Tasavvufun Anahtar Terimleri Günümüzde İslami bilimler dünyası ile gündelik hayat arasındaki bağların kopması neticesinde Tasavvuf deyimleri olarak adlandırabileceğimiz zikir, vird, âdâb , takvâ, verâ, zühd, ihlâs, mârifet, ilim, yakîn, maiyyet, seyr, kurb, cezbe, vecd, mevâcîd, havâtır, ahvâl, tasarruf, teveccüh, himmet, cem'iyyet, huzûr, hilâfet, mahbûbiyyet, ferdiyyet ve benzeri tasavvufî terimler izaha muhtaç duruma düşmüştür.Tasavvufi literatürde , mutasavvıf,sufi, mürşid,

Bu konu 1632 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Tasavvufun anahtar terımlerı 1632 Reviews

    Konuyu değerlendir: Tasavvufun anahtar terımlerı

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1632 kez incelendi.

  1. #1
    ilhan64 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    25.12.2008
    Mesajlar
    53
    Konular
    35
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    561
    @ilhan64

    Standart Tasavvufun anahtar terımlerı

    Tasavvufun Anahtar Terimleri

    Günümüzde İslami
    bilimler dünyası ile gündelik hayat arasındaki bağların kopması
    neticesinde Tasavvuf deyimleri olarak adlandırabileceğimiz zikir, vird,
    âdâb , takvâ, verâ, zühd, ihlâs, mârifet, ilim, yakîn, maiyyet, seyr,
    kurb, cezbe, vecd, mevâcîd, havâtır, ahvâl, tasarruf, teveccüh, himmet,
    cem'iyyet, huzûr, hilâfet, mahbûbiyyet, ferdiyyet ve benzeri tasavvufî
    terimler izaha muhtaç duruma düşmüştür.Tasavvufi literatürde ,
    mutasavvıf,sufi, mürşid, mürîd,şeyh, velî, evliyâ gibi yaygın bilinen
    terimler yanında kimi şahıslar hakkında, âbid, ârif, âşık, zâhid, ,
    muttakî, ümmî, derviş, erbâb-ı dil, erbâb-ı kulûb, ricalullah,
    ehlullah, ebdâl , büdelâ, evtâd, kutub, aktâb, gavs, havass, nücebâ,
    murâd, muhlis, muhlas, mukarreb, müceddid, mükemmil, ricâl-i gayb,
    üveysî, pîr, üstâd... gibi bugün karmaşık görünen bâzı tâbirler de
    kullanılmaktadır.Bunlardan başka, muhtelif olağanüstü hâllere verilen
    isimler ve mânâları da tasavvuf hakkında ön bilgisi olmayanlar için
    anlaşılmaz gelebilmektedir.Bu sayfalarda tasavvufun anlaşılmasını
    kolaylaştıracak bu terminoloji izah edilmeğe çalışılmıştır.

    TASAVVUFUN ANAHTAR TERİMLERİ :

    MUTASAVVIF : Gafletten uzak olarak yâni her an Hakk'ı zikreden,
    kalbini mânevî kirlerden temizleyen ve Allah’dan başka her şeyi
    gönlünden çıkaran, rûhunu Hakk'ın zikri ile süsleyen tasavvuf ehli,
    velî, mürşid, ahlâk-ı hasene sâhibine mutasavvıf denilir.

    Abdülhak-ı Dehlevî : "Mutasavvıfların hepsi Ehl-i sünnettir. Bid'at
    sâhiplerinden (dinin aslında olmadığı halde sonradan meydana çıkarılan
    işlere ve uydurulan sözlere inananlardan) hiçbiri Allah'ın mârifetine
    (O'nu tanımaya) yaklaşamamıştır. Velâyet (evliyâlık) nûrları bunların
    kalplerine girmemiştir."demiştir.Abdülkâdir-i Geylânî şöyle
    buyurmuştur: "Mürşid (rehber, doğru yolu gösterici) ve mutasavvıf,
    Rabbi için her yönden ve her şeyden ayrılıp Allah’dan başkasına
    tapınmayı, ibâdet etmeyi ve uymayı terk ederek, gayriye yönelmekten ve
    meşgûl olmaktan kalplerini kurtararak, ihlâsla Hakk'a ibâdet eder ve
    şeytana uymaz."

    MÜRŞİD : Tasavvuf yolunda kendisinden önceki yetkili kişinin manevi
    izni ile insanları irşâd eden, doğru yolu gösterip yetiştiren ve kemâle
    getiren yâni olgunlaştıran tasavvuf terbiyesine ehil kişiye mürşîd
    denilir. Mürşidin olgunluğuna işaret eden bir terim ise "mürşîd-i
    kâmil"dir.

    İmâm-ı Rabbânî, tasavvuf yolunda nihâyete varanların (yolun sonuna
    kavuşanların) iki türlü olduğunu beyân etmiştir. Birincisi Rasûlullah
    efendimizin izinde giderek kemâle erdikten sonra, insanları irşâd için
    (doğru yola çekmek için) halkın derecesine indirilmiş olan
    mürşidlerdir. İkincisi, yükseldikleri derecelerde bırakılıp, insanların
    yetişmesi ile vazîfeli olmayan velilerdir.

    Mazhâr-ı Cân-ı Cânân bütün kazançlarına, mürşidlerini çok sevmekle
    kavuştuğunu belirtmiş, irfan anahtarının, Allah'ın sevdiklerini sevmek
    olduğunu ifâde etmiştir. İmâm-ı Rabbânî de; "Mürid, mürşidini ne kadar
    çok severse, onun kalbinden feyz alması da o kadar çok olur. Mürşid
    vesîledir, vâsıtadır. Maksad, Allahdır." demiştir.

    Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker, bu konuda şöyle bir tavsiyede
    bulunmaktadır: "Bir kimse kendisini irşâd edecek, doğru yolu gösterecek
    bir mürşide ulaşamamışsa, büyük zâtların sohbet kitaplarını okusun ve
    onlara uysun."

    Seyyid Abdullah-ı Dehlevî ise, kâmil (yetişmiş) ve mükemmil
    (yetiştiren, olgunlaştıran) bir rehbere tâbi kimsenin, Allah'ın
    rızâsına kolayca erebileceğini ifâde etmiştir.

    SİLSİLE : Tasavvufi yolların hepsinde günümüzdeki mürşidden
    Rasulullaha kadar ulaşan bir manevi zincir söz konusudur.Bu zincirin
    tarihen sağlıklı oluşu tasavvufi feyz ve bereketin intikalinde çok
    önemlidir.Bir tasavvuf yolunun sağlamlığının en büyük delili sahih bir
    silsileye sahip oluşudur.Tasavvufta "Allah’a giden yollar mahlûkatın
    nefesleri sayısıncadır." anlayışı sebebiyle tarikat sayısında bir
    sınırlama yoktur. İtikadi bakımdan kitap ve sünnete bağlı, ehl-i sünnet
    ve’l-cemaat anlayışını benimseyen, ibâdet ve muâmelâtta İslâm’ın temel
    esaslarını uygulayan ve manevi bir silsileye sahip mürşidler tarafından
    temsil edilen tarikatlar hak tarikatlardır.Silsilenin tasavvufi önemine
    uygun olarak bütün tarikatlar icazetname ve silsilename ile kendi
    yollarındaki ruhani akışı kayıtlara bağlayarak belgelemişlerdir.

    Mevlana Halid-i Bağdadi [K.S.]'in Kürdemir'li Şeyh İsmail Şirvani[K.S.]'e Verdiği İcazetÖrnek Bir Nakşbendiyye Silsilesi

    MÜRİD:Tasavvuf yolunda bulunan, bir mürşide intisab ederek seyr u
    sülûk ile manevi makamlarda yol almak suretiyle cemal mertebelerine
    ulaşmak yolunda irade izhar eden demektir. Mürîdler Allah’a yakınlık
    derecelerine ulaşmak için riyâzetler ve mücâhedeler çekerler ; nefsin
    isteklerinden kaçınıp istemediklerini yapmaya çalışırlar. Bir müslüman
    bir mürşide biat ederek iradesini izhar etttikten sonra mürşidin
    kendisine vereceği tasavvufi talimat olan günlük zikir, tesbihat
    dersini ifa etmeğe başlamak suretiyle tasavvuf yolunu adımlamağa
    başlar.Bu yolun değişik duraklarında mürşidin göstereceği yeni
    vazifeleri ( evrad, halvet,riyazet vs. ) yerine getirmekle yoluna devam
    eder.

    ZİKİR : Zikir, her işte Allah’ı hatırlamak, zihinde tutmak, yâd
    etmek, unutmamak ve anmak,kendini gafletten kurtarmak, kulun Allah’ı
    dille ve kalple anması anlamında Kur’an kaynaklı bir tasavvuf
    kavramıdır.Gaflet de Allah’ı unutmak demektir. Bütün tasavvuf büyükleri
    ve tarikat ricâli, zikri yollarının temel esası saymışlardır. Zikir,
    çeşitli türevleriyle Kur’an’da 250‘den fazla yerde geçmektedir.
    Kur’an’ın bizzat kendisi ve emirleri birer zikirdir. Bu yüzden Kur’an
    bizzat kendisini ve namazı da zikir olarak adlandırmıştır.
    Mutasavvıflara göre gerçek zikir, Allah’ı şiddetle sevmek, O’ndan nasıl
    korkulmak gerekiyorsa öyle korkmak ve gaflet meydanından müşâhede
    semâsına yükselmektir. Ya da Mezkûr yani Allah’dan başkasını
    unutmaktır.Müzzemmil 73:8

    Çünkü Allah "Unuttuğun zaman rabbını zikret! (hatırla)" (el-Kehf,
    18/24) buyuruyor. Allah, Kur'ân-ı kerîmde Ra'd sûresi 30. âyetinde yine
    şöyle buyuruyor: "İyi biliniz ki, kalpler, Allah'ın zikri ile itminâna,
    râhata kavuşur." Bakara sûresinin 152. âyet-i kerîmesinde ise şöyle
    buyrulmuştur: "(Kullarım!) Siz beni (tâat ile, beğendiğim işleri yapmak
    sûretiyle) zikrederseniz, ben de sizi (rahmet, mağfiret, ihsân ve tövbe
    kapılarını açmak sûretiyle) anarım."Kur’an’da iki tür zikir emri
    vardır: Mutlak ve mukayyed zikir. Kur’an’da herhangi bir kayıt
    belirtmeden mutlak mânâdave çok çok zikretmeyi emreden âyetler vardır.
    (bk. Âlü İmrân, 3/41; el-Ahzâb, 3/41; el- Cum’a, 62/10) Bunların
    emrettiği zikir, gafletin zıddı anlamındaki kalbî zikirdir. Allah’ın
    adının anılmasını emreden (el-Müzzemmil, 73/8);ed-Dehr, 76/25) âyetler
    ise kalbî mânâda zikre muvaffak olamayanlara dil ile zikretme kolaylığı
    sağlamakta ve bir bakıma kalbî zikre alıştırma yaptırmaktadır. Zikirden
    maksad Allah’ı hiç unutmamak olduğuna göre zikrin efdal olanı kalbî ve
    hafî olanıdır. Ancak cehrî olarak yapılan zikirlerin herbirinin sâlikin
    durumuna göre ayrı özellikleri vardır. Tevhid zikrinin kalbi masivâdan
    temizlemede, lâfza-i celâl zikrinin kalbî zikre ermede ayrı bir yeri
    vardır. Bunlardan hangisinin kime ne kadar yararlı olacağını mürşid
    tayin eder.

    Sünenü'l-Beyhekî'de geçen iki hadîs-i şerîfte de buyrulmuştur ki:
    "Derecesi en yüksek olanlar, Allah'ı zikredenlerdir.", "Allah'ı
    sevmenin alâmeti, O'nu zikretmeyi sevmektir."

    Asr-ı saâdette bizzât Hz. Peygamber’in toplu zikir yaptırdığını
    gösteren rivâyetler vardır. Ahmed b. Hanbel’in naklettiği bir olay
    şöyledir:"Şeddâd b. Evs anlatıyor: Hz. Peygamber’le beraber bir evde
    idik. Bize sordu:"İçinizde garib; yani ehl-i kitaptan bir kimse var
    mı?" Biz: "Hayır" dedik.Sonra kapıyı kapatmamızı emretti ve şöyle dedi.
    "Ellerinizi kaldırın ve Lâ ilâhe illallah deyin." Ellerimizi kaldırdık
    ve lâ ilâhe illallah dedik. Sonra Hz.Peygamber: "Allah’a hamdolsun. Yâ
    Rabbi, sen beni bu kelime ile gönderdin, bana bunu emrettin ve onda
    bana cenneti vaad ettin. Sen vaadinden dönmezsin." dedi.Sonra da şöyle
    buyurdu: "Sevinmez misiniz, Allah sizin hepinizi afvetti."(Müsned, IV,
    124) Bu hadiste geçtiği gibi insanların tevhid kelimesi veya başka
    ilâhî isimlerle zikretmek üzere bir araya gelmeleri sünnetteki
    uygulamaya uygundur. Toplu zikrin asr-ı saadetteki bir başka örneği Ebû
    Saîd el-Hudrî’den gelen bir rivâyette anlatılmaktadır. Bu rivâyete göre
    Allah Rasûlü birgün halka teşkil etmiş bulunan bir sahabe topluluğunun
    yanına vardı. Onlara niçin böyle oturduklarını sordu. Onlar da:
    "Kendilerine başta İslâm olmak üzere pekçok nimetler veren Allah’ı
    zikretmek için bir araya geldiklerini" anlattılar. Peygamberimiz
    tekrar: "Siz gerçekten sadece Allah’ı zikretmek için mi toplandınız?"
    diye ısrarla sorunca sahâbîler: "Vallahi sadece bu maksadla bir araya
    geldik." diye yemin ettiler.

    İmâm-ı Rabbânî; "Her vakit, Allah’ı zikr etmek lâzımdır. Kalpte
    başka hiçbir şeye yer vermemelidir. Yerken, içerken, uyurken, gelirken,
    giderken hep zikir yapmalıdır." demiştir. Cübeyr bin Nüfeyr; "Her an,
    dilleriyle Allah’ı zikr edip, O'nu bir an unutmayanlardan herbiri,
    güler bir hâlde Cennet'e gireceklerdir." demektedir. Zikir, cehrî ve
    hafî olmak üzere iki kısımdır. Zikr-i cehrî, yüksek sesle Allah’ı
    anmak, zikr-i hafî ise, gizli olarak ve kalb ile Allah’ı hatırlamaktır.

    Zikir hakkında daha detaylı bir açıklama için bakınız: "Zikr :
    Allah'ı Hatırlama"19.Yüzyılın Büyük Sufilerinden Kuşadalı İbrahim
    Halveti [K.S.]nin "Zikr Hakkındaki Görüşleri"

    Tasavvufi pratikte mürşidin zikir tavsiyesi hakkında reel bir örnek sunuyoruz:" İntisab ve Zikr Tarifi

    EVRAD : Îtiyad, alışkanlık hâlinde nâfile olarak devamlı yapılan
    ibâdet, tesbîh ve duâlara vird (çoğulu evrâd) denilir. İmâm-ı Gazâlî;
    "Duâ, zikir, Kur'ân-ı kerîm okuma ve tefekkür (mahlûklardaki ve kendi
    bedenindeki ince sanatları, düzenleri, birbirine bağlılıklarını
    düşünerek, Allah'ın büyüklüğünü anlaması, insanın günâhlarını
    hatırlayıp, bunlara tövbe etmesi lâzım geldiğini ibadetlerini ve
    tâatlerini düşünerek bunlara şükretmesi gerektiğini hatırına
    getirmesi), sabah namazından sonra, âhiret yolcusu kulun virdi
    olmalıdır." demiştir. Yine İmâm-ı Gazâlî; "Okunmalarında fazîlet olduğu
    bildirilen bâzı âyet-i kerîmeleri vird edinip, okumak da müstehabtır.
    Fâtihâ, Âyete'l-Kürsî ve Bekara sûresinin son iki âyeti (Âmener-Resûlü)
    bunlardandır. Kaylûle (öğleye doğru bir mikdâr uyumak da) gündüz
    virdlerindendir." demiştir.

    Mâlik bin Dînâr ise şunları söylemiştir: "Bir gece uyuya kaldım ve
    evradımı yerine getirmedim. Rüyâmda birisi karşıma çıktı ve,
    okuryazarlığın var mı? dedi. Var, dedim. Şu yazıyı okur musun? dedi ve
    elime bir kâğıt parçası verdi. Kâğıtta; "Dünyânın geçici ve aldatıcı
    nîmetleri, ölümsüz olarak yaşayacağın Cennet'in zevk ve safâsından seni
    alıkoymuştur. Yâni geçici olarak zevk aldığın bu uyku, ebedî seâdetine
    yarayacak ibâdetine mâni olmuştur. Uyan, namaz kıl ve Kur'ân-ı kerîm
    oku. Zîra bunlar, uykudan hayırlıdır." yazılıydı."

    EDEB : Her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi
    muâmelede bulunmak, sünnet üzere yâni Rasûlullah efendimizin buyurduğu
    ve davrandığı gibi hareket etmek, hatâya düşmekten sakınılacak şey,
    terbiye, güzel ahlâka da edeb denir.

    Abdullah bin Mübârek, âlimler, edeb hakkında çok şeyler söylediler. Bize göre edeb, insanın kendini tanımasıdır demiştir.

    Ebü'l-Berekât Emevî Hakkârî; "Edep, kulun, Allah’a karşı
    vazîfelerini, vakitlerini nasıl değerlendireceğini, kendini O'ndan
    uzaklaştıran şeylerden nasıl korunacağını bilmesidir." demiştir.

    İmâm-ı Rabbânî ise; "Edebe riâyet etmeyen hiç kimse, Allah'a
    kavuşamaz, yâni velî olamaz. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir.
    Namazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzîhî bir mekrûhtan
    sakınmak; zikir, fikirden (tefekkürden) üstündür." buyurmuştur.

    Şems-i Tebrîzî ise; "Âdemoğlunun edebden nasîbi yok ise, insan
    değildir. Âdemoğlu ile hayvan arasındaki fark budur. Gözünü aç ve bütün
    Allah'ın kelâmının mânâsı, âyet âyet edepten ibaret olduğunu gör."
    demiştir.

    Kaynak: Tasavvuf ve Sufiler
    [/SIZE]


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Tasavvufun anahtar terımlerı

          Kategori: Tasavvuf

          Konuyu Baslatan: ilhan64

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1632


Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş