http://img79.imageshack.us/img79/2481/izgi1baov5.gif Çizgide bir yaşamı izlemek...

Bu konu 5151 kez görüntülendi 9 yorum aldı ...
Aşk,sevgi,dostluk hikayeleri...10 adet...1... 5151 Reviews

    Konuyu değerlendir: Aşk,sevgi,dostluk hikayeleri...10 adet...1...

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 5151 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart Aşk,sevgi,dostluk hikayeleri...10 adet...1...



    Çizgide bir yaşamı izlemek...


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Aşk,sevgi,dostluk hikayeleri...10 adet...1...

          Kategori: Aşk Hikayeler

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 9

          Görüntüleme: 5151


  2. #2
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart




    BİR YUDUM SEVGİ



    Teşvikiye'de dolaşıyordum. Yarım saat boş vaktim vardı. Hava çok güzeldi. Kısacası pırıl pırıl keyifli bir gündü. Yürüdüğüm kaldırımın karşısındaki kaldırımda yaşlı bir beyefendi dikkatimi çekti. İleri yaşına rağmen şık giyimli ve bakımlıydı. Seksen yaşlarında olmalıydı. Oldukça zor yürüyordu. Şık bir baston ona yürürken destek oluyordu. Birden içimde önüne geçilmez bir istek uyandı. Zor yürüdüğü için yardım etmek istedim. Sanırım büyükbaba ve dedemi çok erken yaşlarda kaybetmiş olmak ve onlarla dede-torun birlikteliğini, paylaşımını hiç yaşayamamış olmak içimde ukde kalmış. Hemen karşı kaldırıma geçtim ve onu ürkütmeden koluna girdim.

    - Böyle güzel bir havada sizin gibi yakışıklı bir beyefendiyle biraz yürümeme izin verir misiniz?

    Çok şaşırdı. Durdu ve bana dikkatlice baktı. Bunun üzerine, ona şanslı gününde olduğunu, bir Pazar öğleden sonrasında benim gibi hoş bir hanımla kol kola dolaşmayı reddetmeyeceğini düşündüğümü söyledim.

    Gülümsedi ve bana;

    - Sen gerçek misin? Yoksa gökten mi indin? Malum yaşım ilerledi. dedi.

    Sonra o benim koluma girdi. Birlikte çok yavaş adımlarla yürümeye başladık. O kadar şeker, o kadar hoşsohbet bir insandı ki anlatamam. 96 yaşında olduğunu söylemekle başladı sohbete. O andan itibaren araya girmeye çalışsam da hiçbir şey söyleyemiyordum. Sanki uzun zamandır konuşmuyordu. Büyük bir keyifle anlatıyordu. Atatürk'le başladı söze. Onun ne kadar özel, ne kadar kıymetli bir insan olduğundan, İnönü ile silah arkadaşı olduğuna, İstiklâl madalyalarına kadar anlattı. Ara ara durup bana gülümsüyordu. Sonra dedi ki;

    - Eskiden mümkün müydü böyle bir kızla kol kola sokakta yürüyelim? Türk kızlarıyla asla. Ancak yabancı kızlarla olurdu. Ve başladı daha keyifli bir ses tonuyla anlatmaya. Eskiden çok büyük işler başardığını, tanınmış ve başarılı bir işadamı olduğunu ama tüm bunlara kendini kaptırmadan çalışırken aynı zamanda da hayatını yaşadığını anlattı. “Hayat keyiftir.” dedi. Bu hayatin sadece kendimizin olduğunu, başkalarının hayatlarını yaşamanın veya başkaları için yaşamanın yanlış olduğunu söyledi;

    - Ben dışa dönük bir insan oldum hayatım boyu. Dans benim için çok önemliydi. Eşim evinde yaşamayı severdi. O böyle diye ben isteklerimden vazgeçmedim. Onu da bana uymak için zorlamadım. Çünkü o da onun tercihiydi ve kendi hayatıydı. Birlikte mutluyduk ama kendi hayatlarımızı yaşadık. Ben hep dansa gittim arkadaşlarımla. Çok gezdim, çok eğlendim. Laf aramızda çok yakışıklıydım. Ben de kendisine hâlâ yakışıklı bir beyefendi olduğunu söyleyince elimi öptü. Gözlerim doldu o anda. Hemen sonra bana Fransızca bir şarkı söylemeye başladı. Nasıl hayat dolu, nasıl kendi kendini mutlu edebilmiş bir insan diye düşünürken durdu ve;

    - Hayatta mutlu olacak hep birşeyler bulmuşumdur. Zorlukların üstesinden dertlenerek değil, kabul ederek, onu geride bırakarak ve böylece daha kolay çözerek gelmişimdir. 96 yaşındayım ama kalbim hâlâ çok genç, dedi.

    Bayıldım bu yürüyüşe, 3 dakikalık yolu 20 dakikada geldik ama birçok hayat dersi aldım. Koca bir hayatı sadece çalışarak ve savaşarak geçirmemiş, her anından mutlu olacak bir şeyler bulmuş. Keyif almış. Anlatacak ne çok güzel hikâyesi var. Böyle yaşadığı için de genç kalmış. Yaşıtları hayatta değil. O hâlâ yalnız başına yürüyüşe çıkıyor. Teşvikiye Karakolu'nun önüne geldik. Muhitinde herkes bu beyefendiyi tanıyor ve hürmet ediyordu. Nöbetçi polislere döndü ve övünerek beni gösterdi.

    - Bakın ne buldum. Bugün şanslı günümdeyim.

    Evine kadar götürdüm. İstiklâl madalyalarını ve gençlik yıllarına ait birkaç fotoğrafı göstermek için çok ısrar etti. Vaktim kalmamıştı ama onu kıramadım. Peki dediğimde gözlerindeki ışıltıyı görmeliydiniz. Keyifle ve özenle açtı kutuları ve paylaştı yıllarını benimle. Telefonlarımızı verdik birbirimize. Beni manevi torunu kabul etmesini ve onun da benim manevi dedem olmasını istedim. Beni kucakladı. Ayrıldık.

    İki gün geçti ve beni telefonla aradı.

    - Hayal mi gördüm, sen gerçek miydin diye kontrol etmeye aradım, dedi. Benim onu çok mutlu ettiğimi, beni çok sevdiğini ve özlediğini söyledi.

    "Bir gün buluşup bir kahve içelim" dedim.

    "Bana yetmez, dansa gidelim." dedi. Kahkahalarımı ve onun kahkahalarını duymalıydınız. İki-üç güne kadar kendisini arayacağımı söyledim. Bu iki-üç günün hayatının en uzun zamanı olacağını söyledi.

    Bu son cümlesi kalbime yapıştı. Böylece, Ögrendim ki; Paylaşmanın sevgi alışverişinin yaşı yokmuş. Benden 62 yaş büyük biri ile de arkadaş olunabilirmiş.

    Öğrendim ki, pozitif düşünce gücü bastonla yürüyen birine bile dans etme isteği verebilirmiş.

    Öğrendim ki, çalışmak amaç değil, daha iyi, daha keyifli yaşam için bir araçmış.

    Öğrendim ki, bir insanı iyi hissettirmek çok kolaymış.

    Öğrendim ki, birbirimize vereceğimiz minicik bir sevgi, biraz ilgi bize kocaman bir şekilde geri dönüşüyormuş

  3. #3
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart



    Çocuk , büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu :
    "Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun ? Benimle ilgili bir hikâye
    olma ihtimali var mı ? "
    Büyükbaba yazmayı kesti , gülümsedi ve torununa şöyle dedi :
    "Doğru , senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım
    kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin."
    Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.
    "İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki ! "
    "Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli
    özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep
    dünyayla barışık bir insan olursun."
    "Birinci özellik : Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları
    yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı'dır ve her
    zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir."
    "İkinci özellik : Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu
    açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını
    sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin , bu acılar seni
    daha iyi bir insan yapar."
    "Üçüncü özellik : Kurşun kalem , yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle
    silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin
    kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya
    yarayan en önemli şeylerden biridir."
    "Dördüncü özellik : Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabın
    ya da dışarıya yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O
    yüzden her zaman kendi içine bakmalı , en çok onu korumalısın."
    "Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde
    sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her
    hareketinin farkında olmalısın."

    PAULO COELHO

  4. #4
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart



    Günün birinde bir çölde iki kum tanesi karşılaşmış ve birbirlerini çok
    sevmişler uzun bir süre çok yakın olmuşlar. Birbirlerini yanlarında,
    canlarında olarak sevmeyi öğrenmişler. Derken bir rüzgar çıkmış kum
    tanelerinden biri yerinde kalırken diğeri biraz uzağa savrulmuş. Çok
    uzak değillermiş ama yinede göremiyorlarmış birbirlerini. Sevgileri hiç
    azalmamış yine sevmeye devam etmişler. Birbirlerine ulaştırabildikleri
    sesleriyle, haberleriyle yaşıyorlarmış ve artık görmeden seslerinde
    sevmeyi öğrenmişler.
    Bir gün biri diğerine "sevdamız sonsuza erişmesi için aynı anda bir
    dilek dileyelim" demiş. Ikisi de aynı anda bir dilekte bulunmuşlar ve
    tam o sırada bir fırtına çıkmış. Bu kavuşmamız, sevdamızın sonsuza dek
    sürmesi olabilir diye ikisi de kendilerini fırtınaya bırakmışlar.
    Gözlerini kapayıp fırtına dindiğinde sevdalarının yanı başında olmuş
    olmayı arzulamışlar. Fırtına o kadar kuvvetliymiş ki o güne kadar
    yıllarca yerlerinden kıpırdamayan kumlar bile başka yerlere
    savruluyorlarmış.
    Fırtına günlerce sürmüş kum taneleri de oradan oraya savrulup durmuşlar.
    Ikisini de bir sabırsızlık sarmış. Fırtına durmuyor aksine artıyormuş.
    Fırtına dinmek bilmedikçe onlarda sabırla sevmeği öğrenmişler. Günler
    geçmiş sonunda fırtına durmuş gözlerini açtıklarında ikisi de başka
    alemlerde bulmuşlar kendilerini. Bu fırtınanın onları birleştireceğine
    o kadar inanmışlar ki birbirlerini yanlarında bulamayınca yüreklerinde
    derin bir acı hissetmişler ve acıyla sevmeği öğrenmişler. Kendilerine
    birazcık geldiklerinde ikisi de bu fırtınayla başka başka yerlere
    savrulduklarını anlamışlar. Biran ölmek istemişler ama sonra
    birbirlerini hiç görmeden,mesafelere, engellere rağmen sevmeği
    öğrenmişler. "Eskisi gibi bağırsakta sesimiz ulaşmaz ki birbirimize"
    demişler. Ikisi de yeni yerlerinde kimseyle konuşmamışlar ve yıllarca
    hep susmuşlar. Hep yeni bir fırtına ümidiyle birbirlerine ihanet
    etmeden beklemişler. Böylece umutla sevmeyi öğrenmişler. Yıllar geçmiş ama
    sevgileri hiç geçmemiş.
    Birbirlerinden hep umutlu olarak yaşamışlar. Bir gün ikisi de
    birbirlerinden habersiz aynı anda gözlerini kapamışlar ve kavuşmak için
    yeniden fırtına çıkmasını dilemişler. Beklemişler beklemişler ama
    fırtına bir türlü çıkmamış. Kendilerini tüm benlikleriyle fırtınaya
    bırakmak için oldukları yerde dönmüş durmuşlar ama hepsi nafile küçük
    bir rüzgar bile çıkmamış. Sonunda durmuşlar ve gözlerini açmışlar.
    Sevdiklerinin, sevdalarının, yıllarca beklediklerinin tam karşısında
    durduklarını görmüşler ve hemen ikisi de yıllar önce diledikleri dileği
    anımsamışlar.
    Dilek şöyleymiş "Allah'ım bizi birbirimize her şeyiyle sevmeği
    öğrendiğimizde kavuştur. Öğle kavuştur ki sevdamız sonsuza erişsin."
    Sonunda anlamışlar ki birbirlerinden çok uzaklarda geçirdiklerini
    sandıkları yılları aslında birbir yanı başlarında geçirmişler.
    Dileklerinin kabul olması için yılların geçmesi gerektiğini öğrenmişler
    çünkü onlar sevmeği her şeyiyle öğrenmeği dilemişler.
    Dilekleri kabul olmuş umutla, sabırla, acıyla, yakında, uzakta...her
    şeyiyle sevmeği öğrenip birbirlerine kavuşmuşlar. Sevmeği bildikten sonra mesafeler, acılar, yıllar, aylar...asla sevdayı
    söndürmez ama sevmeği bilmedikten sonra yanı başında ki sevdiğini bile
    yıllarca göremeyebilir insan...

  5. #5
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Aldatan Aldanır



    -Nereye gidiyorsun?
    Kadın yıllardır bir yastığa baş koyduğu eşine bunu sordu. Eşi sessizce küçük bir valize giysilerini yerleştiriyordu.
    -İçim daraldı ,
    -iş yerinde çok bunaldım biraz bir yerlere gidip kafamı dinleyeceğim.
    -Bir arkadaşın şimdi boş olan yazlık evine gitmek istiyorum.
    -O da nerden çıktı?
    -Üç çocukla beni yalnız mı bırakacaksın?
    -Kaç gün kalacaksın?
    Sorularını ardarda sıralarken yüreğine bir şüphe çoktan düşmüştü .
    -Fazla kalmam .
    -Üç beş gün falan.
    -İş yerinden izin aldım.
    Adam bunları söylerken farkettiki hiçte rahat değildi, kadın bir şeyler hissetmişti sanki. Gözlerindeki yalan söyleyenlerin kaçamak bakışlarını bir türlü saklayamıyordu. Aylardan kasımdı, havada yoğun bir sis vardı,gözgözü görmüyordu.
    -Hava çok kötü .
    -Bula bula bu günümü buldun gidecek?.
    -Endişe ederim..!
    -Vazgeç sonra gidersin.!
    Kucağında henüz altı aylık kızı ağlamaya başlamıştı. acıkmıştı. Diğer iki çocuğuda babalarının gidişine üzgün bakıyorlardı.
    -Hadi git bakalım.
    -Eğer gidişin dediğin sebeptense yolun açık olsun!
    -Değilse Allah bilsin artık! Hiç olmazsa ne düşündüğünü açıkça söylemesede şüphesini bu imalı sözlerle belirtmişti ya, rahatlamıştı.
    -Alasmarladık,çocuklara iyi bak!.
    -Ben bir iki güne gelirim.
    -Bu parayı ekmek parası yaparsın!diyerek karısına kaçamak bir öpücük kondurup evden çıktı.
    -Hayrola arkadaşım !sabah sabah üç çocukla bu ne telaş gelmişsin?.
    -Sorma ....abla benimki bu sabah sudan sebeple ....gitti,ona inanmadım yüreğimde bir darlık vardı biraz rahatlarım diye sana geldim.
    -oooo...hanım hoş geldin!
    -Merak etme erkekler böyle delilikleri bazen yapmak isterler.
    -Korkma ...yanlış bir şey yapmaz..diye seslendi arkadaşının eşi.
    Arkadaşıyla gün boyu oturup evlilik üzerine konuştular... hanım daha yaşlı ve tecrübeliydi. Ona inandı çocuklarını alıp eve döndü. Ezan okunuyordu. İçinden,''her şeyin hayırlısını nasip et Allahım ''diye dua etti kadın.
    -Kim o..?
    Kadın sabah sabah çalan kapıyı açtı..Aman Allahım eşi bir sonraki günün sabahı kapıda bitivermişti..Niye gelmiştiki?..Hani kafa dinleyecekti? Hiçte dinlenmiş gibi bir havası yoktu...Gittiği yerden bir gece kalmış ve dönmüştü.
    -Hayrola ne oldu?dedi kadın sevincini belli etmeden. Fazla konuşmadılarda. Çocuklar babalarının gelişne ne çok sevinmişlerdi.
    Ertesi gün eşi işe başladı. Yaşamlarında değişen bir şey yoktu ama sanki sessiz konuşmalar yapılıyordu da kimse duymuyordu.. Bir akşam sadece şunları konuştular;
    -Hava çok kötüydü,yola devam etmedim,... inip bir otelde sabahladım.. geldim.
    -Yalnızmıydın?
    -Evet kim olacaktıki?
    -öyle olsun...anlatmak istediğin başka bir şey varsa dinlerim...
    Adam iyice mahçuptu şimdi..bu kadın içini mi okuyordu?...
    -Hayır ne olsunki?
    -Bu gün eve bu celp geldi,açıp baktım mahkemeye çağırıyor , ne yaptında geldi..?
    -Bir şey değil ya! bir yanlış anlamadır mutlaka...öğrenirim sen merak etme!
    Adam mahkemeye gidince anladı. Aslında bir otelde değil bir evde sabahlamıştı, kaldığı evin sahibide onu hırsızlıkla suçluyordu. O evde beraber sabahladığı kadın sözde evsahibi kadının altınlarını çalmıştı.. Hani ev boştu? Hani arkadaşının eviydi? Hani otelde yanlızdı? Şimdi bunların cevabını eşine nasıl anlatacaktı? Anlatmaya mecburdu çünkü işin ucunda hapis cezası,işinden men, yada kefaret ödeyerek şikayet edenin şikayetini geri alması vardı .
    -Sana anlatmak istediğim şeyleri sözümü kesmeden dinlermisin..?
    -Sonra İstersen kız bağır.
    -Hepsini hakettim!
    -Beni affadermisin?
    Eşinin dizlerine kapanmıştı, bir yandanda çocuk gibi ağlıyordu.. Allah büyüklüğünü göstermişti. Her şeyi bir bir anlattı. Heyacanla başladığı şey kabusa dönmüştü.. bir hevesti.. yanılmıştı...
    -Seni çok seviyorum..
    -Ne olur beni affet!
    -Bunu şimdi daha iyi anlıyorum...!
    Saatlerce konuştular.. iki tarafta eksiklerini ortaya dökmüştü. Olan olmuştu..!
    -Seni anlıyorum ..
    -Seni ihmal ettiğimin farkında değildim..
    -Ev işi,çocuklar,sorumluluk derken birbirimizi unutmuşuz..sonucuda bu!.
    -üç coçuğumuz var,onların hatırına unutmaya çalışacağım.
    -Çalışacağız başka çare yok!
    -Ama affetmem yıllarımı alacak.....
    -Bunu bilmelisin!dedi kadın.
    Kadınında desteğiyle para bulundu, kefaret ödendi, mahkeme bitti..!
    Aradan yıllar, yıllar geçti.... Bir aradalar.. Ayrılmadılar... ama ikiside hiç unutmadılar!..
    Bu hikayenin sonunda da bir tavsiyem var; Aldatan aldanır..Aldatmayın !!

  6. #6
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti.
    Yanmanın nedeni aksam yedikleri değil, uyanır uyanmaz bugün
    yapacaklarının aklına gelmesiydi.
    Bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti.
    Aslında bunu yapmakta geç bile kalmıştı.
    Bitmeli dedi içinden, her gün bu tatsız uyanış bitmeli.'
    Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden sekile giriyordu.
    Süratle giyinerek dışarı çıktı.
    Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, simdi de bekletmemeliydi.
    İstanbul, soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yasıyordu.
    Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi; 'Bulutlar bizim
    yasayacaklarımızı biliyor. onlar bile ağlıyor halimize..'

    BULUSMA VAKTI..

    Artık Kadıköy iskelesindeydi. Birkaç dakikalık beklemeden sonra
    karsıdan kız arkadaşının geldiğini gördü.
    Simdi midesindeki ağrı daha da artmıştı. Beşiktaş’a geçtiler. Yolculuk
    sırasında hiç konuşmadılar.
    Genç kız,sevgilisinin bu durgunluğuna anlam verememişti.
    Nereden bilecekti bugün ayrılık çanlarının çalacağını..
    Beşiktaş'a geldiklerinde bir cafe de
    oturdular.
    Genç kız anlamıştı sevgilisinin kendisine bir şey söylemek istediğini.
    'Bana bir şey mi söylemek istiyorsun' diye sordu. Genç adam gözlerini
    kaçırarak 'evet' dedi.
    Genç kız heyecanlanmıştı, biraz da sinirlenerek 'söylesene, ne diye
    bekliyorsun' dedi.
    Genç adam içini çektikten sonra 'sence biz nereye kadar gideceğiz?'
    diye sordu.
    Genç kız, 'Bunu sorma gereğini niye duydun?' diye yanıt verdi.
    Genç adam söze başladı..
    Birkaç ay önce aksam 23:00 civarında sana telefon açıp senin için
    yazdığım şiiri okumak istemiştim.
    Sen bana 'sırası mi simdi canim yaa, isin gücün yok mu?' demiştin.
    Biliyor musun o an nakavt olan bir boksör gibi hissettim kendimi.

    Özür dileyip telefonu kapatmıştım.
    Daha sonra da bu şiiri benden hiç istememiştin.
    Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen
    de gelmiş, Meralin 'sen şanslısın, sevgilin sana bakar' sözüne ’işim
    yok da sana mi bakacağım, annen baksın' demiştin.

    Hatırladın mı?

    DUYGUSALLIGI SEVMEM..

    Genç kız, 'Biliyorsun ben duygusallığı sevmiyorum.
    Hem hasta bakici gibi göründüğümü de kimse söyleyemez' diye yanıtladı. Genç adam güldü, 'Evet canim haklisin.
    Zaten olmak istesen de bu kalbi taşıdığın sürece hasta bakici, hemşire
    falan olamazsın.

    Genç adam devam etti..
    Bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin? Hiç..
    Hatta günün hiçbir saatinde çekmedin.
    Duygusallığı sevmeyebilirsin.
    Ama sen seni seven insanları da mutlu etmeyi sevmiyorsun.
    Halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi seviyorum.

    Seni tanıdığımdan beri her sabah, her aksam her gece yani seni andığım her saat tatlı bir mesajım vardı senin için biliyor musun? Seninle ben AKLA KARA gibiyiz.

    Genç kız anlamıştı, Yani ne istiyorsun benden sair olmamı mı?
    Genç adam tekrar gülümsedi içinden.
    Dün gece verdiği ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşündü.
    ’Hayır’ dedi, sair olmanı istemiyorum.
    Olamazsın da..

    BIZ AYRILMALIYIZ.

    Ayrılırsak ikimiz için de en hayırlısı olacak. Genç kız şaşırmıştı, Neden ama? Ben seni seviyorum. Senin de beni sevdiğini sanıyordum. Genç adam iç çekerek ’Hayır canim, sen beni sevdiğini sanıyorsun.

    Eğer beni sevseydin simdi başka şeyler konuşuyor olurduk dedi.
    Genç kızın gözleri yaşarmıştı. Genç adam cebinden çıkarttığı mendili
    uzattı, genç kız gözyaşlarını silerek sen bilirsin, umarım beni bir başkası için bırakmıyorsundur..' dedi.

    Genç adam 'nasıl böyle bir şey düşünürsün, senden başka kimse olmadı ve uzun zaman da olacağını sanmıyorum' yanıtını verdi.

    Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları masada artık iki yabancıydılar.

    Birkaç dakika sessizce oturduktan sonra genç kız, 'Kalkalım istersen' dedi.

    Genç adam 'Ben biraz daha burada kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin' diye yanıtladı.

    Genç kız 'Tamam o zaman sana mutluluklar dilerim' diyerek elini uzattı.

    Genç kızın sesi ve eli titriyordu. Genç adam ’İstersen arkadaş kalabiliriz’ dedi ve birbirlerine son kez sarıldılar.

    'BEN DOGRU YAPTIM..'

    Genç adam doğru yaptığına inanıyordu. Eve döndüğünde yürümekten bitap bir haldeydi. Odasına girdi.
    Gece bitmek bilmiyordu.
    Sabah erken kalkıp ise gidecekti, uyumalıydı.
    Birkaç saat sonra uykuya dalmayı başardı.
    Sabah 7’de saatin ziliyle uyandı.
    Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 cevapsız arama vardı.
    Yorgun olduğu için duymamıştı telefonun sesini. Aramalar ve mesaj sevgilisindendi. Heyecanla mesajı açtı, şunlar yazıyordu:

    SADECE ONLARI SEVMEYI SEVDIM,
    HEPSINI ONLARSIZ YASADIM DA,
    BIR SENI SENSIZ YASAYAMIYORUM,
    BU ASKI TEK KALPTE TASIYAMIYORUM,
    SANA YEMIN GÜZEL GÖZLÜM,
    BIR TEK SENI SEVDIM,
    VE SENI SEVEREK ÖLECEGIM,
    ELVEDA BIRTANEM..

    Genç adam şaşırmıştı.
    Onu tanıdığı günden beri ilk defa şiir alıyordu ve üstelik sabahın besinde yazmıştı.

    Heyecanla onu aradı, telefonu yabancı bir ses açtı.
    Genç adam 'Nalan la görüşebilir miyim?' dedi.
    Ama karşısındaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra hem de..
    'Ben onun annesiyim yavrum, kızım bu sabah intihar etti.
    Gece sabaha kadar birilerini arayıp durdu.
    Sabah odasının ışığını sönmemiş görünce girdim. Yavrum kendini asmıştı..'

    YIGILIP KALDI...
    Genç adam beyninden vurulmuşa döndü.
    Bir gün önceki mide ağrısının iki katini çekiyordu simdi.
    Olduğu yerde yığılıp kaldı..

    Birkaç ay sonra iki doktor konuşuyordu hastanede.
    Doktorlardan biri diğerine karsıdaki hastanın durumunu soruyordu.
    Doktor yanıt verdi..'Haaa o mu? Üç ay önce getirdiler. Kendisi yüzünden bir kız intihar etmiş.
    O günden sonra cep telefonunu elinden hiç bırakmamış.
    Devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor.
    Geçenlerde merak ettim.
    O uyurken gönderdiği numarayı aradım.
    Numara 3 ay önce iptal edilmiş.
    Gelen mesajlarda bir şiir var.
    Bu adam duygusal mi bilmem ama benim anladığım kadarıyla şiiri yazan çok duygusal biriymiş..

    "ÇEVRENIZDEKİ İNSANLARIN NE HİSSETTİĞİ YA DA NE DÜŞÜNDÜĞÜN DEN O KADAR EMİN OLMAYIN, BAZEN BİR KALBİN, İÇİNDE NELER SAKLADIĞINI ÖĞRENDİĞİNİZDE HERSEY İÇİN ÇOK GEÇ OLABİLİR..

  7. #7
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    G Ö K K U Ş A Ğ I



    Dünyanın bütün renkleri bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar :

    YEŞİL demiş ki:

    "Elbette en önemli renk benim..ben hayatın ve umudun rengiyim..çimenler,ağaçlar,yapraklar için seçilmişim..Şöyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benim rengimle kaplı..."

    MAVİ hemen atılmış:

    "Sen sadece yeryüzünün rengisin..ya ben? Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir, ve huzur olmadan siz hiçbir işe yaramazsınız"

    SARI söz almış:

    "Siz dalga mı geçiyorsunuz? Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim..güneşin rengiyim.. ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz"

    TURUNCU onun sözünü kesmiş:

    "Ya ben?? Ben sağlık ve direncin rengiyim...insan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur..portakalı, havucu düşünün.. ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın"

    KIRMIZI daha fazla dayanamamış:

    "Ben hepinizden üstünüm!!! Ben kan rengiyim!! Kan olmadan hayat olur mu!! Ben tehlike ve cesaretin rengiyim!!! Savaşın ve ateşin rengiyim!! Aşkın ve tutkunun rengiyim!!!Bensiz bu dünya bomboş olurdu!!!"

    MOR ayağa kalkmış:

    "Hepinizden üstün benim.. ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir.. ben otorite ve bilgeliğin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz.. dinler ve itaat ederler"

    ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar... her biri diğerini itip kakıyor "En büyük benim" diyormuş... derken.. bir anda şimşekler çakmış ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış. Bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış, korkuyla birbirlerine sarılmışlar.

    ve YAĞMUR'un sesi duyulmuş...

    "Sizi aptal renkler, bu kavganızın anlamı ne, bu üstünlük çabanız neden? Siz bilmiyor musunuz ki her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz. Şimdi el ele tutuşun ve bana gelin"

    Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar, el ele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay şeklini almışlar.

    Yağmur onlara "Bundan böyle" demiş. "Her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar. İnsanlara yarınlar için umut olacaksınız. Gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size G Ö K K U Ş A Ğ I diyecekler. Anlaştık mı?"

    Bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından gökyüzünde G Ö K K U Ş A Ğ I belirir.

    Biz de gökkuşağındaki o renkler gibi birbirimizden farklıyız ve hepimiz özeliz. Bunu bilerek etrafımızla uyum içinde yaşamalıyız...

  8. #8
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Avucunuzdaki kelebek...



    Zamanın birinde iki tane kız kardeş varmış, nasıl akıllılarmış anlatamam.
    Etrafındaki ve okuldaki tüm bilgi onlara yetmez olmu.
    Bir gün anneleri onları dağdaki bilge adama götürmeye karar vermiş.
    Kızlar, bilge adamla karşılaşınca ona sorular sormaya başlamışlar. Bilge
    adam bütün soruları doğru cevaplamış: kızlar çok sevinmişler ve
    annelerinden eğitimleri için bir süreliğine izin isteyerek bilge adamın
    yanında kalmışlar.
    Sordukları soruların hepsinin cevabı doğruymuş. Bir süre çok mutlu
    olmuşlar: ama sonra sıkılmaya başlamışlar, "Bilgenin bilemeyeceğ bir soru
    bulmamız lazım" diye düşünmüşler.
    Kızlardan biri bir gün" Buldum! " diye sevinmiş."
    İki elimin arasında bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım "
    Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü? " " Ölü" derse kelebeği
    bırakacağım. canlı derse avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse cevabı
    bilemeyecek.
    Kızlardan birisi kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatmış.
    (Şimdi lütfen siz de yapın. Avuçlarınız birbirine bakacak şekilde
    ellerinizi birleştirin ve uzatın. Ben açın deyinceye kadar da açmayın).
    Ve sormuş:
    "Avucumun içinde bir kelebek var: canlı mı, ölü mü?
    Bilge adam cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış, bakmış ve
    cevaplamış:
    "Senin ellerinde kızım. Senin ellerinde........."

    Şimdi bakın hayatınıza ve mutluluğunuza..
    Nerede mi?
    Açın avucunuzu..
    Sizin ellerinizde: Tam avucunuzun içinde .

    Bir Portekiz atasözü der ki: Yaşadıkça yaşlanmazsınız, yaşamadıkça
    yaşlanırsınız.

  9. #9
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Yürekteki yanık.



    Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; Gayet iyi. dedi. Güzelliğinden emindi. Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi.
    Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.
    - Alo kızım, nasılsın?
    - İyiyim anne. Ne oldu?
    - Sana bir surprizim var.
    - Surpriz mi?
    - Evet. Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş
    - Eee kimmiş.
    - Kim olduğu surpriz. Fakat, onu senin almanı istiyorum.
    - Ben mi?
    - Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.
    - Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen.
    - Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.
    - Amaaan. Peki pekiNasıl tanıyacağım.
    -Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim. O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak.
    -Tamam anne.. tamam
    - Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum. Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim.
    - Hemen darılma, tamam dedim ya
    - O nasıl tamam demekse neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.
    **** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
    Genç kız, izin alıp çıktı. Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını farketti. Arkadaşlarıyla hep paralı, lüks eğlence yerlerine giderlerdi.
    Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti.
    -Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam diye düşündü.
    Köylü kadın çekinerek seslendi;
    - Afedersin kızım, bir şey sorabilir miyim?
    Kızım diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.
    - Ne var, adres mi soracan! ..
    Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı;
    - Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.
    - Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister.
    Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. Nihayet. diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.
    Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü. Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;
    - Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla Fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı
    Kadın dayanamadı;
    - Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim!
    - Oooo... laf yapmayı da biliyormuş
    -Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.
    Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.
    **** **** **** **** **** **** **** **** **** ****
    Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi.
    - Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerde?
    - Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş.
    - Allah Allah! ... giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.
    Genç kız bir an durakladı.
    -Küçük bir kız mı?
    - Evet
    - Anne! . biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi?
    - Kültürsüz değil ama zengin değil.
    - Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.
    - Köyden gelen kadına ne denir ki! ..
    - Oh iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun.
    - Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. ' - Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım'. Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.
    -Ne istiyormuş?
    - Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.
    - Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?
    Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;
    - Kızım, sen bebekken biz köydeydik.
    - Eee
    - Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri, atları, tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.
    -Evet, hatırladım.
    - O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.
    - Herhalde şimdi anlatacaksın
    - Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzğar bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzğar bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler heryeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu
    - Niçin?
    - Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! .. baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı

    Alıntılarla derlenmiştir

  10. #10
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart


    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]


    Aşkı kavuşmak sananlara

    Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış, yolda ilerlerken, bir bisikletlinin kendisine çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış. Sokaktan geçen hemen yaşlı beyi en yakın sağlık ocağına ulaştırmışlar.

    Hemşireler, yaşlı adamın yaralarına pansuman yapmışlar, ama 'biraz beklemesini ve röntgen çekerek herhangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini' söylemişler. Yaşlı bey huzursuzlaşmış, 'acelesi olduğunu, röntgen istemediğini' söylemiş.

    Hemşireler merakla acelesinin sebebini sormuşlar. Adamcağız da "Karım huzurevinde kalıyor. Her sabah onunla kahvaltı yapmaya gidiyorum. Geç kalmak istemem" demiş.

    "Karınızın siz gecikince sizi merak edeceğini düşünüyorsunuz herhalde?" demiş hemşireler.

    Adam üzgün bir ifadeyle, "Ne yazık ki benim karım Alzheimer hastası ve benim kim olduğumu bile bilmiyor!" demiş.

    Hemşireler hayretle, "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden onunla her sabah kahvaltı yapmak için koşturuyorsunuz?" diye tekrar sormuşlar.

    Adam buruk bir sesle "Ama ben onun kim olduğunu biliyorum!"

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş