Hukukta Soykırım ve Ermeni Olaylar Hukukta Soykırım ve Ermeni Olaylar Bir grubun soykırıma uğraması için, o grubu bağımsızlık gibi şiddete dayalı bir siyasi mücadeleye girmesi gerekmez;sadece o grup olması yeterlidir. Gündüz AKTAN(Emekli Büyükelçi) Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Imparatorluğu'nda meydana gelen Ermeni olayları konusunda çok yazıldı... 85 yıl önce cereyan etmiş bu olayların anlaşılması için,tarihî çalışmalar olmazsa olmaz nitelikte... Ancak uluslararası

Bu konu 1117 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Hukukta Soykırım ve Ermeni Olaylar 1117 Reviews

    Konuyu değerlendir: Hukukta Soykırım ve Ermeni Olaylar

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1117 kez incelendi.

  1. #1
    AyMaRaLCaN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    24.08.2008
    Mesajlar
    11.371
    Konular
    5172
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @AyMaRaLCaN

    Standart Hukukta Soykırım ve Ermeni Olaylar

    Hukukta Soykırım ve Ermeni Olaylar


    Hukukta Soykırım ve Ermeni Olaylar
    Bir grubun soykırıma uğraması için, o grubu bağımsızlık gibi şiddete dayalı bir siyasi mücadeleye girmesi gerekmez;sadece o grup olması yeterlidir.
    Gündüz AKTAN(Emekli Büyükelçi)

    Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Imparatorluğu'nda meydana gelen Ermeni olayları konusunda çok yazıldı... 85 yıl önce cereyan etmiş bu olayların anlaşılması için,tarihî çalışmalar olmazsa olmaz nitelikte...

    Ancak uluslararası hukuk alanında egitim ve tecrübesi yoksa, tarihçi bu olayların soykırım olup olmadığı konusunda, belli bir kesinlikle konuşamaz.

    9 Aralık 1948'de kabul edilen ve 12 Ocak 1951'de yürürlüğe giren 'Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme' soykırım suçunu şöyle tanımlar:

    "Madde 2. Bu Sözleşmeye göre, soykırım, bir milli, etnik, ırki veya dini grubu, grup olarak, kısmen veya tümüyle, yok etmek kastıyla, aşağıdaki fiilerin işlenmesidir:

    a. Grubun mensuplarını katletmek;

    b. Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve psikolojik zarar vermek;

    c. Gruburı bedeni varlığının kısmen veya tamamen yokolmasına yol açacak hayat şartlarına kasten tabi tutmak;

    d. Grup içinde doğumları önlemek kastıyla önlemler yaratmak;

    e. Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmek."

    Bugün, Ermeni soykırım tezi artık, Sözleşme'nin 2. maddesi (c) fıkrasına dayandırılıyor.Buna güre, Osmanlılar'ın Ermenileri açıkça yoketmekten çekindikleri için,tehcirden yararlanıp yok olmalarını sağlayacak yaşam şartlarını onlara dayattıkları; tehcir sırasında saldırılardan koruma, güvenli ulaşım sağlama, gıda ve ilaç tedarik etme, tedavilerini yapma, barınak ihtiyaçlarını karşılama gibi görevlerini bilerek ihmal ederek (omission) ölümlerini hızlandırdıkları; hatta Teşkilat-ı Mahsusa'nın ve hapishanelerden serbest bırakılan canilerin katliamlarını bizzat örgütledikleri ileri sürülüyor.


    İşte soykırım budur!
    Nazi Almanya'sının Auschwitz Toplama Kampı'nda uygulanan soykırımın çarpıcı safhalarından biri: Kampa getirilen Yahudi kadınların saçları kesiliyor.




    Bu saçlardan Alman ordusu için kumaş yapılacak...

    Bugün Auschwitz'te ziyaretçiler, bu kesilmiş saç tomarlarını izleyebiliyor ve soykırımın ne olduğunu anlıyorlar.

    Unutmamak gerekir ki, doğrudan etkisi olan öldürme gibi fiillerin yanında, devletin görevini ihmal ederek ölümlere bilerek neden olması da soykırım fiili sayılabiliyor. Bu nedenle, tehcirin gizli bir soykırım olup olmadığı üzerinde
    durulması gerekiyor.



    Şubat ve Mart 1915'te,Ruslar karşısındaki Osmanlı kuvvetlerini cephe gerisinden vuran bir grup Ermeni Komitacı(sağda)

    Başkumandan Vekili Enver Paşa (sol altta) ,İçişleri Bakanı Talât Paşa'ya (sağ altta) 2 Mayıs 1915'te gönderdiği bir telgrafta, Rusların 20 Nisan günü, kendi sınırları içindeki müslümanları perişan şekilde sınırlarımıza sürdüğünü bildiriyor; Van civarındaki Ermenilerin isyanına da atıfta bulunarak, Ermenilerin de (Rusların Müslümanlara yaptığı gibi) ya Rus sınırına sürülmesini ya da başka yerlere dağıtılmasını öneriyordu.
    Bunun üzerine Talât Paşa, sorumluluğu bizzat
    yüklenerek, Ermenileri Rusya'ya doğru sürmekten daha insani bir seçenek olan tehciri başlattı. Bir süre sonra da sorumluluğu paylaşmak için, 30 Mayıs günü konuya ilişkin bir geçici yasa çıkarılmasını sağladı. Böylece komutanlara, asayişi bozan, silahlı saldırgan ve direnişçileri, tecavüz ve direnişleri sırasında imha etme; casusluk ve vatana ihanet eden köy ve kasaba halkını tek tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskan etme yetkileri verilmekle, tehcir işi orduya devredildi.




    Tehcir kararını içeren Meclis-i Vükela mazbatasının özet bölümü


    Buradan da görüleceği üzere, yok etme kastı için gerekli olan, Ermeni tehcirine önceden karar verilmesi; bu kararı uygulamak amacıyla planlar yapılması; gerekli teşkilatlanmanın oluşturulması ve nihayet hazırlıklar tamamlanarak tehcir adı altında yok etme faaliyetine başlanması söz konusu olmadı.

    Holokost'ta da görüldüğü gibi, bir ülkede bir grubun mensuplarını, sırf o grup mensubu olduklarından dolayı yok etme kastının olabilmesi için, o gruba karşı yıllar süren yoğun bir ırkçı nefret duyulması gerekiyor. Anti-semitizm olmadan Almanların Holokost'u gerçekleştirmesi mümkün değildi.

    Soykırımda, bir grubun tümünü veya bir bölümünü yok etme iradesiyle bazı fiilllerin işlenmesi gerekiyor. Oysa bir grubun mensuplarının o
    gruba ait olduklarından dolayı,ırkçı nefretle yok edilmesi söz konusuysa, yok etme iradesinin mantıken grubun tümüne dönük olması lazım gelirdi.
    Çukurova'da Dörtyol'da ele geçirilen Ermeni çeteciler ve silahları









    Amasya'da ele geçirilen çetecilerin silahları (sağda)

    Ermeni tehciri, çoğunlukla Gregoryan Ermenilerin sevkini öngördü. Katolik ve Protestan Ermenilerin büyük bölümü tehcir dışı kaldılar. Ortodoks Ruslarla dinî açıdan akraba dinden olan Gregoryan Ermenilerin,Rus ordularının yardımıyla, bölgede etnik temizliğe girişip bağımsızlık kazanması ihtimalini bertaraf etmenin, tehcirde payı olduğu aşikâr.


    Rus ordusunun ilerleme hattı üzerinde bulunan bu en büyük Ermeni grubun içinden çıkan terörist ve gerillaların Osmanlı ordusunu arkadan vurması, lojistik yollarını kesmesi, Müslüman yerleşim birimlerinde katliamlara girişmesi, tehciri askeri açıdan kaçınılmaz kılıyor. Bu nokta, tehcir kararının altında yatan nedenin, ülke savunması ve toprak bütünlüğü ile Türklerin can güvenliğini koruma olduğunu gösteriyor.


    İki Hınçak Çetecisi: Habete
    Tekeliyan ve Kalust Andrasyan'ın
    dönemin bir kartpostalındaki görüntüleri


    Tehcir yapılmayan illerdeki Ermenilerin sayısı 200 bin civarında. Ama bunun sembolik anlamı önemli. Irkçı nefretin yol açtığı Yahudi soykırımında, Berlin veya Münih Yahudilerinin soykırım dışında bırakılabileceği düşünülebilir mi? Sadece bu örnek bile, Ermenilere soykırım yapılmadığını ortaya koyuyor.




    Rus ordusuna destek vererek Osmanlı kuvvetlerini arkadan vuran Ermeni çetelerinden 'Yıldız Çetesi' mensupları


    Ermeni tehciri sırasında, Ermenileri korumayan, onlara saldıran, mallarını çalan vb. 1.397 kişiye, tehciri yapan hükümet tarafından, yarısından fazlası idam olmak üzere, çeşitli ağır cezalar verildi. SS'lerin Yahudileri korumadıkları için idam edildikleri bir Holokost düşünebiliyor musunuz?..

    Soykırım Sözleşmesi, dört gruba soykırım yapılabileceğini sayarken, müzakereler sırasında önerilen 'politik grubu' sözleşme dışı bıraktı. Bu, şu anlama geliyor: Bağımsızlık, otonomi gibi politik amaçlı mücadelede, taraflar birbirlerine büyük zulüm yapabilirler. Bu yine suçtur. Ama soykırım suçu değildir. Zira politik mücadelede karşılıklılık vardır. Bir grubun soykırıma uğraması için, o grubun bağımsızlık gibi şiddete dayalı bir siyasi mücadeleye girmesi gerekmez; sadece o grup olması yeterlidir.

    Kısaca, tehcir bir grubu, ne grup niteliğiyle ne de başka bir nedenle yok etmek amacıyla değil, Rus işgal ordularıyla işbirliğine girmiş olan; bu çerçevede kılavuzluk ve casusluk yapan; isyanlar çıkaran; birlikleriyle Osmanlı ordusuna saldıran; lojistik ve haberleşme hatlarını kesen; terörist gerillalarıyla Türk-Müslüman yerleşim birimlerine saldırıp katliamlara ve etnik temizliğe girişen Ermenileri Doğu Cephesi'nden ülkenin güneyine, savaş dışında kalan bir bölgeye taşımak amacıyla yapıldı. Tehcirin bu askeri gereklilik yönü, bugün geçerli olan hukuka da uygun. Tehcirin nedeni açık ve kesin biçimde askeriydi ve Türk-Müslüman nüfusun varlığı ve güvenliğini sağlamakla ilgiliydi.

    I.TARC'ın Ölümü

    Türk-Ermeni Barışma Komisyonu (TARC), daha iki yılını doldurmadan son buldu. Bu bir ilk denemeydi. Zordu. Konu, taraftarların tüm duygu dünyalarını sarsıcı nitelikteydi.

    Bir taraf diğer tarafı, soykırımla yani suçların en büyüğüyle suçluyordu.
    Türkler Ermenileri tehcire tabi tutmaktan ziyade `yok etme' kastıyla yok etmişlerdi. Bu iddialara olumsuz bir karşılık 'inkârcılık' diye niteleniyor, ayrıca kınanması gereken bir tavır oluyordu.

    Taraflar; soykırım konusunda anlaşamayacaklarını anlayınca, Ermenistan'la Türkiye arasındaki ilişkileri düzeltmek ve işbirliğini artırmak için somut projeler üzerinde çalışmaya karar verdiler. Türkiye, Ermenistan'ı bağımsızlıkla birlikte tanımış; ama diplomatik ilişkiler kurmamıştı. Ermenistan'ın, Karabağ'ın tümünü ve Azerbaycan'ın yüzde 20'sini işgal etmiş olması, buna imkan vermemişti.

    Bu nedenle Türkiye, 1993'te insani yardım için ortak sınırı açtıktan hemen sonra tekrar kapatmıştı. Yani Azerbaycan'a karşı toprak kazanmak amacıyla savaşan Ermenistan'ı 'abluka'ya almıştı. Türk-Ermeni ticareti Gürcistan üzerinden yapılıyordu. Kaldı ki, Ermenistan'ın Bağımsızlık Bildirgesi'nde 'soykırım' ithamı yer alıyordu. Ermenistan, Türk-Ermeni sınırını çizen Kars Antlaşması'nı halef devlet olarak kabul etmiyordu. Resmi Ermeni görüşünde, Doğu Anadolu 'Batı'Ermenistan'dı. Fazladan, Fransız Meclisi'nin soykırımı tanıyan yasayı kabul etmesinin ardından, Ermenistan kaynaklı Ermenilere verilen vize de kaldırıldı. Oysa İstanbul'da 35 bin civarında yasa dışı Ermeni'nin çalıştığı biliniyordu. TARC'ın belki de en büyük başarısı, vizenin tekrar ihdasını sağlamak oldu. Veya bu başarıyı kendisine mal etti.


    I.Dünya Savaşı'nda Çukurova'da Fransızların silahlandırdığı Ermeni Taburu, Haçin bölgesinde Müslüman Türklere karşı geniş bir katliam hareketine girişti:solda bu katliamın tanıklarından Mehmet Baykal Marhasahane harabesi önünde



    Belki somut projeler geliştirip uygulamaktaki başarısızlığından, belki de zaten kaçınmak imkansız olduğundan, toplantılar sırasında, soykırım konusu en beklenmeyen anlarda, birden bire geriye geliyordu.
    Taraflar bu konuyu nasıl ele alabileceklerini bilemediler. Ermeniler konunun tarihçiler tarafından ortak çalışma konusu yapılmasına karşıydılar. Soykırım üzerine çok sayıda kitap yazılmıştı ve hemen hepsi, olayları 'soykırım' olarak tanımlıyordu. Şimdi yeniden bir tarih çalışması yaptırmak, soykırım konusunda kuşkular varmış izlenimini yaratmak anlamına gelecekti ki, kendileri böyle bir şey yapamazlardı.

    Ortak arşiv çalışması önerisini ise, Türk arşivlerinin soykırım inkarı
    amacıyla baştan aşağı tahrif edilmiş olduğu 'gerçeği' nedeniyle, reddettiler. Arşivlerin doğru olup olmadığının uluslararası kuruluşlara
    tevsik edilmesi önerisi, duyurulmadı.Arşivlerimizin tümünü neden
    açmadığımızı ısrarla sordular. Cevap basitti: Türk devlet arşivleri tümüyle açıktı. Aslında kapalı ya da kısmen kapalı olan, Ermenistan'ın, olaylar sırasında Anadolu'da bulunan Hristiyan misyonların, Taşnakların ve Patrikhane'nin arşivleriydi. Soykırım konusunun olağanüstü psikolojik boyutunu ele almak da mümkün olmadı... Ama son darbeyi hukuk alanında yapılan bir 'çalışma' oluşturdu: Bir suç olan soykırım, hukuki bir kavramdı. Sözleşmeye göre, soykırıma mahkemeler karar verebilirdi. Hükümetlerin ve parlamentoların böyle bir yetkisi yoktu. Aslında tarihçilerin ve arşivcilerin çalışmaları da, yargıya yardımcı olmanın dışında, soykırımın varlığı ve yokluğu konusunda kesin bir kaynak olamazdı.
    Auschwitz Toplama Kampı'nda,1945 yılında çekilen soldaki fotoğraf, Nazizmin Yahudi Holokost'unu sergiliyor.







    Bugün de Auschwitz Toplama Kampı
    bir müze olarak, bu soykırımın anısını
    insanlık bilincinde canlı tutuyor.



    Ermenilerin hukuk yolundan çekindikleri belli oluyordu. Muhtemelen, bazı hukukçulardan yargıya gitmenin kendileri açısından tehlikeli olacağı yolunda görüş almışlardı. Ama hukuk konusunda bir şey yapamazlarsa, giderek inandırıcılıklarını kaybetmekten korkuyorlardı. Zira biz, sürekli hukuka atıfta bulunuyorduk. Öyle bir şey yapmalıydılar ki, yargı olmadan yargıymış gibi gösterilebilsin ve hepsinden önemlisi, soykırım konusunda kendilerini haklı çıkarsın.



    Ermeni komitacıların Van civarında katlettiği bir grup Müslüman Türk köylüsü


    ICTJ adında Güney Afrika konusunda barışma çalışmalarında başarılı olan bir merkez bulundu. Bu merkeze, "Soykırım sözleşmesinin geriye dönük işleyip işlemeyeceği" soruldu. Hukuka göre sözleşmeler geriye işlemiyordu. Soykırım konusunu hayatında ilk kez ele alan ICTJ'nin çalışması, bunu doğruladı.Ama merkez kendisine sorulmayan bir soruya daha cevap verdi: Sözleşme şayet geriye işleseydi 20. Yüzyıl başında vuku bulan olaylar, soykırım sayılabilir miydi?

    Bu soru sadece hakem mahkemesine veya uzlaşma komisyonuna sorulabilirdi.0 zaman da yargı usullerini uygulamak, tarafların savunmalarını almak, tanık ve kanıtları incelemek gerekecekti.


    Taşnaksutyun(Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği) arması



    2002 sonbaharında yapılan birkaç saatlik bir toplantıda, ICTJ'nin bu soruya cevaben bir çalışma yapmasının, mandasını aşmak anlamına geleceği, bu işin usulüne uygun mahkemelerin yetkisi dahiline girdiği anlatıldı.

    Ermeniler ise yargı istemediklerini, ama tarafların barıştırılması amacıyla, hukuki bir çalışmaya ihtiyaç duyduklarını söylediler. Sonuç, kime ne kadara mal oldu bilinmez, ama Ermenilerin istediği gibi çıktı. Sözleşmenin geriye işlemeyeceğinden hareket eden ICTJ,Ermenilerin Türkiye'den tazminat ve toprak talep edemeyeceklerini bildirdi.Böylece Türkiye lehine,herkesin bildiğini bildirmiş oldu. Mandasını aşıp, soykırım sözleşmesini geriye işleterek de Ermeni olaylarını soykırım saydı.Ermenilerin istediğini verdi...
    Hukuk açısında cılız bir ucube ortaya çıkmıştı ve TARC'ın Türk üyelerinden bunu bir yargı kararı gibi kabul etmeleri bekleniyordu. Tabii kabul etmedik.

    Ancak TARC'ın çalışmalarına hiçbir şey olmamış gibi devam etmek de imkansızdı. Aksi halde ICTJ çalışmasını zımnen kabul etmiş olacaktık.

    Bu nedenle Büyükelçi (e) Özdem Sanberk, General (e) Şadi
    Ergüvenç ve ben, TARC üyeliğinden ayrıldık. Yerimize hepsi profesör olan İIterTuran, Ersin Kalaycıoğlu, Alıınet Evin ve Şule Kut geldi.

    Prof. Üstün Ergüder ve Emin Mahir Balcıoğlu, devamlılığı sağlamak için TARC'ta kaldılar. Sayın İlter Türkmen de şeref üyeliğine geçti. TARC'ın Ermeni üyeleriyse bir yeni üyenin ilavesiyle aynen kaldılar.
    Ermeni Tehciri'nin ardından, Port Said'deki bir mülteci kampında çekilmiş soldaki fotoğrafta yer alan kadın; Avrupa ve Amerika'daki Ermeni lobilerinin örgütlediği,
    Rusların silahlandırdığı Ermeni çetecilerin Van üzerine yürüyüşlerinin(sağ altta)bir kurbanı sayılabilir.












    Türk tarafı olarak TARC'ın görevini sürdürmesinden yanayız. TARC çok zor bir konunun taraflarca ele alınmasını sağladı.Yeni TARC'ın ICTJ çalışmasını unutması lazım. Soykırım iddialarını yargılayan Lahey'deki Eski Yugoslavya ve Ruanda mahkemeleri hukuk belgelerinin geriye uygulanmaması konusunda son derece titiz. Örneğin ICTJ'nin çalışmasında, kısmen de olsa uygulanan`suç unsurları' kavramı, Yugoslavya ve Ruanda'da vuku bulan olaylardan sadece birkaç yıl sonra 'Uluslararası Hukuk Komisyonu' tarafından kabul edilmiş olduğundan, bu iki mahkemece uygulanmıyor. Soykırım suçunda, devlet sorumluluğu aranmıyor. Mahkemeler, soykırım suçunun saptanması için, yüksek devlet sorumluları dahil, sanıkların `yoketme kastı' ile Sözleşme'de öngörülen fiilleri işlediklerini kanıtlamak için inanılması zor ayrıntıya giriyorlar.


    Aynı yöntemi bundan 85 yıl önce cereyan etmiş olaylara uygulamak imkansız. Ne tanıklar ne de varsa, sanıklar yaşıyor. Bunların yerine, gerçek olduklarından kuşku duyulmasına imkan bulunmayan binlerce arşiv belgesi kanıt olarak kabul edilmiş olsa, Osmanlı'nın Ermeni tehcirinde hiçbir şekilde 'yok etme kastına' sahip olmadıkları açıkça ortaya çıkacak. Ama bu olaylardan sonraki üçüncü Ermeni kuşağı, nakli hafızanın (transmitted memory) tüm abartılarıyla, soykırımı kimliklerinin temel unsuru yapmış durumda.

    Nazi Almanya'sının Auschwitz Toplama Kampı'nda uyguladığı soykırımın bir başka belgesi: Yahudi kadınlar gaz odalarına gönderilmeden önce koğuşlarda.(solda)



    Auschwitz Toplama Kampı'nda bugün de muhafaza edilen koğuşlar(sağda)




    Hatta çoğunun kimlikleri, sadece soykırıma uğratılmışlık duygusundan oluşuyor. Bu durumun düzelmesi için de Türklerin kendilerine 'yaptıklarını' kabullenmeleri gerektiğini; yoksa iyileşmelerine imkan olmadığını düşünüyorlar. Tehcir kuşkusuz büyük acılara neden oldu. Bunun içerdiği trajediyi kabul etmek, Ermenilere yetmiyor. Kaldı ki Ermeniler o sırada yıkılmakta olan Osmanlı'nın asli unsuru olan Türklerin de büyük acılar çekmiş olduklarına tam bir kayıtsızlık içindeler.

    Onlar açısından olayların niteliğinden ziyade, olaylara konulacak isim önemli. Böylece acılarının Yahudi Holokost'u düzeyine çıkarılmasını amaçlıyorlar. Çıkmaz burada.


    Popüler Tarih Dergisi - Temmuz 2003



    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Hukukta Soykırım ve Ermeni Olaylar

          Kategori: Türk Soykırımı

          Konuyu Baslatan: AyMaRaLCaN

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1117

    Sinemde yanar dağlar bahçeler bağlar yetim
    Sensizken canım ağlar bensizken memleketim
    Özüme bir kez dokun gör nasıl birisiyim
    Aşka aşıkken bile memleket delisiyim

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş