Ehl-i Beyt kimdir?
Kuran'dan önceki eski dünya kutsal tanrı-devletlerin dünyasıydı.
Böylesi bir dünyada o tek kişilik varlığı ile "insana" yer yoktu.
Dünya, yer ve gök tanrıları, tanrıların oğulları, temsilcileri, panteonları, kutsal hanedanları ve aileleri tarafında paylaşılmıştı.
Kuran geldi "Allah birdir (ehad). Bölünmez bir bütündür (samed). Doğmamış ve doğurulmamıştır. Hiç bir şey O'na denk olamaz." dedi ve yeni bir çağ başlattı.
Yer ve gök tanrılarının, tanrıların oğullarının, temsilcilerinin, kutsal hanedanların, ailelerin, tapınakların, din adamlarının önünde böcekler gibi yerlerde sürünen o tek kişilik varlığı ile "insanoğlu"nu tutup ayağa kaldırdı.
"Ancak sana ibadet ederiz. Ancak senden yardım dileriz" sözleri, bu anlamda, Kuran'ın eski dünya tanrılarına, tanrı taslaklarına, oğullarına, temsilcilerine, kutsal hanedanlarına, ailelerine, oligarşilerine isyanı ifade eder.
İnsanlık tarihinde yepyeni bir çağdır bu.
İnsanoğlunu kendi özgür kişiliği ile yalnızca "Allah ile yürüyüşe" (seyr ilallah) çağıran insanca bir dünyaya geçiştir bu. Allah dış dünyada görünür somut bir "nesne" olmadığı için, sonuçta "Allah ile yürüyüş", bütün görkemi ile "insanın" ortaya çıkışı, kendi heva ve hevesinden bile azatlaşarak özgürleşmesi anlamına gelir.
***
Ondört asır önce Kuran, baba kültünü kutsayan, feodal (aynı kabileye/aşirete/toprağa bağlı herkesi tek bir kimsenin malı sayan) bir dil, tarih ve coğrafya evrenine hitap etmişti.
Bu coğrafyada "baba" kültü olanca ağırlığı ile hüküm sürmekteydi. Babaya dayalı, soydan devirli, aile büyüğünü yücelten, onu kutsamayı esas alan bir anlayış vardı. Bir tür "Arap patriarchi"si (Arap babaya/ataya dayalı, Arap baba/ata sülbünü kutsayan) toplumsal dokunun iliklerine sinmişti. Bundan geçinen 7-8 büyük kabile ağası ve tefeci bezirgan (Kabe çetesi) Mekke'ye hükmetmekteydi. Kâhinler ve din adamları da insanların ruhlarına nüfuz ederek bu anlayışı tahkim ediyordu.
Böyle bir topluma Kuran "Rabbiniz Allah'tır" dedi. Rab, sözlük anlamı itibarîyle "Baba" demektir. Aramicenin bir lehçesini konuşan Hz. İsa da "Babamız (Rabbimiz) Allah'tır" demişti. Ancak bu, "Ben de O'nun oğluyum" anlamında değil, "O baba diye yücelttiklerinizin, oğul diye kutsadıklarınız hepsi sahtedir. Kutsanacak ve yüceltilecek yegâne varlık Allah'tır" anlamına geliyordu.
Yani biyolojik değil teolojik bir izah yapıyordu.
Yani Sami/Arami "patriarchi"sine isyan ediyordu. Allah'tan başka neyi yüceltiyorlarsa onu yıkıyor, yerine en yalın haliyle "Allah" inancını yerleştiriyordu.
Baba kültünü yüceltiyorlarsa "Baba Allah'tır", göğe tapıyorlarsa "O gökteki Allah'tır" diyordu. İneğe tapıyorlarsa ineği yaratan Allah'tır, güneşe, yıldıza, aya tapıyorlarsa onları yaratan da Allah'tır, "Bunların hiç biri tanrı değil, tanrı bir ve bölünmez bir bütün halinde Allah'tır" demek istiyordu.
Fakat İsa'nın bu söylemi pagan Roma iklimine girince biyolojik anlamda babaya dönüştü. Tanrı'nın gerçekten baba, İsa'nın da O'nun oğlu olduğunu sanmaya başladılar. Bu anlayış Roma'ya eski Mısır'dan geçmişti, Mısır'a da Mezopotamya'dan…
Allah'ın nefesi, ruhu, canlılığı anlamına gelen "Ruhullah" tabirini, gerçekten Allah'ın bir parçası anlamında uknuma dönüştürdüler. Allah'ın yeryüzündeki sesi, söylemi, hitabı anlamına gelen "Kelimullah" tabirini, üçün üçü olarak teslise yordular. İlahi hitabın tabiatını pagan kafaları ile anlayamadılar. Tevhidi parça parça ettiler, "sözün" namusunu koruyamadılar, ne denmek istediğini kavrayamadılar.
Böylece İsa'nın çığlığı bir kelebek gibi Roma'nın duvarlarına çarpıp yere düştü.
***
Hz. Muhammed onu düştüğü yerden aldı, tekrar diriltti.
Kuran, öncekilerin başına geleni bildiği için olsa gerek, Hz. Muhammed'i insanlığa şöyle tanıttı; "Muhammed adamlarınızdan birinin "babası" değildir. Fakat Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah'tır her şeyi hakkıyla bilen." (Ahzap;33/40)
Arka plâna inersek, bu ayetin indiği dönemde "Zeyd, Muhammed'in evlâdı mı, evlâtlığı mı? Eski bir köle, seçkin bir Arap kızı ile (Zeynep binti Cahş) nasıl evlenebilir? Diyelim ki evlendi, onu nasıl boşamaya kalkar? Diyelim ki boşadı, bir peygamber onun boşadığı ile nasıl evlenebilir? Muhammed onun ve de bizim neyimiz olmaktadır?" türünden "sınıf ve köken farkı gözeterek ayrımcılık kokan" tartışmalar olmaktaydı.
İşte bu ayetler bunlara cevap olarak geldi.
Dikkat edilirse evlâtlık kurumunu düzenleyen ayetlerde savunulan kişinin Zeynep veya Hz. Peygamber'den ziyade, adının bizzat anılmasından da anlaşılacağı gibi Zeyd olduğu görülür.
Hz. Peygamber'in onu Zeynep ile evlenmeye teşviki ile başlattığı reformcu girişim, Allah'ın onun boşadığı kadınla bu kez Hz. Peygamberi evlenmeye teşviki ile hitama erdiriliyor. Bunun o günkü toplumda geçerli olan "sosyal statü" anlayışı açısından anlamı sanıldığından çok daha büyüktür.
Şöyle ki: Zeyd eski bir köle ve evlâtlıktır, dahası kabilesizdir. O günkü geçerli sosyal statü anlayışına göre kendini koruyacak bir kabilesi bile yoktur. Yani kimsesiz ve gariban birisidir. Böyleleri toplumda yalnız kalmaya mahkûm olmakta, hor ve hakir görülmektedir. Anne ve babalarının adı ile bile çağırılmamakta, aristokrat Arap kabilesine mensup bir kızla evlenmesi çok görülmekte, evlenmiş olsa bile boşama hakkı başına kakılmakta, boşandığında da onun boşadığı ile evlenmeyi "kabile gururu" kendine yedirememektedir. Bir nevi devşirme muamelesine tabi tutularak geçmişleri ve aile bağları tümden silinmek, yok edilmek istenmektedir…
İşte bu durumda olan birisini; garipleri, yoksulları, mazlumları, mağdurları, mahrumları, âmâyı, körü, sağırı, özürlüyü, evlâtlıkları, toprağa gömülen kızları, alınıp satılan kadınları, köleleri vb. toplumda ne kadar garip ve kimsesiz, hakkı yenen, ekmeği elinden alınan varsa onu koruma ve kollamayı misyon edinmiş "kimsesizlerin kimsesi" Allah'ın kitabı ona sahip çıkmakta ve bizzat Zeyd diye adını vererek kendi "Peygamberini" onun boşadığı kadınla evlendirmektedir!
İşte esas mesele budur.
Yoksa aklı başka bir şeye basmayan kimi müfessirin sandığı gibi, Allah, peygamberinin gönlü dışarıda olmasın diye, sırf onu hoş tutmak için, gönlü kime kayarsa onu onsuz bırakmamak için hiç bir ayetten çekinmeyip vahiy indirmiş filan değildir. Bu, Kuran'ın ruhundan habersiz biçare ve sefilce bir yorumdur.
Oysa Kuran bu mesele üzerinden, evlâtlık kurumunu cahiliye Araplarının anladığı şekilden çıkarmakta, yeni bir düzenlemeye tabi tutmakta ve bu bağlamda "Hz. Muhammed'in içlerinden kimi adamlardan/erkeklerden birisinin babası olmadığını" söylemekle de, (zımnen) onun üzerinden bir hanedanlık türetilemeyeceği, bir patriarchy (babaya dayalı, soydan devirli saltanat) kurulamayacağını anlatmak istenmektedir.
Böyle bir şeyin önüne geçmek için de etrafında hanedanlık oluşturma ihtimali bulunan ev halkının (ehl-beyt) konumu ile Hz. Muhammed'in (s.a.v) tarihi misyonunun ne olduğunu, nasıl anlaşılması gerektiğini ele almakta ve bu cümleden olarak "Muhammed içinizdeki adamlardan/erkeklerden birisinin babası değildir, bilakis "Allah'ın elçisi" ve sonuçta (netice itibarîyle, hitamen/hatemen) peygamberlerin sonuncusudur, hepsi bu! Başka yönlere çekip ondan bir hanedanlık çıkarmaya, baba kültü türetmeye, kendisini ve ailesini kutsamaya kalkışmayın" mesajı vermektedir.