelimeden sadece bir keli*mesi kafiye ve vezne sahiptir. Nitekim aşağıdaki cümleler Hz. Ali (a.s)’ın Garra adıyla bilinen uzun hutbesinde yer almış*tır. “O insan, rahimlerin karanlıklarında gizlice tasar*lanıp kararlaştırılan dökülmüş erlik suyu ve yaratılışı noksan bir kan parçası, bir pıhtı değil miydi? Sonra ra*himde bir yavru oldu. Çıkıp süt emen bir çocukken, er*genlik çağına geldi. Sonra da kendisine duyduğunu bel*leten bir gönül, konuşan bir dil, bakıp gören bir göz ve*rildi ki duyup gördüğünü anlasın, ibret alsın ve kötülük*lerden kaçınsın. Ama o büyüyüp geliştiğinde tekebbüre kapıldı, yüz çevirdi, heva ve hevesine uydu, lezzetlere dalsın diye dünyası için çalışıp çabaladı, zorluğa düştü. Belaya düşeceğini ummaz, korkması gerekenden korkmaz oldu.”

    Az da olsa Arapça bilen herkes bu tür tabirlerin Sahban ve Kays gibi kimselerin olmasına imkan ver*mez. Zira fesahat ve belagat dahilerinin kitaplarında bile böy*lesine cümleler görülmemektedir. Bu lafız ve ibarelerin kafiye ve vezni korunduğu halde değiştiril*mesi mümkün değildir. Örneğin, hutbede geçen “yafien” kelimesi yerine “mürahiken” kelimesi koyu*labilir veya “müzdeciren” ke*limesi yerine “müntehiyen” kelimesi geçirilebilir. Ama bu değişiklik mana açısından doğru olsa da “ayn” ve “ra” harflerinin kafiye ve veznini ortadan kaldırmaktadır. O halde şöyle demek zorundayız: Bu kelime ve lafızların ol*duğu gibi İmam Ali (a.s)’ın mübarek ağzından çıkan ke*limeler olduğunu kabul etmek zorundayız.

    Nehc’ul Belağa’nın Kaynakları


    Bazı İslami fırkalar araştırılmamış, kendile*rine miras kalmış inançları doğrultusunda Nehc’ul Belağa’da yer alan bazı konuların kendi inançlarıyla çeliştiğini sanmış*lardır. Dolayısıyla da Nehc’ul Belağa’nın Hz. Ali (a.s)’ın sözleri olduğu hakkında şüpheye düşmüş ve bu kitabı Seyyid Razi ve kardeşi Seyyid Murteza’nın yazdığını söylemişlerdir. Bu yüzden bazı yazarlarımız ve araştır*macılarımız Nehc’ul Belağa’daki bütün hutbe, mektup, vasiyet ve kısa söz*lerin Seyyid Razi daha doğmadan veya bizzat o asırda yada sonraki asırda yazılmış olan kay*naklardan elde etmeye çalışmışlardır. Bu sözlerin sağlam, güvenilir kaynaklarla Hz. Ali (a.s)’a ulaşmış olmasına büyük özen göstermişlerdir. Bu konuda buldukları kitap*ları, sayfa numaralarını ve kitabın diğer özelliklerini en ince detayına kadar zikretmişlerdir. Bu konuda büyük bir başarı elde etmişlerdir. Benim bu konuda tanıdığım kim*seler şunlardır:

    1- Hadi Kaşif’ul Gıta, kendi Müstedrek-i Nehc’ul Belağa kitabının bir bölümünü Nehc’ul Belağa’nın kay*naklarına ayırmış 236. Sayfada 265. sayfaya kadar bu kaynakları zikretmiştir. Ama sayfa numaralarını çok az açıklamıştır.

    2- Seyyid Hibbetütdin Şehristani, “Mahuve Nehc’ul Belağa” adlı kitabında daha çok itiraz edilen Şıkşıkıyye hutbesinin kaynaklarını zikretmiş ve bu hutbeyi Seyyid Razi’den önce ve sonra, ken*disiyle çağdaş dokuz kaynak*tan nakletmiştir. Ay*rıca ifade farklılıklarını da beyan et*miştir. Araştır*malarım neticesinde bulduğum ve merhum Şehristani’nin görmediği kitaplardan biri de Sipt İbn-i Cevzi’nin Tezkiret’ul Hevas kitabıdır. Bu şa*hıs adı geçen kitabının 124. sayfasında şöyle söylemektedir: “Nehc’ul Belağa’nın sahibi İbn-i Razi, Şıkşıkiye hutbesinin bir bö*lümünü zikretmiştir ve bir bölümünü de atmıştır. Ama ben bu hutbenin tümünü zikrediyorum.

    Daha sonra da hutbenin senedini şeyhi olan Ebul Ka*sım Anbari’den İbn-i Abbas’a ulaşana dek zikretmekte*dir.

    3- Abdullah Nimet ise Mesadir-u Nehc’ul Belağa kita*bının ikinci bölümünde 130 ila 320 . sayfalarda bu kaynakları sıralamakta, cilt ve say*falarını belirtmek*tedir.

    4- Ali Han Arşi ise “İstinad-u Nehc’ul Belağa” adlı ki*tabında sadece Hindistan Ranbaver kütüp*hanesinde bulduğu kaynaklardan söz etmiştir. Ali Han Arşı de bu kü*çük cüzvesinde söz konusu kütüpha*nelerdeki nüshalarda Nehc’ul Belağa’nın hutbe, mektup ve hikmetli sözlerin*den bulduklarını cilt ve sayfa numaralarıyla birlikte zik*retmiştir.

    5- Seyyid Abd’uz-Zehra Hüseyini Hatip ise, Mesadir-u Nehc’ul Belağa ve Esanidihi adlı kita*bında bütün gü*cüyle Nehc’ul Belağa’daki sıralamayı göz önüne alarak tüm Nehc’ul Belağa’nın kaynaklarını bulmaya ve zikretmeye çalışmıştır. Anladığım kadarıyla bu kitabın sadece dört cildi bası*labilmiştir. Muhterem yazar, tüm Nehc’ul Belağa’nın kay*naklarını 26 ila 37. sayfalarında yer verdiği 109 kay*nak kitaptan çıkarıp nakletmiştir.

    Okuyucuların bu araştırmacının metodunu yakından tanıması için Nehc’ul Belağa’nın üç bölümünden beşer örnek vermek istiyorum. Bu beş kitabın tümü de şu anda yanımda mevcuttur. (Mesadir-i Nehc’ul Belağa ise tam dört cilttir.)
    Hutbeler

    Birinci Hutbe: Bu hutbe “Hamd, Allah’a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler.” cümlesiyle başla*mak*tadır ve bu hutbe aşağıdaki şu kitaplarda yer almıştır:

    1- İrşad-i Müfit[107]

    2- Tuhaf’ul Ukul, Necef baskısı, s. 43[108]

    3- Tevhid-i Saduk s.24 ila 28

    4- Emali-i Şeyh Tusi, (H. 460 yılında vefat et*miştir) c. 1, s. 22

    5- Mecalis-u Müfit, s. 149,[109] Merhum Meclisi ise Bihar, c. 77, s. 302’de bu hutbenin büyük bir bölümünü Uyun’ul Hikmet-i Vasiti’den naklet*mektedir.
    İkinci hutbe: Bu hutbe de “Nimetini tamamladığı için ona hamd ederim” cümlesiyle başlamaktadır. El Müsterşid-u Taberi, kitabında s. 73’de birtakım fazlalık*lar ve farklılıklarla nakledilmiştir.

    Üçüncü Hutbe: Bu hutbe ise meşhur olan “Şıkşıkıye” hutbesidir. İlal’uş Şerai’ s. 144, Mean’il Ahbar[110] 404. bab, s. 361, Emali-i Şeyh Tusi, c. 2, s. 382- 384, Şafi-i Seyyid Murtaza (H. 426 yılında vefat etmiştir) s. 203, İrşad-i Şeyh Müfit s. 166 ve bir başka baskısında s. 135, ve aynı zamanda Şeyh Müfit bu hutbeyi el-Cemel s. 46 ve 76 da, el-İfsah kitabında ise s. 17’de nakletmiştir. Ebu Said Mansur ve H. 422 yılında ölen Zirabi Nesr’ud- Durer kitabında Nehc’ul Belağa’dan az bir farklılıkla bu hutbeyi naklet*miştir.

    Adı geçen hutbe, bu kitaplarda farklı ve İbn-i Abbas’a ulaşan senetleriyle nakledilmiştir. Senet zinciri arasında Ehl-i Sünnet alimlerinden bir gurup da göze çarpmakta*dır. Örneğin H. 303 yılında vefat eden Ebu Ali Cebai, H. 317 yılında vefat eden Ebul Kasım Belhi ve hakeza H. 606 yılında vefat eden İbn-i Esir Nihaye kitabında “Şıkşıkıye” lafzı hususunda şöyle diyor: “Bu kelimeyi Hz. Ali (a.s) bu hutbesinde kullanmıştır.”

    Firuzabadi de Kamus adlı kitabında şıkşıkıye hutbesini Hz. Ali’ye isnat etmiş ve “Aleviyye” diye ad*landırmıştır. Bütün bu söylenenlerin yanı sıra İbn-i Ebil Hadid de bu hutbeyi Ebul Kadım Belhi-i Mutezili’nin kitabından nakletmiştir ve bu kitap Seyyid Razi’nin do*ğumundan yıllar önce yazılmıştır. Musaddık Vasiti’den şöyle söylediğini nakletmektedir: “Üstadım İbn-i Haşşab’a şunu sordum: “Acaba bu hutbe yalan yere mi Ali’ye isnat edilmiştir?” Üstadım: “Allah’a and olsun ki ben bu hutbenin Hz. Ali’nin sözleri olduğu husu*sunda yakin içindeyim.” Bende: “halkın çoğu Nehc’ul Belağa’yı Seyyid Razi’nin uydurup Hz. Ali’ye isnat etti*ğini söylüyorlar.”dediğim zaman bunun üstadım bana şu cevabı verdi: “Seyyid Razi ve diğerlerinin böylesine nefis üslupları ola*bilir mi? Biz Seyyid Razi’nin yazılarını gör*dük. Onun söz ve şiirlerinin metodunu ve tarzını biliyoruz.”[111]

    Dördüncü Hutbe: Bu hutbe de “karanlıklarda bizimle hidayete erdiniz” diye başlamaktadır ve el Müstedrek, s. 76 ile İrşad-i Müfit s. 119’da nakledilmiştir. İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: “Bu hutbe de Hz. Ali’nin en uzun hut*belerinden biri sayılmıştır.” Daha sonra hutbenin tümünü nakletmekte ve bazı kelimeleri hususunda görüş belirt*mektedir.

    Beşinci Hutbe: Bu hutbe de “Ey insanlar fitne dalgala*rına karşı direnin” diye başlamaktadır. İhticac-ı Tabersi, s. 127, Tezkiret’ul Havas, s. 128 de senet zincirleriyle ve tabir farklılıklarıyla nakledilmiştir. İbn- i Ebil Hadid ise hutbenin söyleniş nedenlerinden, ön bilgilerinden ve atılmış fazla*lıklarından söz etmektedir.

    Mektuplar

    Birinci Mektup: Bu mektup “Allah’ın kulu ve Mü*minlerin Emiri Ali’den Kufe ehline” diye başlamaktadır. H. 286 yılında ölen İbn-i Kuteybe’nin El İmame ve’s-Siyase kitabı s. 58 de, başka bir baskısında ise s. 67 de ve aynı zamanda Şeyh Müfid’in el Cemel kitabında s. 115 ve bir başka baskısında ise s. 131 de nakledilmiştir.

    İkinci Mektup: Bu mektup da Şeyh Müfid’in el- Cemel kitabı s. 200 ve en-Nasre, s. 215’de senet fazla*lıkları ve farklılıklar ile kaydedilmiştir.
    Üçüncü Mektup: mektup ise “Ey Şureyh, ama şüphe*siz sana... gelecektir...” diye başlamış olup Emali-i Şeyh Seduk, s. 87, H. 654 yılında ölen Sibt İbn-i Cevzi’nin yazdığı Tezkiret’ul-Havas, s. 654 ve 185 ve H. 454 yılında ölen Kadı Kudai’nin yazdığı Destur-u Mea*lim’il-Hikem, kitabı s. 454 ve 135’de nakledilmiştir.

    Dördüncü Mektup: Tezkiret’ul-Havas, s. 157’de nakledilmiştir.

    Beşinci Mektup: “Senin sorumluluğun, ekmek ve su vesilesi değil, boynundaki emanetin hakkını vermek için çalış*maktır.” diye başlayan bu mektup İbn-i Kuteybe’nin el-İmame ve’s-Siyase kitabı, c. 1, s. 79 bir başka baskıda ise s. 91’de, İbn-i Abdurrabbeh’in[112] İkd’ul-Ferid, c. 2, s. 232 bir başka baskısında ise c. 3, s. 14 ve H. 212 yılında vefat eden Nasr b. Müzahim’in Siffin kitabı, s. 20’de nakledilmiştir.

    Kısa Sözler

    1- “Fitneye karşı iki yaşındaki deve gibi ol”
    H. 380 yılında ölen Ebu Hayyan Tevhidi, el-İm*tina’ ve’l-Muanese kitabında c. 2, s. 31; Amedi’nin Gurer’ul-Hikem kitabında, “kaf” harfinde nakledilmiştir.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Nehc’ul Belağa’yı Tanıyalım

          Kategori: Ehlibeyt

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 3

          Görüntüleme: 5095


  2. #2
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1048
    @Dygsuz

    Standart

    “Nehc’ul Belga açısından münafıklar”
    Bu yazı değerli Nehc’ul Belaga’yı şöyle bir gözden geçirerek Hz. Ali’nin (s)nin münafıkların komplolarından çektiği rahatsızlığa açıklık getiriyor. Münafıkların esas muhalefeti, İslam hükümdarına yöneliktir ve Hz. Resulullah’dan (sav) sonra ilk nifak hareketi hazretin rıhletinden hemen sonra Sakife’de şekillendi. Münafıklar peygamber efendimizin sözünü unuttular ve 25 yıl boyunca Hz. Ali’yi (s), iktidardan uzak tuttular.
    Ve 25 yıl sonra tekrar Hz. Ali’yi (s) arayıp ısrarla onunla biat ettiler. Fakat kısa bir süre sonra anlaşmazlığa başladılar. Hz. Ali’nin (s) adaleti onlara ağır geldi ve yersiz bahanelerle bir başkasını halife yapmak için 5 yıllık bir sürede hazrete 3 savaş dayattılar ve bu savaşların en ilginç yönü, her üç savaşta da Müslümanların yüz yüze gelmesidir. Hz. Ali’nin (s) Nehc’ul Belaga adlı değerli eserine bakıldığını hazretin münafıklardan duyduğu rahatsızlık daha iyi anlaşılıyor. Hilafetinin ilk günlerinde okuduğu ünlü Şakşakiye adlı hutbesinde Hz. Ali (s) şöyle buyurur: Allah’a andolsun falan kişi hilafete oturduğunda benden başkası halife olmayacağını biliyordu.
    Hilafeti devretmesi gereken kişi de eceli geldiğinde onu başkasına devretmeye çalışmasından şaştım. Ben onca uzun yılları sabırla geçirdim, acı çektim ve için kan ağladı. Yaşamının sonu geldiğinde birkaç kişiyi aday gösterdi ve beni de onların arasına kattı. Neden Allah’ı isyan ettiriyorsunuz, Benim o ilk olandan neyim eksikti ki beni onunla aynı seviyede görmediniz ve bunların arasına kattınız. Bu kesti, o biçti, üçüncü muradına erdi ve atlar gibi koşturdu. Bu hutbede Hz. Ali (s) hilafet hakkının gasp edildiğine değinerek kendi hakkı olduğuna işaret ediyor ve devamında şöyle diyor: Allah’a andolsun eğer şu biat edenler olmasaydı ve dostlarım benden talepte bulunmasaydı ve Allah ulemaya zalimlerle mücadele etmeyi ve aç insanlara yardım etmeyi buyurmamış olsaydı, bu işin devamını da bırakır ve sonunu başlangıcı gibi sayarak geçmişte yaptığım gibi bir kenara çekilirdim ve sizin dünyanızı hiçe saydığımı anlardınız ve hükümete bir kuruş bile değer vermediğimi görürdünüz. Hz. Ali (s) böylece hilafeti neden benimsediği ve amacının ne olduğunu ifade ediyor. Hz. Ali (s) 210. hutbede nifak hareketinin varlığına değinerek şöyle buyuruyor: Münafıklar Allah’ın resulünden sonra geriye kaldılar, önderlere yalan ve iftira atarak ateşe davet edenlere yakınlaştılar.
    Hz. Ali (s) 26. hutbede hilafetten önceki şartları şöyle açıklıyor: Baktım hiçbir yardım edenim yok ve yakınlarımdan başka hiç kimse çevremde kalmamış. Onların da yardımını, öldürülmelerinden korkarak istemedim. Mecburen hakkımda vazgeçtim ve sabretmeyi yeğledim. Hz. Ali Hatta halkın biatini şöyle ifade ediyor: Sizin de benimle biatiniz sebepsiz değildi ve ben sizlerle aynı türde düşünmüyordum. Ben sizi Allah için istiyorum, oysa siz beni kendiniz için istiyorsunuz. Hazret daha sonra bu insanları serzeniş ediyor ve şöyle buyuruyor: Bugün insanlar hükümdarların zulmünden korkarken ben, halkın zulmünden çekiniyorum. Ben cihada çağırırken siz evlerde saklandınız, hak sözünü söyledim, duymadınız, açık gizli çağırdım, karşılık vermediniz, nasihat ettim kabul etmediniz. Bu iki yüzlü insanlar işi öylesine ilerletiyor ki hazret haklarında şöyle buyuruyor: Allah’a andolsun rabbim sizlerle beni ayırmasını ve sizden daha layık bir topluma kavuşturmasını arzu ediyorum.
    Bir başka yerde de aynı insanları serzeniş ederken şöyle buyurur: Sizler nerede savaş ateşi yakabilirsiniz, lanet olsun sizlere çünkü azarlarınızın fazlalığından yüreğim yandı. Bir gün sizi yüksek sesle çağırıyorum, bir başka gün kulaklarınıza sesleniyorum, ama ne yüksek sesle çağırdığımda gerçek hür insanlarsınız, ne de fısıldadığım sırları saklayan gerçek kardeşlersiniz.Öyle insanların esiri olmuşum ki emrettiğimde dinlemiyor ve sorduğumda cevap vermiyor. Ey alçaklar, neden bekliyorsunuz ve Allah’ın dinine yardım etmek için hiçbir adım atmıyorsunuz? Hani sizleri bir araya getiren din? Sizleri harekete geçirecek gayret nerede?
    Haykırıp yardım istiyorum ama ne sözümü duyar, ne de boyun eğersiniz. Cihad hutbesinde de Hz. Ali(s) münafık sıfatlı insanlara hitaben en ağır sözleri sarf ediyor: Hayret doğrusu, nasıl bu insanlar batılılarının etrafında dayanışma içindeler ve siz hakkın etrafında bunca dağınıksınız. Bu durumunuz gönüllere ölüm verirken acıları da tazeliyor. Tüm çirkinlikler sizlerin olsun, acıdan kurtulmayasınız ve bilin ki afet oklarının hedefi olacaksınız. Sizi yağmalıyorlar ve siz buna tepki göstermiyorsunuz, size savaş açıyorlar, ama siz savaşmıyorsunuz. Allah’ın buyruğuna baş kaldırıyorsunuz ve buna da seviniyorsunuz. Sizi yazın istediğimde havalar sıcak, izin ver de biraz serinlesin diyorsunuz. Kışın emir verdiğimde hava çok soğuk, izin ver de soğuklar geçsin diyorsunuz. Soğuktan ve sıcaktan böylesine kaçan sizler kılıçlarınızla nerede savaşacaksınız? Ey erkek kılığında namertler, ey şımarık akılsızlar, keşke sizi görmemiş ve tanımamış olsaydım, çünkü Allah’a andolsun tanımanın sonu pişmanlıktı ve getirisi de acıdan başka değildi. Allah hepinizin canını alsın, çünkü sizin elinizden içim kan ağlıyor ve yüreğim öfke ile dolup taşıyor.Hz. Ali (s), Muhammed İbni Bekir’in öldürülmesinden sonra Abdullah İbni Abbas’a yazdığı mektupta şöyle buyuruyor: Allah’tan bir an evvel beni ellerinden kurtarmasını istiyorum. Allah’a andolsun eğer düşmanla savaşırken şehadet arzusu olmasaydı bunlarla hatta bir gün bile bir yerde yaşamak ve onları görmek istemezdim.
    Bir gün Hz. Ali bir hutbe okudu, Eş’as İbni Kays bir sözü eleştirdi ve bu sözün pahalıya mal olacağını söyledi. Hz. Ali (s) şöyle karşılık verdi: Kim sana benim yararım ve zararımın ne olduğunu söyledi ki? Ey kibirlilerin en kibirlisi ve ey kafirden doğan münafık, bir kere kafirken esir düştün, bir kez de İslam hükümetinde, ve her ikisinde de ne malın sana bir yararı oldu. Ne de sülalen sana yardıma koştu. Talha ve Zubeyr, Hz. Ali (s) onlarla istişarede bulunmadığı için rahatsızdı. Hazret şöyle buyurdu: Allah’a andolsun ne hilafet için istekliydim, ne de hükümete, ancak siz beni buna zorladınız ve bu görevi bana verdiniz. Hükümet işi bana verilince Allah’ın kitabına ve bizlere mukadder buyurduğu şeylere baktım ve onları ve Allah’ın resulünün sünnetini izledim. Bu konularda sizlerle istişarede bulunma ihtiyacı duymadım çünkü bilmediğim bir konu ile karşılaşmadım, eğer böyle bir durum olsaydı mutlaka yapardım ve size yüz çevirmezdim. Talha ve Zubeyr Cemel savaşını başlattıktan sonra Hz. Ali (s) bu savaş hakkında şöyle buyurdu: Bu işin her yönünü inceledim ve sonunda onlarla savaşmak ya da Hz. Muhammed’in (sav) getirdiklerini reddetmekten başka çare bulunmadığını anladım, o zaman savaşmayı ceza çekmekten daha kolay buldum ve bu dünyanın acısını, öbür dünyanın acısına yeğledim.
    Savaşın başında Hz. Ali (s) sahabeye şöyle buyurdu: Allah’a andolsun onlar İslam'ı benimsemediler ve sadece korkudan İslam'a inandıklarını söyleyip küfürlerini gizlediler ve kendileri gibilerini bulmayı bekleyip küfürlerini açığa vurdular... Ancak Cemel savaşının sona ermesiyle nifak hareketi son bulmadı ve daha sonra Muaviye nifak hareketinin başına geçerek Hz. Ali’ye (s) karşı komplo düzenlemeye başladı. Muaviye'nin askerleri kentlere saldırıyordu ve komutanlarından biri Yemen’e çıkarma yaptı. Hz. Ali onları serzeniş etti ve şöyle buyurdu: Duyduğuma göre Yemen’e çıkarma yapmışsınız. Allah’a andolsun onların yakın gelecekte sizlere galip geleceğini görür gibiyim, çünkü onlar batıllarının çevresinde vahdet içindeler ve siz Hak etrafında dağınıksınız. Siz hak imamınızı dinlemiyorsunuz, ama onlar batıl imamını izliyorlar. Onlar hükümdarlarına itaat ederken sizler ihanet ediyorsunuz. Onlar yaşadıkları yerde dürüstler, ama sizler fasık ve kötüsünüz. Ey rabbim bunlar beni istemiyor, ben de onları, o zaman onlardan iyisini bana ver ve benden kötüsünü onlara. Kûfe halkı o kadar kötülük yapıyor ki Hz. Ali (s)bu sözleri sarf ediyor.Hz. Ali (s) Muaviye’ye yazdığı mektupta Küfre işaret ediyor ve şöyle diyor:
    ...Hatırladığın gibi biz ve siz dosttuk, ancak geçmiş bizi ayırdı, biz iman ettik ve siz küfre yöneldiniz. Ve bugün biz sağlam duruyoruz, siz ise sınanmak üzeresiniz. Bakıyorum savaş sana diş geçirdiğinde bağırıyorsun ve ağır yükten inleyen develer gibi inliyorsun. Bakıyorum aldıkları ağır darbelerden sonra askerlerin beni Allah’ın kitabına davet ediyor, oysa hepsi bizzat kafir veya biatlerini unutanlardır. Hz. Ali (s) Basra ordusu ile savaşmaya vurgu yapıyor ve şöyle diyordu: Allah’a andolsun ben o safta pek bir iş yapmadım ta ki küfür ordusu çaresiz kaldı ve geri döndü. Ben ne güçsüzdüm ne de korkak, bu gün de öyleyim, onlar da aynen öyle. Ben hakkın gün ışığına çıkması için batılı yarıyordum. Ben Kureyş’le bir alıp veremediğim yok, Allah’a andolsun kafir oldukları o günlerde onlarla savaştım, şimdi de kandıkları için onlarla savaşmaya hazırım. Ben dün onlara karşı savaştım, bu gün de geri adım atmam.
    Hz. Ali (s) 29. mektubunda Basra halkına hitaben şöyle buyuruyor: Eğer yanlış işler ve akılsız düşünceler sizleri ayrılık yolunu tutup beni itaat etmemeye zorluyorsa bilin ki ben hazırlıklıyım ve bir anda başınıza yıkılıveririm. Eğer beni size gelmeye zorlayacak olursanız öyle bir savaş başlatırım ki Cemel savaşı bu savaşın yanında çocuk oyunu kalır. Hz. Ali (s) halkı Şam halkı ve Muaviye ordusuyla savaşmaya çağırmak için okuduğu hutbede şöyle buyurur: Lanet olsun sizlere, artık sizleri serzeniş etmekten usandım. Acaba bu dünyadaki yaşamı ebedî hayata mı yeğliyorsunuz?Ne zaman sizi düşmanla cihada çağırsam gözleriniz yerinden çıkacak gibi oluyor, sanki ölümle yüz yüze gelmiş gibisiniz, ya da unutkanlık içinde gibisiniz, cevap veremiyor ve şaşkınlar gibisiniz. Sanki içinize bir dev yerleşmiş delirmiş gibi oluyor, ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Artık asla size güvenmiyorum ve sizleri destek olarak görmüyorum. Sahabeler Hz. Ali’ye (s) Muaviye ile savaş için hazırlıklara başlamasını söyledikleri zaman hazret şöyle buyurur: Ben bu işi her yönüyle inceledim, ya savaşmalı, ya da kafir olmalı. Hz. Ali (s) Şam ordusu ile savaşmaktan kaçınanları şöyle serzeniş etti: Allah sizi alçaltsın ve rızkınızı azaltsın. Sizler bâtılı hakka göre daha iyi biliyorsunuz ve hakkı ayaklarınızın altında çiğnerken bâtılı yok etmek için bir adım bile atmıyorsunuz.
    Hz. Ali (s) Muaviye ordusu ile savaş konusunda bir an olsun tereddüde kapılmazken başkalarının kuşkularını gidermeye çalışıyordu. Hz. Ali (s) Sıffin savaşı sırasında bir gün şöyle buyurur: Gönlünüzü ferah tutun ve hafif adımlarla ve kolayca ölüme doğru adım atın. Bu kalabalık orduya saldırın, tam kalbine saldırın ve işini bitirin, çünkü orada şeytan konaklamıştır... O zaman direnin, çünkü hak sizinledir. Havaric fitnesi baş gösterdiğinde de Hz. Ali(s) şöyle buyurur: Başınıza bela taşı yağsın, öyle ki sizden en ufak bir iz kalmasın. Allah’a iman edip, resulü ile birlikte Cihad ettikten sonra şimdi de küfre mi yöneleyim? Eğer böyle yaparsam sapmış olurum... Havaric öldürüldükten sonra bazıları çıkıp: Ey Emir’ül Mü’minin, hepsi öldürüldü, dediler...
    Hz. Ali (s) suikasta maruz kaldığı günün sabahı da şöyle buyurmuştu: Oturmuştum ki uykuya kapılmışım, Resulullah’ı gördüm ve şöyle dedim: Ey Allah’ın resulü senin ümmetinden neler gördüm ve neler çektim. Resulullah, onları lanetle diye buyurdu. Ben de şöyle dedim: Ey Allah’ım onlardan daha iyisini bana nasib eyle ve benden daha kötüsünü onlara. İşte Hz. Ali’nin (s) dönemindeki Kûfe halkı ve münafıklar böyle idi. Bu yüzdendir ki biz şöyle diyoruz: Biz, Ali’yi yalnız bırakacak Kûfe halkı değiliz.

  3. #3
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1048
    @Dygsuz

    Standart


    hz ali ve nechul belagadan secmeler



    1-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur: "And olsun Allah'a O'nu(Hz.Peygamber'i) ilk gerçekleyen kişiyim (ilk iman edenim) ben."
    Nehc’ul Belaga Hutbe 37.
    -------------------------------
    Not: Bu hadis için bakın:
    1-Müsned, Ebu Hanife, Sayfa:119-235 (Ravza Yayınları)
    *Taberani rivayet etti ve Müstedrekte şu hadis rivayet edildi."Hz.Peygamber (saa)'e pazartesi nebilik verildi, Ali (as)'da salı günü müslüman oldu.
    *Ibn Abdulber'den rivayet olundu.Muhammed b.Kab El-Kuraz'a soruldu...:"Hangisinin daha önce müslüman olduğu Sübhanallah!!...Hz.Ali (as) ilk müslüman olandır."
    2-Kitabü'l Hasais, Imam Nesai, Sayfa:2, Hadis:3
    "İlk müslüman olan Ali bin Ebi Talib'dir (as)."



    2-Hz.Ali (as) Hakkındaki Üç Şey:
    Muaviye, Sa'd bin ebi Vakkas'a şöyle dedi:
    "Ebu Taliboğlu Ali (as)'a seni sövmekten alıkoyan nedir?"
    Dedi ki:
    "Allah Rasulü (saa)'in O'nun hakkında söylediği üç şey vardır ki, birine sahip olmam benim için kızıl tüylü deve sürüsüne sahip olmamdan daha iyidir, hatırladığım sürece O'na asla sövemem
    Bu üç şey şunlardır:
    1-Vahiy indiği zaman Ali, iki oğlu ve Fatima (as) alıp onları elbisesinin altına koyup şöyle buyurdu:" Rabbim!...İşte bunlar benim ehlim, Ehl-i Beyt'imdir."

    2-Savaşlarından birine çıktığı zaman, Ali (as) O'na buyurdu ki:"Beni çocuklar ve kadınlarla bıraktın."Bunun üzerine şöyle buyurdu:" Benim katımda sen, Harun (as)'ın Musa (as) katında ihraz ettiği dereceyi ihraz etmekten hoşlanmaz mısın?" Ne var ki, benden sonra peygamber yoktur." İşte bunu da hatırladığımda O'na katiyyen sövemem.

    (Tabi hiç sövmedi anlamı taşımaz bu rivayet,sadece onlar aklına geldiğinde sövemezmiş,sonra o laneti yine sövermiş)

    3-Hayber günü Allah Rasulü (saa) şöyle buyurdu:"Mutlaka sancağı, Allah'ı ve Elçisini seven bir adama vereceğim. Allah, O'nun elinde Hayber'in fethini müyesser kılacaktır. Hepimiz heyecanla bekledik; derken "Ali nerede?" diye sordu. "Gözü ağrıyor" dediler.
    "Çağırın gelsin!" buyurdu. (Çağırdılar geldi ve) Gözlerine mübarek tükürüğünü sürdü. ( Hemen iyileşti ve) Sancağı O'na verdi. O'nun eliyle Allah fethi müyesser kıldı.
    Vallahi (bundan sonra) Muaviye, Medine'den çıkıncaya kadar Ali (as) hakkında tek kelime bile söylemedi.

    Kitabü'l Hasais, Imam Nesai,Sayfa:49, Hadis:52
    --------------------
    Not**1. Özellik, Sahih Müslim, Hadis:5955'de geçmektedir.
    2. Özellik, Sahih Buhari, Cilt:005, Kitap:057, Hadis:056'da geçmektedir.
    3. Özellik, Sahih Buhari, Cilt:005, Kitap:057, Hadis:051'de geçmektedir.

    Not***Ebu Bekir bin Kuhafe ve Ömer bin Hattab kaleyi fethetmek için gittiler ancak, başarısız oldular ve kaçıp geri geldiler.
    Not***: Imam Nesai, Ehl-i Sünnet alimlerindendir. Kütüb-ü Sitteyi oluşturan altı kitaptan biri ona aittir.(Hicri 215-303 tarihleri arasında yaşamıştır.)


    3-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur: “Biziz nübüvvet ağacı, vahyin indiği mahal; meleklerin inip çıktıkları yer. Biziz ilim mâdenleri, hikmetlerin kaynakları. Bize yardım eden, bizi seven, rahmeti bekler; bize düşman olan, bize buğzeden, azâbı bekler.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:109


    4-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:”Peygamberini hak üzere gönderen, halktan seçen, Allah hakkı için bu sözü gerçek olarak söylemedeyim; Allah'ın Rasûlü, bütün bunları bana haber verdi; helâk olacak herkesi bildirdi; ne yüzden, neden helâk olacağını anlattı. Kurtulacak herkesi de söyledi, kurtuluş yerini haber verdi ve bu işi açıkladı; başıma gelecek her şeyi de kulağıma söyledi, bildirdi.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:175


    5-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:”Yeryüzündeki hücceti tanımayana muhâcir adı verilemez mutlak; kim onu tanırsa odur muhâcir ancak. Kendisine hüccetin, tanıtıldığı kişi mâzûr olamaz; kulağı duyan, gönlünde bilgi edinen kişinin özrüne bakılamaz.”
    Nahc’ul Belağa,Hutbe:189

    6-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:" Ben sizlere Hz.Peygamber (saa)'in hadislerini naklediyorum. Benim gökyüzünden düşmem, O'na yalan isnad etmekten daha hayırlıdır benim için."
    Sahih Buhari, Cilt:004, Kitap:056, Hadis:808


    7-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullâh vefat ettiği zaman başı, benim göğsümdeydi; ağzının yârı (kanı) elime akmıştı; ben de onu yüzüme sürmüştüm.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:197


    8-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Onu(Hz.peygamber'i s.a.a) yıkamaya kalktım, melekler yardımcımdı. Evde, çevresinde feryat yücelmişti. Meleklerin bir bölüğü inmedeydi, bir bölüğü çıkmada. Onu yatacağı yere koyuncaya dek onların sesleri, onların salavat getirişlerinin, namaz kılışlarının ünleri kulağımdan gitmemişti.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:197


    9-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Ona hayâtında da, memâtında (ölümünde) da benden daha yakın, halifeliğine benden daha lâyık kim var?”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:197


    10-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Zekât, sadaka, biz Ehlibeyte harâm edilmiştir”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:224


    11-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Allah'a isyân etmek için bana yedi iklimi ve bu iklimlerin altlarındaki ülkeleri verseler, gene kabûl etmem ben.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:224


    12-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Çünkü ilmi rivâyet edenler çoktur; ona riâyet edenlerse pek o kadar yoktur.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:239


    13-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Peygamber'inizin itreti aranızdadır. Onlar, sizi gerçeğe çeken iplerdir. Din bayraklarıdır, gerçeklik dilleridir onlar. Onları, Kur'ân'ın en güzel konaklarına indirin, kondurun (Kur'ân'da anıldığı, emredildiği veçhile onlara uyun); susamış develer gibi onların yanlarına, onların kaynaklarına koşun. Ey insanlar, bu sözleri, bu inancı, peygamberlerin sonuncusundan alın; bilin ki bizden olup da ölen, ölü değildir,[6] diridir; ölmez; bizden olup da çürüyüp giden çürümez. Bilmediğiniz sözü söylemeyin; çünkü gerçeğin çoğu, inkâr ettiğiniz şeylerdedir; aleyhine kesin bir deliliniz olmayan kişiyi mâzur tutun; o kişi de benim. Sizin içinizde, sizin aranızda, iki değer biçilmez şeyin büyüğüyle amel etmedim mi ben; iki değer biçilmez şeyin[7] küçüğünü aranızda bırakmadım mı ben? İçinize îman bayrağı diktim; helâl ve harâm sınırlarını size öğrettim; adaletimle kötülüklerden kurtuluş elbisesini size giydirdim.” Nehc’ul Belağa,Hutbe:87


    14-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Bilin ki bizden olup da ölen, ölü değildir, diridir” Nehc’ul Belağa,Hutbe:87


    15-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Her yana sapan yollar arasında, durdum sizin için doğru yolun başında. Her tarafa bakıyordunuz; yoktu kılavuzu-nuz. Her yeri kazıyordunuz; yoktu suyunuz. Bugün sessiz-dilsiz söylüyorum: Yiter-gider ayrılan benden, bana gösterildiği andan beri gerçekte şüphe etmedim ben. Mûsâ, kendisi için korkmamıştı; korkmuştu bilgisizlerin üst olmasından; sapıklığın hükmetmesinden.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:4


    16-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur: “Hiç kimsenin gücü yoktu ki yüzüme karşı bir ayıbımı söyleyebilsin; kimsenin haddi değildi ki ardımdan beni kınasın.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:37


    17-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Bir sudur ki kokmuş; bir lokmadır ki yiyenin boğazında kalmış, kursağına oturmuş. Vakitsiz, olmamış meyveyi da devşirmeye kalkışan, bitmeyecek yere tohum ekene benzer. Bir şey söylesem derler ki: Baş olmaya hırsı var, sussam derler ki: Ölümden korkar. Şu büyük, küçük savaştan sonra buna imkân mı var? Andolsun Allah'a, Ebu Tâlib oğlu, çocuğun anasının memesine düşkün olmasından, daha da düşkündür ölüme. Bir de şu var: Öyle gizlenmiş bir bilgiye sâhibim ki açsaydım size, derin mi derin kuyulara sallanmış ipler gibi sallanırdınız, titrerdiniz."
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:5


    18-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:“Şehadet ederiz ki O'ndan başka ma'bud yoktur; Muhammed onun kuludur, Rasûlüdür. Emrini kesin olarak bildirmek, zikrini söylemek için göndermiştir O'nu. O da risâleti emin olarak edâ etmiştir; gerçek ve doğru olarak gitmiştir; yerine, aramızda gerçeklik bayrağını dikmiştir. Kim o bayraktan ayrılır, ileri giderse, yaydan ok fırlar gibi dinden çıkar; kim geri kalır, altına gelmezse helâk-gider; kim o bayrağın altına gelir, gölgesine sığınırsa gerçeğe uyar.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:100


    19-Hz.Ali (as) insanları Rahbe'de topladı ve şöyle buyurdular:" Allah aşkına söyleyin, Gadir Hum günü Allah Resulü'nün (saa) şöyle buyurduğunu herkes duymadı mı?"Benim müminlere kendi nefislerinden daha ileri olduğumu bilmiyor musunuz? ( Bunu dediğinde ayaktaydı, sonra Ali (as)'ın elini tutup şöyle dedi): "Ben kimin mevlası ( önderi, lideri, rehberi) isem, Ali (as) de onun mevlasıdır. Allahım !.. O'nu seveni sev; O'na düşman olana Sen de düşman ol!.."

    Ebu Tufeyl der ki :" Çıktım, içimde bir şey (his) vardı. Zeyd bin Erkam'a rastladım, durumu ona bildirdik; şöyle dedi:" Hala şüphe mi ediyorsun? Ben onu bizzat Allah Rasulü (saa)'den duydum.."
    Kitabü'l Hasais, Imam Nesai, Sayfa:77, Hadis:90
    ----------------
    Not: Imam Nesai, Ehl-i Sünnet alimlerindendir. Kütüb-ü Sitteyi oluşturan altı kitaptan biri ona aittir.(Hicri 215-303 tarihleri arasında yaşamıştır.)


    20-Hz. Ali (as) Osman bin Afvan 'a buyurdular ki:" Görüyorum ki sen insanlara, Rasulullah (saa)'in yaptığı bir şeyi, yasaklıyorsun!!!!.."
    ------------------------------
    Not: Hz.Ali (as) bunu Osman bin Afvan'a " Temettu Haccı" hakkında söylemektedir.Bu Rasulullah (saa) zamanında var olan ancak, Ömer bin Hattab tarafından yasaklanan sünnettir. Osman bin Afvan da Ömer'in bu yasağını sürdürmektedir.

    Sahih Buhari, Cilt:002, Kitap:026 :Hadis:640 (ingilizce baskısı)


    21-Hz Ali (as ) şöyle buyurmuştur: Hz Peygamber (saa) Hz. Fatıma (as)'a dedi ki:"..Ey Fatima sana hayirli bir şey söyleyeyim mi : 34 kez "Allah-u Ekber" de, 33 kez "Elhamdülillah" de, 33 kez de "Sübhanallah" de".
    Sahih Buhari,Cilt:004, Kitap:053, Hadis:344


    22-Ali (as) Rahbe'de insanlara hitaben şöyle buyurmuştur:
    "Allah aşkına söyleyin; Gadir Hum günü, içinizden Allah Rasulü (saa)'in şu sözlerini kimler duydu:" Şüphesiz Allah ve O'nun Elçisi mü'minlerin velisidir. Ben kimin velisi isem, Ali de O'nun velisidir. Allah'ım O'nu seveni sev, O'na düşmanlık yapana düşmanlık yap. O'na yardım edene de yardım et!!!!..."
    Said bin Vehb dedi ki: ( Ali (as)'ın bu sözü üzerine) Hemen yanımdan ALTI kişi kalkıp tanıklık etti.
    Kitabü'l Hasais, Imam Nesai, Sayfa:82, Hadis:95


    23-Ali (as) şöyle buyurmuştur:" Ben Allah'ın kulu, Rasulullah (saa)'in kardeşiyim. Ben Sıddik-i Ekber'im. Bunu benden sonra söyleyen yalancıdır.Ben insanlardan tam yedi sene önce imam ettim."
    Kitabü'l Hasais, Imam Nesai, Sayfa:5, Hadis:6


    24-Ali (as) şöyle buyurmuştur: "Allah Rasulü (saa) ile ilk namaz kılan kişi benim."
    Kitabü'l Hasais, Sayfa:1, Hadis:1


    25-“Sözlerimizi emin gönüller kabûl eder, o sözler, metin akıllara gider.”
    Nehc’ul Belağa,Hutbe:189


    26-Hz.Ali, Hz.Peygamber (saa)'den şöyle nakilde bulunmuştur: "Hz.Meryem, kendi zamanı kadınlarının en iyisidir; Hz Hatice de kendi zamanı kadınlarının en iyisidir."
    Sahih Buhari, Cilt:005, Kitap:058, Hadis:163


    27-Hz Ali (as) şöyle buyurmuştur :"Andolsun Allah'a ki, sizin her birinizin nereden ve nasıl geldiğini, nereye ve nasıl gideceğini haber versem... Hem de haber veririm, acze düşmem; fakat benim yüzümden Rasûlullâh'ı da inkâr etmenizden korkarım. Bunu ancak emin olduğum özü-sözü doğru kişilere açar, açıklarım."
    Nehcul Belağa, Hutbe: 175


    28- Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Ey gaflete düşenler, sizden gaflet eden yok. Ey emri terk edenler, sizden söz alansa Hak. Ne oldu bana ki sizi Allah'ın emrini bir yana atmış, gidiyor görmedeyim; ondan gayrisine yönelmiş olduğunuzu seyretmedeydim. Sanki hayvanlarsınız, çoban sizi hastalıklarla dolu bir otlağa sürüyor; dertlerle dolu bir sulağa haydıyor. Hayvanlar da otlatılıp semirtildikçe, başlarına neler geleceğini bilmezler de kendilerine lütfediyorlar, ihsanda bulunuyorlar sanırlar. Günlerini, yalnız o gün bilirler; işlerini, yalnız otlayıp sulanmak zannederler."
    Nehcul Belağa, Hutbe:175


    29-Hz.Ali (as)'ın biricik eşi, mü'mine kadınların seyyidesi, Hz.Fatıma (as) hakkında Hz.Peygamber (saa) şöyle buyurmuştur:" Fatima benim bir parçamdır. O'nu üzen Ben'i üzmüştür."
    Sahih Buhari,Cilt:005, Kitap:057, Hadis:061


    30-Zeyd bin Yüsey, Ali (as) dan:
    Peygamber (saa) beraat suresini Mekke'ye Ebu Bekr ile gönderdi. Sonra ardından Ali (as)'ı gönderip şöyle buyurdu:" Mektubu al ve onu Mekke ehline götür. Ali (as) Ebu Bekr'e yatişti ve mektubu ondan aldı; bunun üzerine Ebu Bekr üzgün bir halde ayrıldı ve Allah Rasulü'ne (saa) gelerek dedi ki:
    "Hakkımda bir şey mi nazil oldu?"
    "Hayır, ancak onu (beraat suresini) kendim veya Ehl-i Beyt'imden birinin ulaştırmasıyla emrolundum." buyurdu.
    Kitabü'l Hasais, Imam Nesai, Sayfa:63, Hadis:73
    ---------------------
    Not: Bu hadis, Sahih Buhari, Cilt:006, Kitap:060, Hadis:178 de geçmektedir.


    31-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Hicret, ilk zamanda nasılsa gene de öyledir; Allah'ın kulları yeryüzünde durdukça, emri onlara buyruldukça ümmetten hicret kalkmaz; bu ümmet, muhâcir olmaktan geri kalmaz. Yeryüzündeki hücceti tanımayana muhâcir olmaktan geri kalmaz. Yeryüzündeki hücceti tanımayana muhâcir adı verilemez mutlak; kim onu tanırsa odur muhâcir ancak. Kendisine hüccetin, tanıtıldığı kişi mâzûr olamaz;kulağı duyan, gönlünde bilgi edinen kişinin özrüne bakılamaz."
    Nehcul Belağa, Hutbe:189
    ----------------------
    Not: Bir insana doğru bir şey tebliğ edildikten sonra, O kişi o şeyden dolayı Allah katında mazeret gösteremez, yani O'nu mazereti kalmaz. Bizim zamanımızın imamı, Imam Mehdi (as)'dır. O şu an da Allah'ın yeryüzündeki Hücceti'dir. O'nu duyup, O'na uymayan o gün Allah huzurunda " Ben bilmiyordum" diyemez. Allah insana O gün " Senin Imam'ın kimdi?" diye sorduğunda, insan buna cevap veremezse, kurtuluşa eremez. Buna cevap verebilmesi için ise kişinin 12 Imam'a (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) uyması gerekir, Onların yolndan gitmesi gerekir. Çünkü Hz.Peygamber (saa) " Kim zamanının imamına biat etmeden ölürse cahiliyye ölümüyle ölür." (Ahmet bin Hanbel, Müsned) buyurmaktadır.Kur'an da ise:
    "Her milleti, imâmıyla çağırdığımız gün, kimlerin Kitabı sağından verilirse işte onlar, Kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar." (17:71) buyurmaktadır.


    32-Hz Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Allah'ım, Kureyş'ten hakkımı senden istiyorum; onlara karşı senden yardım diliyorum. Rasûlullah'a olan yakınlığımı inkâr etiler, elimdeki kabı baş aşağı çevirdiler; başkasından fazla lâyık olduğum işte, hakkım olan mevkide benimle kavgaya giriştiler. Hak alınır da, verilir de; istersen gamlara batarak dayan; istersen açıklanarak öl dediler. Baktım, gördüm ki Ehl-i Beyt'imden başka ne bir yardımcı var bana, ne bir yâr ve yâver. Onların tehlikeye düşmelerini revâ görmedim. Gözlerime toz-toprak dolmuştu; gözlerimi yumdum; ağzımın yârını dertle, elemle yuttum; zehirden acı olan bıçaklarla doğranmaktan çetin bulunan bu işe dayandım."
    Nehcul Belağa, Hutbe:217


    33-Hz Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Andolsun Allah'a ki Kuhafe'nin Oğlu ( Ebu Bekr), onu bir gömlek gibi giyindi; oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim; hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş, uçtuğum yere uçamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimle hamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker.
    Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik vardı; mirâsımın yağmalandığını görüyordum. Birincisi, ona Hattab'ın Oğlu'na ( Ömer bin Hattab) verip gitti. (sonra A'şâ'nın şu beytini okudular

    Bugün deveye binmişim; yolculuk zahmetine düşmüşüm;
    Câbir'in kardeşi Hayyanla bulunduğum günle bu günüm kıyaslanır mı hiç?

    Ne de şaşılacak şey ki yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi; ölümünden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı. Bu iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar. O, hilâfeti, düz ve düzgün olmayan çorak bir yere attı; sözü sertti, insanı yaralardı; onunla buluşup görüşeni incitirdi. Meselelerde şüphesi çoktu; özür getirmesinin sayısı yoktu. Onunla konuşan, arkadaşlık eden, serkeş bir deveye binmişe benzerdi; burnuna geçen yularını çekse burnu yırtılır, yaralanırdı; bıraksa üstündekini helâk olma çukuruna götürür, atardı. Allah'ın bekasına andolsun, halk, onun zamanında ne edeceğini şaşırdı; yoldan çıktı; renkten renge boyandı; oradan oraya yeldi-durdu.Uzun bir zaman, çetin mihnetlere düştüm; sabrettim; derken o da yoluna düzüldü; halîfeliği bir topluluğa bıraktı ki ben de bunların biriyim sanıldı.Allah'ım, sana sığınırım; ne de danışma topluluğuydu bu. Onlardan benim hakkımda, birincisiyle ne vakit bir şüpheye düşen oldu ki bu çeşit kişilere katıldım ben? Fakat inerlerken onlarla indim; uçarlarken onlarla uçtum; inişte, yokuşta onlarla beraber oldum. İçlerinden biri, hasedinden gerçekten saptı; öbürü, damadı olduğundan ona uydu, benden yüz çevirdi; öbürleri de öyle işler ettiler ki anmak bile çirkin.
    Derken kavmin üçüncüsü ( Osman bin Afvan ) kalktı; hem de bir halde ki iki yanı da yelle dolmuştu; işi gücü, yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında gidip gelmekti. Onunla beraber babasının oğulları (Ümeyye) da işe giriştiler; Allah malını ilk baharda devenin otları, çayırı-çimeni yiyip sömürmesi gibi yediler, sömürdüler. Sonunda onun da ipi çözüldü; hareketi tezce yaralanıp öldürülmesine sebep oldu, karnının dolgunluğu onu bu hale getirdi; işini tamamladı gitti.
    Derken, halkın benim etrâfıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni üzen bir şey olmadı; her yönden, birbiri ardınca çevreme üşüştüler; bir derecede ki kalabalıktan Hasan'la Hüseyn, ayaklar altında kalacaktı neredeyse. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandılar; bu hengamede elbisem bile yırtılmıştı.
    Ama işi elimle aldıktan sonra bir bölük, biatten döndü; ahdini bozdu. Öbür bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, inancından vazgeçti; öbürleri de itâatten çıktı; sanki onlar, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh Allah'ın "İşte âhiret yurdu; biz onu, yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve sonuç, çekinenleridir" buyurduğunu duymamışlardı (Kasas, 83). Evet, andolsun Allah'a, elbette duydular da, ezberlediler de; fakat dünya, gözlerine bezenmiş bir şekilde göründü, onun bezentisi hoş geldi onlara.
    Ama şunu da bilin ki andolsun tohumu yarana, insanı yaratana, bu topluluk, biat için toplanmasaydı, Allah'ın, zâlimin doyup zulmetmemesi, mazlûmun aç kalmaması hakkında bilginlerden aldığı ahd-ü peyman olmasaydı hilâfet devesinin yularını sırtına atardım; ümmetin sonuncusunu, ilkinin kâsesiyle suvarır giderdim. Siz de anlamışsınızdır ki şu dünyânızın değeri, bir dişi keçinin aksırığından da değersizdir bence.
    (Demişlerdir ki: hutbelerinde söz, buraya gelince, Irak ili halkından biri kalktı, Hazrete bir kâğıt sundu. Hazret kâğıdı okumaya daldılar. Okuyup bitince İbn-i Abbas, Ey Müminler Emiri dedi, sözüne, bıraktığın yerden başlasan; Emir'ül-Müminin aleyhisselâm buyurdular ki
    Heyhât ey Abbas oğlu, bu, erkek devenin, esridiği zaman ağzına gelen bir köpüktü; geldi, gene geriye gitti.
    Nehcul Belağa, Hutbe:3


    34-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:Bilin ki Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'in soyu gökteki yıldızlar gibidir; bir yıldız yitti mi, öbürü doğar; Allah'ın lütuflarının size verildiğini görüyorum ben; size de umduğunuzu gösterecektir.
    Nehc’ul Belaga,Hutbe:100


    35-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur: "Kimin dileği uzar giderse kötü işleri de çoğalır gider."
    Nehcul Belağa, Sözler.


    36-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Yüce kişinin aç kalınca, aşağılık kişinin, karnı doyunca saldırısından korkun"
    Nehcul Belağa, Sözler.


    37-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Onlardan nefretin, onlara düşmanlığın, onları doğru yola çağırmadan, onlara deliller getirip özür serdedecek bir hâle sokmadan sizi onlarla savaşa sürmesin."
    Nehcul Belağa, Mektuplar:12


    38-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Düşmanla buluştun mu, adamlarının ortasında dur. Savaş ateşini alevlemek isteyen kişi gibi onlara yaklaşma; olaylardan korkan kişi gibi de uzaklaşma."
    Nehcul Belağa, Mektuplar:12


    39-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Onlar savaşa başlamadan siz savaşa başlamayın; çünkü siz, Allah'a hamdolsun, doğru yoldasınız; buna inanmışsınız; delilleriniz de var. Onlar savaşa başlayıncaya dek beklemeniz, onların aleyhine, size bir başka delildir."
    Nehcul Belağa, Mektuplar:14


    40-Hz.Ali (as) şöyle buyurmuştur:"Allah'ın izniyle düşman bozguna uğradı mı, dönüp kaçanı öldürmeyin; üst olup tutsak ettiğinizi yaralamayın; yaralanıp yere düşmüş olanı katletmeyin."
    Nehcul Belağa, Mektuplar:14

  4. #4
    Azeribalasi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    9.712
    Konular
    3529
    Beğendikleri
    127
    Beğenileri
    32
    Tecrübe Puanı
    100
    @Azeribalasi

    Standart Cevap: Nehc’ul Belağa’yı Tanıyalım

    Nehc’ul Belağa Hz. Ali (a.s)’ın kısa hilafeti döneminde buyurmuş olduğu 239 hutbe, 79 mektup ve 480 hikmetli kısa sözden oluşan bir kitaptır. Seyyid Razi[1] adıyla meşhur olan ve büyük Şii alimlerinden biri sayılan Muhammed b. Hasan Musevi (359-406) söz konusu hutbe, mektup ve kısa sözleri biraraya toplayarak değerli bir eser oluşturmuş ve bu eseri Nehc’ul Belağa olarak adlandırmıştır. O bu değerli kitabı H. 400 yı*lında kaleme almıştır. Nehc’ül-Belağa yazarı Seyyid Razi, bu eseri oluşturma hedefi hususunda kitabın ön*sözünde şöyle demektedir: “Ömrümün baharındayken ve ömür dalım henüz ta*zeyken İmamların (a.s) özellikleri ve hususiyetleri hak*kında bir kitap yazmaya başladım. (Hasais’ul Eimme kitabı) Bu kitapta o zatların güzel ve değerli sözleri vardı. Elbette bu kitabın başında da belirttiğim gibi bu işe belli bir hedef ve niyetle giriş*tim. Ama Hz. Ali’nin özgün hususiyetlerini yazdıktan sonra bu kitabı devam ettirmeyecek bölümlere ve kısımlara ayırdım. Son bölümünde uzun hutbeler ye*rine, öğütlerini hikmetlerini, örneklemelerini ve kısa edebi sözlerini bir araya topladım.

    Bazı dostlarım bu kitabı okuyunca çok beğenip öv*dü*ler, fesahat ve belagatı ile eşsizlik ve özgünlüğüne hayran oldular. Bu nedenle benden Hz. Ali (a.s)’ın çeşitli dallarda ve konulardaki öğüt, yazı, hutbe ve hik*metli sözlerini toplayarak derlememi istediler. Onlar Hz. Ali (a.s)’ın bu sözleri*nin fesahat ve belagatını, Arapça’nın incileri, dini-dün*yevi sözlerin nuru olduğunu çok iyi biliyorlardı; çünkü böylesi özellikler hiçbir beşeri söz ve kitapta bir araya gelmemiştir. Hz. Ali, fesahatin kapısı, belagatın temeli ko*numundadır. Fesahat ve belagatın gizlilikleri onun sözle*rinde tecelli etmiş ve onunla bir düzene girmiştir. Her ha*tip onun örneklendirmelerini almış, her vaiz onun sözle*rinden yararlanmıştır. Buna rağmen o herkesten iler*dedir ve onlar Hz. Ali’den geri kalmışlardır. Zira onun sözlerinde ilahi ilmin izi ve Peygamberin kokusu vardır. Ben de bu isteklerine icabet ettim ve telif ettiğim bu eserin adını da Nehc’ul-Belağa koydum.”[2]

    Nehc’ül-Belağa kitabı 1000 yıl boyunca sürekli ilim, edep ve ilahi öğretiler semasında nurlu bir güneş gibi parlamış; ışık saçmış; İngilizce, Fransızca, Almanca, Farsça, Orduca ve Türkçe dillerine tercüme edilip, basıl*mıştır. İslam bilginleri bu kitap için sayısız şerhler, talika*ler, lügat açıklamaları, lafız beyanları, seçmeler, özetler, Nehc’ül Belağa’da gezintiler ve Nehc’ül Belağa’dan dersler adı altında sayısız kitaplar kaleme al*mışlardır.

    “Merhum Muhaddis Nuri, Seyyit Razi’nin Hesais’ul Eimme” bir nüshasının Şeyh Hadi Al-i Kaşif’ul Gıta kütüphanesinde ve bir nüshasının da Hindistan Rambor kütüphanesinde bulunduğunu söylemiştir. Aynı zamanda H. 1369 yı*lında da Necef-i Eşref’te de basılmıştır.[3]

    Yazıldığı ilk yıllarda bir kitap hakkında doğru dürüst bir hüküm vermek mümkün değildir. Şahsi sevgi ve kinler, aceleden kaynaklanan hükümler, zayıf ve güçlü noktaların gizli kalması ve benzeri sebepler kitabın gerçeğinin gizli kalmasına veya değişik gösterilmesine sebep olabi*lir. Ama bin yıldır bilginlerin fikirlerini üzerinde yoğunlaştırdıkları, ince görüşlü dü*şünürlerin bilgisine ve basiretli insanların görüşüne su*nulan bir kitapta bu tür ihtimaller düşünülemez. Bütün bunlara rağmen bir kitap, değerini korumuş ve dikkatleri kendi üzerinde odaklandırmışsa bu o kitabın önem ve yüksek değerini gösterir.

    Bilginlerin İtirafları

    Farklı İslam mezheplerinden bir çok edebiyatçı ve ilim erbabı kimseler Nehc’ul Belağa kitabını çok dakik bir şe*kilde incelemiş, hakkında değişik görüşler belirtmişlerdir. Araştırmalarının sonunda kısaca şu itiraflarda bulunmuş*lardır:

    1- İbn-i Ebil Hadid şöyle demektedir: “Nehc’ul Belağa’nın bir tek satırı İbn-i Nubate’nin bin satırına be*deldir. Oysa İbn-i Nubate bilginlerin ortak görüşü esa*sınca kendi asrının yegane hatibi ve usta konuşmacısıydı.”[4]

    2- Dr. Zeki Mübarek ise şöyle diyor: “Başka çaresi yok, açık bir şekilde itiraf etmeliyiz ki Nehc’ul Belağa muteber bir kaynağa sahiptir. Aksi taktirde Şiilerin yeryüzünde belagat ve fe*sahat şaheseri sözler söylemekte, insanların en üstünü olduğunu söylememiz gerekir.”[5]

    3- Alusi ise şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib’in hutbele*rini içeren Nehc’ul Belağa, ilahi kelam nurunun bir ışığı*dır ve nebevi mantık fesahati ile parlayan bir güneştir.”[6]

    4- Üstat Halil Hindavi şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa gibi farklı bölümlerinin, bir tek üslupla ve bir kişi tarafından yazılan bir başka kitap göremiyorum. Bu yüzden önemle vurguluyor ve tekrar ediyorum ki Nehc’ul Belağa bir tek şahıstan ortaya çıkmış ve ona bir tek nefes üflenmiştir.”[7]

    5- Mersefi ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa Kur’an’ın fesahat, mucize, hidayet, ilim ve hikmet nuru için canlı bir örnektir. Bu kitap deha sahibi bilginlerin, seçkin filo*zofların ve büyük hikmet sahibi kimselerin kitapla*rında görülmeyen nurlu öğütler, siyasi kanunlar ve yüce hik*metlerle doludur.”[8]

    6- Yazıcı ise şöyle söylemektedir: “Eğer ilim, edep ve yazı açısından rakiplerine üstün gelmek istiyorsan Kur’an ve Nehc’ul Belağa’yı ezberlemen gerekir.”[9]

    7- Alusi-i Bağdadi ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa, Müminlerin emiri Hz.Ali (a.s)’ın hutbelerini içermekte olup, yaratıkların sözünün üstünde ve Allah’ın sözünün altında bir kitaptır. Mucize derecesine çok yakın, haki*kat ve mecaz yollarını ortaya koyan bir eserdir.”[10]

    8- İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: “Fesahat ve belagat öğrenmek ve sözlerin üstünlüğünü bilmek isteyenler, Nehc’ul Belağa’daki hutbeler üzerinde düşünmelidir. Zira Allah ve Resulünün sözü dışında hangi sözle mukayese edilirse edilsin karanlık bir taş karşısında parlak bir yıldız gibi durmaktadır. Ayrıca bu kitaptaki aydınlığı, nuraniyeti ve azameti görmeli; nasıl bir korku ve dehşet yarattığını algılamalıdır. Allah bu kitabın konuşmacısını (Hz. Ali’yi) en hayırlı mükafatlarla mükafatlandırsın. Hz. Ali bazen kılıcıyla İslam’ı savunmuş, bazen de dili, beyanı, fikri ve kalbiyle İslam düşmanlarının karşısında durmuştur. Cihat hususunda o, mücahitlerin efendisi, nasihatte vaaz edenle*rin en etkilisi, fıkıh ve tefsirde fakih ve müfessirlerin re*isi; adalet ve tevhitte adil ve muvahhidlerin önderidir.

    “Allah’a hiç de zor değildir.

    Bütün alemi bir insanda toplaması.”[11]



    9- İbn-i Ebil Hadid bir başka yerde ise şöyle demekte*dir: “Tevhit, adalet ve benzeri ilahi değerli konular bu ilahi şahsın sözleri olmaksızın asla anlaşılamaz. Bü*yük sahabelerden nakledilen sözlerin hiç birinde bu tür konuşmalar rastlamak mümkün değildir. Belki bu konuşmalar akıllarından dahi geçmiyordu. Zira akıllarından geçmiş olsaydı beyan ederlerdi. Evet bu Ali (a.s)’ın en büyük faziletlerinden biridir.”[12]

    10- Dr. Zeki Mübarek ise şöyle diyor: “Ben öyle ina*nıyorum ki Nehc’ul Belağa kitabını okumak insandaki cesaret ruhunu, mertliği ve nefis azametini güçlendir*mektedir. Zira Nehc’ul Belağa kitabı zorluklara aslanlar gibi göğüs geren güçlü bir ruhtan ortaya çıkmıştır.”[13]

    11- Muhammed Emin Nevavi ise şöyle diyor: “Ali (a.s) bütün Kur’an’ı ezberlemiş ve bütün sırlarından haber*dardı. Kur’an, Ali’nin eti ve kanıyla karışmıştır. Bu ger*çeği sadece Nehc’ul Belağa’yı okuyanlar anlayabi*lir.”[14]

    12- Üstat Emin Nahle ise şöyle ediyor: “Her kim nefis hastalığının iyileşmesini istiyorsa, Hz. Ali (a.s)’ın Nehc’ul Belağa’daki sözlerine yönelmeli ve o kitabın ışı*ğında yü*rümeyi öğrenmelidir.”[15]

    13- Muhammed Emin Nevavi İmam Yahya Ye*meni’nin Nehcu-ul Belağa hakkında şu sözlerini nakletmektedir: “Her güçlü konuşmacı Ali (a.s)’ın sözlerinin manasından içmiş ve her belagat sahibi konuşmacı onun metoduyla konuşmaya çalışmıştır. Ali fesahat ve belagatın kaynağı, yüklü yağmurların bulutudur.”[16]

    14- Abbas Mahmud Ukad şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa kitabında tevhit ayetlerinin ve ilahi hikmetlerin feyizleri vardır ve bu feyizler, ilahi öğretileri ve tevhidi ilkeleri öğrenmek isteyenlerin zihnini genişletmekte, ba*siret sahibi kılmaktadır.”[17]

    15- Muhammed Abduh ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa’yı mütalaa edince fesahat devleti ve belagat aza*meti gözümde tecessüm etti. Bu yüzden yakin ettim ki bu devletin yöneticisi, bu azametin kahramanı ve muzaffer bayraktarı hiç şüphe yok Ali b. Ebi Talib’tir. Nehc’ul Belağa’nın Hz. Ali(a.s)’ın sözleri olduğuna şüphe eden*lerin boş hayalleri gözlerimde yok oldu; bozuk düşünce*leri ve batıl hayalleri silinip gitti.”[18]

    16- Corc Jardak ise şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib akıl açısından eşsiz bir insandı. Hz. Ali İslam’ın kutbu, İslami öğretilerin kaynağı ve Arap ilimlerinin çeşmesiydi. Araplar arasında varolan bütün ilimlerin temelini hiç şüphe yok Hz. Ali atmıştır veya en azından bu konuda büyük bir katkıya sahiptir.”[19]

    17- 255 yılında vefat eden Cahiz ise Hz. Ali (a.s)’ın bir tek cümlesi hakkında şöyle demektedir: “Allah-u Teala bu kısa cümleye, sahibinin temiz niyeti ve takva*sıyla uyum arz eden azametten bir elbise, hikmet nurun*dan bir perde giydirmiştir.”[20]

    Peygamber (s.a.v)’in ashabı arasında bir grup kimse ilahi ve manevi açıdan yüce makamların sahibi olmuşlardır. Ama onların hiç birinin Nehc’ul Belağa gibi canlı ve olumlu bir eser bıraktığı görülmemiştir. Hatta Nehc’ül Belağa’nın nicelik açısından onda biri ni*telik açısından ise binde biri dahi başkalarından miras kalmamıştır. Bu yüzden gerçekçi olan bir araştırmacı başkaları hakkında nakledilen o makam ve dereceler hu*susunda şüpheye düşer ve bu nakledilenler hususunda bir takım bağnazlıkların, taraftarlığın, uydurma ve tahrifin rol oynadığı ihtimalini kabul eder. Ama Nehc’ül Belağa gibi aydın ve canlı bir eserin varlığı bir ışığın güneşin varlı*ğına delaleti gibidir. Zira ilim ve sanat uydurulacak bir şey değildir. Marifet ve ilimleri Ali b. Ebi Talib’in derece*sine ulaşamayan bir insan, Nehc’ül Belağa gibi bir kitabında asla yazamaz. Nitekim hat sanatında bu makaledeki hat dere*cesine ulaşamayan kimselerde bunun bir benzerini vü*cuda getiremezler.

    Dünyada bir üstünlük ve deha elde eden kimseler hiç şüphesiz insanların dar görüşlülüğü, haset, it*ham ve kö*tülüklerinden uzak kalamaz
    Deha sahibi insanların ve hatta ilahi peygamberlerin hiç birisi de bu tür ithamlardan kurtulamamışlardır. Dolayısıyla Nehc’ül Belağa’yı telif eden ve beyan eden kimse de bu kınama ve eleştirilerden korunamamıştır. Ama yaptığım araştırmalarda da gördüğüm gibi hiç kimse Nehc’ül-Belağa’nın fesahat ve belagatı açısından bir şek ve şüpheye asla düşmemiştir. Nitekim gördüğümüz gibi dünyada bir çok edebiyatçı ve belagat sahibi kimseler de Nehc’ül-Belağa’yı övmüş, üstünlüğünü kabul etmişlerdir. Kur’an ve Nebiyy-i Ekrem (s.a.v)’in sözünden sonra ve eşsiz benzer*siz olduğunu kabul etmişlerdir. Arap edebiyat ve belagat*çılarının Nehc’ül-Belağa kitabının belagatı hususunda hiçbir şüphe ve ithama düşmemelerinin nedeni, belki de onun bir benzerini getirmekten aciz ve güçsüz kalışları*dır. İşte bu yüzden de Nehc’ül Belağa’nın üstünlüğünü ifade etmek zorunda kalmışlardır.

    Daha önce de beyan ettiğimiz gibi bir şey hakkında bin yıl sonra verilen bir hüküm her türlü sapmadan ve kusur*dan uzaktır. Bu sözün daha iyi anlaşılması için değerli okuyucuların hatta Şii olmayan bir çok eleştirmen ve ede*biyatçıların sözlerine dikkat etmelerini istiyorum.

    Ali (a.s)’ın Sözünün Değerlendirilmesi

    Bazı edebiyat ve belagat bilginleri, Hz. Ali (a.s)’ın sözlerini dünyadaki diğer edebiyatçıların sözleri ile mu*kayese etmek, yorum ve tahlile tabi tutmak istemişlerdir ve bu yolda oldukça ince ve derin araştırmalar yapmış*lardır.

    Bunlardan bazılarına yer vermek istiyo*ruz:

    1- İbn-i Ebil Hadid Mu’tezili, Nehc’ül Belağa’nın hut*belerinden birini şerh edip açıkladıktan sonra “İmam Ali’nin sözü ile İbn-i Nubate’nin sözünün mukayesesi adı altında bir bölüm açmış ve şöyle demiştir: [21] “Burada bü*yük hatip Abdurrahim b. Nubate’nin hutbelerinden bir bölümüne yer vereceğiz. Bu hutbeler bazı açılardan diğer hutbelerle karşılaştırıldığında daha incelikli ve üstün oldukları göze çarpmaktadır. İnsanlar İbn-i Nubate’nin hutbelerinin aşığı olmuşlardır. Bütün uzman*lar, İbn-i Nubate’nin öğütlerinin son de*rece güzel ve çekici olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.”

    Daha sonra İbn-i Nubate’nin şöyle başlayan öğüt dolu hutbelerinden birini nakletmektedir: “Ey insanlar, hazır*lıklı olun aranızda göç zili çalınmıştır. Önce çıkın şüphe*siz ki teslim alınacağınız an yaklaşmıştır.”

    Daha sonra bu hutbenin bazı kelimelerini inceleyerek şöyle demektedir: “Bir yerde “kahkari” kelimesi bir satı*rın yarısında tekrarlanmıştır ve bu edebi açıdan çok çir*kindir. İçindeki bu hutbelerden bazı kelimelerin duyul*ması kulağa asla hoş gelmemekte ve konuşma adabından uzak insanların sözlerini andırmaktadır.”

    Diğer cümleleri hakkında ise şöyle diyor: “Bu cümle*lerin ne zarif bir anlamı vardır ve ne de lafız açısından tatlı ve akıcıdır.”

    Evet eğer bu kelimelerden bir teki Nehc’ül-Belağa’da görülmüş olsaydı biz onu övmezdik ve dolayısıyla da bu kitap sıradan normal bir kitap sayılırdı.

    2- Kalakşendi, Subh’ul A’şa adlı kitabında şöyle di*yor:[22] “Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuş*tur: “Her insanın değeri övdüğü şeyledir. Şairin biri de Hz. Ali’nin bu sözündeki anlamı aynı şekilde kendi şiirine yan*sıtmıştır:

    “Ey beni kınayan bırak beni de değerim artsın
    “insanların kıymeti övdüğü şeyledir.”

    Sadece bu şiirin ikinci mısrası bir çok kusurlarıyla Ali (a.s)’ın sözünün anlamını içermektedir. Ama burada “kullu imrein” (herkes) lafzı yerine “kullunnas” (bütün insanlar) kelimesi kullanılmıştır ve iki “nun”, aralarında bir tek sakin harf yer alacak şekilde bir araya getirilmiştir. Cümlenin başındaki “fa” harfi ise çirkin ve faydasızdır. Dolayısıyla iki cümle aynı anlam içerdiği halde şairin sözü edebi açıdan bir çok eksiklikler içermektedir.

    3- George Jordac,[23] “Ali b. Ebi Talib’in hürri*yet hakkında söylediği sözleri naklederek şöyle demiştir: “Asla başkasının kulu olma ve şüphesiz ki Allah seni hür yaratmıştır.” Ömer b. Hattab da bu anlamda şöyle demiştir: “İnsanları nasıl köle edersiniz. Oysa anneleri onları hür doğurmuştur.
    Burada görüldüğü gibi Ali b. Ebi Talib’in sözü ile Ömer b. Hattab’ın sözü arasında temelde çok büyük farklılıklar vardır. Zira ilk olarak Ömer’in sözünde yer alan hürriyet kelimesi diğer çağdaşların kullandığı gibi kölelik kavramının karşıtı olarak kullanılmıştır, çünkü o zamanlar insanlar köle ve cariye olarak alınıp satılıyordu, ama Ali b. Ebi Talib’in sözü geniş anlamda bir hürriyet ve özgürlüğü kapsamaktadır ve insan varlığının önemli bir boyutunu içermektedir. İkinci olarak Ömer sadece köle sahiplerine seslenmiş ve insanları neden köleleştirdiklerini sormaktadır. Oysa onlara nasihat etmenin hiç bir fay*dası yoktur. Ali b. Ebi Talib ise burada bizzat kölelere seslenmekte, onlara özgürlük ruhunu hissettirmektedir. Onlara, kendilerine dayanmalarını ve yaratılış düzeninin aksine kendilerini köle edinenlere karşı kıyam etmele*rini söylemektedir. Hz. Ali (a.s) bu kısa sözüyle kölelerin kalbine heyecan tohumu ve sömürgecilerin boyunduru*ğundan kurtuluş ümidini ekmektedir. Üçüncü olarak Ömer insanların özgürlüğünü annelerinden doğuşuna bağlamıştır, oysa Ali b. Ebi Talib, özgürlüğün kökeninin ilahi bir taktire, sünnete ve yaratılış alemine dayandır*mıştır. Bu da şüphesiz ki anneden doğuştan kaynaklanan özgürlükten çok daha geniş ve köklü bir anlam ifade et*mektedir.

    Ali (a.s)’ın Sözlerinin Toplanması

    Ali (a.s)’ın ashabı arasında büyük bir aşk ve tutkunlu*ğun yanı sıra basiret ilim sahibi olan , aynı zamanda rical alimlerinin de ifade ettiği gibi, doğru sözlü, doğru inançlı ve güvenilir olan bir grup vardı. Bunlar, İbn-i Abbas Kumeyl b. Ziyad, Haris A’ver, Reşit Hicri, Meysem-i Temmar, Hicr b. Adiyy, Esbağ b. Nubate, Sa’saa b. Suhan, Nuf’i Bekkali, Zirar b. Zamere, Zeyd b. Veheb gibi yüce makama ve büyük bir üne sahip kimselerdi. Ha*yatlarının da tanıklık ettiği gibi aydın kalpli olan bu in*sanlar bizzat kendi zamanlarında artık bundan böyle hila*fet makamına Ali b. Ebi Talib gibi birinin geçemeyece*ğini anlamışlardı. Artık gökyüzü Ali gibi birinin sesini asla duymayacaktır. İşte bu yüzden sürekli Hz. Ali ile birlikte bulunuyor, can-u gönülden sözlerini dinliyorlardı.

    Sabırsız aşıklar Cuma ve Bayram namazlarında, Camilerde, savaş mey*danlarında, genel toplantılarda, ve özel oturumlarda söylediği sözleri Arapların yaygın adeti olduğu üzere hafızalarına kaydediyor, başkaları için naklediyor ve yavaş yavaş yazı, mecmua ve kitap haline gelmesini sağlıyorlardı. Hatta Hz. Ali (a.s)’ın bulunduğu savaşlara katılmış olan ve herkesten daha çok Hz. Ali (a.s)’ı sözle*rinin aşığı bulunan Zeyd b. Veheb Kitab’ul-Huteb adında bir kitap yazdı. Kendisi H. 96 yılında vefat etmesine rağmen kitabı beşinci asra kadar da ulaşmıştır. Zira Şeyh Tusi kitabının fihristinde o kitaptan da rivayette bulunmaktadır.[24]

    Ondan sonra yazılan, zahiren şuanda örneği bulunma*yan, sadece rical ve tercüme alimlerinin adlarını zikrettiği diğer kitaplar ise şunlardır:

    1- Mus’ade b. Sadaka’nın yazmış olduğu “Huteb-i Emir’el Mü’minin” adlı kitapta İmam Sadık (a.s)’dan da bir takım hadisler rivayet edilmiştir. Bu kitabın bir nüshası Seyyid b. Tavus’un eline ulaşmıştır ve Şeyh Hasan Hilli de Muntehab’ul Besair kitabında ondan bir takım na*kil*lerde bulunmuştur. Bu kitap veya Mes’ade’nin diğer bir kitabı Seyyid Haşim Behrani’nin eline ulaşmıştır ve o da Burhan tefsirinde ondan bazı hususlar nakletmiştir.[25]

    2- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise İsmail b. Mehran yazmıştır ve bu şahıs İmam Rıza (a.s)’ın as*habındandır.[26]

    3- Huteb-i Ali (a.s) adlı kitabı ise İbrahim b. Hakem Fezzari adlı şahıs yazmıştır ve de ikinci asrın yazarların*dan sayılmaktadır.[27]

    4- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise İmam Hasan (a.s)’ın evlatlarından olan Seyyid Abdulazim Hasani adlı şahıs yazmıştır. Bu şahsın kabri Rey şeh*rinde Ehl-i Beyt aşıkları tarafından ziyaret edilmektedir. Bu şa*hıs sekizinci, dokuzuncu ve onuncu imamların za*manını da derk etmiştir.[28]

    5- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise on bir, on iki ve on üçüncü imamların zamanında yaşayan Salih b. Hammad adlı şahıs yazmıştır. [29]

    6- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise üçüncü as*rın sonlarında yaşayan İbrahim b. Süleyman telif etmiştir.[30]

    7- Huteb-i Ali adlı kitabı ise H. 206 yılında vefat eden[31] Hişam b. Muhammed b. Saib-i Kelbi yazmıştır.

    8- Huteb-i Ali ve Kutubuhu ila Ummalihi adlı kitabı ise H. 225 yılında vefat eden Ali b. Muhammed Medaini yazmıştır.[32]

    9- el-Hutbet’uz Zehra adlı kitabı ise H. 157 yılında ve*fat eden Ebi Mahnef, Lut b. Yahya yazmıştır. [33]

    10- Huteb-i Emir’el Mü’minin adlı kitabı ise H. 332 yılında vefat eden Ebu Ahmed Celludi yaz*mıştır. Bu kitap Hz. Ali’nin hutbelerini mektuplarını, şi*irlerini, öğütlerini, güzel sözlerini, dualarını ve şurada beyan ettiği sözlerini içermektedir.[34]

    11- 14 Vakidi, İbrahim b. Hilal, Kadı Nu’man Mısri ve Nasr b. Müzahim adlı kimselerin yazıları ise ri*cal kitaplarında yer almıştır.[35]

    Nehc’ül Belağa’nın Telifi

    Seyyid Razi, asil ve nefis kitaplara ulaşma açısından çok şanslıydı. Çünkü onun asrında ve yaşadığı yer olan Bağ*dat’ta bulunan iki büyük ve zengin kütüphaneden istifade etme imkanına sahipti. Bu iki kütüphaneden ilki, Seyyid Razi’nin kendi kardeşinin kütüphanesiydi ve seksen binden fazla kitap bulunduruyordu. Bu veya başka sebeplerden dolayı Seyyid Murtaza’ya “Semanini” veya “Ebu’s-Semanin” de diyorlardı.[36]

    İkincisi ise Beyt’ul-Hikme adıyla bilinen kütüphaneydi. Bu kütüp*haneyi de Bahauddevle İbn-i Babeveyh Deylemi’nin ve*ziri olan Şapur b. Erdeşir, H. 381 yılında Memun’ur-Reşid’in Beyt’ul-Hikme’sine benzer bir şe*kilde kurmuştu. Şapur, bu kütüphaneyi Bağdat Kerh beldesinde, Beyn’us-Sureyn adlı mahallede tesis etmişti. Bu kütüpha*nede on binden fazla İran ve Irak’tan getirilmiş asıl ki*taplar ve Hindistan, Çin ve Rum’dan aslı üzerinden ya*zılmış nüshalar mevcuttu. Burası da Şiilere mah*sus bir kütüphaneydi.[37]

    Yakut Hamevi şöyle diyor: “Bu kütüphaneden daha iyi bir kütüphane yeryüzünde yoktu.”[38]

    Bu kütüphane yaklaşık yetmiş yıl baki kalmıştır. Daha sonra H. 447 veya 450 yılında Tuğrul Bey’in Bağdat’a saldırısının ardından kötü ve dinsiz insanların eliyle yakı*larak yıkılmıştır.”[39]

    Seyyid Razi, bu iki kütüphanede mevcut olan kitap*larda gördüğü Hz. Ali (a.s)’ın hutbeler, mektuplar ve kısa sözlerinden fesahat ve belagat açısından beğendikle*rini seçmiş ve bunun bütününü bir kitap haline getirip Nehc’ul Belağa olarak adlandırmıştır. Kitabı seçilmiş sözlerden oluştuğu ve daha çok edebi boyuta sahip ol*duğu için de rivayetlerin senedini zikretmemiştir. Hatta bazen bir hutbenin bazı cümlelerini çeşitli yollardan bir araya getirmiş ve birbiri ardınca zikretmiştir. Öyle ki ba*zen aralarında manevi bir bağ bile gözükmemektedir. 37, 38, 85, 106 ve 120. Hutbeler ile 10. Mektup gibi.

    Ez-Zeria adlı kitabın sahibi şöyle diyor: “Seyyid Razi bir gün kütüphanesinin ateşe verileceğini ve binlerce yıl sonra insanların Ali (a.s)’ın sözlerini işitmeye muhtaç olacaklarını nereden bileceklerti. Bu sözler şüphesiz İslam ümmetinin islahı ve hidayeti için beyan edilmiş sözlerdir. Seyyid Razi’ye böylesine değerli bir eser olan Nehc’ul Belağa’yı bizlere hatıra bıraktığı için teşekkür borçluyuz.”[40]

    Ez-Zeria kitabının yazarı bazı bilgisiz bağnazların bu konuda şüphelerinin Şii bilginlerinin Nehc’ul Belağa’nın hatta Şıkşıkiye hutbesinin kaynaklarını baki kalan kitap*lardan da çıkarabileceğini bilemiyordu. Öyle ki Nehc’ul Belağa’nın dört katı içindeki sözlerinin kaynaklarını be*lirten kitaplar yazılmıştır.

    Nehc’ul Belağa’daki Mevcut Kaynaklar

    Seyyid Razi, on altı yerde Nehc’ul Belağa’nın kayna*ğını bizzat itiraf etmiştir.

    Bu yerler şunlardır:

    1- 32. hutbeyi Cahiz’in el Beyan ve’t-Tebyin kitabın*dan,

    2- 89. hutbeyi Mes’ada b. Sadaka yoluyla İmam Sa*dık (a.s)’dan nakletmiştir. Nitekim İbn-i Ebil Hadid nüs*ha*sında da mevcuttur ve bu hutbe “Eşbah” olarak adlandı*rılmıştır.

    3- 180. hutbe Nevf-i Bekkali’den,

    4- 54. Mektubu Ebu Cafer İskafi’nin “Mekamat” kita*bından,

    5- 74. Mektubu Hişam Kelbi’nin “Hat” kitabından,

    6- 75. Mektubu Vakidi’nin Cemel kitabından,

    7- 78. Mektubu Said b. Yahya el-Emevi’nin “Meğazi” kitabından,

    8- 88. mektubu İmam Muhammed Bakır’dan rivayetle,

    9- 77. Hikmetli sözü “Zirar-i Zebbai’den,

    10- 104. Hikmetli sözü Nevf-i Bekkali’den rivayetle,

    11- 147. Hikmetli sözü Kumeyl b. Ziyad-i Neh’i’den,

    12- 373. Hikmetli sözü Tarih-i Taberi’den,

    13- 375. Hikmetli sözü Ebi Cuheyfe’den,

    14- 434. Hikmetli sözü Saleb, İbn-i A’rabi’den,

    15- 466. Hikmetli sözü Müberred’in “el-Muktezeb” kitabından,

    16- 4. Hikmetli sözü ise Ebu Ubeyd Kasım b. Se*lam’dan nakil veya rivayetlerle bu belirtilen kaynaklardan elde etmiştir.

    Nehc’ul Belağa’nın Müstedrekleri

    Daha öncede dediğimiz gibi Müminlerin Emiri Ali (a.s)’ın ashabı onun sözlerinin aşığıydı. Ali (a.s) da böyle*sine susuz insanlar görünce ilahi marifetleri, gerçekleri ve dini ilkeleri onlara beyan etmeyi bir görev biliyordu. El*bette itiraf etmek gerekir ki Hz. Ali’nin söylediği halde bize ulaşmayan sözleri elimizdekilerden çok daha fazladır. Zira doğal olarak Hz. Ali(a.s)’ın tüm sözleri yazılmamış, yazılanların bir miktarı da tarihte yer alan bazı olaylar neticesinde ortadan kaybolmuştur. Ama ne mutlu, demek gerekir ki bugün elimizde var olanlar sadece Nehc’ul Belağa’ya özgü değildir. Bildiğimiz gibi Seyyid Razi, Hz. Ali (a.s)’ın sadece edebiyat ve belagat özelliği taşıyan sözlerini ve mektuplarını kaydetmiştir. Bu yüzden İbn-i Ebil Hadid, Seyyid Habibullah Hui ve İbn-i Meysem gibi bazı Nehc’ul Belağa’yı şerh eden kimseler bazı hutbelerin şerhinde Seyyid Razi’nin önce veya sonrasından çıkardığı bölümleri de asıl kaynağından nakletmişlerdir. Örneğin, Hui yazdığı kitabında 29, 30, 37, 92 ve 180. Hutbeleri şerh ederken Seyyid Razi’nin çıkarmış olduğu bölümlere de yer ver*mişlerdir.[41]

    İbn-i Ebil Hadid de kendi nezrindeki mevcut kaynak*lara işaret etmiş ve Seyyid Razi’nin ilave ettiği ekleri zik*retmiştir. [42]

    Ali b. Hüseyin Mes’udi de “Ali (a.s)’ın farklı yerlerde buyurduğu hutbelerden 480 küsürünün ezber*lendiğini sözlü ve uygulamalı olarak insanlar arasında yaygın hale geldiğini söylemiştir.”[43]

    Oysa Nehc’ul Belağa’daki mevcut hutbeler 239 tane*dir ve Mes’udi’nin dediğinin yarısından da azdır. Tu*haf’ul-Ukul adlı kitabının 163 sayfasını Hz. Ali (a.s)’ın hutbe, vasiyet ve öğütlerine ayıran Hasan b. Şube şöyle söylemektedir: “Eğer Hz. Ali (a.s)’ın sadece tevhit hakkın*daki söz ve hutbelerini hiç bir ilave ve başka anlam vermeden bir araya getirecek olursak, Tuhaf’ul–Ukul kadar kalın bir kitap olurdu.”[44]

    H. 588 yılında vefat eden İbn-i Şehraşub, Menakib-i Al-i Ebi Talib adlı kitabında, Nehc’ul Belağa’da mevcut olan Şıkşıkiye, Tevhit, Kasıa, Eşbah, İstiska ve Garra aslı hutbelerinin yanı sıra bu kitapta olmayan başka hutbelerin adını da zikretmektedir. Örneğin; Lu’lu’, iftihar, Dürre-i Yetime, Ekalim, Vesile, Talutiyye, Kasbiyye, Süleymaniyye, Natıka, Dameğa, Fazıha hutbeleri gibi... Daha sonra Zeyd b. Veheb ve Süleyman b. Mehran’ın kitaplarından söz etmekte ve bunların kendi zamanında da varolduğuna işaret etmektedir. [45]
    Bazı alimlerde Nehc’ul Belağa’nın müstedreki olarak başlı başına bir takım eserler yazmışlardır. Örneğin:

    1- Şeyh Hadi, Kaşif’ul Gıta, 17 - 188. sayfalarda Nehc’ul Belağa’nın düzeninde olduğu gibi Hz. Ali’nin söz ve mektuplarını nakletmiştir.

    2- Çağdaş bilgin Şeyh Muhammed Bakır Mahmudi, “Nehc’üs Saade fi Müstedrek-i Nehc’ul Belağa” adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitabın dört cildini bizzat ben gördüm, üç cildini ise büyük hatip ve bilgin Seyyid Abduzzehra Hüseyni’ye bizzat kendisi göstermiştir. Bazı büyük bil*ginler de bu kitabın içeriğini Nehc’ül-Belağa’nın kay*nakları olarak tanıtmıştır. Öyle anlaşılıyor ki sanki “Mesadir-u Nehc’ul Belağa ve Esanidihi” kitabıyla karış*tırılmıştır.[46]

    3- Abdullah b. İsmail Halebi’nin yazmış olduğu, Kitab’ut Tezyil,[47]

    4- İbn-i Nake Ahmed b. Yahya’nın yazmış olduğu, Mulhek-u Nehc’ül Belağa,[48]

    5- Seyyid Ali Han Emir Ehvaz’ın babası olan Halef b. Seyyid Abdulmuttalip Meşaşi’nin yazmış olduğu en-Nehc’ut-Takvim kitabı,[49]

    6- Seyyid Hasan Mir Cihani Tabatabai’nin yazmış ol*duğu, Misbah’ul-Belağa kitabı,

    7- Abdulvahid Amedi’nin yazmış olduğu, Gurer’ul-Hikem ve Durer’ul kilem kitabı... Bu kitapta, Nehc’ül-Belağa’da çok azı yer alan Hz. Ali (a.s)’ın kısa sözleri yer almıştır. Aynı anlamı taşıyan ama farklı şekillerde yazılmış olan sözleri de vardır. Örneğin, “Edep güzelliği en üstün soyluluktur”[50] sö*zünün Arapça metninde “hüsn” kelimesi kullanmışken aynı anlamı ifade eden bir başka hadisde ise “ni’me” kelimesi kullanılmıştır ve her ikisi de “güzel” anlamındadır.[51] “Edepten daha üs*tün soy yoktur.” Hadisinde de aynı durum göze çarp*maktadır.[52] Zira bir başka yerde “Edep gibi soy yoktur.”[53] veya “soyların en üstünü güzel edeptir.”[54] buyurulmuştur ve her üç hadis de aslında bir tek mana ifade etmektedir.

    8- İbn-i Ebi’l-Hadid, kendi Nehc’ül Belağa şerhinin sonuna Seyyid Razi’nin naklettiği kısa sözlere 998 tane daha ekleyerek bunu “el-Hikem’ul Menşure” diye adlan*dırmıştır.

    9- Kadı Kudai’nin telif ettiği, “Destur-u Mealim’il-Hikem” kitabı,[55]

    10- Ebil Abbas Simeri’nin telif ettiği, “Kelam-u Ali ve Hutebuhu”kitabı,[56]

    11- Şeyh Ali Vasiti’nin H. 457 yılında yazdığı, “Uyun’ul Hikem ve’l Mevaiz” kitabı,[57]

    12- Mahmud b. Ebi Bekr Hafız Medini’nin telif ettiği, Huteb-u Ali b. Ebi Talib,[58]

    13- Fazl b. Hasan Tebersi’nin telif ettiği, Nesr’ul-Leali,[59]

    14- Fazl b. Ravendi’nin telif ettiği, Nesr’ul-Leali,[60]

    15- H. 553 yılunda vefat eden Reşid Vetvat’ın telif et*tiği, “Metlub-u kolli Talib”kitabı,[61]

    16- H. 841 yılında vefat eden İbn-i Faht Hilli’nin telif ettiği, “İstihrac’ul-Vekayi’il Mustekbele” kitabı,[62]

    17- Mir Kasım Karabaği’nin hattıyla yazılmış olan “Monteheb-u Vesaya-i Emir’ul Muminin” kitabı, [63]

    18- Hacı Sultan İsfahani’nin hattıyla yazılmış olan, “Vasaya-i Emir’ul Mu’minin kitabı, [64]

    19- Kutb’ul-Ektab, Hüseyni Zehebi Şirazi’nin telif et*tiği, “el-Lealil Menşure” kitabı,[65]

    20- Şeyh Abdullah Behrani Semahici’nin telif ettiği, es-Sahifet’ul-Aleviye kitabı,[66]

    21- H. 1320 yılında vefat eden Hacı Mirza Hüseyin Nuri’nin es-Sahifet’ul-Aleviyyet’ul-Saniye kitabı, [67]

    22- Hıristiyan bilginlerinden birinin yazmış olduğu, Hikem-i Ali b. Ebi Talib, kitabı,[68]

    23- Şeyh Muhammed Harz’ın, Şeyh Tayyib Ali hindi için dikte ettirdiği, “Huteb-i Emir’ul-Muminin, fil Melahim mea şerhiha” kitabı,[69]

    24- Şeyh Servet Şerkavi Mısri’nin yazmış olduğu, “Huden ve Nur” kitabı,[70]
    Şüphesiz bu yazarlar birbirinden haberdar olmadıkları için kitaplarında bir çok ortak yönler göze çarpmakta*dır ve dolayısıyla hepsini Nehc’ül-Belağa’nın müstedreki hakkında kaleme alınmış bağımsız birer eser olarak kabul etmek mümkün değildir.

    Seyyid Razi’nin Nehc’ul Belağa’nın Senet*lerinin Sağlamlığını Ortaya Koymaktadır
    Rical ve biyografi alimleri Seyyid Razi’nin yazdığı kitaplar hakkında bir çok söz söylemişlerdir. Diğer ya*zarların eseleri gibi Seyyid Razi’nin eserleri hakkında da yeterli bir araştırma yapılamamıştır. Bizde burada itibar ve güven açısından birinci derecede öneme sahip olan Neccaşi’nin sözünü nakletmek istiyoruz.

    Neccaşi kendi fihristinde Seyyid Razi’nin kaleme al*dığı on iki kitabı nakletmiştir. Bu kitapları şu şekilde sıralayabiliriz:

    1- Mecaz’ul-Kur’an; 2- ez-Ziyadat fi Şi’r-i Ebi Te*mam; 3- Ta’lik-i Hilaf’il Fukeha; 4- Ta’likat Ala izah-i Ebi Ali el-Farisi; 5- el-Ceyd min şi’r-i İbn-il Haccac; 6- Muhtar-u Şi’r-i Ebi İshak es-Sa’bi; 7- Madare Beynehu ve beyne Ebi İshak; 8- Ziyadat fi Şi’r-i Ebi’l Haccac; 9- Nehc’ul Belağa; 10- Hesais’ul Eimme; 11- Hakaik’ul Tenzil (Te’vil); 12- Mecazat’un Nebeviyye (Mecazat’ul Asar’in Nebiyye)[71]

    Merhum Allame Emini bu listeye beş kitabını daha eklemektedir.[72] Ama sözünü ettiğimiz konu için Hakaik’ut-Tenzil ve Mecazat’un Nebeviyye adlı iki kitabı kaynak olarak kabul ediyoruz. Çünkü Nehc’ul Belağa’nın senetleri hususunda bu iki kitap dışında şüpheye düşülmüştür. Bu iki kitabı Seyyid Razi’nin yazdığı konusunda hiç kimse şekke düşmemiştir. Ehl-i Sünnet alimlerinden olan İsmail Paşa bu iki kitabın adınıdan söz etmiş[73] ve Bağdadi ise Hakaik’ut Tenzil kitabı hususunda şöyle söylemiştir, “Seyyid Razi Kur’an’ın manaları husu*sunda bir benzerini kaleme almanın mümkün olmadığı bir kitap yazmıştır ve öte yandan

    Seyyid Razi her iki kita*bında da Nehc’ul Belağa adlı kitabından söz etmektedir. Şöyle ki:

    1- Seyyid Razi, Kitab’ul Mecazat’un Nebeviyye adlı kitabında beş yerde Nehc’ul Belağa’ya işaret etmektedir:

    a) “Benim nezdimde insanlardan en çok gıpta edil*mesi gereken kimse, yükü hafif olan mümin*dir.” hadisi hakkında şöyle diyor: Bu sözün beyanı ise müminlerin emiri Ali (a.s)’ın şu sözlerinde yer almıştır: “Yükünüzü hafif tutun ve katılın...” ki biz bunu Nehc’ul Belağa adlı kitabımızda zikrettik.[74]

    b) Seyyid Razi, “Bana en çabuk ulaşacaklarınız eli uzun (cömert) olanlarınızdır.” Hadisindeki bu cümleyi Nehc’ul Belağa’dan naklettiği Hz. Ali (a.s)’ın şu sözüne benzetmektedir: “Kısa elle ihsan edilene uzun elle ihsan edilir.”[75]

    c) “Şüphesiz ki dünya göçüp gitmiştir” ha*disi husu*sunda ise bu kelamın müminlerin emiri Ali (a.s)’dan da nakledildiğini beyan etmekte ve burada Nehc’ul Belağa’yı zikretmektedir.[76]

    d) “Kur’an’da hiç bir ayet nazil olmamıştır ki...” ha*disi ise Hz. Ali (a.s)’ın Nehc’ul Belağa’da yer alan şu sözünü hatırlatmaktadır: Kur’an çok yüzlü bir taşıyıcı*dır.”[77]

    e) “Kalpler kaplara benzer, bazısı diğerinden daha çok alır.” Hadisini tabir farklılığıyla Nehc’ul Belağa’da Hz. Ali (a.s)’dan nakletmektedir.[78]

    2- Maalesef sadece beşinci cildi bulunan diğer ciltle*rinin ise nerede olduğu bilinmeyen Hakayik’ut Te’vil kitabı*nın Necef’te basılan mevcut cildinde 167. sayfada şöyle demektedir: “Eğer birisi sözlerimizin delilini bulmak isti*yorsa yazdığımız ve adını Nehc’ul Belağa koyduğumuz kitabı dikkatle incelemelidir.[79]

    Daha öncede dediğimiz gibi Nehc’ul Belağa kitabı Seyyid Razi’nin daha önce kaleme aldığı Hesais’ul Eimme kitabının bir bölümüdür. Bu kitabın bir nüsha*sını merhum Muhaddis Nuri, Şeyh Hadi Al-i Kaşif’ul Gıta kütüphanesinde, diğer nüshası ise Hin*distan Rambever kütüphanesindedir. Dolayı*sıyla bu ki*tabı Seyyid Razi’nin yazdığı kesin ve şüphe götürmez bir gerçektir ve H. 1369 yılında Necef’te ba*sılmıştır.[80]

    Nehc’ul Belağa’nın Şerhleri

    Bildiğimiz kadarıyla Kur’an’ı Kerim’den sonra Nehc’ul Belağa kadar dünyadaki kitaplar ara*sında İslam bilginlerinin dikkatini bu ka*dar çeke*bilen bir başka kitap yoktur. Nehc’ul Belağa hakkında şerh, ta’lik, tercüme ve bir çok ilgili kitaplar yazılmış çok çeşitli dünya dillerine tercüme edilmiştir. Bir çok alimler tarafından bazı bölümleri şerh edilmiş, şiir diliyle ifade edilmiş, hakkında müstedrek kitapları yazılmış, lügatleri açıklanmış, seçmeler yapılmış, ke*limelerinin anlamı izah edilmiş ve kaynakları belirtil*miştir. Bütün bu hususlarda bir çok eserler kaleme alınmıştır ve henüz de alınmakta*dır. Evet, canlı olmak, sürekli parlamak ve bilginlerin dikkatini çekmek budur.
    Nehc’ul Belağa’yı merhum Muhaddis Nuri, Seyyid Muhsin Emin, Merhum Şeyh AbdulHüseyin Emini, Mer*hum Hacı Şeyh Ağabozorg Tehrani (Razi), Seyyid Abduzzehra Hatip Hüseyni ve benzeri bir çok ünlü alim*ler de detaylı olarak şerh etmişlerdir.


    Merhum Şeyh Tehrani, tercüme ve şerh hususunda 147 eserden söz etmektedir.[81] Ama o sadece Şiilerin yazdığı eserleri zikretmiştir. Dolayısıyla da ez-Zeria ki*tabının di*ğer ciltlerinde özel isimlerle yazılmış olan bazı şerhleri hesaba katmamıştır. Merhum Emini 81 şerh saymış,[82] Seyyid Abduzzehra Hatip ise 143 şerh, ter*cüme ve açıklama zikretmiştir.[83] İbn-i Ebil Hadid’in Şerh-u Nehc’ul Belağa kitabına yazılmış olan beş açıklama, eser gibi Nehc’ul Belağa’nın bazı şerhlerine yapılan açıklamalar yanı sıra, eğer bir kimse bütün bu mecmuaları toplar ve birleş*tirirse şüphesiz ki 250 den yukarı çıkmaz. Elbette bunlar arasında 20 cildi bulan eserler de vardır. Şerh-i Huyi ve Şerh-i İbn-i Ebil Hadid gibi.

    Şeyh Nuri, Nehc’ul Belağa’yı şerh eden ilk kişinin Beyhaki olduğunu ifade etmektedir.[84] Muhaddis Kumi’yi de el-Künye ve’l elkab adlı kita*bında bu görüşü kabul etmiştir.[85] Bizzat Beyhaki de şöyle söylemiştir: “Ben*den daha önce hiç bir alim Nehc’ul Belağa’yı şerh etme*miştir.”

    İbn-i Ebil Hadid ise, Nehc’ul Belağa’yı şerh eden kim*senin Kutb-i Ravendi olduğunu söylemektedir.[86]

    Hakeza Riyaz’ul Ulema kitabının sahibi de bu gö*rüşü kabul etmiştir. Ama hiç şüphe yok Seyyid Razi’nin çağ*daşı olan Ali b. Nasır’ın, A’lam-u Nehc’ul Belağa kitabı Nehc’ul Belağa hakkında yazı*lan ilk kitaptır. Seyyid Muhsin Emin ise onun “el-Mearic fi Şerh-i Nehc’ul Belağa” adlı bir kitabı oldu*ğunu da ifade etmektedir.[87] Şimdi de zahiren Ehl-i Sün*net ve’l Cemaat’tan olan (kalplerini Allah daha iyi bilmektedir) ve Nehc’ul Belağa’yı şerh eden bazı alimlerin adını zikretmek istiyo*ruz.

    1- Muhammed b. Amr, Fahr-u Razi adıyla tanınmış ve H. 606 yılında vefat etmiştir. Kıfti’nin Tarih’ul Hukema kitabında dediği üzere şerhi ya*rım kalmıştır.

    2- İbn-i Ebil Hadid adıyla tanınan Abdulhamid b. Muhammed Mutezili Medayini ise 656 yılında vefat etmiş ve şerhini dört yıl sekiz ayda bitirmiştir. Bu şerh oldukça kapsamlı tam ve hatta mevcut şerhlerin en iyi*sinden sayılmaktadır. Hatta bazı Şia alimleri ise onun ki*tabına özet eserler yazmışlardır: İkd’un-Nezid, Selasil’ul- Hadid ve er-Red-i Ali b. Ebil Hadid gibi.

    3- Yazarının sadece bazı Ehl-i Sünnet alim*leri olduğu belirtilen ve Astane Kütüphanesinde bulunan en-Nefais fi Şerh-i Nehc’ul Belağa adlı kitap.

    4- Mutevvel İrşad ve Tehzib’ul Mantık kitapla*rının sa*hibi olan ve hicri 792 yılında vefat eden Molla Saduddin Taftazani Şafii.

    5- Keşf’uz-Zunun kitabında yer aldığı üzere hicri 922 yılında ölen Kıvamuddin Yusuf b. Ha*san Kazi-i Bağ*dadi.

    6- Sahihi Buhari’ye şerh yazan ve hicri 650 yı*lında ölen lügat ve hadis alimlerinden olan Ha*san b. Muhammed Sagani Hanefi .

    7- Hicri 1322 yılında ölen Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh.

    8- Muhammed Abduh’un şerhini, İbn-i Ebil Hadid’in şerhinden eklerle nakleden Muhyiddin Hayyat.

    9- El-Ezher Üniversitesinin Edebiyat fakül*tesi öğre*tim üyesi Muhammed Muhyiddin.

    10- Nehc’ul Belağa’nın zor kelimelerini şerh eden Üstat Muhammed Hasan Nail Mersefi, Talik eseri hicri 1328 yılında Mısır’da basılmıştır.

    11- Muhammed Ebul Fazl İbrahim. Şerh-i iki cilt olup H. 1383 yılında Dar-u İhya’İl Kütüb’il Arabiyye’de ba*sılmıştır.

    Sünni veya Şii bütün bu alimlerin hepsi de yazdıkları kitapların ön sözünde, Nehc’ul Belağa kitabının Hz. Ali’nin sözleri olup, Seyyid Razi tarafından bir araya geti*rildiğine kesin bir şekilde inandıklarını dile getirmişlerdir. Hatta Şeyh Muhammed Abduh, Nehc’ul Belağa’nın için*deki kelimelere dayanmakta ve bunlarla lügat ehli aleyhine deliller getirmektedir. 195. hutbenin içinde yer alan bazı cümleler hakkında edebiyatçıların yanıldı*ğını ve Hz. Ali’nin sözünün hüccet olduğunu dile getir*miştir.

    Nehc’ul Belağa’nın Hafızları

    Hadis alimleri, sürekli Kur’an-ı Kerim’den sonra Nehc’ul Belağa’yı hıfzetmeye önem vermişlerdir. Burada onlardan bazısını zikretmek istiyoruz.

    1- Şeyh Muntecebuddin’in dediği üzere, Seyyid Razi’ye yakın bir zamanda yaşamış olan Kadı Cemalüddin Kaşani.

    2- İbn-i Kesir’in tarihinde ve İbn-i Cevzi’nin ise Muntezem adlı eserinde belirttiği üzere, H. 564 yılında ölen Ebu Abdullah Muhammed Faruki. [88]

    3- H. 1280 yılında vefat eden Seyyid Muhammed Mekki Hairi.

    4- Şeyh Muhammed Hüseyin Mürüvvet Hafız Amili[89]
    Elbette Nehc’ul Belağa’nın bütün hafızlarını saya*bil*mek mümkün değildir. Çünkü bir çok insan bunu açıklamamış ve tarih de adını kaydetmemiştir. Bazıları ise yüzde doksan beşini ezberlediği halde hafız sayıl*mamış*lardır. Ben de bu son gruptan üç çağdaş alimi bizzat ta*nıdım ki içlerinden biri de vefat etmiştir.
    Ayrıca yazarlık hususunda neredeyse darb-ı mesel ha*line gelen ve H. 2. asrın başlarında yaşamış bulunan Abdulhamit Katip de şöyle söylemektedir: “Ben, Ali (a.s)’ın yetmiş hutbesini ezberledim daha sonra zihnim kayna*dıkça kaynadı. [90]
    Arap Hatiplerinin darb-ı meseli haline gelen İbn-i Nubate ise şöyle diyor: “Ben, Hz. Ali (a.s)’ın sözlerin*den yüz bölüm ezberledim ve bu benim için bitmeyen bir ha*zine oldu.[91]

    Nehc’ul Belağa’nın Kur’an’la olan İlişkisi;

    Müminlerin emiri Ali (a.s), bazı yerlerde sözlerine de*lil olarak Kur’an ayetlerini zikretmiştir. Seyyid Razi, bunlardan bazısını Nehc’ul Belağa’da zikretmiştir. Ör*ne*ğin:

    1- “Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.”[92]

    2- “Kitapta Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”[93]

    3- “Eğer o, Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.”[94]

    4- “Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk...” [95]

    5- “Melekler şerefli kılınmış kullardır. Allah'tan önce söz söyleyemezler; ancak O’nun emri üzerine iş yaparlar.”[96]

    6- “Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip bir*birine karışmıştır.” [97]

    7- “Gizliliklerin ortaya çıkacağı gün” [98]

    8- “Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yarat*maya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yaparız.”[99]

    Dr. Suphi Salih, Nehc’ul Belağa’nın şerhinde bu Kur’an ayetleri için özel bir fihrist hazırlamıştır ve 110 ayete yer vermiştir.[100] Bunlardan bazısında birden fazla ayet şahit gösterilmiştir ve bazısında ise bir ayetin sadece bir bö*lümü şahit gösterilmiştir ama çoğu tam bir ayet ola*rak şa*hit tutulmuştur. Bunların dışında Ra*bıta-i Kur’an ve Nehc’ul Belağa adında yazmış olduğum kitapta ve ge*çen yıl Bünyad-i Nehc’ul Belağa kurumu tarafından ba*sıldı. Bu kitapta anlam açısından Kur’an ile uyuşan Nehc’ul Belağa’nın 150’ye yakın sözlerini zikrettim.

    Ör*neğin:

    1- Nehc’ul Belağa: “Sayıcılar nimetlerini sayamaz*lar." [101]
    Kur’an: “Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremez*siniz.” [102]

    2- Nehc’ul Belağa: “Sonra onu gezegenlerle ve ışılda*yan yıldızlarla süsledi.” [103]
    Kur’an: “Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldız*larla süsledik.” [104]

    3- Nehc’ul Belağa : “Sizleri düşmanınızla cihada da*vet edince korkudan gözleriniz dönüyor, adeta ölümün çetinliği ve gaflet sarhoşluğu içinde çırpınıyorsunuz.” [105]

    Kur’an: “Kalplerine korku gelince ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözleri dönerek, sana baktıklarını gö*rürsün. “[106]

    Ben Nehc’ul Belağa’nın Kur’an ile olan ilişkisinin bu 150 husus ile sınırlı olduğunu iddia etmiyorum. Çünkü tümüyle sayabilmek için insanın öncelikle Nehc’ul Belağa’yı hıfzetmiş olması ve zihnine yerleştirilmiş bu*lunması gerekmektedir. Ancak böylece Kur’an ayetlerinden birini görünce Nehc’ul Belağa hazinesinden hıfzettikleri arasında ilgili cümleyi bulup ayırabilir veya Nehc’ul Belağa’nın bütün ta*birleri arasında Kur’an’ın bu ayetiyle uyuşsun bir söz ol*madığını ifade edebilir. Bu uygulamayı Kur’an’ın bütün ayetleri hususunda hayata geçirebilir yada bu tatbik işinde öncelikle Kur’an’ı ezberleyip ve sonra da Nehc’ul Belağa’yı mütalaa ederek ilgili yerleri kaydedebilir.

    Bununla birlikte Nehc’ul Belağa’nın bazı hutbeleri de Kur’an’dan bir ayet veya surenin tefsiri niteliğindedir. Örneğin: 219. hutbe Tekasür suresinin tefsiridir. 221. hutbe, “Ey insan çok cömert olan Rabbine karşı seni al*datan nedir?” ayetinin tefsiri konumundadır. 220. hutbe ise “Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinden adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O’nu tespih ederler.” ayetinin tefsiridir.

    Bütün bu söylenenlerin yanı sıra çağdaş alimlerden biri olan Mecellet’un Necef’te, “Elfaz’ul Kur’aniyye fi Nehc’ul Belağa” adında çok güzel bir eser yazmıştır ama şu anda elimde olmadığından özelliklerini açıklayamayacağım. Ayrıca Nehc’ul Belağa’da 21 yerde Kur’an’ın niteliklerinden söz edilmiştir. Bu Dr. Subhi Salih’in fihris*tinde de vardır. Elbette bazı hususları da yine gözden kaçır*mıştır ki bunlara da benim yazmış olduğum el-Kaşif ki*tabın*daki “Kur’an ve Kitabullah” kelimesinin beyanında yer verilmiştir. Dolayısıyla altı yerinde Kur’an ile Nehc’ul Belağa kitabının ilişkisini açıklayan “Rabita-i Kur’an ba Nehc’ul Belağa” isimli kitabım bu hususta araştırma*cılar için bir kılavuz konumundadır.

    Nehc’ul Belağa’nın Lafızlarına İstinad Edilebilir mi?

    Bilindiği gibi Nehc’ul Belağa Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s)’ın hutbeleri, mektupları ve kısa sözleri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Hz. Ali (a.s)’ın mek*tup ve kısa sözleri hususunda hiç bir şüphe yoktur ve biz*zat lafızları muteber ve istinad edilebilir bir konumdadır. Öyle ki bir mektubu olduğu gibi korumak ve kısa sözleri ez*berlemek kolay ve yaygın görülen bir olaydır. Ama Nehc’ul Belağa’nın uzun ve detaylı hutbeleri hususunda şöyle söylenmektedir: “Eğer Ali (a.s) o hutbeleri bir minbe*rin üzerinde veya savaş meydanlarında söylemiş ise du*yan kimselerin o kelimeleri olduğu gibi ezberlemesi ve yazması nasıl mümkün olabilir? Dolayısıyla bu soruya şöyle cevap vermek gerekir ki hutbelerin ravileri anlam ve içeriğini ezberlemiş ama kendi fikir ve dikteleriyle birtakım ifa*deler beyan etmişler ve yazmışlardır.”

    Bu cevapta bir çok yönden kabul edilemez konumda*dır.

    Birinci olarak daha öncede belirttiğimiz gibi Nehc’ul Belağa fesahat ve belagat açısından bilginlerin ve edebi*yatçıların şaşkınlığa düştüğü sözlerden oluşmaktadır. Bu yüzden Nehc’ul Belağa’nın beşer sözünün üstünde, Allah’ın sözünün altında yer aldığını beyan etmişlerdir. Ayrıca bilindiği gibi fesahat ve belagat lafız ile ilgili nitelikler değildir. Aksine cümlenin akıcı, revan, karmaşalıktan uzak, itici olmayan anlamsız karşılaştırmalara yer vermeyen ve benzeri niteliklerden uzak olmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla eğer Nehc’ul Belağa’nın lafızlarını raviler inşa etmişlerse o halde Ali’yi değil, bizzat inşa eden kimseleri fesahat ve belagat açısın*dan övmek gerekir.

    İkinci olarak, Nehc’ul Belağa’da yer alan uzun hutbele*rin bir benzerini Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarından öğüt ve delil gösterme noktasında nakledilen hadis ve ri*vayetlerde de görmek mümkündür. İslam bilginleri özel*likle de büyük fakihler Nehc’ul Belağa’nın lafız ve iba*retlerinin bizzat kendisini şahit göstermişlerdir. Aynı zamanda Nehc’ul Belağa’nın bütün şarihleri de hutbeleri şerh ederken kayıtlara geçen lafızların edebi ve lügavi özel*liklerini zikretmiş ve açıklamışlardır. Hatta bazen şöyle demektedirler: “Eğer bu kelime yerine örneğin fa*lan ke*lime kullanılmış olsaydı şu ayıpları taşırdı.”

    Dolayısıyla açıkça görüldüğü gibi bütün alim ve bilginleri böylesine sorunlardan gafil bilmek mümkün değildir.

    4- Ayrıca Hz. Ali (a.s) zamanında yaşayan bazı şair*lerden de oldukça uzun ve detaylı şiirler nakledilmiştir. Ayrıca bu şiirler irticali ve bir ya*zıya dökülmeksizin be*yan edilmiştir. Örneğin, Ha*san b. Sabit’in Gadir-i Hum’da okuduğu şiir on beş beyitten oluşmaktadır ve el-Gadir kitabında da nakledilmektedir. Ayrıca Kays b. Sa’d, Kemiyyet, Ferazdak gibi kimselerden uzun şiirler ve Sahban Vail ve Kays b. Harice gibi kimseler*den ol*dukça uzun hutbeler nakledilmiştir. Bunların hepsi ön hazırlığı yapılmadan yazıya dökülmek*sizin beyan edilen şiir ve hutbelerdir. Şuanda da edebiyat ve tarih kitapla*rında kayıtlıdır.

    Dolayısıyla bu şiir ve hutbelerin kaydedilmesi hu*su*sunda şöyle demek gerekir: Araplar oldukça güçlü ve sağlam hafızaları sayesinde şiirleri olduğu gibi ez*berliyor*lardı ya da bu şiirlerin yazılmasında onlara büyük kolaylık sağlıyordu. Veya raviler, şair ve hatiplerin konuşma*sından sonra birbirlerine ya da bilemediğimiz bir tarzda ibare ve kelimeleri olduğu gibi kaydediyorlardı. Zira belli bir vezin ve kafiye öl*çüsü olan şiirleri sadece anlamıyla nakletmek mümkün değildir. Nitekim Nehc’ul Belağa’daki hutbelerin çoğu da belli bir kafiye ve vezne sahiptir. Lafızları de*ğiştirmek bu sözün kelam ve veznini bozmaktadır. Hatta bazen iki kelimeden sadece bir keli*mesi kafiye ve vezne sahiptir. Nitekim aşağıdaki cümleler Hz. Ali (a.s)’ın Garra adıyla bilinen uzun hutbesinde yer almış*tır. “O insan, rahimlerin karanlıklarında gizlice tasar*lanıp kararlaştırılan dökülmüş erlik suyu ve yaratılışı noksan bir kan parçası, bir pıhtı değil miydi? Sonra ra*himde bir yavru oldu. Çıkıp süt emen bir çocukken, er*genlik çağına geldi. Sonra da kendisine duyduğunu bel*leten bir gönül, konuşan bir dil, bakıp gören bir göz ve*rildi ki duyup gördüğünü anlasın, ibret alsın ve kötülük*lerden kaçınsın. Ama o büyüyüp geliştiğinde tekebbüre kapıldı, yüz çevirdi, heva ve hevesine uydu, lezzetlere dalsın diye dünyası için çalışıp çabaladı, zorluğa düştü. Belaya düşeceğini ummaz, korkması gerekenden korkmaz oldu.”

    Az da olsa Arapça bilen herkes bu tür tabirlerin Sahban ve Kays gibi kimselerin olmasına imkan ver*mez. Zira fesahat ve belagat dahilerinin kitaplarında bile böy*lesine cümleler görülmemektedir. Bu lafız ve ibarelerin kafiye ve vezni korunduğu halde değiştiril*mesi mümkün değildir. Örneğin, hutbede geçen “yafien” kelimesi yerine “mürahiken” kelimesi koyu*labilir veya “müzdeciren” ke*limesi yerine “müntehiyen” kelimesi geçirilebilir. Ama bu değişiklik mana açısından doğru olsa da “ayn” ve “ra” harflerinin kafiye ve veznini ortadan kaldırmaktadır. O halde şöyle demek zorundayız: Bu kelime ve lafızların ol*duğu gibi İmam Ali (a.s)’ın mübarek ağzından çıkan ke*limeler olduğunu kabul etmek zorundayız.

    Nehc’ul Belağa’nın Kaynakları

    Bazı İslami fırkalar araştırılmamış, kendile*rine miras kalmış inançları doğrultusunda Nehc’ul Belağa’da yer alan bazı konuların kendi inançlarıyla çeliştiğini sanmış*lardır. Dolayısıyla da Nehc’ul Belağa’nın Hz. Ali (a.s)’ın sözleri olduğu hakkında şüpheye düşmüş ve bu kitabı Seyyid Razi ve kardeşi Seyyid Murteza’nın yazdığını söylemişlerdir. Bu yüzden bazı yazarlarımız ve araştır*macılarımız Nehc’ul Belağa’daki bütün hutbe, mektup, vasiyet ve kısa söz*lerin Seyyid Razi daha doğmadan veya bizzat o asırda yada sonraki asırda yazılmış olan kay*naklardan elde etmeye çalışmışlardır. Bu sözlerin sağlam, güvenilir kaynaklarla Hz. Ali (a.s)’a ulaşmış olmasına büyük özen göstermişlerdir. Bu konuda buldukları kitap*ları, sayfa numaralarını ve kitabın diğer özelliklerini en ince detayına kadar zikretmişlerdir. Bu konuda büyük bir başarı elde etmişlerdir. Benim bu konuda tanıdığım kim*seler şunlardır:

    1- Hadi Kaşif’ul Gıta, kendi Müstedrek-i Nehc’ul Belağa kitabının bir bölümünü Nehc’ul Belağa’nın kay*naklarına ayırmış 236. Sayfada 265. sayfaya kadar bu kaynakları zikretmiştir. Ama sayfa numaralarını çok az açıklamıştır.

    2- Seyyid Hibbetütdin Şehristani, “Mahuve Nehc’ul Belağa” adlı kitabında daha çok itiraz edilen Şıkşıkıyye hutbesinin kaynaklarını zikretmiş ve bu hutbeyi Seyyid Razi’den önce ve sonra, ken*disiyle çağdaş dokuz kaynak*tan nakletmiştir. Ay*rıca ifade farklılıklarını da beyan et*miştir. Araştır*malarım neticesinde bulduğum ve merhum Şehristani’nin görmediği kitaplardan biri de Sipt İbn-i Cevzi’nin Tezkiret’ul Hevas kitabıdır. Bu şa*hıs adı geçen kitabının 124. sayfasında şöyle söylemektedir: “Nehc’ul Belağa’nın sahibi İbn-i Razi, Şıkşıkiye hutbesinin bir bö*lümünü zikretmiştir ve bir bölümünü de atmıştır. Ama ben bu hutbenin tümünü zikrediyorum.

    Daha sonra da hutbenin senedini şeyhi olan Ebul Ka*sım Anbari’den İbn-i Abbas’a ulaşana dek zikretmekte*dir.

    3- Abdullah Nimet ise Mesadir-u Nehc’ul Belağa kita*bının ikinci bölümünde 130 ila 320 . sayfalarda bu kaynakları sıralamakta, cilt ve say*falarını belirtmek*tedir.

    4- Ali Han Arşi ise “İstinad-u Nehc’ul Belağa” adlı ki*tabında sadece Hindistan Ranbaver kütüp*hanesinde bulduğu kaynaklardan söz etmiştir. Ali Han Arşı de bu kü*çük cüzvesinde söz konusu kütüpha*nelerdeki nüshalarda Nehc’ul Belağa’nın hutbe, mektup ve hikmetli sözlerin*den bulduklarını cilt ve sayfa numaralarıyla birlikte zik*retmiştir.

    5- Seyyid Abd’uz-Zehra Hüseyini Hatip ise, Mesadir-u Nehc’ul Belağa ve Esanidihi adlı kita*bında bütün gü*cüyle Nehc’ul Belağa’daki sıralamayı göz önüne alarak tüm Nehc’ul Belağa’nın kaynaklarını bulmaya ve zikretmeye çalışmıştır. Anladığım kadarıyla bu kitabın sadece dört cildi bası*labilmiştir. Muhterem yazar, tüm Nehc’ul Belağa’nın kay*naklarını 26 ila 37. sayfalarında yer verdiği 109 kay*nak kitaptan çıkarıp nakletmiştir.

    Okuyucuların bu araştırmacının metodunu yakından tanıması için Nehc’ul Belağa’nın üç bölümünden beşer örnek vermek istiyorum. Bu beş kitabın tümü de şu anda yanımda mevcuttur. (Mesadir-i Nehc’ul Belağa ise tam dört cilttir.)
    Hutbeler

    Birinci Hutbe: Bu hutbe “Hamd, Allah’a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler.” cümlesiyle başla*mak*tadır ve bu hutbe aşağıdaki şu kitaplarda yer almıştır:

    1- İrşad-i Müfit[107]

    2- Tuhaf’ul Ukul, Necef baskısı, s. 43[108]

    3- Tevhid-i Saduk s.24 ila 28

    4- Emali-i Şeyh Tusi, (H. 460 yılında vefat et*miştir) c. 1, s. 22

    5- Mecalis-u Müfit, s. 149,[109] Merhum Meclisi ise Bihar, c. 77, s. 302’de bu hutbenin büyük bir bölümünü Uyun’ul Hikmet-i Vasiti’den naklet*mektedir.
    İkinci hutbe: Bu hutbe de “Nimetini tamamladığı için ona hamd ederim” cümlesiyle başlamaktadır. El Müsterşid-u Taberi, kitabında s. 73’de birtakım fazlalık*lar ve farklılıklarla nakledilmiştir.

    Üçüncü Hutbe: Bu hutbe ise meşhur olan “Şıkşıkıye” hutbesidir. İlal’uş Şerai’ s. 144, Mean’il Ahbar[110] 404. bab, s. 361, Emali-i Şeyh Tusi, c. 2, s. 382- 384, Şafi-i Seyyid Murtaza (H. 426 yılında vefat etmiştir) s. 203, İrşad-i Şeyh Müfit s. 166 ve bir başka baskısında s. 135, ve aynı zamanda Şeyh Müfit bu hutbeyi el-Cemel s. 46 ve 76 da, el-İfsah kitabında ise s. 17’de nakletmiştir. Ebu Said Mansur ve H. 422 yılında ölen Zirabi Nesr’ud- Durer kitabında Nehc’ul Belağa’dan az bir farklılıkla bu hutbeyi naklet*miştir.

    Adı geçen hutbe, bu kitaplarda farklı ve İbn-i Abbas’a ulaşan senetleriyle nakledilmiştir. Senet zinciri arasında Ehl-i Sünnet alimlerinden bir gurup da göze çarpmakta*dır. Örneğin H. 303 yılında vefat eden Ebu Ali Cebai, H. 317 yılında vefat eden Ebul Kasım Belhi ve hakeza H. 606 yılında vefat eden İbn-i Esir Nihaye kitabında “Şıkşıkıye” lafzı hususunda şöyle diyor: “Bu kelimeyi Hz. Ali (a.s) bu hutbesinde kullanmıştır.”

    Firuzabadi de Kamus adlı kitabında şıkşıkıye hutbesini Hz. Ali’ye isnat etmiş ve “Aleviyye” diye ad*landırmıştır. Bütün bu söylenenlerin yanı sıra İbn-i Ebil Hadid de bu hutbeyi Ebul Kadım Belhi-i Mutezili’nin kitabından nakletmiştir ve bu kitap Seyyid Razi’nin do*ğumundan yıllar önce yazılmıştır. Musaddık Vasiti’den şöyle söylediğini nakletmektedir: “Üstadım İbn-i Haşşab’a şunu sordum: “Acaba bu hutbe yalan yere mi Ali’ye isnat edilmiştir?” Üstadım: “Allah’a and olsun ki ben bu hutbenin Hz. Ali’nin sözleri olduğu husu*sunda yakin içindeyim.” Bende: “halkın çoğu Nehc’ul Belağa’yı Seyyid Razi’nin uydurup Hz. Ali’ye isnat etti*ğini söylüyorlar.”dediğim zaman bunun üstadım bana şu cevabı verdi: “Seyyid Razi ve diğerlerinin böylesine nefis üslupları ola*bilir mi? Biz Seyyid Razi’nin yazılarını gör*dük. Onun söz ve şiirlerinin metodunu ve tarzını biliyoruz.”[111]

    Dördüncü Hutbe: Bu hutbe de “karanlıklarda bizimle hidayete erdiniz” diye başlamaktadır ve el Müstedrek, s. 76 ile İrşad-i Müfit s. 119’da nakledilmiştir. İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: “Bu hutbe de Hz. Ali’nin en uzun hut*belerinden biri sayılmıştır.” Daha sonra hutbenin tümünü nakletmekte ve bazı kelimeleri hususunda görüş belirt*mektedir.

    Beşinci Hutbe: Bu hutbe de “Ey insanlar fitne dalgala*rına karşı direnin” diye başlamaktadır. İhticac-ı Tabersi, s. 127, Tezkiret’ul Havas, s. 128 de senet zincirleriyle ve tabir farklılıklarıyla nakledilmiştir. İbn- i Ebil Hadid ise hutbenin söyleniş nedenlerinden, ön bilgilerinden ve atılmış fazla*lıklarından söz etmektedir.

    Mektuplar

    Birinci Mektup: Bu mektup “Allah’ın kulu ve Mü*minlerin Emiri Ali’den Kufe ehline” diye başlamaktadır. H. 286 yılında ölen İbn-i Kuteybe’nin El İmame ve’s-Siyase kitabı s. 58 de, başka bir baskısında ise s. 67 de ve aynı zamanda Şeyh Müfid’in el Cemel kitabında s. 115 ve bir başka baskısında ise s. 131 de nakledilmiştir.

    İkinci Mektup: Bu mektup da Şeyh Müfid’in el- Cemel kitabı s. 200 ve en-Nasre, s. 215’de senet fazla*lıkları ve farklılıklar ile kaydedilmiştir.
    Üçüncü Mektup: mektup ise “Ey Şureyh, ama şüphe*siz sana... gelecektir...” diye başlamış olup Emali-i Şeyh Seduk, s. 87, H. 654 yılında ölen Sibt İbn-i Cevzi’nin yazdığı Tezkiret’ul-Havas, s. 654 ve 185 ve H. 454 yılında ölen Kadı Kudai’nin yazdığı Destur-u Mea*lim’il-Hikem, kitabı s. 454 ve 135’de nakledilmiştir.

    Dördüncü Mektup: Tezkiret’ul-Havas, s. 157’de nakledilmiştir.

    Beşinci Mektup: “Senin sorumluluğun, ekmek ve su vesilesi değil, boynundaki emanetin hakkını vermek için çalış*maktır.” diye başlayan bu mektup İbn-i Kuteybe’nin el-İmame ve’s-Siyase kitabı, c. 1, s. 79 bir başka baskıda ise s. 91’de, İbn-i Abdurrabbeh’in[112] İkd’ul-Ferid, c. 2, s. 232 bir başka baskısında ise c. 3, s. 14 ve H. 212 yılında vefat eden Nasr b. Müzahim’in Siffin kitabı, s. 20’de nakledilmiştir.

    Kısa Sözler

    1- “Fitneye karşı iki yaşındaki deve gibi ol”
    H. 380 yılında ölen Ebu Hayyan Tevhidi, el-İm*tina’ ve’l-Muanese kitabında c. 2, s. 31; Amedi’nin Gurer’ul-Hikem kitabında, “kaf” harfinde nakledilmiştir. Aynı zaman Al
    Dünyanin En Büyük Azeri Mp3 Arsivi. www.azeribalasi.com

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş