İbni Sina Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi

Bu konu 6801 kez görüntülendi 6 yorum aldı ...
İbni Sina 6801 Reviews

    Konuyu değerlendir: İbni Sina

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 6801 kez incelendi.

Konu: İbni Sina

  1. #1
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart İbni Sina

    İbni Sina

    Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler.

    İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu.

    Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphanesinde çalışma iznini aldı. Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi. Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata bile uğradı. Harzem'de barınamayarak yeniden yollara düştü. Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi.

    İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır. Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti. Arapça'ya bu bakımdan değer verilirdi. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir.
    Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır.

    Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır. İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir.
    Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir. Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi’t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir. Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendir.İbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu. Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina’nın büyük yardımı olduğunu söyler.Bu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu. Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı. Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır.

    İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan’da mide hastalığından öldü.
    İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır. Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi’t-Tıb adlı büyük kitabıdır. Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır. Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina’nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların ‘mikrop’ mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görürüz.
    İbn-i Sina’nın Kanûn adlı eseri XII. yüzyılda Latince’ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma’nın Galen’i de, Er Razi’de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa’sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversiteleri’nin temel kitabı Kanûn oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina’nın Kanûn’u yer almıştır.
    Bugün hala Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki kişinin duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi’ye aittir.



    (Detay içeren bir anlatı ve biyografi olduğundan internetten alıntılanmıştır.)

    Benzer Konular

    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: İbni Sina

          Kategori: Fizik

          Konuyu Baslatan: Vuslata Hasret

          Cevaplar: 6

          Görüntüleme: 6801


  2. #2
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart

    İbni Sina

    İslam düşünce tarihinin en büyük isimlerinden olan İbni Sina’nın bu seçkinliği, birçok yönden özgünlük taşıyan, ayrıntılı ve mükemmel bir sistemle sunulmuş felsefesinden ileri gelir. İbni Sina, ilahiyattan ahlak ve siyasete kadar felsefenin o dönemdeki bütün disiplinlerini ele almış; ayrıca başta tıp olmak üzere, pozitif bilimlerde de söz sahibi


    olmuştur. Helenistik dönemde yeniplatoncu bir kimliğe büründürülmüş olan Aristotelesçiliği, felsefe yöntem ve ölçüleri içinde kalarak İslami bir söylemle ortaya koymaya çalışmış; Gazali, Fahreddin Razi, İbni Teymiyye gibi İslam dünyasında çok etkin olan bilginlerin ağır eleştirilerine karşın «eş-Şeyhu’r-Reis » (baş üstat) ünvanını bütün dönemlerde korumuş; tıpta ise modem tıbbın doğuşuna kadar Doğu ve Batı’da otorite sayılmıştır.

    İslam dünyasının baş üstadı.




    İbni Sina, kendisinin yazdığı ve sadık öğrencisi Büczâni’nin tamamladığı hayat hikayesine göre Türkistan’da, Buhara yakınlarındaki Efşene’de bürokrat bir ailenin çocuğu olarak 980 yılında doğdu. Asıl adı Hüseyin, babasının adı Abdullah’tır. Ailesiyle birlikte Buhara’ya göçtü; burada okuma yazma, aritmetik, din bilgileri, mantık okudu. Hocalarından yalnızca Ebu Ali en-Natil ve İsmail ez-Zahid’in adları bilinmektedir. Ayrıca, kendi açıklamalarından, Hint aritmetiğinde usta bir esnaftan ve babasını İsmaililiğe kazandırmaya çalışan bir propagandacıdan da yararlandığı, felsefeye ilgisinin de o zamandan başladığı anlaşılmaktadır.

    On yaşındayken Kur’an’ı ezberlediğini, Arap edebiyatında yetiştiğini, ilk öğreniminden sonra kendi çabasıyla fizik, metafizik ve tıpta uzmanlaştığını, on altı yaşındayken başka hekimlere danışmanlık yapacak düzeye ulaştığını belirtir. İbni Sina, birçok kez yeniden incelemesine karşın Aristoteles metafiziğini kavrayamadı. Şans eseri ele geçirdiği Farabi ’nin el-İbâne adlı eserini okuyunca bu sorunu da çözdü. Bilim amaçlı geziler yaptı. Cürcan’dayken, Batı’da yüzyıllar boyunca, Doğu’daysa bu yüzyılın başına kadar tıp incelemelerinde temel kaynak sayılan el-Kanun Fi’e-Tıb adlı eserini yazmaya başladı. Bir ara Hemedan’da vezirlik yaptı. Aynı görevi ikinci kez alınca bir yandan gün boyunca siyasal çalışmalar yaparken bir yandan da bütün gecelerini bilimsel çalışmalarla geçiriyordu. Olaylar onu başka şehirlere götürdü. lsfahan’dayken şehri ele geçiren Gazneli Mahmud’un oğlu Mesud’un askerleri tarafından evi yağmaladı. Bu olayda Kitabül İnsaf adlı felsefe ansiklopedisi de bir daha bulunmamak üzere kayboldu. İbni Sina’nın en son ve özgün felsefesini yansıttığı sanılan «Hikmetü’l-Meşrikıyye» (Doğu Felsefesi) de bu esede birlikte bilinmezliğe karıştı. İsfahan hükümdarının Hemedana düzenlediği bir sefere Ibni Sina da katıldı ve burada 57 yaşında öldü (1037). Doğumunun birinci yıldönümünde İran Ulusal Anıtlar Derneği, mezarı üzerine görkemli bir anıt yaptı.

    Varlık felsefesi

    İbni Sina’nın varlık felsefesinde Farabi’nin geniş ölçüde etkisi olmuştur. Farabi varlığı, önce zorunlu (vacip) ve zorunlu olmayan (mümkün) diye ikiye ayırmıştı. İbni Sina bu ikinci varlık tanımında bir değişiklik yaparak, onu kendiliğinde zorunlu olmayan, ancak varlık alanına çıkaran bakımından ve ona bağlı olarak zorunlu diye tanımladı. Çünkü eğer bir şey var olmuşsa artık onun olanaklı olduğundan söz edilemez. 0, var olduğu sürece bir gerçektir ve zorunlu olarak vardır. Ancak varlığı, kendi özünün bir gereği olmayıp onu var eden ve varlığını sürdüren sayesindedir. Böylece, yalnız Tanrı kendiliğinde zorunlu, öteki bütün varlıklarsa, nedenlerin nedeni olan Tanrı sayesinde zorunludurlar; yine sadece Tanrı nedensiz olup öteki tüm varlıklar nedenlidirler.

    Yeniplatoncu varlık kuramı, genellikle peripotetikler olarak bilinen öteki İslam düşünürleri gibi İbni Sina’yı da etkilemiş ve türüm (sudur) kuramını o da benimsemiştir. Buna göre tüm varlıklar ve genelde yaratılış, Tanrı’nın kendini düşünmesinin, kendisi hakkındaki bilgisinin bir sonucudur. Aristoteles’den geldiği söylenen «Birden ancak bir çıkar» öncülü uyarınca Tanrı’nın kendisini düşünmesiyle O’ndan, kozmolojik bir varlık olan «ilk akıl» doğmuştur. Tanrı bir tek ve yalın (basit) olduğu için O’ndan çokluğun çıkması olanaksızdır. Oysa bu ilk akılda bir tür çokluk var-dır. Çünkü onda önce Tanrı’dan geldiği bilgisi, sonra da kendisi hakkındaki bilgisi bulunmaktadır. Böylece o, bir yönüyle tanrısal, öteki yönüyle yaratılmış bir varlıktır ve bu çeşitli yönleri bakımından kendisinden çeşitli varlıkların doğmasına elverişlidir. Bu yüzden ondan ikinci akıl, ilk gezegen ve onun nefsi (ruhu) doğmuş; bu ikinci akıldan sonra da benzer doğuş süreci onuncu akla kadar sürmüştür. «Etkin (faal) Akıl» da denilen onuncu akıl, ay feleğinin aklıdır. Bu akıldan başlayarak, artık doğuş süreci, bir bakıma, insan ruhlarının ve genel olarak ay-altı evrenin (dünya) çokluğuna dağılmıştır. Dünyadaki tüm oluşlar gibi tüm bilgilerin, anımsamaların kaynağı etkin akıldır; her şey ondan bir tecelli, ilham ve aydınlanmadır.

    Mantık ve bilgi kuramı


    İbni Sina’nın mantığı ana çizgileriyle Aristoteles mantığının devamı olmakla birlikte, birçok çağdaş araştırmacıya göre modern mantığın başlangıcı sayılabilecek yenilikler de taşımaktadır. Filozof, bütün bilgileri «tasavvurlar» ve «tasdikler» diye ikiye ayırır. Çünkü nesneler, olgular önce tasavvur, sonra tasdik edilir. Tasdikler birbirine bağlanarak kanıtları meydana getirir. İnsan aklının yetkin olmaması nedeniyle kanıtlamaya, bunun için de mantık yasalarına gereksinim vardır. Filozof, bu bakımdan mantığın bir <<âlet ilmi» olduğunu düşünür. Çünkü o, bize yanılgılardan korunmanın, doğru yargılara ulaşmanın yollarını gösterir. Ayrıca mantık bir «düşünme sanatı» konusu, maddeden soyutlanmıştır, zihinseldir. Bu yönüyle mantık matematiğe benzer.

    İbni Sina, mantıkta, Porphyrius’un Isagogia’sının konusu olan «beş tümel»i de incelemiştir. Onun, «cins, nevi, fasıl, hassa ve araz» şeklinde sıralanan bu tümeller üzerine parlak açıklamaları, sonraki mantıkçılar tarafından hemen hemen aynen tekrarlanmıştır.

    Kıyas şekillerini ayrıntılarıyla inceleyen İbni Sina, en güçlü kıyas ve kanıtlama şekli olan «burhan»a özel bir önem vermiştir. Onun tanımına göre burhan, sağlam öncüllerden oluşan ve kesin sonuçlar veren bir kanıtlama şeklidir. Burhan, ya olgulardan veya olgulann nedenlerinden elde edilen bir kanıttır. Her kanıtlamada postulatlar, öncüller ve sorunlar vardır. Postulatlar (aritmetikteki sayı, fizikteki kütle, metafizikteki varlık gibi) herhangi bir bilimde önceden benimsenen ilkedir. Öncüller, kanıtlamanın dayandığı önermeler, sorunlar da kanıtlamanın çözümlemeyi amaçladığı belirsizlik ve kuşkulardır. Böylece kanıtlamanın ve dolayısıyla mantığın amacı doğru bilgiye ulaşmaktır.

    İbni Sina bilgi probleminde hem deneyci hem de akılcıdır. Deneyciliği Ebubekir Raziye, akılcılığı da Farabi ’ye dayanır. 0, bilgilerimizin duyumlar ve algılarla başladığını kabul ederek deneye önem vermiş; ancak akılcılığın temel ilkesine uyarak deneyi akıl kadrosunda değerlendirmiştir.

    Eski Yunan geleneğinde olduğu gibi, bilgiyi «bilen öznenin, bilinen nesnenin formunu soyutlaması» diye tanımlayan İbni Sina,büyük bir olasılıkla kendisinin geliştirdiği farklı bir bilme melekesini, soyutlama gücünün dereceleri üzerinde önemle durur. Buna göre duyu algıları, anlama eyleminin gerçekleşmesi için madde ye gereksinim duyar. Maddesel nitelikler ve ilinekler olmadan anlama olayı gerçekleşmez. Ancak bu, gerçek ve tümel bilgiye ulaşmanın ilk aşamasıdır. Çünkü bilgi gerçekte bir soyutlama olayıdır ve bunu yapan da akıldır. Yalnızca akılla saf form kendi bütünlüğü içinde kavranabilir. İbni Sina, aklın kendine özgü yasaları bulunduğunu belirtmiş; bu yasaları, duyu ve deneyin ulaştığı ve ulaşamadığı olaylara, olgulara uygulamıştır. Bu bakımdan onun akılcı (rasyonalist) olduğu söylenebilir. Öte yandan, bütün bilgilerimizin «bilgi, eşyanın zihnimizde doğan formlarıdır; yani algılanan şeyin formu, algılayan kişidedir şeklinde düşünmesi nedeniyle de idealist olduğu söylenebilir.

    Aristoteles’in oldukça kısa incelediği ve biraz da belirsiz bıraktığı, daha sonra Afrodiaslı İskender ve Farabi’nin yeni açıklamalar getirdiği insan aklının gelişmesi sorununu, İbni Sina kendi psikolojisi ve bilgi kuramı içinde yeniden ele almıştır. Filozof, öncelikle insandaki potansiyel akılla kozmolojik bir varlık olan Etkin Akıl arasında bir ayırım yapar ve bunlardan ilkinin, ikincisinin etkisi ve aydınlatmasıyla gelişip olgunlaştığını düşünür. Böylece, insan aklıyla ona bilgi aktaran insanüstü ve aşkın bir güç arasında ilişki kurulmuş; insan bilgisinin aşkın bir kaynaktan geldiği düşünülmüştür. Farabi’nin de benimsediği peripatetik doktrine göre akli faaliyetlerin konusu olan tümel bilgiler, duyu deneylerinden çıkarıldığı halde, İbni Sina’ya göre bu bilgiler Etkin Akıldan gelir. Zihnin görevi, duyularla ulaşılan tikel varlıklar üzerinde fikir yürütmektir. Bu çaba zihni, aracısız bir sezgiyle, tümel özleri etkin akıl yoluyla kavramaya hazırlar. Asıl bilgi faaliyeti, tümel formların, yasaların kavranmasıdır. Bu ise düşünen ruhun (nefs-i rütıka) ve onun en temel yetisi olan aklın işlevidir. Zihinsel bilgiler akla bu işlevinde destek verirse de akıl, tümel formların ve ya aların bilgisini yalnızca, aşkın bir varlık olan Etkin Akıldan alır. Böylece, bilginin kaynağı kesin olarak doğaüstü ve tanrısaldır. Her gerçek ve tümel bilgide sezginin payı vardır ve bilme bir mekanik olay değildir. Bilme çabası, bir bakıma duaya benzer; ona karşılık vermek Tanrı’nın ve Etkin Akıl’ın bileceği iştir.

    Doğa felsefesi ve psikoloji

    İbni Sina doğa bilimini kuramsal bir çalışma olarak görür ve konularını cisimlerin hareket ve durağanlığıyla sınırlar. Her cisim madde ve formdan (suret) oluşur. Madde cismin aslına; form da niteliğini, niceliğini, yerini, nedenini gösterir. Madde ve form ayırımı yalnızca zihinsel olup gerçekte maddesiz form, formsuz madde bulunmaz. Her doğal cismin doğal bir yeri vardır. Evren birdir; yaratıcı hareket de birdir ve daireseldir. Cisimlerden hiçbiri kendiliğinden hareketli ya da durağan olamaz. Bunlar’ın başlıca nedenleri doğal güç, nefs (ruh) gücü ve gökkürenin (felek) gücüdür. Cisimlerin sonsuzca bölünebileceği düşüncesiyle atomcu görüşe karşı çıkan İbni Sina, böylece «bölünmeyen en küçük parça»yı kabul eden İslam kelamcılarından kesin olarak ayrılmıştır.

    İbni Sina, Aristoteles geleneğine uyarak psikolojiyi de doğa felsefesi içinde inceler; ancak içerik olarak birçok konuda Aristoteles’den ayrılır. Öncelikle Aristoteles, ruhu bedenin bir işlevi gibi görüp bağımsız bir varlığa sahip olmasından kuşku duyarken İbni Sina ruhun bağımsız varlığını kesin olarak vurgulamıştır.

    İbni Sina psikolojide, Platoncu tasnife uygun olarak, «nefs» adım verdiği ruhu, en ilkelinden en gelişmişine doğru bitkisel ruh, hayvansal ruh ve insansal ruh (nefs-i nâtıka, düşünen ruh) şeklin de üç türlü düşünün Ruhun, basit algılardan akıl yürütmeye kadar birçok yetileri vardır. Bunlar genellikle «dış duyular» ve «iç duyular diye ikiye ayrılır. Dış duyular beş duyudan ibarettir. İç duyular «ortak duyu, tasavvur, hayal, anımsama ve düşünme»den oluşur. İslam düşünce tarihinde ilk kez İbni Sina, bu duyu türlerinden başka, bir de «vehim gücü» adım verdiği bir tür sezgi, önsezi ya da sağduyudan söz etmiştir. İnsan ruhunun asıl kendine özgü işlevi olan düşünme, akıl yetisinin bir işlevidir. Daha sonra Kant’ın kuramsal akıl ve pratik akıl dediğini İbni Sina bir tek aklın iki yetisi sayar ve bunlara «bilme gücü» ve «yapma gücü» adını verir.

    Din felsefesi

    Din ve özellikle Tanrı felsefesi İbni Sina’nın düşüncesinde önemli bir yer tutar. 0, bu konulara ilişkin görüşleri bakımından Farabi’ye göre İslam diniyle daha çok uyum halinde görülmektedir. İbni Sina’ya göre yalnızca Tanrı zorunlu (vacib) varlık olarak vardır. O’nun dışındaki tüm varlıklar kendi başlarına olanaklı (mümkün) olmaktan öte gidemezler; var olmaları ve varlıkta kalmaları Tanrı’ya bağlıdır. Tanrı birdir ve her yönden bir olan yalnız O’dur. Bu nedenle İbni Sina, kelâmcıların düşündüklerinin tersine, Tanrı’da zat-sıfat (nitelik), hatta varlık ve mahiyet gibi ikiliklerden söz edilemeyeceğini ısrarla savunmuştur. Aristoteles’in düşündüğünün tersine, Tanrı her şeyi bilir; şu anlamda ki, 0, kendini bilir ve zorunlu olarak, kendisinden taşmış olan, kendi «inâyet’»in ve «cömertlik»inin eseri olan her şeyi de tümel yasaları içinde bilir. Bilgisi bakımından da Tanrı tektir; yani, O’nda bilen, bilinen ve bilgi ayrılığı yoktur. Çünkü bu, Tanrı’da çokluğu gerektirir. O’nun kendisini bilmesi, kendisiyle ilgili olan, yasalarını kendisinin koyduğu her şeyi bilmesiyle eş anlama gelir. Böylece tanrı hem bilen, hem bilinen, hem de bilgidir. O’nun yaratması her şeyin kendisinden taşması, iradesi bu taşmaya rıza göstermesi, bilgisi de bu taşmanın bilincinde olmasıdır.

    Tanrı sürekli bilen ve düşünen varlık olduğuna, O’nun düşünmesi ve bilmesiyle yaratması da aynı şey olduğuna göre kendisi gibi yaratma ve dolayısıyla yaratılan (evren) da ezeli ve ebedidir.

    Pozitif bilimler

    İbni Sina, matematiğin daha çok kuramsal yanıyla ilgilenmiş, Eukleides’in geometriyle ilgili tanımlarını incelemiş ve tartışmıştır. Astronomi alanında yerin çapını ve boylamlarını hesaplaması sırasında ulaştığı değerler bugünkülere oldukça yakındır. Fizikte özellikle ağırlık, çekim ve hareketle ilgili görüşleri bilim tarihi bakımından önem taşır. Simya (sahte kimya) ile ilgili görüşleri dolayısıyla Cabir bin Hayyan ve Razi’yi eleştirmiştir. Ancak pozitif bilimlerdeki asıl ününü tıp alanında kazanmıştır

    İbni Sina tıp tarihinin gözde temsilcilerindendir. Onun bu alandaki çalışmaları, Yunan, Hint ve Iran tıp okulları yanında Müslüman tabiplerin deney ve uygulamalarından da esinlenmiştir. Öncüleri arasında Ferctevsü’l-Hikme’nin yazarı Abi bin Rabben et-Taberi, el-Hiv? adlı dev eserin yazarı, Razi gibi Müslüman bilim adamları sayılabilir. İbni Sina’nın tıpla ilgili çalışmalarının en önemlisi olan el-Kanun, yazarın tabiat bilimine katkısının gözlemsel ve deneysel yaralarını gösteren en iyi kanıttır.




    İbni Sina tıpta teşhisin önemini vurgulamış, geçici ve önemsiz hastalıklar için ilaç verilmemesini, cerrahiye daima son çare olarak başvurulmasını, teşhisin sağlıklı yapılabilmesi için hastanın gerektiği ölçüde gözlem altında tutulmasına öğütlemiş; günümüzde büyük önem taşıyan deontoloji (tıp ahlaki) konusunda son derece önemli ilkeler koymuştur.

    İbni Sina halk sağlığı, çevre sağlığı, göz, diş, kalp, kan ve damar hastalıkları, cerrahi, yanık tedavisi, spor, çocuk sağlığı, patoloji, eczacılık, koruyucu hekimlik, teşhis ve tedavi yöntemleri gibi tıbbın birçok alanındaki görüş ve uygulamalarıyla tıp bilimine evrensel boyutta katkılarda bulunmuş; bu nedenle kendisine batıda «tıbbın kralı» denilmiştir. Ayrıca, el-Kanun, XllI. yy’dan başlamak üzere çeşitli Batı dillerine çevrilmiş ve birçok kez basılmıştır. Avrupa’da ilk klinik ders 1500’de Padua’da İbni Sina uzmanlarınca verilmiş; el-Kanun çeşitli üniversitelerde zorunlu ders kitabı sayılmıştır. XV. yy’da İngolstadt Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki en büyük dershaneye Avicenne (İbni Sina) adı verilmiştir. Aynı fakültenin doktora yönetmeliğinin 2. ve 5. maddelerinde İbni Sina ve Razi’den birer soru sorulması zorunlu kılınmıştı.

  3. #3
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart

    Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn Sînâ (980-1037) matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir. Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuraminın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır. İbn Sînâ'ya göre, her element sadece kendisine özgü niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz metallerden altın ve gümüş gibi daha değerli metallerin elde edilmesi mümkün değildir.

    İbn Sînâ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles'in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu. İbn Sînâ bu çelişik durumu görmüş, yapmış olduğu gözlemler sırasında hava ile rüzgârın güçlerini karşılaştırmış ve Aristoteles'in haklı olabilmesi için havanın şiddetinin rüzgârın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır; oysa meselâ bir bir ağacın yakınından geçen bir ok, ağaca değmediği sürece, ağaçta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, rüzgar ağaçları sallamakta ve hatta kökünden kopartabilmektedir; öyleyse havanın şiddeti cisimleri taşımaya yeterli değildir.

    İbn Sînâ'ya Aristoteles'in yanıldığını gösterdikten sonra, kuvvetle cisim arasında herhangi bir temas bulunmadığında hareketin kesintiye uğramamasının nedenini araştırmış ve bir nesneye kuvvet uygulandıktan sonra, kuvvetin etkisi ortadan kalksa bile nesnenin hareketini sürdürmesinin nedeninin, kasri meyil (güdümlenmiş eğim), yani nesneye kazandırılan hareket etme isteği olduğunu sonucuna varmıştır. Üstelik İbn Sînâ bu isteğin sürekli olduğuna inanmaktadır; yani ona göre, ister öze âit olsun ister olmasın, bir defa kazanıldı mı artık kaybolmaz. Bu yaklaşımıyla sonradan Newton'da son biçimine kavuşan eylemsizlik ilkesi'ne yaklaştığı anlaşılan İbn Sînâ, aynı zamanda nesnenin özelliğine göre kazandığı güdümlenmiş eğimin de değişik olacağını belirtmiştir. Meselâ elimize bir taş, bir demir ve bir mantar parçası alsak ve bunları aynı kuvvetle fırlatsak, her biri farklı uzaklıklara düşecek, ağır cismimler hafif cisimlere nispetle kuvvet kaynağından çok daha uzaklaşacaktır.
    İbn Sînâ'nın bu çalışması oldukça önemlidir; çünkü 11. yüzyılda yaşayan bir kimse olmasına karşın, Yeniçağ Mekaniği'ne yaklaştığı görülmektedir. Onun bu düşünceleri, çeviriler yoluyla Batı'ya da geçmiş ve güdümlenmiş eğim terimi Batı'da impetus terimiyle karşılanmıştır.
    İbn Sînâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir, ancak, İbn Sînâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16. yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19. yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-Kânûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir. Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitab'ı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitab'ı basit ilaçlar, Üçüncü Kitab'ı patoloji, Dördüncü Kitab'ı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve Beşinci Kitab'ı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.

    İslam tarihinde önemli adımların atıldığı bir dönemde bilim hususunda daha sonra gelişecek olan Avrupa biliminde de önemli etkileri olacak olan İbn Sina, geliştirdiği felsefeyle de daha sonraları bir çok İslam alimi tarafından da eleştirilmiştir.

  4. #4
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart

    Büyük İslam filozofu. Aristotelesçi felsefe anlayışını İslam düşüncesine göre yorumlayarak, yaymaya çalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuştur.


    Buhara yakınlarında Hormisen'de doğdu, 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Gerçek adı Ebu'l-Ali el-Hüseyin b. Abdullah İbn Sina'dır. Babası, Belh'ten göçerek Buhara'ya yerleşmiş, Samanoğulları hükümdarlarından II. Nuh döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış olan Abdullah adlı birisidir. İbn Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natilî ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gökbilim öğrenimi gördü. Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, sağıltımla uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle, II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı.


    İbn Sina'nın felsefeye karşı ilgisi deney bilimleriyle başlamış, Aristoteles ve Yeni-Platoncu görüşleri incelemekle gelişmiştir. İslam ve Yunan filozoflarının görüşlerini yorumlayan ve eleştiren İbn Sina'nın ele aldığı sorunlar genellikle, Aristoteles ve Farabi'nin düşünceleriyle bağımlıdır. Bunlar da, bilgi, mantık, evren (fizik), ruhbilim, metafizik, ahlak, tanrıbilim ve bilimlerin sınıflandırılmasıdır. Belli bir düşünce dizgesine göre yapılan bu düzenlemede her sorun bağımsız olarak ele alınıp çözümüne çalışılır.


    Bilgi sezgi ile kazanılan kesin ilkelere göre sonuçlama yoluyla sağlanır. Bu nedenle, bilginin gerçek kaynağı sezgidir. Bilginin oluşmasında deneyin de etkisi vardır, ancak bu etki usun genel geçerlik taşıyan kurallarına uygundur. Ona göre "bütün bilgi türleri usa uygun biçimlerden oluşur." Bilginin kesinliği ve doğruluğu usun genel kurallarıyla olan uygunluğuna bağlıdır. Us kuralları, insanın anlığında doğuştan bulunan, değişmez ve genel geçerlik taşıyan ilkelerdir. Sonradan, duyularla kazanılan bilgi için de bu kurallara uygunluk geçerlidir. Deney verileri us ilkelerine göre, yeni bir işlemden geçirilerek biçimlenir, onların bundan öte bir önem ve anlamı yoktur. Çelişmezlik, özdeşlik ve öteki varlık ilkeleri, usta bulunur, deneyden gelmez.


    İbn Sina'ya göre varlık, tasarlamakla bağlantılıdır. Bütün düşünülenler vardır ve var olanlar tasarlanabilen düşünülür biçimlerdir (makuller). Bu nedenle, düşünmekle var olmak özdeştir. Atomcu görüşün ileri sürdüğü nitelikte bir boşluk yoktur. Uzay ise, bir nesnenin kapladığı yerin iç yüzüdür. Varlık kavramı altında toplanan bütün nesnelerin değişmeyen, sınır ve niteliklerini koruyan belli bir yeri vardır. Devinme, bir nesnenin uzayda eyleme geçişidir.


    Mantık insanı gerçeklere ulaştırmaz, yalnız birtakım yanılmalardan korur. Düşünme yetisi gerçeği kavramak için mantıktan geçici bir araç olarak yararlanır. Düşünme eyleminin sağlıklı olması için mantık, ilkeler ve kurallar koyabilir, anlıkta bulunan ve bilinen bilgilerden yola çıkarak, bilinmeyenleri saptama olanağı sağlar. Bu özelliği nedeniyle, mantık, düşünmenin genel kurallarını bulan, düzenleyen, bu kurallar arasındaki gerekli bağlantıyı ve birliği kuran bir bilimdir. Mantık kuralları, genel geçerlik taşıyan ve değişmeyen kesin kurallardır. Mantığın kavramlar ve yargılar olmak üzere iki alanı vardır. Her bilimsel bilgi ya kavram ya da yargılara dayanır. Kavram, ilk bilgidir ve terim ya da terim yerine geçen bir nesneyle kazanılır. Yargı ise, tasımla kazanılır.


    Mantığın konusu incelenirken, tanım temel alınmalıdır. Tanımlar birbirlerine bağlandıklarında, kanıt ve çıkarıma varılır. Kavram, önce tekil bir algıdır (sezgi). Yargı ise, iki tekil terim arasındaki ilişkidir. Kavramlar, açık ve kapalı belirleme olarak ikiye ayrılır. Varlığın, töz, nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi gibi on kategorisi vardır.


    İbn Sina mantığında en önemli yeri tanım tutar. Bir kavramı tanımlamak için, bu kavramın bireylerinden biri göz önüne alınmalıdır. Tikelin belirlenmesi tümelden kolaydır. Eksiksiz bir tanım yakın cins ile yapılmalıdır. En yetkin tanımsa, kavramın yakın cinsi ile türsel ayrımdan oluşur. Tanım ikiye ayrılır; Gerçek tanım ve sözcük tanımları.


    Önermeler, yüklemli ve koşullu olabilirler. Yüklemli önerme, bir düşünce ötekine yüklendiği zaman ya onaylanır ya da yadsınır. Koşullu önermeler, bir ötekinin koşulu ya da sonucu olarak bağlanan terimlerde görülür. Önermeler varsayımlı, nitelik ve nicelikleri bakımından, tekil, belirsiz ve belirli olur. Tasım, bitişik ve ayrık olmak üzere ikiye ayrılır. Bitişik tasımların öncüleri anlam bakımından, sonuç önermesini içerir. Ayrık tasımlarda ise sonuç önermesi öncüllerde bulunabilir.


    Tümeller, bütün varlık türlerinin oluşumundan önce, Tanrı düşüncesinde, birer tanrısal kavram olarak vardır. Varlıkların oluş nedeni ve onlara biçim kazandıran tümellerdir. Tümeller Tanrı'da ussal olarak bulunan, nesnelerde ve bireylerde içkin olan, öteki de nesnelerin dışında ve anlıkla birlikte olan mantıksal tümel diye üçe ayrılır. Birinci türe giren tümel, metafiziği ilgilendirir. İbn Sina fiziği, metafiziğe giriş olarak düşünür.


    Fiziğin konusu madde ve biçimden oluşan nesnelerdir. Biçim, maddeden önce yaratılmıştır. Maddeye bir töz özelliği kazandıran biçimdir. Maddeden sonra ilinek gelir. Biçimler maddeye, ilinekler ise, töze katılır. Doğal nesneler kendi öz ve nitelikleriyle bilinir. Bütün nitelikler de birinci nitelikler ve ikinci nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır. Birinci nitelikler nesnelere bağlıdır, ikinciler ise, nesnelerden ayrı olarak varlığını sürdürür. İbn Sina'ya göre, nesnel evrende bulunan güç ve devinimin temelini ikinci nitelikler oluşturur. Nesneler, kendilerinde bulunan gizli güçle devinime geçerler. Bu güç ise, doğal güç, öznel güç, tinsel güç olmak üzere üç türlüdür. Doğal güç, nesnede doğal biçim ve yerlerle ilgili nitelikleri taşır. Çekim ve ağırlık bu türdendir. Öznel güç, nesneyi devingen ya da durağan duruma getirir. Bunda da, bilinçli ya da bilinçsiz olma özelliği bulunur. Tinsel güç, herhangi bir organın, aracın yardımı olmaksızın doğrudan doğruya bir istençle eylemde bulunmaktadır. Buna, gökkatlarının özleri adı da verilir. İbn Sina'nın geliştirdiği bu güç kuramının kaynağı Aristoteles ve Yeni-Platonculuk'tur. Ancak, o bu güçlerin sonsuz olduğu kanısında değildir. Ona göre, zaman ve devinim kavramları da birbirine bağlıdır, çünkü, devinimin bulunmadığı, algılanmadığı bir yerde zaman da yoktur.


    İbn Sina'nın felsefesinde, Aristotelesi'in geliştirdiği düşünce dizgesine uygun olarak, ruh kavramının önemli bir yer tuttuğu görülür. Ona göre, biri bitkisel, öteki insanla ilgili olmak üzere, iki türlü ruh vardır. İnsan ruhu, gövdeye gereksinme duymadan, doğrudan doğruya kendini bilir, bu nedenle, tinsel bir tözdür. Gövdeyi devindiren, ona dirilik kazandıran bu tözün başka bir özelliği de, yetkin düşünme yeteneği anlık olmasıdır. Düşünme eylemi yaratan ruhtur, o gövdeyi gerektirmez, ancak gövde var olabilmek için tini gereksinir. İnsan ruhu gövde biçiminde değildir, usa uygun biçimleri kavramaya elverişli bir töz olduğundan, gövdesel yapıda yer alamaz. Gövde, bölünebilen öğelerden oluşmuş bir bütündür, oysa tin, bir birliktir, bölünmeye elverişli değildir, sürekli olarak özünü ve birliğini korur. Tin, bütün izlenimleri gövde aracılığıyla alır, anlık yoluyla kavramları, kavramlara dayanarak usa vurmayı oluşturur. Bu yüzden, gövdeyle dolaylı bir bağlantısı vardır. Ancak, bu bağlantı tin için bir oluş koşulu değildir.


    Canlı sorununa, gözleme dayalı bir ruhbilim anlayışıyla çözüm arayan İbn Sina'ya göre dirilik bir bileşimdir. Doğal organların, göksel güçler yardımıyla bileşmesinden canlılar ortaya çıkar. Bu olay da, belli aşamalara uygun olarak gerçekleşir. İlk ortaya çıkan canlı bitkidir. Bitkide tohumla üreme, beslenme ve büyüme güçleri vardır. İkinci aşamada ortaya çıkan hayvanda ise, kendi kendine devinme ve algı güçleri bulunur. Devinme gücünden isteme ve öfke doğar. Algı gücü de, iç ve dış algı olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan özü doğal evrim sürecinde en üst düzeyde gerçekleşmiş bir oluşumdur, bu nedenle, öteki varlıklardan ayrılır. İnsanda dış algı duyumlarla, iç algı da , beynin ön boşluğunda bulunan ortak duyu ile sağlanır. Duyularla alınan izlenimler bu ortak duyu ile beyne gider. Beynin, ön boşluğunda sonunda, tasarlama yetisi bulunur. Bu yeti duyu izlenimlerini sağlamaya yarar. İnsan için en önemli olan düşünen öz yapıcı ve bilici güçlerle donatılmıştır. Yapıcı güç (us) gerekli ve özel eylemler için gövdeyi uyarır. Bilici güç ise, yapıcı gücü yönlendirir. Özdekten ayrılan tümel biçimlerin izlerini alır. Bu biçimler soyutsa onları kavrar, değilse soyutlayarak kavrar. İnsanda iyiyi kötüden, yararlıyı yararsızdan ayıran yapıcı güçtür, bu nedenle bir istenç niteliğindedir.


    Us konusunda İbn Sina ayrı bir düşünce ortaya atmıştır. Ona göre us beş türlüdür. Özdeksel us, bütün insanlarda ortak olup, kavramayı, bilmeyi sağlayan bir yetenektir. Bir yeti olarak işlek us, yalın, açık ve seçik olanı bilir, eyleme yöneliktir, durağan bir güç niteliğinde değildir. Eylemsel us, kazanılmış verileri kavrar ve ikinci aşamada bulunan ustan daha üstündür. Kazanılmış us, kendisine verilen ve düşünebilen nesneleri bilir. Aşama bakımından usun olgunluk basamağında bulunur. Bu aşamada usun kavrayabileceği konular kendi özünde de vardır. Kutsal us, usun en yüksek aşamasıdır. Bütün varlık türlerinin özünü, kaynağını, onları oluşturan gücü, başka bir aracıya gereksinme duymadan, bir bütünlük içinde kavrar.


    İnsan, ayrıntıları duyularla algılar, tümelleri usla kavrar. Tümelleri kavrayan yetkin us, nesneleri anlama yeteneği olan etkin usa olanak sağlar. İnsan usunun algıladığı ayrıntılar, kendi varlıkları dolayısıyla değil, nedenleri yüzünden vardır. Us, bu kavranabilir nesneleri kazanabilmek için ilkin duyu verilerinden yararlanır. Sonra duyu verilerini usun genel kurallarına göre işlemden geçirir, yargıları ortaya koymada onları aşar.


    Yaratılış konusunda İbn Sina, varlığın sıralı düzeninde, "bir'den bir çıkar" ilkesine dayanır. İlk "bir", zorunlu varlık, Tanrı'dır. O'nun varlığı yalnız kendisini gerektirir. Var olma, Tanrı'nın özünden gelen gerekimdir. İlk neden ilk gerçekliktir. Tanrı'dan ilk us ortaya çıkar. Çokluk bu usla başlar. Bundan da felek ve nefsin usları türer. Her ustan da, o usun özü ve cismi oluşur. Us cismi aracısız olarak devindiremeyeceği için, uslar sırasının sonunda etkin us, akıl bulunur. Ondan da dünya ile ilgili nesnelerin maddesi, cisimlerin biçimleri ve insan özleri doğar. Etkin us, tümünün yöneticisidir. Yaratılış önsüzdür ve yeri de maddedir. Madde, soyut ve tüm varlığın öncesiz olanı, nefsin eylem alanı, sınırı ve tüm parçaların kaynağıdır. İlk us, kendisini ve zorunlu varlığı bilir. Buradan ikilik doğar. İlk us kendinde olanaklı, ilk varlık için ise zorunludur. Her tikel feleğin ilk kımıldatıcısı vardır. İlk kımıldatıcıları eyleme sokan tinsel varlıklardır. Her feleğin de iyiliğini düşünen kımıldatıcı bir nefsi vardır. Nefsin eylemi, etkin usa ulaşır.


    Evrenin varlığı, zorunlu olan, Tanrı'yı gerektirir. Başka bir varlığın etkisiyle var olan evren sonsuz olamaz. Devinme, nesnenin özünde saklı güçten doğar. Her nesnenin özünde devindirici bir güç vardır. Nesne kendini kendinin etkin öznesi değildir. Bu güç, nesneye biçim de kazandırır.


    İbn Sina metafiziği genelde Aristoteles metafiziği ile Yeni-Platonculuk ve Kelam'ın bireşimidir. Konusu, ilkler ilki, tüm oluşların, yaratışların, varlık bütününün kaynağı olan Tanrı'dır. Tanrı, bütünlüğü nedeniyle nesnelerde, olay ve eylemlerde görünüş alanına çıkar. Varlık vardır, yok olamaz.


    Varlık üç bölüme ayrılır:
    1- Olanaklı varlık, nesnelerle ilgili değişimin, oluş ve bozulmanın egemen olduğu varlıktır. Bu varlık ortamında görülen ne varsa belli bir süre içinde başlar ve biter.
    2- Kendiliğinden olanaklı varlık. Olanaklı olmasına karşın, ilk nedenle ilişkilerinden dolayı zorunluluk kazanır. Tümellerin, yasaların bulunduğu evren. Gökkürelerin usları böyledir.
    3- Kendiliğinden zorunlu varlık, ilk neden ya da Tanrı'dır. Değişmez ve çoğalmaz. Çokluklar ondadır. Tanrısal zorunluluk illkesi tüm yaratılanların da temel ilkesidir.


    İbn Sina'nın benimsediği tanrıbilim dört ana konuyu içerir; Evren, ötedünya, ahiret, peygamberlik, Tanrı.


    Evren yaratılmıştır. Yaratıcı ve varedici Tanrı'dır. O Kelamcılar'ın dediği gibi özgün yapıcı değildir, zorunludur. İlk neden önsüz ve sonsuzdur. Evrenin yaratılması, Tanrı'nın daha önceden varoluşunu gerektirir. Evrenin bütününde yer alan gök katları tanrısal evrenin varlıklarıdır, bunların özleri meleklerdir. Madde dünyasında oluş ve bozulma vardır. Onların tanrısal niteliği yoktur. Bu yaratma olayı da bir fışkırmadır.


    Ölüm, tinin gövdeden ayrılmasıdır. Gövdelerden ayrılan tinlerin geldikleri kaynakta toplanmaları insanda ötedünya kavramını oluşturur. Ruh, tinsel bir tözdür, ölümsüzdür. Gövdeye egemendir. Ruh gövdeye girmeden önce etkin usta vardı. İnsana bireyselliğini kazandıran odur. Gövdenin yok olması, ruhun varlığını etkilemez. Dirilme tinseldir.


    İnsanları yaratan Tanrı, onlara verdiği özgür istençle iyi ile kötüyü seçme olanağı sağladı. İstenç özgürlüğü, usla utku arasındaki çatışmadan ve ilkinin üstünlüğünden doğar. İnsan elinden çıkan bütün bağımsız eylemler tanrısal kayra ile gerçekleşir. Özgür istenç tüm insanlarda vardır. Peygamberler de bu bakımdan birer insandır. Ancak, onlarda insanların en yüceleri olan bilginlerde, bilgilerde olduğu gibi bir seziş vardır. Bu üstün seziş gücü, kavrayış yeteneği peygamberlerin etkin us ile buluşmalarını, gerçekleri kavramalarını sağlar. Bu üstün güç ve kavrayış vahy adını alır. Üstün anlayış gücü taşıyan melekler, vahyi peygamberlere ulaştırırlar.


    Tanrı, özü gereği bilicidir. Kendi özünü bilmesi yaratmayı gerekli kılar. İbn Sina İslam dinine ve Kuran'a dayanarak bilmeyi yaratma olarak niteler. Yaratma eylemi Tanrı'nın kendi özüne karşı duyduğu sevgiden dolayıdır. Tanrı tümelleri bilir. Tikellerle ilgili bilgisi de, tümel nedensellikleri bilmesindendir.


    Madde ve biçimin ilişkileri üzerinde bilimleri üç bölümde ele alırlar:
    1- Maddeden ayrılmamış biçimlerin bilimi: Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler.
    2- Maddesinden iyice ayrı biçimlerin bilimi: Metafizik, mantık gibi yüksek bilimler.
    3- Maddesinden ancak zihinde ayrılabilen, kimi yerde ayrı kimi yerde bir olan biçimlerin bilimi:
    Matematik, geometri, orta bilimler. Zihin bu biçimleri doğru olarak maddesinden soyutlar.


    Felsefe ise, kuramsal ve pratik diye ikiye ayrılır. Kuramsal olan, bilmek yeteneğiyle elde edilen bilgileri kapsar. Doğa felsefesi, matematik felsefesi ve metafizik gibi pratik felsefe, bilmek ve eylemde bulunmak üzere elde edilen bilgilere dayanır.


    İbn Sina, gerek Doğu gerekse Batı filozoflarını etkiledi. Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan etkilendi. İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuk'a götürdü. Yapıtları 12.yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı. Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri konusunda İbn Sina'dan yararlandı.


    BAŞLICA ESERLERİ :
    el-Kanun fi't-Tıb ("Hekimlik Yasası"); Kitabü'l-Necat ("Kurtuluş Kitabı"); Risale fi-İlmü'l-Ahlak ("Ahlak Konusunda Kitapçık"); İşarat ve'l-Tembihat ("Belirtiler ve Uyarılar"); Kitabü'ş-Şifa ("Sağlık Kitabı").

  5. #5
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart

    İbn-i Sina (tam adı Ebu Ali el-Hüseyin ibni Abdullah ibn-i Sina el-Belhiا) (d. 980, Buhara yakınları - ö. 1037, Hemedan), Fars filozof ve hekim.
    Samanoğulları sarayı kâtiplerinden Abdullah Bin Sina'nın oğlu olan İbni Sina (Batı'da Avicenna adıyla tanınır), babasından, ünlü bilgin Natili'den ve İsmail Zahit'den ders aldı. Geometri (özellikle Eukleides geometrisi), mantık, fıkıh, sarf, nahif, tıp, doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi'nin el-İbane's\ aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrenip, hastalanan Buhara prensini iyileştirince (997) saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuştu. Babası ölünce, Cür-can'da Şirazlı Ebu Muhammet'ten destek gördü, (Tıp Kanunu'nu Cürcan'da yazdı). Çağında tanınan bütün Yunan filozoflarının Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir.

    Felsefe

    İbni Sina felsefesi, düşüncesi, varlık anlayışı bakımından örnek bir Ortaçağ filozofudur. Felsefesinde, deney ve akla dayanan duyularla edinilen akıl verilerini akıl ilkelerine göre değerlendiren, açıklayan bir anlayış görülür. Aristoteles'in görüşlerini benimsemiş, felsefeyi iki bölüme ayırmıştır: (kuramsal) hikmet, doğa felsefesi, matematik ve metafiziğe dayanan felsefeyi içerir. Bu alandaki felsefe dallarının temel konusu bilgidir. (uygulamaya ilişkin) hikmet, üçe ayrılır: Siyaset ya da medeni hikmet; iktisat ya da ev hikmeti (el-hikmet ül-menzili-ye); ahlaksal hikmet (el-hikmet ül-hulkiye). Daha çok eyleme dayanan bu üç bölümün konuları ve inceleme alanları ayrıdır.

    Din

    İbni Sina, dini bağımsız bir bilgi alanı olarak ele almış, dinle felsefeyi bağdaştırmaya çabalamış, din felsefesini dört temel konuda toplamıştır: Yaratılış; ahiret; peygamberlik; Allah bilgisi. Tasavvuf. Yeni eflatuncu Plotinos'un etkisinde kalan İbni Sina, İslâm ile yeni eflatunculuğu bağdaştırmaya çalışmıştır. Ona göre tasavvufun temeli "aşk"tır. İnsan aşk aracılığıyla sınırlı varlığından kurtularak sonsuzluğa yükselir. İnsan gerçek kaynağı olan Allah'a feyz ve sudur basamaklarını tırmanarak ulaşabilir; öz kaynağına döner. Her şeyin kaynağı, insan varlığının özünde sürekli bir eylem biçiminde varolan "aşk"tır. Tasavvuf, "aşk"ın dışa vuruluşu, belirli bir düzene göre ortaya konuşudur.

    Metafizik

    İbni Sina bu alanda kendisinden önceki filozofların görüşleri ile kelam-cılarınkini uzlaştırmaya çalışmış, Aristoteles'in metafiziği ile kelamcıların ve yeni eflatuncuların düşüncelerini birleştirerek yeni bir bireşim ortaya koymuştur. İbni Sina'ya göre metafiziğin temel konusu, "vücudu mutlak" olan Allah ile yüce varlıklardır.|Vücut (var olan) üçe ayrılır: Olası varlık ya da ortaya çıkan ve sonra yok olan varlık; olası ve zorunlu varlık (tümeller ve yasalar evreni, kendiliğinden var olabilen ve bir dış neden sayesinde gerekli olan varlık); özü gereği gerekli olan varlık (Allah). Varlık'ı temel konu alan metafizik, gerekli bir bilim dalıdır.

    Mantık

    İbni Sina'ya göre mantık, araç (alet) bilimidir. Ruhbilimden doğar ve onun kurallarını alır. Temel konusu, düşüncenin kararlarını bulmak, bunlar arasında bağlantı kurmak ve doğru düşünmeyi insanlara göstermektir. İbni Sina, önce kavramları inceler ve onları ikiye ayırır; Açık belirleme (el-mantık biddelale); kapalı belirleme (el-menfhum biddelale).,' Mantığın en önemli bölümü tanımdır. Tanımda iki temel ilkenin ("cins", "fark") varlığına inanan, İbni Sina, kesin ve eksiksiz tanımın, yakın cins ile öz farkların birleştirilmesi sonucu yapılabileceğini öne sürmüştür.

    Ruhbilim

    İbni Sina, ruhbilimin, metafizik ile fizik arasında bağlantı kuran ve bu iki bilimden de yararlanan bir bilgi alanı olduğunu savunmuş, ruhbilimi üç ana bölüme ayırmıştır: Akıl ruhbilimi; deneysel ruhbilim; tasavvuf ya da gizemci ruhbilim.

    Akıl

    Bu konudaki görüşleri Aristoteles ve Farabi'den farklı olan İbni Sina'ya göre, akıl 5 çeşittir; bilmeleke (ya da olası) akıl (açık seçik ve zorunlu olanları bilebilir); he-yulâni akıl (bilmeyi ve anlamayı sağlar); kutsi akıl (aklın en yüksek aşamasıdır; her insanda bulunmaz); muste-fat akıl (kendisinde bulunanı, kendisine verilen "makûllerin "suref'lerini algılar); bilfiil akıl ("makûl'leri, kazanılmış verileri kavrar). İbni Sina, akıl konusunda, Efla-tun'un idealizmi ile Aristoteles'in deneyciliğini uzlaştırmaya, birleştirici bir akıl görüşü ortaya koymaya çalışmıştır.

    Bilgi

    Ana kaynağı sezgi olan bilgi, genel kesin ilkelere dayanmalıdır. Sezgi aracılığıyla algılanan veriler, sonuçlama yoluyla ("el-istintaç") bilgiye dönüşür. İbni Sina'nın bilgiye ilişkin görüşleri idealisttir; ama, bilginin doğuşunda deneyin oynadığı rolü de gözden uzak tutmamıştır.

    Bilimlerin sınıflandırılması

    İbni Sina'ya göre bilimler madde ve biçim ilişkisi bakımından üçe ayrılır: Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler (el-ilm ül-esfel), maddesinden ayrılmamış biçimlerin bilimidir; metafizik (mabad üt-tabia), mantık ya da yüksek bilimler(el-ilm.ıüll-âli), maddesinden ayrılan biçimlerin bilimleridir; matematik ya da orta bilimler (el-ilm ül-evsat), ancak insanın zihninde maddesinden ayrılabilen, bazen maddesiyle birlikte, bazen ayrı olan biçimlerin bilimidir. Kendisinden sonraki Doğu ve Batı filozoflarının çoğunu etkileyen İbni Sina, müzikle de ilgilenmiştir. 250'yi aşkın yapıtının başlıcası olan Şifa ve Kanun, felsefenin temel yapıtı sayılarak, uzun yıllar boyunca pek çok üniversitede okutulmuştur.

    Başlıca yapıtları

    el-Kanun fi't-Tıb, (ö.s), 1593, "Tıpta Kanun"(Tıp ile ilgili zamanının bilgilerini ihtiva eder. Orta çağda dört yüz yıl Batı'da ders kitabı olarak okutulmuştur. Latinceye on çevirisi yapılmıştır.)
    Kitabü'l-Necat, (ö.s), 1593, ("Kurtuluş Kitabı"Metafizik konularda yazılmış özet bir eserdir. )
    Risale fi-İlmü'l-Ahlak, (ö.s), 1880, ("Ahlak Konusunda Kitapçık")
    İşarat ve'l-Tembihat, (ö.s), 1892, ("Belirtiler ve Uyarılar"(Felsefe ve onun kolu metafizik konularda yazılmış çok önemli bir eserdir.)
    Kitabü'ş-Şifa, (ö.s), 1927, ("Mantık, Matematik, Fizik ve İlahiyat yani Metafizik konularında yazılmış on bir ciltlik hacimli bir eserdir. Bir çok kereler Latinceye çevrilmiş ve ders kitabı olarak okutulmuştur.").Mantık bölümü, Mantık , Musiki ve Hitabet kitaplarından meydana gelir.Matematik bölümünde Aritmetik ve Geometri ve Astronomi kitapları yer alır.Tabiat veya Fizik bölümünde ise, Fizik, Kimya, Mineroloji

  6. #6
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart

    (980-1037), yalnız doğuda değil, ortaçağ Avrupa'sında da en büyük tıp bilgini sayılan İranlı Müslüman bir bilgin ve düşü*nürdür. Tam adı Ebu Ali el-Hüseyin bin Abdullah bin Sina olan İbn Sina, batıda Avicenna diye bilinir. Yunan filozofu Aris*to'nun en büyük yorumcularından biridir.
    Buhara yakınlarındaki Afşana'da doğan İbn Sina babasından ve döneminin ünlü bilginlerinden özel ders aldı. Parlak zekâsı ve güçlü belleğiyle kısa zamanda öğretmenlerini geride bıraktı. Felsefe, edebiyat, matematik, tıp gibi çeşitli alanlarda engin bir bilgi biriki*mine ulaştı. Daha 16 yaşındayken yanında başka hekimler çalışan başarılı bir hekimdi. Samani Hükümdarı Nuh bin Mansur'un has*talığını iyileştirmesi üzerine, Buhara'daki ola*ğanüstü zengin kitaplıktan dilediği gibi yarar*lanmasına izin verildi. Burada bulup okuduğu kitaplar, bilgisinin daha da derinleşmesine ve düşüncelerinin gelişmesine büyük katkıda bu*lundu. 21 yaşına geldiğinde dönemin en bü*yük hekimlerinden biri sayılıyordu. Gazneli Mahmud'un Samani hanedanına son vermesi üzerine Buhara'dan Harezm'e gitti. Düzensiz yaşayışıyla Gazneli Mahmud'u kızdırınca Ha-rezm'den ayrılarak Irak-ı Acem (İran'ın gü*neydoğu Azerbaycan bölgesi), Gürgenç ve Rey'de dolaştı. Bu gezgin yıllarında zaman zaman hekimlik yaptı. Bir süre Hemedan'da Büveyhi Emiri Şemsü'd-Devle'nin vezirliğin*de bulundu. Siyasal nedenlerle hapsedildi.
    Hapisten sonra düşmanlarının kötülüğünden kurtulmak için kentten kente göç etti. Sonun*da İsfahan'da, Kâkûyi Hükümdarı Alaü'd-Devle'nin sarayına girdi. Hükümdarla çıktığı bir sefer sırasında Hemedan'da öldü.
    İbn Sina'nın en büyük yapıtlarından biri Kitabu'ş-Şifa'dır ("Sağlık Kitabı"). İnsanlık tarihinde tek bir kişi tarafından yazılan en kapsamlı yapıt olan Kitabu'ş-Şifa mantık, fizik, geometri, astronomi, matematik, müzik ve metafizik konularında dönemin tüm bilgi*lerini bir araya getiren bir ansiklopedidir. İbn Sina'nın belki de en ünlü yapıtı olan el-Kanun fi't-Tıb ("Hekimlik Yasası"), Yunan hekimle*rinin bulgularına olduğu kadar kendi gözlem ve deneylerine de dayanan bir tıp ansiklope-disidir. Kısaca Kanun adıyla da tanınan ve tamamı Latince'ye çevrilen bu yapıt ortaçağ Avrupa'sında tıp kitaplarının en değerlisi sayılmıştır.
    İbn Sina yaşamının son yıllarında, Kita-bu'ş-Şifa'y\ Kitabu'n-Necat ("Kurtuluş Kita*bı") adıyla özetledi. Bunun da özeti olan İşarât ve't-Tenbihât ("Belirtiler ve Uyarılar"), kendi felsefe sistemini en özlü biçimde dile getirdiği yapıtıdır.



    MsxLabs & TemelBritannica

  7. #7
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart

    İbn-i Sina Ve Tıp Tarihindeki Yeri
    5000 yıllık tıp tarihi içinde Hipokrat (460-375), Galen (129-200) ve İbn Sina (980-1037), erleri ve tıbbi anlayışlarıyla günümüz modern tıbbının oluşmasında başlıca rolü oynamışlardır.

    Yüzyıllardır, tıp dünyasında bir sacayağı oluşturan bu üç hekimden İbn Sina, Batı dünyasında diğerlerine nazaran daha bilgili ve etkili olduğu düşüncesiyle, Ortaçağ’dan buyana Tıbbın Prensi” olarak vasıflandırılmış, ressamların tablolarında başında bir taç, sağında ve solunda Hipokrat ve Galen’le birlikte resmedilmiştir. Bu düşünce, asında tarihi bir gerçeği yansıtmakla beraber, İbn Sina’yı eşsiz yapan şeyin temelinde geçmiş büyük hekimlerin eserlerinin ve fikirlerinin olduğunu unutmamak gerekir.

    Bilindiği gibi, M.Ö. V. yüzyılda Batı Anadolu’da yaşamış olan Hipokrat, tıbbı sihirden, mitolojiden kurtarmış, müşahede ve tecrübeye dayanan günümüz tıbbının temellerini atmıştır. O’nun ve öğrencilerinin eserleriyle Akdeniz çevresinde yerleşmiş olan tıbbi anlayışla yerişmiş olan Bergamalı Galen, bilhassa anatomi ve fizyoloji gibi temel bilimler alanındaki çalışmaları ve yazdığı beş yüze yakın eseriyle bütün Ortaçağ boyunca yetişmiş hekimlerin hocası durumunda olmuştur.

    Batı dünyasının Roma’nın çöküşünden itibaren yaklaşık bin sene kadar yaşadığı karanlık çağ sırasında, Yakın Doğuda İslamiyet’in zuhuruyla yüz sene gibi kısa bir zamanda, İspanya ve Hindistan arasındaki antik büyük medeniyetleri içine alan, birçok ülkenin İslam Medeniyetine katılmasından sonra, tarihte pek görülemeyen bir hadise vuku bulmuştur:

    Kur’an ve Hadislerin, ilmi teşviki ve alime verdiği ehemmiyet sebebiyle Müslümanlar büyük bir ilim aşkıyla, ilmi nerede bulmuşlarsa oradan öğrenmeye başlamışlardır. Bu maksatla devletin kurduğu tercüme okullarında iki yüz sene zarfında antikitenin hemen bütün eserleri İslam’ın müşterek ilim dili olan Arapçaya çevrilmiş ve müslüman alimlerin hizmetine verilmiştir. Bundan sonra geçmişin bilgileriyle kendi tecrübelerini mezceden müslüman ilim adamları orijinal eserler vermeye başlamışlardır. Binlerle ifade edeceğimiz ilim adamı arasında tıbbi alanda bilhassa Taberi’nin (839-934) Firdevsü’l-Hikme’si, Ebubekir Z.Razi’nin (850-934) Kitabü’Havi’si, Ali B.Abbas’ın (ölm.994) Kamil as-Sinaa (Kitübü’lMeliki)si, İbn Sina’ya gelinceye kadar başlıca tıbbi eserlerdir.

    İşte İbn Sina bu büyük birikim sayesinde kısa zamanda tababeti şahsi tecrübeleriyle birleştirerek devrinin büyük hekimi oldu. Bu hakikat, yüzyıllardır Doğu dünyasında şu veciz ifadeyle söylenegelmiştir:

    “Tıp yoktu, onu Hipokrat buldu.
    Ölmüştü, Galen diriltti.
    Kördü. Huneyn b. İshak Gözlerini açtı.
    Dağınıktı, Ebubekir Razi topladı.
    Noksanlarını da İbn Sina tamamladı.”

    Tıp, felsefe, astronomi, biyoloji, jeoloji, edebiyat, vs… ‘ye dair iki yüze yakın eserin sahibi olan İbn Sina’nın başlıca tıbbi eserleri Düsturu’t-Tıbbi, Risale-i Kulunç, Hasbe’l-Beden, Risale-i Hıfzıssıhha, Urcuze, Edviye-i Kalbiye ve Kanun fi’t-tıb’dır. Bunlar arasında en önemlisi, W.Osler’in Tıbbın Kitab-ı Mukaddes’i” olarak vasıflandırdığı el-Kanün fl’t-Tıb, yaklaşık bir milyon kelimelik bir tıp ansiklopedisidir. Bu eser, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Hipokrat, Galen, Razi, Ali b.Abbas gibi büyük hakimlerin eserlerindeki bilgiler yanında, kendi müşahedelerinin bir sentezidir. Kitabın orijinal tarafı, kendinden öncekilere nazaran daha sistematik ve didaktik oluşudur. Bu mükemmellik aynı zamanda İslam tıbbının durgunlaşmasına da sebep olmuştur. Çünkü Kanun gibi son derece ihalatı bir kitaptan sonra geriye bir doktorun yapacağı araştırma kalmamıştı.

    Kanun beş kitaba, kitaplar da çeşitli bölüm ve alt bölümlere ayrılarak kaleme alınmıştır:
    I. Kitap: Anatomi, fizyoloji, hijyen ve genel tedavi prensiplerini
    II. Kitap: Farmakoloji ve materya medikayı
    III. Kitap: Organik hastalıkların 22 bölüm halinde anatomi-patolojik bakımdan incelenmelerini
    IV. Kitap: Ateşli hastalıklar, iltihaplar, kaşıntılar, cerrahi ve kırıklar, zehirlenmeler ile cilt hastalıklarını
    V.Kitap: Tedavi metotları ile 800’e yakın ilacı ve tesir mekanizmalarını ihtiva eder.
    Eserde, menenjitin bir beyin zarı iltihabı olduğu, santral ve periferik yüz felçlerini, meme kanserlerinde göğsün sağlam dokuyu da iğne alacak şekilde geniş olarak çıkarılması, suların kaynatılarak veya filtreden girilerek içilmesi gibi daha birçok bugün dahi geçerli fikirler vardır.

    Kanun, kendisinden sonra yeni tıbbın doğuşuna kadar Doğu ve Batı dillerinde yazılmış bütün tıbbi eserlere kaynallık etmiştir.

    İlk defa XII. yüzyılda Cremonalı Gerhard tarafından Latinceye tercüme edilmiş ve matbaanın icadına kadar, bu çevrinin el yazmalarından istifade edilmiştir. Daha sonra, son baskısı 1658’de Louvain’de olmak üzere XV ve XVI. yüzyıllarda 35 defa çeşitli Avrupa şehirlerinde basılmıştır. Ayrıca 1491’de Natan Hameati tarafından İbraniceye çevrilmiş, 1593’te de Roma’da Arapça olarak basılmıştır.

    Netice olarak ifade etmek gerekirse Kanun, Avrupa tıp fakültelerinde 6 yıl bir ders kitabı olarak okutulmuştur.

    İslam dünyasında nasıl, Mevlana denince Celaleddin Rumi, Mesnevi denince onun eseri akla gelirse; eş-Şeyh, er-Reis denince İbn Sina, Kanun denilince de onun eseri akla gelir. İbn Sina, gerek ilim dünyasında, gerekse Türk-İslam toplumunda efsaneleşen bir şahsiyet olmuştur. Nizami-i Aruzi “Eğer Hipokrat ve Galen sağ olsalardı, İbn Sina’nın önünde secde etmesi gerekirdi” demiştim.

    İbn Sina, ilim dünyasında tanındığı kadar, hiçbir ilim adamına nasip olmayacak derecede halka mal olmuş idi. Hakkında masal, hikâye, fıkralar yazılmış şiirlerde ismi ve tıbbi eseri Kanun ile felsefi eserleri Şifa, İşaret, birer sembol olarak kullanılagelmiştir:

    Elvar-ı hatı bağladı Kanun-ı vefayı
    Dil hastalara la’l-Şifa-saz yerinde (Nev’i)

    Şifadur la’l-i çeşmi hikmetü’l-ayn
    Rumfız-ı gamzesi şerh-i İşarat
    (Tacizade Cafer Çelebi)
    Ezan Oldum Dinmedim.Bayrak Oldum İnmedim. Şehit Oldum Ölmedim.Adım Müslüman Soyadım Türk Benim

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş