http://www.ehli-beyt.org/wp-content/uploads/hz-muhammed-saa--300x287.jpg Peygamber efendimizin (s.a.a) üstün ahlâkı ve güzel edebini yansıtan Kur’ân ayetlerinin büyük bir kısmı, emir ve yasak şeklinde sunulmuştur. Bu yüzden bu bölümde, Peygamberimizin (s.a.a) üstün ahlâkı hakkında bütünsel bir fikir veren, onun güzel edebine işaret eden, aynı zamanda Kur’ân ayetleriyle desteklenen örnekleri, onun (s.a.a) sünnetine dayanan rivayetlerden derlemeyi uygun gördük. 1- Meani’l-Ahbar adlı eserde

Bu konu 2848 kez görüntülendi 3 yorum aldı ...
Hadisler Işığında Resulullah’ın Şemaili – 1 2848 Reviews

    Konuyu değerlendir: Hadisler Işığında Resulullah’ın Şemaili – 1

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2848 kez incelendi.

  1. #1
    Kader - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.08.2008
    Mesajlar
    1.653
    Konular
    1155
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    1166
    @Kader

    Standart Hadisler Işığında Resulullah’ın Şemaili – 1



    Peygamber efendimizin (s.a.a) üstün ahlâkı ve güzel edebini yansıtan Kur’ân ayetlerinin büyük bir kısmı, emir ve yasak şeklinde sunulmuştur. Bu yüzden bu bölümde, Peygamberimizin (s.a.a) üstün ahlâkı hakkında bütünsel bir fikir veren, onun güzel edebine işaret eden, aynı zamanda Kur’ân ayetleriyle desteklenen örnekleri, onun (s.a.a) sünnetine dayanan rivayetlerden derlemeyi uygun gördük.

    1- Meani’l-Ahbar adlı eserde Ebu Hâle Temimî’den, o da İmam Hasan b. Ali’den (ikisine de selâm olsun), diğer bir kanalda da İmam Rıza’dan, o da atalarından, onlar Ali b. Hüseyin’den, o Hasan b. Aliden (hepsine selâm olsun), başka bir rivayet kanalında da Ebu Hâlenin çocuklarından birinden, o da Hasan b. Ali’den (her ikisine selâm olsun) rivayet eder ki:

    “Dayım Hind b. Ebu Hâle Peygamber efendimizi (s.a.a) iyi vasfeden biriydi. Ben de Peygamberin (s.a.a) vasıflarını özümseyip kalben bağlanırım diye onun bana Peygamberi anlatmasını çok isterdim. Bu yüzden Peygamberin (s.a.a) nasıl biri olduğunu ona sordum. Dedi ki:

    “Resulullah (s.a.a) iri ve heybetli birisiydi. Yüzü on dördündeki ay gibi parlardı. Orta boylu birinden daha uzun, ince uzun boylu birinden daha kısaydı. Başı büyükçeydi. Saçları ne kıvırcık, ne de düzdü, hafif dalgalıydı. Saçlarını salıverdiği zaman ortadan ayırırdı. Topladığı zaman da kulak memesini geçmezdi. Parlak ve berrak renkliydi. Alnı genişti. Kaşları ince, uzun ve genişti, bitişik değildi. İki kaşının arasında sinirlendiğinde belirginleşen bir damar vardı. Bu damar öyle bir parlaktı ki, dikkat etmeyenler onu burnunun devamı sanırlardı. Sakalları gürdü. Yanakları düz ve az etliydi. Ağzı nispeten büyük ve genelde dudakları hafifçe açıktı. Dişleri beyaz ve seyrekti. Göğsünün ortasından karna uzanan kılları inceydi. Boynu ceylan boynu gibi güzel, gümüş gibi parlaktı.

    Dengeli bir vücut yapısı vardı. Cüsseli ve sağlam yapılıydı. Karnı ve göğsü dümdüzdü. İki omzunun arası genişti. Eklemleri iriydi. Geniş göğüslüydü. Vücudu oldukça güzel ve uyumluydu. Boyun çukurundan göbeğine kıldan bir çizgi uzanıyordu. Bunun dışında memeleri ve karnı kılsızdı. Kolları, omuzları ve göğsünün üst kısmı daha kıllıydı. Bilekleri uzundu. El ayası genişti. Elleri ve ayakları iriydi. Dört bir yanı düzgündü. Kemikleri düz ve çıkıntısızdı. Ayaklarının altı çukurdu (düztaban değildi). Ayakları genişti, suya bassa altından su kaynıyor gibi olurdu. Yere bastığında tam basardı. Ayağını kaldırdığında tam kaldırarak yere sürtmezdi. Adımlarını denk atardı. Teenni ve vakarla yürürdü. Çabuk yol alırdı. Yürüdüğü zaman yokuş aşağı iniyormuş gibi yürürdü. Bir tarafa baktığında bütün vücuduyla o tarafa dönerdi. Bakışlarını yere indirirdi. Göğe baktığından çok yere bakardı. Bakışlarının çoğu anlıktı. Karşılaştığı kimseye ilk selâm veren o olurdu.”

    “Ona dedim ki: ‘Şimdi de bana Peygamberimizin (s.a.a) konuşma tarzını anlat.’ Dedi ki:

    “Sürekli hüzünlüydü. Devamlı düşünceli olurdu. Dinlenmesi ve rahatı yoktu. Uzun süre sessiz kalırdı ve gerekmedikçe konuşmazdı. Avurtlarıyla söze başlar ve avurtlarıyla sözü tamamlardı (açık ve net konuşurdu). En açıklayıcı ve anlamlı sözlerle konuşurdu, sözünde fazlalık ve eksiklik bulunmazdı. Yumuşak huyluydu. Kaba ve aşağılayıcı değildi. Az dahi olsa onun katında nimet değerliydi. Hiçbir nimeti kötülemezdi. Tattığı yiyecekleri yermediği gibi övmezdi de.”

    “Dünya ve dünyalık şeyler onu öfkelendirmezdi. Hak çiğnendiği zaman da (gazabından) kimse onu tanımazdı ve onu alıncaya kadar kimse öfkesinin önünde duramazdı. Bir şeyi gösterdiğinde bütün eliyle işaret ederdi. Bir şeye hayret ettiği zaman elini ters çevirirdi. Konuştuğu zaman ellerini kavuşturur, sağ elinin ayasını sol elinin başparmağının ayasına vururdu. Bir şeye kızdığı zaman ondan yüz çevirir, gözlerini yumardı. Gülmesi genellikle gülümse şeklindeydi. Gülümsediği zaman inci dişleri görünürdü.”

    Şeyh Saduk der ki: “Buraya kadar olan kısım, Kasım b. Menî’in İsmail b. Muhammed b. İshak b. Cafer b. Muhammed’den aktardığı rivayettir. Sonuna kadar geri kalan kısmı ise Abdurrahman’ın rivayetidir.”

    İmam Hasan (a.s) der ki: “Bu rivayeti bir süre Hüseyin’e (a.s) açmadım. Sonra ona anlattım. Baktım ki, o bu rivayeti benden önce duymuş. Bunu nereden öğrendiğini sordum. Baktım ki, babasından (a.s) Peygamberimizin (s.a.a) girişini, çıkışını, oturuşunu, şeklini sormuş, Peygamberimizle (s.a.a) ilgili olarak öğrenilmesi gereken hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır.”

    İmam Hüseyin (a.s) dedi ki: “Babama Peygamberimizin (s.a.a) bir yere nasıl girdiğini sordum. Buyurdu ki: Peygamberin (s.a.a) eve girmesi kendi elinde olan bir durumdu (dilediği zaman eve girerdi). Evine girdiği zaman zamanını üç kısma ayırırdı. Bir kısmını Allah için, bir kısmını ailesi için, bir kısmını da kendisi için ayırırdı. Sonra kendisi için ayırdığı kısmı kendisi ile insanlar arasında pay ederdi. Bunu özel dostları aracılığı ile bütün halka teşmil ederdi. Bu zamandan, onlardan esirgeyip sırf kendine sakladığı zaman olmazdı.”

    “Günlük hayatının ümmete ayırdığı kısmında faziletli kimselere öncelik vermesi onun (s.a.a) edebinin bir göstergesiydi. Onları da dindeki değerlerine göre ayırırdı. İçlerinde kimisi bir, kimisi iki ve kimisi de daha fazla ihtiyaç sahibi olurdu. Durumlarına göre onlarla ilgilenirdi. Onların durumlarını düzeltecek, kendilerini islâh edecek şeylerle uğraşmaya yöneltirdi. Ümmetinin hâlini sorardı. Onlar için gerekli olan şeyleri bildirmeye özen gösterirdi ve şöyle derdi: Burada bulunanlar benim sözlerimi bulunmayanlara bildirsin. İhtiyacını bana bildirmeye güçleri yetmeyenlerin ihtiyaçlarını bana bildirin. Çünkü bir yöneticiye, ihtiyacını bildirmeye güç yetirmeyen birinin ihtiyacını bildiren kimsenin kıyamet günü yüce Allah ayaklarını sabitleştirir. Onun yanında sadece bunlardan söz edilebilirdi. Hiç kimsenin bundan başka bir şey söylemesini kabul etmezdi. İnsanlar ihtiyaçlarını bildirmek için onun yanına girip çıkarlardı. Bir şey tatmadan evinden çıkan olmazdı. Aydınlanmış, hayra delâlet edebilecek bir hâlde evinden çıkarlardı.”

    “Ona, Peygamberimizin (s.a.a) evinden çıkarken nasıl hareket ettiğini de sordum. Buyurdu ki: Peygamberimiz (s.a.a) kendisini ilgilendirmeyen meselelerle ilgili olarak konuşmaktan kaçınırdı. İnsanları kaynaştırırdı, ayırıp dağıtmazdı. Her kavmin saygın kişilerine saygı gösterir, onları kavimlerine yönetici olarak atardı. İnsanlardan sakınır, kendisini onlardan korurdu. Ama güler yüzünü ve üstün ahlâkına uygun davranışını hiç kimseden esirgemezdi. Ashabının hâl hatırını sorardı. İnsanları başka insanlardan sorardı. İyi işlerin iyiliğini vurgular ve onu güçlendirirdi. Çirkin işlerin çirkinliğini söyler ve onu aşağılardı. İşlerinde ılımlıydı ve çelişkiye düşmezdi.”

    “Halkın gaflet edip batıla eğilim göstermelerinden endişe ettiği için durumlarından gafil kalmazdı. Haktan hiçbir eksikliğe gitmez, hakkın sınırlarını da aşmazdı. İnsanlar içinde ona en yakın ve dost olanlar, insanların en hayırlıları olurdu. Müslümanların en çok hayrını isteyenler, onun katında en üstün konuma sahip olurdu. Katında en saygın yere sahip olanlar, yardım ve destek bakımından en güzel örneği sergileyen kimseler olurdu.”

    İmam Hüseyin (a.s) der ki: “Ona (babam Hz. Ali’ye a.s), Peygamber efendimizin (s.a.a) oturuşunu da sordum. Buyurdu ki: Allah’ı anmadan oturmaz ve yerinden kalkmazdı. Bir mecliste kendisine yer ayırmaz ve başkalarının da yer beğenip ayırmalarına engel olurdu. Bir kavmin oturduğu yere geldiğinde kimsenin oturmadığı boş bir yere otururdu ve insanlara da böyle davranmalarını emrederdi. Yanında oturan herkesle ilgilenirdi. Yanında oturanların hiçbiri, bir başkasının onun yanında kendisinden daha saygın ve daha değerli olduğunu düşünmezdi. Onun yanında oturan kimse, o oradan ayrılmadan yanında kalmaya devam ederdi. Ondan bir ihtiyacının giderilmesini isteyen kimse, ihtiyacını almadan veya en azından güzel bir söz duymadan dönüp gitmezdi.”

    “Güzel ahlâkıyla bütün insanları kuşatmıştı. İnsanlara bir baba gibi davranırdı. Hak, söz konusu olduğunda bütün insanlar onun yanında eşitti. Onun oturduğu meclis, hilmin, hayânın, doğruluğun ve güvenilirliğin meclisi olurdu. Meclisinde sesler yükselmez, saygınlıklar çiğnenmezdi. Bir sürçme olduğunda onun tekrarı olmazdı. Orada oturanlar dengeli davranır ve sürekli olarak takva duygusuna bağlı kalırlardı. Mütevazı olur, büyüklere saygı gösterir, küçüklere merhamet ederlerdi. İhtiyaç sahiplerini kendilerine tercih eder ve yabancıları korurlardı.”

    “Sonra, Peygamberimizin (s.a.a) oturuşlarındaki davranışı nasıldı? diye sordum. Buyurdu ki: Daima güler yüzlüydü. Yumuşak huyluydu. Yanındaki insanlara son derece yumuşak davranırdı. Kırıcı, kaba, gürültücü değildi. Çirkin söz söylemez, kimseyi ne ayıplar, ne de överdi. Hoşuna gitmeyen, canının çekmediği bir şeyden hoşlanmadığını belli etmezdi. Dolayısıyla ondan ümit kesilmezdi, ümit bağlayanlar ümitsizliğe kapılmazdı.”

    “Üç şeyden uzak dururdu. Gösteriş, çok mal biriktirmek, kendisini ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenmek. İnsanlar hakkında da üç şeyden uzak dururdu: Hiç kimseyi yermez, ayıplamazdı; hiç kimsenin kusurlarını ve ayıplarını araştırmazdı; ancak sevabını umduğu şeyler hakkında konuşurdu. Konuşmaya başladığı zaman yanında oturanlar başlarının üzerinde kuş varmış gibi pür dikkat kesilirlerdi. Ancak o sustuktan sonra konuşmaya başlarlardı. Onun yanında laf dalaşına girmez, çekişmezlerdi. Birisi konuşunca diğerleri, o sözlerini tamamlayıncaya kadar seslerini keserlerdi. Onun yanında birbirlerinin sırasını gözeterek konuşurlardı. Onların güldüğü şeye kendisi de gülerdi. Hayret ettikleri şeye o da hayret ederdi.”

    “Yabancı bir kimsenin istekleri ve konuşması kabaca da olsa ona karşı sabırlı davranırdı. Öyle ki kimi kaba yabancılara karşı ashabı harekete geçer, onu Peygamberden uzaklaştırmak isterlerdi. Ama o, ‘Bir ihtiyaç sahibinin bir şey istediğini gördüğünüz zaman ona yardım edin.’ buyururdu. Bir nimetin karşılığında teşekkür mahiyetinde olmadığı sürece kimsenin övgüsünü kabul etmezdi. Hiçbir kimsenin konuşmasını kesmezdi. Ancak o kimse hakkın sınırlarını aştığı zaman ya onu böyle konuşmaktan nehyeder veya yanından kalkardı.”

    “Ona Peygamberin (s.a.a) sükûtunu da sordum. Buyurdu ki: Onun sükûtu dört şeyden ileri gelirdi. Hilim, sakınma, değerlendirme, düşünme. Değerlendirmeye gelince; insanları gözlemleme ve onları dinleme şeklinde olurdu. Düşünmeye gelince; kalıcı ve yok olup gidici olanı düşünürdü. [Hilme gelince;] hilim ve sabır nitelikleri onda birleşmişti, hiçbir şey onu öfkelendirmez, metanetini kırmazdı. Sakınmaya gelince; dört şeyde kendisini gösterirdi: Güzele uyardı ki, insanlar onu örnek alsınlar. Çirkini terk ederdi ki, insanlar ondan kaçınsınlar. Ümmetinin islâhı üzerinde düşünürdü. Dünya ve ahiret hayrına olacak işleri yapardı.”

    Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserin müellifi bu hadisi Muhammed b. İshak b. İbrahim Taleganî’nin kitabından naklen aktarmıştır. Taleganî de bu hadisi güvenilir raviler aracılığıyla Hz. Hasan (a.s) ve Hüseyin’den (a.s) aktarmıştır. Bihar’ul-Envar adlı eserde şu açıklamaya yer verilir: “Bu rivayet meşhurdur. Birçok Ehlisünnet âlimi de bu hadisi eserlerinde rivayet etmişlerdir.”

    Bu hadisin tümünün anlamını veya bazı bölümlerinin anlamını içeren başka rivayetler çok sayıdaki sahabîden de aktarılmıştır.

    “Sonra kendisi için ayırdığı kısmı kendisi ile insanlar arasında pay ederdi…” Yani kendine ayırdığı vaktinde yalnız kalırdı, ama bu, insanlarla bütün irtibatını kestiği anlamına gelmezdi. Bilakis çok yakınında olanlar aracılığıyla insanlarla ilişkisini sürdürürdü, onların sorularına cevap verir, ihtiyaçlarını giderirdi. Kendine ayırdığı vaktinden, insanlardan esirgeyip kendisine sakladığı bir bölüm olmazdı.

    “Bir mecliste kendisine yer ayırmaz ve başkalarının da yer beğenip ayırmalarına engel olurdu.” Burada kastedilen, başta veya önde olayım diye kendisi için özel bir yer seçmediğidir. Dolayısıyla hadiste geçen “Bir kavmin oturduğu yere geldiğinde…” ifadesi, bu cümlenin bir açıklaması gibidir. “Meclisinde… saygınlıklar çiğnenmezdi.” Yani, onun yanında insanların saygınlıkları ayıplanmazdı.

    “Bir sürçme olduğunda onun tekrarı olmazdı. Yani yanında oturanlardan biri bir yanlışlık yapıp sürçtüğü zaman o hatayı onlara açıklar, böylece dikkat eder, ikinci kez o hataya düşmezlerdi.

    “Onun yanında birbirlerinin sırasını gözeterek konuşurlardı. Bunun anlamı da ardından gelen, tâbidir. Kastedilen anlam şudur: Onlar birbirinin ardından sırayla konuşurlardı, birbirlerinin sözlerine müdahale etmez, birbirlerinin sözlerini kesmez, biri konuşurken gürültü çıkarmazlardı.

    “Bir nimetin karşılığında teşekkür mahiyetinde olmadığı sürece kimsenin övgüsünü kabul etmezdi.” Yani bir başkasına verdiği herhangi bir nimetin karşılığı olarak teşekkürden başka hiçbir övgüyü kabul etmezdi. Hadiste geçen “mukâfi” kelimesi, “kâfee” fiilinden gelir, “karşılığını verdi” demektir. Ya da eşitlik anlamına gelen el-mukâfee kökünden türemiştir. Bu durumda, verdiği bir nimetin hakkı olan abartısız ve aşırılığa kaçmayan bir övgünün dışında hiçbir övgüyü hoş karşılamazdı, anlamı çıkar.

    2- İhya’ul-Ulûm adlı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimizin (s.a.a) konuşmaları son derece fasih ve tatlı idi… Özlü sözlerle konuşurdu. Konuşmasında eksiklik ve fazlalık olmazdı. Sözleri birbirine bağlı idi. Sözleri arasında duraklamalar olurdu. Bu duraklamalarda dinleyiciler sözlerini algılayıp anlama imkânı bulurlardı. Sesi gür ve son derece tatlı nağmeli idi.” [c.7, s.135)

    3- et-Tehzib adlı eserde İshak b. Cafer’e, o da kardeşi İmam Musa Kâzım’a (a.s), o da dedelerine dayanılarak verilen bilgiye göre Hz. Ali (a.s) şöyle diyor: “Peygamberimizin (s.a.a) şöyle dediğini duydum: Ben üstün ve güzel ahlâk örnekleri ile gönderildim.”

    4- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre Ebu Said Hudrî şöyle diyor: “Peygamberimiz (s.a.a) evden dışarı çıkmamış utangaç bir genç kızdan daha da utangaçtı. Hoşlanmadığı bir şey olunca, bunu onun yüz ifadesinden anlardık.” [s.17]

    5- el-Kâfi adlı eserde Muhammed b. Müslim’e dayanılarak verilen bilgiye göre İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor: “Bir gün bir melek Peygamberimize (s.a.a) gelerek dedi ki: ‘Allah seni mütevazı bir kul peygamber olmak ile padişah peygamber olmak arasında serbest bırakıyor.’ dedi. Peygamber efendimiz (s.a.a) Cebrail’e baktı. Cebrail de ona eli ile, ‘Mütevazı ol.’ işaretini yaptı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a), ‘Mütevazi bir kul – peygamber olmayı tercih ediyorum.’ dedi. Yeryüzü hazinelerinin anahtarları yanında olan o melek de, ‘Böyle olman, Allah katındaki derecende hiçbir noksanlığa yol açmaz.’ dedi.” [c.2, s.122, h:5]

    6- Nehc’ül-Belâğa adlı eserde verilen bilgiye göre Hz. Ali (a.s) şöyle diyor: “Temiz ve pâk Peygamberini (s.a.a) örnek al (ona uy). Dünyada… ağız dolusu bir lokma yemediği gibi, gözünün ucuyla bile bakmadı ona. Dünya ehlinin bedeni en zayıf ve karnı en aç olanıydı (karnı dünyadan yana boştu). Dünya ona olduğu gibi sunuldu, fakat onu kabul etmedi. Allah’ın bir şeyden nefret ettiğini öğrenince o da ondan nefret etti, bir şeyi küçümsediğini öğrenince o da onu küçük gördü. Eğer Allah’ın nefret ettiğini sevmekten ve küçük gördüğünü yüceltmekten başka kusurumuz olmasa bu kusur, Allah’a isyan etme, O’nun emrine karşı çıkma bakımından tek başına yeterli bir kusurdur. Peygamber (s.a.a) yerde yemek yer, köleler gibi otururdu. Ayakkabısını kendi eli ile tamir ederdi. Çıplak sırtlı merkebe biner ve birini de arkasına bindirirdi.”

    “Evinin kapısında asılı perdede bir resim görünce, eşlerinden birine, ‘O resmi kaldır. Çünkü ona baktığımda dünya ve onun cazibeleri aklıma geliyor.’ derdi. Kalbi ile dünyadan yüz çevirmişti. Onun nefsindeki anısını öldürmüştü. Bu yüzden onun süslerinin gözünden uzak olmasını istiyordu. Böylece dünyanın süslü elbiselerini heves etmek, dünyada yerleşmeyi düşünmek ve dünyadan makam ummak istemiyordu. Dünyayı gönlünden çıkarmış, kalbinden sıyırmış ve gözünden uzaklaştırmıştı. Bu böyledir; insan bir şeyden nefret edince, ona bakmaktan ve onun yanında anılmasından da nefret eder.”

    7- el-İhticac adlı eserde Musa b. Cafer’in (a.s) babasından, onun da dedelerinden, onların da İmam Hasan’dan (a.s) naklederek verdikleri bilgiye göre İmam Ali (a.s) uzun bir rivayetin bir yerinde şöyle buyurmuştur: “Peygamberimiz (s.a.a) öyle çok ağlardı ki, namaz kıldığı yer ıslanırdı. Hiçbir günahı olmadığı hâlde Allah’tan korktuğu için ağlardı…” [c.1, s.331, en-Nu’man Yayınevi]

    8- el-Menakıb adlı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) yorgun düşene kadar ağlardı. Kendisine, ‘Senin önceki ve sonraki bütün günahların affedilmiş değil mi?’ diye sorulduğunda, ‘Ben şükreden bir kul olmayayım mı?’ karşılığını verirdi. Peygamberimizin (s.a.a) vasîsi olan Hz. Ali (a.s) de ibadetleri sırasında böyle yorgun düşerdi.”

    Söylemeliyim ki Peygamberimize (s.a.a) bu soruyu soran kimse, ibadetin amacının azaptan kurtulmak olduğu faraziyesine dayanıyordu. Rivayetlere göre bu tür ibadet kölelerin ibadetidir. Peygamberimizin (s.a.a) verdiği cevap ise, ibadetin Allah’a şükretmek maksadı ile yapılması gerektiği ilkesine dayanıyor ki, bu da seçkinlerin ibadetidir ve ibadetlerin başka ve farklı bir çeşididir. Ehlibeyt İmamlarından (Allah’ın selâmı onlara olsun) gelen rivayete göre, öyle ibadetler var ki, azap korkusu ile yapılır. Bu ibadetler kölelerin ibadetidir. Öyle ibadetler var ki, sevap arzusu ile yapılır. Bu ibadetler tacirlerin ibadetidir. Öyle ibadetler de var ki, Allah’a şükretmek için, bazı rivayetlere göre ise Allah sevgisinin etkisi ile, diğer bazı rivayetlere göre de Allah buna lâyık olduğu için yapılır. [bkz. Bihâr’ul-Envâr, c.70, s.255, h:7]

    9- İrşad-i Deylemî adlı eserde şöyle yer alır: “İbrahim Peygamber (a.s) namaz kılarken Allah korkusunun etkisi ile, korkuya kapılmış kimselerin seslerine benzer bir ses çıkarırdı. Peygamber (s.a.a) de öyle yapardı.”” [c.1, s.105]

    10- Ebu’l-Futuh tefsirinde Ebu Said Hudri’den şöyle nakledilir: “Yüce Allah, ‘Ey inananlar! Allah’ı çok zikredin.’ (Ahzâb, 41) ayetini indirdiğinde, Peygamberimiz (s.a.a) o kadar çok Allah’ı zikretmeye daldı ki, kâfirler, ‘Bu adamı cinler çarptı’ dediler.”

    11- el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Zeyd Şehham’dan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) her gün yetmiş kere Allah’a tövbe ederdi.” Kendisine, “Peygamberimiz (s.a.a) ‘estağfirullahe ve etûbu ileyhi (Allah’tan af diler, ona tövbe ederim)’ diyerek mi tövbe ederdi?” diye sordum. İmam bana, “Hayır, etûbu ilellah (Allah’a tövbe ederim) derdi” karşılığını verdi. Kendisine, “O tövbe ettikten sonra günah işlemezdi. Biz ise tövbe ediyor, fakat arkasından yine günah işliyoruz” dedim. Buyurdu ki: “Allah yardımcımız olsun.” [Usûl-i Kâfi, c.2, s.432]

    12- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde Kitab’un-Nübüvvet adlı eserden aktarılarak verilen bilgiye göre İmam Ali (a.s) Peygamberimizi (s.a.a) tanıtırken şöyle derdi: “O insanların en cömerdi, en cesuru, en doğru sözlüsü, en ahdine sadık olanı ve en yumuşak huylusu idi. Yakınları da en saygın yakınlardı. Onu ilk görenler, ondan korkup çekinirlerdi. Onunla oturup kalkarak onu tanıyanlar onu severlerdi. Ben, ne ondan önce ve ne ondan sonra onun gibi birini görmedim. Allah’ın selâm ve rahmeti onun üzerine olsun.” [s.18]

    13- el-Kâfi adlı eserde Ömer b. Ali’ye dayanılarak verilen bilgiye göre İmam Ali (a.s) şöyle dedi: “Peygamberimizin (s.a.a) yeminlerinden biri ‘Lâ ve’s-teğfirullahe (Hayır, Allah’tan af dilerim.)’ şeklinde idi.” [Fürû-i Kâfi, c.7, s.140]

    14- İhya’ul-Ulûm adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) şiddetli vecde geldiği zaman sık sık mübarek sakalını sıvazlardı. [c.7, s.140]

    15- Yine aynı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) insanların en cömerdi idi. Yanında dinar ve dirhem diye hiç para kalmazdı. Eğer elinde bir şey kalır da onu birine vermeden akşam olurduysa, onu ihtiyacı olan birine vermeden evine gitmezdi. Allah’ın kendisine verdiklerinden sadece yıllık geçimini karşılayacak kadarını alırdı. Bunlar da en ucuzundan bir miktar arpa ve hurma olurdu. Diğerlerini Allah yolunda harcardı.”

    “Kendisinden ne istenirse verirdi. Sonra yıllık geçimi için sakladığı azığa döner, onu da muhtaçlara vererek onları kendinden öne geçirirdi. Öyle ki, birçok zaman dünya malından kendisine bir şeyler gelmemiş olurduysa, yılsonu gelmeden muhtaç duruma düşerdi. Kendisine ve dostlarına zararı dokunsa da hakkı yerine getirirdi. Düşmanları arasında korumasız gezerdi. Dünyanın hiçbir işi onu korkutmazdı.”

    “Fakirlerle oturup kalkar, yoksullarla birlikte yemek yerdi. Faziletli kimseleri ahlâkları yüzünden üstün tutar, şerefli kimselere iyilik ederek onlarla yakınlık kurardı. Yakınları ile sık sık görüşür, fakat onları kendilerinden daha faziletli olan kimselere tercih etmezdi. Hiç kimseye zulmetmez, hakkını çiğnemezdi. Özür beyan edenlerin mazeretlerini kabul ederdi.”

    “Köleleri ve cariyeleri vardı. Fakat yemekte ve giyimde kendini onlardan üstün tutmazdı. Bütün zamanını ya Allah için bir amel işleyerek veya kendi için faydalı olan bir iş yaparak geçirirdi. Dostlarının bahçelerinde gezintilere çıkardı. Hiç kimseyi fakir ve hastalıklı olduğu için küçümsemezdi. Hiçbir padişahtan da padişah olduğu için korkmazdı. Her ikisini (padişahı da, fakiri de) aynı üslûpla Allah’a çağırırdı.” [c.7, s.120]

    16- Yine aynı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) insanların en zor öfkeleneni ve en çabuk hoşnut olanı idi. İnsanlara insanlarn en şefkatlisi, insanlar için insanların en hayırlısı ve insanlara insanların en yararlı olanı idi.” [c.7, s.115]

    17- Yine aynı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) sevinince ve hoşnut olunca, insanların en güzel hoşnut olanı idi. Öğüt verirken ciddî idi. Öfkelendiğinde ki yalnız Allah için öfkelenirdi, öfkesine hiçbir şey karşı koyamazdı. Bütün işlerinde böyle idi. Başına bir dert geldiğinde, işi Allah’a havale eder, kendinde güç-kuvvet olmadığını belirtir ve Allah’tan kurtuluş yolu göstermesini isterdi.”

    Söylemeliyim ki Allah’a tevekkül etmek, işleri O’na havale etmek ve insanın güç-kuvvetten uzak olduğunu belirterek Allah’tan çıkış yolu göstermesini istemek, birbirine bağlı ilkelerdir ve hepsi birlikte aynı temel inançtan kaynaklanırlar. Bu temel inanç, bütün gelişmelerin Allah’ın yenilmez iradesine, sonsuz ve ezici gücüne dayandığı gerçeğidir. Kur’ân’da ve sünnette bu gerçeğe yönelik çağrı sık sık vurgulanmaktadır. Şu ayetlerde olduğu gibi, “Tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (İbrahîm, 12) “Ben işimi Allah’a havale ediyorum.” (Mü’min, 44) “Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talâk, 3) “Biliniz ki, yaratmak da, emretmek de, O’a mahsustur.” (A’râf, 54) “Ve şüphesiz son varış Rabbinedir.” (Necm, 42) Kur’ân’da bu anlamda daha birçok ayet olduğu gibi bu konudaki rivayetler de sayılamayacak kadar çoktur.

    Bu ahlâka sahip olmak ve bu edep kurallarını gözetmek, insana gerçeklerin mecrasını izleme ve realitelerle uyumlu işler yapma imkânı verir, onu fıtrat dinine bağlı tutar. Çünkü bütün işlerin Allah’ın iradesine dayandığı ilkesi, kesin bir gerçektir. Nitekim yüce Allah, “İyi bilin ki, bütün işler Allah’a döner.” (Şûrâ, 53) buyuruyor. Ayrıca bu düşüncenin başka önemli bir faydası da vardır ki, o da şudur: İnsanın sonsuz bir gücün ve yenilmez bir iradenin sahibi olduğuna inandığı Rabbine dayanması, onun iradesini güçlendirir ve azminin dayanaklarını pekiştirir. O zaman, insan önüne çıkan hiçbir engel yüzünden tökezlemez, hiçbir sıkıntı ve yorgunluk yüzünden azmi gevşemez, hiçbir nefsanî dürtünün ve hiçbir şeytanî vesvesenin, içinde uyandırdığı vehimler yüzünden yolundan dönmez.

    Hz. Muhammed’in (s.a.a) Gündelik Hayatındaki Bazı Sünnetler ve Edep Kuralları

    18- İrşad-i Deylemî adlı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) elbiselerini kendisi yamar, pabuçlarını kendisi diker, kölelerle birlikte yemek yer, yerde oturur, eşeğe biner ve arkasına birini bindirirdi. Ailesinin ihtiyaçlarını eve taşımaktan utanmazdı. Zenginlerle de, fakirlerle de el sıkışır, el sıkıştığında karşı taraf elini bırakmadıkça kendisi karşı tarafın elini bırakmazdı. Zengin-fakir, büyük-küçük karşılaştığı herkese selâm verirdi. Çürük hurma olsa bile kendisine edilen ikramı küçümsemezdi.”

    “Peygamberimiz (s.a.a) az masraflı geçinir, yüce karekterli, güzel geçimli ve güler yüzlü idi. Tebessüm eder, fakat gülmezdi. Mahzun görünüşlü idi, ama asık suratlı değildi. Alçak gönüllü idi, ama zillet görüntüsü vermezdi. Cömertti; fakat israfa kaçmazdı. İnce kalpli idi. Bütün Müslümanlara karşı merhametli idi. Çok yemek yediği için geğirdiği hiç işitilmemiş, hiçbir zaman hiçbir şeye karşı tamahkârlık göstermemiştir.” [c.1, s.115, Beyrut baskısı]

    19- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) aynaya bakar, saçını ve sakalını tarardı. Kimi zaman [ayna bulamadığında] suya bakarak saçını düzeltirdi. Aile fertlerine karşı yaptığından daha çok ashabı için süslenirdi ve ‘Allah, kulunun arkadaşlarının yanına giderken hazırlanıp süslenmesini sever.’ derdi.” [s.34]

    Allame Tabatabaî


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Hadisler Işığında Resulullah’ın Şemaili – 1

          Kategori: Peygamber Efendimiz (S.A.V.)

          Konuyu Baslatan: Kader

          Cevaplar: 3

          Görüntüleme: 2848


  2. #2
    Kader - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.08.2008
    Mesajlar
    1.653
    Konular
    1155
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    1166
    @Kader

    Standart Hadisler Işığında Resulullah’ın Şemaili – 2





    20- İlel’uş-Şerâyi, Uyûn-u Ahbar’ir-Rıza ve el-Mecalis adlı eserlerin İmam Rıza’ya (a.s), onun da dedelerine (hepsine selâm olsun) dayanarak verdiği bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) şöyle dedi: “Şu beş şeyi ölünceye kadar bırakmam: Kölelerle birlikte yer sofrasında yemek yemek, çıplak sırtlı eşeğe binmek, elimle keçi sağmak, yünden dokunmuş elbise giymek ve çocuklara selâm vermek. Bunları, benden sonra sünnetim olsun diye yapıyorum.” [İlel’üş-Şerâyi, s.130, bab:108, h:1]

    21- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre İmam Ali (a.s), Benî Sa’d kabilesinden birine şöyle dedi: “Sana kendim ve eşim Fatıma hakkında bir bilgi vereyim istemez misin? Bir sabah biz henüz yataktayken Peygamber (s.a.a) bize geldi ve ‘es-Selâmu aleykum’ dedi. Biz içinde bulunduğumuz durumdan utandığımız için ses çıkarmadık. Arkasından yine, ‘es-Selâmu aleykum’ dedi. Biz yine ses çıkarmadık. Arkasından bir daha ‘es-Selâmu aleykum’ deyince, eğer cevap vermezsek geri döner diye korktuk. Çünkü hep böyle yapardı. Bir eve varınca, kapıda üç kere selâm verir ve eğer girmesine izin verilmezse geri dönerdi. İşte bu endişe ile, ‘Ve aleyk’es-selâm, ey Allah’ın Resulü, buyur.’ dedik. Bunun üzerine içeri girdi.” [c.1, s.11, h:32]

    22- el-Kâfi adlı eserde Rib’î b. Abdullah’a dayanılarak verilen bilgiye göre İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle dedi: “Peygamberimiz (s.a.a) kadınlara selâm verir, onlar da onun selâmına cevap verirlerdi. İmam Ali (a.s) de kadınlara selâm verirdi. Fakat genç kızlara selâm vermek istemezdi.” [Usûl-i Kâfi, c.2, s.148, h:1]

    23- Yine el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abd-ülazim b. Abdullah el-Hasanî’nin merfu olarak aktardığı bir hadiste şöyle dediğini nakleder: “Peygamberimizin (s.a.a) üç türlü oturuşu vardı: ‘Kurfesa’ diye adlandırılan birinci şekilde ayak bileklerini diker ve ayak bileklerinin önünden elleri ile dirseklerini kavrardı. İkincisinde dizleri üzerine çömelirdi. Üçüncüsünde bir ayağını büker ve öbür ayağını onun üzerine uzatırdı. Bağdaş kurarak oturduğu hiç görülmemiştir.” [Usûl-i Kâfi, c.2, s.558, h:2]

    24- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserin Kitab’un-Nübüvvet adlı eserden iktibas ederek naklettiğine göre İmam Ali (a.s) şöyle diyor: “Peygamberimizin (s.a.a), el sıkıştığı kişinin elini karşı taraf elini çekmeden bıraktığı hiç görülmemiştir. Biri ona uzun uzun bir ihtiyacını arz ettiğinde veya onunla arasında yaptığı konuşmayı uzattığında, karşı taraf konuşma yerinden ayrılmadan önce onun konuşma yerinden ayrıldığı hiç görülmemiştir. Biri onunla tartıştığında susardı (tartışmayı kesen taraf mutlaka o olurdu), karşı taraf susana kadar onu dinlerdi. Onunla oturana doğru ayaklarını uzattığı hiç görülmemiştir. “

    “İki iş arasında tercih yapması istendiğinde, mutlaka zor olanı seçerdi. Şahsına yapılan hiçbir haksızlığın intikamını almaya kalkışmazdı. Yalnız Allah’ın yasaklarının çiğnendiği durumlar hariç. O zaman yüce Allah adına öfkeye kapılırdı. Ölünceye kadar bir şeye yaslanarak yemek yediği olmadı. Kendisinden bir şey istenip ‘Hayır’ dediği hiç olmazdı. Biri ondan bir şey isteyince ya isteğini karşılar veya güzel sözlerle gönlünü alırdı. Namazı hem hafif, hem de eksiksiz olurdu. Hutbeleri (konuşmaları) kısa ve özlü olurdu. Bir yere gelmekte olduğu, yaydığı güzel kokudan bilinirdi.”

    “Bir toplulukta yemek yediğinde yemeğe ilk o başlar ve en son o sofradan el çekerdi. Yemek yerken önünden yerdi. Sadece meyve ve hurma yerken elini tabakta gezdirirdi. Suyu üç nefeste içerdi. Suyu yudum yudum içerdi, bir kere de yutmazdı. Yemek yemesi, su içmesi, alması ve vermesi sağ eli ile olurdu. Her şeyi sadece sağ eli ile alır ve mutlaka sağ eli ile verirdi. Sol elini bedeninin diğer işlerinde kullanırdı. Elbise giymeye, ayakkabı giymeye ve taranmaya varıncaya kadar bütün işlerini sağ eli ile yapmayı severdi.”

    “Dua ederken duasını üç kere tekrarlar, konuşurken sözlerini tekrarlamaz, bir defa söylerdi. Bir yere girerken üç kere izin isterdi. Herkesin anlayacağı açıklıkta konuşurdu. Konuşurken dişlerinin arasından nur çıkıyor gibi görünürdü. Onu gördüğünde üst dişlerinin seyrek olduğunu sanırdın, ama öyle değildi.”

    “Bakarken göz ucu ile bakardı. Hiç kimseye hoşuna gitmeyecek söz söylemezdi. Yürürken yokuş iner gibi heybetli yürürdü. Devamlı, ‘En iyileriniz, ahlâkı en güzel olanınızdır’ derdi. Hiçbir zevki yermez ve de övmezdi. Yanında konuşanlar tartışmaya girmezlerdi. Ondan söz edenler ‘Onun gibisini ne ondan önce ve ne ondan sonra gözlerim görmedi’ derlerdi.” [s.23]

    25- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cemil b. Derrac’tan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) bakışlarını ashabı arasında bölüştürür ve her birine eşit şekilde bakardı. Arkadaşları arasında ayaklarını uzatarak oturduğu hiç görülmemiştir. Biri ile el sıkıştığında, karşı taraf elini bırakmadan elini çekmezdi. Herkes bu durumun farkında olduğu için onunla kim el sıkışsa, elini kendine doğru çekerek, Peygamberin elini bırakırdı.” [Usûl-i Kâfi, c.2, s.671, h:1]

    26- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle nakledilir: “Resulullah (s.a.a) her konuşmasında sözlerini gülümseyerek söylerdi.” [s.21]

    27- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Yunus Şeybanî şöyle diyor: “İmam Cafer Sadık (a.s) bana, ‘Birbirinizle şakalaşıyor musunuz?’ diye sordu. Ben, ‘Ara sıra.’ dedim. İmam bana şöyle dedi: Şakalaşsanız ya… Çünkü şakalaşmak iyi ahlâkın bir göstergesidir. İnsan şakalaşınca Müslüman kardeşini sevindirmiş olur. Peygamberimiz (s.a.a) karşısındakilerle onları sevindirmek maksadı ile şakalaşır, latife yapardı.” [s.21]

    28- Yine Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserin Ebu’l-Kasım Kufî’nin Kita-b’ul-Ahlâk adlı eserinden iktibas edip naklettiğine göre İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle diyor: “Her müminin espri konusu olacak bir özelliği vardır. Peygamberimiz (s.a.a) insanlarla şakalaşır, fakat (şakasında da) sadece gerçeği söylerdi.” [s.21]

    29- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muammer b. Hallad’ın şöyle dediğini nakleder: “İmam Ebu’l-Hasan’a (a.s), ‘Canım sana feda olsun, insan öyle bir toplulukta oluyor ki, insanlar bazı sözler söyleyerek birbirleri ile şakalaşıp gülüşüyorlar, buna ne dersin?’ diye sordum. İmam ‘…olmadıkça bir sakıncası yok.’ dedi. Öyle zannediyorum ki, İmamın ‘olmadıkça’ ifadesinden maksadı, küfür ve çirkin, edep dışı sözlerdir.”

    “Sonra İmam sözlerine şöyle devam etti: Peygamberimize (s.a.a) bir bedevî gelir, ona hediye getirirdi. Arkasından da Peygamberimize (s.a.a), ‘Hediyemizin bedelini ver.’ diye takılırdı. Peygamberimiz (s.a.a) de onun bu sözüne gülerdi; öyle ki canı sıkıldığında, dertli zamanlarında, ‘Bizim bedevî ne yapıyor? Keşke bize gelse!’ derdi.” [Usûl-i Kâfi, c.2, s.663, h:1]

    30- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Talha b. Zeyd’e dayanarak verdiği bilgiye göre İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle dedi: “Peygamberimiz (s.a.a) çoğunlukla yüzü kıbleye dönük olarak otururdu.”

    31- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimize (s.a.a) hayır dua etsin diye getirilen çocukları efendimiz çocukların ailelerini onurlandırmak için kucağına alırdı. Kimi zaman küçükler kucağında çiş ederlerdi. Bunu görenler bağırıp çağırınca, ‘Çocuğun sidiğini kesmeyin de işini bitirsin.’ derdi. Sonra çocuğa hayır dua eder ve isim koyardı. Ailesi bu durumdan son derece memnun olurdu. Peygamberimizi, çocuklarının kucağında çiş etmiş olmasından rahatsız olmuş görmezlerdi. Onlar gittikten sonra Peygamberimiz elbisesini yıkardı.” [s.25]

    32- Yine aynı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) hayvan sırtındayken hiç kimsenin yanında yaya yürümesine izin vermezdi. Mutlaka yanındakini de bineğine alırdı. Eğer adam binmeyi reddederse ‘Önümden git ve istediğin yerde buluşalım’ derdi.” [s.22]

    33- Yine aynı eserde Ebu’l-Kasım Kufî’nin, Kitab’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle dediği nakledilir: “Rivayetlerden edindiğimiz bilgiye göre Peygamberimizin (s.a.a) şahsı için intikam aldığı asla görülmemiştir. O her zaman affeder, karşı tarafın kusurunu bağışlardı.”

    34- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre: Peygamberimiz (s.a.a) arkadaşlarından birini üç gün görmeyince ne olduğunu sorardı. Eğer yolculuğa çıkmışsa, ona dua eder; eğer evinde olursa, onu görmeye gider ve eğer hasta olduğunu öğrenirse, ziyaretine koşardı.” [s.19]

    35- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle diyor: “Peygamberimize (s.a.a) hizmet ettiğim dokuz yıl boyunca bana, ‘Şu işi şöyle yapsaydın ya.’ dediğini veya herhangi bir konuda beni azarladığını hiç hatırlamıyorum.” [s.16]

    36- İhya’ul-Ulûm’da verilen bilgiye göre Enes b. Malik şöyle diyor: “Peygamberimizi (s.a.a) hak üzere gönderen Allah adına yemin ederim ki, hoşuna gitmeyen hiçbir iş için bana, ‘Bunu niye yaptın?’ dediği olmadı. Eşleri ne zaman beni azarlamağa kalkışsalardı, ‘Bırakın onu, onun yaptığı kitap ve takdir gereğidir’ derdi.” [c.7, s.112]

    37- Yine aynı eserde Enes b. Malik’ten şöyle rivayet eder: “Kim olursa olsun, ashabından biri veya bir başkası Resulullah’ı (s.a.a) kendisini çağırdığında ona, “Lebbeyk=buyur” diye karşılık verirdi.”(1) [c.7, s.145]

    38- Yine aynı eserde şöyle nakledilir: “Peygamberimiz (s.a.a), ashabını onurlandırmak ve gönüllerini almak için onları künyeleri ile çağırırdı. Künyesi olmayanlara ise künye takardı ve o adam artık Peygamberin kendisine verdiği künye ile çağrılırdı. Çocuklu kadınlara olduğu gibi, çocuksuz kadınlara da künye takardı. Hatta çocuklara bile künye takarak onların gönüllerini hoş ederdi.” [c.7, s.115]

    39- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) yanına gelenleri kendi minderine oturturdu. Eğer adam oturmak istemese ısrar ederek ona minderinde oturmayı kabul ettirirdi. [c.7, s.114]

    40- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Aclan’ın şöyle dediğini nakleder: “Bir gün İmam Cafer Sadık’ın (a.s) yanında idim. O sırada bir dilenci geldi. İmam kalktı ve hurma dolu bir sepetin yanına gitti ve bir avuç hurma alarak dilenciye verdi. Sonra bir dilenci daha geldi. İmam yine yerinden kalkarak ona da bir avuç hurma verdi. Arkasından bir başka dilenci daha geldi. İmam yine kalktı ve ona da bir avuç hurma verdi. Bir süre sonra yine bir başka dilenci gelince, ‘Bize de, sana da Allah rızk versin.’ dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

    “Peygamberimiz (s.a.a) kendisinden dünya malı bir şey isteyen herkese istediğini verirdi. Bir gün kadının biri oğlunu Peygambere gönderdi. Gönderirken oğluna, ‘Git ve ona isteyeceğin şeyi söyle. Eğer ‘Verecek bir şeyimiz yok’ derse, ‘Bana sırtındaki gömleği ver, de.’ diye tembih etti. Çocuk da annesinin dediğini yapınca, Peygamberimiz (s.a.a) gömleğini çıkararak çocuğun önüne attı. (Başka bir nüshaya göre çıkarıp çocuğa verdi.)”

    “Ama yüce Allah, onu infakta, ne israf, ne de cimrilik etmeyip mutedil olması yönünde terbiye etmek amacıyla şu eğitici mesajı indirdi: Elini boynuna bağlanmış yapma (cimri olma), tamamen de açma. Sonra kınanır, hasret içinde kalırsın.” (İsrâ, 29] [Fürû-i Kâfi, c.4, s.55, h:7]

    41- Yine aynı eserde Cabir’e dayanılarak verilen bilgiye göre İmam Bâkır (a.s) şöyle diyor: “Peygamberimiz (s.a.a) hediye olarak verilen yiyecekten yer, fakat sadakadan yemezdi.” [Fürû-i Kâfi, c.5, s.143, h:7]

    42- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre Musa b. İmrân b. Bezî’ şöyle dedi: “Bir gün İmam Rıza’ya (a.s) ‘Canım sana feda olsun, insanların rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.a) bir yere giderken kullandığı yolu değiştirerek başka bir yoldan dönerdi. Bu rivayet doğru mu?’ diye sordum. İmam bana şu cevabı verdi: ‘Evet, doğrudur. Ben de çoğu zaman öyle yaparım. Sen de öyle yap.’ Ardından İmam, ‘Bil ki eğer böyle yaparsan, daha çok rızk elde edersin.’ dedi.” [Fürû-i Kâfi, c.5, s.314, h:14]

    43- el-İkbal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) şöyle nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) her zaman güneş doğduktan sonra evden çıkardı.” [s.281]

    44- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah b. Muğîre’den, o da adını verdiği bir raviden şöyle nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) bir eve girince, girdiği zaman topluluğun kapıya en yakın olan noktasına otururdu.” [Usûl-i Kâfi, c.2, s.662, h:6]

    Peygamberimizin (s.a.a) temizlik ve süslenme ile ilgili sünnetleri ve edepleri konusunda

    45- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) başını ve sakalını sidr ile yıkardı.”

    46- el-Caferiyyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cafer b. Muhammed’den (a.s), o da dedelerinden İmam Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) sık sık saçlarını tarayıp düzeltirdi. Çoğu zaman taranırken su kullanır ve ‘Su mümin için yeterli güzel kokudur’ derdi.” [s.156]

    47- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre Peygamberimiz (s.a.a) şöyle dedi: “Mecusiler sakallarını kısaltıp bıyıklarını uzatırlar. Biz ise bıyıklarımızı kısaltıp sakallarımızı uzatırız.” [c.1, s.76, h:334]

    48- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Cafer Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet eder: “Tırnakları kesmek Peygamberin (s.a.a) sünnetidir.”

    49- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde şöyle deniyor: “Rivayete göre kesilen saçları, tırnakları ve bedenden çıkan kanı toprağa gömmek sünnettir.” [c.1, s.74, h:94]

    50- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed b. Müslim’in şöyle dediğini nakleder: “İmam Muhammed Bâkır’a (a.s) kına ile saç boyama konusu soruldu. İmam da bu soruya, ‘Peygamberimiz (s.a.a) kına ile saçlarını boyardı. İşte onun bizde bulunan boyanmış saçı!’ diye cevap verdi.” [c.1, s.69, h:53]

    51- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) vücuduna yağ sürerdi. [s.35]

    52- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde İmam Ali’den (a.s) şöyle nakleder: “Koltuk altı tüylerini almak kötü kokuyu giderir. Bunu yapmak temizliktir ve temizlik Peygamberimizin (s.a.a) emrettiği bir sünnettir.” [c.1, s.68, h:264]

    53- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimizin (s.a.a) bir sürme kalemi vardı. Her gece onunla gözlerine sürme çekerdi. Kullandığı sürme, İsmid (Antimon) sürmesi (taşı) idi. [s.34]

    54- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Usame’ye dayandırdığı rivayette İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Dişleri misvaklamak (fırçalamak), Peygamberin (s.a.a) sünnetidir.” [Fürû-i Kâfi, c.3, s.23, h:2]

    55- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Hz. Ali’nin (a.s) 400 kelimelik hadisinde şöyle dediğini rivayet eder: “Dişleri misvaklamak Allah’ı razı eden, Peygamberin (s.a.a) sünneti olan ve ağzı temizleyen bir uygulamadır.”

    56- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre İmam Sadık (a.s) şöyle diyor: “Şu dört şey peygamberlerin ahlâkındandır: Güzel koku sürünmek, ustura ile tıraş olmak, vücuttaki istenmeyen tüyleri nure (kıl döken bir ilâç çeşidi) ile temizlemek ve eşlerle çok yatıp kalkmak.” [c.1, s.77, h:120]

    57- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah b. Sinan’dan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Peygamberimizin (s.a.a) bir misk hokkası vardı. Her abdestten sonra onu ıslak eline alırdı. Böylece dışarı çıktığında yaydığı temiz kokudan onun gelmekte olduğu anlaşılırdı.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.515, h:3,]

    58- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) kendisine ikram edilen her ıtırdan sürünür ve “Kokusu güzel ve taşınması kolay.” derdi. Eğer kokudan sürünmez ise, parmağını içine batırıp koklardı. [s.34]

    59- Aynı eserde verilen biliye göre, Peygamberimiz (s.a.a) Ud ağacının buharını koklardı. [s.34]

    60- Zahîret’ul-Mead adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimizin (s.a.a) en sevdiği koku türü misk idi.

    61- el-Kâfi adı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İshak Tavil Attar’dan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) yemek için yaptığı harcamadan daha çoğunu koku için yapardı.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.512, h:18]

    62- Aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Cafer Sadık’tan (a.s) İmam Ali’nin (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Bıyıklara güzel koku sürmek, peygamberlerin ahlâkındandır ve amelleri yazan meleklere saygı göstermektir.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.510, h:5]

    63- Yine aynı eserde müellifin kendi rivayet zinciriyle Hazzaz’a dayandırdığı hadiste İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: “Bulûğ çağındaki her erkeğin her cuma günü bıyıklarını kısaltması, tırnaklarını kesmesi ve güzel koku sürünmesi gerekir. Peygamberimiz (s.a.a) cuma günü olunca eğer yanında güzel koku yoksa, eşlerinden birinin kokulu baş örtüsünü ister, suda ıslattıktan sonra onunla yüzünü ovardı.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s511, h:10]

    64- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Ammar’dan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygambere (s.a.a) Ramazan Bayramında güzel koku hediye edildiğinde, kokuyu ikram etmeye önce eşlerinden başlardı.”(2)

    65- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) çeşitli yağlar sürünürdü. Çoğunlukla menekşe yağı sürünür ve “Bu, yağların en iyisidir.” derdi. [s.33]

    Peygamberimizin (s.a.a) yolculukla ilgili adabı hakkında

    66-Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah b. Sinan’dan İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) perşembe günleri yola çıkardı.” [c.2, s.173, h:3]

    Bu anlamda çok sayıda hadis vardır.

    67- Emân’ul-Ahtâr ve Mısbah’uz-Zâir adlı eserlerde, Avarif’ul-Meârif adlı eserin şöyle rivayet ettiği yer alır: “Peygamberimiz (s.a.a) yolculuğa çıkarken yanında şu beş şeyi taşırdı: Ayna, sürmelik, tarak, misvak ve bir rivayete göre makas.”

    68- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde İbn-i Abbas’a dayanılarak verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) yürürken yorgun ve tembel olmadığı anlaşılacak şekilde yürürdü. [s.22]

    69- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muaviye b. Ammar’dan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilir: “Peygamberimiz (s.a.a) yolculukları sırasında yokuş aşağı inerken, ‘La ilâhe illallah’ ve yokuş yukarı çıkarken, ‘Allahu Ekber’ derdi.” [c.2, s.179, h:1]

    70- Kutb’un Lübb’ül-Lübab adlı eserinde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) yolculuk sırasında konakladığı yerden ayrılmak istediğinde, orada mutlaka iki rekât namaz kılar ve “Konakladığımız yerler şahitlik etsinler diye bu namazları kılıyorum” derdi.

    71- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) [yolculuğa çıkan] müminlerle vedalaşırken şöyle dua ederdi: “Allah, takvayı yol azığınız yapsın. Sizi bütün hayırlara yöneltsin. Bütün isteklerinizi yerine getirsin. Dininizi ve dünyanızı tehlikelerden korusun. Sağ, salim ve bol kârlarla dönmenizi nasip etsin.” [c.2, s.179, h:1]

    72- el-Caferiyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Cafer Sadık’tan (a.s), o da dedelerinden İmam Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) Mekke’den (hacdan) gelen birine şöyle dua ederdi: Allah ziyaretlerini kabul etsin, günahlarını affetsin ve harcadıklarının yerini doldursun.” [s.75]

    Peygamberimizin (s.a.a) giyimle ilgili adabı hakkında

    73-İh-ya’ul-Ulûm adlı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) izar, rida, gömlek ve cübbeden ne bulursa onu giyerdi. Yeşil elbiseler hoşuna giderdi. Çoğunlukla beyaz elbise giyerdi ve ‘Beyaz kumaşı dirilerinize giydirin ve ölülerinize kefen yapın.’ derdi.”

    “Savaşta veya başka zamanlarda işlemeli kaftan giyerdi. İnce atlastan kaftanı vardı. Bu kaftanın yeşil rengi beyaz tenine güzel giderdi. Bütün elbiseleri topuklarından aşağı inmezdi. İzarı ise bunların üzerinde daha kısa olur ve bacaklarının ortasına kadar inerdi. Bel bağı ile bu izarı bağlardı. Bazen namazda ve namaz dışında bu bel bağını açardı.”

    “Zaferan ile boyanmış bir abası vardı. Kimi zaman sadece buna bürünerek namaz kıldırırdı. Kimi zaman sadece kisaya bürünür, üzerinde başka elbise olmazdı. Keçeden yapılmış bir boy elbisesi vardı. Onu giyer ve ‘Ben bir kulum, köleler gibi giyinirim’ derdi. Sırf Cuma günleri giydiği, diğer elbiselerinden ayrı iki kat elbisesi vardı. Kimi zaman bir izar giyer, üzerinde başka bir elbise olmazdı. İzarın uçlarını omuzları arasında bağlardı. Cenaze namazlarını bu kıyafetle kıldığı da olurdu.”

    “Bazen evinde tek bir izar içinde, izara bürünmüş, sol ucunu sağ omzuna ve sağ ucunu da sol omzuna atmış hâlde namaz kılardı ve bu izar eşi ile münasebet hâlinde sırtında bulunan izarı olurdu. Geceleri sadece izar içinde namaz kıldığı da olurdu. “Siyah renkli bir elbisesi vardı. Onu birine hediye etti. Eşi Ümmü Seleme, ‘Anam-babam sana feda olsun, o siyah elbiseye ne oldu, ne yaptın onu?’ dedi. ‘Onu birine giydirdim.’ dedi. Eşi, ‘Siyah renkli olmasına rağmen siyahlığına senin beyaz tenin kadar yakışan bir şey görmedim.’ dedi.”

    “Enes der ki: ‘Uçları bağlanmış kilime bürünerek bize öğle namazı kıldırdığı olurdu.’ Yüzük takardı. Mektupları (resmî yazıları) yüzüğü ile mühürler ve ‘Yazıları mühürlemek, töhmete maruz kalmaktan daha iyidir.’ derdi.”

    Allame Tabatabai


  3. #3
    Kader - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.08.2008
    Mesajlar
    1.653
    Konular
    1155
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    1166
    @Kader

    Standart Hadisler Işığında Resulullah’ın Şemaili – 3



    “Peygamberimiz (s.a.a) bazen sarığı altında ve bazen sarıksız olarak fes giyerdi. Kimi zaman da fesini başından çıkarıp önüne sütre yaparak namaz kılardı. Kimi zaman da sarığı bulunmaz, başına ve alnına bir örtü bağlardı. Peygamberimizin ‘Sehab=bulut’ adında bir sarığı vardı. Onu İmam Ali’ye hediye etmişti. Bu yüzden bazen İmam Ali (a.s) uzaktan bu sarıkla görününce Peygamberimiz, ‘Ali, Sehab (bulut) içinde size geldi’ diye espri yapardı.”

    “Peygamberimiz (s.a.a) elbise giyerken sağ tarafından giyinmeye başlar ve ‘Mahrem yerimi örten ve insanlara karşı süsleneceğim bu elbiseyi bana giydiren Allah’a hamdolsun.’ derdi. Elbisesini çıkarırken de sol yanından çıkarmaya başlardı. Yeni bir elbise giyince, eskisini bir yoksula verir ve ‘Kim eskimiş elbisesini Allah rızası için bir yoksula giydirirse, o yoksul bu elbiseyi giydiği sürece, ister ölü olsun, ister hayatta, o kimse Allah’ın güvencesi, koruması ve hayrı altında olur.’ derdi.”

    “İçi lif dolu, tabaklanmış deriden bir döşeği vardı. Boyu iki arşın, eni de bir arşından fazla idi. Gittiği yerlerde ikiye katlanıp altına serilmek için bir de abası vardı. Altında başka bir şey olmayan (kuru) bir hasır üzerinde yattığı da olurdu.”

    “Binek hayvanlarına, silâhına ve eşyasına isim takma huyu vardı. Sancağının adı Ukab, savaşlarda yanında bulundurduğu kılıcının adı Zülfikâr idi. Bunun dışında Mıhzen, Rusub ve Kadip adlarında kılıçları vardı. Kılıcının sapı gümüş işlemeli idi. Deriden bir kayışı vardı. Bu kayışın üzerinde üç gümüş halka vardı. Okunun adı Ketum ve ok kesesinin adı Kâfur idi. Devesinin adı Adbâ, atının adı Düldül, merkebinin adı Ya’fur ve sütünü içtiği koyunun adı Ayne idi.”

    “Seramik bir matarası vardı. Onu abdest almak ve su içmek için kullanırdı. İnsanlar, akılları başlarında küçük çocuklarını Peygamberimize gönderirlerdi. Bu çocuklar hiç kimse tarafından engellenmeden Peygamberimizin (s.a.a) yanına giderlerdi. Eğer matarasında su bulurlarsa içerler, uğur beklentisi ile yüzlerine ve vücutlarına sürerlerdi.” [c.7, s.130]

    74- el-Caferiyat adlı eserin İmam Cafer Sadık’a (a.s), onun dedelerine, dedelerinin de İmam Ali’ye (a.s) dayanarak verdiği bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) dikişli fes giyerdi… Zat’ul-Fuzul adı ile anılan bir zırhı vardı. Üzerinde üç gümüş halka bulunan bu zırhın bir halkası ön tarafında, iki halkası da arka tarafında idi… [s.184]

    75- el-Avalî adlı eserde bir rivayete dayanarak verilen bilgiye göre, Peygamberin (s.a.a) siyah bir sarığı vardı. Onu başına takıp namaz kılardı.

    76- el-Hısal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Ali’nin (a.s) dört yüz kelimelik hadisinin bir yerinde şöyle dediğini nakleder: “Pamuklu elbise giyin. Çünkü o, Resulullah’ın (s.a.a) elbisesidir. Peygamberimiz (s.a.a) sadece zorunlu durumlarda tüylü ve yünlü elbise giymiştir.” [s.162]

    77- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İsmail b. Müslim’den, o da İmam Sadık’tan (a.s) babası İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Peygamberin (s.a.a) alt ucu demirli küçük bir asası vardı. Ona dayanırdı. Ramazan ve Kurban Bayramı namazlarında onu elinde bulundururdu.” [c.1, s.323, h:2]

    Bu rivayet el-Caferiyyat adlı eserde de yer almıştır.

    78- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Hişam b. Salim’den İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimizin (s.a.a) yüzüğü gümüştendi.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.468, h:1]

    79- Yine aynı eserde müellifin kendi rivayet zinciriyle Ebu Hatice’ye dayandırdığı hadiste İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediği nakledilir: “Yüzük taşı yuvarlak olmalıdır.” Ardından İmam şöyle buyurdu: “Resulullah’ın (s.a.a) yüzüğü öyle idi.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.468, h:4]

    80- el-Hisal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdurrahim b. Ebu Bilad’dan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Peygamberimizin (s.a.a) iki yüzüğü vardı. Birinin üzerinde ‘La ilâhe ilallah, Muhammedun Resulullah, öbürünün üzerinde de ‘Sadakallahu (Allah’ın dediği doğrudur)’ diye yazıyordu.” [s.61]

    81- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Hüseyin b. Halid’den, İmam Rıza’nın (a.s) bir hadiste şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a), Hz. Ali (a.s), İmam Hasan (a.s), İmam Hüseyin (a.s) ve diğer İmamlar sağ ellerine yüzük takarlardı.”

    82- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde İmam Sadık’tan (a.s), Hz. Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilir: “Peygamberler gömleklerini şalvarlarından önce giyerlerdi.” [s.101]

    Peygamberimizin (s.a.a) evi ve onunla ilgili adabı hakkında

    83-İbn-i Fahd’ın et-Tahsin adlı eserinde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) tuğla üzerine tuğla koymadan vefat etti.”

    84- Lübb’ül-Lübab adlı eserde verilen bilgiye göre, İmam (a.s), “Mescitler peygamberlerin toplantı yerleridir” dedi.

    85- el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Sekûni’den İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) yazın evinden çıkarken perşembe günü çıkar, kışın soğuklar nedeniyle evine dönmek isteyince, cuma günü dönerdi.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.532, h:14]

    Bu rivayet mürsel olarak el-Hisal adlı eserde [s.391] de yer almıştır.

    86- Allâme Hillî’nin kardeşi Şeyh Ali b. Hasan b. Mutahhar (Allah her ikisine de rahmet etsin) tarafından yazılan el-Uded’ül-Kaviyye adlı eserde, Hz. Hatice’den (r.a) şöyle nakledilmiştir: “Resulullah (s.a.a) eve gelince su ister ve namaz için temizlik yapardı. Sonra uzatmadan iki rekât namaz kılar, arkasından yatağına girerdi.”

    87- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abbad b. Suheyb’in İmam Cafer Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet ettiğini nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) hiçbir düşmana gece pususu kurmamıştır.” [Fürû-i Kâfi, c.5, s.28, h:3]

    88- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle geçer: “Peygamberimizin (s.a.a) döşeği bir aba idi. Yastığı ise, içine hurma lifi doldurulmuş bir deri idi..” [s.38]

    89- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a) uykudan kalkar kalkmaz mutlaka Allah için secdeye kapanırdı.” [s.39]

    Peygamberimizin (s.a.a) kadınlar ve evlâtlarla ilgili adabı konusunda

    90-Şeyh Murtaza’nın Risalet’ul-Muhkem ve’l-Müteşabih adlı eserinde Tefsir-i Nu’manî’ye dayanılarak verilen bilgiye göre İmam (a.s) Ali şöyle dedi: “Sahabîlerden birkaç kişi eşleri ile yatağa girmeyi, gündüzleri yiyip içmeyi ve geceleri uyumayı kendilerine yasakladılar. Ümmü Seleme bunu Peygamberimize (s.a.a) haber verince, Peygamberimiz (s.a.a) ashabının yanına gitti ve onlara şöyle dedi: Eşlerinizden uzak duruyorsunuz öyle mi? Oysa ben hem eşlerimle yatağa girerim, hem gündüzleri yer içerim ve hem de geceleri uyurum. (Bunlar benim sünnetimdir.) Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir…”

    Bu anlamdaki rivayetler birçok kanaldan nakledilmiş olarak hem Sünnî, hem de Şiî kitaplarda yer almıştır.

    91- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İshak b. Ammar’dan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Kadınları sevmek, peygamberlerin ahlâkındandır.” [Fürû-i Kâfi, c.5, s.320, h:1 ve s.321, h:7]

    92- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Bekkar b. Kerdem’in ve birden fazla başka ravilerin İmam Cafer Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet ettiklerini nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) şöyle dedi: “Benim göz aydınlığım namazda ve haz kaynağım da kadınlarda karar kılındı.” [Fürû-i Kâfi, c.5, s.320, h:1]

    Bu anlamı taşıyan rivayetler başka kanallardan da gelmiştir.

    93- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) bir kadınla evlenmek isteyince birini onu görmeye gönderirdi… [c.3, s.245, h:2]

    94- Tefsir’ul-Ayyâşî’de Hüseyin b. Bint-i İlyas’a dayanılarak verilen bilgiye göre, İmam Rıza (a.s) şöyle dedi: “Yüce Allah, geceleri ve kadınları sükunet sebebi yaptı. Evliliği geceleyin yapmak ve yemek yedirmek sünnettendir.” [c.1, s.371]

    95- el-Hisal adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Ali’nin (a.s) dört yüz kelimelik hadisinin bir yerinde şöyle dediğini nakleder: “Çocuklarınızı yedinci günlerine girdiklerinde tıraş edin ve saçlarının ağırlığı miktarında bir fakir Müslüman’a sadaka verin. Peygamberimiz (s.a.a) Hasan ve Hüseyin için ve diğer evlâtları için böyle yaptı.” [c.2, s.619]

    Peygamberimizin (s.a.a) yeme-içme ve sofra ile ilgili adabı hakkında

    96-Kuleynî el-Kâfi adlı eserde kendi rivayet zinciriyle Hişam b. Salim ve başkalarından İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Peygamberimizin (s.a.a) en sevdiği şey, devamlı aç ve Allah korkusu hâlinde olmaktı.” [Ravzat’ül-Kâfi, c.8, s129, h:99]

    97- Tabersî, el-İhticac adlı eserde kendi rivayet zinciriyle Musa b. Cafer’den o da babalarından Hz. Hüseyin b. Ali’nin (hepsine selâm olsun), İmam Ali’nin (a.s) Şamlı bir Yahudi’nin sorularına verdiği cevapları rivayet ettiği uzun hadisin bir bölümünde şöyle dediğini nakleder: “Yahudi İmam’a, ‘Halk, İsa’nın zahit olduğunu ileri sürüyor bu doğru mu?’ diye sordu. İmam Yahudi’ye şu cevabı verdi: Evet, öyle idi. Muhammed (s.a.a) ise peygamberlerin en zahidi idi Çokeşli olmasına rağmen yemek artığı ile önünden kaldırılan bir sofrası hiç olmadı. Hiç buğday ekmeği yemedi. Arka arkaya üç gece doyasıya arpa ekmeği yediği hiç olmadı.” [c.1, s.335]

    98- Şeyh Saduk’un el-Emalî adlı eserinde verilen bilgiye göre Ays b. Kasım şöyle dedi: “İmam Sadık’a (a.s), ‘Peygamberimizin (s.a.a) doyasıya buğday ekmeği hiç yemediğini söylediği yolunda babandan bir hadis rivayet ediliyor, doğru mu?’ diye sordum. Bana şöyle cevap verdi: Hayır, doğru değil. Peygamberimiz (s.a.a) buğday ekmeği hiç yemedi ve doyasıya arpa ekmeği de hiç yemedi.”

    99- Kutb’un ed-Daavat adlı eserinde şöyle deniyor: “Rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.a) hiç yaslanarak yemek yemedi.”

    100- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Zeyd-i Şehham’dan şöyle rivayet eder: “İmam Cafer Sadık (a.s), ‘Peygamberimiz (s.a.a) peygamber olduğu günden vefat ettiği güne kadar hiçbir zaman bir şeye yaslanarak yemek yemedi. Köleler gibi yemek yer ve köleler gibi otururdu.’ buyurdu. Kendisine, ‘Niçin böyle yapıyordu?’ diye sordum. ‘Allah’a karşı alçak gönüllülüğünü göstermek için.’ cevabını verdi.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.27, h:1]

    101- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Hatice’den şöyle nakleder: “Benim de yanlarında olduğum bir sırada Beşir Dehhan, İmam Cafer Sadık’a (a.s), ‘Peygamberimiz (s.a.a) sağına veya soluna yaslanarak yemek yer miydi?’ diye sordu. İmam bu soruya ‘Hayır, Peygamberimiz (s.a.a) sağına veya soluna yaslanarak yemek yemezdi. O köleler gibi oturur, öyle yerdi.’ diye cevap verdi. Ben, ‘Niçin öyle yapıyordu?’ diye sordum. ‘Yüce Allah’a karşı alçak gönüllülüğünü göstermek için.’ cevabını verdi.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.271, h:7]

    102- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cabir’den İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) şöyle dediğini rivayet eder: “Resulullah (s.a.a) köleler gibi yemek yer, köleler gibi otururdu. Toprak üzerinde yemek yer ve uyurdu.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.271, h:1]

    103- İhya’ul-Ulûm adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) yemek yerken namazdaki insanın oturuşu gibi dizlerini ve ayaklarını birleştirerek otururdu. Yalnız dizlerinin ve ayaklarının birini öbürü üzerine koyardı ve “Ben bir kulum, köle gibi oturur ve köle gibi yemek yerim.” derdi. [c.7, s.121]

    104- Safvanî’nin Kitab’ut-Tarif adlı eserinde verilen bilgiye göre, İmam Ali (a.s) şöyle dedi: “Peygamberimiz (s.a.a) sofraya oturduğunda köleler gibi otururdu.”

    105- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet eder: “Peygamberimiz (s.a.a) yerde oturur, koyunu ayakları arasına alıp sağar ve kölelerin davetlerine icabet ederdi.”

    106- el-İhticac adlı eserde Mevalîd’us-Sadıkîn adlı eserden nakledilerek şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) her çeşit yemeği yerdi. Allah’ın helâl kıldığı yiyecekleri, yemek yedikleri zaman ailesi ve hizmetçileri ile beraber yerdi. Aynı şekilde yemeğe çağırdığı Müslümanlarla birlikte de yerdi. Onlar neyin üzerinde yiyorlardıysa, onun üzerinde ve onların yediğinden [veya onlar yediği sürece] yerdi. Yalnız eğer misafir gelirse, [ailesi ve hizmetçileriyle değil,] misafiri ile birlikte yerdi… En sevdiği yemek, kalabalık topluluk ile birlikte yenen yemekti.”

    107- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İbn-i Kaddah’tan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: Resulullah (s.a.a) bir toplulukla birlikte yemeğe oturunca, yemeğe ilk başlayan ve yemekten en son el çeken kişi olurdu. Bunu topluluk yemek yesin diye yapardı. [Fürû-i Kâfi, c.6, s.285, h:2]

    108- Aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed b. Müslim’e dayandırdığı bir hadiste İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) Hz. Ali’nin (a.s) şöyle dedini nakleder: “Peygamberler akşam yemeğini akşam namazından sonra yerlerdi. Akşam yemeğini yemeyi ihmal etmeyin. Çünkü akşam yemeği yememek vücudun harap olmasına yol açar.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.288, h:2]

    109- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Anbese b. Necad’dan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Peygamberimizin (s.a.a) önüne, içinde hurma bulunan bir sofra geldiğinde yemeye mutlaka hurma ile başlardı.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.345, h:2]

    110- el-Kâfi ve Sahifet’ur-Rıza adlı eserlerde, rivayet zinciriyle İmam Rıza’ya (a.s) dayandırılan bir hadiste İmamın, dedelerinden (hepsine selâm olsun) şöyle naklettiği yer alır: “Peygamberimiz (s.a.a) hurma yediğinde, çekirdeğini önce elinin sırtına koyar, sonra koyacağı yere koyardı.”

    111- el-Kâfi’de müellifin kendi rivayet zinciriyle Veheb b. Abd-i Rabbih’den şöyle naklettiği yer alır: “Bir defasında İmam Cafer Sadık’ın (a.s) diş aralarını temizlediğini görünce, ona baktım. Bunun üzerine İmam bana, ‘Peygamberimiz (s.a.a) diş aralarını temizlerdi. Böyle yapmak ağzın temiz olmasını sağlar.’ dedi.” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.376, h:3]

    112- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) su içerken önce besmele çekerdi… Suyu birden yutmaz (soluk almayarak bir nefeste içmez), yudum yudum içerdi ve “Ciğer ağrısı (siroz), suyu birden yutmaktan olur.” derdi. [s.31]

    113- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle rivayet edilmiştir: “Peygamberimiz (s.a.a) su içerken, içtiği tabağa nefes vermez, nefes alıp vermesi gerektiğinde su kabını ağzından uzaklaştırır, öyle nefes alıp verirdi.” [s.31]

    114- İhya’ul-Ulûm adlı eserde şöyle nakledilir: “Peygamberimiz (s.a.a) et yerken başını ete doğru eğmez, eti ağzına getirir ve ısırarak yerdi, dişlerine alıp koparırdı… Özellikle et yediği zaman özellikle ellerini iyice yıkar ve arkasından ıslak elleri ile yüzünü ovardı. [c.7, s.126]

    115- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) birçok yemek çeşidini yerdi. [s.26]

    Tabersî, Peygamberimizin (s.a.a) yediği bazı yemek çeşitlerini şöyle sıralıyor. Ekmek, et çeşitleri, kavun, karpuz, şeker, üzüm, nar, hurma, süt, keşkek, yağ, sirke, hindiba, horoz ibiği (bir tür çiçek), lahana gibi… Peygamberimizin (s.a.a) hurmayı sevdiği, baldan çok hoşlandığı ve en sevdiği meyvenin nar olduğu da rivayet edilmiştir.

    116- Şeyh Tusî el-Emalî adlı eserinde kendi rivayet zinciriyle Ebu Üsame’den İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimizin (s.a.a) yemeği, bulduğu kadarı ile arpa ekmeği, tatlısı hurma ve yakacağı, hurma ağacının yaprakları ve dalları idi.”

    117- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) sıcak yemeği soğutur, öyle yerdi ve ‘Allah bize ateş yedirmemiştir. Sıcak yemeğin bereketi yoktur.’ derdi.”

    118- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) Şam’dan getirilen cam maşrapalardan su içerdi. Su içmede ahşap, deri ve seramik maşrapalar kullandığı da olurdu. [s.31]

    119- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle rivayet edilir: “Peygamberimiz (s.a.a) avucu ile de su içerdi. Suyu avucuna doldurur ve ‘Elden daha temiz bir su kabı yoktur.’ derdi.” [s.31]

    120- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah b. Sinan’dan şöyle nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) Kurban Bayramlarında, biri kendi adına ve öbürü kesecek kurban bulamayan fakir Müslümanlar adına olmak üzere iki koç kurban ederdi.” [Usûl-i Kâfi, c.2, s.415, h:1]

    Peygamberimizin (s.a.a) helâ adabı hakkında

    121-Şehid-i Sanî, Şerh-i Nefliyye adlı eserinde şöyle rivayet eder: “Resullah’ı (s.a.a) küçük veya büyük abdest bozarken hiç kimse görmemiştir.”

    122- el-Caferiyyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cafer b. Muhammed’den, o da dedelerinden İmam Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) abdest bozmak istediğinde başını örter, arkasından pisliği toprakla örterdi. Tükürmek isteyince de tükürüğü üzerine toprak atardı. Tuvalete gideceği zaman da başını örterdi.” [s.30]

    Helâ (tuvalet) yapmak âdeti, Araplarda İslâm’dan sonra ortaya çıktı. Rivayetlerden edindiğimiz bilgilere göre, Araplar İslâm’dan önce boş arazilere çıkarak abdest bozarlardı.

    123- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Hüseyin b. Halid’in şöyle dediğini nakleder: “Bir defasında İmam Rıza’ya (a.s) dedim ki: ‘Bize nakledilen bir hadise göre, Peygamberimiz (s.a.a) (idrar veya büyük abdest) temizliğini yüzüğü parmağındayken yapıyordu. İmam Ali (a.s) de öyle yapıyordu. Oysa Peygamberimizin (s.a.a) yüzüğünün taşında, ‘Muhammedun Resulullah’ yazısı vardı.’ İmam, ‘Ravilerin söyledikleri doğrudur.’ dedi. ‘Biz de böyle yapsak olur mu?’ diye sordum. Bana, ‘Onlar yüzüklerini sağ ellerine takarlardı. Oysa siz yüzüklerinizi sol ellerinize takıyorsunuz.’ karşılığını verdi…” [Fürû-i Kâfi, c.6, s.474, h:8]

    Peygamberimizin (s.a.a) musibetler, ölüm ve bunlarla ilgili adap ve ahlâkı hakkında

    124-Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde şöyle deniyor: “Peygamberimiz (s.a.a) vücudunda bir sivilce çıktığını görünce Allah’a sığınır, O’na karşı âcizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir, O’na yalvarıyordu. Kendisine, ‘Ey Allah’ın Resulü, bu önemsiz bir şeydir.’ diyenlere de, ‘Allah isteyince küçük bir şeyi büyütür ve büyük bir şeyi de küçültür.’ diye cevap verirdi.” [c.2, s.413]

    125- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Cabir’den İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Tabutu dört köşesinden omuza almak sünnettir. Daha fazla kişinin ona omuz vermesi fazldır.” [Fürû-i Kâfi, c.3, s.168, h:2]

    126- Kurb’ul-İsnad adlı eserde Hüseyin b. Tureyf’e, onun Hüseyin b. Ulvan’a, onun İmam Cafer Sadık’a (a.s), onun da babasına dayanarak verdiği bilgiye göre, İmam Ali’nin (a.s) oğlu İmam Hasan (a.s) bir defasında dostları ile birlikte otururken önlerinden bir cenaze geçti. Yanındakilerden bazıları ayağa kalktı, fakat İmam Hasan (a.s) ayağa kalkmadı. Cenaze geçtikten sonra oradakilerden biri, “Allah sana afiyet versin, niye ayağa kalkmadın? Oysa Peygamberimiz (s.a.a) önünden cenaze geçerken ayağa kalkardı.” dedi. İmam ona şu cevabı verdi: “Peygamberimiz (s.a.a) sadece bir kere cenaze önünden geçerken ayağa kalktı. Bir Yahudinin cenazesi geçiyordu ve yol dardı. Peygamberimiz (s.a.a) cenazenin, başından yüksekte olmasını istemediği için ayağa kalktı.” [s.42]

    127- Kutb-u Ravendî, ed-Daavat adlı eserinde şöyle rivayet eder: “Peygamberimiz (s.a.a) cenaze arkasında yürürken oldukça üzgün olur, çokça tefekküre dalar ve çok az konuşurdu.”

    128- el-Caferiyyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Cafer b. Muhammed’den (a.s), o da dedelerinden Hz. Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Resulullah (s.a.a) ölülerin gömülmesi sırasında mezara üç avuç toprak atardı.”

    Allame Tabatabaî

  4. #4
    Kader - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.08.2008
    Mesajlar
    1.653
    Konular
    1155
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    1166
    @Kader

    Standart Hadisler Işığında Resulullah’ın Şemaili – 4




    129- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Zürare’ye dayandırdığı bir hadiste İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) Haşimoğullarının ölülerine başka bir Müslüman’ın ölüsüne yapmadığı bir şey yapardı ki, o da şudur: Haşimîlerden birinin cenaze namazını kıldırdıktan ve mezar toprağına su döktükten sonra elini toprak üzerine koyardı. Öyle ki, mezar toprağında parmaklarının izi çıkardı. Bu yüzden bir yabancı veya Medine halkından bir yolcu mezarlığın önünden geçerken, üzerinde Peygamberimizin (s.a.a) el izi bulunan yeni mezarı görünce, ‘Muhammed’in ailesinden kim öldü?’ diye sorardı.” [Fürû-i Kâfi, c.3, s.168, h:1]

    130- Şehid-i Sanî’nin Müsekkin’ul-Fuad adlı eserinde İmam Ali’den (a.s) şöyle rivayet edilir: “Peygamberimiz (s.a.a) insanları teselli ederken, ‘Allah size ecir versin ve rahmet eylesin.’ diye dua ederdi. Onları kutlarken de, ‘Allah sizin için mübarek kılsın ve Allah devamlı size bereket versin.’ derdi.

    Peygamberimizin (s.a.a) abdest ve gusül adabı hakkında

    131-Kutb, Ayat’ul-Ahkâm adlı eserinde Süleyman b. Bureyde’den, o da babasından şöyle nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) önceleri her namaz için ayrı abdest alıyordu. Fakat Mekke’nin fethedildiği yıl birkaç namazı aynı abdestle kıldı. Bunun üzerine Ömer, ‘Ey Allah’ın Resulü, daha önce yapmadığın bir işi yaptın, (sebebi nedir)?’ diye sordu. Peygamberimiz (s.a.a) de, ‘Bilerek böyle yaptım.’ dedi.”

    132- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi raivayet zinciriyle Zürare’nin şöyle dediğini nakleder: “Bir defasında İmam Muahmmed Bâkır (a.s) bize, ‘Peygamberin nasıl abdest aldığını size anlatayım mı?’ diye sordu. Bizim, ‘Evet’ dememiz üzerine içinde azıcık suyun bulunduğu bir kap isteyerek önüne koydu. Sonra kollarını sıvadı. Arkasından sağ avcunu suya daldırdı ve ‘Eğer avuç temiz ise böyle yapılır.’ dedi. Sonra bir avuç dolusu su alarak alnına götürdü ve besmele çekerek suyun sakallarının ucuna kadar akmasını sağladı. Sonra elini bir kere yüzü ve alnının görünen bölümü üzerinde yürüttü. Arkasından sol elini suya daldırıp bir avuç dolusu su aldı. Sonra bu suyu sağ dirseğinin üzerine akıttı. Arkasından avucunu sağ kolu üzerinde yürüterek suyun parmak uçlarından akmasını sağladı. Sonra sağ elini suya daldırıp bir avuç dolusu su aldı. Sonra bu suyu sol dirseğinin üzerine akıttı. Arkasından avucunu sol kolu üzerinde yürüterek suyun parmak uçlarından akmasını sağladı. Arkasından sol elinin ıslaklığı ve sağ elinin ıslaklık kalıntısı ile başının ön bölümünü ve ayaklarının üstünü meshetti.”

    “Arkasından, ‘Allah tek olduğu için tek olanı sever. Abdest almak için üç avuç su yeterlidir. Bir avucu ile yüz, iki avucu ile de kollar yıkanır. Sağ elin ıslaklığı ile başın ön kısmı meshedilir ve bu ıslaklığın kalıntısı ile sağ ayağın üstü ve sol elin ıslaklığı ile sol ayağın üstü meshedilir.’ dedi.”

    “Arkasından sözlerini şöyle bağladı: Adamın biri İmam Ali’ye (a.s) Peygamberimizin (s.a.a) nasıl abdest aldığını sordu. O da ona Peygamberimizin (s.a.a) abdest alma şeklini böyle anlattı.” [Fürû-i Kâfi, c.3, s.25, h:4]

    Bu rivayetin içeriği Zürare, Bükeyr ve başkaları aracılığı ile değişik yollardan rivayet edilmiş ve bu rivayet Kuleynî, Saduk, Şeyh Tusî, Ayyâşî, Mufid, Keracekî ve başkaları tarafından nakledilmiştir. Bu konuda Ehlibeyt İmamlarından (hepsine selâm olsun) gelen rivayetler sayıca çok ve tevatür derecesine yakın sağlamlıktadır.

    133- Uyûn-u Ahbar’ir-Rıza adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Rıza’dan (a.s), o da babalarından (hepsine selâm olsun) Peygamberimizin (s.a.a) şöyle dediğini nakleder: “Biz Ehlibeyt’iz. Bize, sadaka almak helâl değildir. Bize, özenerek abdest almamız emredildi.” [c.2, s.28]

    134- et-Tehzib adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Abdullah b. Sinan’dan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “(Abdestte) ağza ve buruna su vermek Peygamberimizin (s.a.a) sünnetlerindendir.” [c.1, s.79, h:52]

    135- el-Caferiyyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Cafer Sadık’tan babasının (her ikisine selâm olsun) şöyle dediğini naklediyor: “Bir defasında Hasan b. Muhammed, Cabir b. Abdullah’a Peygamberimizin (s.a.a) nasıl guslettiğini sordu. Cabir de, ‘Peygamber (s.a.a) üç kere avucunu su ile doldurarak başından aşağı dökerdi.’ karşılığını verdi. Hasan b. Muhammed, ‘Benim saçlarım, gördüğün gibi gürdür.’ dedi. Cabir de ona, ‘Ey hür adam, bu sözü hiç söyleme. Çünkü Peygamberimizin (s.a.a) saçları seninkilerden daha gür ve daha hoş idi’ diye cevap verdi.” [s.22]

    136- Şeyh Saduk’un, el-Hidaye adlı eserinde verilen bilgiye göre İmam Sadık (a.s) şöyle dedi: “Cuma günü guslü, yolculukta ve yolculuk dışında erkek-kadın herkes bir sünnettir. Cuma günü (cuma guslü niyetiyle) gusletmek, hem bir temizlik ve hem de iki cuma arasında işlenen günahlar için bir keffarettir. Cuma guslünün sebebi şudur: Ensar Müslümanları hafta boyunca develerinin ve diğer hayvanlarının işleri ile uğraşırlar ve cuma günü mescide geldiklerinde, insanlar kokudan rahatsız olurlardı. Bu yüzden yüce Allah Peygamberimize (s.a.a) cuma günü gusletmeyi emretti ve ardından bu uygulama sünnet hâline geldi.” [s.23]

    Ramazan Bayramında ve diğer bayramlarda gusletmenin yanı sıra daha birçok gusüllerin, Peygamberimizin (s.a.a) sünnetlerinden olduğu hakkında rivayetler vardır.

    Peygamberimizin (s.a.a) namaz adabı ve sünnetleri hakkında

    137-el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Fudayl b. Yesar, Abdulmelik ve Bükeyr’den şöyle dediklerini nakleder: “İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini işittik: “Peygamberimiz (s.a.a) farz namazların iki katı kadar müstehap namaz kılar ve farz orucun iki katı kadar müstehap oruç tutardı.” [Fürû-i Kâfi, c.3, s.44, h:3]

    138- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Hannan’dan şöyle nakleder: “Ben de yanlarında oturuyorken Amr b. Harîs, İmam Cafer Sadık’a (a.s), ‘Sana feda olayım, bana Peygamberimizin (s.a.a) namazı hakkında bilgi ver.’ dedi. İmam ona şu cevabı verdi: Peygamberimiz (s.a.a) öğleyin (öğle namazından önce) sekiz rekât nafile ve dört rekât farz kılardı. Sonra (ikindi namazından önce) sekiz rekât nafile ve dört rekât farz kılardı. Akşamleyin önce üç rekât farz, daha sonra dört rekât nafile kılardı. Yatsı namazını da dört rekât olarak kılardı. Sekiz rekât da gece namazı ve üç rekât vitir kılardı. Sabah vaktinde iki rekât nafile ve arkasından iki rekât farz kılardı.”[Fürû-i Kâfi, c.3, s.443, h:5]

    Bu rivayetten anlaşıldığına göre, yatsı namazından sonra oturarak kılınan iki rekâtlık vüteyre namazı gündelik bu elli rekâta dahil değildir. İki rekât oturarak kılınan bu namaz, bir rekât ayakta kılınan namaza bedeldir ve bir rekât olarak hesaplanır. Dolayısıyla bu namaz ile namazların sayısı elli bir rekâta ulaşmış olur. Ateme adı ile de anılan bu namaz, vitir namazının yerini tutmak üzere sünnet edilmiştir. Şöyle ki, bu namazı kılan kimse eğer vitir namazına kalkmadan önce ölürse, vitir namazını kılmış sayılır. Nitekim Kuleynî, el-Kâfi adlı eserinde kendi rivayet zinciriyle Ebu Basir’den şöyle naklediyor: “İmam Cafer Sadık (a.s), ‘Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse vitir namazı kılmadan uyumasın.’ dedi. Kendisine, ‘Yatsı namazından sonraki iki rekâtı mı kastediyorsun?’ diye sordum. ‘Evet, o iki rekât bir rekât sayılır. Kim bu namazı kılar da ölürse vitir namazı kılmış olarak ölmüş olur. Eğer ölmez ise gecenin sonunda vitir namazını kılar.’ dedi.”

    139- Rivayete göre, Peygamberimiz (s.a.a) tanyerinin ağarmasının başlangıcında kıldığı sabah nafilesini kısa tutar ve bu namazdan sonra sabah farzını kılmaya çıkardı.

    140- el-Mehasin adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Amr b. Yezid’den İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Kim vitir namazında yetmiş kere ‘Estağfirullahe rabbî ve etûbu ileyhi (Rabbim olan Allah’tan af diler, ona tövbe ederim)’ der ve buna bir yıl boyunca devam ederse, Allah onu (Kur’ân’da sözü geçen), ‘Seher vakitlerinde bağışlanma dileyenler’ (Âl-i İmrân, 17) arasına yazar.”

    “Peygamberimiz (s.a.a) vitir namazında yetmiş kere istiğfar eder ve yedi kez ‘(Allah’ım!) Bu, cehennem ateşinden sana sığınan kimsenin (perişan) hâlidir.’ derdi…” [s.53, bab:62, h:80]

    141- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde verilen bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) vitir namazında şu kunut duasını yapardı: “Allah’ım, beni hidayete erdirdiklerinle birlikte hidayete erdir. Afiyete ka-vuşturduklarınla birlikte bana da afiyet ver. İşlerini üstlendiklerinle birlikte benim de işlerimi üstlen. Verdiklerini benim için bereketli kıl. Kötülüklerden beni koru. Sen hükmedersin, ama hiç kimse sana karşı hükmedemez. Ey Kâbe’nin Rabbi, seni noksanlıklardan tenzih ederim. Senden af dilerim. Sana tövbe ederim. Sana iman ve tevekkül ederim. Ey rahmet edici, güç-kuvvet yalnız sendedir.” [c.1, s.308, h:1]

    142- et-Tezhib adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Hatice’nin İmam Cafer Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet ettiğini nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) ramazan ayı geldiğinde müstehap namazlarını arttırırdı. Ben de arttırıyorum. Öyleyse siz de arttırın.” [c.3, s.60, h:7]

    İmam bu arttırma ile ramazan ayının nafile namazı olan bin rekâtlık teravih namazını kastediyor. Peygamberimiz (s.a.a) bu namazı elli rekâtlık günlük namazlarının içindeki nafile namazların dışında kılardı. Bu namazın kılınma şekli ve ramazan gecelerine bölüştürülmesi hususunda çok sayıda rivayet vardır. Ehlibeyt İmamlarından (hepsine selâm olsun) gelen rivayetlere göre, Peygamberimiz (s.a.a) bu teravih namazını tek başına kılardı, onun cemaatle kılınmasını yasaklar ve “Nafileler cemaatle kılınmaz.” derdi.

    Peygamberimizin (s.a.a) kıldığı başka nafileler de vardır. Bunlar dua kitaplarında nakledilmiştir. Konumuz dışında kaldıkları için burada onlara değinmedik.

    143- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Yezid b. Halife’den şöyle nakleder: “Bir defasında İmam Cafer Sadık’a (a.s) ‘Ömer b. Hanzele, senden yana namaz vakitleri hakkında bize bilgi getirdi’ dedim. İmam, ‘O bize yalan bağlamaz.’ dedi… Dedim ki: ‘Ömer bir de şöyle dedi: ‘Akşam namazının vakti güneşin battığı vakittir. Yalnız Peygamberimiz (s.a.a) yolculukta acele ettiği zamanlarda akşam namazını geriye bırakıp yatsı namazı ile birleştirirdi.’ Doğru mu?’ İmam, ‘Evet, doğru söylemiştir.’ dedi.” [c.3, s.276, h:6]

    144- et-Tehzib adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Talha b. Zeyd’den, o da İmam Cafer Sadık’tan, o da babasından (her ikisine selâm olsun) şöyle nakleder:”Peygamberimiz (s.a.a) yağmurlu gecelerde akşam namazını kısa tutar ve yatsı namazını öne alarak iki namazı bir arada kılardı ve ‘Merhamet etmeyene merhamet edilmez.’ derdi.” [c.2, s.32, h:47]

    145- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İbn-i Ebu Ümeyr’den, o da Hammad’dan, o da Halebî’den İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: “Peygamberimiz (s.a.a) yolculuk sırasında ve acele bir işi çıktığı zamanlarda, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kılardı…” [c.3, s.32, h:118]

    146- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muaviye b. Veheb’den İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Sıcak günlerde müezzin öğle namazının ezanını okumaya geldiğinde Peygamber (s.a.a) ona, ‘Ebrid, ebrid.’ derdi.

    Şeyh Saduk “ebrid, ebrid” kelimesinin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle demiştir: “Bu kelime ‘berîd’ kökünden türemiş ve ‘çabuk ol, çabuk ol’ anlamındadır.” Fakat bana öyle geliyor ki bundan maksat, sıcaklığın şiddetinin kaybolması ve havanın serinlemesi için namazın geriye bırakılmasıdır. Nitekim Alâ’nın kitabında Muhammed b. Müslim’in verdiği şu bilgi bunu gösteriyor. Muhammed b. Müslim diyor ki: “Bir defasında ben Peygamberimizin (s.a.a) Mescidinde namaz kılarken İmam Muhammed Bâkır (a.s) yanımdan geçti. Daha sonra benimle karşılaştığında, ‘O saatte sakın farz namaz kılma. Farz namazını şiddetli sıcakta mı kılıyorsun?’ dedi. Ben de ona, ‘Hayır, ben o zaman nafile kılıyordum.’ cevabını verdim.”

    147- İhya’ul-Ulûm adlı eserde şöyle rivayet edilir: “Peygamberimiz (s.a.a) namaz kılarken biri yanına gelip oturduğunda namazını çabuklaştırarak adama döner ve ‘Bir isteğin mi var?’ diye sorardı. Adamın isteğini karşıladıktan sonra tekrar namaza dönerdi.” [c.7, s.113]

    148- Yine aynı eserde şöyle yer alır: “Bir başka rivayete göre, Peygamberimiz (s.a.a) namaza durduğu zaman bir yana atılmış, boş bir elbise gibi olurdu.

    149- Bihar’ul-Envar adlı eserde verilen bilgiye göre Ayşe şöyle dedi: “Peygamberimiz (s.a.a) ile normalde karşılıklı konuşurduk. Fakat namaz vakti gelince, bize karşı sanki birbirimizi tanımıyormuşuz gibi olurdu.”

    150- Müfiduddin Tusî, el-Mecalis adlı eserinde kendi rivayet zinciriyle Hz. Ali’nin (a.s), Muhammed b. Ebu Bekr’i Mısır valiliğine tayin ettiği zaman ona yazdığı mektubun bir yerinde şöyle dediğini rivayet eder: “…Sonra rükûuna ve secdene dikkat et. Çünkü Peygamberimiz (s.a.a) namazı herkesten eksiksiz kılmakla birlikte herkesten daha az zamanda kılardı.”

    151- el-Caferiyyat adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İmam Cafer Sadık’tan (a.s), o da babalarından Hz. Ali’nin (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Resulullah (s.a.a) namazda esnediği zaman sağ eli ile ağzını kapatırdı.” [s.26]

    152- Şeyh Saduk İlel’üş-Şerayi adlı eserde kendi rivayet zinciriyle Hişam b. Hakem’den, İmam Musa Kâzım (a.s) ile arasında geçen uzun konuşmanın bir yerinde şöyle dediğini nakleder: “Niçin rükûda ‘Subhane Rabbiy’el-azîmi ve bihamdihi (Büyük Rabbimi, O’na hamd ederek noksanlıklardan tenzih ederim)’ derken, secdede ‘Subhane Rabbiy’el-a’lâ ve bihamdihi (En yüce Rabbimi, O’na hamd ederek noksanlıklardan tenzih ederim)’ deniyor?’ diye sordum. İmam bana şu cevabı verdi:

    “Ey Hişam! Peygamberimiz (s.a.a) miraca çıktıktan sonra namaz kılarken ve gördüğü yüce Allah’ın azametini zihninde tazeleyince, mafsalları titredi ve kendini dizleri üzerine eğilmiş buldu ve ‘Subhane Rabbiy’el-azîmi ve bihamdihi’ demeye başladı. Bir süre sonra rükûdan doğrulup yüce Allah’ı öncekinden daha yüksekte görünce, yüz üstü kapanarak ‘Subhane Rabbiy’el-a’lâ ve bihamdihi’ demeye başladı. Bu sözleri yedi kere tekrarlayınca içini saran korku dindi. İşte bu yüzden bu sözler rükûda ve secdede sünnet oldu.” [c.2, s.332, h:4]

    153- Şeyh Verram b. Ebu Firas’ın Tenbih’ul-Havatır adlı eserinde verilen bilgiye göre, Nu’man şöyle dedi: “Peygamberimiz (s.a.a) saflarımızı ok dizer gibi düzgün yapardı, öyle ki artık biz böyle yapmaya alıştık. Bir ara bu düzgünlüğü umursamadığımızı gördü. Bir süre sonra bir gün öne çıkıp namaza durdu. Tam tekbir alacakken, içimizden birinin göğsünün önüne çıktığını görünce, ‘Ey Allah’ın kulları, saflarınızı düzeltin. Yoksa aranızda ayrılık çıkar.’ dedi.” [c.2, s.491]

    154- Yine aynı eserde verilen bilgiye göre İbn-i Mesud şöyle dedi: “Peygamberimiz (s.a.a) namaza başladığımızda, eli ile omuzlarımızdan tutarak, ‘Saflarınızı düzgün yapın, eğri-büğrü durmayın. Yoksa kalp-lerinize ayrılık düşer.’ derdi…”

    155- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Halebi’den İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini nakleder: “(Ramazan ayının) son on gününe girilince, Peygamberimiz (s.a.a) camide itikafa girerdi. Onun için kıl bir çadır kurulur, çarşafı dürülür ve döşeği katlanırdı. Oradakilerden biri, ‘Kadınlarla ilişkiyi keser miydi?’ diye sordu. İmam ‘Hayır, kadınlarla ilişkiyi kesmezdi.’ dedi.” [Fürû-i Kâfi, c.4, s.175, h:1]

    Peygamberimizin (s.a.a) oruçla ilgili adap ve sünnetleri

    156- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed b. Mervan’dan nakleder ki: İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini işittim: “Peygamberimiz (s.a.a), ‘Hiç bozmuyor.’ denecek kadar çok oruç tutar, sonra ‘Hiç oruç tutmuyor.’ denecek kadar uzun zaman oruç tutmazdı. Sonra gün aşırı oruç tutmaya başladı. Sonra pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmayı âdet edindi. Sonra bu tutumundan dönerek her ayın üç gününde oruç tuttu. Bu günler ayın ilk perşembesi, ayın ortalarına rastlayan çarşamba günü ve ayın son perşembesi idi. Peygamberimiz bu tarz oruç için, ‘Bu ömür boyu oruç tutmaya bedeldir.’ derdi.”[c.2, s.48]

    157- Yine aynı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle abid Anbese’den şöyle nakleder: “Resulullah (s.a.a) şaban ve ramazan ayları ile her ayın üç gününde oruç tutma alışkanlığı olduğu hâlde vefat etti.” [c.4, s.91, h:7]

    158- Ahmed b. Muhammed b. İsa’nın, en-Nevadir adlı eserinde Ali b. Nu’man’a, onun da Zar’a’ya dayanarak verdiği bilgiye göre Semaa şöyle dedi: “Bir defasında İmam Cafer Sadık’a (a.s), ‘Peygamberimiz (s.a.a) Şaban ayında oruç tuttu mu?’ diye sordum. ‘Evet, ama hepsini tutmadı’ dedi. Kendisine, ‘Peki kaç gününde oruç tutmadı?’ dedim. ‘Tutmadığı günler oldu.’ diye cevap verdi. Üç kez aynı soruyu sordum, yine aynı cevabı aldım. ‘Tutmadığı günler oldu.’ sözüne yeni bir şey eklemedi. Aynı soruyu ertesi yıl sordum. Aldığım cevap aynı oldu.”

    159- Mekarim’ul-Ahlâk adlı eserde Enes’in şöyle dediği rivayet edilir: “Peygamberimizin (s.a.a) oruç tuttuğu günlerdeki yemeği iftarda ve sahurda genellikle tek cinsten bir içecekti. Kimi zaman bu içecek sütten ibaret olurdu, kimi zaman da içine ekmek doğranmış su olurdu…” [s.32]

    160- el-Kâfi adlı eserde müellif kendi rivayet zinciriyle İbn-i Kaddah’ın İmam Cafer Sadık’tan (a.s) şöyle naklettiğini rivayet eder: “Peygamberimiz (s.a.a) orucunu taze hurma mevsiminde taze hurma ile ve kuru hurma mevsiminde kuru hurma ile açardı.” [Fürû-i Kâfi, c.4, s.153, h:5]

    161- el-Muknia adlı eserde verilen bilgiye göre Âl-i Muhammedden (hepsine selâm olsun) şöyle nakledilir: “Bir içim su ile bile olsa sahura kalkmak müstehaptır.” Yine rivayet edilmiştir ki: “En faziletli sahur yemeği hurma ile kavrulmuş undur. Çünkü Peygamberimiz (s.a.a) sahurda bunları yerdi.” [s.50]

    162- Men La Yahzuruh’ul-Fakih adlı eserde şöyle rivayet edilir: “Peygamberimiz (s.a.a) ramazan ayı girdiğinde, elindeki bütün esirleri serbest bırakır ve bütün dilencilere sadaka verirdi.” [c.2, s.61, h:10]

    163- Daâim’ul-İslâm adlı eserde İmam Ali’den (a.s) şöyle rivayet edilir: “Ramazanın son on gününde Resulullah (s.a.a) yatağı, döşeği dürer ve kendini ibadete verirdi. Ramazanın yirmi üçüncü gecesi aile fertlerini uyandırır ve uyanmayanların yüzlerine su serperdi. Hz. Fatıma (a.s) da o gece ailesinin hiçbir ferdini uyutmazdı. Uyumasınlar diye o gün onlara az yemek yedirirdi. O geceye gündüzden hazırlanır ve ‘Gerçek mahrum, bu gecenin hayrından mahrum olandır.’ derdi.” [c.1, s.289]

    164- el-Mukni’ adlı eserde şöyle yer alır: “Kurban Bayramında namazdan sonra, Ramazan Bayramında ise namazdan önce bir şeyler yemek sünnettir.” [s.46]

    Peygamberimizin (s.a.a) Kur’ân ve dua okuma adabı

    165-Şeyh Tusi el-Mecalis adlı eserinde kendi rivayet zinciriyle Ebu’d-Dünya’dan İmam Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Peygamberimizi (s.a.a) Kur’ân okumaktan alıkoyan tek hâl cünüplük idi.”

    167- Mecma’ul-Beyan adlı eserde Ümmü Seleme’den şöyle nekleder: “Peygamberimiz (s.a.a) Kur’ân okurken her ayetin sonunda ara verirdi.” [c.10, s.378]

    168- Ebu’l-Futuh Tefsirinde şöyle naklediliyor: “Peygamberimiz (s.a.a) ‘Musebbihat’ diye anılan sureleri okumadan uyumazdı ve ‘Bu surelerde bin ayetten daha faziletli bir ayet var.’ derdi. (İmamdan) ‘Musebbihat sureleri hangi surelerdir?’ diye sormaları üzerine, ‘Bunlar Hadîd, Haşr, Saff, Cuma ve Teğâbun sureleridir.’ karşılığını vermiştir.” [c.11, s.30]

    169- Mecma’ul-Beyan adlı eserde şöyle geçer: Hz. Ali’den (a.s) bir hadisinde şöyle rivayet edilmiştir: “Peygamberimiz (s.a.a), ‘A’lâ’ suresini okumayı severdi. İlk defa ‘Subhane Rabbiy’el-A’lâ (yüce Rab-bim noksanlıklardan münezzehtir.)’ diyen kişi Mikâil’dir.” [c.10, s.473]

    Peygamberimizin (s.a.a) Kur’ân’a sarılmaya, anlamı üzerinde düşünmeye, gösterdiği yolu izlemeye, onun nuru ile aydınlanmaya teşvik eden birçok konuşmaları ve açıklamaları vardır. Peygamber efendimiz (s.a.a) insanlara telkin ettiği kemâllerin öncüsü ve her hayra doğru koşanların önde geleni idi. Meşhur rivayete göre o, “Hûd suresi saçlarımı ağarttı.”(1) diyen kişidir. Rivayete göred İbn-i Mesud şöyle dedi: “Bir defasında Peygamberimiz (s.a.a) bana Kur’ân’dan birkaç ayet okumamı emretti. Ben de ona Yunus suresinden bir parça okudum. “Orada insanların tümü gerçek mevlâları olan Allah’a döndürülürler…” (Yûnus, 30) ayetine sıra geldiğinde, mübarek gözlerinin yaşlarla dolduğunu gördüm.”

    Bu saydıklarımız,(2) Peygamberimizin (s.a.a) sünnetlerinden ve edeplerinden seçmelerdir. Bunların çoğu hakkında Şiî ve Sünnî kaynaklardan gelen çok sayıda rivayet ve her iki mezhebe ait kitaplarda tekrarlanan nakiller vardır. Kur’ân bu sünnetleri ve edepleri teyit etmekte, hiçbirini reddetmemektedir. Hidayet eden Allah’tır.



    (1)- [Resul-i Ekrem (s.a.a) bu sözüyle, yüce Allah’ın Hûd suresindeki şu ayetine işaret etmektedir: “O hâlde... emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hûd, 112)]

    (2)- [Biz bütün bu hadisleri, Peygamberimizin sünnet ve adabı ile ilgili olarak önceleri yazdığımız “Sünen’ün-Nebi” adlı kitabımızdan naklettik.]



    Allame Tabatabaî

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş