A / B HARFİ ÂBÂ VÜ ECDAD: Babalar, dedeler, atalar. ABÂ: Bazı dervişlerin ve ilmiye mensuplarının giydikleri yünden yapılmış bir giysi. ABD: Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil Müslüman. ABD-İ MEMLUK: Kul, köle. ABES: Boş, saçma. ÂB-I HAYAT: Hayat suyu, içene ebedî hayat veren efsanevî su. ÂBİR-İ SEBÎL: Yolda giden yolcu. ACÂİB VE GARÂİB: Anlaşılmaz ve tuhaf. ACÂİB-İ DEKÂİK: Anlaşılmaz hileler, ince oyunlar.

Bu konu 5189 kez görüntülendi 15 yorum aldı ...
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü A-Z 5189 Reviews

    Konuyu değerlendir: Osmanlı Türkçesi Sözlüğü A-Z

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 5189 kez incelendi.

  1. #11
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1053
    @Dygsuz

    Standart

    R HARFİ



    RABB: 1. Efendi, sahip. 2. Terbiye eden, besleyen. 3. Rab, Allah.
    RABBANİYYUN: Kendilerini tamamıyla Allah yoluna vermiş olanlar.
    RABITA: 1. İki şeyi birbirine bağlayan nesne. 2. İlgi, münasebet, bağlılık, mensupluk. 3. Düzen, tertip.
    RÂBIT-RABITA: 1. Bağlayıcı, bitiştirici. 2. Nefsini ezip kendini Allah‘a bağlamış.
    RÂCİ: 1. Geri dönen. 2. Dokunan, ilgisi bulunan.
    RACİH-RACİHA: Değerlerinden üstün, daha önce, tercihli.
    RA’D: Gök gürültüsü.
    RADIYELLAHU ANH: Allah ondan razı olsun.
    RADIYELLAHU ANHÜMA: Allah o ikisinden razı olsun.
    RADIYELLAHÜ ANHÜM: Allah onlardan razı olsun.
    RAFİZÎ: Râfizi fırkasından olan, Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman’ın halifeliğini kabul etmeyenlerden olan.
    RAĞMEN: Zıddına, inadına davranma, körlük ve nisbet.
    RAHAT: Dinlenme, sıkıntısızlık, dinçlik.
    RÂHİB: Manastırda oturan hıristiyan din adamı, keşiş.
    RÂHİLE: 1. Yük hayvanı. 2. Kervan, yolcular sürüsü.
    RAHİM: 1. Dölyatağı, rahim. 2. Akrabalık.
    RAHÎM: Esirgeyen, acıyan, merhamet eden.
    RAHMET: 1. Esirgeme, merhamet. 2. Yağmur.
    RAİYYE: 1. Otlatılan hayvan sürüsü. 2. Bir hükümdar idaresinde bulunan ve vergi veren halklar.
    RAKİB: 1. Başka biri ile aynı şeyi isteyen. 2. Bir işte çalışanlarla yarış ederek ileri geçmek isteyenlerden her biri. 3. Murakabe eden, kontrol eden.
    RASAD: 1. Gözleme, gözetme, gözlem. 2. Pusu tutma.
    RAÛF: 1. Pek esirgeyici, çok acıyıcı Allah‘ın isimlerinden.
    RÂVİ: Rivayet eden, haber veren.
    RÂYİHÂ: Koku.
    RÂZI: Rıza gösteren, kabul eden.
    RECA: Umma, dileme, isteme, arzu.
    RECEZ: Müstef’ilün müstef’ilün, müstef’ilün müstef’ilün vezninin bahri.
    RECÎM: Taşlanmış.
    RECM: Taşa tutma, taşlama, birine atılan taş.
    RECMETME: Taşlayarak öldürme.
    REFAH: Bolluk, rahatlık.
    REFREF: 1. İnce, yumuşak kumaş. 2. Kemer saçağı. 3. Döşek, döşeme. 4. Kuşu çok çimenlik. 5. Dalları salkım salkım ağaç.
    REHBER: Yol gösteren, kılavuz.
    REÎS: Başta bulunan kimse, başkan.
    REKABET: 1. Gözleme, gözetleme. 2. Kendi işini yürütmeye çalışma. 3. Benzerleriyle yarışa çıkma.
    REK’AT: Namazın birimlerinden her biri.
    REKİK: 1. Kusurlu, tutuk. 2. Peltek, dili tutuk.
    REML-REMİL: Remil, kum falı: bazı işaretlerle gaipten haber verme.
    RE’SEN: Kimseye danışmadan, kendi başına, doğrudan doğruya.
    RESUL: 1. Elçi, haberci. 2. Kendisine kitap ve şeriat verilen peygamber.
    RESUL-İ ZİŞAN: Şanlı peygamber, Hz. Muhammed (s.a.v.).
    RESULÜ’S-SAKALEYN: İnsanların ve cinlerin peygamberi, Hz. Muhammed (s.a.s.)
    REVÂ: Layık uygun, caiz.
    REVAC: Sürüm, geçerlik, itibarda olma, herkesçe aranılma.
    REVNAK: Parlaklık, güzellik, tazelik, süs.
    RE’Y: 1. Görme, görüş. 2. Fikir, bir iş hakkında söylenen söz, oy.
    REYHAN: Fesleğen, hoş ve güzel koku.
    REZZAK: Bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
    RIDVAN: 1. Cennet kapıcısı olan melek. 2. Razılık, hoşnutluk.
    RIZA: 1. Hoşnutluk, memnunluk, razı olma, peki deme. 2. İstek, kendi isteği. 3. Allah‘ın yazdığına boyun eğme.
    RIZK: 1. Yiyecek içecek şey, azık, kut. 2. Allah‘ın herkese nasip kıldığı nimet.
    RİBA: Faiz.
    RİBAT: 1. Bağ, bazı sinirler. 2. Sağlam yapı. 3. Han vesaire gibi konaklanacak yer.
    RİCA (RECA): Umma, dileme.
    RİCAL: 1. Erkekler, adamlar. 2. Yaya olanlar. 3. Rütbeli, mevki sahibi kimseler, hadis ravileri.
    RİC’AT: 1. Geri dönme, vazgeçme. 2. Erkeğin, boşadığı kadını, iddet süresi bitmeden tekrar nikahlaması.
    RİDA’: Örtü, belden yukarıya örtülen örtü.
    RİKKAT: 1. İncelik, yufkalık. 2. Acıma, yürek etkilenmesi.
    RİSALET: 1. Elçilik, habercilik. 2. Peygamberlik.
    RİSALETPENAH: Peygamberimiz.
    RİŞVET (RÜŞVET): Bir iş gördürmek, haksızı haklı göstermek gibi maksatlarla bir görevliye verilen para, mal veya sağlanan menfaat.
    RİVAYAT: Rivayetler, Hz. Peygam-ber’den veya ashabından gelen haberler.
    RİYAZAT: Nefsi terbiye için az yiyip az uyuyarak dünya lezzetlerinden kurtulma.
    RİYAZET: Nefsi kırma, dünya lezzetlerinden uzaklaşmaya çalışma.
    RİYAZİ-RİYAZİYYE: Matematikle ilgili.
    RİYAZİYYAT: Matematik bilgisi.
    RUHANÎ: Ruha ait, ruhla ilgili, gözle görülemeyen, cismi olmayan.
    RUHBAN: Rahipler.
    RUKYE: Afsun, büyücü ve üfürükçülerin okuduğu şeyler, nefes, üfürük, okuyup üfleme.
    RÜCU’: Geri dönme, cayma, fikrini değiştirme.
    RÜKN: 1. Bir şeyin en sağlam tarafı, temeli, direği. 2. Kolon, direk. 3. Önemli kimse.
    RÜKÛ: Namazda elleri dizlere dayayarak eğilme hareketi, aşırı saygı gösterme.
    RÜSUH: İlmin derinliğine inmek, dalmak, ilimde ileri gitmek.
    RÜSVA (RÜSVAY): Rezil, maskara, ayıpları ortaya çıkarılmış.
    RÜŞD: 1. Erginlik. 2. Doğru yola gitme.İSBAT-I RÜŞD: Erginliğini ispat etme.
    RÜTBE: 1. Sıra, basamak. 2. Nicelik, derece.
    RÜ’YET: 1. Görme, bakma. 2. İdare etme, çevirme.
    RÜ’YET-İ HİLÂL: Ayı görme.

  2. #12
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1053
    @Dygsuz

    Standart

    S / Ş HARFİ


    SÂ’: 1040 dirhemlik hububat ölçeği.
    SABA: Gün doğuşundan esen hoş ve lâtif rüzgar.
    SABİ: 1. Henüz süt emen çocuk. 2. Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. 3. Üç yaşını doldurmayan erkek çocuk.
    SABİÎN (SÂBİE): Yıldıza tapanlar.
    SADAKA: Allah rızası için fakirlere verilen şey veya para.
    SÂDAT: Seyyidler, Hz. Peygamber’in soyundan gelenler.
    SADDETMEK: Bir şeyin gediğini kapamak, tıkamak, engel olmak.
    SÂDIK: Doğru, dürüst, sadakatli.
    SÂDIR: Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
    SADR: Her şeyin öncesi ve başlangıcının en iyisi. Kalp, göğüs, ön.Başkan… Baş. Oturulacak yerlerin en iyisi.
    SAFA ile MERVE: Mekke-i Mükerreme’de iki tepenin adları. Sa’yin iki ucu.
    SAFÂ: Mekke’de bir tepe adı. Sa’yin başlangıç noktası.
    SAFHA: Aşama, değişen durum ve hallerden her biri.
    SAFÎR: Islık.
    SAFSATA: Yalan, uydurma, görünüşte doğru gerçekte yalan ve yanlış olan kıyas.
    SAGÎRE: Küçük günah.
    SAHİH: 1. Gerçek. 2. Sağ, sağlam. 3. Tam, eksiksiz.
    SÂHİR: Büyücü, büyü eden, sihirbaz.

    SAKALEYN: İnsanlar ve cinler.
    SAKAR: Cehennemin adlarından biri.
    SAKÎ: Kırağı, şebnem, çiğ.
    SÂKÎ: Sulayan, içecek su veren, kadeh sunan.
    SALÂH: İyilik, bir şeyin iyi ve istenen şekilde bulunması, dindarlık, barış.
    SALÂT: Namaz, belli vakitlerde yapılan ibadet, dua.
    SALÎB: Haç.
    SÂLİH AMEL: İyi, haklı, dini emirlere uygun ibadet ve iş.
    SÂLİK: Bir yola bağlı olan, bir yolu takip eden, bir tarikata girip hidayet yolunu takip eden, mürid.
    SAMED: Allah‘ın adlarından biri, pek yüksek, daim.
    SANEM: Kâfirlerin önünde ibadet ettikleri heykel, put, put severlerin ilâhı, çok güzel kadın.
    SÂNİ’: Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah)
    SAR’A: İnsanın kendini kaybederek düşmesine sebep olan sinir hastalığı.
    SARAHAT: Açıklık. Açık anlatım.
    SARF-I NAZAR: Bir şeyden vazgeçme, cayma.
    SAVM: Oruç.
    SAVM’AA: Tepesi sivri yüksek bina. (Minarelere de verilen addır). İslâmiyetten önce hıristiyanların manastırlarına ve sabiaların zaviyelerine verilen ad.
    SA’Y: Çalışma, gayret sarf etme. Hac veya umrede Safa ile Merve arasında usulüne uygun olarak yedi defa gelip gitmek.
    SEBEB-İ NÜZUL: İndiriliş sebebi.
    SEBÎL: Açık ve büyük yol, büyük cadde, Allah rızası için su dağıtılan yer.
    SEBİLULLAH: Allah yolu, din.
    SECÂVEND: Kur’ân-ı Kerim’i doğru okumak için yapılan işaretler.
    SECDE: Namazda yüzünü yere koyma, yere kapanma.
    SECDEGÂH: Namaz kılınıp secde edilecek yer, ibadet yapılacak yer.
    SEDD: 1. Tıkamak, engel olmak. 2.Baraj. 3. Perde. Engel. 4.Rıhtım. 5. Set, tümsek.
    SEFER: Yolculuk, seyahat, gezi. Savaşa gitme. Savaş, muharebe.
    SEFÎH: Zevk ve eğlenceye düşkün, sefahata düşmüş, malını düşünmeden harcayan.
    SEHM: Ok, hisse, pay, nasib, kısım, hazine geliri, korku, dehşet.
    SEHV: Yanılma, hata, yanlış.
    SEKÎNE: Sükun ve imtinan, temkin. Kalp rahatlığı, kalp huzuru veren bir duanın adı.
    SEKİNET: Sükun ve imtinan. Temkin. Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti.
    SEKİR (SEKR): Sarhoşluk.
    SEKT: Susma, bir anlık susma.
    SEKTE: Susmak, kesilme, ara verme, bozulma.
    SELBETMEK: 1. Red, inkâr etmek. 2. Kapmak, zorla almak.
    SELEEF-İ SALİHİN: Önceki salihler. İslâmın ilk devirlerinde yaşamış olan iyi Müslümanlar.
    SELEF: 1. Eskiden olan, önce bulunmuş olan. 2. Yerine geçirilen. 3. Önde olmak, ileri geçmek.
    SELEM: Peşin para ödeyip, malı daha sonra almak üzere yapılan bir alış veriş akdi.
    SELÎM: Sağlam, kusursuz, refah ve selamet üzere bulunan.
    SEMA: 1. İşitme. 2. Mevlevî âyin dönüşü.
    SEMÂ: Gökyüzü, asuman, gök.
    SEMAVÎ KİTAPLAR: Gökle ilgili kitaplar, Kur’ân-ı Kerim, Tevrat, İncil, Zebur.
    SEMEN: Para, kıymet, değer, bedel.
    SEMÎ: İşiten, duyan.
    SER: Baş, tepe, uç, gaye, zirve, başkan, reis.
    SERAB: Çölde, sıcak ve ışığın tesiriyle ilerde veya ufukta su ve yeşillik var gibi görünme olayı. Şaşkın hale gelme.
    SERHAD (SERHAT): Sınırbaşı, iki devlet arasındaki sınır boyu.
    SERÎ: Çabuk, süratli.
    SERÎR: Taht. Üzerinde oturulacak yüksek yer. Tahta karyola.
    SERİYYE: Düşman üzerine gönderilen süvari müfrezesi.
    SERKEŞ: Baş kaldıran, inatçı, dikbaşlı, itaatsiz.
    SERTAÇ: Baş tacı olan, çok sevilen.
    SERVER: Önde giden, baş çeken, önder, başbuğ.
    SERVET: Zenginlik, maddî varlık.
    SEVAB: Hayır, hayırlı iş, Allah tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı.
    SEVAP: İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilen mükâfat.
    SEVKİTABİÎ: Hayvanlarda düşünmeyerek, tabiatın sevki ve zorlamasıyla yapılan hareket, içgüdü.
    SEYYARE: Güneş etrafında dolaşan gezegen.
    SEYYİDÜ’L-BEŞER: İnsanların efendisi, Hz. Muhammed.
    SIBYAN: Çocuklar, sabiler.
    SIDDIK: Çok samimi. Doğru, inançlı, sadakatli.
    SIDDIK-I ÂZAM: Ebu Bekir Sıddık.
    SIDK: 1. Doğruluk, gerçeklik, hakikat. 2. İyi niyet.
    SILA: 1. Ulaşma. 2. Yurdu, hısım akrabayı gidip görme.
    SILA-İ RAHİM: Akrabaları ziyaret.
    SILA-İ RAHİM: Gurbette bulunanın memleketine gelip akrabasına kavuşması.
    SIRAT: Yol, cadde.
    SIRAT-I MÜSTAKİM: En doğru yol, İslâmiyet, Hak yol.
    SİBAK: 1. Bir şeyin üst tarafı, geçmişi. 2. Bağ, bağlantı, sözün gelişi.
    SİDRETÜ’L-MÜNTEHA (SİDRE-İ MÜNTEHA): Peygamber’in ulaştığı en son makam.
    SİGA: Fiilin çekiminden meydana gelen çeşitli şekillerden her biri.
    SİHİRBÂZ: Büyücü, büyü yapan, gözbağcı, sahir.
    SİKA: İnanç, güven, itimat, emniyet, güvenilir inanılır kimse.
    SİKKE: Basılmış madeni para.
    SİLLE: El ayasıyla vurulan tokat.
    SİMA: Beniz, çehre.
    SİRET: 1. Bir kimsenin iç hâli, hareketi, ahlâkı. 2. İnsanın tutmuş olduğu manevî yol.
    SİRKAT: Hırsızlık.
    SİRR: Sır.
    SİYAK: 1. Sözün gelişi. 2. Tarz, üslup.
    SOFESTAİ: Septisizme mensup, şüpheci, inkârcı.
    SUAL: Soru, sorulan. Şey, isteme, istek. Dilencilik.
    SUDÛR: 1. Olma, meydana gelme. 2. Göğüsler, sadırlar.
    SUĞRÂ: Daha küçük, pek küçük.
    SÛ-İ EDEB: Kötü terbiye.
    SÛ-İ KASD: Kötü kasd, cinayet işlemek, adam öldürmeyi tasarlamak.
    SULB: Katı, taş gibi olan, sülâle, zürriyet, bel.
    SULH: 1. Barış. 2. Rahatlık. 3. Uyuşma. Uzlaşma.
    SÛR: Kale duvarı. Kıyamet günü İsrafil (a.s.)’in çalacağı boru.
    SÛRE: Kur’ân-ı Kerim’in 114 bölümünden her biri.
    SURÎ: Surete ait, görünüşe ait. gerçek dışı, ciddi ve samimi olmayan.
    SÜBHAN: Allah (c.c.).
    SÜCÛD: Secdeye varmak, secdeler.
    SÜFLÎ: Aşağıda bulunan, alçak, âdi, bayağı, kılıksız, kıyafetsiz.
    SÜFLİYYAT: Kötü işler, bayağı işler.
    SÜHÛLET: Kolaylık, kolaylık aracı, yavaşlık, nazik muamele, elverişli, kullanışlı, paraca kolaylık.
    SÜKÛN: Durgunluk, hareketsizlik. Durmak, kesilmek.
    SÜLÂLE: Soy, sop, bir kimsenin soyu.
    SÜLÂSÎ: Üçlü, üçe mensup.
    SÜLÛK: 1. Bir yola girme, bir sıraya dizilme. 2. Tasavvuf yoluna girme.
    SÜLÜS: Üçte bir, üç parçadan biri. Bir yazı çeşidi.
    SÜLÜSÂN: Üçte iki, üçte iki kısım.
    SÜREYYA: Ülker yıldızı.
    SÜRÛR: 1. Sevinç, neşeli olmak. 2. Tahtlar, yatacak yerler.
    SÜTRE: Perde, örtü. Namaz kılarken ön tarafa konulan engel.
    ŞAİBE: 1. Leke, kir, pislik, süprüntü. 2. Eksiklik, noksanlık, hata.
    ŞAKÎ: 1. Haydut, yol kesen. 2. Her türlü günahı işleyecek bahtsız, haylaz, habis.
    ŞÂKÎ: Şikayetçi, şikâyet eden.
    ŞAKİK: 1. İkiye bölünmüş bir şeyin yarısı. 2. Ana baba bir erkek kardeş.
    ŞAKİKA: 1. Ana baba bir kız kardeş. 2. Yarım başağrısı.
    ŞÂMİL: Kaplayan, çevreleyen, içine alan, genel.
    ŞA’ŞAA: 1. Parlaklık, parlama. 2. Gösteriş, dış süs, yaldız.
    ŞAZ: Kural dışı, kurala uymayan, genel düzenden ayrılmış olan.
    ŞEBEKE: Ağ, kafes, örgüt.
    ŞECERE: 1. Tek ağaç, kütük. 2. Bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel, soy kütüğü.
    ŞEFAAT: 1. Bağışlanmasını dileme, birine arka olma. 2. Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları.
    ŞEFEVÎ: Dudağa ait, dudakla ilgili.
    ŞEFFAF: Saydam, bakıldığı Zaman arkasındaki cisim görülen.
    ŞEFİ’: 1. Şefaat eden. 2. Satılacak bir mal için satın almada üstünlük hakkı olan.
    ŞEHADET: 1. Şahitlik, tanıklık. 2. Bir şeyin gerçekliğine inanma. 3. Din uğrunda şehit olma.
    ŞEHİD: Din uğrunda savaşarak ölen Müslüman.
    ŞEHR: Ay. 30 günlük süre.
    ŞEHRÜ’L-HARAM: Kan dökmek ve savaş yapmak haram olan ay: Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan ayları.
    ŞEHVET: 1. Bir şeyi sevip çok isteme, arzulama. 2. Nefis. 3. Cinsî arzu.
    ŞEKK: Şüphe kuşku, sanı, zan.
    ŞEKKETMEK: Kuşkulanmak, şüphelenmek.
    ŞEKL: 1. Şekil, biçim, benzer, taslak. 2. Tür, çeşit. 3. Beniz, çehre.
    ŞEMS: Güneş.
    ŞENİ’: Kötü, fena, utanılacak ayıp.
    ŞERAYİN: Atardamarlar.
    ŞERH: Açıklama ve tefsir, bir kitabı bütün ayrıntılarıyla anlatma.
    ŞERH: Açma, yayma, açıklama, açık açık anlatma.
    ŞERİK: Ortak, arkadaş.
    ŞERR: 1. Kötülük. 2. Kavga gürültü, 3. Dinin yasak kıldığı iş.
    ŞEVKET: Haşmet, ululuk.
    ŞIKK: 1. İkiye bölünmüş bir şeyin bir parçası. 2. Bir işin iki yönünden her biri.
    ŞİA: 1. Taraflılar, yardımcılar. 2. Hazreti Ali taraflıları, aleviler, şiiler.
    ŞİRK: Allah‘a ortak koşma.
    ŞUA: Güneşten veya bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri, ışın.
    ŞUARA: şairler, ozanlar.
    ŞURA: Müzakere, konuşma yeri, meclis, divan.
    ŞÜHUDÎ: Görünmeye dair, görünebilir olanla ilgili.

  3. #13
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1053
    @Dygsuz

    Standart

    T HARFİ



    TAABBÜD: İbadet, kulluk etmek.
    TAACCÜB: Şaşma, hayret etme, tahayyür.
    TAADDÎ: 1. Geçme, öteye geçme, saldırma. 2. Zulmetme, adaletsizlik. 3. Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma. 4. Arapça’da lâzım bir fiili müteaddî yapmak.
    TAADDÜD: Çoğalma, birden fazla olma, tekessür etme.
    TAAM: Yemek, yenen şey.
    TAAT: İbadet etmek, Allah‘ın emirlerini yerine getirmek, itaat etmek.
    TABABET: Hekimlik, tıp doktorluğu.
    TABASBUS: Yaltaklanma, alçakça yalvarma.
    TÂBİ: Birinin arkasından giden, ona uyan, boyun eğen.
    TÂBİÎN: Hz. Muhammed’i görmüş olanlara yetişmiş olanlar, sahabeden sonraki nesil.
    TA’BÎR: İfade, anlatım, anlamı olan söz, deyim, rüya yorma.
    TÂBUT: Sandık. Ölü taşımaya mahsus sandık. Hz. Musa’ya inen on emrin konduğu sandık.
    TAC: Hükümdarların başlarına giydikleri değerli taşlarla işlenmiş giyecek.
    TA’DÂD: 1. Sayma. 2. Birer birer söyleme, sayıp dökme.
    TA’DİL: Aslına zarar vermeden değiştirmek, tadil etmek, tebdil etmek, hafifletmek, doğrulaştırmak.
    TADİLAT: Değişiklikler, doğrultmalar, değiştirmeler, tebdil etmeler.
    TA’DİYE: Tecavüz ettirmek, geçirmek. Bir eylemi müteaddi hali koymak. (Gramer terimi)
    TAGLÎB: Bir ilgiden dolayı kelimeyi başka bir anlamı da içine alacak şekilde kullanma.
    TAĞLÎZ: Katılaştırma, kalınlaştırma, sertleştirme.
    TAĞUT: Allah‘tan başka tapınılan her şey.
    TAHAMMÜL: 1. Yüklenmek, yükü üstüne almak, kaldırmak. 2. Sabretmek, katlanmak.
    TAHARET: Temizlik, nezafet, temizlenmek.
    TAHDÎS: Söylemek, rivayet etmek. Görülen iyiliği herkese söylemek.
    TÂHİR: Temiz, pâk, özürsüz.
    TAHİYYE: Selâmlar, dualar, hayır duaları, mülk, beka ve devamlılık, namazın iki ve dört rekâtı sonunda okunan Ettahiyyat duası.
    TAHLİL: 1. Bir şeyi incelemek üzere parçalarına ayırma. 2. Analiz.
    TAHMİD: Hamd etmek, övmek.
    TAHRİC: 1. Çıkartma. Meydana koyma. 2. Müctehidlerin naslara, kaidelere, asıllara uyarak şer’î hükümleri ortaya koymaları.
    TAHRİF: 1. Bir yazıdaki cümlenin anlamını değiştirme. 2. Bir yazıdaki adın veya cümlenin yerini değiştirme, bozma.
    TAHRİFAT: Bir yazıdaki cümlelerin anlamlarını karıştırma, değiştirmeler.
    TAHRİK: Azdırma, kışkırtma, kımıldatma, yerinden oynatma, hareket ettirme, yola çıkarma.
    TAHRÎM: Haram kılma, yasak etme. Mahrum bırakma.
    TAHRİME: Namaza başlanırken söylenen tekbir. Hacıların ihrama bürünmeleri.
    TAHSİS: Bir şeyi birine mahsus kılma, ona özel yapma.
    TAHVİL: 1. Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. 2. Borç senedi.
    TAHYÎL: Akla getirme, zihinde canlandırma.
    TAHZİR: 1. Yasaklama, sakındırma, önleme. 2. Hazırlama.
    TÂİFE: Cemaat, grup, kavm, kabile, takım.
    TAKADDÜM: 1. Önce gelme. 2. İleri geçme.
    TAKBÎH: Çirkin görmek, beğenmemek, kabahatli bulmak, kötü gördüğünü bildirmek.
    TAKDÎR-İ İLÂHÎ: Allah‘ın takdiri.
    TAKIYYE: 1. Sakınmak, kendini koruyup, çekinmek. 2. Birinin bağlı olduğu mezhebi gizlemesi.
    TAKİP: Gözetmek, yolunda gitmek, peşinden yürümek, suçlunun suçunu araştırmak, izlemek.
    TAKVÂ: “Vikâye”den. Allah‘ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak.
    TALÂK: 1. Boşamak, boşanmak. 2. Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. 3. Nikâhlı karısını bırakmak.
    TALÂK-I BÂYİN: Zevcenin iddet müddeti (üç temizlenme vakti) bitmeden tekrar kocasına dönmehakkı bulunmayan talâk.
    TALÂK-I RİC’Î: Erkeğin karısını boşadıktan sonra tekrar karısına dönmesini mümkün kılan boşanma şekli.
    TÂLÎ: İkinci derecede, sonradan gelen.
    TÂLİB: İsteyen, istekli, talebe, öğrenci.
    TA’LİK: Asmak, geciktirmek, bağlamak, bir Zamana bırakmak, Arap yazısının bir çeşidi.
    TA’LİM: Öğretmek, yetiştirmek, alıştırmak, belli etmek, idman.
    TAllahİ: Anlamı kuvvetlendirme için vAllahi ve billahiden sonra söylenen yemin sözü.
    TALTİF: Lütfetme, bir iyilik ederek gönlünü alma, iltifat etmek.
    TAMA’: Aç gözlülük, şiddetli arzu.
    TA’MİM: Umumileştirme, herkese bildirme, genelge.
    TA’N: 1. Hoş görmemek, kötülemek. 2. Birisinin ayıp ve kusurlarını söylemek. 3. Küfretmek. 4. Muhalifin iddialarını çürütmek.
    TANTANA: Çok lüks içinde olmak. Gösteriş, gürültü patırdı.
    TARAFEYN: İki taraf, davada, karşılıklı iki hasım, her iki taraf.
    TARASSUD: Bir şeyi çok dikkat ederek gözetleme.
    TARFETÜ’L-AYN: Göz kapağının açılıp kapanışı kadar geçen kısa Zaman.
    TARÎK: Yol. Meslek, tarz.
    TARİKAT: Maneviyat yolu.
    TA’RİZ: Dokunaklı söz söylemek, kapalıca yapılan sitem, kinaye ile söylemek.
    TASADDUK: Sadaka vermek, doğru olduğu ortaya çıkmak.
    TASARRUF: İdare ile kullanmak.
    TASAVVUF: Dinin ruhsal hayatla ilgili yönünü konu edinen bilim veya meslek.
    TASHİF: Yanlış yazma, hem anlamı, hem de kelimeyi değiştirme. Yanılıp yanlış kelime yazma.
    TASNİF: 1. Sınıf sınıf etme, sıralama. 2. Kitap yazma. 3. Sınıflama.
    TASVİR: 1. Bir şeyin şeklini çıkarma, resmini yapma. 2. Resim yaparcasına güzel tarif etme, tanımlama.
    TATBİK: Yakıştırmak. Yerine getirmek. Bir kanun hükmünü, kaide veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek.
    TATHÎR U TEZHÎB: Temizlemek ve süslemek.
    TATHİR: Temizlemek, yıkayıp pak etmek.
    TATİL: Çalışmaya ara vermek, izine başlamak, kesmek, Allah‘ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.
    TATLÎK: Boşamak, nikahı fesh etmek.
    TÂUN: Tehlikeli ve bulaşıcı veba hastalığı.
    TAVAF: Ziyaret etmek, ziyaret maksadıyla etrafını dolaşmak, hacıların Kâbe etrafında yedi kez dolaşmaları.
    TAV’AN: İsteyerek, zorlamadan, kendi isteğiyle.
    TAVSİYE: 1. Vasiyet bırakma. 2. Ismarlama, sipariş etme. 3. Birini iyi tanıtma, işinin olmasını dileme.
    TAVZİH: Açıklamak, açık olarak bildirmek.
    TAYYİBAT: Temiz olan şeyler.
    TAZAMMUN: 1. Başka şeyler arasında bir şeyi daha içine alma. 2. Kefil olma.
    TAZARRU’: 1. Bir şeye gizlice yakarma. 2. Kendi kusurlarını bilip kibirden vazgeçip tevazu ile yalvarmak, ağlayıp, sızlamak.
    TA’ZÎM: 1. Büyükleme, ululama, büyük sayma. 2. İkram etme, saygı gösterme.
    TA’ZÎR: 1. İslâm hukukunda hakkında belli bir ceza olmayan suçlardan dolayı uygulanan cezalar. 2. Red, icbar, tedib.
    TEÂMÜL: 1. İş, muamele. 2. Bir yerde insanlar arasında olağan muamele.
    TEÂRUZ: 1. İki kişi arasındaki zıddıyet. Karşıtlık. 2. Çatışma.
    TEBAA (TEBEA): Bir devletin hükmünde bulunan (Türkiye Devletinin tebaası gibi).
    TEBDÎL: Değiştirme. Başka kılığa koyma.
    TEBENNÎ: Evlat edinme.
    TEBERRÜK: Bir şeyi bereket veya saadet vesilesi sayarak almak veya vermek. Uğur ve bereket saymak.
    TEBEYYÜN: Belli olmak, açığa çıkmak, görülüp anlaşılmak.
    TEB’IZ: Bölmek, bölük bölük etmek, bir kısma ait etmek, parçalamak.
    TECEZZÎ: Parçalara ayrılma ve bölünme, ufalanma.
    TECHÎZ ve TEKFÎN: Ölünün kefenlenmesi.
    TECHÎZ: Gerekli şeyleri tamamlama, donatım.
    TECİL: Başka Zamana bırakma, tehir, erteleme.
    TECRİD: 1. Soyma, soyutlama. 2. Bir tarafta tutma, ayırma.
    TECVİD: Kur’ân-ı Kerim’i okuma kaidelerini (kurallarını) öğreten bilim.
    TEDÂHÜL: İç içe olmak, birbiri içine girmek.
    TEDRÎC: Derece derece ilerleme, ilerletme. Azar azar hareket.
    TEDRİCEN: Yavaş yavaş, azar azar, derece derece.
    TEDVİR: İdare etmek, yönetmek, döndürmek, çevirmek, devrettirmek. Kur’ân kırâetinde orta süratle okuma tarzı.
    TEEHHÜL: Evlenme, ehlileşme, ülfet ve ünsiyet eyleme.
    TEEMMÜL: Etraflıca düşünme.
    TEFEKKÜR: Fikretmek. Düşünmek. Düşünceyi harekete geçirmek. Akıl yormak.
    TEFENNÜN: Fen öğrenme. Birçok şeyler bilme, çeşitli şekilde gösterme.
    TEFE’ÜL: Fal açmak, bazı olayları uğurlu saymak, olacak şeyleri tahmin etmek.
    TEFRİKA: Nifak, ayrılık, çözülme, dağılma.
    TEFRİT: Ortanın altında kalmak, normalden aşağı olmak.
    TEFSİR: 1. Örtülü bir şeyi açmak, yorumlamak. 2. Kur’ân-ı Kerim’in anlamını açıklayan bilim.
    TEHADDİ: Meydan okuma.
    TEHAKKÜM: Hükmetme, baskı yapma.
    TEHECCÜD NAMAZI: Gece uyanıp namaz kılmak, gece namazı.
    TEHEKKÜM: “Hekeme”den: 1. Alay etme, eğlenme. 2. Görünüşte ciddi, hakikatte alaydan ibaret olan eğlenme.
    TEHLÎL: “Lâ ilâhe illâllah” demek.
    TEHZİB: Islah etme, düzenleme.
    TEKABÜL: Karşılıklı olma, bir şeyin karşılığı olma, yüzleşme, karşılık olma, karşılama.
    TEKÂFÜL: Dayanışma, kefilleşme.
    TEKBÎR: “Allahü ekber” demek.
    TEKDÎR: Azarlama, kederlenme.
    TEKEBBÜR: Kibirlenmek, kendini büyük saymak, nefsini büyük görmek.
    TEKELLÜF: 1. Kendi isteği ile bir zorluğa katlanmak. 2. Gösterişe kapılmak. Özenmek. Yapmacık hâl ve hareket. Zoraki hareket.
    TE’KÎD: 1. Sağlamlaştırma. 2. Bir iş için önce yazılanı bir daha tekrarlama.
    TEKVÎN: Var etmek, meydana getirmek, yaratmak, Kelâm ilminde Allah‘ın subûti bir sıfatıdır, yokluktan vücuda getirmesi, icad etmesidir.
    TEKVİNÎ: Yaradılışla ilgili, var oluşla ilgili.
    TEKZÎB: Yalan isnad etme, yalancı çıkarma, yalan olduğunu belirtme.
    TELBİYE: “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” demek.
    TELHÎS: Kısaltma, özetleme, hulâsa-sını alma.
    TE’LÎF: “Ülfet”den. 1. Uzlaştırma, barıştırma. 2. Kitap, eser yazma.
    TELKÎH: İlkah etmek, aşılamak, cinsinin üremesini sağlamak.
    TELMÎH: Bir şeyi açıkca söylemeyip ibarede bahsi geçmeyen bir kıssaya, bir fıkraya, bir ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek. Kapalı söylemek.
    TELVÎN-İ HİTÂB: Sözün renklendirilmesi, çeşitlendirilmesi.
    TEMÂYÜZ: Yükselme, üstün olma.
    TEMCÎD: Allah‘ın büyüklüğünü bildirmek. Ta’zim ve senâ etmek. Ramazan’da sahura kalkmak.
    TEMDÎD: Devam ettirmek, uzatmak, sürdürmek, süre vermek.
    TEMESSÜK: 1. Tutunma, sarılma. 2. Borç senedi.
    TE’MÎN: 1. Korkusunu giderme, güvenlik duygusu verme. 2. Sağlamlaştırma. Kesin bir hale koyma. Sağlama.
    TEMSÎL: 1. Bir şeyin aynını ya da mislini yapmak, benzetmek. 2. Örnek, nümune, söz. Canlandırma, piyes.
    TEMYÎZ: Ayırma, seçme, iyiyi kötüden ayırd etme.
    TENÂKUZ: Sözün birbirini tutmaması. Çelişki.
    TENASUH: Bir ruhun bedenden bedene geçmesi, reankarnasyon.
    TENASÜB: 1. Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma. 2. Anlamca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek amacı ile kullanmak.
    TENASÜL: Birbirinden doğup üreme, türeme, nesil yetiştirme.
    TENNÛR: Kapalı ocak, fırın, tandır.
    TENZÎH: 1. Suç ve noksanlıktan uzak saymak. 2. Kabahatsiz olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.
    TERÂHÎ: 1. İşte gayretsizlik, gevşeklik, ihmal. 2. Sonraya bırakma. 3. Gecikme, geç kalma. 4. Geri durma, geri çekilme.
    TERAKKÎ: 1. İlerleme, yukarı çıkma, yükselme. 2. Artma, çoğalma, gelişme.
    TEREKE: Ölen bir kimsenin mallarının hepsi.
    TERENNÜM: Güzel güzel anlatma, yavaş ve güzel sesle şarkı söylemek.
    TERGÎB: Ümitlendirme, isteklendirme, şevklendirme, rağbet ettirme, özendirme.
    TERKÎB-İ İZAFÎ: İsim tamlaması.
    TERKÎB-İ VASFÎ: Sıfat tamlaması.
    TERTÎB: 1. Düzeltme. Dizme, sıralama, düzene koyma. 2. Hile ile aldatmak.
    TERTÎL: Kur’ân-ı Kerim’i iyi ve kaidelerine (kurallarına) uygun biçimde tane tane okuma.
    TESHİR: 1. Büyüleme, sihir yapma, aldatma. 2. Zaptetme, hakim olma. Zorla ele geçirme. İtaat ettirme. Hakîr ve zelil etmek.
    TESLİS: Üçleme, ekanim-i selâse, Allah‘ı üç olarak kabul eden ve sonradan uydurulan hıristiyan inancı.
    TESNİYE: İkilenen, ikil kelime.
    TEŞBİH: Benzetmek, benzetiş. Bir nitelikte saymak ve zannetmek.
    TEŞBÎH-İ MA’KÛS: Tersine dönmüş benzetme, benzeyenle benzetilenin yer değiştirmesi.
    TEŞCİ: Cesaret verme, şecaatlandırma.
    TEŞDÎD: Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme, güç verme.
    TEŞRİF: Onurlandırma, onur verme, bir yeri onurlandırma, şereflendirme.
    TEŞRÎ’Î: 1. Şeriat hükümleriyle ilgili. 2. Kanun yapma kuvveti ve görevi ile ilgili.
    TEŞRİK: Hz. İbrahim’e nisbet edilen ve yüksek sesle alınan tekbir.
    TEŞRİK-İ MESAİ: İşbirliği.
    TEŞYÎ’: Uğurlama. Selametleme.
    TETİMME: 1. Tamam etme, tamamlama. 2. Ek, noksanını tamamlamak için eklenen.
    TEVATÜR: 1. Kuvvetli haber. 2. Bir haberin ağızdan ağıza geçerek yayılması. (Bakınız: Mütevatir).
    TEVBİH: Azarlama, tekdîr.
    TEVCİH: 1. Yöneltme, çevirme. 2. Verme.
    TEVEKKÜL: Allah‘a güvenmek, kadere razı olmak, işi Allah‘a bırakmak.
    TEVHİD: 1. Birkaç şeyi bir etme, birleştirme. 2. Birliğine inanma, bir sayma. 3. Lâ ilâhe sözünü tekrarlama.
    TE’VİL: Bilinen anlamından başka bir anlamda yorumlama. Başka anlam verme.
    TEVKİFÎ: Şeriatın belirlediği ve dondurduğu hüküm.
    TEVKİL: Birini vekil atama, birini vekil etme, vekil tanıma.
    TEVRAT: Hz. Musa’ya indirilen İlâhî kitap.
    TEVRİYE: Örtüp gizlemek.
    TEYAKKUZ: Uyanıklık, tedbir.
    TEYEMMÜM: 1. Kast. 2. Su bulunmadığı veya bulunup ta kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz toprak cinsinden bir şeyle abdestsizliği veya gusülsüzlüğü giderme işi.
    TE’YİD: Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma.
    TEZAD: 1. İki şeyin birbirine zıt olması, aksilik, terslik. 2. Anlamca zıt olan kelimeleri bir arada toplamak.
    TEZEKKÜR: 1. Akla getirme, hatırlama, anımsama. 2. Birkaç kişinin toplanarak bir işi konuşması, görüşme, müzakere etme.
    TEZHİB: Yaldızlama, süsleme.
    TEZKERE: 1. Pusla, betik. 2. Herhangi bir konuda izin verildiğini bildirmek için hükümetten alınan kâğıt.
    TEZKİYE: Temize çıkarma, aklama.
    TEZYİN: Süslemek, donatmak.
    TIBAK: Uyum, uygunluk. İki zıt olayın ortak özelliğini ifade sanatı.
    TIFL: Küçük çocuk. Her şeyin cüz ve parçası. Batmaya yakın güneş..
    TIYNET: Huy, yaratılış.
    TİH: Çöl, susuz sahra. Sinâ yarımadasındaki çöl.
    TİLAVET: 1. Okumak. 2. Takip etmek, arkasına düşmek izlemek.
    TUBÂ: Cennet, cennette nimetlerle dolu olan ağaç.
    TUĞYAN: Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, azgınlık, taşkınlık.
    TUHUR: İki hayız arasındaki temizlik süresi.
    TÛR: Dağ, cebel, Tûr-ı Sina denilen ünlü dağ, Hz. Musa’ya burada vahiy gelmiştir.

  4. #14
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1053
    @Dygsuz

    Standart

    U / Ü HARFİ



    UBUDİYYET: Kulluk, kölelik, bağlılık, aşırı mensupluk.
    UHREVÎ: Ahiretle ilgili, öteki dünyaya ait.
    UHUVVET: Kardeşlik, dostluk, bağlılık.
    UKALÂ: 1. Akıllılar. 2. Akıllılık iddia edenler, ukelalar.
    UKDE: Düğüm, zor iş, muamma.
    UKUBET: Ceza, azap, işkence, eziyet.
    ULEMA: Âlimler, bilginler.
    ULUHİYYET: Allahlık, ilâhlık.
    ULUM: İlimler, bilimler.
    ULUM-İ ÂLİYYE: 1. Sarf ve nahiv gibi âlet ve anahtar durumunda olan ilimler. 2. “ayn” ile yüce ilimler, din ilimleri.
    ULÜ’L-EMR: Emir sahipleri, buyruk sahipleri, kadılar, idareciler, yöneticiler.
    ULVÎ: Yüce, yüksek, göğe ve manevî âleme mensup.
    UMDE: 1. Dayanacak, inanılacak şey. 2. Güvenilecek yer, kimse.
    UMRE: Hac günleri dışında yapılan Kâbe ve diğer mukaddes yerlerin ziyareti.
    UMUM: Genel olma, hep, herkes.
    UMUMÎ: Umumî, herkese ait, herkesle ilgili, genel.
    URYAN: Çıplak.
    USUL: Bir ilmin veya tekniğin asıl konusundan önce öğrenilmesi gereken başlangıç bilgileri, başlangıç, tertip, düzen metod.
    UZLET: Yalnızlık, bir tarafa çekilip kendi kendine tenha kalma.
    UZV: Canlıyı meydana getiren parçaların her biri, organ.
    ÜLFET: 1. Alışma, kaynaşma. 2. Görüşme, konuşma. 3. Dostluk.
    ÜMERA: Emirler, beyler, yöneticiler.
    ÜMİD: Umut, ümit.
    ÜMMET: Bir Peygambere inanan insan topluluğu.
    ÜMMÎ: Anasından doğduğu gibi kalıp, okuyup yazma öğrenmeyen kimse.
    ÜMMÜ’L-HABÂİS: (Kötülüklerin anası) şarap, içki.
    ÜMMÜ’L-KURA: Şehirlerin anası, Mekke-i Mükerreme.
    ÜNSİYYET: Alışkanlık, sokulganlık, düşüp kalkma.
    ÜNVAN: Lakap, ünvan.
    ÜSLUB: Tarz, biçim, ifade yolu.

  5. #15
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1053
    @Dygsuz

    Standart

    V / Y HARFİ



    VÂCİB: Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her Müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah‘ın emirleri.
    VÂCİBÂT: Yapılması gerekli olan şeyler, farzlar.
    VÂCİBU’L-VÜCÛD: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Allah.
    VADİ: 1. Bir nehrin yatağı. 2. İki dağ arasındaki uzun çukur. 3. Yol, tarz, metod, dere.
    VAFTİZ: Hıristiyanlığa yeni girenin ve çocuğunun dine girmesi için gerekli sayılan, suya sokma töreni.
    VAHDET: 1. Birlik, bir ve tek olma. 2. Yalnızlık, kendi kendine kalış.
    VAHDET-İ VÜCUD: Varlıkların tek asıldan çıkma inanışı.. Tasavvufî bir görüş. Varoluşun tek kaynağa bağlılığı.
    VAHİM: Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu.
    VAHİY: İlâhî bilgi Allah‘tan peygamberlere gelen özelliği, Allah‘ın dilediği şeyleri peygambere bildirmesi.
    VAÎD: İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kesin hadiseleri haber vererek korkutmak, Cehennemi haber vermek.
    VAKAR: Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı.
    VÂKİ: 1. Vuku bulan, olan. 2. Olağan, olmuş, mevcut.
    VÂLİD: Baba, doğurtan.
    VALİDE: Ana, doğuran.
    VALİDEYN: Ana-baba.
    VÂRESTE: Afvedilmiş, halâs bulmuş, kurtulmuş, rahat, serbest.
    VÂRİD: 1. Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. 2. Akla gelen. 3. Bir şey hakkında söylenen, uygulanan.
    VÂSIL: Ulaşan, erişen, kavuşan.
    VASIYYET: Bir işi birisine havale etmek, emir, bir malı veya menfaati ölümden sonrası için bir kişiye veya hayır cihetine teberru yolu ile temlik etmek.
    VASÎYLE: Cahiliye döneminde bir koyun dişi doğurursa yavru sahibinin, erkek doğurursa ilâhlarının olurdu. Koyun dişi ve erkek yavru doğurduğu takdirde dişi yüzünden erkek yavru da kurban edilmezdi. Buna vasîyle denirdi.
    VATI’: Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima.
    VEBAL: Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu.
    VECD: 1. Aşk, muhabbet. 2. Kendinden geçmek, kendini unutacak kadar aşk hâli.
    VECH: 1. Yüz, çehre, surat. 2. Tarz, üslub. 3. Alın, ön, satıh, cephe.
    VECİBE: Çok gerekli ve şart olan şey. Borç hükmünde olan görev, yapılması mecburi iş.
    VECİZ: 1. Özdeyiş. 2. Kısa, toplu.
    VEDÛD: Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan.
    VEFD: 1. Delege, murahhas, elçi. 2. Gelme, vurma, ulaşma. 3. Hususi bir işle başkasının yanına varma, elçilik.
    VEHBÎ: Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah‘ın lütfu ile olan.
    VEHHAB: Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah‘ın isimlerinden biri.
    VELÂYET: Veli olan kimsenin hali, dervişlik, dostluk, sadakat, başkasına sözünü geçirmek.
    VELED: Erkek çocuk, oğul, çocuk.
    VELED-İ ZİNÂ: Meşru olmayan birleşmeden doğan çocuk, nikah dışı birleşmeden doğan çocuk.
    VELİ: 1. Sahip, malik, evliya, koruyucu, muhafaza eden, küçük çocukların durumundan sorumlu kişi, baba, ata. 2. Velâkin, fakat, amma.
    VELİYYÜ’L-EMİR: Emir veren, emir sahibi olan.
    VELYETME: Birbiri ardı sıra gitmek birini takip etmek.
    VESÎLE: Bahane, sebep, fırsat, uygun durum.
    VESVESE: Kuşku, kuruntu, tereddüt.
    VETER: Yay kirişi.
    VEYL: Vay haline, yazık, hüzün ve hüsran. Cehennemde bir çukurun adı.
    VEYLETTİRMEK: Birbiri ardı sıra götürmek, birbiri ardı sıra gelmeyi sağlamak.
    VİKAYE: Koruma, koruyuculuk, sahip olma, arka çıkma, kayırma.
    VİLÂDET: Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak.
    VİLÂYET: 1. İl. 2.Velilik, ermişlik. 3. Veli olan kimsenin hali. 4. Başkasına sözünü geçirme.
    VİRD: Sık sık ve devamlı okunan dua.
    VİSÂL: Kavuşma, sevdiğine ulaşma, ayrılıktan kurtulma.
    VİZR: Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük.
    VUKUF: Bir şeyi bilme, öğrenmiş olma.
    VUSTÂ: Orta.
    VÜCÛD: Varlık, var olmak, bulunmak, cesed, cisim, ten, gövde.
    YÂD: 1. Anma, hatırda tutma, zikretme. 2. Hediye. 3. Hatıra. 4. Hatır gönül.
    YAKAZA: Uyanıklık, dikkatli olma, uyku ile uyanıklık arasındaki hal.
    YÂRÂN: Dostlar, sadık arkadaşlar, sevgililer.
    YE’CÜC VE ME’CÜC: Kur’ân-ı Kerim’de bahse konu edilen ve kısa boylu olacakları söylenen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin adı.
    YED: El, (mecazen) güç, kudret, yardım.
    YEMÎN-İ GAMÛS: Yalan yere bile bile yapılan yemin.
    YEMÎN-İ MÜN’AKİDE: Akit yemini, and içme.
    YETÎM: Babası ölmüş çocuk.
    YEÛS: “Ye’s”den: Ümitsiz.
    YEVM: Gün.
    YEVM-İ KIYÂMET: Kıyamet günü.
    YEZDÂN: 1. Allah (c.c.). 2. Mecûsilere göre hayırları yaratan hayır tanrısı.

  6. #16
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1053
    @Dygsuz

    Standart

    Z HARFİ



    ZABT: 1. Sıkı tutma. 2. İdaresi altına alma, kendine mal etme. 3. Silah zoru ile bir yeri alma. 4. Anlama, kavrama. 5. Kaydetme, özetini yazma.
    ZÂHİB: 1. Gidici, giden. 2. Bir fikre veya zanna uyan, kapılan.
    ZÂHİR: Açık, belli, görünür, meydanda olan.
    ZÂHİRÎ: Dıştan görünen, meydanda olan.
    ZAİL: Sona eren, sürekli olmayan.
    ZAMİR: 1. Her şeyin iç yüzü. 2. Yürek, vicdan. 3. Gizli fikir. 4. Zamir, ismin yerini tutan kelime.
    ZÂNİ: Zina eden erkek.
    ZÂNİYE: Zina eden kadın.
    ZARAR: Ziyan, eksiklik, kayıp.
    ZARF: Yer ve Zaman bildiren edat.
    ZAT: Kendi, asıl, öz, cevher, saygıdeğer kişi.
    ZAYİ’: Elden çıkan, yitik, kaybolan.
    ZAYİAT: Kayıplar, yitikler.
    ZEBÂNÎ: Zebanî, Cehennemlikleri Cehenneme atan melek.
    ZEBERCED: Zümrütten daha açık renkte bir süs taşı.
    ZEBH: Boğazlama, kesme, kurban kesme.
    ZECR: 1. Yasaklama, yaptırmama. 2. Zorlama, zorla yaptırma, angarya işletme sıkma, eziyet.
    ZEKER: Erkek, erkeklik organı.
    ZELİL: Hor, hakir, alçak.
    ZELLE: 1. Ayak sürçüp kayma. 2. Hata, suç.
    ZEM (ZEMM): Birinin kötülüğünü söyleme, ayıplama, yerme, çekiştirme.
    ZEMHERİR: Karakış.
    ZEMZEME: 1. Ezgili ses, terennüm, teganni. 2. Mezamir’i okuyanların teranesi (Zebur).
    ZENB: Günah, suç, kabahat.
    ZEVAL: 1. Zail olma, sona erme. 2. Aşağılama, inme. 3. Güneşin başucunda, tam tepeden bulunma Zamanı zeval vakti, öğle vakti.
    ZEVC: Çift, eş.
    ZEVCYEN: Karı-koca, iki eş.
    ZEVİ’L-UKUL: Akıl sahipleri, akıllılar.
    ZİKR: 1. Zikir, anma, hatıra getirme. 2. Ağıza alma, adını söyleme. 3. Anlatma, ifade etme. 4. Övme, iyilikle anma. 5. Tasavvufi anlamıyla Allah adını anarak zikretme.
    ZİKR-İ CEMİL: Güzel zikir, övgü.
    ZİKRULLAH: Allah‘ı anma.
    ZİLLET: Alçaklık, aşağılık.
    ZİMMÎ: 1. İslâm devletinde yaşayan gayr-i müslim. 2. Haraç veren, raiyye.
    ZİNET: Süs eşyası, bezek.
    ZİRA’: Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü, 75-90 santim arasında değişir.
    ZÎRAHİM-İ MAHREM: Nikah düşmeyen akraba kadın.
    ZİŞAN: Şanlı, ünlü, gösterişli.
    ZİYA: Işık, aydınlık.
    ZUHR: Öğle Zamanı, öğle namazı.
    ZULM: Zulüm, haksızlık, eziyet.
    ZULMET: Karanlık.
    ZÜBDE: Bir şeyin en seçkin parçası, öz, özet.
    ZÜBUR-ZÜBÜR: Kitaplar, yazılı şeyler.
    ZÜHD: Dünya lezzetlerinden el çekerek ibadetle meşgul olma, sofuluk.
    ZÜHÛL: İsteyerek veya elde olmayarak unutma, geçiştirme, yanılma.
    ZÜLCELAL: Celal sahibi, Allah.
    ZÜLKARNEYN: İki boynuz sahibi, Kur’ân-ı Kerim’de adı geçen bir hükümdar, iki yönlü.
    ZÜLL: Horluk, hakirlik, alçaklık.
    ZÜRRİYET: Soy, nesil, kuşak.

Giriş

Giriş