Lozan'dan Günümüze Ermeni Sorunu Ömer Engin LÜTEM * -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bu konu 1114 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Lozan'dan Günümüze Ermeni Sorunu 1114 Reviews

    Konuyu değerlendir: Lozan'dan Günümüze Ermeni Sorunu

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1114 kez incelendi.

  1. #1
    AyMaRaLCaN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    24.08.2008
    Mesajlar
    11.371
    Konular
    5172
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @AyMaRaLCaN

    Standart Lozan'dan Günümüze Ermeni Sorunu

    Lozan'dan Günümüze Ermeni Sorunu

    Ömer Engin LÜTEM *
    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------















    Bu yazımızda Sevr Antlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu’ndan Ermenistan’a toprak verilmesi planlarının gerçekleşmediğine, ayrıca Ermenilerin toprak taleplerinin 1921 Moskova ve Kars ile 1923 Lozan Antlaşmalarıyla hukuken ortadan kalktığına değinecek, daha sonra sırasıyla, Lozan Antlaşması’ndan 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan dönemde Ermeniler ve Ermenistan’ın durumu, savaşın bitiminde Sovyetlerin Ermenistan’a toprak vermek amacıyla Türkiye’den toprak istemesinin Ermeni milliyetçiliğini canlandırması ve soykırım iddialarıyla beslenerek Türk diplomatlarını hedef alan Ermeni terörünün ortaya çıkması anlatılacaktır. Ermeni terörünün sona ermesinden sonra ise Ermeni sorununun siyasi alana kaydığı ve toprak ve tazminat taleplerine temel teşkil etmek üzere, soykırım iddialarının bazı ülkeler ve uluslararası kuruluşlarca resmen tanınması girişimlerinin başladığı ve bunların Türkiye’nin AB üyeliği süreciyle ivme kazandığı ele alınacaktır.

    I. Birinci Dünya Savaşı’ndan Sonra Ermenistan’ın toprak talepleri

    Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci yılında, 1915’te, Müttefik Ülkeler olan İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimi için görüşmeler başlamış, bu konuda taraflar 1916 yılında anlaşmaya varmışlar ve İtalya’da 1917 yılında onlara katılmıştır (Harita 1). Bu taksimde Ermenilere toprak verilmesi öngörülmemiştir. Ermenilerin istedikleri Doğu Anadolu toprakları Rusya’ya ayrılmıştır. Rusya’nın ise bu topraklar üzerinde bir Ermenistan kurmaya niyeti yoktu ve Ermeniler için en fazla özerklik öngörülüyordu.

    Rusya’nın 1917 yılında savaştan çekilmesinden sonra Doğu Anadolu’nun bir bölümünün Ermenistan’a verilmesi gündeme gelmiştir. Ancak Ermenistan için bağımsızlık değil manda idaresi düşünülmüş ve ABD’nin bu mandayı üstleneceği hesabı yapılmıştı[1].

    Savaştan sonra Paris’te Barış Konferansı’nda, 28 Şubat 1919 tarihinde, Osmanlı Ermenileri adına söz alan Boğos Nubar Paşa Kafkasya’daki Ermenistan ile Türkiye’de Ermenilerin yerleşik olduğu toprakların birleştirilmesini istemiştir. Türkiye’de Ermenilerin yerleşik olduğu toprakları ise Altı Vilayet (Osmanlıların Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbekir, Harput ve Sivas Vilayetleri) Trabzon vilayetinin bir bölümü ve Kilikya ile Maraş sancağı olarak ifade etmiştir. Nubar Paşa’nın talepleri günümüz Türkiye’sinde, 24 ile tekabül etmektedir. Söz konusu iller şunlardır: Artvin, Kars, Rize, Trabzon, Giresun, Tokat, Sivas, İçel, Adana, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Tunceli, Gümüşhane, Erzincan, Bayburt, Erzurum, Ağrı, Van, Diyarbakır, Batman, Siirt ve Muş). Bu talepler esas alınarak tarafımızdan çizilmiş bir harita eklidir (Harita 2). Boğos Nubar Paşa’nın istediği topraklar yaklaşık 390.000 kilometre kare yapmakta olup bu rakam günümüz Türkiyesi’nin yaklaşık yarısını oluşturmaktadır.

    Bu geniş toprakların hiçbir yerinde Ermeniler çoğunlukta olmadığından Nubar Paşa’nın önerisi kabul edilmemiştir. Bu yerlerde milyonlarca Müslüman yaşıyordu. O itibarla empoze edilse bile bir Ermeni idaresinin uzun sürmesi olası değildi. Bu da büyük devletlerin devamlı olarak bu bölgelerde Ermenilere yardım etmesini gerektirecekti ki, kimse böyle bir yük altına girmek istemiyordu. Bunun yanında Nubar Paşa’nın unuttuğu veya bilmediği husus, istediği toprakların büyük bir kısmının yukarıda değindiğimiz 1916 anlaşması gereğince Fransızlara bırakılacağı idi.

    İngiltere Başbakanı Lloyd George’un “Boğos’un peri masalları” diye nitelendirdiği[2] bu öneriler kabul edilmedi ancak hangi toprakların Ermenistan’a verileceği sorunu da çözülemedi. Müttefikler sonunda 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Antlaşmasına bir madde koyarak (madde 89) Ermenistan sınırlarının çizilmesini ABD Başkanı Wilson’a bıraktılar [3]. Başkan Wilson’un saptadığı sınırları gösteren Harita eklidir ( Harita 3 ) .

    Ermenistan’a verilmek istenen Türk toprakları yaklaşık 120.000 km2’dir. Boğos Nubar Paşa’nın istediği toprakların % 30’u kadardır. Ancak burada da Ermeniler, savaştan önce olduğu gibi savaştan sonra da, azınlıktadır. Bu topraklarda günümüz Türkiye’sinin Van, Ağrı, Kars, Artvin, Erzurum, Bingöl, Muş, Bitlis, Siirt, Erzincan, Sivas’ın bir bölümü, Gümüşhane, Bayburt, Trabzon ve Rize bulunmaktadır.

    Büyük bir kısmı Türk kuvvetlerin elinde bulunan bu topraklar nasıl Ermenilere verilecekti? Normal koşullarda Osmanlı İmparatorluğu’yla savaşan ve halen de bölgede bulunan Fransa ve İngiltere’nin bu toprakların Ermeniler tarafından işgal edilmesine yardım etmeleri beklenirdi. Oysa bu iki ülke de savaştan hemen sonra askerlerinin büyük bir bölümünü terhis etmiş olduklarından buraya gönderecek kuvvetleri yoktu. Bu durumda Wilson’un çizdiği sınırların ele geçirilmesi Ermeni güçlerine kalıyordu. Ne var ki daha ziyade çete niteliğinde olan bu güçlerin sayısı az da olsa nizami ordu düzenine sahip Türk kuvvetlerini yenmesi mümkün değildi. 1920 Eylül ayı sonunda başlayan çarpışmalar iki ay kadar sürdü ve Ermeniler her yerde yenildiler. 3 Aralık’ta Ermenistan’ın Gümrü şehrinde imzalanan bir antlaşma ile Ermenistan, Sevr ile verilmek istenen toprakların hepsini kaybetti. İki ülke arasında bugünkü sınır kabul edildi. Ermenistan ayrıca Sevr’in geçersizliğini de kabul etti.

    Aynı günlerde Ermenistan Sovyetler Birliği’ne katılmak durumunda kaldığından Gümrü Antlaşması onaylanmadı ve yürürlüğe giremedi. Dört ay sonra artık bu toprakların sahibi durumuna gelmiş olan Sovyetler Birliği’yle Mart 1921’de Moskova’da yapılan bir antlaşma ile iki ülke arasında bugünkü sınırlar kabul edildi; diğer bir deyimle sınırlar bakımından Gümrü Antlaşması hükümleri teyit edildi. Sovyetlerin federal yapısının bir gün başka yorumlara yol açabileceği endişesiyle Ankara Hükümeti doğu sınırlarının Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan Sovyet idareleri tarafından da kabul edilmesini istedi; bu da 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması’yla sağlandı [4].

    Kars Anlaşması halen yürürlüktedir, o nedenle de Ermenistan’ın hukuken Türkiye’den toprak talep etme hakkı bulunmamaktadır.

    II. Lozan’dan 2. Dünya Savaşı Sonuna Kadar Olan Dönemde Ermeniler

    Lozan Antlaşması’nın müzakeresi sırasında İngiltere Ermeni sorununu açmak istediyse de Türk Heyeti buna izin vermedi. Ermenistan ile olan sınırlar hem Moskova hem de Kars Antlaşmalarıyla saptanmış olduğundan artık ortada sınır sorunu yoktu. Türkiye’de kalan Ermeniler ise Lozan’ın azınlıklıklarla ilgili hükümlerinden yararlanacaklardı. Sonuçta Lozan Antlaşması metninde ne Ermenistan ne de Ermeni sözcükleri yer aldı ve Ermeni sorunu da böylelikle hukuken son buldu[5].

    Lozan ile başlayan yeni dönemde Ermeni sorununun siyasi yönden de ortadan kalktığını görüyoruz. Gerçekten de, “tehcir“ olarak adlandırılan Ermeni sevk ve iskânının, diğer bir deyimle başka bir yere gönderilip orada yerleştirilmelerinin sonucu olarak Ermeniler bir çok ülkeye dağılmıştı. Türkiye’den toprak talebinde bulunan Ermenistan da, bağımsız bir ülke olarak, ortadan kalkmıştı. Son olarak, Ermeni sorununun ortaya çıkmasının sorumlusu olan başta Rusya ve İngiltere ile Fransa ve Almanya gibi büyük devletler de, Lozan’da yeni ve güçlü bir Türk devleti kurulmasından sonra Ermenilerle ilgilenmiyorlardı.

    Lozan’dan sonra geçen yaklaşık yirmi yıl içinde Ermenilerden çok az, Ermenistan’dan ise hemen hiç bahsedilmemiştir. Diaspora Ermenileri gittikleri ülkelere alışmak ve yerleşmek kaygısı içinde siyasi faaliyetlere nispeten az yer vermişler, ancak zaman zaman Türkiye aleyhinde çalışmışlardır. Bunun en iyi örneğini ABD’nin yeni Türk Devleti ile 6 Ağustos 1923 tarihinde Lozan’da imzaladığı Dostluk ve Ticaret Antlaşması’nın, Ermenilerin etkisi altında Kongre tarafından onaylanmaması ve bunun sonucu olarak da Amerikan Hükümeti’nin Türkiye ile diplomatik ilişki kuramamasıdır. Bu sorun Lozan’da beş yıl sonra, 1927’de çözümlenebilmiştir[6].

    Ermenistan ise Sovyet Cumhuriyeti olduktan sonra dünya siyaset sahnesinden tamamen kaybolmuş, ülke şiddetli bir şekilde kolektifleştirmeye tabi tutularak Komünistler dışındaki tüm siyasi güçler ve özellikle Taşnaklar tasfiye edilmiş ve kısa süre içinde, tüm Sovyet toprakları için olduğu gibi, dünya ile teması kesilmiştir.

    III. Sovyetler Birliği’nin Ermenistan Hesabına Türkiye’den Toprak Talebi (1945-1946)[7]

    Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkmasından aldığı güçle Çarlık Rusyası sınırlarına ulaşmak gayreti içine girmişti. Ayrıca kendi güvenliği bakımından da Doğu Avrupa’da uydu komünist rejimler kurdurmaya başlamıştı.

    Sovyetler Birliği ayrıca o zamana kadar Türkiye’ye karşı sürdürmüş olduğu dostluk ve işbirliği politikasına da son vermiş, 1925 tarihli Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’nı yenilemeyerek Türkiye’ye baskı yapmaya çalışmış ve ardından 1878 Berlin Muahedesi’yle Rusya’ya verilen ve 1918 Brest Litovsk Antlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğunca geri alınan toprakları ve ayrıca Boğazların kontrolünü istemiştir. Sovyet Dışişleri Bakanı toprak talebini, 1921 Moskova Antlaşması’nın Sovyetler Birliği’nin zayıf olduğu bir zamanda yapıldığını, şimdi durumun düzeltilmesi gerektiğini ifade ederek açıklamış ve ayrıca Ermenistan’ın ve Gürcistan’ın toprağa ihtiyacı olduğunu ileri sürmüştür.

    Bu talepler Ermenistan’da yeni seçilen Eçmiyazin Katogikosu tarafından da desteklenmiş ve ayrıca Ermenistan ve Gürcistan dahil, tüm Sovyetler Birliği’nde bu taleplerin desteklenmesi için bir basın kampanyası açılmış ve bu kampanya diaspora aracılığı ile Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinde de yürütülmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede Diaspora Ermenileri 1945 yılında Birleşmiş Milletler’in kurulmasına ilişkin San Fransisco toplantısına bir muhtıra vererek “işgal edilmiş Ermeni topraklarının” Ermenistan’a geri verilmesi talebinde bulunmuşlardır[8].

    Bu girişimlere paralel olarak çeşitli ülkelerde bulanan Ermenilerin Sovyet Ermenistan’ına gelip yerleşmesi için de bir kampanya açılmıştır. Bu kampanyanın amacı, Türkiye’den toprak alındığı taktirde, bu topraklara yerleştirilecek yeterli sayıda Ermeni Sovyet Ermenistan’ında bulunmadığından bu kişilerin diğer ülkelerden getirilmesidir.[9]. Bu kampanya sonucunda Türkiye dahil, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerden Sovyet Rusya’ya göçenler olmuştur.

    Türkiye, Sovyetlerin Doğu Anadolu’dan toprak ve Boğazların kontrolü taleplerini kabul etmemiştir. Ancak savaş sonrasında çok güçlenmiş bulunan Sovyetlere karşı ülkenin güvenliğinin sağlanması için, o zamana kadar izlenen ve bir tür tarafsızlık olarak nitelendirilebilecek olan politika terk edilerek Batılı ülkelerle işbirliği yapılmaya başlanmıştır. Truman Doktrini’nden ve Marshall Planı’ndan yararlanan Türkiye, Kore Savaşı’na katılmakla Doğu Bloğuna karşı Batılıların yanında yer almış ve 1952 yılı Şubat ayında NATO üyesi olmuştur.

    Böylelikle Türkiye’den toprak alınamadıktan ve Boğazların kontrolü de elde edilemedikten başka Türkiye’nin Batılı ülkeler saffında yer alması Sovyetler bakımından büyük bir başarısızlık olmuştur. Nitekim Sovyetler, aleyhlerine sonuç veren bu politikayı Stalin’in 1953 yılında ölümünden hemen sonra değiştirmişler ve Türkiye’ye bir nota vererek Boğazlar üzerindeki iddialarından ve Ermenistan ve Gürcistan adına ileri sürdüğü toprak taleplerinden vazgeçtiklerini bildirmişlerdir. Ancak güvenliğini Batılı ülkelerin yanında yer almış olmakla sağlamış bulunan Türkiye’nin tutumunda bir değişiklik olmamıştır.

    IV. Ermeni Milliyetçiliğinin Tekrar Canlanması (1946-1973)

    Sovyetlerin talepleri kabul edilmemiş olsa da bu talepler Ermenistan’da, Sovyetlerin izin verdiği ölçüde, milliyetçilik akımlarının güçlenmesine neden olmuştur. Bazı kaynaklara göre Sovyet Devlet Başkanlığı’na kadar yükselen Politbüro üyesi Anastas Mikoyan Ermeni milliyetçiliğinin canlanmasında etkin bir rol oynamıştır[10]. Diğer yandan Sovyetler, ellili yılların sonunda, muhtemelen Türkiye’nin Suriye ile yaşadığı kriz ve daha sonraları da Türkiye’nin U2 Amerikan casus uçaklarının uçuşuna izin vermesinin etkisiyle, o zamana kadar yasaklanmış olan Taşnakların faaliyetlerine bir ölçüde müsamaha etmişler [11] bu da milliyetçi akımları güçlendirmiştir.

    Taşnaklar, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, diğer Ermeni siyasi partilerine karşı üstünlüklerini diasporada da korumuşlar ve Ermeni milliyetçiliğinin başlıca temsilcisi olarak Türkiye aleyhindeki faaliyetlerin odak noktasını oluşturmuşlardır.

    Diğer yandan Soğuk Savaş’ın başlamasından sonra Sovyet Ermenistan’ındaki Eçmiyazin’de Katogikos’un[12] Sovyet telkin ve baskılarına açık olacağı düşüncesiyle diaspora Ermenilerinin başka dini makama bağlanması fikri gündeme gelmiş, Taşnakların gayretleri ve ABD ve başlıca Avrupa ülkelerinin teşvikiyle Lübnan’da Beyrut yakınlarındaki Antilyas’da bir “Kilikya Katogikosluğu” kurulmuş ve diaspora Ermenilerinin bir kısmı bu makama bağlanmıştır. O zamandan günümüze Kilikya Katogikosluğu Taşnakların dini alandaki organı gibi çalışmaktadır. 1991 yılında Ermenistan bağımsız olduktan sonra diaspora Ermenilerinin yeniden Eçmiyazin’e bağlanması gerekirken Kilikya Katogikosluğu faaliyetine devam etmiş, Eçmiyazin’in ruhani üstünlüğünü tanımakla beraber aslında ona rakip olmuştur.

    İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ermeni milliyetçiliğinin süratle güçlenmesinin başlıca nedeni diasporadaki Ermeni kiliselerinin, siyasi partilerinin ve derneklerinin münhasıran etnik karakteri ile açıklanabilir. Yabancı ülkelerde Ermeni kiliselerinin var olabilmesi Ermeni cemaat olmasına, siyasi partilerinin ve çeşitli derneklerinin faaliyetlerini sürdürebilmeleri de Ermeni üyeleri olmasına bağlıdır. Oysa Ermeniler, her göç eden halk için olduğu gibi, ikinci kuşaktan itibaren göç ettikleri ülkenin halkı arasında erimeye başlamışlardır. Bu, Ermeni kiliselerin cemaatinde ve parti ve derneklerin de üye sayısında azalmaya neden olmuş, söz konusu örgütlerde gelecekleri için endişeler yaratmış ve Ermenileri bir arada tutabilmek ve onlarda Ermeni bilincini yaşatabilmek için çare arayışları başlamıştır. Bulunan çare, Holokost’un Yahudilere sağladığı prestij ve İsrail Devleti’nin kurulmasında oynadığı önemli rol dikkate alınarak, 1915 tehcirinin Yahudi soykırımı ile aynı nitelikleri taşıdığını ileri sürüp bir “Ermeni soykırımı” yaratmaya çalışmak olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, tedricen, Ermeni kiliselerinde, okullarında, siyasi partilerinde ve derneklerinde Türklerin Ermenileri soykırıma uğrattıkları teması sürekli işlenmeye ve böylelikle Ermeni gençleri bir beyin yıkamaya tabi tutmaya başlamıştır. Kişilerin baba veya dedelerinin soykırıma uğradığına inanmaları ise Türklerden intikam almak fikrini doğurmuş ve ayrıca büyük Ermenistan’ın kurulması hayallerini canlandırmıştır.

    Böylece Ermenilerin Türkler tarafından soykırıma uğratıldığı iddiası diasporada yeniden Ermeni bilincinin oluşmasına yardım etmiş ancak diaspora Ermenilerini ortak kültürel değerleri temelinde değil yapay olarak yaratılan bir düşmana, günümüz Türkiyesine karşı birleşmelerini sağlamıştır.

    Yukarıda değindiğimiz “beyin yıkama”nın Türklere karşı beslenen duygular bakımından Ermeni kuşakları arasında farklar yarattığı görülmektedir.

    Tehcire tabi olmuş bulunmasıyla, mantıken, Türklerden en fazla yakınması gereken birinci kuşak Ermenilerinin, aşırı olanları hariç, Türkleri bir bütün olarak suçlamadıkları, tehcirden sorumlu tutulan kişilere karşı olumsuz duygular benimsedikleri, ayrıca genellikle Türklere karşı bir yakınlık duydukları görülmektedir. Bunun en iyi kanıtı 1954 yılında Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ABD’ye yaptığı resmi ziyaret sırasında Kaliforniya’ya gidince Türkiye’den göç eden Ermenilerin “Cumhurbaşkanımız geldi” diyerek kendisine çok büyük ilgi göstermeleri ve hatta Bayar’ın ziyaretinin bu eyaletteki tanıtım faaliyetini üstlenmeleridir.[13]

    İkinci kuşak diaspora Ermenilerine gelince onlar göç edilen ülkede doğmuşlar ve orada eğitim almışlardır. 1915 olayları ile ilgilerinin anne ve babalarının anlattıklarından ibaret bulunması gerekir ve o itibarla da, normal olarak, Türklere karşı duygu ve davranışlarında daha ılımlı olmaları beklenir; oysa, yukarıda değindiğimiz “beyin yıkama” ikinci kuşağın, anne ve babalarından daha fazla Türklere karşı olumsuz hisler beslemelerine neden olmuştur.

    Üçüncü kuşak ise bulundukları ülkenin koşullarına tamamen uymuştur. Artık çoğu Ermenice dahi bilmemektedir. 1915 olayları onlar için çok uzaktadır. O nedenle de Türklere karşı bir tür tarafsız bir tavır sergilemeleri normaldir. Oysa, Ermeni kiliseleri siyasi partileri ve derneklerinin artık etkili olarak uyguladıkları beyin yıkama sayesinde tamamen tersine bir durum mevcut olup Türklerden en fazla nefret edenler, çoğu yaşamları boyunca bir Türk bile görmemiş olan üçüncü kuşak Ermenileridir. Nitekim Türk diplomatlarının katilleri bu kuşak arasından çıkmıştır.

    Sonuç olarak diaspora Ermeni kuşaklarının Türkiye’ye karşı duygu ve tutumlarının tersine orantılı olduğu görülmektedir. 1915’ten uzaklaştıkça kin ve nefret duyguları azalması gerekirken artmaktadır. Bu psikolojik yönden doğal olmayan bir durumdur[14] ve ileride Türkler ve Ermeniler arasında bir uzlaşmaya varılmasının önündeki en büyük engeldir.

    Ermenistan’da milliyetçiliğin yeniden belirmesinin ilk meyvesi Erivan’da sözde soykırımın 50. yıldönümünde Erivan’da yüz binleri bir araya getiren büyük anma törenleri yapılması olmuştur. Ayrıca 1967 yılında ise Erivan’da bir Ermeni soykırımı anıtı törenle açılmıştır. Bu olaylar Ermeni diasporasında o zamana kadar pek görülmeyen Türkiye ve Türkler karşıtı duyguların güçlenmesine, bu da 1915 tehcirini bir soykırım olduğunu kabul ettirmeyi amaçlayan faaliyetlerin büyük ölçüde artmasına neden olmuştur.

    Yeniden güçlenen Ermeni milliyetçiliği 1970 ve 1980’lerde 32’si Türk diplomatı ve yakınları olmak üzere toplam 70 kişinin canını alan Ermeni terörünü yaratmıştır.

    Soykırım iddialarının diaspora Ermenilerinin milli bilincinin korunması yanında bazı siyasi amaçlara hizmet etmek için de ortaya atılmış olduğu görülmektedir. Bu amaç, Türkiye’den tazminat almak ve Doğu Anadolu’dan bazı toprakların Ermenistan’a verilmesini sağlamak olarak özetlenebilir.

    Bu bağlamda diaspora Ermenilerinin ve özellikle Taşnakların Türkiye’ye karşı dört aşamalı bir strateji izlemeye çalıştıkları gözlemlenmektedir [15].

    1. Birinci Aşama 1915 tehcirinin aslında bir soykırım olduğunu dünya kamuoyuna duyurmak ve buradan gelecek baskının etkisiyle çeşitli ülkelerin ve bazı uluslararası kuruluşların Ermeni soykırımını resmen tanımalarını sağlamak.

    Aralıksız devam eden Ermeni propagandasının ve Ermeni iddialarını duyurmayı amaçlamış olan Ermeni terörünün etkisiyle, özelikle Batılı ülkeler kamuoyunda, Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı içinde Türkler tarafından soykırıma uğratıldığına dair bir kanı yerleşmiş bulunmaktadır.

    Ermeni soykırım iddialarının bazı ülke ve uluslararası kuruluşlar tarafından tanınmasına gelince, aşağıda açıklayacağımız gibi, şimdiye kadar 17 ülke parlamentosu ve bir uluslararası kuruluş bu tanımayı yapmıştır.

    Buna göre Ermeniler dört aşamalı stratejinin halen ilk aşamasında olup tüm gayretlerini “soykırımı” tanıyan ülke ve uluslararası kuruluş sayısını arttırmak noktasında yoğunlaştırmışlardır.

    2. İkinci Aşama 1915 tehcirin bir soykırım olduğunun Türkiye tarafından kabul edilmesi ve Türkiye’nin bu hususta Ermenilerden özür dilemesidir.

    Ermeniler, sözde soykırımı tanıyan ülke sayısı artarsa ve özellikle bunlar arasında ABD ve diğer büyük devletler bulunursa Türkiye’nin sözde soykırımı resmen tanımak mecburiyetinde kalacağı kanaatindedir. Oysa Türkiye’de, soykırım iddialarını tanıyan ülkelere karşı kamuoyunda gösterilen büyük tepki, TBMM Ermeni iddialarına karşı kesin tutumu ve birbirini izleyen Türk Hükümetlerinin de bu iddiaları reddetmesi Türkiye’nin böyle bir tanımayı yapmasını beklemenin gerçekçi olmadığını göstermektedir.

    Halen Türkiye’de 1915 tehcirini bir soykırım olarak gören bir siyaset adamı yoktur. Buna karşılık son yıllarda bazı yazar ve bilim adamlarının soykırım hakkındaki Ermeni iddialarını benimsediği ve savunduğu görülmektedir. Ancak bu kişilerin görüşleri büyük tepki toplamakta olduğundan kamuoyu üzerinde kayda değer bir etki yaratmamaktadır [16].

    3. Üçüncü Aşama “soykırıma” maruz kalan kişilere veya onların mirasçılarına Türkiye tarafından tazminat ödenmesidir.

    Bu konuda göz önünde bulundurulması gerekli olan husus, soykırımı tanımanın doğrudan sonucunun tazminat ödenmesi olduğudur. Zira, zarar verenlerin (bir ulusu soykırıma tabi tutanların) o zararı tazmin etmeleri, her ülkenin kanunları arasında yer alan bir hukuk kuralıdır. Diğer bir deyimle, soykırımı tanımak ama bunun için tazminat ödememek, ilke olarak, mümkün olmayıp bu ancak karşı tarafın tazminat hakkından vazgeçmesi ile gerçekleşebilir.

    Tazminat konusunda bilinmesinde yarar olan bir diğer husus Ermenistan Devleti’nin, 1915 yılında mevcut olmadığı için, kendi adına tazminat talep edemeyeceğidir. Bu bizzat başkan Koçaryan tarafından bir Türk gazetecisine ifade edilmiştir[17]. Lozan Antlaşması’na göre ise kişilere tazminat ödenmesi mümkün değildir. Ancak Türkiye “soykırımı” tanırsa kendi rızasıyla tazminat ödemesi talepleriyle karşılaşacaktır.

    4. Dördüncü aşama ve son aşama Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a toprak verilmesidir.

    Bu konuda ilk önce dikkate alınması gereken nokta, yukarıda da izah ettiğimiz gibi, Ermenistan’ın Türkiye’den toprak istemek için hukuksal bir dayanağı olmadığıdır. Başkan Koçaryan da bu hususu teyit etmiştir[18]. Hukuksal dayanaktan yoksun olmanın yanında Ermenistan böyle bir talebi askeri yönden destekleyecek durumda da değildir ve öngörülebilir bir gelecekte böyle bir olanağa kavuşması da beklenmemektedir. Son olarak, Ermenistan’ın nüfusu devamlı azaldığından ve diaspora Ermenileri de Ermenistan’a gelip yerleşmediğinden Türkiye’den alınması düşlenen topraklara iskân edecek Ermeni de bulunmamaktadır.

    Kanımızca Ermenilerin Türkiye’den olan taleplerinin hiçbiri gerçekçi değildir. Toprak talebi için ise fantezi demek daha doğrudur. Herhalde bu husus diaspora Ermenileri tarafından da biliniyor olmalı ki toprak talebinden gitgide daha az söz edilmektedir.

    V. Ermeni terörizmi dönemi (1973-1986)

    Ermeni milliyetçiliği 1965 yılından itibaren önemli bir canlanma yaşamışsa da artık ana amaç olarak benimsenen 1915 tehcirinin aslında bir soykırım olduğu görüşünün kamuoyuna benimsetilmesinde o yıllarda fazla bir mesafe alınamamış, elli-altmış yıl önce vuku bulmuş olaylar genelde bir ilgisizlikle karşılanmıştı. 1973 yılında Los Angeles’te yaşlı ve yarı meczup bir Ermeni Türk Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Yardımcısı Bahadır Demir’i katletmiştir. Katilin kurbanlarıyla hiçbir sorunu olmaması ve onları sadece, sözde Ermeni soykırımından “sorumlu” bir devletin temsilcileri olduğu için öldürmüş bulunması ilgi uyandırmış ve Amerikan basını, olayın evveliyatını hakkında bilgi vermek için, soykırımı iddialarından uzun bahsetmiştir. Bu olay Ermeni militanlarında “davalarını” duyurmak için Türk diplomatlarını katletmek yolunun denenmesi fikrini doğurmuştur.

    1974 Kıbrıs Barış Harekatı Ermeni militanlarının Türk diplomatlarını katletmek fikrinin yaşama geçirilmesi için uygun ortamı yaratmıştır.

    Kıbrıs Barış Harekatı gerek Yunanistan’da gerek Kıbrıs’ta büyük bir moral çöküşüne neden olmuştur. Bu harekat Türkiye’nin Yunanistan’a galip gelmesi gibi algılanmış ve ayrıca Türkiye’nin, gerektiğinde, Güney Kıbrıs ile Ege Adalarını ve Batı Trakya’yı da ele geçirebileceği endişesini yaratmıştır. Diğer yandan ne Yunanistan’ın ne de Güney Kıbrıs’ın Türkiye’ye karşı koyacak güce sahip olmaması bu endişeleri daha da arttırmıştır. Bu psikolojik durum iki ülkenin de Türkiye’ye karşı, adını söylemeden, bir tür savaş içine girmelerine neden olmuştur. Ancak bu savaş cephede olmayacak, sıcak çatışma hariç, her alanda Türkiye’ye zarar verilmeye çalışılacaktır. O dönemde Türkiye’nin Kıbrıs harekatı nedeniyle çok eleştirilmesi, Türkiye’nin hukuken bu müdahalede bulunma hakkı olduğu göz ardı edilip bağımsız bir devlete saldırı yapıldığının esas alınması ve ABD’nin de Kıbrıs harekatı nedeniyle Türkiye’ye silah ambargosu koymuş olması Yunanistan’ın bu yeni politikayı uygulamasını kolaylaştırmıştır.

    Yunanistan Türkiye’ye karşı yürüttüğü bu mücadelede kendisine üç müttefik bulmuştur: Suriye, Kürtler ve Ermeniler.

    ASALA ve PKK Kıbrıs barış harekatından bir yıl sonra 1975’te kurulmuşlar ve Yunanistan’ın ve Suriye’nin desteğini sağlamışlardır.

    Türkiye’ye karşı savaşmak üzere kurulan ilk Ermeni terör örgütü ASALA’dır (ASALA: Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia; Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) ASALA Lübnan’da George Habbas grubu tarafından eğitilmiş, Abu Nidal Grubu ve FKÖ tarafından da desteklenmiştir. Abu Nidal grubu siyasi faaliyetten ziyade terör eylemleri yapmaktadır. FKÖ’nün ise siyasi yönü güçlüdür. FKÖ 1980’lerin başında tamamen siyasi alana yönelmiş ve ASALA’ ya verdiği desteği çekmiştir.

    Bu konuda 1970’li yıllarda Lübnan’daki durumun terör örgütlerinin buraya yerleşmesine ve gelişmesine çok uygun olduğunu belirtelim. Filistinliler, İsrail’in baskısı üzerine, Ürdün’den çıkmak mecburiyetinde kalınca Lübnan’a yerleşmişlerdi. Lübnan Devleti’nin bir millet değil dini gruplar tarafından kurulmuş olması, bir yandan İsrail baskısının diğer yandan ülkedeki Filistinlilerin yarattığı sorunların üstesinden gelinmesini önlemiş kısa sürede asayiş bozulmuş, ülkede “kurtarılmış bölgeler” kurulmuş ve dini gruplar arasında çatışmalar başlamıştı.

    Lübnan’daki bu otorite boşluğu terör örgütlerinin burada kolayca faaliyette bulunmalarına imkan sağlamıştır. Lübnan’daki 200.000 kadar Ermeni’nin varlığı da ASALA ve diğer Ermeni terör örgütlerine lehine olmuştur. ASALA örgütü aşırı sol eğilimlidir. Bu yapısı itibariyle de geleneksel Ermeni Partilerinden Hınçaklara yakındır.

    İkinci Ermeni Terör örgütü JCAG’dır. (Justice Commandos for Armenian Genocide; Ermeni Soykırımı için Adalet Komandoları) Bu örgüt 1975 yılında Beyrut’ta Taşnaklar tarafından kurulmuştur. Ancak Adalet Komandoları, ASALA gibi Marksist-Leninist olmayıp milliyetçidir. Yabancı devletlerden değil sadece Ermeni diasporasından destek aldığını iddia eder ve Türkiye ve Türkler dışındaki hedeflere saldırmamakla övünür.

    Bu iki örgütten en fazla bahsedileni ASALA’dır. Ancak Adalet Komandoları en az ASALA kadar zararlı olmuştur. Nitekim Türk diplomatlarına yapılan saldırıların %52’si Adalet Komandolarının faaliyetidir. Bombalama olaylarının %45’i de Adalet Komandoları gerçekleştirmiştir. Adalet Komandoları 1983’te faaliyetlerine son vermişlerdir. Bunun nedeni Taşnak Partisinin gerek ABD gerek Avrupa’da gördüğü büyük baskıdır.

    Ermeni Terör örgütleri bunlardan ibaret değildir. Adalet Komandoları faaliyetlerini tatil etmiş olsa da o tarihlerde kurulan ARA (Armenian Revolutionary Army; Ermeni İhtilalci Ordusu’nun ) aslında Adalet Komandolarının devamı olduğu düşünülmüştür. Ayrıca 3 Ekim örgütü, 9 haziran Örgütü, Orly Grubu ,Fransız Eylül Örgütü, Yeni Ermeni Direniş Örgütü gibi bazı diğer terör kuruluşları varsa da bunların etkisi sınırlı kalmıştır. Bunlardan bazılarının ASALA veya Adalet Komandoları tarafından, güvenlik makamlarını şaşırtmak üzere kurulmuş olması muhtemeldir. Bunlardan ASALA-RM ASALA’nın parçalanmasından sonra kurulmuş olduğu için önemlidir.

    Ermeni terör örgütleri 1975’te başlayan ve 1986’da sona eren eylemleri sırasında, 32’si Türk diplomatı, görevlisi ve aile ferdi olmak üzere toplam 70 kişinin ölümüne, 524 kişinin yaralanmasına neden olmuşlar, 105 kişiyi rehin almışlar ve 208 bombalama eylemi gerçekleştirmişlerdir [19].

    Ermeni terörüne destek vermemekle beraber bu hareketlere bir tür sempatiyle bakan ülkeler de olmuştur.

    1981 yılında Sosyalistlerin iktidara gelmesinden sonra Fransa’nın Ermeni talep ve girişimlerine karşı daha anlayışlı bir tutum içine girdiği görülmüştür. Ancak Fransa, Ermeni terörü kendi topraklarına yayılmaya başlayınca buna karşı durmuş ancak terörü teşvik eden Ermeni siyasi faaliyetine engel olmamıştır. Aksine Fransız medyası o yıllarda soykırım iddialarını ön plana çıkaran yayınlar yapmıştır.

    Sovyetler Birliği NATO’nun güney kanadını zayıflatacağı düşüncesiyle Ermeni terörüne sempati ile bakmış, Türkiye’ye uygulanan Amerikan silah ambargosunun sona ermesiyle beraber Türkiye’nin Orta Avrupa’ya kısa menzilli nükleer silahlar konuşlandırmasında Amerikan tezlerini desteklemesi de bu sempatiyi daha da arttırmıştır.

    İran, Ermenilerin talep ve eylemlerini açıkça desteklememekle beraber, ülkesindeki Ermenilerin Tahran’daki Türkiye Büyükelçiliğine saldırmaların önlemekte isteksiz davranmakla Humeyni rejiminin laik Türkiye’yi zora sokmak için hiçbir fırsatı kaçırmadığını göstermiştir.

    Ermeni terörü döneminde ilginç olan nokta, Batı dünyasında herkes, ilke olarak teröre karşı iken, Ermeni terörünün, tasvip edilmemekle beraber, kınanmamasıdır. Bu, Osmanlılar zamanında ABD, Fransa, İngiltere gibi büyük devletlerin Ermenilerin hamisi durumunda olmalarından ve bu nedenle de bu ülkeler kamu oylarında Ermenilere karşı bir sempati bulunmasından, bu sempatinin Ermenilerin Hıristiyan olmasıyla daha güçlenmesinden ve son olarak da Ermeni propagandası sayesinde Ermenilerin soykırıma uğramış olduğuna dair bir kanıya sahip olunmasından ileri gelmektedir. Bu nedenlerle Ermenilere bir tür hoşgörü ile bakılırken masum insanların katline, sırf Türk oldukları için, kayıtsız kalınmıştır. Bu çelişkili tutum Batı dünyasında ciddi bir etik değerlendirme sorunu mevcut olduğunu göstermektedir.

    Ermeni terörü 1986 yılı sonunda durmuştur. Bunu başlıca nedeni teröristlerin Türk olmayanlara da zarar veren eylemlere girişmeleridir. Bu eylemlerin en büyüğü Paris’te Orly Hava Meydanında 15 Temmuz 1983 tarihinde gerçekleştirmiştir. Hava Meydanında Türk hava Yolları gişesinin önüne bırakılan bir bavulun infilak etmesi sonucunda 8 kişi ölmüş 60 çıvarında da yaralanan olmuştur. Ölenlerden sadece ikisi Türk’tür. Bu olay Ermeniler lehine olan havayı değiştirmiş, Ermeni çevrelerinde ciddi tartışmalara ve özellikle ASALA’da bölünmelere neden olmuş ve Ermeni terörizminin sona eriş sürecini başlatmıştır. Diğer yandan bu olaydan sonra başta Fransa olmak üzere çeşitli ülkelerde güvenlik makamlarının Ermeni militanları daha yakın takibe aldığı ve Ermeni teröristlerin mahkemelerinde de salt adalete daha fazla dikkat edildiği görülmüştür[20].

    Ermeni terörizminin sona ermesinin ikinci nedeni Fransa dahil bazı ülkelerde resmi makamların terörist metotları kabul etmeyeceklerini açıkça ifade etmeleridir[21]. Bu özellikle terörizmi finanse edenler için caydırıcı olmuştur.

    Üçüncü neden Türk devletinin yurt dışında görev yapan memurlarını daha iyi korumaya başlamasıdır.

    Dördüncü ve son neden Ermeni terörizmin, Ermenilerin 1915 yılında Türkler tarafından soykırıma uğratıldığının dünya kamuoyuna duyurulması şeklinde özetlenebilecek olan amacına ulaşmış bulunmasıdır.

    VI.Ermeni Sorunun Siyasallaşması (1987... )

    Terör eylemleri durduktan sonra diaspora Ermenilerinin siyasi faaliyetlere yöneldikleri görülmektedir. Bu faaliyetlerin amacı Ermenilerin soykırıma uğramış oldukları iddiasını dünya çapında mümkün olduğu kadar fazla duyurmak ve bazı ülke parlamentolarının “soykırımı” tanıyan kararlar almasını sağlamaya çalışmak olarak özetlenebilir.

    Diğer yandan Ermeni diasporası 1991 yılında Ermenistan’ın kurulmasından sonra bu devletin çıkarlarını korumak için ve mali yardım sağlamak için seferber olmuştur.

    Diaspora Ermenilerinin 1915 tehcirini bir soykırım olarak kabul ettirme gayretleri ikiye ayrılmaktadır: Kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler ve siyasal faaliyetler.

    A. Kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler

    Ermeni terörü sayesinde Batılı ülkelerin kamuoyunda Ermenilerin Türkler tarafından bir soykırıma uğratıldıkları hakkında bir kanı yerleşmiş olmakla beraber, kamuoyu belliğinin zayıf olması Ermenileri soykırım iddialarını devamlı olarak tekrarlamaya götürmüştür.

    Ermenilerin soykırıma uğramış olduğunu kanıtlamak için, özellikle son 25 yılda, bir çok kitap yazılmış bulunmaktadır. Bunlar genelde bilimsel görünüştedir. Vaktiyle bu konuda, bir iki istisna dışında, Ermeniler eser verirken son yıllarda Ermeni kökenli olmayanların da yazmaya başladıkları gözlemlenmektedir. Ayrıca bazı Türk yazarlar da Ermeni görüşlerini benimseyen kitaplar yayınlamışlardır. Bazı Türk bilim adamları Ermeni sorunu konusunda hiç kitap veya uzun makale yazmadan da Ermeni görüşlerini desteklemişlerdir.

    Kitaplara paralel olarak bilimsel dergilerde çok sayıda makale yayınlanmış ve yayınlamaya devam etmektedir. Ayrıca “soykırım” hakkında gazete ve günlük dergilerde yazılar yayınlanmasına özellikle önem verilmektedir

    Diğer yandan, hedef olarak seçilen bazı ülkelerde ”soykırım” konusunda bir çok konferans, panel vb toplantılar düzenlenmektedir.

    Soykırım konusu edebiyat alınanda da, romanlarda, şiir kitaplarında ve piyeslerde işlenmektedir. Bu konuda yazanların hemen hepsi Ermeni kökenlidir.

    Filmlere gelince çok sayıda “belgesel” film mevcut olup bunlar, genellikle Nisan ayında, başta ABD, Fransa ve Lübnan olmak üzere bir çok ülke televizyonunda gösterilmektedir. 1915 yılına dair görsel malzeme çok az olduğundan bu filmlerde kullanılanların bir kısmının uydurma, bir kısmı ise gerçekliği tartışmalıdır. Görsel malzeme hakkındaki bu hususlar yine her yıl Nisan ayında açılan “soykırım” sergileri için de geçerlidir.

    Konulu filmlerden büyük bütçeli olan ikisi özellikle dikkat çekmektedir. Bunlar Ermeni asıllı Fransız Yönetmen Henri Verneuil (Aşot Malakyan) tarafından 1991 yılında çevrilen Mayrig (Anne) filmi ile Ermeni asıllı Kanadalı Yönetmen Atom Egoyan’ın 2002‘de gösterime giren Ararat (Ağrı Dağı) filmidir. Mayrig, sözde soykırıma temas etmekle birlikte, esas konusu tehcir sonrasında Fransa’ya göçmüş bir ailenin yaşam mücadelesidir. Ararat ise, karma karışık bir senaryo içinde, bir takım vahşet sahneleriyle, sadece sözde soykırımı ele almaktadır. Mayrig’ın göreceli başarısına karşın Ararat’ın Ermeniler dışında ilgi gördüğünü söylemek mümkün değildir[22].

    Ermenilerin bu faaliyetler için yaptıkları harcamaların kaynağı bağışlardır. Soykırım iddialarının tetiklediği milliyetçilik Ermeniler arasında esasen yaygın olan bağış geleneğini daha da güçlendirmiştir. Günümüzde varlıklı Ermeniler için bağışta bulunmak bir milli görev addedilmektedir.

    Kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler ile aşağıda açıklayacağımız siyasi faaliyetler için ne kadar harcama yapılmaktadır? Ermeni kaynakları bu konuda bilgi vermemektedir. Ancak, kesin sonuçlara varılamasa da, bir tahmin yapmak mümkündür. Bir yazar[23] Ermenilerin ABD Kongre üyelerini etkileyebilmek için yılda 14 milyon dolar sarf ettiklerini yazmıştır. Bir diğer kaynak Ararat filminin maliyetinin 15 milyon dolardan fazla olduğunu belirtmiştir[24]. Bunlara yukarıda değindiğimiz bilimsel kitaplar, makaleler, romanlar, şiirler, piyesler, filmler, sergiler ve çeşitli toplantılar da eklenirse ve bu tür faaliyetlerin sadece ABD’de değil Fransa, Kanada, Avustralya ve Lübnan başta olmak üzere diğer bazı ülkelerde de yapıldığı düşünülürse, bulunabilecek rakamın yılda herhalde yüz milyon dolardan daha az olamayacağı sonucuna varılmaktadır.

    Söz konusu faaliyetlerin yapılması için Ermeni çevrelerinden büyük talep vardır. Bu faaliyetlerin üretilmesinin gerekmesi, bu üretimin yukarıda değindiğimiz büyük mali boyutları olması ve bu üretimden gelir sağlayan çok denebilecek sayıda kişi bulunması beraberce ele alındığında ortada bir “Ermeni Soykırım Endüstrisi” bulunduğunu ifade etmek abartma olmayacaktır. Diğer yandan bu endüstrinin bir çok kişiye gelir sağlaması soykırım iddialarının ısrarla ileri sürülmesinin, ikincil de olsa, sebeplerinden birini oluşturmaktadır.

    B. Siyasal Faaliyetler

    Diaspora Ermenilerinin siyasi faaliyetlerinin büyük bir kısmını, bazı ülke parlamentolarının ve uluslararası kuruluşların soykırım iddialarını destekleyecek kararlar almasına çalışmak oluşturmaktadır.

    a. Bazı Ülke Parlamentoları Kararları

    Bu konuda dikkati ilk çeken husus Ermeni “soykırımı”nı kabul eden kararlar alınması talebinin hükümetlere değil parlamentolara yöneltilmiş bulunmasıdır. Bu hükümetlerin ülkenin dış ilişkilerini yürütmek görev ve sorumluluğuna sahip olmalarından ileri gelmektedir. Herhangi bir hükümetin sözde soykırım hususunda alacağı bir kararın o ülke ile Türkiye arasında bir soruna dönüşmesi muhakkak gibidir. Hükümetler böyle bir durumu arzu edilmediklerinden kendilerini, olanakları ölçüsünde, Ermeni soykırım iddialarının dışında tutmaya çalışmaktadır. Buna mukabil parlamentolar yabancı ülkelerin doğrudan muhatabı olmadıklarından herhangi bir ülke veya bir uluslararası bir sorun hakkında fikir beyan etmekte veya tavsiye niteliğinde olan bazı kararlar almakta bir sakınca görmemektedir. Karar alınmasını talep edenlerin oy potansiyeli de varsa Parlamentoların bu tür kararları almaları kolaylaşmaktadır.

    Parlamentolarının aldığı kararlarla sözde Ermeni soykırımını tanıyan on yedi ülke şunlardır [25]:

    1. Uruguay - 1965, 2004, 2005
    2. Kıbrıs Rum Yönetimi - 1982
    3. Arjantin - 1993, 2003, 2004, 2005
    4. Rusya - 1995, 2005
    5. Kanada - 1996, 2000, 2004
    6. Yunanistan - 1996
    7. Lübnan 1997 ve 2000
    8. Belçika - 1998
    9. İtalya - 2000
    10.Vatikan 2000
    11.Fransa 2001
    12.İsviçre 2003
    13.Slovakya 2004
    14.Hollanda 2004
    15.Polonya 2005
    16.Almanya, 2005
    17.Venezuela 2005
    18.Litvanya 2005

    Görüldüğü üzere bu kararların çoğu 1990’larda alınmıştır. Bu, Ermeni terörizminden sonra diaspora faaliyetlerinin soykırımı resmen tanıtmak noktasında toplanmasından ve aynı yıllarda Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra diasporanın bu çabalarına destek olmasından ileri gelmektedir.

    Kararların 2000 yılından sonra yoğunluk kazanması da, esas itibariyle Türkiye’nin AB adaylığıyla ilgilidir. Ermeni “soykırımı” hakkında o zamana kadar bir karar kabul etmekten çekinen AB üyesi ülkeler Türkiye artık aday ülke olduğu için fazla bir itirazı olamayacağı düşüncesiyle hareket etmişlerdir.

    Ülke parlamentolarının aldığı kararların önemli noktaları şu şekilde özetlenebilir[26].

    Uruguay (1965, 2004, 2005)

    Ermenilerin soykırım iddialarını kabul eden ilk ülkedir. Uruguay Parlamentosu’nun (Senato ve Temsilciler Meclisinin) böyle bir kararı kabul etmesinin nedeni ülkede küçük ve fakat zenginliği nedeniyle etkili bir Ermeni topluluğu olmasına karşın hiç Türk varlığı bulunmamasıdır. Uruguay Parlamentosu söz konusu kararında 1915’te öldürülenlerin onuruna 24 Nisan’ı Ermeni Şehitlerini Anma günü olarak ilan etmiştir.

    Uruguay Parlamentosu bu ararı 2004 yılında teyit etmiş, 2005 yılında alınan bir diğer kararda ise 24 Nisan’ın Birleşmiş Milletler tarafından “Her Türlü Soykırımın Kınanması ve Reddedilmesi “ günü ilan edilmesi için Uruguay Dışişleri Bakanlığının girişimde bulunması istenmiştir.

    Güney Kıbrıs (1982)

    Güney Kıbrıs Temsilciler Meclisi kararında “Ermeni halkına karşı işlenmiş olup Ermenileri ata topraklarından söküp çıkaran ve soykırım boyutlarına ulaşmış olan suçun çekincesiz kınandığı” belirtilmektedir. Aynı kararda, neler olduğu belirtilmeden, “Ermeni halkının vazgeçilemez haklarının tam olarak geri verilmesinden” de bahsedilmektedir. Bu kararın önemli yönü Ermeni terörizminin en yoğun olduğu bir dönemde alınmış olması ve bu nedenle de teröristler için bir tür cesaretlendirme teşkil etmiş olmasıdır.

    Arjantin (1993, 2003, 2004, 2005)

    Bu ülke Senatosu “1915- 1917 yıllarında Türk Hükümeti eliyle öldürülen 1.500.000 milyon Ermeninin” anılması ve “20. asrın ilk soykırımının kurbanları olan Ermeni Cemaati ile tam bir dayanışma içinde olunduğunun” beyan edilmesi ile ilgili bir karar almıştır. Senato bu kararını 2003, 2004 ve 2005 yıllarında teyit etmiştir. Arjantin Senatoyu bu kararı almaya götüren nedenler, Uruguay gibi, ülkedeki etkin Ermeni azınlığına karşın Türkiye’nin bir ağırlığı olmamasıdır. Uruguay’dan farklı olan husus ise Türkiye’nin Arjantin ile öneli sayılabilecek ticaret ilişkileri bulunmasıdır.

    Rusya (1995, 2005)

    Rus Duma’sı 1995 yılında, 1915 ila 1922 yılları arasında Ermeni halkının imha edenleri kınayan ve 24 Nisan’ı soykırım kurbanlarını anma günü olarak tanıyan bir karar kabul etmiştir. Kararda ‘Türk İmparatorluğu’ sözcükleri vardır. Bu kararının temelinde biri Rusya’da 1 milyondan fazla olduğu söylenen Ermeni azınlığının etkisi; diğeri de, özellikle o yıllarda, Türkiye’nin Çeçenistan’a yardım ettiği yolundaki iddialar olmak üzere iki neden bulunduğu düşünülmüştür.

    Ancak Türkiye’nin Çeçenistan’a yardım ettiği iddialarının ortadan kalktığı 2005 yılında Rusya Duma’sı aldığı bir diğer kararla “soykırımın” 90. yıldönümümde kardeş Ermeni halkına üzüntülerini ifade etmiş, bu “soykırımını” şiddetle kınamış ve bütün dünyada da anılmasını istemiştir.

    Kanada (1996, 2000, 2004)

    Kanada Avam Kamarası bu konudaki 1996 yılı kararında, 1,5 milyon kişinin canını alan Ermeni “trajedisi”ve insanlığa karşı diğer suçlara atıfla her yıl 20-27 Nisan haftasını halkların diğer halklara karşı insanlık dışı davranışını anma haftası olarak kabul etmiştir. Türkiye ve Türklerden hiç bahsedilmemesi ve diğer olaylarla birleştirilmesi nedenleriyle bu karar Ermeni militanları tarafından yetersiz bulunmuş ve sadece Ermenileri ele alan yeni bir karar kabul edilmesi için aralıksız süren çabalar sonuç vererek Kanada Senatosu 2002 yılında Ermeni soykırımının tanınmasını, her türlü inkar girişimlerinin kınanmasını ve 24 Nisan’ın “soykırıma kurban giden 1,5 milyon Ermeniyi” anma günü olarak kabul edilmesini öngören bir diğer karar kabul etmiştir[27]. Avam kamarası da 2004 yılında “Bu Meclis, 1915 Ermeni soykırımını resmen tanır ve insanlığa karşı suç olan bu hareketi kınar” ifadesini içeren bir başka karar almıştır.

    Kanada Dışişleri Bakanı Bill Graham kararın kabulünden sonra yaptığı açıklamada “Kanada Hükümetinin 10 Haziran 1999 tarihinde konuya ilişkin tutumunun değişmediği ve kabul edilen önergenin hükümeti bağlamadığını” bildirmiştir[28]. Kanada Hükümetinin sözü edilen 1999 tarihli tutumu ise 1915 yılı olaylarının bir trajedi olmakla beraber bir soykırım teşkil etmediği şeklindedir[29].

    Türkiye Dışişleri Bakanlığı 22 Nisan 2004 tarihinde yaptığı bir açıklamada Kanada Federal Parlamentosu’nun, marjinal görüşlerin peşine takılarak bu kararı kabul etmesinin kınandığını, Parlamentoların tarihin tartışmalı dönemlerine ilişkin bir yargıya varma görevleri bulunmadığını, bu tür kararların değişik kökenli insanlar arasında nefret duyguları uyandırarak toplumsal ahengi bozabileceği, bu kararın ne Kanada’daki Ermenilere ne de Ermenistan’a bir yarar sağlayacağı, kararın getireceği tüm olumsuzlukların sorumluluğunun Kanadalı siyasetçilere ait olduğu bildirilmiştir.

    Kanada Meclislerinin Ermeni görüşlerini yansıtan kararlar almasının başlıca nedeni bu ülkedeki Ermeni azınlığıdır. Kanada’daki Türklerin sayısı da küçümsenmeyecek boyutta olmakla beraber etkili bir örgütlenme içinde değildirler.

    Yunanistan (1996)

    Yunan Parlamentosu 25 Nisan 1996 tarihinde kabul ettiği bir kanunla 24 Nisan’ı “Türkiye’nin Ermenilere uyguladığı soykırımı anma günü” olarak belirlemiştir. 1973 Kıbrıs barış harekatından sonra Ermenilere her türlü yardımı yapan Yunanistan’ın “soykırımı” tanımak için acele etmemiş olduğu görülmektedir. Bunun başlıca nedeni Yunanistan’ın el altından Ermenilere her türlü yardımı yapmakla beraber, bu tutumunu açıkça ortaya koymak istememesidir. 1996 Ocak ayında çıkan ve iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren Kardak krizinin bu ihtiyatlı davranışı değiştirerek Ermeni “soykırımı” hakkındaki kararın alınmasında başlıca amil olduğu anlaşılmaktadır.

    Lübnan (1997, 2000)

    Lübnan Parlamentosu 1997 yılında aldığı bir kararla Lübnan halkını 24 Nisan münasebetiyle Ermeni halkı ile dayanışma içinde olduğunu beyan etmeye çağırmıştır. Kararda, asrın başında sömürgeci (Osmanlı İmparatorluğu) tarafından Lübnan-Ermeni halklarına ve bölgenin diğer halklarına karşı girişilen örgütlü yok etme hareketlerinden bahsedilmektedir. Lübnan parlamentosu 2000 yılında bu konuda aldığı diğer bir kararda, Osmanlılar tarafından yapılan ve 1.500.000 Ermeni’nin öldüğü katliamlara değinerek Ermeni halkına karşı girişilen soykırımın tanınmakta ve kınanmakta, ayrıca bu soykırımın uluslararası alanda tanınmasının benzer suçların önlenmesi için gerekli olduğu ifade edilmektedir.

    Böylece Lübnan Parlamentosu, söz konusu iki kararıyla Ermenilerin tüm görüşlerini benimsemiş bulunmaktadır. Bunda, Lübnan’ın dini cemaatler üzerine kurulmuş bulunmasının ve sayıları 200.000 kadar olan Ermenilerin de bu çerçevede, meclis ve hükümette, belirli mevki ve makamlara sahip olmasından ileri gelmektedir. Ermenilerin ülkedeki bu durumu Lübnan’ın Ermeni terörizminin merkezi haline getirmiş olduğu hatırlanacaktır.

    Belçika (1998)

    Belçika Senatosu, sözde Ermeni soykırımını, Avrupa Parlamentosu’nun bu konudaki kararına atfen tanımış, soykırımın tarihsel kanıtları hakkında şüphe olmadığı ve halklar arasında barışma olması için geçmiş suçların tanınması gerektiği gibi bilinen Ermeni tezlerini tekrarladıktan sonra, “Osmanlı İmparatorluğu’nun son hükümeti tarafından 1915’te yapılmış soykırımının tarihi gerçekliğini” kabul etmesini Türk Hükümetinden istenmiştir.

    Belçika’daki Ermeniler ve Ermeni yanlıları o tarihten sonra Belçika Millet Meclisinin de benzer bir karar almasına çalışmışlar, daha sonra soykırımı inkar edenlerin cezalandırılmasını ön gören kanuna Ermeni “soykırımını” dahil etmek için uğraşmışlar[30] ancak şu ana kadar başarı sağlayamamışlardır. Bunda Belçika’daki Türklerin bilinçli bir şekilde çalışmalarının rol oynadığı anlaşılmaktadır.

    İtalya (2000)

    İtalyan Parlamentosu, Ermeni taraftarı bazı milletvekillerinin ısrarlı girişimleri sonucunda ancak İtalya’nın Türkiye ile yakın ilişkileri nedeniyle bir çok erteleme ve duraksamadan sonra, Avrupa Parlamentosu’nun 1999 yılı Türkiye İlerleme Raporunun sözde Ermeni soykırımı ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri hakkındaki paragraflarına gönderme yaparak, İtalyan Hükümetinden Kafkas bölgesinde halklar ve azınlıklar arasında gerginliğin azaltılmasını ve iki devlet (Ermenistan ve Türkiye) arasında toprak bütünlüğüne riayetle, barış içinde bir arada yaşama ve insan haklarına saygı konularını güçlü bir şekilde takip etmesini istemiştir. Görüleceği üzere İtalyan Millet Meclisinin sözde Ermeni soykırımını, Avrupa Parlamentosu kararına atfen dolaylı bir şekilde tanımakla bu konun iki ülke ilişkileri üzerinde olumsuz bir etki yapmasını önlemiştir.

    Vatikan (2000)

    Eçmiyazin Katogikos’u Karekin II’nin 2000 yılı Kasım ayında Vatikan’da Papa Jean-Paul II’ye yaptığı ziyaret sonunda yayınlanan ortak bildiri de yer alan “ Asrı başlatan Ermeni soykırımı onu takip edecek olan dehşetlerin öncüsüydü” sözleriyle Ermenilerin soykırım iddiaları Vatikan tarafından tanınmıştır. Papa’nın 2001 yılı Ekim ayında Ermenistan’ı ziyaretinde soykırım anıtında yaptığı duada ve Karekin II ile olan görüşmesinden sonra yayınlanan bildiride de bu Ermeni “soykırımıyla” ilgili ifadeler kullanmıştır. Vatikan tüm Hıristiyanların Papa’nın dini önceliğini (primacy) tanıması için çaba sarf etmektedir. Büyük kiliseleri buna ikna etmenin imkansızlığı karşısında Ermeni, Süryani, Keldani, Maruni ve diğer küçük Doğu kiliselerine yakınlaşma politikası izlenmektedir. Bu itibarla sözde soykırımın tanınmasını Ermeni kilisesini memnun etmek için yapılan bir jest olarak kabul etmek doğru olur. Bu jestin 2000 yılında yapılmasının nedeni de Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye İlerleme Raporunda sözde soykırımı tanıyan ifadelerdir; diğer bir deyimle Vatikan bu konuda, İtalya gibi, Avrupa Parlamentosu’nun arkasına sığınmak yolunu seçmiştir.

    Fransa (2001)

    Fransa’daki sayılarıyla (350-400 bin) orantılı olmayan derecede siyasi nüfuz sahibi olan Ermeniler öteden beri malarıdır Ermeni “soykırımının” bu ülkede tanınması için faaliyet göstermişlerdir. Bu konu 1998 yılında Fransız Meclisi’nin gündemine girmiş ancak Türkiye’nin AB adaylığının kabulünden sonra ve 2001 Mart’ında yapılacak olan mahalli ve belediye seçimlerinde Fransa’da iktidar ve muhalefet partilerinin başa baş durumu Ermenilere bu tavizin verilmesine gerektirmesiyle sonuçlanabilmiştir. Fransız Parlamentosu 29 Ocak 2001 tarihinde bir cümleden oluşan şu kanunu kabul etmiştir: “ Fransa 1915 Ermeni soykırımını açıkça tanır”[31] .

    Türkiye’de tepkiler daha kanunun kabulünden önce başlamıştır. TBMM 9 Ocak 2001 tarihinde kabul ettiği bir önergede yasa tasarısının oy kaygısıyla gündeme geldiğini, tarihin tahrif edilmesine ve önyargılara dayandığını, tasarı kabul edildiği taktirde Fransa’da bu konuda düşünce ve ifade özgürlüğüyle bilimsel araştırma ve bulguları yayınlama özgürlüğünün ortadan kalkacağını, Türkiye’nin Fransa ile olan ilişkilerini geliştirmeyi arzuladığını ancak bu alanda olumlu sonuçlar alınmasının iyi niyetin karşılıklı olmasına bağlı olduğunu, bu yasanın kabulü halinde Fransa’nın tarafsızlık ilkesine bağlı kalamayacağını, bu nedenle Fransa’nın atacağı her adımın Türkiye tarafından kuşkuyla karşılanacağını, Fransız Parlamentosu’nun vaktiyle Cezayir’de vuku bulan acı olayları değerlendirmeyi reddederek bunların incelenmesini tarihe bırakmış olduğunu, şimdi Fransa’dan aynı davranışın beklendiğini, tarihin uluslar arasında nefret yaratmak için kullanılmaması gerektiğini ve bu bağlamda Türk diplomatlarına ve bazı Fransız vatandaşlarına karşı girişilen cinayet kampanyasının bir kez daha hatırlandığını bildirmiştir.

    Tasarının kanunlaşmasından sonra yayımlanan bir hükümet açıklamasında ise kabul edilen kanun kınanmış, bütün sonuçlarıyla reddedilmiş ve kanunun Fransa ile olan ilişkilerde ciddi bir krize yol açacağı belirtilmiştir.

    Dışişleri Bakanlığı ise aynı gün yayınladığı bir basın açıklamasında bu kanunu Ermeni terörizmini yeniden harekete geçirecek sorumsuz bir davranış olduğunu bildirmiş ve bu ortamda Türk diplomatlarının ve Fransa’daki Türk vatandaşlarının güvenliği için önlem alınmasını Fransız Hükümetinden talep etmiştir.

    Bu kanunun kabulünden sonra Türkiye ve Türk-Fransız ilişkilerinde ciddi bir gerileme yaşanmıştır. Dışişleri Bakanı İsmail Cem Fransız Büyükelçisine bu yasanın Fransa’da yabancı düşmanlığını ve Ermeni terörünü yeniden harekete geçirebileceğini söylerken Başbakan Ecevit sayasının Türk-Fransız ilişkilerine zarar vereceğini belirtmiş, Cumhurbaşkanı Sezer Fransız Meclisinin kararını sağduyudan yoksun olarak tanımlamış, hükümet Fransa’ya karşı ne gibi yaptırımlar uygulanabileceğini görüşmüş ve Fransa’dan askeri alımlarda bir kısıntıya gidilmiştir. Diğer yandan medyanın da etkisiyle Türk kamuoyunda Fransa’ya karşı olumsuz görüşler yerleşmiştir. Bu durum Fransa’da şaşkınlık yaratmış, ancak kanundan geri dönülemediği için de iki ülke ilişkilerindeki gerginlik devam etmiştir. Fransız hükümetinin Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı konusunda olumlu tutum ve faaliyeti iki ülke ilişkilerinin ağır bir şekilde normale döndürmüştür.

    Bu arada söz konusu kanunun Fransız Ermenilerini tam olarak memnun etmediğini de belirtelim. Kanunun Ermenilerin soykırıma uğramadıklarını savunan kişilere karşı bir yaptırım öngörmemesi Ermenilerce eleştirilmiş ve Yahudi Holokostunu inkar edenleri cezalandıran”Gayssot kanunu”na benzer bir kanunun Ermeni “soykırımı” için de çıkarılması talep edilmiştir.

    Yaklaşık üç yıl sonra, 2004’te Avrupa Anayasası’nın kabulü etrafında Fransa’da başlayan tartışmalarda Fransızların büyük çoğunluğunun Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olduğu görülmüştür. Fransız siyasi partileri de bu durumdan etkilenmişlerdir. Sağ ve merkez partileri Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarken Sosyalist Parti, ilke olarak, bu üyeliğe taraftar olmayı sürdürmüş, ancak bu üyeliğin gerçekleşmesini insan haklarında, demokrasi uygulamalarında ve Ermeni “soykırımı” konusunda ilerlemelere bağlamıştır[32]. Türkiye “soykırım” iddialarını kabul etmediğine göre, aslında Sosyalistler de aslında Türkiye’nin AB üyeliği karşıtı olmuşlardır.

    Bu olgu Fransız Hükümeti’nin tutumunu da etkileyerek Fransa 17 Aralık 2004 tarihli AB zirve toplantısında Türkiye’ye tam üyelik değil, özel bir statü verilmesi için uğraşmış, bu sağlanamayınca, müzakerelerin ucunun açık olması, diğer bir deyimle, müzakerelerin mutlaka tam üyelikle bitmemesi ve mesela Türkiye’ye özel statü de tanınması olanağının mevcut olması koşuluyla, Türkiye ile müzakerelere başlanmasını isteksiz bir şekilde onaylamıştır.

    Bu tarihten sonra Fransız hükümetinin Ermeni sorunundaki tutumunda da değişiklik olmuştur. O zamana kadar Türkiye’nin bu sözde soykırımı tanımasından bahsedilmezken Başkan Chirac dahil Fransız siyaset adamları Türkiye’nin “Ermenilerle ilgili hafıza çalışması” yapmasından söz etmeye başlamışlardır. Ermeni “soykırımı” konusu Kopenhag kriterleri arasında yer almadığından, ayrıca Türkiye ile yapılacak müzakereleri düzenleyen AB belgelerinde de bu konu bulunmadığından müzakereler sırasında bu konun AB’nin tutumu olarak ortaya atılması beklenmemektedir. Buna karşın Fransa’nın tek taraflı olarak Türkiye’den “soykırımı” tanımasını istemesi mümkündür. Türkiye bunu reddederse Fransa’ya Türkiye’nin adaylığını veto etmekten gibi, büyük sorumluluk gerektiren bir yola başvurmak zorunda kalabilir.

    Bu vesileyle Fransız Hükümetinin. Avrupa Anayasası için yapılacak referandumu tehlikeye atmamak için, 2007’den sonra Avrupa Birliğini girecek ülkelerin adaylığını referanduma sunulması için Fransız Anayasasında değişiklik yaptığını, diğer bir deyimle ileride Türkiye’nin tam üye olması konusunda Fransız halkına veto kullanmak hakkı tanıdığını, ancak , 29 Mayıs 2005 tarihinde yapılan referandumun %55 “hayır” oyları ile reddedildiğini, Fransızlara “hayır” dedirten nedenler arasında beşinci sırada , oyların %14’üyle Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişi yer almadığını, diğer bir deyimle Türkiye karşıtlığının referandum sonuçlarını nispeten az etkilediğini de belirtelim.

    İsviçre (2003)

    İsviçre Parlamentosu 16 Aralık 2003 tarihinde aldığı bir kararla sözde Ermeni soykırımını tanımıştır [33].

    İsviçre’de, sayıları ile orantılı olmayan bir ölçüde nüfuz sahibi bulunan Ermeni azınlığının devamlı uğraşıları ve bölücü Kürt unsurları ile onları destekleyen bazı siyasetçilerin katkılarıyla bir süreden beri Parlamento’nun Ermeni soykırımı iddialarını benimseyen bir karar kabul etmesine çalışılıyordu. Buna karşın İsviçre Hükümetleri, Türkiye ile ikili ilişkileri göz önünde bulundurarak, böyle bir karara karşı çıkıyordu. 1995 ve 2000 ve 2001 yıllarında yapılan girişimler sonuçsuz kalmış, 13 Mart 2001 tarihinde yapılan bir oylamada bu konudaki bir karar tasarısı ancak üç oy farkla reddedilmişti. 20 Mart 2002 tarihinde 201 sandalyeli Parlamento’nun 115 üyesi tarafından, sözde soykırımın tanınmasını ve bunun Türkiye’ye bildirilmesini öngören bir önerge, Hükümetin aleyhte görüş bildirmesi üzerine oylamaya konmamıştı[34]. Ancak Parlamento’nun yaklaşık yarısının taraftar olması nedeniyle böyle bir kararın er geç kabul edileceği anlaşılıyordu.

    Bu arada Cenevre Kantonu 10 Aralık 2001 tarihinde Ermeni soykırımı iddialarını benimseyen bir karar kabul etmişti. Vaux Kantonu da 23 Eylül 2003’de benzer bir karar almıştı. Bu karar bazı Ermeni basınında, Ermenistan’ı haritadan silen antlaşma bu şehirde imzalandığı için (Lozan şehri bu Kantondadır) kararın sembolik bir yönü olduğu şeklinde[35] yorumlanmıştı.

    İsviçre Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey 6 Ekim’de Türkiye’ye resmi bir ziyaret yapacak ve İsviçre basın haberlerine göre Ankara ve İstanbul’dan başka “Kürt Bölgelerine” de gidecekti. Ancak Ankara, Vaux Kantonunun aldığı kararı gerekçe göstererek bu ziyareti iptal etti.

    İsviçre Parlamentosu’nun kabul ettiği karar “İsviçre Milli Konseyi (parlamentosu) 1915 Ermeni soykırımını tanır. Federal Konseyden (hükümetten) bu tanımayı not etmesini ve mutat diplomatik yollarla iletmesini ister” şeklindedir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı İsviçre Parlamentosu’nun aldığı karar hakkında bir açıklama yaparak bu kararın şiddetle kınandığını ve reddedildiğini, olayların çarpıtılarak tek tarafa bir soykırım olarak takdiminin kabul edilemeyeceğini, kamuoyunun yanıltılmaya teşebbüs edilmesinin hayretle karşılandığını, İsviçre Parlamentosu’nun, iç siyasal mülahazalarla, Türkiye-İsviçre ilişkileri ile ülkesindeki Türklerin duygu ve düşüncelerini göz ardı ederek aldığı bu kararın yol açacağı olumsuz sonuçları bakımından sorumluluk yüklenmiş bulunduğunu bildirmiştir.

    Türkiye Büyük Millet Meclisi de, 22 Aralık 2003 tarihinde, AKP ve CHP grupları tarafından ortaklaşa kabul edilen ve İsviçre Parlamentosu’nun kararını kınayan bir bildiriyi oybirliği ile kabul etmiştir. Bu bildiride şu hususlar yer almıştır:

    “Parlamentolar, uygarlıklar arasında çatışma isteyen çevrelerin emellerine hizmet eder durumlara düşmekten kaçınmalıdır. Uluslararası terörizme karşı dayanışma ve işbirliği içinde olunması gereken hassas dönemde, alınan yanlış kararlar çok sayıda masum insanın hayatına kıymış, İsviçre dahil birçok ülke çıkarlarını hedef almış olan ırkçı Ermeni terörünün ödüllendirilmesi olarak değerlendiriyoruz. Ulusal Meclis, Türk Milleti'ni derinden yaralayan kararıyla son yıllarda birçok alanda olumlu ilerlemeler kaydeden Türkiye-İsviçre ilişkilerinde meydana gelebilecek olumsuz gelişmelerin sorumluluğunu da üstlenmiş olmaktadır. Meclis, İsviçre Ulusal Meclisi'nin tarihi gerçekleri kasıtlı biçimde çarpıtan, hatalı ve tek yanlı kararını kınamakta ve kabul edilemez olarak değerlendirmektedir”[36].

    İsviçre Parlamentosu’nun ülkesinde 20 bini kendi vatandaşı olan toplam 100 bin Türkü ihmal ederek 5 bin Ermeni’yi tatmin etmeye çalışmasını ilk bakışta anlamak güçtür. İsviçre Parlamentosu’nun hangi cemaatin daha kalabalık olduğunu değil, hangisinin daha etkili olduğunu dikkate alarak hareket ettiği anlaşılmaktadır.

    Türkiye-İsviçre ilişkileri iki yıl kadar bir durgunluk yaşamıştır. İsviçre’den gelen ısrarlı talepler üzerine Bayan Calmy-Rey’in Mart ayında Türkiye’yi ziyaret etmesi kabul edilmiştir.

    Bu ziyaretin kısa süre sonra Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ile Türkiye İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’in değişik tarihlerde İsviçre’de Ermenilerin soykırıma uğramadıkları yolunda İsviçre’de yapmış oldukları konuşmalar nedeniyle haklarında adli soruşturma başlatmaları yeni bir krize neden olmuştur. Bu olayın siyasi alanda da etkisi görülmüş, dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, 22-24 Haziran günlerinde yapılacak Türkiye-İsviçre İş Konseyi toplantısının iptal edilmesini istemiş ve ayrıca İsviçre Ekonomi Bakanı Joseph Deiss’in Eylül ayında Türkiye’ye yapacağı ziyaret de iptal edilmiştir.

    Halaçoğlu ve Perinçek bir konuda düşüncelerini açıkladıkları için haklarında soruşturma açılmış olması İsviçre’de ne ölçüde ifade özgürlüğü bulunduğu tartışılmalarını başlatmış ve böylelikle demokrasinin beşliği olmakla övünen bir ülke için hazin bir durum ortaya çıkmıştır.

    Slovakya (2004)

    Slovakya Parlamentosu 30 Kasım 2004 tarihinde sözde Ermeni soykırımı konusunda şu kararı almıştır: “ Slovakya Parlamentosu, 1915 yılında, Osmanlı İmparatorluğu zamanında yüz binlerce Ermeninin öldürüldüğü Ermeni soykırımını tanır ve bu olayı insanlığa karşı suç olarak kabul eder” [37].

    Slovak Parlamentosu’nun bu kararı, hiç beklenmediği için, bir sürpriz etkisi yapmış ve nedenleri de hemen anlaşılamamıştır. Zira Slovakya’da kayda değer Ermeni yoktur ve bu ülkenin Ermenistan ile de yakın ilişkisi mevcut değildir. Sonraları Slovakya’nın tarihin bazı olayları hatırlandığında bu kararın nedeni ortaya çıkmıştır.

    Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Çek ve Slovakların aynı devlet içinde birleştirilmiş, daha kalabalık ve daha zengin olan Çekler bu devlet içinde etkili bir konum kazanınca Slovakya’da aşırı sağcı ve ırkçı akımlar belirmişti. Naziler 15 Mart 1939 tarihinde Çekoslovakya’yı işgal edince Çeklerin oturduğu bölge Bohemya Protektorası adı altında Almanya’ya bağlanırken aynı gün sözde bağımsız bir Slovak Devleti kurulmuştu. Bu devlet Nazi Almanyası ile aynı politikaları izlemiş ve bu çerçevede ülkedeki seksen bini aşkın Yahudi’nin tüm hakları elinden alınmış, daha sonra da, Yahudilerin büyük kısmı, sınırının hemen ötesinde bulunan Auswichz toplama kampına gönderilerek ortadan kaldırılmıştı. Slovakya 1944 sonuna doğru Sovyet orduları tarafından işgal edilmiş ve bu bölge Çeklerle birleştirilerek Çekoslovakya yeniden kurulmuştur. Sovyetler yeni müttefikleri olan Polonya ve Çekoslovakya’dan asıllardan beri bu ülkelerde yaşayan Almanları çıkarmalarını istemişlerdir. Böylece milyonlarca Alman, gayet güç koşullarda Almanya’ya sürülmüştür. Slovaklar da Karpat dağları bölgesinde yaşayan Almanların sürülmesini sağlamışlardır.

    Sovyetlerin dağılması aşamasında Slovaklar, Almanya’nın desteğiyle, tekrar bağımsız bir devlet olmuşlardır. Ancak gerek Yahudilere gerek Karpat Almanlarına yaptıkları muamelenin Avrupa’da saygın bir ülke olarak kabul edilmelerini engelleyeceğinin bilinci içinde Slovakya Parlamentosu, 1990 yılı Aralık ayında Yahudilerden, iki ay kadar sonra da Karpat Almanlarından özür dileyen iki karar kabul etmiştir [38].

    Slovakya’nın bundan sonra da insan haklarına duyarlı bir şekilde davranmaya veya öyle görünmeye özen göstermiştir. Bu çerçevede Slovak Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını kabul eden bir karar alması, AB kapısında bekleyen Türkiye’nin fazla bir tepki gösteremeyeceği inancının da yardımıyla, fazla zor olmamıştır. Diğer yandan, Alman Hıristiyan Demokratlarının bazı Slovak partilerine bu yönde telkinde bulunmuş olmaları da olasıdır.

    Hollanda (2004)

    Hollanda Parlamentosu 21 Aralık 2004 tarihinde aldığı bir kararla hükümetten “Türkiye ile görüşmelerde Ermeni soykırımı konusunu devamlı olarak ve açıklıkla ele alınmasını” istemiştir [39]. O tarihte AB dönem başkanı olan Hollanda, iki gün önce, Avrupa Zirvesinde Türkiye ile müzakerelerin başlaması kararının alınmasında önemli bir rol oynamıştı. Hollanda’ya teşekkür etmek için de bu ülkenin Büyükelçiliğinin bulunduğu caddeye “Hollanda Caddesi” adı verilmesi kararlaştırılmıştı. O itibarla Parlamento’nun beklenmeyen bu kararı Türkiye’de şaşkınlık yaratmıştır.

    Hollanda Parlamentosu’nun bu kararının nedenleri pek açık değildir. Hollanda’da, fakat gayet aktif ve geniş mali imkanlara sahip bir Ermeni azınlığı bulunmaktadır. Ancak sayıları az olduğundan Hollanda Ermenilerinin Parlamentodan karar çıkartacak bir gücü yoktur ve Hollanda Parlamento’nun tüm üyelerinin de mali yönden etki altına alınması mümkün değildir. Hollandalı milletvekillerinin, Ermeni propagandası nedeniyle, gerçekten Ermenilerin soykırıma uğradığına inandıkları için bu şekilde hareket ettikleri düşünülebilir. Ancak bu durumda neden komşuları Belçika’nın Kongo’da yaptıkları veya Fransızların Cezayir’deki katliamları ile ilgilenmedikleri, neden kendi sömürgecilik geçmişine bu açıdan bakmadıkları buna karşın neredeyse bir asır önce, Hollanda’dan uzak bir ülkede, güvenlik nedenleriyle yapılmış bir göç ettirme olayını, hiçbir araştırma yapmadan, soykırım olarak nitelendirmek için ısrar ettiklerini açıklamak mümkün olamamaktadır. O nedenle Hollanda Parlamentosu’nun bu kararının temelinde başka sebepler aranması gerekecektir.

    Orta ve Kuzey Avrupa’nın insanları, Güney Avrupalıların aksine, genelde yabancılara ve o onların kendilerine benzemeyen örf ve adetlere karşı duyarsız ve müsamahasızdır. Hollandalılar gibi sömürgeci geçmişleri olanlar ise genelde kendilerini “Şarklılardan” üstün görmektedir. Ne var ki, büyük sermaye birikimine karşın yeter nüfusları olmaması Hollandalıları, Avrupa’nın diğer ekonomik yönden gelişmiş ülkeleri gibi, hemen tümü “şarklı” yabancı işçilere muhtaç bırakmış bu da söz konusu işçiler ve ailelerinin Hollanda’ya entegrasyonu sorunu doğurmuştur. Halen bu sorunun çözümlendiğini söylemek mümkün değildir ve Hollandalılar ülkelerindeki yabancı işçilerden ve onların ailelerinden rahatsızdır. Oysa asgari on yıl sonra olsa da, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olması olasıdır; bu da Avrupa Birliği’nde Türklerin sayısını arttıracaktır. Tutucu Hollandalılar böyle bir durumu önlemeye çalışmaktadırlar. Ancak Türkiye olmadan AB’nin Orta-Doğu ve Kafkaslar politikalarını başarı ile yürütmesi mümkün olmadığı da bir gerçektir. Buna göre Hollandalılar bir yandan Türkleri ülkelerinde istemezken diğer yandan Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadırlar. Bu çelişkili durum Hollandalıları çelişkili davranmaya götürmüştür. Hollanda hükümeti Türkiye ile müzakerelerin başlaması için çaba sarf ederken, Hollanda milletvekillerinin çoğunluğu müzakereleri zorlaştıracak tertipler peşinde olmuşlardır. Ermeni “soykırımı”nın Türkiye tarafından tanınması da bu çerçevede bir çare olarak görülmüştür.

    Polonya (2005)

    Polonya Parlamentosu 19 Nisan 2005 tarihinde oybirliğiyle şu kararı almıştır: “Polonya Cumhuriyeti Parlamentosu Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de Ermeni halkına karşı yapılmış olan soykırımın kurbanlarını saygıyla anar. Bu cürümün hatırlanması ve kınanması tüm insanlığın, tüm ülkelerin ve iyi niyetli kişilerin görevidir” [40].

    Polonya Parlamentosu’nun bu kararı Türkiye’de gerek kamuoyunda gerek Hükümette büyük tepki ile karşılanmıştır. Türkiye’deki bu tepkilerin nedenini kamuoyunda Polonya hakkında mevcut olumlu imajdır. Bu imajın temelinde tarih boyunca iki ülkenin ortak bir düşmanı (Rusya) olması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Polonya’nın Rusya ve Prusya arasında taksim edilmesini kabul etmemesi bulunmaktadır. Bu kadar olumlu duygular beslenen bir ülkenin parlamentosu Türkiye’nin çok duyarlı olduğu bir konuda, Ermeni görüşlerini aynen benimseyen bir kararı oy birliğiyle alması Türk kamuoyu tarafından bir tür ihanet olarak algılanmıştır.

    Polonya Parlamentosu’nun bu kararı Türkiye’de büyük tepki ile karşılanmış ve Dışişleri Bakanlığı ertesi gün (20 Nisan) şu açıklamayı yapmıştır:

    “Polonya Meclisi 19 Nisan 2005 tarihinde, 1915 yılındaki olayları soykırım olarak tanımlamayı da içeren bir karar kabul etmiştir. Bu kararı kınıyor ve reddediyoruz.

    Birinci Dünya Savaşı koşullarında cereyan eden ve Türklerle Ermenilerin büyük acılar çekmesine yol açan olayların çarpıtılarak, tek taraflı bir yaklaşımla soykırım olarak nitelendirilmesi sorumsuz bir davranıştır.

    Türkiye, ulusal parlamentoların tarihin tartışmalı dönemleri hakkında hüküm verilecek yerler olmadığını ve parlamentoların halklar arasında kin ve nefret duygularını besleyen girişimlerden kaçınmaları gerektiğini savunmuştur.

    Tarihi olaylar hakkında en sağlıklı kararın tarihçiler tarafından verilebileceğine olan inançla Türkiye, Ermenistan’a, Türk ve Ermeni tarihçilerden bir grup oluşturarak, 1915 yılındaki gelişme ve olayları, sadece Türk ve Ermeni arşivlerinde değil, ilgili diğer bütün ülkelerin arşivlerinde araştırarak, vardıkları sonuçları uluslararası kamuoyuna açıklamalarını önermiştir”

    Polonya Meclisi’nin tarihi önerimizi kabul etmesi için Ermenistan Hükümeti’ne tavsiyede bulunmak yerine, 1915 olayları hakkında tahrif edilmiş bilgilere dayalı bir karar alması Türk halkını derinden üzmüştür. Polonya Meclisi’nin bu davranışı, Türk ve Polonya halkları arasında sekiz yüzyıla yakın bir süredir gelişen dostluk duyguları ile de bağdaşmamaktadır. “

    Polonya Meclisi’nin bu kararı almasının çeşitli nedenleri vardır.

    Önce Türkiye’dekinin aksine Polonya’ya Türkiye’ye karşı özel bir sempati beslenmediğini belirtelim. Osmanlı-Rus savaşları ve Polonya’nın taksimi gibi olaylar çok eskidir, bunlar nedeniyle vaktiyle Polonya’da Türkiye’ye için bir sempati var idiyse bunun Sovyetler Birliği döneminde silinmiş olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de Sovyetlerin Polonya’da, NATO’nun sadık üyesi Türkiye hakkında, hem de Çarlık Rusyasının ortak düşman olmasından kaynaklanan sempati tezahürlerine izin vermemiş olduğu muhakkaktır.

    Polonya’da büyük sayılabilecek bir Ermeni azınlığı olmaması ve bu ülkenin Ermenistan ile de özel denebilecek ilişkilerde bulunmaması söz konusu kararın başka nedenlerle alındığını düşündürmektedir. AB’ne yeni katılan tüm eski Komünist ülkelerde olduğu gibi, Polonya’da da, herhalde kendi eksikliklerini telafi etmek için, insan haklarının savunulmasında aşırı bir çaba gözlemlenmektedir. Diğer yandan Polonya’nın eski düşmanı yeni dostu ve hamisi Almanya’dan gelen bazı telkinlerin de söz konusu kararın alınmasını etkilemiş olması olasıdır. Polonya Parlamentosu’nun Türkiye’den gelen uyarılara rağmen bu kararı almasının başlıca iki nedeni vardır: Birincisi tüm AB üyesi ülkeler gibi Polonya’nın da Türkiye’nin AB’ye katılım süreci içinde bir çok kez veto kullanmak hakkına sahip olmasıdır. Bu durumun Türkiye’yi AB üyeleri ile iyi ilişkiler içinde olmaya zorlayacağı ve mesela bu çerçevede Polonya Parlamentosu’nun aldığı karara fazla tepki gösteremeyeceği düşünülmüş olsa gerektir. İkincisi ise Türkiye’nin itiraz ettikten sonra kısa zamanda olayları unuttuğuna inanılmasıdır. Nitekim Polonya Parlamentosu Başkanı Wlodzimierz Cimoszewicz iki ülke arasındaki bu sorunun birkaç gün içinde ortadan kalkacağını söylemiştir[41].

    Almanya (2005)

    Alman Parlamentosu 16 Haziran 2005 tarihinde “1915 Ermeni Sürgün ve Katlinin Hatırlanması ve Anılması: Almanya Türkler ve Ermenilerin Barışmasına Katkıda bulunmalıdır” başlığını taşıyan bir karar kabul etmiştir. Bu karar, bu konuda şimdiye kadar kabul edilen kararların en uzunudur. Türkiye için Almanya ile olan ilişkilerin önemi ve Almanya’da üç milyon kadar Türkün varlığı dikkate alınarak bu karar aşağıda ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir.

    XIX. asrın son yarısında Almanya’da ırkçılık akımları oluşmuş ve bu akımlar, I. Dünya Savaşı’nı kaybetmenin getirdiği düş kırıklığının da yardımıyla, Nazi rejiminin doğmasına neden olmuştu. Nazi rejiminin ırkçılığın doruğuna çıkarak altı milyon kişiyi sırf Yahudi oldukları için öldürdüğü bilinmektedir. Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nda büyük bir yenilgiye uğraması, parçalanması, yıllarca galip güçlerin işgali altında kalması bu hazin olaylara neden olan ırkçılığı tamamen ortadan kaldırmasa da çok geriletmiştir.

    Sovyetler Birliği’nin Batı Avrupa ülkeleri için tehlike oluşturması karşısında Almanya’nın yardımına ihtiyaç duyulmuş ve bu ülkenin geçmişi bir yana bir yana bırakılarak Almanya Avrupa’nın hür ülkeleri arasına alınmıştır. Almanya kısa zamanda kalkınmaya başlamış, ancak sermaye olmasına karşın savaş nedeniyle yeterli sayıda iş gücü bulunmaması bir sorun teşkil etmiş, el emeği açığı diğer ülkelerden getirilen “misafir” işçilerle kapatılmış ve Almanya kısa sayılabilecek bir zaman içinde Avrupa’nın en güçlü ekonomisine sahip olmuştur.

    Büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu “misafir” işçilerin başka gelenek ve kültürden gelmesi, ırkçı temelleri nedeniyle genelde hoşgörüye sahip olmayan Almanlar için bir sorun yaratmış, bu durumun çözümü için yabancı işçilerin Almanya’da erimesi anlamına gelen “entegrasyon” fikri ortaya atılmış, ancak bundan beklenen sonuç alınamamış, az sayıda yabancı işçi asimile olmuş ve büyük çoğunluk, aradan üç kuşak geçmesine rağmen milli benlikleri ile örf ve adetlerini korumuştur. Almanya’nın birleşmesinden sonra, demokrasi ve insan hakları değerlerini özümsememiş Doğu Almanyalıların Alman toplumuna katılması ırkçı davranışları ve yabancı düşmanlığını arttırmıştır.

    Alman Hıristiyan Demokrat Birliği ile Hıristiyan Sosyal Birliği partilerinden oluşan ve kısaca Hıristiyan Demokratlar olarak adlandırılan siyasi oluşum, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Federal Almanya’nın kurulmasında başlıca rolü oynamıştır. Hıristiyan Demokratlar savaş sonrasında Türkiye ile Almanya arasında her alanda yakın ve dostane ilişkiler kurulmasının da mimarıdır. Hıristiyan Demokrat hükümetler Türkiye’ye mali ve askeri yardım yapmış ve Alman ekonomisinin ihtiyacı olan yabancı işçilerin büyük kısmının Türkiye’den getirilmesi kararını da Hıristiyan Demokrat hükümetler almıştır.

    Bu olumlu tablo Sovyetler Birliğinin dağılması ve Almanya’nın birleşmesinden, diğer bir deyimle Avrupa’nın stratejik alanda Türkiye’ye olan ihtiyacının azalmasından ve ekonomik durgunluk nedeniyle Almanya’da işsizliğin başlamasından sonra, değişmiştir. Hıristiyan Demokratlar, Türk işçilerinin Almanya’ya entegrasyon sorunlarını gündeme getirmeye başlamışlar, ayrıca Türkiye’nin Avrupa Birliğim üyeliğine kabul edilmemesine karşı çıkmışlardır. Ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkisinin azalması da sakıncalı gördüklerinden Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” tanınması fikrini ortaya atmışlar bu fikir gerçekleşmeyince başka bir formül arayışına girmişler ve Türkiye’yi Ermenilerin kıyımı ile suçlamanın gelecek parlamento seçimlerinde Sosyal Demokratlara oy kaybettirebileceği düşüncesiyle bu konuyu işlemeye başlamışlardır.

    Bu arada Almanya’da genelde sağ kesime mensup kişilerin Yahudi soykırımı suçlamalarından çok rahatsız olduğunu belirtmek gerekmektedir. Ne var ki bu suçlamaları reddetmek mümkün değildir. Buna karşın soykırım suçu Almanlardan önce başkaları tarafından da işlenmişse bu, Almanların suçunun azalması şeklinde algılanmaktadır. Bu nedenle Almanya’da sağ kesimde başkalarını soykırım yapmakla suçlamak eğilimi vardır. Hıristiyan Demokratlar Türkiye’yi suçlarken bu kesimden de destek alacaklarını düşünmüşlerdir.

    Hıristiyan Demokratlar bu hususları dikkate alarak 23 Şubat 2004 tarihinde Alman Parlamentosuna Ermeni sorunu hakkında bir karar tasarısı sunmuşlardır. Bu tasarı Alman Hükümetinin Ortağı Yeşillerce desteklenmiş ancak Sosyal Demokratlar karşı çıkmıştır. Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletinde yapılan seçimleri Sosyal Demokratların kaybetmesi sonuncunda Parlamento seçimlerinin yenilenmesi kararı alınınca Sosyal Demokratlar, kendilerine genel seçimlerde oy kaybettireceği düşüncesiyle Hıristiyan Demokratların tasarısına karşı çıkmaktan vazgeçmişlerdir.

    Söz konusu tasarı, bazı önemsiz değişikliklerden sonra, Alman Parlamentosunda 16 Haziran 2005 tarihinde oylama yapılmadan, diğer bir deyimle oybirliğiyle, kabul edilmiştir.

    Alman Parlamentosu’nun bu kararında soykırım sözcüğü yoktur. Buna karşın, “Ermenilerin neredeyse tamamen imha edilmeleri”, “Ermenilerin sürülüp yok edilmeleri” gibi deyimler soykırım kavramını ile aynı anlamı taşımaktadır. Kararda soykırım sözcüğünü kullanılmamasının nedeninin Almanya’da yaşayan Türklerin sert tepki göstermesinden duyulan endişe olduğu yorumu yapılmaktadır.

    Karar, tarihin dürüst bir şekilde ele alınmasının gerekli olduğuna ve bunun barışmanın en önemli temelini teşkil ettiğine inanıldığını, bu hususun özellikle Avrupa hatırlama kültürü çerçevesinde geçerli olduğunu ve ulusal tarihin karanlık sayfalarıyla açık bir şekilde yüzlenilmesinin de buna dahil bulunduğunu ifade etmektedir. Almanya, Avrupa kıtasında çeyrek asırlık bir dönemde (1914-1839) iki büyük savaş çıkartmış, milyonlarca sivil ve askerin ölmesine neden olmuş ve ayrıca Yahudilere soykırım uygulamıştır. Sonunda uğradığı yenilgi o kadar büyük olmuştur ki, tekrar bağımsız bir devlet olarak kabul edilebilmesi için, topraklarının büyük kısmından vazgeçmesi, yıllarca yabancı kuvvetlerin işgali altında kalması ve her şeyden önce işlediği tüm suçları kabul etmesi ve tazminat ödemesi gerekmiştir.

    Ancak Almanya’nın bu özel durumunun diğer ülkeler için örnek teşkil etmediği görülmektedir. Özellikle savaşta yenilmemiş ülkelerin sömürgeci geçmişlerini veya tarihlerinin karanlık sayfalarını tanımak gibi bir eğilimleri bulunmamaktadır. Bunun en çarpıcı örneği Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları katliam ve mezalimi tanımayı reddetmeleri oluşturmaktadır.

    Kararda Alman Parlamentosu’nun Türkiye’de Osmanlı İmparatorluğu’nda meydana gelen olaylar hakkında kapsamlı bir tartışma sürdürülmesinin hala mümkün olamamasından ve Türk tarihinin bu bölümünü ele alan bilim adamları ve yazarların cezai takibata maruz kalmalarından üzüntü duyduğu bildirilmektedir. Bu kararı kaleme alanların Türkiye’deki durumdan hiç haberdar olmadıkları görülmektedir. Son birkaç yıldır Türkiye’de 1915 tehcirinin soykırım olup olmadığı hakkında yoğun bir tartışma sürmektedir. Soykırım taraftarlarından hiç biri takibata uğramamıştır. Yves Ternon ve Vahank Dadrian gibi soykırım iddiasının şampiyonu yazarların eserleri başta olmak üzere, Ermeni görüşlerini yansıtan pek çok kitap Türkiye’de yayınlanmıştır. Ayrıca Almanya’da pek revaçta olan Franz Werfel’in “Musa Dağında Kırk Gün “adlı romanı da yayınlanmıştır.

    Karar bu gibi haksız ve yanlış ifadelerden sonra, herhalde bir denge kurmak amacıyla, Türkiye’de Avrupa hatırlama kültürü anlamında Ermeni sorunuyla giderek daha fazla ilgilendiği yönünde ilk olumlu işaretlerin de ortaya çıkmaya başladığının görüldüğünü bildirmekte ve örnekler vermektedir.

    Birinci örnek olarak TBMM’in, “Ermenilere karşı gerçekleştirilen suçlar” ve Türk-Ermeni ilişkileri hakkında görüşmeler yapmak üzere Ermeni kökenli Türk vatandaşlarını davet etmesi gösterilmektedir. Bununla TBMM’nin AB uyum ve Dışişleri Komisyonunun 4 Nisan 2005 tarihinde yapmış olduğu ve Türk ve Ermeni asıllı bazı yazarların çağrıldığı toplantı kastedilmektedir. Ancak bu toplantı, Ermeni sorunu hakkında bir görüş alış verişi şeklinde olmuş “Ermenilere karşı işlenen suçları” gibi bir konu görüşülmemiştir.

    İkinci örnek, Viyana’da Türk-Ermeni kadınlar diyalogu gibi kamuoyunda iz bırakmamış bir olay gösterilmiştir.

    Üçüncü örnek Türk ve Ermeni tarihçileri arasında gerçekleştirilen ilk temaslar sonucu belge alış-verişi yapılmış olmasıdır. Bununla Türk ve Ermeni tarihçiler arasında Viyana’da yapılan bazı temaslar kastedilmektedir. Ancak kararda , Ermenilerin çekilmesi sonucunda bu girişimin sona erdiğinden bahsedilmemektedir.

    Dördüncü örnek olarak Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Patriği Mesrob ile birlikte Türkiye’deki ilk Ermeni müzesini İstanbul’da açmış olması gösterilmektedir. Başbakanın bu jesti tamamen Türkiye Ermenilerine yöneliktir. Türkiye Ermenileri de, kendilerin bir çok kez de ifade ettiği gibi, Ermeni sorunun bir parçası değildir.

    Son örnek olarak Başbakan Erdoğan’ın bir Türk-Ermeni tarihçiler komisyonu kurulmasını önermesi gösterilmiş ancak bunun da hür ve kamuoyuna açık bilimsel tartışmalar temelinde gerçekleştirildiği takdirde başarıya ulaşabileceği belirtilmiştir.

    Kararda Almanya’da Türkiye’den gelen çok sayıda Müslüman’ın yaşıyor olması nedeniyle tarihi anımsamanın ve bu suretle barışmaya da katkıda bulunmanın önemli bir görev olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler, dolaylı bir şekilde, Almanya’da çalışan Türklerin Ermenilerin soykırıma uğramış olduğunu kabul etmelerinin onlar için bir görev olduğunu anlamına gelmektedir. Almanya’daki Türklerin böyle bir görevi yoktur. Almanya’da git gide artmakta olan yabancı düşmanlığının etkisiyle Almanya’daki Türklere Ermeni sorunun bahane ederek baskı yapmaya çalışıldığı görülmektedir.

    Kararda Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi bölgenin geleceği açısından büyük önem taşıdığı bu bağlamda acilen AGİT ilkeleri temelinde her iki tarafta güven artırıcı önlemler gerektiği, örneğin Türkiye’nin sınırları açmasının Ermenistan’ın tecridine son verebileceği ve diplomatik ilişkilerin başlatılmasını teşvik edebileceği kayıtlıdır. Ayrıca Almanya’nın AB komşuluk inisiyatifi çerçevesinde özel bir yükümlülük altında bulunduğu, hedefin, Ermenistan ile Türkiye arasındaki durumun normalleşmesi ve iyileşmesine yardımcı olma ve böylece Kafkasya bölgesinde istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmak olduğu belirtilmektedir. Görüldüğü üzere kararda Güney Kafkasya’da istikrarın neden bozulduğu hususuna hiç değinilmeden bu istikrarın sağlanması için Türkiye’nin sınırlarını açması ve Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması istenmektedir. Oysa Kafkasya’da istikrarı bozan ülke, Karadağ ve diğer Azerbaycan topraklarını işgal eden, Türkiye’nin sınırlarını resmen tanımayan ve siyasi çıkar sağlamak amacıyla Türkiye’ye karşı soykırım iddiaları ileri süren Ermenistan’dır. Ermenistan’ın bu hareketlerinden hiç bahsedilmemesi Alman Parlamentosu’nun bu kararının inanırlığını ortadan kaldırmaktadır.

    Kararda Federal Eyaletlerin, eğitim yoluyla, Ermenilerin sürülüp yok edilmeleri konusunun Almanya’da da ele alınmasına katkıda bulunmaları gerektiği kayıtlıdır. Bu ifade Ermenilerin soykırım iddialarının Almanya’da okullarda okutulması anlamına gelmektedir. Böylece Alman öğrencilerde bir Türk düşmanlığı belirecek Türk asıllı öğrenciler ise suçluluk duygusuna kapılacaklardır. Bu duygunun Türk asıllı öğrencilerden bazılarının zamanla milli benliklerini terk etmesi sonucunu vereceği düşünülmüş olsa gerektir.

    Alman Parlamentosu kararında Federal Hükümetten bazı taleplerde bulunulmaktadır. Bu talepleri, bazıları hakkında açıklamalar yaparak, aşağıda özetle veriyoruz.

    * Türkler ve Ermeniler arasında barışma ve tarihi suçun affedilmesi/özür dilenmesi suretiyle anlaşmaya varılmasının sağlanması için yardımcı olması.

    (Türkler Ermenilere karşı bir suç işlenmiş olduğunu kabul etmediklerinden özür dilemeleri de söz konusu değildir. Diğer yandan Ermeni sorunu psikolojik olmaktan ziyade bazı çıkar hesaplarına dayanan siyasi bir sorundur. Bir tarafın özür dilemesi diğer tarafın af etmesiyle çözümlenemez. )

    * Türkiye Parlamentosu, Hükümeti ve toplumunun Ermeni halkına karşı tarihte ve günümüzde oynadıkları rolü kayıtsız şartsız sorgulanması için girişimde bulunulması ( Bu ifadeler Türkiye’nin Parlamentosu, Hükümeti ve toplumuyla sözde Ermeni soykırımını tanıması gerektiğinin dolayı bir ifadesidir )

    * Türk ve Ermeni bilim adamlarının yanı sıra uluslararası uzmanların da katılacağı bir tarihçiler komisyonu oluşturulması için girişimde bulunulması (Alman Parlamentosu böylelikle Başbakan Erdoğan’ın tarihçiler komisyonu önerisini kabul etmiş olmaktadır. Ancak bu komisyona uluslararası uzmanları da katılması gerektiğini öne sürmektedir. Böylece Türler ve Ermeniler kendi sorunlarını kendileri çözmeleri yerine bu sorunlar uluslararası hale getirmek istenmektedir. )

    * Konu hakkında sadece Osmanlı İmparatorluğu belgelerinin değil, aynı zamanda Almanya’nın Türkiye’ye de iletmiş olduğu Federal Dışişleri Bakanlığı arşiv belgelerinin de kamuoyuna açılması için girişimde bulunulması (Alman Arşivleri açık olduğuna göre buradaki belgelerin kamuoyuna açılması sözleri anlamsızdır. Ayrıca bu ifadeler Türkiye’de sadece Osmanlı belgelerinin yayınlanmış olduğu kanısını vermektedir. Oysa Türkiye’de Osmanlı belgeleri yanında İngiliz ve Fransız belgeleri de yayınlanmıştır. Ayrıca Türk Tarih Kurumu Rus belgelerinin yayınlanmasını planlamıştır. Bu arada ilgili Alman belgeleri de yayınlanabilir. Ancak bunlar daha önce incelenmiş olduğundan Alman belgelerinin konunun incelenmesine büyük katkı yapması beklenemez. )

    * İstanbul’da yapılması planlanan fakat devlet baskısı nedeniyle ertelenen konferansın gerçekleştirilmesi için girişimde bulunulması ( Ermeni taraftarı bazı Türk bilim adamları ve yazarlarının Boğaziçi Üniversitesinde 2205 yılı Mayıs ayı sonunda düzenlemek istedikleri konferanstan bahsedilmektedir. Bu konferansın yapılması için Alman Hükümetinin neden çaba göstermesi gerektiği anlaşılamamaktadır. Diğer yandan konferansın devlet baskısıyla ertelendiği doğru olmayıp dört ay sonra Türk Hükümetinin yardımıyla yapılabildiği bir gerçektir.)

    * Özellikle Ermenilerin kaderi konusunda olmak üzere Türkiye'de düşünce özgürlüğünün teminat altına alınması için girişimde bulunulması (Bu ifadeler, Kararı kaleme alanların Türkiye’deki koşullar hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıklarını göstermektedir. Türkiye’de ifade özgürlüğü mevcuttur. Nitekim halen bir çok kişi 1915 Ermeni tehcirinin soykırım olduğunu söylemekte ve yazmaktadır.)

    * Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yardımcı olması.

    (Alman Parlamentosu’nun yukarıda saydığımız kararı Ermeni görüşlerini yansıtmaktadır. Diğer bir deyimle bu karar tarafsız ve adil değildir. Alman hükümeti, ilke olarak, bu kararda ifade edilen görüşleri dikkate almak mecburiyetindedir. O nedenle Alman Hükümetinin Türkiye-Ermenistan ilişkilerini normalleşmesine olumlu bir katkı yapması mümkün değildir.)

    Özetlemek gerekirse Federal Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen bu karar “Anadolu’daki Ermenilerin neredeyse tamamen imha edildikleri” gibi hiçbir dayanağı olmayan iddialara yer vererek kaleme alanların tarih bilgisinden ne kadar uzak olduklarını göstermekle kalmamakta, Alman Hükümeti’ne, “Ermenilerin sürülüp yok edilmesinin” eyalet eğitim politikalarına dahil edilmesini tavsiye ederek Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek sorumsuz, son derece tehlikeli ve kışkırtıcı öneriler de içermektedir. Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti belgelere dayanması halinde tarihinin herhangi bir döneminin muhasebesini yapmak için yabancı ülke parlamentolarının kararlarına ihtiyaç duymayacak kadar da devlet geleneğine sahip bir ülkedir. Ancak, Federal Almanya Parlamentosu kararında dile getirildiği gibi kendi geçmişiyle yüzleşmek ihtiyacını duyuyorsa, bunu asılsız iddialar temelinde şekillendirilen tarihi olaylar ve Türkiye’nin üzerinden değil, kendi tarihi sorumlulukları çerçevesinde yapmalıdır.”

    Bu vesileyle Alman Parlamentosu’nun bu kararının Türkiye bakımdan hukuki bir sonuç doğurmayacağını belirtelim. Zira, milli egemenlik ilkesi gereği, bir devlet sadece kendi taahhütlerini yerine getirmekle mükelleftir. Başka ülkelerde alınan tek taraflı kararların hukuki yönden bir değeri yoktur. Buna karşın bu kararın, Ermeni diasporasını ve Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı olan tutumlarının daha da sertleştirmek gibi olumsuz bazı siyasi sonuçları olabileceğini ve Alman hükümeti bu karar gereğince girişimde bulunmaya kalktığı taktirde iki ülke ilişkilerinde sıkıntılar, hatta bunalımlar yaşanacağını belirtelim.

    Dışişleri Bakanlığı tarafından 16 Haziran’da yayınlanan bir açıklamada Alman Parlamentosu’nun bu kararı kınamış, kararın Almanya iç politikası hesaplarından kaynaklandığı, hiçbir dayanağı olmayan iddialar ve Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek öneriler içerdiği ve bu kararın iki ülke arasındaki ilişkilere olumsuz etki yapacağının zamanında Alman muhataplara bildirildiği belirtilmiştir. Dışişleri açıklamasının tam metni aşağıdadır:

    “Federal Almanya Parlamentosu bugün (16 Haziran), Parlamento’da temsil edilen partilerin ortak sunucu olduğu ve 1915 yılında yaşanan olaylarla ilgili olarak Ermeni iddialarına ilişkin bir kararı kabul etmiştir. Bu kararı esefle karşılıyor ve şiddetle kınıyoruz.

    Yaklaşık üç aydır Almanya Parlamentosu’nun gündeminde bulunan bu karar ile ilgili olarak görüşlerimiz her düzeyde Alman muhataplarımıza iletilmiş, kararın tek yanlı içeriğine, metindeki vahim maddi yanlışlıklara ve bilgi eksikliklerine işaret edilmiş ve böyle bir kararın, özellikle Almanya gibi her zaman dost ve müttefik olarak görülen bir ülke tarafından kabulünün Türk halkını derinden yaralayacağına ve ikili ilişkilerimiz üzerinde yapacağı menfi etkilere dikkat çekilmiştir.

    Ancak gelinen aşamada, tüm bu uyarılarımızın Federal Alman Parlamentosu tarafından dikkate alınmadığı üzüntüyle gözlenmektedir.

    Bu girişimin Alman iç politika hesaplarından kaynaklandığı açıktır. Böyle hassas bir konunun iç politikanın küçük hesaplarına alet edilmesi sorumsuzluk ve dar görüşlülüğün bir kanıtıdır.

    Federal Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen karar “Anadolu’daki Ermenilerin neredeyse tamamen imha edildikleri” gibi hiçbir dayanağı olmayan iddialara yer vererek hazırlayıcıların tarih bilgisinden ne kadar uzak olduklarını göstermekle kalmamakta, Alman Hükümeti’ne, “Ermenilerin sürülüp yok edilmesinin” eyalet eğitim politikalarına dahil edilmesini tavsiye ederek Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek sorumsuz, son derece tehlikeli ve kışkırtıcı öneriler de içermektedir.

    Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle barışıktır. Tarihi olayların parlamentolarca değil, ancak tarihçiler ve uzmanlar tarafından değerlendirilebileceği düşüncesinden hareketle arşivlerini Alman ve Ermeniler dahil tüm araştırmacılara açmış, Ermenistan’a, Osmanlı dönemindeki Türk-Ermeni ilişkilerini ortak bir komisyonda incelenmesi önerisini resmen iletmiştir. Türkiye Cumhuriyeti belgelere dayanması halinde tarihinin herhangi bir döneminin muhasebesini yapmak için yabancı ülke parlamentolarının kararlarına ihtiyaç duymayacak kadar da devlet geleneğine sahip bir ülkedir. Ancak, Federal Almanya Parlamentosu kararında dile getirildiği gibi kendi geçmişiyle yüzleşmek ihtiyacını duyuyorsa, bunu asılsız iddialar temelinde şekillendirilen tarihi olaylar ve Türkiye’nin üzerinden değil, kendi tarihi sorumlulukları çerçevesinde yapmalıdır.”

    Yukarıda belirttiğimiz gibi Alman Parlamentosu bu kararı oy birliği ile almıştır. Almanların iki ülke arasında çok yakın ilişkilere, Almanya’da üç milyondan fazla Türkün varlığına ve her yıl Türkiye’ye milyonlarca Alman turist gelmesine karşın Alman Parlamentosunda Türk görüşlerini savunan bir kişi dahi çıkmaması kabul edilemez bir durumdur. Yapılan uyarılara rağmen, Alman Parlamentosu’nun ne ülkedeki Türklerin ne de Türk kamuoyunun görüşlerini hiçbir şekilde dikkate almak zahmetine katlanmaması Türkiye-Almanya ilişkilerine olumsuz etkilemiş ve Almanya’ya ve Almanlara olan güveni sarsmıştır.. Bu arada, son seçimleri kazanarak iktidar ortağı olan Hıristiyan demokratların Türkiye’nin AB üyeliği aleyhindeki politikalarını sürdürmeleri de Alman Parlamentosu’nun Ermeni görüşlerini tamamen benimseyen bu karar nedeniyle esasen yıpranmış olan iki ülke ilişkilerini daha da bozması ve yukarıda değindiğimiz bunalımın belki beklenenden kısa bir zamanda çıkması olasılığını güçlendirmiştir.

    Venezuela (2005)

    Venezuela Parlamentosu 14 Temmuz 2005 tarihinde Ermeni soykırım iddialarını benimseyen bir kararı oybirliğiyle kabul etmiştir.

    Kararın giriş bölümünde, özetle, insanlık tarihinin ilk bilimsel olarak planlanmış, örgütlenmiş ve icra edilmiş soykırımının doksan yıl önce meydana geldiği, bu soykırımın Genç Türkler ve onların ideolojisi olan Pantürkizm tarafından Ermeni halkına karşı işlendiği ve iki milyon kadar kişinin ortadan kaldırılmasına yol açtığı, bu tür cinayetlerin tekrarlanmaması için açıkça ifade edilmesi ve bu soykırımın Türk halkı ve dünyanın bütün hakları tarafından reddedilmesi gerektiği ve siyasi davalar ve çıkarlar nedeniyle soykırımın inkar edilmesi yoluyla tarihin değiştirilmesine çalışıldığı belirtilmektedir. Karada ayrıca Ermeni halkının ve hükümetinin taleplerinin desteklendiği, Ermeni soykırımını tanıyıncaya kadar Türkiye’nin üyelik başvurusunu ertelemesini Avrupa Birliğinden istendiği gibi hususlar da yer almaktadır.

    Görüldüğü gibi bu karar Ermeni soykırım iddiaları hakkında şimdiye kadar çeşitli ülkeler parlamentolarında alınan ,kararların en serti ve en abartılısıdır. Venezuela Parlamentosunu bu kadar cesur kılan husus, şüphesiz, Türkiye’nin uzaklığı ve iki ülke arasında kayda değer ilişki olmamasıdır. Venezuela’da zengin, diğer bir deyimle etki yapabilen bir Ermeni Cemaatinin varlığı, buna karşın kayda değer sayıda Türk olmaması da bu kararın kolaylıkla alınmasın başlıca nedenleridir. Ayrıca Uruguay ve Arjantin’de alınan kararların da Venezuela parlamentosu için emsal teşkil ettiği muhakkaktır. Bir Ermeni kaynağı otoriter idaresi ve popülist davranışları nedeniyle ABD tarafından eleştirilen Venezuela Başkanı Chavez’in bu kararla Batılıları ve özellikle Avrupa ülkelerini vicdani görevlerini yapmaya çağırmak fırsatını kullandığını yazmıştır.

    Litvanya (2005)

    Litvanya Parlamentosu 15 Aralık 2005 tarihinde aldığı bir kararla Ermenilerin soykırım iddialarını tanımış ve Türkiye’den de tanımayı yapmasını istemiştir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ertesi gün yaptığı bir açıklamada Parlamentoların tarihin tartışmalı dönemlerine ilişkin hüküm verme görevi olmadığını, tarihin tarihçiler ve bu kararın ne Türkiye ne de Litvanya arasındaki ilişkilere, ne de Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecine olumlu yansımaları olmayacağını bildirmiştir.

    Türkiye ile hiçbir sorunu olmayan, ayrıca Ermenistan ile ilişkilerinin de bir özelliği bulunmayan Litvanya Parlamentosu’nun bu kararı almasının nedenlerini, Slovakya gibi bu ülkenin vaktiyle Nazilerle işbirliği yapmış olmasında aramak gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın başında bağımsızlığını kaybederek Sovyetler Birliği’ne bağlanan Litvanya savaş içinde Alman orduları tarafından işgal edilmiş, tekrar bağımsızlığını kazanmış ve Nazilerle işbirliğine başlamıştır. Bu çerçevede Litvanya’daki 220-250 bin civarında olduğu tahmin edilen Yahudilerin neredeyse tamamı (%95) ortadan kaldırılmıştır[42]. Savaş sonrasında tekrar Sovyetler Birliği’ne dahil edilen Litvanya Sovyetlerin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanmış, Avrupa Birliği’ne katılma sürecinde vaktiyle Yahudilere yapılanları affettirmek veya unutturmak amacıyla insan hakları savunuculuğu yapmaya başlamıştır. Litvanya Parlamentosu Ermenilerin soykırım iddialarını tanımakla kendi ülkesinde Yahudilere karşı işlenmiş olan soykırım suçunun daha önce başka ülkeler tarafından işlendiğini ileri sürerek, diğer bir deyimle Litvanya’nın bu suçu işlemekte yalnız olmadığını vurgulayarak kendi sorumluluğunu hafifletmeye çalışmıştır.

    ABD ve Ermeni Sorunu

    Ermeni soykırım iddialarını kabul etmiş devletler arasında sayılmamasına rağmen ABD’nin bu konuda özel bir yeri vardır. Protestan misyonerlerin Anadolu’daki faaliyeti nedeniyle ABD’nin Ermenilerle ilgisi ve ilişkisi çok eskidir. Amerikan Senatosunun Ermeniler lehindeki ilk kararının tarih 1894’tür. Tehcirden sonra Amerikalıların Ermenilere ilgisi daha da artmıştır. Halen ABD’deki Ermeni azınlığı bir milyon civarında olup Ermenilerin ülkeye iyi uyum sağlamış oldukları görülmektedir. Kaliforniya, Massachusetts ve New Jersey gibi eyaletlerde de ciddi oy potansiyeline sahiptirler.

    Ermeni terörizmi başladıktan sonra Ermeniler Amerikan Kongresinden sözde Ermeni soykırımının tanınması için bir karar çıkartmaya uğraşmışlardır. Amerikan Kongresi 1975 ve 1984 yıllarının 24 Nisan gününü “İnsanın insana insanlık dışı davranışlarını anma günü” ilan etmiştir. Bu kararların metinlerinde Ermenilerin 1915 yılında soykırıma uğradığı belirtilmektedir. 1984 kararında ise bu soykırımın Türkiye tarafından yapıldığı öne sürülmektedir. Ne var ki bu kararlar 1975 ve 1984 yıllarıyla sınırlı kaldığı için Ermenileri memnun etmemiştir. 1996 yılında Amerikan Temsilciler Meclisi Ekonomik Yardım Fonundan Türkiye’ye 22 milyon dolar verilmesi hakkındaki bir kararın içine sözde Ermeni soykırımını da sokuşturarak Türkiye’nin bu yardımı alabilmesini “1915-1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermeni halkına yapılan Mezalim”i tanımasına ve “Ermeni soykırımı kurbanlarının anısını onurlandırmak için uygun önlemler” almasına bağlamıştır. Ancak Türkiye bu koşullar altında yardımı istememesi kararı sonuçsuz bırakmıştır.

    Ermenilerin bir diğer propaganda girişimleri de her yıl 24 Nisan münasebetiyle ABD Başkanından bir mesaj yayınlamalarını istemek olmuştur. İlk mesaj, Kaliforniya’da valilik yapmış olması nedeniyle Ermenilerle yakın teması olan Başkan Ronald Reagan tarafından 1981 yılında yayınlanmış ancak bu mesaj Ermenilere temas etmekle beraber temelde Yahudi Holokostunu konu almıştır. Diğer yandan Başkan Reagan 1988’e kadar görevde kalmasına rağmen başka mesaj yayınlanmıştır. Onu izleyen Başkan George Bush ise dört yıllık görev süresinde bir kez, 1990 yılında mesaj yayınlamıştır. Başkan Bill Clinton ise sekiz yıl içinde, 1994’ten itibaren her yıl olmak üzere, altı mesaj yayınlamıştır. Başkan George W. Bush ise artık gelenek haline geldiği görülen bu mesajlara her yıl devam etmiştir [43].

    2000 yılında, Ermeni iddialarının hemen tümünü içeren bir karar tasarısının Komisyonlardan geçerek Temsilciler Meclisi genel kuruluna gelmesi Türkiye’ye dikkatle izlenen ve itiraz edilen bir olay olmuştur. Tasarının kabulüne kesin gözüyle bakılırken Başkan Bill Clinton Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert’e 19 Ekim 2000 tarihinde bir mektup göndererek ABD’nin bu bölgede önemli çıkarları bulunduğunu, söz konusu tasarının bu sırada ele alınmasının bu çıkarları olumsuz yönde etkileyeceğini, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyileştirme çabalarını engelleyeceğini bildirmiş ve tasarının ele alınmamasını istemiştir. Temsilciler Meclis Başkanı buna dayanarak tasarıyı gündemden çıkartmıştır.

    11 Eylül 2001’de New York’ta yapılan terörist saldırı ve 2003 yılında da Irak’a bir askeri müdahale yapılması Türkiye’nin, esasen var olan stratejik önemini dolayısıyla ABD’nin çeşitli alanlarda Türkiye’nin işbirliğine olan ihtiyacını arttırmış ve o nispette de Amerikan Kongresinden Ermenilerin istekleri doğrultusunda bir karar çıkması olasılığını azaltmıştır. Nitekim bu tarihten sonra Ermenilerin bir süre doğrudan sözde soykırımını konu alan bir kararı hedeflemedikleri buna karşın Yahudi Holokostunu ile ilgili bir kararda isimlerini geçiremeye çalıştıkları görülmüştür.

    ABD’nin Irak operasyonu için Türkiye’nin geçiş izni vermemesi ile iki ülke arasında bir süre yaşanan soğukluk döneminde Ermenilerin yeniden bir karar tasarısı sunmaları beklenmişse de bu husustaki girişimler sözde soykırımın 90 yılı anma tören ve faaliyetlerinden sonra 2005 yılı yaz aylarında vuku bulmuş ve “soykırım” konusunda Temsilciler Meclisine iki tasarı sunulmuştur.

    Bunlardan H. Con. Res. 195 numarasını taşıyan tasarı 2000 yılı tasarısının aynıdır. Giriş bölümünde akla gelen tüm Ermeni iddialarını sıraladıktan sonra işlem bölümünde, özetle, Kongrenin her yıl Ermeni “soykırımını” anması, Başkanın , Amerikan halkı adına her yıl Ermeni “soykırımını” anması, Türk Hükümetinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni “soykırımı” konusundaki suçunu kabul etmesi, böyle yaptığı taktirde Türkiye’nin AB üyeliğinin desteklenmesi, ayrıca “adil bir çözüm için” Tür hükümetinin Ermenistan ve Ermeni halkıyla bir yakınlaşma başlatması istenmektedir.

    H. Res. 316 sayıyı taşıyan diğer bir karar tasarısında ise, yine Ermeni iddiaları olduğu gibi sıralanıp kabul edildikten sonra Amerikan dış siyasetinin Ermeni soykırıma ait sorunları yansıtması ve ABD Başkanın her yıl 24 Nisan’da yayınladığı mesajda soykırımı deyimini kullanması istenmektedir.

    Her iki tasarı da komisyonlardan geçtikten sonra Temsilciler Meclisine gönderilmiştir. Genel kanı ABD Başkanın bir müdahalesi olmadığı taktirde bu tasarıların kabul edileceği merkezindedir.

    ABD Temsilciler Meclisindeki Ermeni Çıkarlarını Koruma Grubu (Armenian Caucus) tarafından sunulan H.R.3103 sayılı bir diğer tasarıda Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı ambargoyu kaldırması için ABD tarafından atılan adımlar ve yapılan planlar hakkında ABD dışişleri bakanın her yıl Kongreye bir rapor sunması istenmektedir.

    Aynı Grubun H.R.3361 sayı ile Temsilciler Meclisine sunduğu bir başka tasarı, Kars ile Gürcistan’ın Ahalkelek şehri arasında yapılması öngörülen demiryolu hattı için ABD’nin yardım sağlamamasına dairdir.

    Görüldüğü üzere, bu tasarılar soykırım iddialarının kabulü, Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması ve Kars-Ahalkelek demiryolunun yapılmaması şeklinde özetlenebilecek olan Ermeni taleplerini Amerikan Kongresine kabul ettirmek amacını gütmektedir.

    ABD için değinilmesi gereken bir diğer konu da çok sayıda eyaletin sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararlar almış olmasıdır[44]. ABD’de eyalet meclislerinin, valilerin ve belediye başkanlarının seçmenlerinin önem verdikleri konularda beyanlarda bulunmaları veya mesajlar yayınlamaları bir gelenektir. Ermeniler bundan yararlanarak oy potansiyelleri olan eyaletlerde bu tür kararlar alınmasını sağlamış bulunmaktadırlar. ABD’de yaşayan soydaşlarımızın sayıları, dolayısıyla siyasi güçleri, Ermenilere nazaran çok az olduğundan bu gibi eyalet kararlarının önlenmesi pek mümkün olamamıştır.

    Parlamento Kararlarının Hukuki Değeri, Siyasi Etkisi

    Söz konusu ülke parlamentolarının aldığı bu kararların etkisi nedir?

    Türkiye’nin (veya herhangi bir başka bağımsız ülkenin) yabancı devletler parlamentolarının kararına uymaları gerekli değildir. O nedenle bu kararların Türkiye bakımından hukuksal bir sonucu bulunmamaktadır. Ancak bu söz konusu kararların Türkiye bakımından sakıncalı yaratmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır.

    Türkiye seksenli yılların başından bu yana insan haklarına uymadığı gerekçesiyle çok eleştirilmiştir. Şimdi bunlara Türklerin insanlığa karşı en büyük suç olan soykırımını işlemiş olduğu gibi bir inancını eklenmesi Türkiye’nin imajını daha da zedeleyecek, bu ise Türkiye’ye karşı bir güvensizlik duygusu yaratılmasına yardımcı olacaktır. Böyle bir durumun turizmin gelişmesinden yabancı sermaye yatırımlarına kadar uzanan geniş bir alanda olumsuz etkileri görülecek ve ayrıca Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasına karşı olan Avrupa’daki bazı çevreler tarafından bir koz olarak kullanılacaktır.

    Diğer yandan sadece yukarıda bahsedilen hususlar için değil ve fakat tarihi gerçeklere uymadığı ve ecdadımıza leke sürülmeye çalışıldığı için de soykırım iddialarına karşı çıkmak ve olayların gerçek niteliğini duyurmaya çalışmak gerekmektedir.

    Parlamentoların kararlarının önlenmesi için Türkiye’nin başvurduğu usul diplomatik girişimde bulunarak tarihi olayların gerçek niteliğini anlatmak ve ayrıca bu kararların Türkiye’nin toprak bütünlüğünün sorgulanmasına kadar giden bazı siyasi amaçları olduğunu belirtmektir. Türkiye büyükelçiliklerinin bu konuda yapmış oldukları girişimlerden az sayıda ülkede sonuç alınabilmiştir. Bunun nedeni parlamentoların diplomatik ilişkilerden kedilerinin değil hükümetin sorumlu olduğunu düşünmeleridir. Diğer bir deyimle bir kararın önlenmesi ancak ilgili hükümetin parlamentoda yapacağı girişimlerle mümkün olabilir. İlgili hükümetlerin böyle bir girişimde bulunmaları ise Türkiye ile çok iyi ilişkiler içinde olmasına veya Türkiye ile ihtilaflı durum içine girmekten çekinmesine ve aynı zamanda parlamentoda çoğunluğu elinde bulundurmasına bağlıdır.

    Türklerin Ermenilere nazaran daha fazla olduğu ülkelerde böyle karararların önlenebilmesi ise Türk toplumlarının o ülkelerdeki siyasi ağırlığına bağlıdır. Ancak bir ülkede fazla sayıda Türk olması Türklerin siyasi ağırlığa sahip olunduğu anlamına gelmemektedir. Siyasi ağırlık o ülke koşullarına tam uyum sağlamak, ülke dilinin iyi bilmek ve o ülke siyasetine aktif bir şekilde katılmak ile mümkündür.

    b. Avrupa Parlamentosu Kararları

    Günümüzde uluslararası kuruluş sayısı çok fazladır. Bizim inceleme alanımıza giren kuruluşlar devletlerin üye olduğu ve siyasi alanda önem taşıyan kuruluşlardır.

    Diaspora Ermenilerin öteden beri sürdürdüğü ve son beş yıllarda Ermenistan’ın da katıldığı gayretlere rağmen şimdiye kadar soykırım iddialarını kabul eden tek uluslararası kuruluş Avrupa Parlamentosudur. Bir çok Ermeni kaynağı soykırım iddialarının Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi tarafından da kabul edildiğini yazarsa da bu doğru değildir [45].

    Avrupa Parlamentosu ilk kez bu konuyu 1987 yılında ele almıştır. Bunda Türkiye’nin tam üyelik için 14 Nisan 1987 tarihinde Avrupa Birliğine başvurması ve Ermeni terörünün de kısa süre önce sona ermiş bulunması etken olmuştur. Ekte İngilizce metni sunulan Avrupa Parlamentosu’nun 16 Temmuz 1987 tarihli kararının (Ek. 5) özellikle önem arz eden hususlar şunlardır:

    a. 1915-1917 sevk ve iskânı bir soykırım olarak kabul edilmiştir.
    b. Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanımamayı sürdürmesinin tam üyeliği için bir engel oluşturacağı belirtilmiştir.
    c. Türkiye’nin söz konusu olaylardan sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
    d. Türkiye’nin soykırımını tanımasının siyasi, hukuki ve maddi talepler doğurmayacağı vurgulanmıştır.
    e. Ermeni terörizmi kınanmıştır.

    Görüldüğü üzere yukarıda a ve b maddeleri Ermenilerin istediği buna karşın Türkiye’nin reddettiği; c, d ve e maddeleri ise Türkiye’nin kabul edebileceği ancak Ermenilerin istemediği hususları içermektedir. Böylelikle kararın iki tarafın arasında bir tür denge kurmayı amaçladığı görülmektedir.

    O yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliğine adaylığı konusunda ilerleme olmayınca yukarıda değindiğimiz karar da önemini kaybetmiş ve Ermeni propagandası tarafından zaman zaman kullanılma ötesinde bir işlevi olmamıştır.

    Türkiye’nin adaylığının 1999 Helsinki zirvesi ile beraber tekrar gündeme gelmesi Avrupa Parlamentosu içindeki bazı çevrelere Ermeni soykırımı konusunu tekrar ortaya atmaları fırsatını vermiş ve bu konu, genellikle, Türkiye hakkındaki Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan raporların Parlamento’da incelenmesi sırasında ele alınmıştır.

    Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin adaylığı hakkındaki 2000 yılı İlerleme Raporunun Avrupa Parlamentosu’nda incelenmesi sonucunda kabul edilen bir çok konuya değinen kararında Ermeni “soykırımının” açıkça tanınması Türk Hükümeti’nden ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden istenmiş, Ermenistan ile Türkiye arasında normal diplomatik ve ticari ilişkilerin kurulması ve ambargonun kaldırılması için Ermenistan ile bir diyalog başlatması ayrıca Türk Hükümeti’nden talep edilmiştir.

    2001 yılı İlerleme Raporu hakkındaki Avrupa Birliği kararında ise “soykırım” konusundan bahis yoktur. Buna karşın Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki diyalogun tekrar tesisi için Türkiye’nin aktif bir rol üstlenmesi ve Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılması istenmektedir.

    Buna karşın “soykırım” konusu 2002 yılında Avrupa Parlamentosu’nun Güney Kafkasya ülkeleri ile ilişkileri inceleyen bir başka raporunda ortaya çıkmıştır. Bu rapor yukarıda değindiğimiz 1987 tarihli karara “ 1915 Ermeni soykırımını tanıyan 18 Haziran 1987 tarihli karar” olarak atıf yapılmıştır. Diğer taraftan Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılması da Türkiye’den istenmiştir. Rapor Türkiye’de tepki ile karşılanmış ve TBMM’de grubu bulunan partiler, bu kararın kabul edildiği gün olan 28 Şubat 2002 tarihinde bir bildiri yayınlayarak, Avrupa Parlamentosu’nun tarihi gerçekleri bilinçli bir şekilde inkar ettiğini bildirmişlerdir .

    2002 yılı İlerleme Raporu hakkındaki Avrupa Parlamentosu kararında ise [46] “Kıbrıs sorununun çözümü ve Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi de elbette Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesini öngördüğü hususlar arasındadır” ibaresini koymak suretiyle “soykırım” konusunu Kopenhag kriterleriyle irtibatlandırmaya çalışmıştır. Ancak bu hususta esas olan katılım görüşmelerini yürüten Avrupa Komisyonu’nun tutumudur.

    Bu raporda ayrıca, 1987 yılı kararına atıf yapılmış, Ermeni dilinin kullanımı, Ermeni ve Süryani kültürel eserlerine saygı gösterilmesi ve bunların değerlendirilmesi, Türk okullarında sözde Ermeni “soykırımı” hakkındaki eğitimin kaldırılması gibi hususlar vardır. Diğer yandan Türkiye’den Ermenistan ile iyi komşuluk ilişkileri geliştirmesi istenmekte ve bunun ilk adımı olarak da sınırların açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulması talep edilmektedir.

    Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili 2003 yılı İlerleme Raporu hakkında kabul ettiği kararda “soykırım”a doğrudan atıf yoktur. Parlamento’daki Ermeni taraftarlarının ısrarı üzerine, 17 Haziran 1987 tarihli karara atıfta bulunulmakla yetinmiş buna karşın kararda Türkiye’den Ermenistan ile olan sınırını açması ve Ermenistan ile iyi ilişkileri teşvik etmesi ve “tarihi barışma” ya engel olabilecek hareketlerden kaçınması istenmiştir.

    Avrupa Birliği Komisyonu’nun 6 Ekim 2004 tarihli raporunun Türkiye’nin Birliğe katılmasının etkileri bölümünde Türkiye’nin katılmasının Birliğin sınırlarını Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar uzatacağı, Avrupa Birliği’nin Türkiye aracılığıyla Güney Kafkasya’da istikrarı sağlayıcı bir etki yapabileceği, ancak bunun için Türkiye’nin komşularıyla olan sorunlarını Birliğe katılmadan çözmesi gerektiği bildirilmiştir.

    Raporda bu bağlamda, özellikle, diplomatik ilişkilerin kurulması ve kara sınırının açılmasıyla Türkiye’nin Ermenistan ile olan ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğine işaret olunmuştur.

    Rapor, trajik olayların, özellikle de bu bölgede 1915-1916 yıllarında yaşanan insani ızdırapların yorumlanmasının önemli bir konu olduğunu, Türkiye’nin Birliğe katılması beklentisinin Ermenistan ile olan ikili ilişkilerin iyileştirilmesini ve söz konusu olaylar hakkında da bir uzlaşma yapılmasını da içermesi gerektiği ifade olunmuştur. Görüldüğü gibi rapor 1915/1916 tehciri için Ermeniler tarafından kullanılan “soykırım” deyimi yerine “trajik olaylar” demeyi tercih etmiş ve bu nedenle de diaspora tarafından eleştirilmiştir [47]. Diğer yandan bu konu ilk defa bir Komisyon belgesinde yer almıştır. Komisyon bu “trajik olaylar” hakkında Türkiye’nin bir uzlaşma yapmasını istemektedir. Uzlaşmanın kiminle ve ne zaman yapılacağı hakkında bir açıklık yoktur. Ancak, Ermeni diasporaları uluslararası bir kimlik taşımadığına göre uzlaşmanın Ermenistan ile yapılması gerekecektir. Diğer yandan uzlaşmanın Türkiye’nin tam üyeliğinden önce gerçekleşmesinin beklendiği de anlaşılmaktadır.

    Komisyon ayrıca Türkiye’nin Karabağ sorunu sebebiyle Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki gerginliğin hafifletilmesine katkıda bulunmasının önemine de işaret etmiştir. Burada dikkati çeken husus Türkiye’den Karabağ sorunun çözümü için değil, bu sorunun yarattığı gerginliğin hafifletilmesi için katkı beklenmesidir. Diğer bir deyimle Türkiye’nin Azerbaycan’ı desteklemesinin mevcut gerginliği arttırabileceği alaylı bir şekilde ifade olunmaktadır.

    Komisyon Raporunun en önemli bölümü Komisyon’un AB ülkeleri Hükümet ve Devlet başkanlarına (Doruk Toplantısına) Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımındaki ilerlemeler hakkında yapmış olduğu tavsiyelerdir. Söz konusu tavsiyelerde Ermeniler veya Ermenistan konuları yer almamıştır. Buna uygun olarak da 17 Aralık Zirve Toplantısı Sonuç Bildirgesinde bu konulara değinilmemiştir. Böylelikle Türkiye ile müzakerelere başlanması için, Ermenilerin ön şart olmasını ısrarla istediği “soykırımın” tanınması ve sınırların açılması hususları gerçekleşmemiştir.

    Avrupa Parlamentosu Avrupa Komisyonu’nun yukarıda değindiğimiz İlerleme Raporunu ve tavsiyelerini inceledikten sonra bu konuda 15 Aralık 2004 tarihinde bir tavsiye kararı kabul etmiştir. Bu kararda, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın hala açılmamış olmasının Ermenistan ile iyi ilişkiler kurulması için Türk yöneticileri tarafından kaçırılmış bir fırsat olduğu belirtilmekte ve Türk makamlarının 18 Temmuz 1987 tarihli Avrupa Parlamentosu kararında yer alan Ermeni sorunu hakkındaki diğer hususları da yerine getirmemiş olduğu vurgulanmaktadır. 1987 yılı kararında, özet olarak, Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını tanıması, Türkiye’den de tanımasını istemesi ve tanımadığı taktirde de bunun Avrupa Birliğine üyelik yolunda aşılamaz bir engel oluşturacağının ifade edildiğini yukarıda bildirmiştik.

    Avrupa Parlamentosu bu kararında, ayrıca, Ermenilere karşı uygulanmış olan “soykırımı” tanımak suretiyle Ermeni halkı ile barışma sürecini desteklemesini Türkiye’den istemiştir. Bundan başka kararda, “soykırım” tarihi gerçeğini resmen tanımasını ve Ermenistan ile sınırlarını en kısa zamanda açmasını Türkiye’den talep etmeleri Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi’nden (Devlet ve Hükümet başkanlarından) talep edilmiştir.

    Kararda, Ani’deki Ermeni kiliselerinin ziyarete açılmasının, Türk tarihçi Halil Berktay’ın soykırım hakkındaki dikkate değer çalışmasının ve Ermenistan Cumhuriyeti’yle devlet düzeyindeki ilişkilerin yeniden tesisinin ileriye doğru yaşamsal adımlar olduğu ancak bu sürecin Türkiye ve Ermenistan arasındaki sınırların açılması suretiyle mantıki sonucuna ulaşması gerektiği ifade olunmaktadır Bu arada Halil Berktay’ın soykırım konusunda kitabı bulunmadığını, fikirlerini daha ziyade verdiği mülakatlarda da ifade ettiğini, bu nedenle de Halil Berktay’ın olmayan çalışmalarının neden yaşamsal bir adım olarak görüldüğünün anlaşılamadığını belirtelim. Diğer yandan Ermenistan ile devlet düzeyinde yeniden ilişki kurulması hakkındaki ifadeler de anlaşılamamaktadır. Zira, Türkiye Ermenistan devletini 1991 yılında tanımış olup, iki taraf, birbirlerinin ülkesinde diplomatik temsilci bulundurmamakla beraber, gerektiğinde her düzeyde resmi temas yapılmakta ve iki ülke arasında “yeniden” kulmuş herhangi bir ilişki bulunmamaktadır.

    Avrupa Parlamentosu’nun sözünü ettiğimiz kararında Türkiye ve Ermenistan’ın, geçmişin trajik deneyimlerinin açıklıkla üstesinden gelinmesi amacıyla, mümkünse, bağımsız eksperlerden kurulu bir komitenin yardımıyla, barışma sürecini devam ettirmelerine inanıldığı belirtilmekte ve Türkiye’den mümkün olan en kısa zamanda Ermenistan ile olan sınırlarını açması talep olunmaktadır.

    Görüldüğü gibi Avrupa Parlamentosu kararı Avrupa Komisyonu raporlarından çok daha ileri bir şekilde Ermeni görüşlerini yansıtmaktadır. Bu arada Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını tanıması ve Ermenistan ile olan sınırlarını açması için ısrar edilmesi dikkat çekmektedir.

    Kararın Ermenilerin hoşuna gitmeyecek tek yönü “geçmişin trajik deneyimlerinin, diğer bir deyimle soykırımı iddialarının, bağımsız, iki taraflı bir eksperler komitesi tarafından incelenmesidir. Ermeniler “soykırımın” yeter derecede kanıtlandığı iddiasında oldukları için bir incelemeye taraftar değildir. Başbakan Erdoğan’ın 13 Nisan 2005 tarihinde Başkan Koçaryan’a bir mektup göndererek iki ülkenin tarihçi ve diğer uzmanlarından oluşan bir grubun 1915 dönemine ait gelişme ve olayları tüm arşivlerde araştırarak, bulgularını uluslararası kamuoyuna açıklamaları hakkındaki önerisi Avrupa Parlamentosu kararındaki bağımsız eksperler komitesi kurulması fikrine uymaktadır.

    Türkiye’nin üyelik müzakerelerine birkaç gün kala, 28 Eylül 2005 tarihinde, Avrupa Parlamentosu, başta Güney Kıbrıs’ın tanınması olmak üzere, Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’den olan taleplerini ve şikayetlerini dile getiren karar kabul etmiştir. Bu kararda Ermeni soykırım iddiaları da yer almıştır.

    Kararın giriş bölümünde J maddesinde “Türk makamlarının, Avrupa Parlamentosu’nun 18 Haziran 1987 tarihli kararında belirtilen Ermeni sorunları hakkındaki talepleri henüz yerine getirmediği” kayıtlıdır. Kararın işlem bölümünün 5. maddesinde ise Türkiye Ermeni soykırımını tanımaya davet edilmekte ve bu tanımanın Avrupa Birliğine katılması için bir ön şart olduğu belirtilmektedir.

    Avrupa Parlamentosu böylelikle Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden tutumunu bir kez daha teyit etmiştir. Ne var ki Avrupa Parlamentosu’nun kararları bağlayıcı olmayıp tavsiye niteliğindedir ve Parlamento’nun eğilimlerini gösterir. Kopenhag kriterleri arasında bulunmadığı gibi Türkiye’nin adaylığı ile ilgili diğer belgelerde ve son olarak da Müzakere Çerçeve Belgesinde Türkiye’nin soykırım iddialarını tanıması gerektiği kayıtlı değildir. Buna göre AB, bir teşkilat olarak, müzakerelerde Türkiye’nin soykırım iddialarını tanımasını istemeyecektir. Ancak, müzakereler üye ülkelerle de yapıldığından, üye ülkeler “kişisel” olarak istedikleri konuları masaya getirebileceklerdir. Nitekim Fransa, Hollanda ve Avusturya daha şimdiden Ermeni “soykırımını” müzakerelerde ele alacaklarını söylemişlerdir. Müzakerelerde Türkiye’nin bu konuyu görüşmek istememesi veya soykırımı iddialarını tanımayacağını belirtmesi gibi hallerde bu ülkelerin Türkiye’nin AB üyeliğini “veto” kullanmak dışında yapabilecekleri yoktur. Bu da Avrupa Birliği ülkelerinin birlikte hareket etmeye geleneğine ters düşecektir. Normal koşullarda sadece “soykırım” konusu için Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin durdurulabileceğini düşünmek zordur. Avrupa Parlamentosuna gelince, ilerde, en az on yıl sonra, Türkiye müzakereleri başarı ile tamamlayabildiği ve bir katılım antlaşması hazırlanabildiği taktirde Avrupa Parlamentosu’nun bu antlaşmanın tasdiki sırasında 1987 yılı kararı ile o tarihten sonra aynı konuda aldığı diğer kararları dikkate alması ve Türkiye sözde Ermeni soykırımını tanımadığı sürece katılım antlaşmasını onaylamaması olasılığı vardır.

    --------------------------------------------------------------------------------

    * Emekli Büyükelçi, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Başkanı.
    [1] Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, s. 298-301
    [2] Aynı kaynak. s.323
    [3] Sevr Antlaşması’nın Ermenistan’ın kurulması, azınlıkların korunması ve savaş suçlularının cezalandırılmasına ilişkin maddelerinin İngilizce ve Türkçe metinleri Ek:!’dedir.
    [4] Kars Antlaşması’nın metni Ek. 2’dedir.
    [5] Lozan’da Ermeni Sorunu hakkında geniş bilgi bu CD’de yer alan, Sayın Gündüz Aktan tarafından kaleme alınan “Lozan Barış Antlaşması ve Ermeni Sorunu” başlıklı makalede mevcuttur.
    [6] Bilal N. Şimşir, Amerika’da Ermeni Propagandası ve Büyükelçi Ahmet Rüstem Bey, Ermeni Araştırmaları, Sayı 2, s. 45,46
    [7] Baskın Oran (Editör), Türk Dış Politikası, Cilt I, ss.502-509 ve Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye (1939-1945) ss. 643-662
    [8] Kersam Ahoranian, A Historical Survey of Armenia, Baikar Publications, Massachussetts, 1989, s. 141
    [9] Aynı kaynak, s. 140
    [10] Gérard Dédéyan, “Histoire des Arméniens”, Toulouse 1982, s. 553
    [11] Gaidz Minassian, Guerre et terrorisme arméniens, Paris 2002, s. 18
    [12] Katogikos veya Katolikos (Catholicos) Gregoryen Ermenilerin en yüksek dini liderine verilen ünvandır.
    [13] Seyfi Taşhan, Ermeni Diasporası ve Batı ülkeleri,
    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
    .
    [14] Diaspora Ermenilerinin psikolojik durumu için bkz. Erol Göka, Ermeni Sorununun (gözden kaçan) Psikolojik Boyutu, Ermeni Araştırmaları ,Sayı 1 (Mart-Nisan-Mayıs 2001) ss 128-136
    [15] Türkiye’de bazı yazarlar bu stratejiye “Üç T Planı” adını vermektedir. Birinci “T” tanıma, ikinci “T” tazminat ve üçüncü “T” toprak anlamınadır.
    [16] Ermeni görüşlerini savunan bazı Türk yazar ve bilim adamları 25-27 Mayıs 2005 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi’nde “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” başlığı altında bir konferans düzenlemek istemişler, ancak kamuoyundan gelen baskılar üzerine bu toplantıyı ertelemişlerdir. Bu olay bazı AB üyesi ülkelerde ve AB organlarında Türkiye’de ifade özgürlüğü olmadığı şeklinde yorumlanmıştır. Söz konusu konferans, protesto gösteriler ve girişimleri aralıksız sürerken, 24-25 Eylül 2005 tarihinde Bilgi Üniversitesi’nde yapılmıştır.
    [17] Mehmet Ali Birand’ın Koçeryan ile mülakatı, Posta, 31 Ocak 2001
    [18] Mehmet Ali Birand’ın Koçeryan ile mülakatı, Posta, 31 Ocak 2001
    [19] Ermenilerce şehit edilen Türk kamu görevlilerinin listesi Ek.3’tedir.
    [20] Yakalanan Ermeni teröristlerin her zaman adil bir şekilde cezalandırıldıklarını söylemek mümkün değildir. Mesela, Türkiye’nin Bern Büyükelçisi Doğan Türkmen’e 6 Şubat 1980 tarihinde ateş eden ve fakat isabet ettiremeyen Hırayır Kilimciyan, Marsilya’da 22-23 Ocak 1982 tarihinde yapılan mahkemesinde, Doğan Türkmen’in koruması Sadi Taşdelen tarafından ateş eden kişi olarak teşhis edilmesine rağmen Jüri Kilimciyan’ı suikastın faili olarak kabul etmemiş ancak bu kişinin suikastla ilişkisi çok açık olduğundan, kendisi suikastın faili veya faillerine yardım etmekten suçlu bulunarak iki yıl hapse mahkum edilmiş ve mahkemenin bitiminde serbest bırakılmıştır. Burada ilginç olan husus mahkeme sırasında Kilimciyan’dan başka suikastın fail veya faillerinden bahsedilmemiş olmasıdır.
    Bu dava sırasında, savunma tarafının gösterdiği şahitler sözde Ermeni soykırımının vuku bulduğunu belirtir şekilde ifade vermişler, hakim de cinayet girişimiyle ilgisi olmayan bu ifadeleri dinlenmesine müsaade etmiştir. Dava böylece Ermeni propagandasının yapıldığı bir foruma dönüşmüş ve bu nedenle de zabıtları Ermeniler tarafından bir kitap olarak yayınlanmıştır. “Les Arméniens en Cours d’Assises” 1983, Rocquevaire/ France. ISBN 2-86364-018-6
    [21] Minassian, adıgeçen eser, s.95
    [22] Ermeniler tarafından çevrilmiş başlıca belgesel ve konulu filmler için bkz. Sedat Lâçiner, Şenol Kantarcı. Ararat, Sanatsal Ermeni Propagandası, Ankara 2002, s. 25-38
    [23] Sam Weems,”Armenia, Secrets of a ‘Christian’ State”, St. John Press 2002, s. 373-374.
    [24] ANCA (Armenian National Committee of America) Press Release, 20 Kasım 2002
    [25] Bu ülke parlamentolarının aldıkları kararların İngilizce metinleri (Almanya için, İngilizce’den başka Almanca ve Türkçe metinleri) Ek.4’tedir.
    [26] Bu kararların Armenian National Institute tarafından yayımlanan İngilizce metinleri Ek: ‘dedir.
    [27] Bu kararın ayrıntıları için Bkz. Ömer E. Lütem, Olaylar ve Yorumlar, Ermeni Araştırmaları Sayı 6, ss 15-16
    [28] Aynı kaynak
    [29] Reuters, 21 Nisan 2004
    [30]
    [31] Ömer E. Lütem, Olaylar ve Yorumlar, Ermeni Araştırmaları Sayı 1, ss. 10-21
    [32] Aynı kaynak s.18
    [33] Ermeni Araştırmaları, Sayı 18 s.
    [34] Ermeni Araştırmaları, Sayı 3, s.13-17; Sayı 4, s. 19; Sayı 5, s. 17-19
    [36] Akşam, 24 Aralık 2003
    [37] Agence France Presse, 2 Aralık 2004
    [38] Noyan Tapan, 3 Aralık 2004
    [39] Press Release, Federatıon of Armenıan Organısatıons ın the Netherlands (FAON), 24 April Committee, 21 Aralık 2004
    [40] European Armenian Federation For Justice and Democracy, Press Release, 21 Nisan 2005
    [41] PAP News Wire, 21 Nisan 2005
    [42] Anar Somuncuoğlu, Litvanya’nın Türkiye Karşıtı Kararı, Hakimiyet-i Milliye, 3 Ocak 2006)
    [43] ABD Başkanlarını yayımladıkları mesajların metni Ek.6’dadır.
    [44] 2005 yılı itibariyle otuz sekiz Amerikan Eyaleti sözde Ermeni soykırımı hakkında kararlar kabul etmiştir. Söz konusu eyaletler şunlardır: Alaska, Arizona, Arkansas, California, Colorado, Connecticut, Delaware, Florida, Georgia, Idaho, Illinois, Kansas, Louisiana, Maine, Maryland, Massachusetts, Michigan, Minnesota, Missouri, Montana, Nebrasaka, Nevada, New Hampshire, New Jersey, New Mexico, New York, Nord Carolina, Oklahoma, Oregon, Pennsylvania, Rhode Island, South Carolina, Tennessee, Utah, Vermont, Virginia, Washington ve Wisconsin
    [45] Birleşmiş Milletlerde Ayırımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonuna 1985 yılında sunulan bir raporda, soykırım olayları arasında Ermeni soykırımı da sayılmaktaydı. Ancak bu rapor Alt Komisyon tarafından sadece not edilmiş ve herhangi bir karara konu teşkil etmemiştir. Normal olarak bu raporun kabul edilip bir üst organ olan İnsan Hakları Komisyonuna gönderilmesi, oradan da Ekonomik ve Sosyal Konseye ve sonunda BM Genel Kuruluna yollanması gerekirdi. Bu konuda Bkz. Türkkaya Ataöv, What Really Happened in Geneva: The Truth About the ‘Whitaker Report’, Ankara, 1986
    Avrupa Konseyine gelince bu kuruluşun hiçbir organında sözde soykırım hakkında alınmış bir karar yoktur. 1978 yılında çeşitli ülkelere mensup 51 parlamenter ve 2001 yılında da 63 parlamenter 24 Nisan münasebetiyle soykırımı iddialarını benimseyen bildiriler yayınlamışlardır. Ancak bunlar Avrupa Konseyini değil, imzalayan kişileri bağlamaktadır. Diğer yandan Avrupa Konseyi Danışma Meclisinde 306 sandalye olduğu dikkate alındığında söz konusu bildirileri imza edilenlerin sayısının çok olmadığı da görülmektedir.
    [46] Raportörüne izafeten “Oostlander Raporu” denen bu rapor ve ekindeki karar 5 Haziran 2003 tarihinde 216’ya karşı 75 olumsuz ve 38 çekimser oyla kabul edilmiştir. Türkiye hakkında pek çok hususa değinen bu raporda, Ermeni konusunda,, yukarıda belirtilenler dışında, Ermeni dilinin kullanımı, Ermeni ve Süryani kültürel eserlerine saygı gösterilmesi ve bunların değerlendirilmesi, Türk okullarında sözde Ermeni “soykırımı” hakkındaki eğitimin kaldırılması gibi hususlar vardır. Ayrıca iki ülke bilim adamlarından ve sivil toplum temsilcilerinden geçmişin trajik deneyimlerinin üstesinden gelinmesi için diyaloga devam etmeleri istenmektedir.
    [47] La Fédération Euro-arménienne ,7 Ekim 2005. Bu federasyon tarafından yayınlanan bildiride Avrupa Komisyonun, doğru olmayan ifadeler kullanılmak suretiyle, “soykırım “ deyimini sansür ettiği ve böylece Türkiye’nin “inkârcılığının ” sürdürülmesini sağladığı belirtilmektedir.





    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Lozan'dan Günümüze Ermeni Sorunu

          Kategori: Türk Soykırımı

          Konuyu Baslatan: AyMaRaLCaN

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1114

    Sinemde yanar dağlar bahçeler bağlar yetim
    Sensizken canım ağlar bensizken memleketim
    Özüme bir kez dokun gör nasıl birisiyim
    Aşka aşıkken bile memleket delisiyim

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş