Muhiddin Arabi'nin Kimdir?
İsmi Ebubekir Muhiddin´di. Ona birçok lakap takıldı; "Muhyiddini Arabi-Şeyh ül Ekber-Hatem ül Evliya- Şeyh ül Azam-Kutbul Arifin-İmamül Muvahhid ve Rehberü Alem gibi.. Arabi İspanya´da Endülüs, Mürsiye´de 1165 yılında doğdu, sekiz yaşından itibaren Sevilla ve Kurtuba´da eğitim gördüğü ve ünlü bilge İbni Rüşd´den ders aldığı ve eğitim gördüğü belirtilmektedir. Genç yaşta Hac´ca gitti. Mısır, Irak ve Şam´a gittikten sonra Konya´ya geldi. Bir sonraki dönemin önemli İslam bilgesi Sadrettin Konevi ile tanışıp, annesiyle evlendi. Konevi´nin o sırada 8 yaşlarında olduğu sanılıyor. Sonra Şam´a döndü. Abdülkadir Geylani, Şeyh Ebu Medyani, Ebu Hasan Cami ve Cemaleddin Yunus gibi İslam bilgeleriyle beraber çalıştı. Yine söylentilere göre Mevlana bu dönemde Arabi´nin yanına gelip. bir süre öğrencisi olmuştur. Beşyüzden fazla kitap yazdığı söylenir, bunların yaklaşık üçyüzü günümüze ulaşmıştır ve çoğu Mekke´dedir. Arabi Edison´un bir kitabında bile "Üstad" adıyla geçmektedir. Arabi 1240 yılında 78 yaşında öldü. Kesin olmamakla beraber öldürüldü söylenmektedir ama bu konuda sağlam bir kaynak yoktur. Şam´da Kasyon Dağı eteklerindeki Salihiye denen yere gömüldü sonra mezarı kayboldu. Mezar çok sonralarda Osmanlı Sultanı Yavuz Selim tarafından bulunarak türbe haline getirildi.
Ona düşman olanlar, mezarının üzerini çöplerle doldurdular. Aradan yıllar geçti. Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han Şam'a geldi. Kabrini buldurup üzerindeki çöplerden temizletti. Üzerine bir türbe yaptırdı. Muhiddin Arabi'nin ölmeden önce sizin taptığınız benim ayağımın altındadır dediği yeri kazdırdı. Kazılan yerden l küp altın çıktı. Böylelikle Muhiddin Arabi'nin "siz Allahü Teala'ya değil de paraya tapıyorsunuz" dediği anlaşıldı. "Sin, Şın'a gelince" sözünün de ne anlama geldiği böylelikle ortaya çıkmış oluyordu. Muhiddin Arabi Arapça olarak Sin harfiyle Selim'i; Sın harfiyle ise Şam'ı ifade etmişti. Kehanetinin tüm ayrıntıları böylelikle ortaya çıkmış oluyordu...
İşte Yüzüklerin Efendisi’nden yüz yıllar önce İslam Dini Mutasavvıflarından Muhiddin-i Arabi’nin Gözüyle Kainat
KAYNAK: Fütuhat-ı Mekkiye
Yazan: Muhittin-i Arabî
Hazreti Muhammed ,”Allah vardı, fakat bir şey yoktu; âlemde bir şey bulunmaz iken Allah vardı.”demiştir. Fakat daha sonra Allah kendisinin bilinmesini istemiştir. Allah ilk önce bilinmez bir durumdaydı. Nefis ve kimlik açısından Allah’ın bu bilinmezlik durumuna İLİM denir.
Başlangıçta Allah, buluta benzer bir duman içindeydi. Bu bulut, içinde rahmetin dolup taştığı Rahmani bir buhardı. Bu buhardan, kıyamete kadar onu tanıyamayacak olan ruhlar doğdu. Bu ruhlar hemen ardından birbirini ve Allah’ı göremez oldular. Hak Teala’nın nefsi de bu ruhlarla yüklenmiş oldu. Allah’ın kendinin nasıl yaratıldığını bilmesine İlim dendi. Allah, ilimde makullerin gerçekleri bulunduğunu bildi. Hak Teala’nın bu mahlûkatından Akıl oluştu. Bu akıl, âlemin duman ve bulut içinde gizli olarak yaratıldığını anladı. Bu akıl, dumanın Rahmanın nefesi olduğunu gördü. Bu akıl, duman içinde Hakkın Kamil İnsan şeklini gördü ve kendi nefsinin ne kadar eksik olduğunu bildi. Ondan çeşitli âlemlerin olacağını ve dünyadaki olayları öğrenmiş oldu.
Allah’ın azaptan uzak, rahmet taşıyan iki mübarek eli vardır ve bunlarla rahmeti toplar ve yayar. Allah’ın nurundan Levhi Mahfuz veya Zati Tabiat oluşmuştur. Allah’ın, ilim, irade, söz tabiatı Levhi Mahfuzda görülür. Cisimlerde ise buna; sıcaklık, soğukluk, kuruluk, rutubet adı verilir. Rükünlerde (elementler)ise bunlara; ateş, hava, su, toprak adı verilir. Canlılarda yani hayvanlarda buna; siyahlık, sarılık, balgam, kan denir ki; bunların tümünde benzerlik birdir. Yalnız bunlardaki hükümler değişiktir.
Daha sonra akıl çehresini dumana çevirip orada kendinden neler kaldığını görmek istedi. Fakat hiç bir suret olmadığını gördü. Orayı şekillerle aydınlatınca zulmet ve karanlık içinde olduğunu gördü. Bu zulmet gizliliğin zulmetidir. İçinde bulunanları görmeyelim diye burası karanlığa boğulmuştur. Bu zifiri karanlığın adı zulmettir. Gözler bu zulmetten çıkabilenleri görebilir. Gördüklerimiz gizlilik aynasından yansıyanlardır. Allah gizlilik aynasına tecelli ederse, âlemin şekil ve benzerleri bu aynaya basılmış ve şekillenmiş olur. Allah her an yaratmaya devam etmektedir. Bütün âlemin suret ve şekilleri bu gizlilikte ve bu zulmet içinde bulunmaktadır. Hak Teala’nın Kürsi’si de bu zulmet içindedir. Bu dört ayaklı bir karyoladır. Bu karyolanın dört yönü ve dört yüzü vardır. Bu dört yönde birçok asli makamlar (dayanaklar, mesnetler) vardır. Arşın yeri değirmidir ve içe doğru çukurdur. Bunun etrafında da kürsü, felekler (burçlar), cennetler, semalar, rükünler ve doğurucular vardır. İşte bütün bu düzeni kurduktan sonra, Rahman Arşın üzerine çıkıp her yeri kaplamıştır.
Hak Teala yeri yarattı, yerdeki gerekli şeyleri yarattıktan sonra gökleri yarattı, her gök katına gerekli emir ve vahiylerini verdi, kâinatın temelini düzene soktu. Olacak olan şeylerin oluş ve değişim sıralarını düzenledikten sonra arşa yükselip her şeyi kapladı. Bütün bu yaptıklarını zevk ve haz olarak yaptı. Bizlere kadar inen odur, yerinden ve inişten ayrılmayan odur. O, bir şeyin haline göre, her şeyle beraberdir.
Allah’ın Arş nurundan yarattığı melekleri vardır. Bunlar arşın etrafında dönüp dururlar (tavaf ederler). Arşın dört ayağını dört melek taşır. Bu dört kaidenin (ayak, sütun) her iki yana yönü vardır. Bu sütunların yöneticileri vardır; bu yöneticiler birbirine göre farklı üstün rütbelere sahiptir.
Allah melekleri ve bazı insanları arşın taşınmasında görevlendirmiştir.(Hak Teala’ya şükürler olsun ki; beni de arşın taşıyıcılarından kıldı.) Bu insan sınıfındaki taşıyıcılardan birisi de benim. Benim bulunduğum ve taşıdığım kısımda Rahman’ın Rahmet hazineleri vardır. Bu sebeple beni de şiddetli (sinirli) yaratmasına rağmen merhametli kılmıştır. Şunu da bilirim ki, her şiddette bir gevşeklik vardır. Hiç bir azap yoktur k, sonunda merhamet olmasın. Sıkılan bir şey yoktur ki, sonunda genişlemesin. Her darlığın bir bolluğu vardır. Ben de asıl gerçek olan bu iki yönü öğrenmiş oldum.
Arşta benim sağımdaki kaide (direk) rahmettir; solumdaki kaide şiddet ve kahırdır. Tam karşımdaki dördüncü direk, benim kaidemden taşanların bulunduğu yerdir; rahmet ve şiddetten fazla olanlar, orada nur ve zulmet olarak görülür, bunun içinde hem şiddet, hem de rahmet vardır.
Arşın her iki esas direğinin arasında bir ilave direk vardır ki; bunlar sekiz kaide teşkil eder. Bu dördünün şimdilik taşıyıcıları yoktur. Eksik Kıyamet Günü tamamlanacaktır. Arşın direkleri (dayanakları) arası nurla doludur. Arşın çukur kısmı ile Kürsi arasında geniş bir feza boşluğu ve yanmakta olan bir hava vardır. Bu feza boşluğunda ve arşın köşe bucağında evliya kişiler, bir yandan bir yana uçuşurlar.
Arşın ayakları donmuş su üzerindedir. Bu soğukluk rahmetle bağlantılıdır. Bu donmuş su soğuk hava üzerindedir. Suyu donduran bu soğuk havadır. Bu soğuk havada sadece Allah’ın ne olduğunu bildiği zulmet vardır.
İşte, Hak Teala bu Kürsiyi, arşın boşluğunda yarattı. Kürsi şekil itibarı ile dörtgendir. Âlemde ne olacaksa gereken emirler buradan verilir. Bu kürsinin boşluğunda, arşta olduğu gibi sema vardır. Burada üst düzey yöneticiler, bütün mahlûkat (yaratılanlar) ve rahmet bölmesinden burayla ilgili melekler vardır.
Allah, Kürsi içinde yuvarlak ve şeffaf bir cisim yaratmıştır; bunu da on iki eşit parçaya ayırmıştır. Bu parçalara da “burçlar” adını vermiştir. Kuran’da bütün ayrıntıları ile anlatılan burçlar bunlardır. (Ves semai zatil bürüci)
Bu burçlar, sulu, havalı, topraklı, ateşli unsurlardan oluşur. Bunlar tıpkı dünya ehlinin unsurları gibidir. Her bir burçta cennet ehlinden bir melek görevlidir. Bu burçlarda da cennette oluşan şeyler oluşur. Bütün değişimler bu burçlardaki değişimler sonucunda oluşur.
İmamcılar, bu on iki burcu, on iki imama iktisap ettirirler. Bu iddia doğru veya yanlış olabilir. Gerçek; bütün âlemin öncülüğünü bu on iki burçtaki on iki melek yapmaktadır. Böylece, bu on iki burç, âlemlerin imamlığını yapmaktadır. Bu on iki melek hiç değişmezler, yerlerinde sabittir.
Arşın aslı, dört kaide üzerine oturtulmuş olduğundan, on iki burç olmasına rağmen, bu burçlar, dört mertebe üzerinedir. Dünya, Berzah, Ahiret üç duraktır. Bu durakların her birinin dört menzili vardır. Bu üç konak, dört ile çarpılırsa, on iki eder. Dünyamız kıyamet günü ateşe dönecek ve bu dört menzilin hükmü ile idare edilecektir. Cennet de, Cennetteki Berzah da bu dört menzilin idaresi altındadır. Koç, aslan, yay burçları aynı mizaç ve tabiata sahiptir. Bunların hüküm menzilleri üçtür ama dört menzilin de etkisi altındadır. Öküz, başak, keçi burcu başka bir mertebededir. İkizler, terazi, kova burçları başka bir mertebededir. Yengeç, akrep, balık başka bir mertebede hâkimdirler. Bunlar dört hâkim vali olarak bir menzilde bulunurlar. Her burçta diğer on iki burcun da etkisi vardır. Yedi Hünnüs (?) ve Künnüs (?) ecramından her birisi gece ve gündüzü oluşturur ve bunun hâkimi ve sahibidirler. Aslan burcu onların burcudur.(?) Aslan burcu sabit bir burçtur.