Şuşa’da bülbüller kan ağlıyor
Günlük meselelerin içine öyle dalıp gittiğimiz oluyor ki!..
Etrafımızdaki, yakınlarımızdaki can dostlarımızın üzüntülerine veya sevinçlerine ortak olmayı unutup, dalıp gidiyoruz. Azerbaycan’dan Şuşa’lı bir okurumun bana yazdığı mektup yüreğimi cız ettirerek bu acı gerçeği bir kez daha hatırlattı. Paylaşıyorum:
“Bir yeryüzü Cenneti düşünün. Rakım 1400 m, yemyeşil bir diyar. Doğanın bu eşsiz güzelliklerine kuşbakışı bakarken, Tanrının bu yerleri yaratırken ne kadar cömert davrandığını düşünmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz bir anlık. Bir tarafta akan suların şırıltısı, bir tarafta şaha kalkıp kişneyen atlar, bir tarafta kulaklarda yankılanan Azerbaycan muğam sanatının baş tacı ’Karabağ Şikestesi’, bir tarafta da sanki bu duygulu müziğe eşlik etmek için birbirleriyle yarışan bülbüller. Evet, Karabağ’ın göz bebeği Şuşa’dır. O yerin adı ve o bülbüllerdir ki, Şuşa’nın bağrından kopan kimi Azerbaycan sanatçısına ilham vermiştir nağmeleriyle, ismini takmıştır bazılarına. Şuşa, bir zamanlar belki kimileri için hayal gibi gözüken bütün bu güzellikleri kendinde barındırıyordu kem gözleri kıskandırırcasına.
Temeli 1750 yılında Karabağ Hanı-Penahali Han’ın emriyle atılan Şuşa kalesi tarih boyu çok badireler atlatmış ve düşmanlara kahramanca sine gerişi kendisine ‘geçilmez kale’ ününü kazandırmıştı. 1795 yılı yazında Şah Ağa Mehemmed Gacar’ın ordusuna kahramanca direnişi ve 1797 baharında tekrar saldırarak hileyle kaleye girdikten bir gün sonra Şah’a mezar oluşu, bu ününü pekiştirmişti adeta.
Ama ne yazık ki, bu günlerde Şuşa sanki bir hayalet şehir. Çünkü 1992 yılı Mayısın 7’sinden 8’ine geçen gece kaderi değişmiş ve belki de tarihinde en güçsüz kaldığı bir günü yaşamıştı Şuşa. O gece Ermeniler, Rusya’nın kendilerine bıraktıkları çok sayıda zırhlı araç ve topçu birlikleriyle aniden kenti aralıksız ağır top ateşine tutmuş, sayıca az olan Azerbaycan savunması destek kuvvetlerinin yetişememesi ve cephane yetersizliği nedeniyle sabah saat 6’ya kadar devam eden bu saldırıya dayanamamıştı. On saat süren ağır top ateşi ve daha sonrasındaki sokak çatışmalarında 480 Azerbaycan Türkü hayatını kaybetmiş, 1860 kişi yaralanmış, 68 kişi esir düşmüş, 22.000’den fazla Şuşa sakini kendi yurdunu terk ederek Azerbaycan’ın değişik bölgelerine göç etmek zorunda kalmıştı.
8 Mayıs 2012 tarihinde Şuşa, Ermeniler tarafından işgalinin 20. yılını doldurdu ve tarihin değer biçilemez izlerini taşıyan bu şehir, şimdilerde bu değerlerinin Dünyanın gözü önünde yok edilmesine tanıklık ediyor. Ve ne tuhaf ki, başta her fırsatta kendini ‘insan hakları savunucusu’ diye uluslararası kamuoyunun gözüne sokma çabası içinde olan ülkeler olmak üzere, varlık nedeni devletler hukukunun işleyişini temin etmek veya kültürel varlıkları korumak olan uluslararası kuruluşlar bu yok ediliş karşısında sessizliklerini muhafaza etmektedirler. Bu sessizliğin verdiği cesaretle olmalı ki, tarihi kültür birikimine sahip Şuşa işgalle birlikte Ermeniler tarafından yakılmış, müzeler talan edilmiş, camiler, tarihi ve kültürel yapılar yerle bir edilmiştir. Şuşa’nın işgali zamanı toplam 280 civarında tarihi ve kültür değeri yüksek yapıtın yok edildiği bilinmektedir.
Evet, bugün Şuşa’da bülbüller bir başka ötüyor. Sanki ağıt yapıyorlar hüzünle. Çünkü bugün hâlâ kara bulutlar dolaşıyor bu hayalet şehrin başı üstünde. Yalnız bu bilinmelidir ki, bir gün gelecek, o sabah tekrar gönülleri okşayacak bülbüllerin şuh nağmeleri. Ve o gün ‘Karabağ Şikestesi’ geri getirecek onların neşesini.”
Azerbaycan'dan okuyucu mektubu
Ahmet Takan
Yeniçag Gazetesi
10 Mayıs 2012