ERMENİ İDDİALARI Küçük farklılıklar bir yana bırakıldığında Ermeni propaganda ve terör odaklarının Türkiye aleyhine ileri sürdükleri iddiaları başlıca dokuz noktada toplamak mümkündür; 1. Doğu Anadolu Ermeniler’in anayurdudur. 2. Türkler, Selçuklular ve Osmanlılar ile başlayarak, Ermeni topraklarını zorla almış ve işgal etmişlerdir.

Bu konu 3697 kez görüntülendi 6 yorum aldı ...
Selçuklu Döneminden İtibaren Ermeniler ve İddiaları 3697 Reviews

    Konuyu değerlendir: Selçuklu Döneminden İtibaren Ermeniler ve İddiaları

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 3697 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Dygsuz

    Standart Selçuklu Döneminden İtibaren Ermeniler ve İddiaları

    ERMENİ İDDİALARI



    Küçük farklılıklar bir yana bırakıldığında Ermeni propaganda ve terör odaklarının Türkiye aleyhine ileri sürdükleri iddiaları başlıca dokuz noktada toplamak mümkündür;

    1. Doğu Anadolu Ermeniler’in anayurdudur.

    2. Türkler, Selçuklular ve Osmanlılar ile başlayarak, Ermeni topraklarını zorla almış ve işgal etmişlerdir.

    4. Türkler, Ermeniler’i 1890’lardan itibaren katletmeye girişmişlerdir.

    5. Türkler, Ermeniler’i, 1915’te planlı ve sistemli bir soykırıma tabi tutmuşlardır.

    6. Talat Paşa’nın soykırımı emreden gizli telgrafı vardır.

    7. Hayatlarını kaybeden Ermeniler’in sayısı 1.500.000’dır.

    8. Sevr Antlaşması hala geçerlidir.

    9. Türkler, bu gün de Türkiye’deki Ermeniler’i baskı altında tutmaktadır.



    SELÇUKLULAR’A KADAR ERMENİLER



    Ermenistan ismi, coğrafi bir yöreyi belirtmek için çok eski devirlerden beri kullanıla gelmektedir.Ermeniler , tahminen M.Ö. 6.y.y.da Frigyalılar’ın bir akrabası olarak Balkanlar’a ve Anadolu’ya yerleşmişlerdir.(Sason, Bitlis, Van, Muş, v.b Doğu Anadolu şehirleri)

    Buraya geldikleri zaman kendilerine Hay veya Hayasdan adı veriliyordu.Komşu kavimler ise onların yaşadıkları bölgeye “yüksek yer” anlamına gele ARMİNA diyorlardı.Zamanla bu isme izafeten bu kavme de Ermeniler denmeye başladı.

    Ermeniler’in ırki kökenleri hakkında kendi kaynakları dahi çelişkidedir.Ermeni dili ise, uzmanlara bakılırsa Asuri, İbrani, İrani, Med, Gürcü, Mingrel, Nairi, İskit, Grek, Arap, Türk, Moğol, Latin ve Rus dillerinin tesirinde kalmıştır. Ve bu dillerin karışımından oluşmuştur.

    Tarih çizgisi içinde değerlendirildiğinde ise Ermeniler, M.Ö. 521’den 344’e kadar Pers Vilayeti’nin, 344’ten 215’e kadar Makedonya İmparatorluğu’nun , 215’ten 190’a kadar Selefkitler’in idaresinde yaşamışlar; Ermenistan’ın 190’dan M.S. 220’lere kadar Roma İmparatorluğu ile Partlar arasında sık sık yer değiştirmesinden sonra yine 220’lerden 5.y.y. başına kadar Sasaniler’in , 5.y.y.dan 7.y.y’a kadar Bizanslılar’ın, 7.y.y’dan başlayarak ise bu defa Araplar’ın egemenliğinde kalmışlardır.10.y.y’da yeniden Bizans Vilayetine bağlanmışlardır.Bu devletlerin himayesinde , hoşnutsuzluk çıkınca da hakim devletler tarafından çeşitli yerlere sürüldüler.Sasaniler, İran’ın içine;Araplar Suriye ve Arabistan’a; Bizanslılar da İç Anadolu ve Balkanlar’a sürdüler.

    Ermeniler’in 10.y.y’da Arap- Bizans baskısından bunaldığı bu yıllarda bölgeye Oğuz Türkleri’nin gelmeye başladığını görüyoruz.Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve Orta Çağ Tarihi’nin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Çağrı Bey’in (990-1060) önderliğinde yaptığı Oğuzlar’ın, Orta Asya’dan Karahanlı ve Gazneli Türk Devletleri’nin arasında sıkışıp kalmaları üzerine kendilerine yeni yurtlar aramaya başlamıştı.1016 ve 1021 yıllarında 200 Türkmen atlısı ile Maveraünnehr’den ayrılan Çağrı Bey, Gazne Devleti’ni bir baştan bir başa geçerek Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da keşiflerde bulunmuştur.Hatta bu keşif seferleri esnasında Vaspurakan ve Ani Ermeni Prenslikleri ile de sıcak temasa geçen Çağrı Bey, dönüşünde kardeşi Tuğrul Bey’e bölgenin zengin otlaklar ve yaylalarla dolu olduğunu , Oğuz halkını oralar götürüp yerleştirmenin zaruretini anlatmıştır.Çağrı Bey’e göre bölgede herkese yetecek kadar boş arazi bulunuyordu .

    Esat Uras’ın incelediği Ermeni kaynaklarına göre Ermenistan denilen ülke , yüzyıllarca çeşitli devletlerin yönetiminde kalmış ve hemen her zaman büyük devletlerin çarpışma alanını teşkil etmiştir.Burası özellikle kuzeyden inen istilacıların geçit yolu üzerinde bulunmuş, muazzam akınların , güçlerin uğrağı olmuştur.Bu şartlar altında Ermenistan denilen bölgede daimi bir hükümet , bilhassa milli , birleşmiş, devamlı ve güçlü bir Ermeni varlığını kabul etmek imkanı yoktur.Ermeni tarihçilerinin Ermeni krallıkları olarak nitelendirdikleri Ermeni derebeylikleri aslında bir “süzeren”e bağlı ”vassal”lar olarak yaşamışlar, yabancı devletler arasında tampon bölgeler oluşturmuşlardır.Ermeni derebeyliklerinin bir çoğu da bölgeye hakim olan yabancı devletlerce kurdurulmuş, Ermeniler’i kendi saflarına çekmek ya da bir diğer güce karşı kullanmak isteyen devletler kendilerine yakın buldukları Ermeni ailelerini bu beyliklerin başına getirmişlerdir.Kilikya Krallığı’na gelince, bu örgütün özelliği incelendiğinde karşımıza Bizanslılar’a güneyde sınır bekçiliği yapan , kısa aralıklarla anarşi içinde bir süre yaşayabilmiş bir derebeyliğin çıkacağı görülecektir.

    Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden önce Bizans, Hıristiyan toplulukları ağır vergiler altında iktisadi açıdan ezerken, ayrıca Ermeniler’i mezhep farklılıklarından dolayı askeri takibata uğratmış ve mezheplerini terke zorlamıştır.Halka yüklenen ağır vergiler ve bilhassa Doğu Hıristiyanlığını Ortodokslaştırma siyaseti , Gregoryan Ermenileri ile Bizans arasında yaşanan sorunun temelini oluşturur.Ayrıca Bizans’ın Selçuklu fethinden önce Ermeniler’in yoğun olarak yaşadığı Doğu Anadolu bölgesini ilhak ettiğini biliyoruz.

    Doğu Anadolu, Türk akınlarının başlamasından önce Bizans tarafından ilhak edilmiştir.Bölgede yaşayan Ermeniler’in önemli bir kısmı İç Anadolu Bölgesi’ne göçe zorlanmıştır.Yaşadıkları bölgeden ayrılmak zorunda kalan Ermeniler’in bir bölümü, daha sonra Çukurova bölgesine inmiştir.Böylece Ermeniler Doğu ve Güneydoğu, İç Anadolu ve Çukurova bölgeleri olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmışlar.

    Tarihte Ermeniler’in Türk idaresine girişleri, onların yaşadıkları bölgelerin Bizans İmparatorluğu’nun elinden alınması şeklinde olmuştur.Bizans’ın zulmüne dayanamayan Ermeniler, Alparslan’ın Anadolu kapılarındaki ordusunu kendileri için bir kurtarıcı olarak karşılamışlardır.Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusunda çok sayıda Ermeni bulunuyordu.Bizans , Ermeniler üzerindeki zulmü sebebiyle bunlardan emin olmadığı için Diyojen, taburların , Ermeniler’den gelebilecek aleyhte bir davranıştan korumak için özel tedbirler almak zorunda kalmıştı.Harp sırasında Ermeniler, Bizans ordusunu terk ederek “Türkler’e arkadaşça davrandılar”.Selçuklu Devleti de onlara bu davranışlarının mükafatı olarak huzurlu bir hayat temin etti.Selçuklu Sultanı Melikşah’ın çağdaşı Urfalı Ermeni Tarihçisi Matieus,Selçuklu Türkleri idaresindeki Ermenilerin huzurlu hayatını şöyle tasvir ediyor:”Melikşah’ın saltanatı Allah’ın lütfuna mahzar oldu.Hakimiyetindeki uzak ülkelere kadar yayıldı ve Ermeniler’e huzur verdi.Dünyanın hakimi Melikşah , sayısız askerlerden mürekkep ordusu ile Romalılar’ın memleketlerini fethe girişti.Kalbi Hıristiyanlığa şefkatle dolu idi.Geçtiği ülkelerin halkına bir baba gibi davrandı.Bir çok şehir ve vilayet kendi arzusu ile onun idaresine girdi.Bütün Ermeni ve Rum beldeleri onun kanunlarını tanıdı”



    ERMENİLER NİÇİN TÜRK İDARESİNİ KABUL ETTİLER?



    Ermeniler, Bizans zamanında olduğu gibi ağır vergiler altında ezilmemiş, siyasi maksatlarla ve haksız olarak sürgüne gönderilmemiş, dini yapılarına zarar verilmemiş; inançlarının gereklerini istedikleri gibi yerine getirebilmişlerdir.

    Yüzyıllar boyunca Osmanlı idaresi altında yaşamış olan Ermeniler,bu süre içinde toplumun bir parçasını oluşturmuşlar , çeşitli devlet görevlerinde bulunmuşlardır.İçlerinden bir çoğu da ticaret, musiki,edebiyat, mimari vs. gibi alanlarda önemli işler başarmışlardır.Sosyal ve iktisadi hayatta kazanmış oldukları bu statü sayesinde, Türkler’le rahatça uyum sağlayarak , en nüfuzlu reaya konumuna sahip olmuşlardır. Öyle ki görev yaptığı yıllarda Ermeniler’in Osmanlı Devleti’ndeki durumunu gözlemleyen Alman Generali Moltke, onlar için şu değerlendirmeyi yapmıştır:”Bu Ermeniler’e hakikatte Hırıstiyan Türkler denilebilir. Rumlar’ın kendi benliklerini korumalarına rağmen ,Ermeniler Türk adetlerini ,hatta dilini benimsemişlerdir.Bir Ermeni kadınını sokakta bir Türk kadınından ayırmak mümkün değildir”.Bu konumları ile Ermeniler’in” Sadık Millet “ olarak vasıflandırıldıkları da bilinmektedir.



    Ermeniler’in,bütün bu avantajları elde edebilmeleri ,Osmanlı Devleti’nin kendilerine sonsuz bir himaye ve lütuf göstermesi sayesinde olabilmiştir.Gerçekten de Osmanlı Devleti, kuruluş döneminden itibaren Ermenileri iyi niyetle himayesine almıştır.Onlar da Osmanlılar’a sığınmış , sadakatten ayrılmayacaklarına dair yemin etmiş bulunduklarından , diğerlerinden ayrı tutulmuşlardır.



    OSMANLI İDARESİNDE ERMENİLER



    İlk Osmanlı padişahı Osman Bey, Ermeniler’in Bizans zulmünden korunmaları için Anadolu’da bir toplum olarak örgütlerine izin vermiş ve Batı Anadolu’daki ilk Ermeni dini merkezi Kütahya’da kurulmuştur.Bursa’nın alınarak başkent yapılması üzerine bu dini merkez Kütahya’dan Bursa’ya taşınmış ve Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra Bursa’daki dini lider Hovakim 1461’de yeni payitahta getirilmiş ve ferman-ı hümayunla burada bir Ermeni Patrikhanesi kurulmuştur.Osmanlı Devleti’ndeki “millet sistemi” içerisinde Ermeniler “Gregoryan Milleti” olarak örgütlenmişler ve dini liderlerinin yönetimine bırakılmışlardır.Doğu Anadolu kasaba ve köylerinde yaşayan Ermeniler, çiftçilikle uğraşırken, şehirdekiler de ticaret, sarraflık, kuyumculuk ve müteahhitlikle geçiniyorlardı.Osmanlı Ermeniler’i bilhassa Yunan isyanlarından sonra Saray’da, Hariciye’de Rumlar’a verilen görevler Ermeniler’e aktarılmaya başlamış; vali, müfettiş, elçi hatta nazır olarak tayin edilmişlerdir.



    OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA GAYR-I MÜSLİMLER



    Türkler daha çok asker, çiftçi, kamu görevlisiyken Rumlar; denizci ve tüccardı.Ermeniler ise esnaf, zanaatkar, banker, tüccar ve simsardı. Osmanlılar’ın dış ticareti genellikle Ermeniler tarafından yürütülmekte idi.Bunun sonucunda Ermeniler çok zenginleşmişlerdir.Ayrıca azınlıkların askerlik hizmeti ile yükümlü olmamaları da onların ticari alanda başarı kazanmalarının en büyük nedenlerinden birisi idi.Ermeniler devletin bütün kademelerinde yer almışlardı:



    Paşa 29
    Bakan 22
    Mebus 33
    Büyükelçi 7
    Diplomat 1
    Üniversite öğretim üyesi 11
    Yüksek rütbeli subay 41

    Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gayr-ı Müslimler, özellikle dini, eğitim ve aile hukukunu ilgilendiren doğum, evlenme, boşanma, vasiyet , miras gibi konularla ilgili meselelerini , kendi kurumlarının sitemi içinde çözebilmek ve düzenleyebilmek hakkına sahiptiler.Böyle olmakla beraber, bunların kendi kurumlarına başvuracakları pek çok konuda dahi Osmanlı hukuk mercii olan kadı mahkemelerini tercih ettikleri görülmektedir.Bu tercihin en önemli sebebi, şüphesiz kadı mahkemelerinin hem uygulamada hem de onlar nazarında daha güçlü ve muteber olmasıdır.Bunun yanında gayr-ı Müslim unsurlar, meselelerini en yüksek karar mercii olan Divan-ı Hümayun’a da götürebilmekte ve hatta bu konu ile ilgili Şeyhülislamdan fetva istem hakkına dahi sahiptiler.



    ERMENİSTAN’IN İSTİKLALİ İÇİN YAPILAN İLK TEŞEBBÜSLER



    Ermeni Devleti’nin yeniden kurulması ve istiklaline kavuşması için yapılan ilk teşebbüsün İsrel Ori adındaki Karabağlı bir Ermeni din adamı tarafından yapıldığını görmekteyiz.Türkler’in, 1683 yılında Viyana önlerinde bozguna uğraması bütün Hıristiyan aleminde olduğu gibi, Omsalı idaresinde yaşayan bazı Hıristiyan ileri gelenlerde de çeşitli ümit ve düşünceler uyandırmıştı.Bu gelişmeden etkilenen kişilerden biri de İsrel Ori idi. 1698-1711 yılları arasında Fransa, İngiltere, Almanya, ve Rusya’yı dolaşan ve Ermenistan’ı kurtarmak için bir Haçlı seferi düzenlemeye çalışan İsrel Ori , bu teşebbüsünde bütün gayretlerine rağmen muvaffak olamamıştı.Fakat, İsrel Ori’nin Rus Çar’ı Petro’ya (1683-1725) Kafkaslar ve bilhassa iki Hıristiyan topluluk olan Ermeniler ve Gürcüler hakkında verdiği bilgiler, Ruslar’ın dikkatini bu bölgeye çekmeye yetmişti.

    ŞARK MESELESİ

    “Şark Meselesi” , son iki yüz yıl dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiş, “güç dengesi”nin tesisinde en mühim amillerden biri olmuş , entrikalara , kıskançlıklara ve pazarlıklara sebebiyet vermiştir.



    Her Batılı devlet, “güç dengesi “politikasına titizlikle riayet ettiği gibi “Şark Meselesi”ni kendi menfaatine en uygun şekilde halletme yollarını aradı. Bütün Avrupa devletleri , özellikle Çarlık Rusyası , “Şark Meselesi” ile uğraşmayı dış politikasının esas unsuru haline getirmiştir.



    “Şark Meselesi” belirgin hatlarıyla iki önemli safha geçirmiştir.



    Bunlardan birincisi “1071-1683 yılları arasındaki “Şark Meselesi”dir. Bu tarihler arasında Avrupa savunmada ,Türkler taarruz halindedir. Bu birinci safhada Batı için “Şark Meselesi”;



    *Türkleri Anadolu’ya sokmamak

    *Türkleri Anadolu’da durdurmak.

    *Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek.

    *İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek

    *Türkler’in Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak v.b. politikalar uygulamaktı.



    “Şark Meselesi”nin Batılılarca bu hedeflerine rağmen ,Türkler Anadolu’ya girmiş ,Balkanlar’ı tamamen zaptetmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmıştı. Ancak 1683 tarihinde Türklerin Viyana önlerindeki yenilgisi “Şark Meselesi”nin birinci safhasını da sona erdirmiştir. Gene bu tarihte “Şark Meselesi”nin ikinci safhası başlamıştır. Bu safhada ,Türkler savunmada ,Avrupa ise taarruz halindedir.



    “Şark Meselesi”ne ikinci aşamada , özellikle 19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren emperyalist zihniyet ilave edilmiştir. Ancak,Hıristiyan Batı, hem Haçlı zihniyetini hem de emperyalist zihniyetini gölgeleyebilmek için kendisinin daima hümanist zihniyetle hareket ettiğini propaganda yoluyla dünya kamu oyuna telkin etmeye çalışmıştır.



    1920 yıllarına kadar devam eden bu safhada “Şark Meselesi”nin gelişmesi şu şekilde gerçekleşecektir.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Selçuklu Döneminden İtibaren Ermeniler ve İddiaları

          Kategori: Ermeni Sorunu

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 6

          Görüntüleme: 3697


  2. #2
    KAFKASKARTALI - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    01.08.2008
    Mesajlar
    4
    Konular
    1
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    0
    @KAFKASKARTALI

    Standart

    paylasimin icin tsk ederim..emegine saglik...devamini dilerim saygilar..
    sevdiğim_oL

  3. #3
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Dygsuz

    Standart

    *Balkanlar’daki Hıristiyan milletlerin Osmanlı hakimiyetinden kurtarılmaları .Bunun için Hıristiyan toplumları isyan teşvik ederek evvela onların muhtariyetini , sonra istiklallerini temin etmek.

    Birinci maddede belirtilen hususlar gerçekleşmezse;

    Hıristiyanlar için reform istemek ve onların lehine Bab-ı Ali nezdinde müdahalelerde bulunmak.

    *Türkleri Balkanlar’dan tamamen atmak.

    *İstanbul’u Türkler’in elinden geri almak.

    *Osmanlı Devleti’nin Asya toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyan azınlıklar lehine reformlar yaptırmak,muhtariyet elde etmek veya mümkün olursa istiklallerine kavuşturmak.

    *Osmanlı hakimiyetinde bulunan Kuzey Afrika’yı koloniyalist maksatlarla işgal ve ilhak etmek. Bunun için koloniyalist ve emperyalist devletlerin kendi aralarında anlaşmaları yeterli görülüyordu.

    *Türk olmayan Müslüman toplumları , özellikle Araplar’ı Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmak ve onları devletten koparmak. Bu hedefe varmak için ,Arap milliyetçiliğinin tahrik edilerek canlandırılması kafi görülmüştür .Bu hususta emperyalist gayeler ön planda tutulmuştur.

    *Anadolu’yu paylaşmak ,Türkleri Anadolu’dan çıkarmak.



    Büyük devletler daha 1878 Berlin Antlaşması ile Balkanlar’dan Türkler’i attıklarına veya atmak üzere olduklarına inandıkları için “Şark Meselesi”ni Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarına kaydırmayı başardılar. Nitekim; Berlin Antlaşması’na koydukları 61. Madde ile Anadolu’da Ermeniler lehinde reformlar yapılmasını Bab-ı Ali’ye kabul ettirmişlerdir. Bu durum, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti kurmak anlamına geliyordu.

    RUS POLİTİKASI

    Bulgarlar’ı himayesine alıp Ege Denizi’ne açılmak isteyen Çar, Doğu Anadolu’yu “Anadolu” ismini kullanmadan Kuzey Ermenistan diye niteleyerek bu bölgede de tarihi emellerinin hangi noktaya vardığını ortaya koymaktadır.Aslında Irak’a ve Basra Körfezi’ne kadar inebilmek için kendisine gerekli olan tampon devlet Ermeniler’den oluşacaktı.Bu devlet Rusya’nın himayesine girdikten sonra, kendisini aynen İngiltere’nin Yunanistan’ı paravan ve maşa yapması gibi Ermeniler’i kullanarak Anadolu’yu Türkler’den temizleyecek, aynı zamanda da petrol bölgelerine İngilizler’den evvel varacaktı.

    MİSYONERLİK

    Osmanlı’da misyon faaliyetleri münferit kiliseler, hastaneler ve halkın içine herhangi bir yolla girmiş Müslüman kılıklı papazlar vasıtasıyla yapılamaktaydı.

    İngilizler, Müslüman memleketlerde Hıristiyan kültürünü yaymak için hususi suretle yetiştirilmiş elemanlar hazırlamaya başlamıştır.Bu müesseselerde yetişmiş bir İngiliz misyonerinin anlattıklarını takip etmekle oldukça vazıh bir fikir elde edebiliriz.”Misyonerler çocuk iken hizmete alınır, yapacakları vazifeye göre ilmen, ahlaken ve fikren yetiştirilirler.Şöyle ki, İngiliz misyoner cemiyeti her sene bütün orta mektep talebesinin zekilerinden otuz kırkını seçerek himayesine alır, onları kabiliyetlerine göre üçer-beşer ayırarak muhtelif memleketlerde yetiştirir.Bu çocuklar o memlekette sefaret veya konsolosluklara tevdi edilir.Bu şekilde bir arkadaşı ile beraber İstanbul’daki İngiliz sefaretine verilen misyoner namzedi, sefir vasıtasıyla bir Müslüman ismi altında bir Müslüman ailesine evlatlık olarak yerleştirilir ve mahalle mektebinden başlayarak medrese tahsiline kadar tam bir Müslüman çocuğu halinde yetişmiştir.Sonraları bir Ermeni’den Fransızca dersi alarak Bab-ı Ali Terceme Kalemi’ne girmiş ve orada baş halifeliğe kadar yükselmiştir.Nihayet Protestan cemiyetinden program ve talimat hazırlamak vasıtasıyla İngiltere’ye çağırılır ve başındaki sarığı atıp bir şapka geçirerek memleketi terk eder.”



    Hıristiyan kültürünün yayılmasında en çok üzerinde durulan müesseselerden biri de hastanelerdir.Bilhassa büyük harpte, harbin getirdiği sefalet ve hastalıklara duçar kalan halk üzerinde bu hastanelerin büyük tesiri olmuştur.Türk Misyonlarına Yardım Cemiyeti’nin neşrettiği elli senelik kitapta hastanelerin rolü şu tarzda belirtilmektedir.



    “Tıbbi misyonlar İncil öğretiminin öncüleridir.Bunlar başka bir envanjelin ağacı dikilmesi imkansız olan yerlerde fidan yetiştirebilirler.Doktor, diğer misyonerlerle ne bir münasebeti olan , ne de bu münasebeti isteyen bir çok insanı doğrudan doğruya kabul edebilir.Bir hekim nerede olursa olsun bir dispanser açtığı zaman , şifa verici mahareti yüzünden kendisine başvuranlarla kuşatılır.Bu yobaz bir İslam mollası veya bir fakir onun elini öpecek ; kör –topal , mefluç insanların , can çekişen ana babaların İsa’ya hazin yakarışlarını andıran bir sesle ona yalvaracaklardır.”



    Bütün bunların yanı başında laik kültür müesseseleri olan kolejlerdeki tedrisat ve idarede aynı propaganda faaliyeti görülmektedir.Bunun en bariz misalini Bursa Amerikan Koleji vermektedir.Talebe arasında bilhassa fakir olanların ücretlerinde indirim yapılarak veya kendilerine mektep dahilinde ücretli bir iş verilerek müesseseye minnettar bırakılmakta, daha sonra yapılan yardımın Hz.İsa’nın lütfu olduğu söylenerek dini ve ahlaki telkin yapılmaktadır.Bu çocukların çoğu da henüz rüştünü etmemiş olanlardı.

    18.y.y’ın sonlarına doğru bağımsızlığını kazanan Amerika Devleti’nin istikbali ticaretteydi.Amerikan ticareti Batlık, Lovant (Orta Doğu) ve Uzakdoğu olmak üzere üç yönde gelişebilirdi.Ancak bu gelişme yollarının üzerinde bazı engeller, denizcilerin diliyle mayınlar bulunmaktaydı.Bu mayınlardan kurtulmak için Amerika’nın donanmaya ihtiyacı vardı.Aslında donanma işin “yüzü sert ve soğuk” yanıydı.Bir de ”yüzü sıcak” sempatik ve insancıl olan bir mekanizmaya ihtiyaç vardı.Zira Akdeniz’de dolaştırılacak bir firkateynin yıllık masrafı 80.000 dolarken bir misyoner ailenin yıllık gideri 1000 doları dahi bulmuyordu.

    1797’de, 1804’te , 1811’de Amerika Osmanlı Devleti’ni ticari potansiyel olarak görürken , 1819’dan itibaren Amerika’nın Türkiye’ye bakış açısı değişmiş, ticaretle girdikleri Osmanlı Türkiyesi'ndeki durumun müsaitliğini kavrayıp misyoner faaliyetlerini yürütebilecekleri bir dönemi başlatmışlardır.

    Amerika’nın dışa yönelik misyoner örgütü “American Board” adlı misyoner örgütünün 1810 yılında Boston’da kurulması ve bu örgütün 1819 yılında Türkiye’yi programına alması, 1820’lerden itibaren de ilk misyonerlerini Anadolu’ya göndermesi, bunun yanında Amerikan Protestan Kilisesi’nin hedef kitle olarak Türkiye Ermenileri’ni seçmesi ve bu yönde Anadolu’da Ermeniler üzerinde faaliyet göstermesi ve Amerika’da siyasi Ermeni hareketinin de filizlenmesini gerçekleştirmiştir.

    American Misyoner Örgütü’nün sekreteri Judson Smith , yukarıdaki rakamların bir bölümünü sıraladıktan sonra:”Bütün bu asil hizmetlerimiz, Ermeni milletini bize karşı sonsuz sevgi ve şükran duygularına gark etti ve Ermeniler’in yüreklerini çelik bir çengelle misyonerlere bağladı.Artık Ermeni milleti , bu koruyucularının ve velinimetlerinin elinde bir balmumu parçası gibidir.”

    Amerika’nın en güçlü misyoner örgütü American Board 1819’da Hırıtiyanlığın çıkış noktası olan Orta Doğu’yu programına aldı.Çünkü onlarca Protestan misyoner örgütün ortak noktalarında Orta Doğu- özellikle de Anadolu ve Rumeli- Amerika’nın en büyük misyoner örgütü olan American Board’da ihale edilmişti ve örgütün yirmisini yeni tamamlamış, belki de bıyıkları bile terlememiş iki genç temsilci Pliny Fisk ve Levi Parsons, şubat 1819’da Amerikalı gemici Yankeler’in alkışları arasında İzmir rıhtımından Osmanlı topraklarına ayak basıyorlardı.Andover Misyonerlik Koleji’nde bu vazife için yıllarca eğitilen bu iki öncü misyonerin yapacakları ilk iş ellerine verilen talimatta da açıkça belirtildiği gibi misyonerlik için yeni alanlar, yeni tarlalar tesbit etmek, bir ön çalışma ile bölgedeki halkın dini, siyasi, sosyal , ekonomik ve ahlaki durumlarının bu faaliyete müsait olup olmadığını Boston’a American Board’ın merkezine rapor etmekti.Onlara iki hedef gösterilmişti:Müslümanlar ve Yahudiler!.Ancak bu hedefin arkasında görünmeyen bir büyük hedef daha vardı.Levi Parsons, Şubat 1819’da İzmir rıhtımından karaya ayak basar basmaz Boston’daki merkezine yazdığı ilk raporunda bunu gayet açık ifade ediyordu:”İzmir’e geldikten sonra içimde güçlü günah İmparatorluğu’nu ( Osmanlı’yı) yıkmak için var olan duygular bir kat daha arttı”.



    Kolay çalışma açısında Anadolu çeşitli misyonlara bölünmüştü:Bunlar Ermeni misyonu (Özellikle Doğu Anadolu başta olmak üzere Ermeniler’in yaşadığı her yer), Bulgar misyonu ( Bulgaristan’da), Asur misyonu (Diyarbakır ve çevresinde Kürtlere yönelik olarak), Nasturi misyonu (Doğu Anadolu Hakkari çevresinde), Suriye misyonu(Şam ve çevresinde)şeklinde örgütlenmişlerdir.



    Anadolu’ya gelen misyonerlerin ilk tespiti şu olmuşturinlerinin batıl olduğuna inandıkları Yahudileri de, “dinsiz ve heretik(sapık)” olarak suçladıkları Müslümanları da Hıristiyanlaştırmak mümkün değildi.Çünkü Yahudiler, adil Osmanlı devlet düzeninde bütün ibadet ve geleneklerini korumuşlar, dahası azınlık psikolojisi ile günden güne daha çok birbirlerine kenetlenmişlerdi.Müslümanlara gelince onları Hıristiyanlaştırmanın önündeki engel daha da güçlü idi.Onun için yeni hedefler, yeni kitleler, yeni politikalar bulmak gerekiyordu.Bunda da fazla gecikmeyeceklerdi.Çünkü eski Doğu kiliselerine mensup milyonlarca Hıristiyan , Rum, Ermeni, Arap, Nesturi, Bulgar v.b. onları bekliyordu.Bu misyonerlik tarihinin belki en önemli fırsatlarından biri idi.Her bir topluluk Orta Doğu’nun kapısını misyonerlere açacak birer anahtar rolü oynayabilirdi.Hemen çalışmalar bu yöne kaydırıldı.Bu çalışmalarda Ermeniler’e özel bir önemin verildiği görülmektedir.

    Amerikalı misyonerler Osmanlı ülkesinde ilk kalıcı merkezi 1831’de İstanbul’da Ermeniler’e yönelik faaliyette bulunmak üzere açarken , ilk Amerikan Misyoner Okulu da 1834’te İstanbul Beyoğlu’nda Ermeni çocuklar için açıldı.Bu sebeple de misyonerlere ilk tepki İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi’nden geldi.İngilizlerin de desteği ile misyonerler İstanbul’dan sonra İzmir, Antep, Merzifon ve Maraş’ta Ermeniler’e yönelik eğitim müesseseleri kuracaklar, hatta Harput’ta kurdukları koleje “Ermeni Koleji” adını vermekten bile çekinmeyeceklerdir.Ancak Müslüman Türk halkının tepkisi ve II.Abdülhamit’in basireti sebebi ile bu ad “Fırat Koleji” olarak değiştirmek zorunda kalacaklardır.

    American Misyoner Örgütü Boston Merkez sekreteri Judson Smith, 1893 yılında, “Hamdolsun, Çanakkale ve Akdeniz kıyılarından Rus sınırına ve Karadeniz’den Suriye sınırına kadar , Türkiye’nin hemen hemen bütün kent ve köylerine erişebildik” diyordu.Gerçekten erişmişler, her Ermeni köyüne ulaşmışlar, hatta her Ermeni evinin içine girmişlerdi.

    Gerçekten de American Board Misyoner Örgütü , “Türkiye’de o kadar muazzam çalışmıştı ki, 1893 yılına kadar Türkiye’de 1317 misyoner görev yapmaktaydı ve 1893 yılına kadar Türkiye’de 3 milyon İncil ve yaklaşık 4 milyon da değişik kitaplar dağıtılmıştı.

    Osmanlı İmparatorluğu’na gelen Protestan misyonerlerin gayretlerine hedef olan Ermeniler’in dini, kültürel ve sağlık konularına eğilmişler, bu toplumu kendi kiliselerine çekebilmek için görkemli tapınaklar , okullar vb hastaneler açmışlardır.Misyonerlerin Ermeni komitecilerine maaş da bağladıkları kaydedilmektedir.Protelizasyon faaliyetlerinde başarılı olabilmek gerekli maddi yardımları da anavatandan temin edebilmeye bağlıydı.İngiltere, dış politika amaçları doğrultusunda davrandıkları sürece misyonerlerin bu çabalarına katkıda bulunacaktır.İlginç olan Amerikan misyonerlerinin de –Protestan mahmiler yarattığı ölçüde- adeta İngiltere’nin hesabına çalışmalarıdır.Misyonerler uğraşlarının zor ve kutsallığı derecesinde ödüllendirilebileceklerini bildikleri için Osmanlı İmparatorluğu idarecilerini canavarlaştırıp, gayr-ı Müslim azınlıkları mazlumlaştırmaktan kaçınmadılar.Düzmece hikayelerle batı kamuoyunun merhamet hislerine hitap ederek Batı’dan önce maddi yardım , daha sonra ise diplomatik destek elde ettiler.Fakat bu arada Batı efkarı misyonerlerin ifadelerini tereddütsüz kabullendiği için kilisenin himayesi altında Türk düşmanlığı doğdu.Bab-ı Ali, Ermeniler arasında zararlı propaganda yapan misyonerleri Türkiye’den ihraç etmeye kalkınca Büyük Güçlerin protestosu ile karşılaşıyor ve sonuçta bu faaliyetlere engel olamıyordu.Gerek Patrikhaneye bağlı cemaat okullarında ve gerek misyonerlerin açmış olduğu kolejlerde Ermeni gençleri Fransız Devrimi’nin milliyet ilkeleri ile tanıştılar.Aynı sınıflarda kendilerine Ermenistan coğrafyası, yüceleştirilmiş edebiyatı ve efsaneleştirilmiş tarihleri öğretildi.Kısaca gençler milli bilinçlerini bu kurumlarda kazandılar.Yine bu okullarda okutulan ders kitaplarının içeriği bize Ermeni gençlerinin nasıl Türk düşmanlığı ile doldurulduğunu göstermektedir.Öğrencilere verilen defterlerde mutlaka Ermenistan haritası,Ermenistan timsali ve arması bulunuyordu.Ders dışında ise onlara şiirler okutularak, piyesler verdirilerek Ermenistan için ayaklanmaktan başka çarenin kalmadığı teması işleniyordu.



    Mekteplerdeki eğitim ve öğretimin yanı başında beden terbiyesi ve izcilik gibi faaliyetler de gençleri bu kültür dairesine almakta birer vasıta olarak kullanılıyordu.



    Kısıtlı siyasal fakat giderek yoğunlaşan iktisadi ilişkilerin ötesinde A.B.D.’nin Orta Doğu’ya ve özellikle Osmanlı Devleti’ne bağlayan en önemli etken , Amerikan Misyoner teşkilatının bu ülkedeki 19.y.y.ın ilk yarısından beri okul,hastane ve dinsel kurumlar ağıydı.American Board, Orta Doğu’da inançlarını yayma çabalarına araç olarak kiliseyi değil de okulları kullanmayı yeğlemişti.Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içindeki en etkin iki Amerikan kurumu Robert Koleji (İstanbul) ve Suriye Protestan Koleji (Beyrut)idi.Robert Kolej,Rothschilds ailesinin Fransa branşına mensup New Yorklu tüccar Christipher Rinlender Robert’in maddi katkısıyla 1863’te kurulmuştur.Robert,Sultan Mehmet İstanbul’u nasıl Rumeli Hisarını yaptırarak fethetti ise, kendisinin de oradan aynı şehri -bu kez kültürel açıdan- olacağını düşünerek okulun Bebek sırtlarında yapılmasında ısrar etmişti.1866’da kurulan Suriye Protestan Koleji’nin tüzüğünde ise “Bu kolejin misyonerlik değeri üzerinde olması ve her profesörün de Hıristiyan bir misyoner olmasında ısrar ediyoruz” deniyordu.Misyonerlerin Orta Doğu Kiliselerini ıslah etmeleri mümkün değildi.Bunun için mevcut Hıristiyan mezheplerinden taraftar bulmak yoluna giderek Türkiye’ye Amerikan Protestanlığını yerleştirmeye çalıştılar.Çabaların ilk etabındaki hedefleri Gregoryan Ermenileri olmuştur.

    ERMENİ AYRILIKÇILIĞININ ÖRGÜTLENMESİ:KOMİTELER VE MÜCADELE YÖNTEMLERİ

    Müstakil bir Ermenistan kurulabilmesine yönelik gelişmelerden birinci safhası tamamlanmış, Osmanlı Ermeni cemaatinde milliyetçi hisler filizlendirilmişti.Şimdi sıra amaçların gerçekleştirilmesine gelmişti.Bu nedenle hepsinin amacı Ermenistan bağımsızlığı olmak üzere ilkin Türkiye’de , daha sonra ise yurt dışında çeşitli cemiyetler kurulmaya başladı.Önceleri esas niyetlerini saklayarak hayır dernekleri görünümü veren bu cemiyetlerin en önemlileri Hınçak ve Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği’dir(Taşnaksutyun).Hınçak Komitesi , Kafkasyalı Ermeniler’den Avadis Nazarbek ile sonradan kendisiyle evlendiği Maro adındaki kadın ve arkadaşları Kafkasyalı öğrenciler tarafından 1871’de İsviçre’de Marksist prensipler doğrultusunda kurulmuştur.Bu örgütün başında ve üyeleri arasında bir çok Rus Ermenisi bulunuyordu.Komite merkezi sonradan Londra’ya aktarılmıştır.Gayesinin “Türkiye Ermenistanı’nı kurtarmak” olduğunu ifade eden Hınçak Komitesi siyasi programının 4.kısmı bunun için hangi yöntemler başvurulacağını bize açıklamaktadır:

    “Yakın amaca varmanın tek çaresi, ihtilal yani zor şartlar kullanarak Türkiye Ermenistanı’ndaki şekli alt üst etmek, değiştirmek, halka genel isyan yoluyla , Türk Hükümetine karşı savaş açtırmaktır.

    Bu faaliyetlerin vasıtaları:

    1.Propoganda:Basın, kitap söz vasıtasıyla millet arasında, bütün çevrelerde ve özellikle en başta halkın işçi kısmı içinde Hınçak ihtilal fikirlerini yaymak, onların arasında ihtilal teşkilatı kurmak, isyan alayları düzenlemektir.

    2.Terör:Türk idarecilerine, hafiyelere, gammazlar, hainlere, ihanet edenlere karşı ceza olarak tedhiş (terör) uygulamak.Terör ihtilal örgütünün savunması için bir vasıta ve silah olmalıdır.

    3.Akıncı alayları teşkilatı:Hükümet askerlerine karşı koymak için daima hazır savaşçı bir kuvvettir.Genel isyan sıralarında bu alaylar öncü alayları görevini yapabilirler.

    4.Genel ihtilal teşkilatı; hepsi birbirleriyle tam bir birlik teşkil edecek surette bağlı olan, düzenli bir bütünlük gösteren , genel ve ortak bir yönde yürüyen ve aynı taktiği takip eden ve bir merkezi heyet tarafından sevk ve idare edilen çok sayıda düzenli gruplardan oluşmuştur.Türkiye Ermenistanı’nda teşkilatın bütün bölümlerinin kuvvet ve yetkileri, Hınçak Komitesi’nin teşkilat ve faaliyetini gösteren özel bir tüzükle tespit edilmiştir.

    5.İsyan alayları teşkilatı

    6.Herhangi bir devlet tarafından Türkiye’ye karşı savaş açılması, genel isyan, yakın amacın gerçekleşmesi için en elverişli zaman sayılmalıdır.”

    Taşnaksutyun Komitesi, Balkanlılar’ı taklit eden Ermeni milliyetçilerinin kurdukları çetelerin 1890’da Kafkasya, Tiflis’te Krisdapor Mikaelyan ve arkadaşlarının gayretiyle birleşmesinden ortaya çıkmıştır.Rusya’nın himayesinde bir Ermenistan fikrini güden Hınçaklar’a nazaran Taşnaklarına asıl amacı –hiç olmazsa kuruluş yıllarında- bağımsızlıktı.Bunu Rus taraftarı Ermeniler istemiyorlardı.Osmanlı Ermenistanı’na bağımsızlık, Ruslar’a Akdeniz yolunu kapatmak demek olacaktı.Taşnaksutyun Trabzon, İstanbul ve Van’da merkezler kurarak ilk defa Türkiye’de örgütlenmeye başladı.İlk toplantısını 1892 sonbaharında Tiflis’te yapan Taşnaksutyun’un kabul edilen teşkilat nizamnamesine göre , örgüt faaliyetlerinin kapsadığı alanlar , bölgeler bakımından doğu ve batı olmak üzere iki büroya ayrılmıştı.Faaliyetlerini özellikle propaganda üzerinde yoğunlaştıran Batı bürosu ilkin Paris’te daha sonra Londra, Berlin, Leipzig, Cenevre, Roma ve Milano’da örgütlenerek gerek Avrupa kamuoyu ve gerek karar vericileri üzerinde etkili olmaya başladı.Doğu bürosu ise Osmanlı Devleti’ndeki tedhiş ve isyan hareketlerini planlamak ve uygulamakla yükümlüydü.Demek ki, amaçları açısından aradaki farka rağmen Hınçaklar da Taşnaklar gibi hareket yöntemi olarak terörü benimsemişlerdir.Bunların dışında Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti (1880), Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halaskar Cemiyeti (1872), Karahaç Cemiyeti v.b.leri de Ermeniler tarafından kurulmuştur.

    Komitelerin Osmanlılar’la mücadele yöntemi olarak terörü benimsemeleri tesadüfi bir karar sonucu alınmamıştır.Maddi unsurlardan yoksun bir milliyetçilik akımının emellerini gerçekleştirebilmek için en radikal çözümleri yeğlemesi adeta konjektürel bir zorunluluktu.Ermeniler’in kurtarmayı amaçladıkları Ermenistan’ın Bulgaristan ve Yunanistan gibi tabii hudutlarla çevrili , birleşik bir halk kütlesiyle tarif ve sınırlanmış bir vatan olmadığını tekrarlamakta fayda vardır.Ermeniler, asıl Ermenistan denilen yerlerde genel nüfusun %87’sini oluşturan Müslüman denizinin içinde küçük adacıklar olarak yaşıyorlardı.Bırakınız Osmanlı Devleti’ni, tüm dünyada yaşayan Ermeniler buraya göç ettirildiği halde bile Ermeniler’in Doğu Anadolu’da nüfus yoğunluğuna sahip olmaları mümkün değildi.İşte bu kuşkudan hareketle Ermeni Komiteleri tedhişi iki açıdan gerekli gördüler.İlkin bireysel tedhiş eylemleri ve toplu katliamlar, Ermenistan’da ikamet eden Müslümanları kaçırtabilecek en etkili yoldu.Aynı Rumeli’den göçlerde olduğu gibi evlerini, Osmanlı Devleti can güvenliklerini sağlayamadığı takdirde bırakacaklar; göçe zorlanmayanlar ise giderek komitacılar tarafından soykırıma tabi tutulacak ve yöre bir süre sonra tamamıyla Ermeniler’e kalacaktı.İkinci olarak ise Ermeni komiteciler , davalarını yalnız başlarına kazanamayacaklarını biliyorlardı.Dış güçlerin müdahalesi ve onayı olmaksızın uluslar arası siyasal sistemde önemli değişiklikler yapılması mümkün değildi.Komiteler, dünya siyasetine hakim güçlerin bu konuya eğilmelerinin ancak “tedhiş” yoluyla sağlanabileceğini düşünüyorlardı.Şöyle ki, Doğu Anadolu’da isyanlar çıkartılarak, yöre halkı yeterince tahrik edilebilir ve Müslümanlar “misilleme” saiki ile Ermeniler üzerine yürürlerse , bölgede iç harp çıkması işten bile değildir.Hıristiyan ve Müslüman teba arasında çıkan karşılıklı çarpışmaları durdurmaya çalışan Osmanlı güvenlik güçlerinin aldığı her tedbir , komitelerin Batı’daki propaganda bürolarınca “katliam” şeklinde kamuoyuna yansıtılacak ve devletler sözüm ona bu “kan dökümüne” son vermeğe davet edilecektir.Konuya eğilme gereğini duyan Büyük Güçler, benzeri hadiselerin ileride tekrar edilmemesi için Osmanlı Devleti’nden Ermeniler lehine bazı yeni düzenlemeler yapmasını isteyeceklerdir.Islahat yolunda atılan her adım, Ermeniler’i giderek muhtariyete yaklaştıracaktır.Kısaca ifade edilecek olursa, Batı müdahalesi Doğu Anadolu’nun “Ermenileştirilmesi” için vazgeçilmez bir şart, terör ise o günkü şartlarda bu müdahaleye yol açacak kapının yegane anahtarıydı.

    Osmanlı Devleti’nde Ermeni Sorunu’nun ikinci safhasına yol açan isyanlardan ilki 1890’da Erzurum’da patlak verdi. Bunu yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı Gösterisi, 1892-1893’de Kayseri, Yozgat , Çorum ve Merzifon Olayları, 1894’te Sasun İsyanı, 1895’te Bab-ı Ali Gösterisi ve Zeytun İsyanı, 1896’da Van İsyanı ve Osmanlı Bankası’nın İşgali, 1903’te II.Sasun İsyanı, 1905’te Padişah II.Abdülhamit’e Suikast Teşebbüsü, 1909’da Adana İsyanı takip etmiştir.

    Osmanlı kaynakları bu ayaklanmalar sırasında Patrikhane’nin komitecilere yataklık ettiğine değinmektedir.Bilhassa seçilmiş genç Papazları komitecilerden ayırmanın güçlüğü de belirtilmektedir.Ayaklanmalar üzerinde İngiliz ve Rus konsoloslarının rolü üzerinde durulmalıdır.Osmanlı güçleri komitecileri yakaladıklarında konsoloslar Bab-ı Ali’ye başvurarak, bu Ermeniler’in kendi vatandaşları olduğu için mahkemelerinin ve müteakip cezalarının –suçlu bulundukları takdirde- konsolosluklarda yapılmasının kapitülasyonlarca mahfuz yasal hakları olduğunu ifade etmektedirler.Kayıtla bize bu yargılamanın adaletin tecellisine yardımcı olmayarak, komitecilerin, konsolosların himayesinde yurt dışlına kaçırıldığını ve burada hüviyet değiştirerek olay çıkartmak için yeniden Osmanlı Türkiyesi’ne sokulduğunu göstermektedir.

    Ermeni Sorunu’nda üçüncü safha Büyük Güçler’in Bab-ı Ali nezdinde müdahalesinin sağlanmasıydı.

    AVRUPA HİMAYESİ

    Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra (1774) Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan tebasının “koruyucusu” rolüne soyunmuştu.Özellikle Ortodokslar konusunda Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışıyor, İstanbul Hükümeti’ne sürekli baskı yapıyordu.Rusya’nın bu politikası yüzünden 1853’te Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Kırım Savaşı patlak verdi.İngiltere ve Fransa da bu savaşta Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldılar.Kırım Savaşı sonunda , Şubat 1856’da Islahat Fermanı yayınlandı ve Padişah tebası arasında hiçbir din ve ırk ayrımı yapmayacağını ilan etti.

    Bu madde Rusya’nın Hıristiyan azınlıklar adına Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasını önlemek amacıyla Paris Antlaşması’na konmuştu.Hesapça, Rusya artık Osmanlı’nı içişlerine karışmayacaktı.Osmanlı devlet adamlarının beklentisi buydu.

    Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.Paris Antlaşması’nı imzalayan Avrupa devletleri, özellikle İngiltere tam bir ikiyüzlülükle bu antlaşmayı tam tersine yorumladılar.O güne kadar yalnız Rusya, Osmanlı Hıristiyanlarının koruyuculuğunu üstleniyordu, ondan sonra ise antlaşmayı imzalayan altı Avrupa Devleti bu koruyuculuğu ortaklaşa üstlenmeye başladılar.İngiltere Dışişleri Bakanı Lord J.Russel bu konuda şunları yazıyordu:

    “Paris Antlaşması hükümleri, Osmanlı Hıristiyanları üzerindeki Rusya’nın tekelci koruyuculuğunu , daha geniş kapsamlı bir yükümlülüğe dönüştürmüştür.Paris Antlaşması Bab-ı Ali’nin Hıristiyan teba üzerinde bir tek devletin koruyuculuğu yerine beş devletin ortak koruyuculuğunu geliştirmeyi öngörmüştür.”Kısacası İngiliz Bakanı, “80 yıldır yalnız Rusya Osmanlı Hıristiyanlarının koruyucusu rolündeydi, şimdi biz de aynı role soyunuyoruz” diyordu.

    Islahat Fermanı döneminde, Müslüman ve Hıristiyan Osmanlı tebası arasındaki denge Hıristiyanlar lehine döndü.Ermeniler, Islahat Fermanından ve yabancı himayesinden faydalanmayı bildiler.

    İngiltere’nin Trabzon Konsolosu Palgrave, 1896 yılında Londra’ya şunları rapor ediyor:

    “Bu günkü durumda (1868’de), muvazzaf olsun, ihtiyat olsun, bütün askerlik yükü yalnız ve ancak Müslüman halkın omuzlarındadır.Gerçi Hıristiyanlar hazineye küçük ve önemsiz bir askerlik bedeli ödemektedirler.Ama bu onların askere gitmemekle elde ettikleri avantajlara oranla bir hiçtir.Askerli bedeli adamakıllı yüklü olsa bile , yine de Müslüman tebanın zavallı omuzlarındaki yükün altında düştüğü yoksulluğu hiçbir zaman dengeleyemez”

    Konsolos Palgrave şöyle devam ediyor:

    “Müslüman halk, sorumsuz merkezi İstanbul Hükümeti’nde kesinkes temsil edilmiyor.Padişahın Müslüman tebasının başkentte derdini anlatabileceği hiç kimse yoktur.Buna karşılık Hıristiyanlar, İmparatorluğun her tarafına yayılmış bütün yabancı konsolosluklara, kimi de İstanbul’daki elçiliklere başvurup haklarını arayabiliyorlar.Hıristiyanların dertleri can kulağıyla dinleniyor.Üstelik hiçbir şikayetleri olmadığı zaman da onlar adına hayali şikayetler uyduruluyor.

    Osmanlı Hıristiyanları, genellikle Türkler’den daha iyi durumdaydılar.Bir değil altı Avrupa Devleti’nin ve Amerika’nın koruyucu kanadı altındaydılar.Tanzimat’tan beri Müslümanlar beş yıl mecburi askerlik yapıyorlardı ve savaş zamanında bu süre daha da uzuyordu.Hıristiyan teba ise askerlik yapmıyor, para yapıyordu.

    “Osmanlı Devleti, kendi ağır yükünün tümünü yalnız Müslüman’ın omzuna yüklemişti.Tek omuza yüklenmektir bu.Yük Müslüman ve Hıristiyan tebanın omuzlarına eşitçe bölüştürülmezse bu İmparatorluk sittin sene belin doğrultamaz”

    Osmanlı Ermenisi, köyde ağa, kasabada eşraf, şehirde zengin işadamı olmuştu.Başkentte Paşa olmuştu.artık.

    Erzurum’daki İngiliz Konsolosu Taylor, 19 Mart 1869 tarihli raporunda şunları yazıyor.

    “Bu yörenin her köşesinde Ermeniler, Türk hükümetinden acı acı yakınıyorlar.Aynı zamanda hiç sakınmadan Rusya’yı övüp göklere çıkarıyorlar.Ermeniler’in bu tutumu kiliselerinin düşmanlık öğretilerinden ileri geliyor.Erzurum’daki varlıklı Ermeniler, Türk tebası oldukları halde Rus pasaportu almışlardı.Gizli gizli yürütülen Rus pasaport ticareti bu yörede pek yaygındır”

    boşuna dememiş atalarımız:”Hacı sandığımızın haçı koltuğundan çıktı”.Padişahın “Sadık tebası” sanılan Osmanlı Ermenileri meğer cebinde Rus pasaportu taşıyormuş.El altından yürütülen Rus pasaportu ticareti Doğu Anadolu’da almış yürümüş.Dışı Osmanlı, içi Rus bir yılığın insan türemiş ve bu “Ruslar” her kasabamıza sızmış.

    OSMANLI RUS SAVAŞI

    1875’te Bosna-Hersek, arkasından Bulgar ayaklanmaları patlak verdi.Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanan Balkan Hıristiyanları Avrupa’da büyük sempati topladı.Rus ve Avrupa gazetelerinin zembereği boşandı.Osmanlı yönetimi yerin dibine batırılıyor, ayaklanan Osmanlı Hıristiyanları ise alkışlanıyor, yüceltiliyordu.Devlete sadık kalan Osmanlı Ermeniler’i Balkan Hıristiyanlarına özenmeye başladılar.

    Tersane Konferansı arefesinde İstanbul Ermeni Patriği Nesre, İngiliz Büyükelçisine çıktı.”Cemaatim pek heyecanlıdır” dedi. ve “Avrupa Devletlerinin sempatisinin kazanmak için ayaklanma çıkarmak gerekiyorsa (Ermeniler arasında da) böyle bir hareket yaratmak hiç te güç olmayacaktır” diye ekledi.

    1877-78 Türk-Rus Savaşı, Türk Milleti için pek büyük bir felaket , Osmanlı Ermenileri için ise bir fırsat oldu.Anadolu’nun kimi uzak yerlerinde Ermeni çeteleri eli silah tutan Türkler’in cephelere gitmelerini fırsat bildiler.Gün bu gündür deyip Türk-Müslüman köylerine saldırdılar.

    İstanbul Ermenileri’ne gelince , onlar 1877-78 Türk-Rus Savaşı başlayınca Osmanlı Devleti’ne bağlı göründüler.Ama savaşın gidişatı tersine dönünce , özellikle Plevne’de Osman Paşa teslim olunca İstanbul Ermeni Patrikhanesi yüzseksen derecelik bir dönüş yaptı.Patrikhane ve Ermeni aydınları Osmanlı Devleti’ne sırt çevirip Ruslar’a yöneldiler.Ocak 1878’de kılıç artığı onbinlerce Rumeli Türk göçmeni , kar, buz, balçık, çamur içinde bata çıka Rus kuvvetleri önünde Trakya’da yol almaya, canlarını İstanbul’a Anadolu’ya atmaya çalışıyorlardı.Bozguna uğramış olan Rumeli boşalıyor, perişan Türk kitleleri Avrupa’dan Ön Asya’ya , Anadolu’ya dönüyorlardı.Ermeni Patriği Nerses Efendi, Rus Başkomutan Vekili Grandük Nikola’nın huzuruna çıktı.Ermeni cemaatinin Rus Çarı’na bağlılığını arzetti.

  4. #4
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Dygsuz

    Standart

    Patrik Narses Efendi, Grandük tarafından kabul edilir.Rus geleneklerinin aksine, Patrik , Grandük’ün elini “Türkiye’deki Ermeni vatandaşları adına” öper ve der ki;

    “Size bir harita ve talep listesi sunuyorum.Türkiye’de Ermeniler’in çoğunlukta olmamalarına rağmen, devlet kuramadıkları, kendi vatanlarının sınırlarını belirleyen bu haritayı inceleyiniz.Hakkımızı veriniz.Burada derhal bir Ermeni Devleti kurunuz.Size İsa ve Ermeni halkı adına teminat veriyorum ki, bu devlet Rusya’nın sadık bir parçası ve kölesi olacaktır.”

    Bizimle birlikte yaşadıkları süre içinde , iki kere sadrazamlığa kadar yükselmiş ve devletin bütün mertebelerinde görev alan Ermeni vatandaşlarımız bu müddet içinde hiç köle olmamışlardı da şimdi Ruslar’a köle olmayı teklif ediyorlardı.Aslında Rusya’nın hedefi içinde Ermeni olmayan bir Ermenistan Devleti kurmaktı.

    General İgnatieff’in Osmanlı Hariciye Nazırı Saffet Paşa’ya dikte ettiği 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’na Ermeniler’le ilgili şu madde eklendi:

    “Madde 16-Ermenistan’da (Doğu Anadolu’da) Rus işgalinde bulunan ve Türkiye’ye geri verilecek olan toprakların Rus askerince boşaltılması, oralarda , iki devletin (Türkiye ve Rusya’nın) iyi ilişkilerine zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Bab-ı Ali (Osmanlı Hükümeti), Ermeniler’in yaşadığı vilayetlerde yerel durumun gerektirdiği iyileştirmeleri ve reformları zaman yitirmeden gerçekleştirmeyi ve Kürtler ile Çerkesler’e karşı Ermeniler’in güvenliğini sağlamayı üzerine alır.”

    Ayastefanos Antlaşması, İngiltere’yi telaşlandırdı.Kars, Ardahan ve Batum’un Rusya’ya katılması , Ermeniler üzerinde Rus nüfuzunun artması ve Rusya’nın Doğu’da prestij kazanması İngiltere’nin “hayati çıkarlarına” ters düştüğü değerlendirildi.İngiltere’nin Hindistan İmparatorluğu’na giden birinci yol Süveyş Kanalı’ndan , ikinci yol Doğu Anadolu’dan geçiyordu.Doğu Anadolu Asya’da İngiliz-Rus rekabetinin bir düğüm noktası olarak görülüyordu.İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’a göre Rusya’nın Kars, Ardahan ve Batum’u alması , geri olan halk kitleleri üzerinde öyle derin etkiler yaratacaktı ki , sonunda bu kitleler , özellikle Osmanlı Ermenileri Rusya’nın kucağına düşeceklerdi.Bunun sonucunda Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu toprakları bir defa daha parçalanıp Rusya tarafından yutulabilecekti.

    İngiltere, Ayastefanos Antlaşması’nı değiştirmek için hemen harekete geçti.4 Haziran 1878 günü İngiltere ile Osmanlı hükümeti arasında ikili bir antlaşma imzalandı.”Kıbrıs Antlaşması” olarak ta bilenen bu antlaşmaya göre ,eğer Rusya , ilerde Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarından bir bölümünü ele geçirmeye kalkarsa , İngiltere Osmanlı Devleti’nin yardımına koşacaktı.Bu olası yardıma karşılık Osmanlı Devleti Kıbrıs adasının yönetimini İngiltere’ye bırakıyordu.

    18 Temmuz 1878 günü imzalanan Berlin Antlaşması’nda Osmanlı Ermenileri ile şu özel madde yer aldı:

    “Madde 61:Bab-ı Ali (Osmanlı Devleti) Ermeniler’in yaşadığı eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformları geciktirmeden yapmayı ve Çerkes ve Kürtlere karşı Ermeniler’in huzur ve güvenliğini sağlamayı taahhüt eder.Bu hususta alınacak önlemleri büyük devletlere bildirecektir ve devletler de alınan önlemlerin uygulamasını gözetleyeceklerdir”

    Doğu Anadolu’da yapılacak reformlar sonunda Ermeniler, İngiliz veya Avrupa protektorası altında serpilecek , güçlenecek ve siyasi bakımdan hazırlanacaklardı.Sonra dışarıdan Doğu Anadolu’ya Ermeni nüfusu getirilecekti.Böylece bölgede Ermeni nüfusu artacaktı.Ama ne kadar artarlarsa artsınlar Ermeniler yine azınlıkta kalacaklardır.Onun için ikinci adım olarak , Türk nüfusu Doğu Anadolu’dan peyderpey uzaklaştırılacaktı.Geriye Ermeniler, Kürtler ve Süryaniler kalacaktı.Süryaniler’le Ermeniler mezhep ayrılıkları bir kenara bırakılıp kaynaştırılacaktı.Kürtler ise “silah zoruyla hizaya getirilecekler”, Ermeniler’le birlikte yaşamaya zorlanacaklardı.Bütün bunlar “Reformların uygulaması” kisvesi altında yapılacaktı.Zamanı gelip Osmanlı Devleti çökünce de Ermeniler’e bağımsız bir devlet kurdurulacaktı.Ancak bu devlet kendi ayakları üzerinde duramayacağından , bunun üzerinde “güçlü bir İngiliz protektorası” kurulacaktı.Böylece Rus yayılmasına bir set çekilecekti.

    Ermeni meselesi gündeme geldiğinde ,Osmanlı tahtında yeni padişah II.Abdülhamit vardı.II.Abdülhamit Ermeni meselesi ve Doğu Anadolu ıslahatı konusunda çok kararlı bir tutum sergilemiş ve Berlin Kongresi’nde öngörülen hususları hiçbir zaman yürürlüğe koymamıştır.Alman elçisine söylemiş olduğu şu sözler, onun tutumu hakkında yeterli bir fikir vermektedir: ”Ölürüm de Ermenilere muhtariyet hakkı tanıyan Berlin Antlaşması’nın 61.maddesini uygulatmam.

    93 SAVAŞI’NDA ERMENİ SORUNU’NUN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ

    1. Rus ordusunda bulunan Ermeni asıllı askerler, Osmanlı topraklarında oturan Ermeniler’le ilişki kurmuş ve bunun sonucu olarak da Ermeni subayları isyan ve başkaldırmalarının Rus ordusu tarafından destekleneceği yolunda propaganda yapmaları

    2. Balkanlar’da oturan Hıristiyan toplumların bağımsızlık elde etmeleri, Ermenileri de aynı yolda gayrete getirmiştir.

    3. Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasında imzalanan Yeşilköy Antlaşması’nın 16. maddesi, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi ile Ruslar’ın Ermeniler’in hamisi sıfatını kazanmaları

    II.ABDÜLHAMİT’E SUİKAST

    1905’in 21 Temmuz günü İstanbul’da patlayan bir saatli bomba 26 kişinin hayatına mal oldu.Bomba zamanın hükümdarı II.Abdülhamit’i öldürmek için hazırlanmış ve Cuma namazı için Yıldız Camii’ne giden padişahın namazdan çıkışı sırasında patlayacak şekilde ayarlanmıştı.

    Abdülhamit, namazdan hemen sonra zamanın Şeyhülislamı Cemalettin Efendi ile sohbete dalması sayesinde hayatta kaldı.Bomba hükümdarın bulunduğu yerin çok daha ötesinde patladı ve 26 kişi hayatını kaybederken 58 kişi de yaralandı.

    Soruşturma işin arkasında Ermeni komitacıların bulunduğunu ortaya çıkardı.Üstelik Yıldız’da patlayan bombayı kendileri hazırlamamış, taşeronluğu Avrupalı teröristlere vermişlerdi.Terör ekibinin başında Charles-Edward Jorris isminde Belçikalı bir anarşist vardı.Jorris yakalandı ve mahkemeye çıkartıldı.

    Duruşmalar birkaç devam eti.Karar celsesinden bir gün önce, 1905’in 17 Aralığında Belçika’nın İstanbul’daki Büyükelçisi zamanın Osmanlı Dışişleri Bakanlığı olan Hariciye Nezaretine bir nota gönderdi ve mahkum edilmesi halinde Jorris’in kendilerine iade edilmesini isteyeceklerini bildirdi.Büyükelçi iade talebini İstanbul’la Brüksel arasında 3 Ağustos 1838’de imzalanan “Dostluk ve Ticaret” yani “Kapitülasyon Antlaşması”nın 8.maddesine dayanarak yapıyordu.

    Mahkeme bu notanın verilmesinden bir gün sonra, yani 18 Aralık’ta kararını açıkladı ve Jorris’i idama mahkum etti.Belçika Büyükelçisi ise Bab-ı Ali’ye hemen ertesi günü bir daha başvurup Jorris’in iadesini hiç sıkılmadan yeniden talep etti.

    Osmanlı Hükümeti, terörü padişahın hayatına kastedecek derecede ileri götüren Belçikalı anarşisti geri vermemek için uzun zaman direndi.Abdülhamit idamı müebbet hapse çevirdi ama Jorris hapishaneye değil bir başka yere gönderildi:Avrupa’ya.Batı dünyası teröristin hükümdarın hayatına kastettiğini bile gözardı etmiş, Sarayla Bab-ı Ali üzerindeki baskılarını arttırdıkça arttırmış ve Abdülhamit için Jorris’i serbest bırakmaktan başka bir yol kalmamıştı.

    O da öyle yaptı, teröristi gerçi Belçika’ya iade etmedi ama cebine pasaportunu koyup Avrupa’ya göndermeye mecbur kaldı.Türkiye’nin diplomatik aczi o günlerin basınında “Hükümdarımız o kadar iyi yüreklidir ki, kendi hayatına kasteden bir caniyi bile affetme büyüklüğünü göstermekten kaçınmamıştır.” İfadeleriyle yorumlandı, tarihlere de “Abdülhamit, katili sonraları istihbarat hizmetlerinde kullandı” diye geçti

    I.DÜNYA SAVAŞI

    Osmanlı Devleti, I.Dünya Savaşı’nda sekiz cephede birden savaşmak zorunda kaldı.Bu cephelerden bir tanesi de Kafkasya Cephesidir.Osmanlı birlikleri Kafkasya üzerinden hem Rusları güneyden çevirecek hem de Orta Asya’daki Türkler’den yardım alınacaktı.Fakat plan gerçekleşemedi.Enver Paşa idaresindeki Osmanlı birliklerinin Kars-Sarıkamış’ta düşmana karşı bir tek kurşun atmadan şiddetli soğuk , açlık, salgın hastalıklar vb. sebeplerden donarak şehit olması Ermeniler’e bekledikleri fırsatı verdi.

    Osmanlı Devleti, I.Dünya Savaşı başlar başlamaz derhal seferberlik ilan etmiş, Müslüman-Hıristiyan , savaşabilecek bütün vatandaşlarını silah altına davet etmişti.Bu vesileyle Ermeniler de askere alınmaya başladılar.

    Ermeniler, Ruslar’a müracaat ederek, onların himayesinde müstakil Ermenistan’a kavuşmak arzularını bildirmişlerdi.Osmanlı Devleti I.Dünya Savaşı’na girmeden önce , Ermeni ileri gelenleri (Patrikhane, Taşnak ve Hınçak ileri gelenleri) İstanbul’da toplanarak savaş esnasında alacakları tavrı son bir defa daha gözden geçirdiler.Toplantıda iki karar alındı.Birinci kararsmanlı Devleti’ni şüphelendirmemek için savaşa girmesi halinde Ermeni halkının Osmanlı Devleti’ne sadık kalarak hükümetin alacağı kararlara yardımcı olmalarını içeriyordu.Bu karar bir bildiri ile ilan edildi.İkinci karar ise gizli idi.Bu karar Osmanlı yetkililerine duyurulmadan birer talimat olarak gizlice Ermeni komitelerine dağıtıldı.Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi halinde Ermeniler’in bir taraftan isyan çıkarması, bir yandan da Ruslar’a yardım etmeleri isteniyordu.Ermeniler’in bu hususta nasıl davranacağını belirten talimat şöyle idi:”Rus ordusu huduttan ilerler ve Osmanlı askeri geri çekilir ise, her tarafta birden eldeki bütün vasıtalarla ayaklanılacak, Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, devlet kurumları ve binaları bombalarla havaya uçurulacak, yakılacak, hükümet kuvveti içeride meşgul edilecek, levazım kolları vurulacak; şayet Osmanlı ordusu ilerler ise Ermeni askerleri Osmanlı birliklerinden ayrılıp silahlarıyla Ruslar’a katılacak ve kıtalarından firar ederek çeteler oluşturacaklardır.

    Meclis-i Mebusan’daki Ermeni mebusların lideri Erzurum mebusu Pastırmacıyan Efendi adamlarıyla birlikte Ruslar’a katılmıştı.Dört Ermeni genci tarafından Talat Paşa’ya yönelik bir suikast girişimi ortaya çıkarılmıştı.Bu gelişmeler sırasında bazı ileri gelen politikacılar Ermeniler’e karşı misillemede bulunulmasını, bunun için özel bir yasa çıkarılmasını önermişlerdir.Enver ve Talat Paşalar ise bu gibi önlemlerin unsurlar arasındaki düşmanlıları şiddetlendireceği gerekçesiyle bundan kaçınılmasını istemişlerdi.Önlem olarak Ermeni Patriğinin ve Ermeni mebusların dikkatlerinin çekilmesi kararlaştırılmıştı.Bu bağlamda Enver Paşa Ermeni Patriğini, Meclis-i Mebusan başkanı da Ermeni mebusları bir ayaklanmanın üzücü ve kaçınılmaz sonuçları konusunda uyarmışlardı.Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusu Süleyman Askeri Bey’in ilgilileri, Türkler’le işbirliği yapmamaları hiç olmazsa tarafsızlıklarını sağlamak dolayısıyla zorunluluk olmadıkça Ermeniler’in kalplerini bile kırmamak konusunda uyarması da bu konudaki özeni göstermektedir.Fakat ne yazık ki bu çabalar olumlu sonuçlar vermedi.Ermeniler’in kitleler halinde Ruslar’a katılmasını ve düşmanla işbirliği yapmasını önleyemedi.Özellikle Sarıkamış’ta yaşanan felaketin Kafkas Cephesini zayıflatması bu katılımı daha da hızlandırdı.Ayrıca İtilaf Devletleri’nin silahlandırdıkları Ermeni çeteleri Ruslar’a karşı savaşan Kafkas ordusu’nun ardında harekete geçmişler, ordunun sağ kanadının menzil hizmetlerini kesintiye uğratmışlardır.

    Görüldüğü üzere Osmanlı sekiz cephede bile savaşırken öncelikle azınlıkların güveliğini düşünmüştür.Fakat Ermeniler’le beraber diğerleri yabancı devletlerin kışkırtmaları sonucu devlete isyan etmişlerdir.Yıllarca idaresinde barındırılıp ayrıcalıklı muamelesi yapılan Ermeniler bunu unutmuşlar ve devletin en nazik zamanında Doğu Anadolu’da savunmasız durumdaki kadın, çocuk ve yaşlıları hunharca katletmekten geri durmamışlardır.Aradan uzun zaman geçmiş olasına rağmen bu gün hala Doğu bölgelerimizde Ermeniler tarafından katledilen Türkler’in toplu mezarlarına rastlanmaktadır.Buna rağmen Osmanlı Devleti onları sadece Suriye’ye göç ettirmekle yetinmiştir.Aynı durum bu gün bizlere insan hakkı dersi vermeye çalışanların başına gelse nasıl davranacaklarını tahmin etmek hiç te güç değildir.Bu olay Türkler’in Ermeniler’i katli şeklinde anlatılmış ve bu sorun değişik zamanlarda bu gün bile karşımıza çıkmaktadır.Tehcir Kanunu’nu imzaladığı için Talat Bey en büyük düşman olarak görülmüş , aradan yıllar geçtiği halde Ermeniler’in intikam duyguları bitmek bilmemiştir.Talat Bey, Berlin’deki evinden çıkarken Teleyran adındaki bir Ermeni tarafından vurularak öldürülmüştür.Yakalanan katil Talat Bey’i 1915 yılında çıkarılan Tehcir Kanunu’ndan dolayı öldürdüğünü çekinmeden itiraf etmiştir. Sonraki tarihlerde ASALA adındaki Ermeni Terör örgütünün çeşitli faaliyetlerine rastlamaktayız.Çeşitli Avrupa ülkelerinde sözde 24 Nisan 1915 Ermeni katliamı anısına anıtlar dikilmektedir.

    İsyanın sebeplerinden biri de Ermeniler’in İmparatorluğun çökmekte oluşundan cesaret alarak coğrafi ve demografik şartların elverişliliğine bakmadan bağımsızlık peşinde maceracı bir politikaya atılmalarıdır.

    Aslında savaş başlamadan önce her türlü isyan hazırlığına girişmiş olan Ermeniler, bazı dağınık hareketlere rağmen, savaş başlar başlamaz toplu bir isyana yönelmemişlerdir. En uygun zamanın. İngilizlerin İskenderun Körfezi'ne çıkmaları ve Rusların İskenderun Körfezi’ne doğru ilerlemeleri anında olacağı değerlendirilmekleydi Her ihtimale karşı nasıl hareket edeceklerini belirlemişlerdi. Ancak Ermeniler savaşın başlamasını beklemediler, daha doğrusu bekleyemediler ve isyanları başlattılar. Bunun da sebebi, ayaklanan bazı Ermeni çetecilerinin ifadelerine göre Rus ordusunun yaklaşmasının beklendiği bir sırada. Hükümet tarafından silah aranmasına başlanması, komite yöneticilerinden bazılarının tutuklanarak sürgüne gönderilmesi ve 1894 doğumluların silah altına çağrılmasıdır.

    Osmanlı orduları cephede savaşırken. Ermenilerin bu eylemleri. "Ermeni bağımsızlığı için, müttefik davasına hizmet gayesiyle" hazırlanan plana uygun yürütülüyordu. Ancak. Ermeni çetelerinin cephe gerisindeki faaliyetlerinin, devletler hukukuna göre hıyanet sayıldığı gerçeği göz ardı ediliyordu.

    Ermeni isyanları özellikle Doğu Anadolu'dan başlayarak diğer vilayetlere yayılmıştır, Erzurum ve çevresinde Rus işgalinin genişlemesiyle Ermeniler, "halkın kanını kendilerine mubah" görmüşler ve bir Alınan generalinin ifadesiyle, "bu bölgedeki Müslüman halkı silip süpürmeye" başlamışlardı.

    Ermeni çetelerinin bu tür zulüm ve eylemleri sürerken, güvenlik kuvvetleri tarafından Ermenilerin yaşadıkları bölgelerde yapılan aramalarda pek çok silâhlı ve cephane ele geçirilmiştir. Hatla ele geçirilen silahların çokluğu Müslüman halkı hayrete düşürmüş, müthiş bir katliamdan kurtulduklarına inandırmıştır. Rus işgalinden önce Ermenilerin yaşadıkları yerler bir bakıma Ermeni işgali görmüş gibiydi ve bu yerlere devlet gücü giremez olmuştu. Arlık devletin varlığını ağır bir şekilde yaralayan bu durum, biraz daha hoşgörü gösterildiğinde, telafisi mümkün olmayan sonuçlara sürükleneceğini göstermekteydi.

    Ermeniler’in Zeytun, Bitlis ve Van’da çıkarttıkları isyanlar büyük kalkışmanın ön habercisiydi.Fesat kaynağı olan Ermeni komitelerinin hala mevcudiyetinin meşru telakki edilemeyeceğinden her türlü siyasi teşkilatın ilgasına zaman geçirilmeden karar verildi.Yani Hınçak, Taşnak be benzeri komitelerin derhal kapatılması kararı alındı.Bu komitelerin merkez ve şubelerinde bulunan belgelerin katiyen kaybolmaması veya imhasına imkan bırakılmadan müsaderesi; komitelerin yönetici ve ileri gelenleri ile zararlı Ermeniler’in hemen tevkifine başlandı.24 Nisan 1915 tarihinde komite merkezlerinin kapatılması ve bazı kararları almak zorunda kalınmıştı.Bunlar;

    1. 16-55 yaş arasındaki Ermeniler dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya girip çıkamayacak.

    2. Haberleşmeler Türkçe yapılacak.

    3. Ermeni çocukları devletin resmi okullarında okuyacak.

    4. Ermenice gazeteler kapatılacak.

    Belgelere göre tehcir kararının alınmasının gerekçeleri şunlardır:

    1.Harp bölgelerine yakın yerlerde oturan Ermeniler, Osmanlı sınırlarını korumakla görevli Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hareketini güçleştirmektedir.

    2.Erzak ve mühimmat naklini zorlaştırmaktadırlar.

    3.Düşman ile aynı gayeleri paylaşmakta, onlarla emel ve işbirliği yapmaktadırlar.

    4.Bir kısmı düşman saflarına katılmaktadırlar.

    5.Memleket içinde askeri birliklerimize ve suçsuz halka silahlı saldırılarda bulunmaktadırlar.

    6.Osmanlı şehir ve kasabalarına saldırarak katil ve yağmacılıkta bulunmaktadırlar.

    7.Düşman deniz kuvvetlerine erzak sağlamaktadırlar.

    8.Müstahkem mevkileri düşmana göstermektedirler.

    TEHCİR KANUNU

    1.Savaş sırasında ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların müstakil mevki kumandanları, ahali tarafından herhangi bir suretle hükümetin emirlerine , yurt savunmasına, asayişin korunmasına ilişkin işlere ve düzenlemelere muhalefet, silahla saldırı ve direnme görürlerse bunu önlemeye mezun ve mecburdurlar.

    2.Ordu, müstakil kolordu ve tümen kumandanları askerlik icaplarından dolayı veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri köyler ve kasabalar halkını tek tek veya toplu olarak diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler.

    3.İş bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir.

    4.İş bu kanun hükümleri yürürlüğe Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nazırı memurdur.

    Demek ki tehcir kararı askeri zorunluluklardan kaynaklanıyordu.Bir milletin ordularını arkadan vurmak isteyenlere karşı kendisini savunmasını önleyecek hiçbir yasa olamazdı.Osmanlı Hükümeti bu şartlar altında dünyada böyle bir tehlike ile karşılaşan bütün devletlerin başvuracağı bir yönteme başvurarak tehcir kararını aldı.Diğer taraftan hükümetin bu kararı benimsediği için değil , başka çözüm bulamadığı için aldığı bir gerçektir.Çünkü tehcir kararı almak ve uygulamak, bunun için kuvvetler ayırmak, mali kaynak bulmak anlamına geliyordu.Ayrıca üretimin düşeceği, hizmet sektörünün aksayacağı kesindi.Bu bakımdan tehcir bir bakıma devletin kendi kendini felç etmesi anlamına da geliyordu.Diğer taraftan Ermeni ayaklanmaları sadece sınıra yakın bölgelerle sınırlı kalsaydı kısmi bir tehcir yeterli görülecekti.Ancak Ermeniler’in düşmanın erişemediği iç bölgeleri de bir savaş alanına çevirmeleri , Marmara Bölgesi’nde İstanbul Boğazı civarındaki Rus donanmasıyla haberleşmeleri , çıkarma kuvvetleriyle işbirliğine yönelmeleri, tehcir kapsamının genişletilmesini gerekli kıldı.Tehcir kararı ölüm kalım mücadelesi veren bir milletin savaş hukukunun geçerli olduğu şartlarda ihanet içinde olan bir azınlığa karşı alabileceği en insani önlem olabilirdi.

    Osmanlı yönteminin Ermeni toplumuna karşı özel bir kininin olamayacağının bir belgesi de tehcirin sadece Ermeniler’e uygulanmış bir yaptırım olmaması, diğer unsurları da kapsamasıdır.Rum tehcirinin yanı sıra , Cemal Paşa da Museviler’i gönüllü bir tehcire tabi tutmuştur.Akdeniz’deki İtilaf donanmasının Filistin’i casus yuvası haline getirmesi üzerine Cemal Paşa, sözlü bir uyarıyla Yafa’daki Museviler’in kendiliklerinden burayı terk edip Hama ve Humus’a gitmelerini sağlamıştır.

    Görüldüğü üzere tehcir kararında yakın vadede ordunun hareket alanını güvenceye almak ve Müslümanlar’la Ermeniler arasındaki çatışmaları önlemek , uzun vade de emperyalist devletlerin bu amaçla Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışarak , kendi topraklarında bir Ermeni Devleti’nin doğmasına engel olmak istediği açıktır.Şüphesiz idare bu işlemi uygularken , aktif Ermeni militanlarıyla , sivil halkın çatışmaya karışmayacak unsurlarını ayıramazdı. Nitekim 14 Haziran’da Erzurum, Diyarbakır, Mamuratü’l-aziz ve Bitlis’e çekilen bir şifrede ; ihraç olunan Ermeniler’in yollarda hayatlarının korunmasına özen gösterilmesiyle ; sevk sırasında kaçmak isteyen veya muhafazalarına memur olan güvenlik kuvvetlerine saldıranların cezalandırılmalarının doğal olduğu hatırlatılmaktadır.fakat buna hiç bir zaman ahali karıştırılmayacak ve etnik unsurlar arasında mukateleyle sonuçlanacak , aynı zamanda harice karşı çok çirkin görünecek olayların çıkmasına kesinlikle izin verilmeyecekti.Ermeniler’in varmaları gereken yerlere en kısa yoldan ve güzergahlarında bulunan aşiret veya köylerin saldırılarına karşı her türlü tedbirin alınmasıyla sevk edilecekler; kafilelere katil ve gasba cüret edecekler şiddetle cezalandırılacaklardı.Burada şu husus ta açık yüreklilikle söylenmelidir; tehcir kararı alınmasından sonra ihtilalci Ermeni komitalarıyla hiç işbirliği etmemiş bir çok Ermeni'nin de karar karşısında devlete isyan katıldığı bir gerçektir.Aslında bu karar Ermeniler’in topyekun memnuniyetsizliklerini de körüklemiştir.Çünkü alınan göç kararına uymak istemeyen bir çok Ermeni devlete karşı silahlı direnişe geçmiştir.Tehcir kararı Osmanlı topraklarında yaşayan 1.300.000 Ermeni’nin tamamına uygulanmadı.Tehcir uygulanan yerler Doğu Anadolu ve İç Anadolu’da bazı şehirleri içine alıyordu.Buralardan kaldırılan Ermeniler yabancı bir devletin toprağına değil, yine Osmanlı toprağı olan Suriye, Lübnan, Kuzey Irak bölgesine iskan edildiler.

    Osmanlı hükümeti, 600-700 km. güneye götürülen Ermenilerin iskânı için gerekli tedbirleri 30 Mayıs ve 28 Ağustos tarihli talimatlarla aldı. Biri;

    1- Nakli gerekenler, iskân edilecekleri mahallere refah içinde can ve mal! güvenlikleri sağlanarak sevk edileceklerdir.

    2- Gittikleri yerlerde kesin yerleştirilmelerine kadar, kendilerine göçmen Ödeneğinden geçimlerini sağlayabilmeleri için yardım yapılacaktır.

    3- Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine arazi ve mal verilecektir.

    4- Hükümet tarafından bunlar için ev yaptırılacaktır.

    5- Çiftçilere tohumluk, zenaat erbabına alet-edevat verilecektir.

    6- Terk ettikleri taşınabilir mal ve kıymetler kendilerine ulaştırılacak, bu mümkün olmadığı takdirde bunların karşılığı para olarak kendilerine ödenecektir.

    7- Boşaltılan şehir ve kasabalarda bulunan Ermenilere ait taşınmaz malların sayımı yapılacaktır. Bunların cinsleri, miktarları ve kıymetleri tespit edildikten sonra bu köylere yerleştirilecek muhacirlere verilecektir.

    8- Ermenilerden boşaltılacak yerlere iskân edilecek muhacirlerin kullanamayacakları mallar, yani zeytinlik, dutluk, bağ ve portakal bahçeleri, -han. fabrika, depo ve dükkân gibi gelir getirecek taşınmaz mallar arttırma ile satılacak veya kiralanacak ve bu gelirler sahiplerine (Ermenilere) verilmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir.Bir diğeri ise;

    1- İskâna tabi tutulan Ermenilerden araba veya yaya olarak yola çıkan gruplar en yakın demir yolu istasyonuna götürülecek oradan da yerleştirilecekleri yerlere trenle sevk edileceklerdir.

    2- "Tehcir" e tabi tutulanlar, tren istasyonlarına vardıklarında aile reisleri asker olan veya bakacak kimsesi bulunmayan kadın ve yetimler, durumlarını resmî belge ile ibraz ettikleri takdirde başka yere iskân edilmeyerek istasyon yakınındaki şehir, kasaba veya köylere yerleştirileceklerdir.

    3- Başka yerlere İskân edilecek Ermenilerin sevk sırasında iaşeleri temin edilecek. Fakirlerin iaşeleri ise ücretsiz olarak karşılanacaktır.

    4- Sevk sırasında Ermenilerin güvenliği sağlanacaktır. Hamile ve yeni doğmuş çocukların ihtiyaçları karşılanacaktır.

    5- İskâna tabi tutulanlar arasında yerlerini terk etmek istemeyenler veya yerlerine dönmek istemeyenlerden makul sebep gösterenlerin dilekçeleri görevlilerin görüşleri de alınarak Dahiliye Nezareti'ne gönderilecek ve nezaretin vereceği cevaba göre hareket edilecektir.

    6- Göç sırasında veya konaklama esnasında Ermeni göçmenlere yapılacak herhangi bir saldırı derhal zararsız hâle getirilecektir. Saldırıda bulunanlar tevkif edilerek Divan-ı Harp mahkemesine sevk edilecek ve en ağır bir şekilde cezalandırılacaktır.

    7- Göçe tabi tutulanlardan rüşvet veya hediye alanlar, tehdit ile kadınları iğfal edenler veya onlarla gayrı meşru münasebet kuranlar derhal göre\den alınıp Divan-ı Harbe sevk edilecek ve ağır bir şekilde cezalandırılacaktır.

    Zikredilen talimatnamenin orijinal metni İngiliz arşivlerinde bulunmakladır. Bu ve buna benzer belge İstanbul'un işgali sırasında bazı İngiliz ajanları tarafından Babıâli'den çalınmıştır.

    Başlangıçta Ruslar’la beraber “gönüllü alayları” adı altında yürütülen düşmanlık, Milli Mücadele yıllarında İngiliz ve Fransızlar’la birlikte “lejyonlar”la sürdürülmüş ve Ermeniler vahşet olaylarında bu devletleri bile hayrete düşürecek kadar ileri gitmişlerdir.

    Mevcut belgeler Ermeniler’in uydurma bir belgeyle katliam emrini vermekle suçladıkları Talat Paşa’nın bir devlet adamına yakışan bir şekilde hareket ettiğini göstermektedir.Talat Paşa, Ermeni ailelerinin istasyonlarda toplatılarak sefil hallerde nakledilmlerine karşı çıkmış, mallarının ucuza satılıp sahiplerinin zarara uğratılmamaları için görevlileri uyarmıştır.

    SONUÇLAR VE TESPİTLER

    1- Ermenilerin 35 yıldır sürekli dünya kamuoyu gündemine getirerek benimsetmeye çalıştığı Ermeni soy kırımı yazılmış binlerce esere rağmen ispatlanamamıştır. Ermenilerin tehcirinin de baş sorumlusu emperyalist Batılı devletlerdir.

    2- Osmanlı hükümetinin soy kırımı yaptığını ispatlayan belgeler Alman, Rus. İngiliz. Fransız. İtalyan, ABD. Ermenistan ve Osmanlı arşivlerinde bulunamamıştır. Aksine arşivlerde Ermenilerin Türkleri öldürmelerine dair binlerce belge bulunmaktadır. Sadece Ermeniler tarafından 1914-1919 tarihlerinde 363.141; 1919-1921 tarihleri arasında 154.964 Osmanlı vatandaşı öldürüldüğü belgelerle sabittir. Sebeplerden sonuca gidilecekse önce dünya savaşı ve sonrası Osmanlı vatandaşlarının ölümleri, daha sonra ise Ermeni ölümleri gündeme alınmalıdır''.

    3- Birinci Dünya Savaşı’da bir Türk-Ermeni "mukatelesi" yaşandığı kabul edilebilir. Bunlar iki millet içinde yaşanması arzu edilmeyen olaylardır. Mukatelenin baş sorumlusu ise emperyalist oyunlarına kanarak, bağımsızlık peşinde koşan Ermenilerin olduğu açıktır. Türkler ve Ermeniler karşılıklı ölümlerinin ve acılarının hesabını öncelikle Rusya, İngiltere, Fransa vb. emperyalist devletlerden sormalıdır.

    4- Fransa'da Ermeni soykırımı yasası çıkarken sessiz kalan Almanya Osmanlı hükümetinin tehcir kararını almasında etkili olmuştur.

    5- Tehcir sırasında Osmanlı hükümeti elinden geleni yapmış, suistimalde bulunanlar cezalandırılmıştır.

    6- Tehcir kararı Ermenilerin potansiyel suçlu olarak görülmesinden değil, fiilen isyan etmeleri ve düşmanla işbirliğinden dolayı alınmıştır,

    7- Bu kararın alınmasının asıl sebebi Ermenileri piyon olarak kullanan İngiltere, Rusya. Fransa’dır. Birinci Dünya Savaşı'nı da çıkaran Osmanlı Devleti değildir. Eğer savaş sonrası o bölgelerde Ermeniler hâlâ büyük oranda yaşıyor olsalardı: önceden plânladıkları Osmanlı topraklarında bir Ermenistan oluşturmaları işten bile değildi. Nitekim bu konunun 10 Ağustos 1920 tarihli Sevres Antlaşması'nda da önümüze konduğu unutulmamalıdır.

    8- 1915-1923 yıllarında yaşananlar siyasî konu değil, tarihi bir konudur. Bu tarihi konu hakkında karan siyasîler değil, tarafsız ilmî araştırmalar vermelidir.

    9- Tehcirden dönen Ermenilerin hemen hepsi mal ve mülklerini geri almışlardır.

    10- "Ermeni soy kırımı" sadece Osmanlı Devleti'ni değil, Türkiye Cumhuriyeti'ni de ilgilendirir. Tarihin beğendiğiniz bölümlerini alıp, problemli bölümlerini yok sayamazsınız. Zaten Ermeniler de 1915-1923 yıllarını hedef yaparak Türkiye Cumhuriyeti önderlerini de suçlamaktadırlar.

    11- Atatürk'ün Ermeni soy kırımım kabul ettiği temelsiz bir yalandır. Tam aksine Atatürk soy kırımı "uydurma" olarak nitelendirmektedir.

    12- Ermenistan Devlet Başkanı Koçeryan Fransa'da kabul edilen "Soy Kırımı Yasasını" siyasî bir karar olarak kabul etmek gerektiğini söylemektedir. Bizim devlet adamlarımız da ne yazık ki aynı "siyasî" lafını ifade ederek adeta Koçeryan'a destek vermektedirler. Bu tutum tarihte yaşanmışlıkların veya ölümlerin kabulü olarak yanlış anlaşılabilir. Olay, tarihî bir olaydır. Öncelikle tarihçiler gerçekleri yaşananları belgeleriyle ortaya koymalı ve bu konuda herkesi tatmin edici bir neticeye varmalıdır,

    13- Ermeni soy kırımı yasalarının amacı Türkiye'yi köşeye sıkıştırarak ilk plânda Ermenistan'la ilişkiye zorlamaktır. Daha sonra tanınma, tazminat, toprak istekleri masaya getirilecektir. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi kısa dönemde pek mümkün ve yararlı görülmemelidir.

    14- Ermeniler ve Ermenistan dün olduğu gibi, bugün de batılı büyük devletlerin kendi menfaatlerine göre kullandıkları bir dosyadır.

    15- Ermeni militanların 1973-1984 arasında 34 Türkiye Cumhuriyeti diplomatını öldürdüğü unutulmamalıdır .

    16- Tehcir veya göç ettirme politikasının olağanüstü durumlarda dünyanın birçok yerinde yer yer uygulandığı bilinmektedir. İkinci Dünya Savaşı'nda ABD vatandaşı 250.000 Japon'un toplama kamplarında savaş sonuna kadar tutulmaları buna yakın tarihten bir örnektir.

    17- Ermeniler için "soy kırımı" kimlik ve benlik oluşturmanın asimile olmamanın en kolay ve güçlü yoludur. Bu husus adeta Ermenistan dışındaki Ermenilerin varlık amacı halindedir.

    18- Ermeniler bu konuyu bütün dünyaya anlattıkları gibi kendi gençlerine de ilkokuldan itibaren öğretmektedirler. Mukabeleten nerede olurlarsa olsunlar öncelikle Türk vatandaşlarına Ermeni konusunda gerçekler öğretilmelidir.

    19- Ermeni iddiaları 1915-1923 yıllarında ne kadar Ermeni öldüğü temeline dayanmaktadır. Bu konuda bütün ilgili devletlerin arşivlerinde gerekli araştırmalar yapılmalı, konu bütün boyutlarıyla ortaya konmalıdır. Bütün ilgili devlet arşivleri açılmalıdır.

    20- Ermeni tehcirinin bütün boyutları hakkında daha ciddî, sansürsüz, objektif araştırmalar yapacak imkân ve ortam sağlanmalıdır. Her şeyi güvenilir belgelerden tekrar kontrolle yeni araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Ermeni sorunu ders kitaplarımızda bütün açıklığıyla yer almalıdır.

    21- Ermeniler kendileri ile ilgili birçok drama, roman, hikâye, piyes, belgesel, film, afiş, fotoğraf ve benzeri yayınladı ve yayınlattı. Ancak Ermenilerin Türklere karşı işledikleri cinayetlere dair bilimsel yayınlar dışında fazla bir şey yapılmadığı söylenebilir. Hatta konunun tamamen Türk milletinin hafızasından silindiği, dolayısıyla kollektif hafızanın ve edebiyatın meydana getirilemediği iddia edilebilir. Bu konularda tarihçilerin çalışmaları yanında yazarlar, edebiyatçılar, senaristler ve yapımcılar özendirilmelidir.

    22- Tehcirin uygulandığı dönemde Osmanlı Anadolu'sunun doğuda Ruslar, Çanakkale'de İngiliz ve Fransızlar tarafından iki ateş arasında bulunduğu unutulmamalıdır.

    23- Ermeniler’le ilgili ortaya atılan rakamların bolluğu, çeşitliliği ve zamanla artması konunun propaganda amacıyla tarihî boyutundan saptırıldığını en açık göstergesidir. Bu rakamlar güvenilir verilere dayanmadıkça gelişi güzel kullanılmamalıdır

    24- Ermeniler tarihi çarpıtarak, enformasyon kirlenmesi sağlayıp, kamuoyunu yanlış bilgilendirerek tarihi istedikleri şekilde inşa etmek istemektedirler. Bu tarihî ve istatistiki bilgilerin siyasal amaçlarla kullanılmasından öteye geçmez. Ermeni sorunu, her türlü spekülatif bilginin dışında yeniden, ilmî soğukkanlılıkla saldırı-savunma mantığı dışında ele alınmalıdır. Bu konu problematik tarafları öncelikli olmak üzere, gerçek ve güvenilir belgeleriyle ortaya konmalıdır. Bu yapıldığı takdirde tarih yeniden inşa edilmeden, yaşanmışın ortaya konması mümkün olabilir.

    25- Tarihimizin iyisiyle kötüsüyle bize ait olduğu kabullenilerek bunları saklayan arşivlerimiz dikkatle korunmalı ve araştırmacılara açılmalıdır. Bu ve benzeri konularda üniversitelerimiz bünyesinde araştırma enstitüleri kurulmalı ve çalışmalar devamlı olmalıdır. Geçmişimizi sağlıklı öğrenelim, tartışalım, öğretelim ve böylece geleceğe sağlam bakalım.

    1915 yılında savaşa girmeyi reddeden ve İngiltere'den ayrı bir devlet kurmak isteyen , Almanlar'la işbirliği yaptığına inandığı İrlandalılar'ın üzerine asker göndermiş ve İrlandalılar'ın Sinn Feinn örgütünü ve militanlarını ortadan kaldırmıştır.Amerika'ya büyük İrlanda göçü bu tarihlerde başlamıştır.Ruslar pogromlarla sürekli katlettikleri Yahudiler'i I.Dünya Savaşı'nın içinde Almanlar'a karşı Galiçya cephesinde iyi savaşmadıkları için katliamlara uğratmışlardır.

  5. #5
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Dygsuz

    Standart

    KATLİAMLAR
    Yıl:1895. Yerivas
    Fransız bayrağı çekilmiş olan yer Fransız konsoloshanesidir.Ermeniler’in katledileceği üzerine Başkonsolos Carlier ve eşi, harekete geçmişler ve Sivas’taki Ermeniler’i aileleri ile birlikte evlerine almışlardır.Konsolos ve eşi, omuzlarında tüfek evin üst penceresinde nöbet tutmaktadırlar.Beklemektedirler.Türkler gelecek ve Ermeniler’i kendilerinden almak istedikleri zaman, evet işte o zaman onlar insanlık uğruna çarpışacaklardır.
    Ama boşuna beklemişlerdir günlerce.Ne gelen vardır, ne de kendilerinden Ermeniler’i isteyen Konsolos Monsieur Carlier elde silah nöbet tutarken kulağının dibinden bir kurşunun vınlayarak geçtiğini hissederek yıldırım gibi geriye döner.Karşısında bir Ermeni’yi görür.Elindeki mavzerin namlusundan daha dumanlar çıkmaktadır.Ve şöyle haykırır:
    -Nankör mahluk.İblis ruhlu hain.Bu mudur senin minnet borcunu ödeme şeklin?Bu mudur senin insanlığın?
    Uzun boylu, yakışıklı, sakal ve bıyıkları kırlaşmış adam bu sözleri, sinirden titreyerek , ayakkabılarını öpmeye çalışan yalvarıp yakaran bir başka adama söylüyor.
    Sonra ilave ediyordu:
    -Nasıl yaptın bu işi...Söyle neden bana kıymak istedin? Cevap versene be adam!
    Ve istediği cevap hemen gelir:
    -Beni affediniz, diye inler ayaklarına kapanmış Ermeni. Evet sizi öldürmek istedim, çünkü sizi öldürdüğüm takdirde Avrupalılar “Ermeniler’i evine almış olan konsolosu Türkler katlettiler” diye feryada başlayacaklar ve dünyayı ayağa kaldıracaklardı. Davamıza hizmetti bu.
    Konsolos şaşkınlık içinde yere çöker.
    Yukarıdaki anıyı Başkonsolosun eşi Bayan Carlier daha sonra yazdığı anışlarında anlatmaktadır.
    Van’da Ermeniler’in yapmış olduğu tahribatı ve mezalimi 16 Eylül 1919 tarihli Hariciye Vekaleti yabancı misyonlar gönderdiği genelgede şöyle açıklamaktadır:
    “Şamran Mahallesi’nde 200 kadın ve çocuk sığındıkları evde yakılmışlardır.Mirkos Köyü beyaz bayrak çektiği halde tecavüze uğramış, köyün kadınları ve kızları bilinmeyen bir yöne götürülmüşlerdir.Bazı köylerde ise öldürülen çocukların etleri annelerine yedirilmek istenmiştir.”
    “Aksani ve Hınıs Köylerinde 500 kişiye yakın insan, Şeyhane Köyünde ise 200’e yakın çocuk ve kadın camiye doldurulup diri diri yakılmışlardır”
    Saray civarındaki halk kılıçtan geçirilmiş, sulara atılarak boğulmuş, 10.000’in üzerinde ceset Van Gölü üzerinde sayılmıştır.”
    Van’ın içinde camiler, evler, kışlalar hatta içindeki yaralı ve hastaları ile birlikte hastaneler yakılmıştır.Yakalanan subaylar işkence çektirilerek öldürülmüşlerdir.Bu arada şehirdeki durumu bilmeyen çevre köylerden Van’a gelmek isteyen göçmenlerden 1200 kişi Vatsan ve Etkil yolu üzerinde acımadan vahşiyane bir şekilde öldürülmüşlerdir.
    Ermeniler ve Ruslar, girdikleri köylerde vahşiyane zulümler yapmışlardır.Kadınları ve çocukları diri diri yakmışlar, ihtiyar ve genç erkeklerin gözlerini oyarak genç kızlara tecavüz etmişlerdir.Örneğin Aşnak Nahiyesi’nde kadın ve kızlardan onbeş tanesini ayırarak bir odaya hapsetmişler ve akşamları eğlenirken bu kadınları çırılçıplak soyarak “Haydi namaz kılınız bakalım, nasıl kılıyorsunuz?” diyerek alay etmişler ve nihayet çeşitli işkencelerle öldürmüşlerdir.
    Yine Van’ın Abbasağa Mahallesi’nden Firdevs isimli bir vatandaşın ifadesine göre, çeşitli işkencelerle Müslüman halkın öldürüldüğü, hamile bir kadının karnını yararak çocuğunu çıkarıp kafasını kestikleri, girdikleri evlerdeki insanlara saatlerce işkence yaptıktan sonra öldürdükleri, onbeş-onaltı yaşlarında erkek bir çocuğu çırılçıplak soyarak cinsel organını kestikleri, daha sonra da doğradıkları, Amerikan misyonuna götürülen kadın ve kızların ırzlarına geçildiği anlatılmıştır.Teslim olmak isteyen ahali dahi gerek Ermeniler gerekse Ruslar tarafından çeşitli işkencelerle katledilmişlerdir.
    Anlatılan şu olay vahşetin boyutunun ne kadar tiksindirici olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir.”İki İslam kadınını Ermeniler beraber getirmişlerdi.Bu kadınları ortaya getirdiler.Her ikisi de hamileydi.iki Rus askeriyle iki Ermeni geldi.Kadınların karınlarındaki çocukların oğlan veya kız olduğuna dair iki mecidiye değeri üzerine bahse girdiler.Kadınların karınlarını feci bir surette kama ile yardılar, birinin karnından bir oğlan çıktı.Diğerinin karnındaki henüz küçük olduğu için cinsiyeti anlaşılamadı ve bunun üzerine bir süre de münakaşa ettiler.”
    Van’ın Zeve Köyü’nden Kıymet Başıbüyük:
    “Ermeni komitacıları hamile kadınların karnını süngü ile yırtıp çıkardıkları çocukları yine süngülerinin ucunda oynatıyorlardı.Kadın ve kızların kollarındaki altın- bilezikleri almak için çok kolay bir usul bulmuşlardı.Hemen kasaturayı atıp kolu tamamen kesiyorlar, ondan sonra da bilezik veya yüzük gibi ziynet eşyalarını alıyorlardı”
    25 Nisan 1918 tarihinde Kars’ın Doğu’sundaki Subatan Köyü’nde büyük küçük 750 Türk’ü balta ve bıçakla öldürdükten sonra yakarak şehit ettiler.
    29 Nisan 1918 Gümrü’den 500 araba ile Ahılkelek’e nakledilmekte olan 3.000 kadar kadın, ihtiyar, çocuk ve erkek yolda öldürülmüşlerdir
    Türk Ordusu Erzurum’a girdiği zaman şehir içinde 2127 şehit erkek cesedi defn edilmiştir.Ayrıca Kars kapısı dışında 250 ceset bulunmuştur.Cesetler üzerinde , süngü, balta ve mermi yarası, ciğerleri çıkarılmış, göğüslerine kazık çakılmış cesetlere rastlanmıştır.
    Rus orduları çekilirken, Ermeniler ordumuzdan kaçarken bir köyde ocağa kazanı koyup su kaynatan bir anayı yakalamışlar, karnını yararak kesmişler, çocuğunu kazana atmışlar.Ocağa “Gelin!, Türkler, karnınız açtır.Size yemek hazırladık” diye bağırmışlar.
    Yine bir yerde insanları kol, but, kelle, gövde parça parça edip her birini bir çiviye takmışlar; üzerlerine” okkası on paraya “ yazmışlardır.
    Ne yazıktır ki, bu katliamları yüzyıllardır içimizde barındırdığımız nankör Ermeniler yapmışlardır.
    TALAT PASA'NIN SOYKIRIMI EMREDEN GİZLİ TELGRAFI VAR MIDIR?
    “Soykırım” iddiasını bir Osmanlı politikasına bağlamaya heveslenen Ermeni propagandası bir de bu yönde alınmış bir karar olduğunu ispatlamak zorundadır. Bunun için de bir formül bulunmuş ve Talat Paşa’ya atfedilen ve General Allenby komutasındaki kuvvetlerce Halep'te ele geçirildiği ileri sürülen birtakım telgraf örnekleri ortaya çıkarılmıştır. Bu telgrafların Naim Bey adli bir Osmanlı memurunda bulunduğu ve İngiliz işgalinin öngörülenden daha kısa sürüde gerçekleşmesi nedeniyle Osmanlılarca imha edilemediği iddia olunmaktadır Aram Andonian adlı bir Ermeni yazar bu telgrafların örneklerini 1920’de yayınlanmış, ayrıca Talat Paşa’yı Berlin'de katleden Tehlirian'i yargılayan mahkemeye de verilmiştir. Mahkemede bunlardan 5’i söz konusu edilmiş, ancak delil olarak kabul edilmedikleri gibi otantik olup olmadıkları da herhangi bir karara bağlanmamıştır. Diğer Ermeni iddiaları gibi bu iddianın da gerçekle bir ilgisi yoktur.Zira bu telgraflar 1922'de İngiltere’de Daily Telegraph gazetesinde yayınlanmıştır. İngiliz Dışişleri Bakanlığı bunun üzerine durumu işgal komutanlığından soruşturmuş ve sonunda bu belgelerin Allenby kuvvetlerince bulunmadığı Paris'teki bir Ermeni grubunca icat edildiği anlaşılmıştır. Telgrafların kaleme alınış şekli ve yazıldıkları kağıtlar Osmanlı belgeleri olmadıklarını açıkça göstermektedir. İngilizler ve Fransızlar İstanbul’un işgalinden sonra Ermeniler’e karşı karsı girişilen "katliamın" sorumlularını cezalandırmak amacıyla tutuklamalara girişmişler. Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümeti, İttihat ve Terakki Partisi ve yöneticilerine olan düşmanlığı nedeniyle işgal kuvvetlerine bu hususta elinden gelen her türlü yardımı yapmıştır. Tutuklananlardan bir kısmı İstanbul'da yargılanmış, bir kısmı ise Malta'ya sürülmüştür.
    İstanbul’daki mahkeme İttihat ve Terakki'nin firardaki 4 yöneticisini gıyaplarında idama mahkum etmiş, ayrıca 3 kişiyi daha idam cezasına çarptırmıştır. Bu son idam cezalarının yalancı tanıkların ifadelerine dayanarak verildiği daha sonra açığa çıkmıştır. İngilizler Malta'ya sürdükleri sanıklar aleyhine her yerde belge ve tanık aramaya girişmişler, Osmanlı Hürriyet ve İtilaf Hükümetlerinin de yardımlarına rağmen hiçbir belge bulamamış, bunun üzerine ABD arşivlerine müracaat edilmiştir.Bu arşivlerde de katliam iddialarını kanıtlayacak belge bulunamamıştır. Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği bu konuda İngiliz Dışişlerine şu cevabi göndermiştir: " Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum.Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir somut vakıa mevcut değildir. Söz konusu raporlar , hiç bir suretle Türkler hakkında Majesteleri Hükümetinin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir ".İngiliz Dışişleri bu cevap karsısında ne yapılması gerekeceğini İngiliz Kraliyet Savcılığına sorar, yanıtı şöyledir "Şimdiye kadar hiçbir şahitten , tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğruluğunu kanıtlayan bir ifade alınmış değildir.Esasen herhangi bir şahit bulunup bulunmayacağı da belli değildir”.
    Sonuç olarak. Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmaksızın 1921 sonlarında serbest bırakılmışlardır.İngilizler belge aramakla meşgul iken Andonian'dan kaynaklanan telgraflar bilinmektedir. İngilizler’in bu telgraflara rağbet etmemeleri bunların uydurma olduklarını bilmelerindendir. Andonian’ın belgelerinin sahte olduğuna dair kanıtlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir.Andonian yaptığı sahte belgelerin ''gerçek Osmanlı belgeleri" olduğunu kanıtlamak için. Söz konusu Halep Valisi Mustafa Abdülhalik Bey’in imzasına dayanmıştır Ancak, halihazırdaki arşivlerde bulunan Mustafa Abdülhalık Bey’in imzasını taşıyan bir çok sahte belge incelendiğinde Andonian belgelerindeki imzanın sahte olduğu ortaya çıkmaktadır. Andonian’ın Mustafa Abdülhalik Bey'in imzasını taşıyan sahte belgenin bir tanesinde bir tarih ver almaktadır. Ancak dönemin İçişleri Bakanlığı ve Halep Valiliği arasındaki yazışmalara ilişkin asıl belgeler incelendiğinde söz konusu tarihte Halep Valisinin Mustafa Abdülhalik Bey değil Bekir Sami Bey olduğu görülmektedir.Dolayısıyla Andonian’ın sahte belgeleri şunu kanıtlıyor ki Andonian'ya Müslüman Rumi takvimi ile Hıristiyan takvimi arasındaki farklardan tamamen habersizdi ya da belgeleri hazırlarken farklar gözünden kaçmıştı. Dikkatsizliği sonucu tarihlerde ve referans numaralarında yaptığı hatalar belgelerin doğruluğu konusunda şüpheye yer bırakmaktadır. Dönemin İçişleri Bakanlığının "giden şifre" kayıtları ayrıntılı olarak incelendiğinde Bakanlığın şifre kayıt tarih ve numaraları ile Andonian' in sahte belgelerinde yer alan tarih ve numaralandırma sistemi arasında hiçbir benzerlik olmadığı. Andonian'in sözde şifreli telgrafları ile dönemin İçişleri Bakanlığının Halep'e gönderdiği gerçek şifreli telgraflar arasında bir ilişkinin bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Andonian'nın "şifreli telgraflarının" Türkçe “orijinalleri" ile dönemin Osmanlı şifreli mesajları karşılaştırıldığında görülmekledir ki kullanılan şifre sistemleri arasında da herhangi bir bağlantı bulunmamaktadır. Andonian belgelerini gerçek gibi göstermek için hiç kullanılmayan . mevcut olmayan bir şifreleme metodu kullanmıştır.. Sahte belgelerin üstlerindeki tarihlerden Osmanlıların 6 ay boyunca ayni şifreleme yöntemini kullanmış oldukları sonucu çıkar ki bu imkansızdır. Zira o dönemde yayınlanan bir genelge ile savaş yıllarında kullanılan şifreleme yönteminin 2 ayda bir değiştirilme zorunluluğu getirildiği ve bunun uygulanmakta olduğu kanıtlanmıştır.Andonian’ın iki sahte belgesinde yer alan Besmele'nin acemice yazılış sekli de gerçek belgelerdekilerle karşılaştırıldığında Andonian'in belgelerinin sahte olduğuna delalet etmektedir. Bu acemice yazım sekli Osmanlılar’da Müslüman olmayanların -Osmanlıca’yı bilseler bile- Besmeleyi yazışmalarda hiç kullanmamış olmalarından kaynaklanabilir.Andonion’un bir çok sahte belgesinde yer alan cümle yapıları ile gramer yanlışlarının bir Osmanlı görevlisince gerçekleştirildiğini kabul etmek güçtür.Aynı şekilde önemli Osmanlı görevlilerince kullanıldığı iddia edilen bir çok deyim ve ifadenin herhangi bir Osmanlı Türkü tarafından bile kullanılması mümkün değildir. Türklerin suçlarını kendi ağızlarından itiraf ettiklerini kanıtlama çabası içerisindeki Andonian bu hususu da gözden kaçırmıştır. Sahte belgeler, iki tanesi hariç, üzerlerinde dönemin Osmanlı bürokrasisinin kullandığı resmi sembollerin hiçbiri bulunmayan düz beyaz kağıda yazılmıştır. Sahte belgelerden birinin Osmanlılar’ın özel yazışmalarda bile kullanmadıkları çizgili kağıda yazılmış olduğu diğer iki belgenin de herhangi bir Osmanlı Postanesinden alınabilen boş telgraf formlarına yazıldığı görülmektedir.İngilizler’in , Ermeni olaylarından sorumlu tuttukları Osmanlı görevlileri aleyhinde kullanılabilecek belgeler bulmak için yoğun çaba sarf ettikleri bir dönemde İngilizce edisyonu bulunmasına rağmen Andonian dokümanlarını kullanmamış olmaları İngiliz hükümetinin belgelerin sahte olduğuna inandığını göstermektedir.Andonian tarafından uydurulan belgeler eğer varolmuş olsalardı , “çok gizli” ibaresi taşımalarından dolayı telgraf yoluyla değil kurye vasıtasıyla gönderilmeleri ve dolayısıyla üç yıl boyunca tutulmak yerine okunur okunmaz yok edilmeleri gerekirdi.Andonian kitabının İngilizce ve Fransızca baskıları arasında, baskı veya tercüme yanlışlıklarından kaynaklanmış olmayacak kadar önemli bir çok farklılıklar vardır.Son olarak Ermeniler’in sözcüleri olarak hareket eden Ermeni çevrelere yakın ilişkiler içindeki yazarlar bile Anadonian belgelerinin gerçekleri üzerinde şüphelerini dile getirmektedirler.Kısacası, meşhur ”Talat Paşa Telgrafları” Andonian ve çevresi tarafından uydurulmuş aldatmacadan başka bir şey değildir.
    Talat Paşa’nın Ermeniler’in katledilmesini emrettiği öne sürülen telgrafıyla aynı tarihlerde gönderdiği başka gizli telgraflar da vardır.Bu telgraflar tehcir sırasında suç işleyecek görevlilerin cezalandırılmasına ilişkindir.Bir yandan Ermeniler’in katli istenirken diğer yandan da bu katliamı yapacak görevlilerin cezalandırılması talimatının verilmesinin izahı yoktur.Neareast Relief Society adlı Amerikan yardım kuruluşunun tehcir sırasında Ermeniler’e yardım etmek üzere Anadolu’da görev yapmasına Osmanlı Hükümetince izin verilmiştir.ABD’nin İtilaf Devletleri safında Osmanlılar’a karşı savaşa girmesinden sonra da bu kuruluşun Anadolu’da kalmasına müsaade edilmiştir.Bu husus ABD Büyükelçisi Elkus’un raporlarına da konu teşkil etmiştir.Bu durumda, eğer “katliam” emri verilmişse , Amerikan kuruluşunun faaliyet göstermesine ve katliama tanık olmasına nasıl müsaade edilmiştir, yani biz Ermeniler’i katlediyoruz, siz de gelin seyredin mi? Demiştir.Bunu herhalde mantıklı açıklamak mümkün değildir.İstanbul, Batı Anadolu ve Trakya’da oturan Ermeniler tehcir dışında bırakılmışlardır.Hatta Orta Anadolu Ermenileri’nden bile yerlerinde bırakılanlar olmuştur.Nihayet bir tehcir bile söz konusu olmadığına göre “topyekün bir katliam” hiç iddia edilemeyecektir.Nihayet, eğer hükümet Ermeniler’i topyekün imha etmek niyetinde olsaydı , herhalde bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün devletlerin dikkatini üzerine çekerek değil, Ermeniler’in bulundukları yerlerde ve özellikle cephelere yakın yerlerde çok kolay bir şekilde yapabilirdi.Görüldüğü gibi, Ermeniler’in sımsıkı sarıldıkları soykırım iddiası da yalandan başka bir şey değildir ve bu soykırım hiç bir zaman olmamıştır.
    ERMENİ VE RUM İŞBİRLİĞİ
    Ermeniler ve burada Ermeni Patriği Zaven Efendi mütareke yıllarında Mavri Mira örgütü ile hemfikir olarak çalışmaya başlamıştı.Zaven Efendi, Rum Patrikhanesi’nde ve Kiliselerde Türkler aleyhine toplantılara katılmış ve Rumlar’la işbirliği yapmıştı.Çünkü Yunanlılar’la Ermeniler’in çıkarları bir Türkiye’nin Batı’sında öteki de Doğu’sunda toprak kazanmak istedikleri için başlangıçta çatışmamakta idi.Gerçi sonradan Kuzey Karadeniz toprakları konusunda anlaşmazlık çıkacaksa da, ortak düşman olarak görülen Türkler’e karşı besledikleri duygular aynı idi.Bu bakımdan hangisi tarafından olursa olsun Türkler’e karşı kazanılan bir başarı ötekini sevindiriyordu.
    Bu dönemde bazı zengin Rumlar, ekonomik bakımdan Ermeniler’i desteklemişler ve onlara her türlü maddi yardımda bulunmuşlardır.Mesela; Mersin’de büyük bir un fabrikasının sahibi ve Bağdat Demiryolları müteahhidi olan Bodusaki Atanasyadis, Ermeni göçmen ve öksüzlerine verilmek üzere Ermeni Patrikhanesine 1200 lira yardım yapmıştır.
    İstanbul’da zaman zaman yapılan ayinlere her iki taraf ta katılıyordu.Örneğin, 5 Ocak 1919’da Ayatiriyadi Kilisesi’nde “Tehcir olunan Rum ve Ermeniler için “ ortak bir ayin yapılmış, burada konuşan Çanakkale Metropoliti Türklerin mezaliminden uzun uzadıya bahsetmiş ve Rumlar’la Ermeniler’in Türkler’e karşı birleşmelerini istemişti.
    Rumların ve Ermeniler’in ortak hareket için yaptıkları çalışmalara bazen Museviler de katılıyorlardı.
    Yunan Millet Meclisi’nin, başta Venizelos olmak üzere 1920 yılının ilk aylarında Ermeniler’e tam destek sağladığı görülüyordu.3-4 Şubat 1919’da Paris Barış Konferansı’nda yaptığı konuşmada “Ermeniler’le dayanışma içinde olduklarını” belirterek Ermeni iddialarını tekrarlayan Venizelos , 13 Mayıs 1920’de Paris Barış Konferansı’ndaki çalışmaları anlatırken “Ümit ederiz ki Başkan Wilson, büyük Ermenistan hudutlarını cömertçe çizsin” ifadesini kullanmıştı.
    Ermeni Patrikhanesi ve Ermeniler, Rumlar’ın başarılarını kutlayarak, onlarla birlikte hareket etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı.Örneğin Ermeniler, İzmir’in Yunanlılarca işgalini kutlamışlar, Venizelos onlara verdiği cevapta “Eminin ki, İzmir’in Yunan askeri tarafından işgali Ermeni Cemaatine de bir hürriyet ve eşitlik devresi açacaktır” demiştir.
    Mütarekeden sonraki dönemde uygun ortamı fırsat bilerek kendi emellerini gerçekleştirmek için her türlü işbirliğini yapmaktan kaçınmayan Rumlar ve Ermeniler, Karadeniz bölgesinde kurulması düşünülen “Pontus Devleti” ve Doğu Anadolu’da kurulması düşünülen “Büyük Ermenistan” sınırlarının özellikle “Trabzon”da çatışması üzerine anlaşmazlığa düşmüşlerdi.
    TEHCİR KURBANLARI
    Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandıktan sonra, İtilaf Devletleri 1915 yılında Tehcir Kanunu uygulayan kişileri İstanbul’da kurdukları Divan-ı Harp’te yargılayarak ölüme mahkum ediyorlardı.
    Bu Divan’a Nemrut Mustafa Paşa adında bir soysuz riyaset ediyordu.Önce Yozgat İstinaf Mahkemesi’nde beraat etmiş bulunan eski Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıfı Vekili Kemal Bey’in 8 Nisan 1919 günü Beyazid Meydanı’nda asılması olayı hiç şüphesi ki milli tarihimiz boyunca “Muhteşem İmparatorluk”un utancını taşıyacaklardı.
    Ayrıca şeyhülislam Mustafa Kazım Efendi de 15 yıl kürek hapsi cezasına mahkum edildi.Doktor Reşit Bey de Tehcir suçlarından idama mahkum edileceğini anlayınca intihar etti.
    Osmanlı yargısı tehcir sırasında Ermeniler’in maruz kaldıkları kötü muameleler konusunda , kimi yöneticilerin ve memurların sorumluluğunu kabul edip , 1397 kişi cezalandırılmış, bunların yaklaşık 600’ü idam edilmiştir.Bu cezalandırmalar ve idamlar kamu vicdanı tarafından haksız bulunmuş, halk sokaklara dökülerek gösteri yapmıştır.
    Öte yandan, özellikle Ermeniler’e karşı yapılan kırım iddiaları nedeniyle, savaş suçlularının cezalandırılması için çok sayıda Osmanlı yöneticisi işgal kuvvetleri tarafından yakalanıp Malta’ya sürülmüş, bu kimseler aleyhine ne işgal altındaki Osmanlı başkentinde, ne de Amerika’da delili bulunamamış, bu kişiler serbest bırakılmıştır.
    GENERAL HARBORD’UN RAPORU
    "Ermenistan" mandası konusunun incelenmesi için Wilson, 1 Ağustos 1919'da General Harbord'u görevlendirdi. Doğu Anadolu ve Kafkasya'da tetkikler yaparak Ekim ayında yurduna dönen Harbord'un Başkan'a sunduğu tespitleri, şimdiye kadar Wilson'un önüne sunulmuş bilgilerden biraz farklıydı. "Yola çıkarken gerçekten bir Ermenistan ve katliamlar göreceğimizi sanmıştık" diyen Harbord, heyetinin yapmış olduğu araştırmalar sonucunda bölgede hiç bir zaman ve hiç bir şekilde Ermeni çoğunluğunun olmadığına tanık olmuştu. Heyet, incelemeleri sonunda, Türklerle Ermenistan, dış etkiler olmadan, yüzyıllarca bir arada ve barış ve güvenlik içinde yaşamış olduklarına inanmıştı. Ayrıca, Türklerin Ermenilere karşı herhangi bir şekilde soykırım hazırlığında bulunmadıklarını da görmüştü. Rus sınırında yığınak yapılmış olduğunu ve Erzurum civarında sivil halkın Ermenilere saldırıya hazırlanmakta olduklarına ilişkin en ufak bir kanıta rastlanmadığı raporda belirtilmişti. Tam tersine, sınır bölgesindeki Türklere sınırı aşmamaları için çok sıkı emirler verilmiş olup, buna karşılık, isteyen Ermenilerin, Türk Ermenisi olduklarını kanıtlamak şartıyla, Türkiye'ye girişlerinin serbest bırakıldığı öğrenilmişti. Türkiye'ye geri dönen Ermenilerin hayatlarının tehlikede olduğunu düşündürecek hiçbir olayla karşılaşmamışlardı. Erzurum'un baştan başa Türk mimarisi özellikleri taşıması, yüzyıllardır burada Türklerin egemen olduğunu kanıtlarken, mezarlıklardaki Türk ve Müslümanlara ait kısımların çokluğu ve Vali'nin "Erzurum'un ölüsü de Türk, dirisi de" sözü, çoğunluğun kimde olduğuna hiçbir kuşku bırakmamaktaydı. Heyette, Türklerin Ermeniler tarafından pek kötü davranışlara maruz bırakıldığı inancı da kesinleşmişti. Ermenilerin birlikte yaşadıkları halka kendilerini sevdirmediklerini kaydeden Harbord, buralarda eskiden beri yaşamakta olan Ermenilerin durumunun, sanıldığının aksine, kötü olmadığını, hatta mülklerinden yokluklarında bile kira aldıklarını belirtmişti. Harbord, sağlık imkanlarının eksikliğine de ayrıca dikkatleri çekmiştir. Doktor ve ilaç bulunmayan bölgede sadece tifüsten ölen Türk askerlerinin sayısının 600.000 civarında olduğunu bildiren Harbord, ölüm oranındaki çokluğa açlık ve yetersiz sağlık koşullarının büyük etkisi olduğunu hatırlatmıştır. Son olarak ise general, Ermenistan'a mandater olacak gücün Iran, Türkiye ve Rusya sınırlarını da tutması gerekeceğini, mandanın Doğu Anadolu ile sınırlandırılmayıp Türkiye'nin tümünü içermesi zorunluluğunu dile getirerek, bunları sağlamak için büyük askerî ve maddî imkânlara ihtiyaç duyulacağını kaydediyordu. Harbord’un tespitleri Wilson'un fikrini değiştirmese bile, manda sorununun havale edileceği Kongre üyelerinde ciddi tereddütler yaratacaktı.
    LOZAN’DA ERMENİ SORUNU
    Atatürk, Lozan’a giden Türk delegelerine iki konuda kesinlikle taviz vermemelerini söylemişti:Ermeniler’e toprak verilmemesi ve Kapitülasyonların kaldırılması
    12 Aralık (1922) günü Curzon, "Ermeni ulusal yurdu" konusunu konferansın gündemine getirecektir. Londra ve San Remo'daki ifadelerini yalanlarcasına Lozan'da Ermenilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu kastederek "kendi topraklarında oturmak özleminde bulunmalarını doğal saydığını" ve onlara Türkiye'de bir "yurt" verilmesinin gerektiğini dile getirir.Bu konuda Türkiye baş delegesinin ne düşündüğünü sorar, İsmet Paşa da cevaben, İngiliz kaynaklarına dayanarak uzun bir konuşma yapar. Ermenilerin, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan diğer azınlık cemaatleri gibi, mîllet sistemi çerçevesinde barış, huzur ve refah içinde Türk komşularıyla bir arada yaşadıklarını hatırlatan İsmet Paşa, bu ilişkilerin Ortadoğu'da emperyalist emelleri olan devletlerin müdahaleleri sonucu bozulduğunu; Ermenilerin, yabancı tahrikleriyle Babıâli'ye isyan ettiklerini, Müslüman ahaliyi mezâlime duçar bıraktıklarını ve bu durum karşısında İstanbul’un kendini savunduğunu söyleyerek konuyu tarihî perspektifi içine oturtacaktır. Devamla İsmet Pasa, Türkiye'de kalmak isteyen Ermenilerin —kendilerine karşı iyi düşüncelerle dolu ve geçmişteki olayları unutmaya hazır olan— Türk yurttaşlarıyla kardeşçe yaşabileceklerini Konferans önünde de belirtecektir. Öte yandan, Ankara, ülkesinin parçası olan bir toprağın "Ermeni Yurdu" kurulmak üzere Türkiye'den ayrılmasını, Türkiye'nin bölünmesine yeni bir girişim saymak zorundadır. Şu var ki, İsmet Paşa'ya göre, bu girişimlerin gerçekleşemeyeceği defalarca ispat edilmiş durumdadır. Türkiye'nin gerek doğusunda, gerekse güneyinde Ermeni çoğunluğunun bulunmadığı açıktır. Ayrıca, Türkiye’nin her ne yoldan olursa olsun anayurttan ayrılabilecek bir karış toprağı yoktur. Kaldı ki Türkiye, zaten var olan bağımsız Ermenistan'la (Erivan Sovyet Cumhuriyeti ile) devletler hukuku ve uluslararası siyasal teamüller uyarınca anlaşmalar yapmış ve iyi komşuluk ilişkileri kurmuş bulunmaktadır. Bunun dışında bir Ermenistan'ın var olduğunu düşünmek, Türkiye'nin anlaşmalarına aykırı düşer. Sonuç olarak İsmet Paşa, Ermeni ulusal Yurdu'na ilişkin olarak yaptığı açıklamaların yeterli sayılacağını vurgulayacaktır. İsmet Paşa'nın uyarısına rağmen, Ermeni Sorunu bir kere daha konferans gündemine bu sefer de Ermeni mandası sorumluluğunu üzerine almayan Amerika Birleşik Devletleri'nin sanki kendini affettirmek istercesine Azınlıklar Alt Komitesi'ne sunduğu bir "Ulusal Yurt Muhtırası" ile girecektir (30 Aralık) İtalyan temsilcisi Montagna'nın da Yurt tasarısını desteklemesi üzerine Türk heyeti müzakerelerde bulunmamayı yeğleyerek oturumu terk edecektir. Türkiye'nin artık, Osmanlı İmparatorluğumun aksine, türdeş bir devlet olduğu özelliği üzerinde duran İsmet Paşa, bir başka birleşimde, bu dünya içinde Ermenilere herhangi bir şekilde toprağa bağlı bir otonomi tanınması diye bir düzenlemenin söz konusu olamayacağını kaydetmiştir. Sözlerini "Marsilya'daki Ermeniler nasıl bağımsız bir varlığa kavuşamazlarsa, Türkiye'deki Ermeniler de buna benzer iddialarda bulunamazlar" diyerek sürdürecektir. Bunun dışında "genel af” konusunun açılmasıyla İsmet Paşa, millet olarak geçmiş olayları unutmaya, ülke olarak Türkiye'de yaşamak isteyen Ermeni kardeşlerinin dönüşünü sevinçle karşılamaya ve onlara uluslararası kıstaslara uygun haklar tanımaya hazır olduklarını teyit etmiştir. Bununla beraber, Ermeni komitecileri kastederek Birinci Dünya Savaşı'nda düşmanla işbirliği yapanların Türkiye'de yeniden karışıklık çıkarmak üzere ülkeye gelmelerine engel olunacağını, bu nedenle bu kişilerin kesinlikle af kapsamına alınamayacaklarını işaret edecektir.Ancak, Türkiye, güvenliği açısından bu zorunluluğu yerine getirirken, kendi hallerinde veya iyi yurttaş olan Ermenilerin söz konusu tedbir yüzünden sıkıntıya düşmemelerine de göz kulak olmaktan geri kalmayacaktır.Konferansın ikinci devresinde Türk delegasyonu Milletler Cemiyeti'nin azınlıkların statüsü konusunda standartlarına uyacağını ifade ettiğinde İngiliz temsilcisi Forbes Adam da bu şartlar altında "topraksal olarak Ermeni yurdunu ve Türkiye'de Ermeni meselelerini gündeme getirmenin tamamen lüzumsuz olduğunu" kabul etmek zorunda kalmıştır. Onu takiben Sir Horace Rumbold, "Erivan Cumhuriyeti dışında bir ulusal yurt ya da Ermeniler için bir vatan toprağı tayin etmek pratik bir çözüm değildir. Andlaşmanın içerdiği azınlıklarla ilgili hükümler bütünüyle yararlı ve yeterlidir" diyecektir. İngiliz-Ermeni Komitesi, Curzon'un Lozan'da karşı karşıya geldiği tek Ermeni delegasyonu değildi. Ermeni Millî delegasyonu başkanı ve bir zamanların Osmanlı Hariciye Nazın Gabriel Noradunkiyan, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na başvurduğunda kendisine verilen cevap, diplomatik yazışmaların olabileceği kadar sert ve kesindi: "Majestelerinin bugünkü şartlarda bu mesele üzerinde fazla durabilmenin, görüşmeleri tehlikeye düşürebileceği nedeniyle mümkün olmadığını ve bu nedenle şimdiki Türk hükümetinin tutumunda hemen ve büyük bir değişiklik bekleme ümidinin olmadığını toplanmasından sonra Andlaşma'da Ermenilerin millî yurdundan bahsedilmediği anlaşılınca Uluslararası Ermeni Taraftarları Birliği (Ljgue Internationale Philarmenıenne), kararı şiddetle protesto ederek, bunu "uluslararası adaletin iflâsı" olarak niteledi. Buna cevap olarak, Curzon'dan sonraki İngiliz Baş delegesi, Birliğin başkanı M.E. Naville'e, Türklerin kabul ettiği metnin dışında bir kararın konferanstaki İngiliz delegasyonunun görev kapsamını aşacağını, sorumluluklarının konferansa çağrılan devletlerle Türkiye arasında barışı sağlayabilmek olduğunu tekrarladı. Ayrıca, Rumbold, "İngiliz delegasyonunun Ermeniler adına sarf ettiği gayret ve eylemlerin artık bittiğini... ve size daha tatmin edici bir cevap gönderebilecek durumda olmadığımı bildirmekten samimi olarak üzüntü duyuyorum" diye ilâve etti.Yukarıdaki satırlardan İngilizler'in Ermeni Meselesi'nde "Kraldan fazla kral taraftarı" olmakla konferansın gidişini ileride görüleceği üzere adlî kapitülasyonlar konusunda olduğu gibi bir daha tehlikeye atmak istemedikleri anlaşılmaktadır. Lozan'daki İngiliz delegasyonuna "uzman" olarak katılan ve Londra'nın Osmanlı Türkiyesi'ndeki son dragomanı Sir Andrew Ryan'ın. Bugün İngiltere devlet arşivinde bulunan evrakı metrukesi, bu konudaki İngiliz tavrını aydınlatacak belgeleri ihtiva etmektedir. Özel mektuplarından birinde Ryan, "Ermeni millî yurdu konusu —nerede ise konferansın en büyük patırtılarından birisine neden olmasına rağmen— ciddî bir sorun değildi. Korkarını ki, bu sorun bir vitrin dekoru olarak ortaya atılmıştı. Bu sorunun içi de gerçekle mağaza camekanlarında raf raf gördüğünüz süt teneke kutuları kadar boştu". Başta Ermeni millî yurdu olmak üzere Curzon'un azınlıklar sorununu ileri sürmesi, bir taktik meselesiydi. Tehciri gündeme getirmekle Türkleri, dünya milletleri önünde mahcup edeceğini sanıyordu. Böylece, Ankara savunmaya çekilecek, Curzon da onların bu gerileyen tavrından yararlanarak isteklerini dikte ettirecekti. İkinci olarak Curzon, aynı taktikle Moskova ile Ankara'nın arasını açmayı tasarlıyordu. Şöyle ki, Curzon İsmet Paşa'ya azınlıklar konusunda Milletler Cemiyeti'nin Öngördüğü hükümleri kabul ettiği ve bu örgüte üye olduğu takdirde de Ermeni Meselesi'ni daha fazla kurcalamayacağını ima etmişti. Milletler Cemiyeti'ni emperyalistlerin kollektif bir örgütü olduğuna inanan Sovyet Rusya'nın Türkiye gibi, ideolojileri farklı olsa dahi, yakın dostu gördüğü bir ülkenin bu teşkilata girmesini doğal olarak hoş karşılamayacaktı. Kısaca, Curzon, İsmet Paşa'ya Ermeni Meselesi'ni unutmaya karşılık Milletler Cemiyeti'ne üyeliği alışverişini teklif ediyordu.Demek ki, bir yerde Rusya ya da Bolşevik tehlikesi, İngiltere'nin Lozan'da Ermeni Sorunu'nda mümkün olduğu ölçüde sessiz kalmasını sağlamıştı. Kendisine Türkiye'den Ermeni yurdu adı altında bir toprak parçası kopartmanın haksız hem de uygunsuz (impracticable) olacağını yazan Ryan'a , İstanbul'dan Handerson şu cevabı veriyordu:"Doğrusunu istersen, ben Türkleri hiç sevmem; onları itimat edilmez, Medeniyetsiz barbarlar olarak bulurum. Fakat, yine de sonuçlandırıcı politikalardan, onlarla dost olmaktan, onları kullanmaktan yanayım. Ancak, tabii bir köşeye çekilip, "Hey sizin şeytanlıklar peşinde olduğunuzu biliyoruz ve biz sizi durdurmaya da çalışmayacağız" diyemem. Ben hoşgörü siyaseti taraftarıyım ve Türklerle hiç olmazsa dost olmaya çalışacağım. Böyle bir siyasetin sonunda mutlaka içine düşeceğimiz bir çukuru kazmaya değil de Britanya İmparatorluğu'na büyük yardımlarda bulunacağına inanıyorum"İngiliz Dışişleri Bakanlığı artık dinamikleşmiş bir Atatürk Türkiyesi'nin ihtilalci Sovyet Rusya'ya karşı Ermeni devletinden daha güçlü bir set, ya da tampon bölge oluşturacağında hemfikirdi. Bu çerçeve içinde Ermenilerin Lozan'dan elleri boş olarak ayrılmaları mukadder gözüküyordu. Başlarına gelecekleri anlayan Ermeni komiteleri ve benzeri militer veya diplomatik dernekleri Curzon'u bir kere daha protestolara boğunca, Dışişleri Bakanı, cevabi yazılarında diplomatik teşrifatın gerektirdiği nezaketi bir kenara bırakmak zorunda kalmıştı. Williams'ın başvurusunu aynen şöyle karşılayacaktır."Sizden böyle bir mektup gelmesi gerçekten son derece üzücü olmaktadır. Çünkü, gerçeklere en az benim kadar vakıf olmanıza rağmen, İngiliz Hükümeti'nin içinde bulunduğu durumu anlamamakta ısrar ediyorsunuz. İngiltere'ye güvene gelince, İngiltere itimadınızı sarsmak için ne yapmıştır, söyler misiniz? Ermeniler, tüm Büyük Güçler içinde zannederim kendilerinin en iyi dostlarının ve en devamlı destekçilerinin Majestelerinin Hükümeti olduğunu bilmektedirler... Fakat, sizler bu ülkenin —ya da herhangi başka birisinin— Türkiye'nin lalettayin bir yöresini seçip, oradaki diğer tüm ırkları sepetleyerek İngiliz süngülerinin çerçevesinde büyük miktardaki (Ermeni) muhacirleriyle yoğunlaştırmasını ve böylece İngiliz vatandaşlarından alınacak muazzam vergilerle burada bir Ermeni ulusal varlığını teşkilatlandırmasını bekleyemezsiniz. Bunun düşüncesi bile ham hayalden öteye gitmez...".
    İngiltere'nin Ermenileri desteklemekten vazgeçmesinin nedenlerinden biri de Ermeni komitelerinin Mondros Mütarekesi’nden sonra Doğu Anadolu'da giriştikleri katliam karşısında duydukları infial olmuştur. Ermenilerin bilhassa 1915 ile 1920 yıllan arasında gerek Doğu Anadolu ve gerek Kafkasya'daki Müslümanlara karsı uyguladıkları mezâlim, ne kadar tatbikçileri tarafından saklanılmaya, hatta tersyüz edilip Müslümanların kıtalleri olarak Batı'ya yansıtılmaya çalışılmışsa da, dünyanın en iyi haber alan istihbarat servislerine kumanda eden İngiliz Hükümet yetkililerini, sokaktaki halk gibi aldatmaları mümkün değildi. Üstelik, zamanla Ermeni olaylarının gerçek yüzü Batı kamuoyuna da mal olunca; halk, devletlerini böylesine vahşet yapabilen grupları desteklediği için eleştirmeye başlayacaktır. Bu durumda, Müttefiklerin siyasî platformda "eli kanlı canileri" müdafaa etmesi, onların davalarına yardımcı olmaları eskisine oranla kolay olmayacaktı. Tiflis’teki İngiliz temsilcisi Curzon'a 4 Mart i92o'de şöyle yazıyordu: "Hiç tereddüt etmeden diyebilirim ki, Müslümanların can ve mallarını Taşnakçı bir Ermeni Hükümeti'ne emanet etmek, insanlık açısından bence kabil-i tavsiye değildir. Ermenilerin Müslüman yönetimi altında daha salim olacaklarına, fakat Müslümanların Taşnak Ermeni yönetimi altında asla emniyette olmayacaklarına inanıyorum". Bu raporlardan müteessir olmayacaklarına inanıyorum. Bu raporlardan müteessir olan Curzon, Nubar, Aharonian ve Erivan piskoposundan müteşekkil bir Ermeni delegasyonuna, vatandaşlarının hareketlerinin "çılgınca ve savunulmaz" olduğunu söyledi; Ermeniler bu kadar istikrarsızlık ve iğtişaş sevdası gösterdikleri takdirde, kimsenin Ermenistan'a bakmayacağını ihtar etti. Ermeni liderleri, kıtalleri inkâra ve suçu Türklere yüklemeye kalkıştılarsa da başarı sağlayamadılar .
    TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNDE ERMENİLER’İN ROLÜ
    Türkler ile Amerikalılar bugüne kadar birbirleriyle hiç savaşmadılar, hiç harp etmediler. Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkiler genellikle dostça ve savaşsız geçti. Birinci Dünya Savaşında (1914-1918) Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri karşı bloklarda, karşı cephelerde yer aldılarsa da birbirlerine yine savaş açmadılar, kurşun sıkmadılar. Yalnız 1917 baharında Türkiye - ABD diplomatik ilişkileri kesildi.
    1917'de kesilen Türk - Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulması ve normale dönüşmesi 1927 yılı sonunu bulmuştur. Birbirleriyle hiç savaşmamış olan Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik ilişkiler tam on yıl kopuk kalmıştır. Bu İki ülke arasında on yıl boyunca normal diplomatik ilişkilerin kurulamamasının başlıca nedeni, Amerika'daki Ermeni lobisiyle Amerikalı destekçilerinin Atlantik ötesinde yürüttükleri Türk düşmanlığı kampanyası idi. Ermeni lobisi ve onların Amerikalı yandaşlarınca yürütülen Türkiye aleyhindeki düşmanca propaganda kampanyası. Amerikan Kongresini etkilemişti. Washington Hükümeti, Kongrenin şimşeklerini üstüne çekmek istememiş ve zamanında yeni Türkiye ile yakınlaşma yürekliliğini gösterememişti. Amerikan Hükümeti, Türk Kurtuluş Savaşında Türklere dostluk elini uzatmamış. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetini tanımamış, Fransa ve İtalya kadar bile Ankara Hükümetine yakınlık göstermemiştir. Türk-kuşaklarının yüreklerinde apayrı bir yer tutan Türk Kurtuluş Savaşı tarihinde Amerika Birleşik Devletlerinin yeri ve rolü yok denecek kadar silik kalmıştır.
    Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye ile savaşmamış, Sevres Antlaşmasını imza etmemişti. Bu nedenle Türkiye İle itilaf Devletleri arasında 24 Temmuz 1923 günü Lozan'da imzalanan barış antlaşmasına taraf değildi.
    Türkiye Cumhuriyeti, ilişki kurmak islediği 40 kadar devletle dostluk antlaşmaları imzalamıştı. Lozan'da imzalanan Türkiye – ABD antlaşması bu dostluk antlaşmaları zincirinin sadece bir halkasıydı. Ne var ki, Türkiye’nin öteki ülkelerle yaptığı antlaşmaların hepsi sessiz sedasız onaylanmış, yürürlüğe konmuş ve uygulanmış olduğu halde. Türk - Amerikan dostluk antlaşması etrafında büyük bir fırtına koparılmıştır.

  6. #6
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Dygsuz

    Standart

    "LOZAN ANTLAŞMASINA HAYIR!" KAMPANYASI
    Lozan'da Türk - Amerikan anılaşması imzalanır İmzalanmaz Amerikandaki Ermeni ve Rum lobileri ve bütün Türk düşmanları hemen ayağa kalktılar, kükrediler, harekete geçtiler. Amerika sanki yerinden oynadı. "Lozan Antlaşmasına hayır!" sloganı altında yeni ver güçlü bir Türk düşmanlığı kampanyası başlatıldı. Atlantik ötesinde Türklere karşı yıllardır kampanya zaten yürütülüyordu. Yeni kampanya için hava elverişliydi. Eskiden kurulmuş, oturmuş düşman örgütler zaten hazırdı- Yeni kampanya hu kurulu temele oturtuluverdi. Çabucak tutundu, güçlü bir baskı grubu oluşturuldu.
    Kampanyaya, başka örgütler, gazeteler ve Amerikan iç politikasına oynayan muhalefetteki Demokrat Parti ileri , gelenleri de katılınca. Amerikan kamuoyunun ve Kongrenin baskı altına alınması kolaylaştı.
    Amerika'da, 1923 yılında başlayan Lozan Antlaşması tartışmaları 1926 sonuna kadar sürüp gitti. Amerikalılar, üç buçuk yıl boyunca konuştu, yazdı, çizdi, kavga elli. Lozan Antlaşması başka hiçbir ülkede bu kadar uzun tartışılmamıştır.
    Sonunda karar günü gelip çattı. Antlaşmaya "'hayır" diyenlerle "evet" diyenler söyleyeceklerini söylemişler, söz sırası Senatoya gelmişti.Amerikan Senatosu 18 Ocak 1927 günü Lozan Antlaşması’nı reddetti.
    1927 yılında karşılıklı Büyükelçiliklerin atanması ile ilişkiler düzelme yoluna gitti.
    Lozan Antlaşması'nı müteakip hızı kesilen Ermeni Meselesinin 1950'li yıllarda yeniden canlanmaya başladığını görüyoruz. II. Dünya Harbi sonrasında ortaya çıkan yeni askerî paktlar ve Türkiye'nin bunlar içindeki yeri, adı geçen canlanmanın ana sebebi olmuştur.
    II. Dünya Harbi’nde ABD. İngiltere ve Fransa'nın müttefiki olarak, Hitler Almanyası tehdidine karşı bu devletle savaşan Sovyet Rusya'nın. Doğu Avrupa'yı işgalle, buradaki ülkelere Komünist sistemi yerleştirmesi, bu sefer de adı geçen devletin Batı Avrupa Devletleri ve A.B.D.'ni tehdit eder hale gelmesine sebep oluyordu. Bu devletler arasında, kendilerine yönelik Sovyet yayılmacılığını durdurmak için NATO askeri paktı kuruldu.Sovyet Rusya da buna karşı Doğu Avrupalı müttefikleri Romanya, Çekoslovakya, Polonya, Macaristan ve Bulgaristan'la birlikte Varşova askeri paktını kurdu.1950'li yıllara gelindiğinde kuruluşları tamamlanan bu paktlar, dünyada yeni bir soğuk savaş dönemi açmış, sıcak savaşın ne zaman ortaya çıkacağı hesapları yayılmaya başlanmıştı.Yukarıda çizilen tabloda Türkiye'nin yeri neresi olacaktı? II. Dünya Harbi'ni müteakip Türkiye'ye yönelik Sovyet tehdidi, bu yerin NATO askerî paktı olduğunu ortaya koydu. Sovyet Rusya hükümeti, Haziran 1945'de Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması’nın artık geçersiz olduğunu bildiriyor 1946, Ağustos ve Eylül'ünde verdiği iki nota ile Türk Boğazları'nda üs, Doğu Anadolu’daki Türk-Rus sınırının1920-21 yıllarında Rusya'nın içinde bulunduğu kötü şartlardan faydanılarak çizildiğinden bahisle, bu sınırın yeniden düzenlenmesini, Kars ve Ardahan'ın Ermenistan’a verilmesini istiyordu. Ayrıca, kendisi bir Gürcü olan Sovyet diktatörü Stalin'in tahrikleriyle Sovyetler Birliği'ne bağlı Gürcistan Sosyalist Cumhuriyeti harekete geçirilmiş, bu cumhuriyet Türkiye'den toprak talebinde bulunmaya başlamıştı. Gürcü tarih profesörleri yayınladıkları yazılarda, Trabzon'a kadar alanın Gürcistan'a bırakılmasını istiyorlardı.İşte Türkiye, yukarıdaki tehditler karsısında kedisini NATO içinde buldu. ABD ve Batı Avrupa ülkeleri, Rusya'dan gelecek bir saldırı karşısında. Batı Avrupa'nın, özellikle buraya petrol pompalayan Ortadoğu petrol kalbinin Türkiye'siz savunulmayacağını göz önünde bulundurarak Türkiye'yi ittifaklarına aldılar.Türkiye'nin NATO'ya girişi, Sovyet Rusya'nın, bu ülkenin iç istikrarını ve dışarıdaki itibarını bozacak tedbirleri almasına sebep oldu. işte bu çerçevede Ermeni Meselesi, 1950'li yıllardan itibaren yeniden canlandırılmaya haşlandı. 1960'lı yıllar, bu meselenin teşkilatlanma ve taleplerinin ortaya çıktığı yıllar oldu.1968’den itibaren basında sık sık, Ermeniler'in çeşitli ülkelerde salon ve meydan toplantıları yaparak taleplerini ortaya koymaya başladıkları haberleri yer alıyor, özellikle Lübnan 'da, faaliyetler vurgulanarak, Türkiye'ye karşı şiddet olaylarına hazırlanan Ermeni gençlerinin bu ülkedeki Filistin Kurtuluş Örgütü (F.K.Ö.) kamplarında eğitildikleri üzerinde duruluyordu. 1970'de Beyrut'a bir "Ermeni Öç Anıtı" dikilmişti.
    ASALA (ERMENİSTAN’IN KURTULUŞU İÇİN ERMENİ GİZLİ ORDUSU)
    Ermeni terörünün 1973-1985 döneminde kendisinden en çok söz ettiren Ermeni terör örgütü ASALA’dır.
    ASALA’nın kuruluşunu, Lübnan olaylarına bağlayan, Lübnan’daki Filistin Kurtuluş Örgütleri’nin faaliyetleri içerisinde gören , onlardan esinlenerek ortay çıktığını savunan görüşler olduğu gibi birkaç Ermeni’nin bir araya gelerek yeni bir terör örgütü kurdukları ve bu örgütün kısa zamanda dönemin en çarpıcı , en etkin terör olaylarını meydana getirdiğini yazan yayınlar vardır.
    ASALA, 1975 yılında kuruldu.6-7 üyeden oluşan kurucular içerisinde terör örgütünün en hareketli iki üyesinden biri olan Agop Agopyan, örgütün bilinen lideriydi.İkincisi ise cinayet eylemlerini bizzat gerçekleştiren, terör olaylarının faili bulunan ve Agop Agopyan’ın yokluğunda örgütün ayakta kalmasını sağlayan Agop Tarakıyan’dı.İkincisi 1981’de öldü.Birincisi çeşitli yaralanma, tedavi gibi sürelerin dışında örgütün lideri olarak kaldı.Filistin Kurtuluş Örgütü’nün lideri olarak tanındı.Mücahit ismini taşıdı.
    ASALA, 1981 yılı sonunda açıkladığı “siyasi programıyla” amaçlarını ve hedeflerini dünya kamuoyuna yayınladı.Buna göre ASALA’nın amacı, “Demokratik, sosyalist ve devrimci bir hükümetin önderliğinde birleşmiş bir Ermenistan’ın kurulmasıydı.”
    Siyasi programında düşmanlar iki grupta toplanıyorlardı.Bunlardan birincisine “yerel gericiler” deniyordu ki ASALA karşısında yer alan veya yanında bulunmayan Ermeniler’di, Taşnak Ermeni Terör örgütüydü.İkincisi ise “Uluslar arası emperyalizmin desteklediği Türk emperyalizmi” olarak gösterilmekteydi.
    ASALA, Ermeni topraklarının kurtarılması için temel yolun , devrimci şiddet eylemlerinden geçtiğini kabul ediyor ve ilan ediyordu.Programına göre ; ASALA, üstün sınıfların hegemonyasını reddedenleri destekleyecek ve uluslar arası devrimci hareket içinde koalisyonlar kurulup güçlenmesine çalışılacaktı.Bunun için şiddet ve terör asıldı.
    ASALA’da amaçların gerçekleştirilmesi için terör eylemlerinin özellikle Türkler’e ve Türk dostlarına uygulanması veya özel şahısların seçilmesi önemli değildi.Terör bir olayın ve önemli olan olayın boyutuydu.Hedefler ikinci planda kalabilirdi.Bu nedenle katliamlar , büyük yankı uyandıracak öldürmeler, bombalamalar ön plana geçiyor, çocuk, kadın, Türk veya başka milletten olma önemli sayılmıyordu.Ancak her defasında öncelik Türkler’e ve Türkiye’ye uygulanacak terör eylemlerinde idi.Ankara- Paris Havaalanlarının , İstanbul Kapalı çarşı’da girişilen saldır ve katliamların Orly saldırısının sebepleri tamamen olayın çapı doğuracağı etki ve yankıydı.
    Ermeni terörü, Ortadoğu’daki kurtuluş mücadelelerinin bir parçasıydı ve Türkiye’nin bütünlüğüne yönelmiş her hareketle bütünleşebilirdi.Bu stratejinin sonucu olarak ASALA-PKK işbirliği meydana geldi.
    ASALA’daki tutum ve davranışlar ise tam bir terörü yansıtmaktaydı.Yönetimin bütün kademelerinde terör ve uygulamada terör bu örgütün simgesi sayılıyordu, liderler birbirini öldürüyor, beğenmediklerini tasfiye diyorlar, öldürtüyorlardı.Bunun dışında her terör timi sanki yeni bir Ermeni örgütü gibi dünya kamuoyuna tanıtılmak isteniyor, bu yolda her türlü propaganda yapılıyordu.
    1975 yılında kurulduğu kabul edilen ASALA’nın politik gelişmeleri iki safhada etkin bir durum aldı.1979 yılında Paris Ermeni Konferansı sırasında sağladığı yeni güçlerle kuvvetlendi.1981 yılında güçlendi, 1983 yılında ikiye bölündü.
    1975 yılında kurulan bu terör örgütünün ilk eylemini kurcularında Agop Tarakıyan, 1976 yılında Beyrut Türk Büyükelçiliği Başkatibi Oktay CERİT’i öldürmekle gerçekleştirdi.
    ASALA’nın amaçları, izlediği politikalar gereği üç yönlü bir destek sağlamaktadır.Bunlar:
    1.Sovyetler-Doğu Bloku ve Sosyalist ülkeler desteği
    2.Türkiye’yi dış ve iç tehdit ve terörle yıpratmayı jeopolitik beklentileri bakımından politikalarını esası sayan ülkelerin desteği.Yunanistan, Suriye.
    3.Komünist partilerden, dolaylı olarak Hınçak Ermeni terör örgütünden ve sempatizanlarından , karşı görüşe sahip olsalar bile Ermeni Kiliselerinden sağlanan destekler.
    ASALA’nın ilişkileri ise uyguladıkları stratejiye paralel olarak Türkiye için tehdit ve terörü doğrudan veya dolaylı şekilde uygulamaya çalışan Ermeniler dışı terör örgütlerine öncelik verilmek üzere düzenlenmiştir.Bunlar 1975-80 evresi içinde Filistin Kurtuluş Örgütü, Komünist partiler eylem grupları ve bazı devletlerin gizli örgütleridir.1980 yılında Nisan ayında Sidon/Lübnan’da yapılan PKK ile ortak eylem anlaşmasıyla ASALA ilişkilerini genişletmiştir.Bu yolla ASALA-PKK arasında görüş ve eylem birliği kurulmuştur.Gerçekte ise her iki örgüt aynı amaçları paylaşmakta, benzer yapı ve görüştedirler.1983 yılından sonra başlayan evrede ise ASALA ilişkileri Monte Melkoyan’ın stratejisine uygun şekilde gelişmiş, Türkiye içinde terörün uygulanmasına ağırlık verilerek , bu stratejiyi doğrudan veya dolaylı şekilde eylemleştirecek imkan ve kabiliyette bulunan her örgütle ilişkiler kurulması esas alınmıştır.Bunların başında gene PKK ve benzeri kuruluşlar ile TKP ve diğer komünist örgütler gelmektedir.
    ASALA’nın en dikkat çekici yönlerinden biri de Amerika’dan Avustralya’ya, Kanada’dan Portekiz’e kadar dünyanın ( özellikle de Avrupa’nın) hemen her ülkesinde çok kısa aralıklarla hatta aynı zamanda eylem yapma yeteneğine sahip olmasıdır.Asala gerçekleştirdiği eylem sayısı açısından hala dünyada İRA’dan sonra ikinci sıradadır.
    ERMENİ TERÖRÜNÜN BAŞLAMASI VE HEDEFLERİ
    Günümüzdeki Ermeni Terörünün Meselesi'nde 1970'li yıllar, Türkiye'ye karşı şiddet olaylarının başladığı yıllar oldu. İlk kurşun, 27 Ocak 1973'de Los Angelos Başkonsolosumuz Mehmet BAYDAR ile konsolos Bahadır Demir, 78 yaşındaki Amerikan uyruklu Gurgen (Karakin) Yanıkyan tarafından şehit edildi.
    Elinde bulunan Abdülhamit’e ait bir tabloyu Türkiye’ye armağan etmek istediğini bildirerek Baydar ve Demir’i Santa Barbara’daki Baltimore Oteli’ne davet eden Yanikiyan , iki diplomatı otelde silahla üzerlerine ateş açarak öldürdü.Cinayetten sonra tutuklanan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan Yanikiyan , 31 Aralık 1984 tarihinde yaş haddi ile serbest bırakıldı.Yanikiyan serbest bırakıldıktan bir süre sonra öldü.
    Katil mahkemede verdiği ifadede şöyle diyordu:
    “Evet ben öldürdüm.Bilerek öldürdüm, isteyerek öldürdüm. Aylarca önceden planlayarak öldürdüm.Onlar düşmanımızdı.Türkü onlar.Onun için öldürdüm.İntikam almak için” diye ediyor ve şöyle devam ediyor:”1915'de Türkiye'nin yakınlarını öldürdüğünden bahisle, onların intikamını aldığını, ilk kurşunu kendisinin attığını. Ermeni topraklarının kurtuluşuna kadar bu mücadelenin devam edeceğini söylüyordu”
    Türk diplomatlarına karşı ilk saldırı olarak nitelenen bu olay daha sonra bir cinayetler zincirini başlattı ve örgütlü Ermeni terörüne örnek oluşturdu.sYukarıdaki şiddet olayını müteakip, 22 Ekim 1975'de Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunalıgil şehit edildi. Günümüzdeki Ermeni Meselesi'nde şiddet olaylarını düzenleyen kuruluş ASALA (Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu) isimli teşkilat ilk defa bu olay sırasında ortaya çıktı. Tunalıgil katledildikten sonra, çeşitli haber ajanslarına telefon eden ve kendisinin ASALA üyesi olduğunu açıklayan bir Ermeni, cinayeti bu teşkilat adına üstleniyordu.1973'den başlayarak. Türkiye'ye yönelik Ermeni şiddet olaylarının sona erdiği 1986 yılına kadar çeşitli ülkelerdeki Türk Büyükelçilikleri, konsoloslukları, THY ve Türk turizm bürolarına 200'eyakınsilahlısaldırıyapıldı. Bunlardan, ölümler, yaralanmalar ve milyarlarca lira maddî hasar meydana geldi. Yurt dışında Türk diplomatlarına yönelik Ermeni militanların vur-kaç şeklinde cereyan eden öldürme, yaralama ve maddî hasar meydana getirme olaylarını müteakip ASALA, çeşitli haber ajanslarına telefon ederek, devamlı şu standart mesajı vermeye çalışmıştır:1- Olay, ASALA tarafından üstlenilmiştir.
    2- Şiddet olayı, Türkler'in 1. Dünya Harbi yıllarında Doğu Anadolu'da 1,5,-2 milyon Ermeni'yi soykırıma tâbi tuttukları iddiasıyla, Türkler'den intikam alarak adaleti yerine getirmek amacıyla yapılmıştır.
    3-Türkler, adı gecen soykırımı resmen kabul etmeli, bunun için Ermeniler'e tazminat ödemelidir.
    4- Ermeniler'in. Türkiye'nin elinde bulunduğunu İddia ettikleri Ermeni topraklarına dönmeleri sağlanmalı, bu topraklar Sovyet Ermenistanı ile birleştirilmelidir.
    5- Mücadele, yukarıdaki hedefler gerçekleştirilinceye kadar devam edecektir.
    ASALA'nın düzenlediği şiddet olaylarının hemen hemen hepsi Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde meydana gelmiştir. Bu şiddet olayları, tarihteki Hınçak ve Taşnak Ermeni İhtilâl Teşkilatlarına bağlı Ermeni komitacılarının 1894-1900 yılları arasında Doğu Anadolu'da meydana getirdikleri şiddet olayları taklit edilerek, "kan dökmek" yoluyla dünya kamuoyunun dikkatleri Ermeni Meselesi üzerine çekilip, Milletlerarası kuruluşları ve etkili Büyük Devletler'i, Ermeni emellerini gerçekleştirmek uğrunda bir yaptırımcı güç olarak kullanılmaktan kaynaklanmıştır.

  7. #7
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Dygsuz

    Standart

    ERMENİ TERÖRÜNÜN BEYNELMİLEL HEDEFLERİ



    Türkiye'ye yönelik her Ermeni şiddet olayını müteakip, Türkiye'nin ve Batı ülkelerin tutumları genelde şunlar olmuştur:

    1.Olay, Türkiye tarafından kınanmış, Türkler'in Ermeniler'e soykırım yaptıkları reddedilerek, Ermeni iddialarının haksızlığı ortaya konulmaya çalışılmıştır.

    2- Olay, hangi ülkede cereyan etti ise, o ülkenin yöneticileri Ölümle neticelenen olayı kınayarak, Türkiye'ye başsağlığında bulunmuşlardır. ;

    3- Olayı müteakip. Batı Avrupa basım ve TV'leri, Haçlı ruhu ve şuuraltında yatan Türk düşmanlığı sebeplerinden, Ermeni iddialarını destekler mahiyette yayınlar yapmışlar, Türkiye'yi suçlamışlardır.

    4- Türkiye'ye yönelik cinayetlerin hemen hemen hepsinin faili meçhul kalmış, Batılı devletler, Türk diplomatları ve kuruluşlarına yönelik Ermeni saldırıları karşısında bunları önlemeye yönelik etkili tedbirler almamışlardır. Cinayetler sonucu yakalanan bir takım Ermeni terörist, mahkemelerde yargılanırken, bu yargılamalar, bir nevi, Ermeni iddialarını tasdik eder şekilde Türkiye'nin suçlu çıkarılmasına yönelik olarak cereyan etmiş, Ermeni sanıkların çoğu, yargılama sonucu ya cüz'î bir cezaya çaptırılmışlar veya serbest bırakılmışlardır.Türkiye'ye yönelik şiddet olaylarım yürüten ASALA'nm uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığına da karıştığı haberlerinin basında yer alması, 1980'li yıllarda adı geçen teşkilatın "milletlerarası terörizmin bir parçası" olarak değerlendirilmesine yol açmıştır.Günümüzdeki Ermeni teröründen faydalanmak isteyen devletlerden birisi de Yunanistan olmuştur. Özellikle , Türkiye'nin 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra iyice ortaya çıkan Türk-Yunan ihtilâfı sonucu Yunanistan ve Kıbrıs'ın Rum kesimi, ASALA'ya destek vermeye başlamıştır. Bu terör teşkilatı elemanlarının Kıbrıs'ın Rum kesim inde de eğitildikleri haberleri basında sık sık yer almış, özellikle, Ermeniler'in "Soykırım Günü" ilân ettikleri 24 Nisan günlerinde her yıl Yunanistan ve Kıbrıs'ın Rum kesiminde Türkiye aleyhine salon toplantıları ve mitingler düzenlenmiştir. Bu toplantılara Yunan ve Rum yöneticiler de katılarak, Türkiye aleyhine sözler sarf etmişler, Türk hükümeti, Atina'ya bunları kınayan ve protesto eden notalar vermiştir.Yunan Hükümeti, 15.4.1979’da Atina’da Yeni İzmir Meydanı’na “Ermeni İntikam Anıtı” dikilmesine izin vermiştir.Türkiye’ye yönelik Ermeni terörü , 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra tırmanışa geçmiştir.Bu dönemde Yunanistan ile Ermeni terör örgütleri ve bölücü terör örgütlerinin birbirlerine kol kanat germeleri dikkat çekicidir.Suriye’nin de Türkiye ile olan ihtilaflarında ona karşı bir tehdit ve pazarlık unsuru olarak kullanılmak üzere ASALA’ya destek verdiği basından çıkan haberler arasında yer almıştır.

    Ermeniler'in bütün bu çabalarının hedefi, "soykırım" iddiasını milletlerarası kuruluşlar, etkili devletler nezdinde resmen tescil ettirip, ardından da buna dayanarak, milletlerarası yaptırım gücünü Türkler'e karşı kullanıp. Doğu Anadolu'da bir Ermeni devleti kurmaktı. Ortadoğu'daki menfaatlarını korumanın, şimdilik Türkiye İle iyi İlişkiler kurmakta olduğunu gören devletlerin Ermeniler'e aktif destek vermemeleri, Ermeniler'in mücadelelerinde gerilemeye sebep oldu. Ayrıca, Büyük Devletler'in Türkiye'ye karşı "Ermeni Tehdidi"ni kullanarak ondan ne gibi tavizler kopardıkları konusu ise, ileride ortaya çıkacak belgelerle daha iyi aydınlanacaktır.

    Bu arada, ASALA'nın şiddet olayları gerilerken PKK'nın (Kürdistan İşçi Partisi) Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki, şiddet olaylarının giderek artması, basında "ASALA, PKK işbirliği", dönüştü." v.s. yönlü haberlerin çıkmasına sebep olmuştur. Bu uğurda, iki teşkilat arasında 1984'deŞam'da gizli bir protokol imzalandığından bile bahsedilmiştir. Ayrıca, Güneydoğu Anadolu'da yakalanan teröristler arasında çok sayıda Ermeni'ye rastlanması da haberler arasında yer almıştır. Bütün hu gelişmeler, siyasal gözlemciler tarafından yer almıştır.Bütün bu gelişmeler, siyasal gözlemciler tarafından, Doğu Anadolu Bölgesi'ni kuvvetli bir Türkiye'den koparamayacaklarını anlayan Ermeniler'in, önce burasını zayıf bir "Kürt Devleti" ne dönüştürerek, daha sonra bu devleti, Kafkasya'daki Ermenistan Devleti'nin saldırılarıyla yutmak suretiyle "Büyük Ermenistan" gerçekleştirmek şeklinde yorumlanmıştır.



    BÜYÜK ERMENİSTAN"İN KURULMASINA FİİLİ BAŞLANGIÇ



    1994 yılında, Doğu Anadolu ve Azerbaycan topraklan üzerinde "Büyük Ermenistan"ı fiilen kurma mücadeleleri bütün şiddetiyle devam ediyordu. Türkiye'deki mücadele, PKK'nın faaliyetleriyle maskelenmişti. Adı geçen faaliyet içinde yaralan Ermeniler, "Türkler'le kan. Kürtler'le toprak davamız var" diyorlardı. Tarihten günümüze. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu, Ermeni zulmü ve soykırımından "Türk-Kürt Kader Birliği" korumuştu. 1893-1900 yılları arasındaki Taşnak ve Hınçak Ermeni Terör Örgütleri'ne karşı "Hamidiye Alayları", 1914-1918 1. Dünya Harbi'nde "Ermeni Tehciri", 1919-l922 yılları arasında "İstiklâl Harbimiz" de "Türk-Kürt Dayanışması" Doğu Bölgemizi Ermeniler'e yem olmaktan kurtarmıştı.

    Günümüzde ise, "Türk-Kürt Kader Birliği" ve "Kardeşliği" parçalanarak Doğu bölgemiz elimizden alınmak isteniliyor. Ermeniler'in desteğindeki PKK terörü, bu birlik ve kardeşlik r bağlarını parçalamak. Türkler'i ve Kürtleri soykırıma ve göçe tâbi tutarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu boşaltmak, ardından zayıf bir Kürt devleti kurmak hedeflerini taşıyor. Kurulması halinde, denize çıkışı olmayan, insan ve tabiat kaynakları zayıf bulunan bu devleti. Kuzey'de "Yeni Çarlık Rusyasızın desteğinde güçlenmeye ve büyümeye devam eden Ermenistan'ı yutması kolay olacaktır. Böylece, Hazar Denizi-Karadeniz-Akdeniz arasında yer alması planlanan "Büyük Ermenistan"! kurmak hedefi gerçekleşecektir.



    ERMENİSTAN ÖZÜR DİLEMELİDİR



    Bu vesileyle komşumuz Ermenistan hakkında da bir iki şey söylemek isterim. Son zamanlarda Ermenistan ile ilişkilerimiz konusunda epeyce yazılıp söylendi. Sovyetler Birliği dağılırken ben Dışişleri Bakanlığında o bölgeden sorumlu Genel Müdür İdim. O önemli gelişmeleri günü gününe yaşadım. Türkiye olarak biz. yeni bağımsızlığa kavuşan bütün devletleri tanıdık, tanırken hiçbir ayrım gözetmedik ve bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti'ni de tanıdık.

    İkinci aşamada yeni bağımsız devletlerle protokoller, anlaşmalar imzalayıp diplomatik ilişkiler kurduk ve oralarda Elçilikler açlık. Fakat Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmadık ve Erivan'da Elçilik açmadık. Çünkü gerekli şartlar yoktu, çünkü Ermenistan, saldırgan ve sorumsuz bir devlet olarak sahneye çıkmıştı. Halâ da öyledir. Sovyetler Birliği'nden 15 bağımsız devlet doğdu. Bunların içinde yalnız Ermenistan, komşularına saldıran veya dil uzatan bir sorumsuz devlet olarak sahneye çıkmıştı. İlişki kurmak için bizim vazgeçilmez şartlarımızdan biri, olmazsa olmaz şartımız, sınırların değişmezliği ilkesi idi. Ermenistan ise silah zoruyla komşusu Azerbaycan'ın sınırlarını değiştirmeğe, sınırlan çizen eski antlaşmaları tanımamaya doğru yöneldi. Böylesine sorumsuz bir devletle diplomatik ilişki kurulamazdı ve kurulamadı.

    Dahası, Ermenistan, bugün burada hâtıralarını yâd ettiğimiz aziz şehitlerimizin katledilmelerinden de sorumludur. Hem Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti, hem de bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti, Türk diplomatlarına, karşı düzenlenmiş olan suikastlar serisinden birinci derecede sorumludur. Ermenistan'ın bu sorumluluğu Sovyet döneminden gününüze kadar uzanır. Türk diplomatlarını katleden Ermeni teröristlerin birçoğu bugün Ermenistan'da barınmakta ve korunmaktadır. Ermenistan Cumhuriyeti, büyük komşusu Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmek isterse, önce sınırların değişmezliği ilkesini açıkça kabul etmeli ve bunun gereğini yapmalıdır. Bundan başka. Ermenistan, şehitlerimizden özür dilemeli ve şehitlerimizin katillerini Türk adaletine teslim etmelidir, diye düşünüyorum .Ermeni militanlar soykırımın tanınması için siyasî atanda da faaliyet göstermişler ve bu konuda çeşitli ülkü parlamentolardan kararlar çıkartmak için çaba harcamışlardır.

    İlk karar 1965 yılında Uruguay Parlamentosunda alınmıştır. Bu ülkedeki etkin Ermeni azınlığının gayretlerinin sonucu olan bu karar Türkiye'de hiç dikkat çekmemiştir. İkinci karar ise Güney Kıbrıs Parlamentosuna ait olup 1982 yılında alınmıştır. Güney Kıbrıs'ta böyle bir karar alması bilinen nedenlerle yadırganmamıştır.

    Bu konuda en Önemli gelişmelerden biri Avrupa Parlamentosunun 1987'de aldığı ve tamamen Ermeni sorununa hasredilen karardır. Ermenilerin görüşlerini yansıtan ve bu arada sözde soykırımım tanımadıkça Türkçe'nin Avrupa Birliğine giremeyeceğini de belirten bu kararın, kısa süre önce terörizmi durdurmuş olan Ermenilere verilmiş bir ödün olarak değerlendirilmesi doğru olacaktır. Adı geçen parlamento. Türkçe'nin Avrupa Birliğine üyeliğinin incelenmesiyle ilgili olarak 2000 yılında kabul ettiği bir karara da Ermeni Sorunu'nu da ele alarak aynı hususları tekrarlamıştır. Söz konusu kararın daha ziyade tavsiye niteliğinde olması kısa süre içinde bir sonuç vermesin! önlerken, ileride Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam Üyeliğinin gerçekleşmesi sürecinde sözde soykırımının olumsuz bir faktör olarak belirmesi olasılığı mevcuttur.

    Ermeni soykırımım tanıyan diğer parlamentolar ise şunlardır: Arjantin (I993). Rusya (1995). Kanada ve Yunanistan (1996). Lübnan (1997 ve 2000). Belçika (1998), Vatikan ve İtalya (2000) ve Fransa (2001).

    Bu kararlar içerisinde en önemli olanı, şüphesiz. Fransız Parlamentosunun 2001 yılı Ocak ayında kabul ettiği ve " Fransa 1915 Ermeni soykırımını açıkça tanır" cümlesinden ibaret olan kanundur. Türkiye'den ve de Türklerden bahsedilmemesi bir ölçüde olumlu görülmekle beraber . bundan böyle Fransa'da Ermeni soykırımı olmadığını ileri sürmek kanuna karşı işlenmiş bir fiil oluşturacaktır.

    Ermenilerin soykırımına uğramadığının ifade edilmesini yasaklayan bîr hüküm bulunmadığına göre meşhur tarihçi ve oryantalist Bernard Lewis'in bu konuda nasıl mahkum edildiği sorusu akla gelmekledir.. Hatırlanacağı üzere B. Lewis 13 Aralık 1993 tarihînde Le Monde gazetesine verdiği bîr mülakatta 1915 yılı olaylarını soykırım olarak tanımlamanın bu dönem tarihin Ermenilerce yorumlanmasının sonucu olduğunu söylemişti. Fransa'daki Ermeni kuruluşları B. Lewis aleyhine soykırımını inkar ettiği gerekçesiyle dava açmışlar ve dava 21 Haziran 1995 tarihinde sonuçlanarak B. Lewis davacılara l Frank tazminat ödemeye mahkum olmuştu. Mahkeme kararında, 1915-1917 olaylarının soykırımı olup olmadığının tayininin mahkemeye ait olmadığını belirttikten sonra konuya sorumluluk acısından yaklaşıldığını ve Fransız Medeni kanununun 1382 maddesine göre bir kusur işleyerek başkasına zarar verenlerin bu zararı tazmin ile mükellef olduğunu, Lewis'in sözlerinin Ermeni toplumunun duyduğu acıları canlandırdığı için bir kusur teşkil ettiğini, bu nedenle de tazminatı gerektirdiğini belirtilmişti.

    Türkiye tepki olarak Fransa'ya bir nota verdi ve bu gibi tasarıların Ermeni terörünü yeniden canlandırabileceğini bildirdi. Ayrıca Fransa'daki Türk diplomatlarının daha iyi korunmasını istedi. Bu arada TBMM söz konusu tasarıyı tümüyle geçersiz sayan bir karar kabul etli, Fransa ile olan askeri projeler askıya alındı ve Fransız Senatosu bu taslağı veto edene kadar gündemdeki projelerin hiç birine işlerlik kazandırılmaması kararlaştırıldı. Diğer yandan bu kısarı Türk kamuoyunun hemen her kesiminden tepki gördü. Mesela İzmir Belediyesi Fransız şirketlerinin o yılki İzmir Fuarına katılamayacaklarını açıkladı.

    Hükümet dışı kuruluşlardan da Fransa'ya karşı yaptırım önerileri gelmeye başladı. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün Fransız mallarına karşı boykot önerdi ve Fransa'ya tatile gidilmemesi çağrısında bulundu. Buna karşılık TÜSİAD her İki tarafa da zarar vereceğini belirterek boykota karşı çıktı.

    En sert tepkiler sendikalardan geldi. TESK ve Harp-İş sendikaları başkanları Fransız mallarına karşı boykot çağrısında bulundular. Kamu-Sen Sendikası Başkam ise Fransa'nın Türkiye'deki Büyükelçiliği dahil, tüm tesislerinin kapatılmasını istedi.

    Fransa ile kültürel ilişkilerin kaldırılması veya azaltılması hakkında da öneriler oldu.-İstanbul Üniversitesi Rektörü Fransa ile bilimsel ilişkileri kestiklerini bildirdi. Kocaeli. Uludağ ve Gazi Osman Paşa Üniversiteleri ile Başkent Üniversitesi Fransızca dersleri kaldırdıklarını açıkladılar.



    YAHUDİLER VE ERMENİLER



    Hitler Almanyası’nın Yahudiler’e uyguladığı soykırım ile Ermeniler’in durumu arasında paralellik kurulamaz.Hitler Almanyası’nda veya başka Avrupa ülkelerinde yaşayan Yahudiler ülkelerine karşı ayaklanmadılar ve savaşan taraf statüsünü talep etmediler.Buna karşılık Osmanlı Ermenileri’nin bir bölümü devletlerine isyan ettiler, savaştılar ve kayıplar verdiler.Sevr Muahedesi görüşmelerine katılan Ermeni heyeti başkanı Bogos Nubar Paşa,Ermeniler’e savaşan taraf statüsünün verilmesini bizzat talep etti.



    SOYKIRIM İDDİALARI



    “Seçkin” Ermeni zümreleri tuhaf görünse de “soykırım”ı ulusal benliklerinin vazgeçilmez bir parçası ve çeşitli ülkelere dağılmış Ermeni toplumlarının birleştirici unsuru olarak gördüklerini söylemektedirler.

    Ermeni lobisi henüz amacına ulaşmamış olsa da kendilerine seçtikleri nihai hedefle organize bir şekilde Holoacust çalışmaları taktiğini örnek alarak çalışmaktadırlar.Sözde soykırımı önce bütün dünyaya kabul ettirip , Türkiye’nin de bunu kabul etmesi işini gerçekleştirdikten sonra bu gün Almanya’nın İsrail’e ödediği “Holoacust Tazminatı” benzeri bir tazminatı Türkiye’den almaya çalışmaktadırlar.



    AMERİKA’DAKİ LOBİ FAALİYETLERİ



    1923-1965 arası Ermeni propagandası pasif denmeyecek bir dönem geçirmiştir.Bu tarihler arasında okullar ve kiliseler hariç ABD’nin çeşitli eyaletlerinde 34 kuruluş ve bunlara bağlı yüzlerce büro kurarak Türk düşmanlığına devam etmişlerdir.

    1930’lardan 1960’lara hatta günümüze kadar Yunanlılar ve Ermeniler belli başlı Amerikan Üniversitelerinde vakıf ve kürsüler kurmuşlardır.Üniversiteler bünyesindeki Orta Doğu Enstütileri’nin yöneticiliklerini ele geçirmişler, bunun sonucu olarak Türk Tarihini, Amerikalı öğrencilere Yunan ve Ermeni asıllı kişiler tarafından öğretilmesi gibi son derece garip, garip olduğu kadar da üzücü bir durum ortaya çıkmıştır.Böylece bir taraftan Amerikan halkına bu tür yanlış propagandalarla kötü Türk imajı verilirken bir taraftan da anılan bu grupların etkisiyle bir çok üniversite Türkiye hakkında zehir kusan yuvalar haline getirilmiş, bununla da bitmemiş Türk Tarihini çarpıtan yüzlerce cilt kitap , kütüphane raflarına bu şekilde konmuştur.

    1965 yılı Ermeni propagandaları için görünürde bir başlangıç yılı olmuştur.Aslında 1965’ten günümüze uzanan bu dönemi de iki bölümde görebiliriz.Birinci bölüm , sözde Ermeni soykırımının 50.yıl dönümü kutlamalarının yapıldığı 1965 yılı ki, bunu 1985’e kadar uzatmak mümkündür.İkinci bölüm ise 1985 yılından bu güne kadar uzanan dönemdir



    ERMENİ LOBİSİNİN KONGRE ÇALIŞMALARI



    Ermeni Lobisi, Kongrede genel olarak üç teme üzerinde çalışmaktadır:

    I.Sözde soykırımı Amerikan Senatosu’ndan çıkarmak

    II.ABD’nin Ermenistan’a insani yardım programları, teknik yardım ve kalkınma yardımını sağlamak

    III.Azerbaycan ve Türkiye’ye müeyyideler uygulanması

    Ermeni Lobisi öncelikle sözde soykırımı ABD Senatosu’ndan çıkararak adım adım diğer ülkelerin parlamentolarından da çıkmasını sağlamaya yöneliktir.Sözde soykırım hususunda Ermeni Lobisi:

    Türk Devleti’ne “1915’te Bir buçuk milyon Ermeni’nin soykırım sonucu öldürüldüğü” iddialarını kabul ettirmek.

    Türk Devleti’ne özür diletmek ve tazminat ödetmek

    Doğu Anadolu’da “Ermeni toprakları” veya “Batı Ermenistan” diye iddia ettikleri bölümün kendilerine verilmesini sağlamak ve buralarda bağımsız bir Ermeni Devleti kurmak.

    Bütün bu iddialarını kabul ettirmek için Ermeni lobisi dünyanın diğer yerlerinde , ABD’de ve özellikle de 1985 yılından beri ABD parlamentosunda hummalı bir çalışma içerisindedirler.parlamentodaki ermeni lobisi stafları diye nitelendirebileceğimiz senatörlere her yıl Şubat, Mart ve özellikle 24 Nisan öncesi ve 24 Nisan günlerinde sözde soykırımı anma toplantıları adı altında konuşmalar yapmaktadırlar.

    Ermeni lobisinin ABD Parlamentosu Senatörleri üzerindeki çalışma taktiklerinden birisi de , senatörleri sık sık Ermenistan’a gezilere götürmeleridir.Senatörle bölgeye gittiklerini ve Ermeni mültecileriyle konuştuklarını ve onların güya ne kadar acılar içerisinde olduklarını, kendilerinin yakından gördüklerini anlatmaktadırlar.

    Ermeni Lobisi’nin Kongre’de etkili olması sadece iyi organize olmasından kaynaklanmamaktadır.Rum lobisinin bu lobiyle birlikte hareket etmesi , senatodaki Rum asıllı senatörlerin “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” ilkesiyle Türk düşmanlığında Ermeni lobisine dahi fırsat tanımaması, hatta Ermeni lobisinin Türkiye aleyhindeki bütün kararları desteklemesi Ermeni lobisinin kongredeki gücünü arttırmaktadır.Yunan lobisinin desteğinin yanı sıra Uluslar arası Af Örgütü, Uluslar arası İnsan Hakları örgütü , Yunan ve Ermeni lobilerinden sonra önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin başını çok ağrıtacak gibi görünen Kürt lobisi, Amerika-Kürt Ulusal Kongresi gibi örgütler ve bunlarla ilişki halinde olan kongre üyeleri tarafından da destelenmektedir



    AMERİKAN SEÇİMLERİ



    ABD’de 2000 yılı Başkanlık seçimlerinden önce Amerika Ermeni Ulusal Komitesi ileri gelenleri başkan adayları George BUSH ve Al GORE’a birer mektup göndererek , seçildikleri takdirde Ermeni sorunları ve özellikle sözde soykırım hakkında tutumlarını açıklamalarını istemişlerdi.

    Al Gore, Ermeniler’e karşı bir taahhüde girmeyen ve soykırım sözcüğünü içermeyen bir cevap vermişti.Buna karşılık George Bush, 19 Şubat 2001 tarihli cevabında 20.asrın şiddet, toplu katliam ve soykırım ile dolu olduğunu , Ermeniler’in geçen asırda bu acımasız durumu ilk yaşayan halk olduğunu tarihin kaydettiğini belirttikten sonra “Ermeniler bir soykırıma maruz kalmışlardır” demiştir.Bush aynı mektubunda “Eğer Başkan seçilirsem milletimizin Ermeni halkı trajik ızdıraplarının gereği gibi tanımasını sağlayacağım” şeklinde bir taahhütte bulunmuştu.

    George Bush, Başkan seçildikten sonra Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi kendisine bir mektup göndererek tebriklerini bildirmiş ve soykırım konusunda “Açıkça ve şüpheye yer vermeyecek şekilde Ermeni Soykırımını soykırım olarak tanımlayarak sözünüze sadık kalmanızı bekliyoruz” ifadelerinde bulunmuştur.

    Ermeniler’i bu kadar heyecana sevk eden husus , ABD başkanlarının seçim kampanyalarında verdikleri sözleri pek tutamamalarıdır.Bush Hükümetinin stratejik nedenlerle Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmaya özen göstermesi de Ermeniler’e endişe vermiştir.

    Nitekim Başkan Bush, 24 Nisan 2001 münasebetiyle yayınladığı mesajda “soykırım” ve hatta “katliam” kelimelerini kullanmamış ve olayları “öldürmeler” olarak nitelendirmiştir.

    Amerika Ermeni Milli Komitesi, bu konuda yaptığı açıklamada , seçim kampanyası sırasında çeşitli vaatlerine rağmen Başkan Bush’un Türkiye’nin Ermeniler’e karşı uyguladığı soykırımı açık ve tereddüde yer bırakmayacak ifadelerle belirtmemiş olmasında derin düş kırıklığı duyulduğunu, Başkan’ın Amerikan temel ilkelerini Türk Hükümeti’nin isteklerine tabi kılmasının vahim bir hata olduğunu , bu yerine getirilemeyen vaadin Başkan’ın Karabağ Sorunu gibi , bir çok sorun için inanılırlığını tehlikeye düşürdüğünü bildirmiştir.

Giriş

Giriş