Rasulullah'ın İlk Kızı Hazret-i Zeyneb Hazret-i Zeyneb radıyALLAHu anhâ Rasûlullah sallALLAHu aleyhi vesellem efendimizin ilk kızı ve ikinci çocuğu... Kızlarının en büyüğü... Çocuk yaşta İslâm'la şereflenen ilk genç kız... İslâm'ın ve imanın kaynağı, sevgi pınarı babacığından aslâ ayrılmayan çilekeş bir iman eri... Annesinden aldığı üstün bir terbiye ile evi çekip çeviren, kocasına hizmette kusur etmeyen, becerikli, nezâketli ve işini bilen asil bir hanımefendi... O, Mekke'de dünyaya

Bu konu 2699 kez görüntülendi 3 yorum aldı ...
Peygamberimiz (s.a.v) Kızları 2699 Reviews

    Konuyu değerlendir: Peygamberimiz (s.a.v) Kızları

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2699 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart Peygamberimiz (s.a.v) Kızları

    Rasulullah'ın İlk Kızı Hazret-i Zeyneb

    Hazret-i Zeyneb radıyALLAHu anhâ Rasûlullah sallALLAHu aleyhi vesellem efendimizin ilk kızı ve ikinci çocuğu... Kızlarının en büyüğü... Çocuk yaşta İslâm'la şereflenen ilk genç kız... İslâm'ın ve imanın kaynağı, sevgi pınarı babacığından aslâ ayrılmayan çilekeş bir iman eri... Annesinden aldığı üstün bir terbiye ile evi çekip çeviren, kocasına hizmette kusur etmeyen, becerikli, nezâketli ve işini bilen asil bir hanımefendi...
    O, Mekke'de dünyaya geldi. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz henüz otuz yaşlarında idi. Hazreti Hatice (r.anha) annemizle evliliği üzerinden beş sene geçmişti. İlk çocukları Kasım'dan sonra ikinci çocukları dünyayı şereflendirecekti. Doğacak çocuğun ebesi Selma Hatun'du. Efendimizin evinde büyük bir heyecan vardı. Acaba erkek mi kız mı olacaktı? Aile efradı merakla beklemekteydi. Çok geçmeden bir kız çocuğu dünyaya geldi.
    Hz. Hatice annemizin evinde bulunan kadınları bir hüzün aldı. Bu haberi nasıl duyuracaklardı? Çünkü Cahiliye devri olarak bilinen o dönemde Araplar kız çocuklarına hiç değer vermezlerdi. Onlardan birine; "Kız çocuğun oldu" haberi verilince içleri kederle dolar, yüzleri değişirdi. İşte Zeyneb böyle bir karanlık devirde dünyaya geldi. Fakat onun doğumunda mâtem olmadı. Kâinâtın Efendisine bu haber ulaşınca aksine memnûn ve mesrûr oldu. Doğum müjdesi getirene teşekkür etti. Herkesin beklediği gibi ke-derli bir tavır sergilemedi.
    O, fıtraten pırıl pırıl bir ahlâka sahipti. Cahiliye devrinin çirkinliklerini hiç benimsememiş, vahşîce yapılan hareketleri hiç tasvip etmemişti. İçkiden kumardan, kızları diri diri gömmekten nefret ederdi. Toplumdan bu kötülüklerin kaldırılması için nasıl ve ne tarz bir mücâdele verilmesi gerektiğini düşünürdü. Bu sebebten kızı Zeyneb doğunca hiç üzülmedi. Rabbine hamdetti. Hatta "Ben kız babasıyım" diyerek iftihar etti. Sevinçle, güleryüzle evine gitti. Yeni doğan kızını kucağına aldı ve Zeyneb adını koydu.
    Zeyneb gün geçtikçe büyüyordu. Evin içine neşe saçıyordu. Kâinât'ın Efendisi onun şahsında babalık sevgi ve şefkatinin örneklerini veriyordu. Zira oğlu Kasım vefat etmişti. Yıllar sür'atle geçmekte Zeyneb büyümekte ve on yaşlarına girmek üzereydi. Evde diğer kardeşlerine ablalık yapıyor, onların hizmetini görüyor ve anneciğinin yükünü paylaşıyordu. Hizmetiyle gelin olacak olgunluğa ulaştığını gösteriyordu. Teyzesi Hale'nin Ebü'l-As adında kendisiyle yaşıt bir oğlu vardı. Evlerine sık gelip giderdi. Zeyneb'teki nezâkete, güleryüze, işindeki becerikliliğe ve olgun davranışlarına hayran kalırdı. Hz. Hatice annemiz de yeğenini çok severdi. Onun Zeyneb'e karşı ilgi ve sevgisi gözünden kaçmazdı. Evlilikte mutlu olabilmek de bu sevgiye bağlıydı.
    Ebü'l-As İbni Rebî herkesin güvenini kazanmış, kimsenin hakkını üzerine geçirmeyen, dürüst bir tüccardı. Şam ve Yemen taraflarına ticarete giderdi. Her dönüşünde teyzesine ve çocuklarına hediyeler getirirdi. Zeyneb de bu ilgiden ve hediyelerden memnun kalırdı. Ebü'l-Âs bu şekilde teyzesinin sevgisini kazanmıştı. Birgün teyzesine evlilik konusunu açtı. Zeyneb'e olan gönül yakınlığını hissettirdi. Hatice annemizde bu talebi Efendimize arz etti.
    Resûl-i Ekrem (s.a.) bu isteğin Zeyneb'e duyurulmasını söyledi. Kıza danışmadan bir şey söylemek istemedi. Hatice annemiz bir fırsatını bulup kızına meseleyi açtı ve: "Zeyneb! Teyzeoğlun Ebû'l-Âs evlilik konusunda senin adını andı, ne dersin?" dedi. Zeyneb bu konuda sessiz kaldı. Genç kızın sükûtu ikrardan kabul edildi ve hazırlıklar başladı. Kısa zamanda düğünleri yapıldı. Develer kesildi. Yemekler verildi. Rasûlullah (s.a.) ve ailesi gelin Zeyneb'i yeni evine kadar götürdü. Bir süre orada oturdular. Gelini yeni evine yerleştirip ayrıldılar.
    Ebü'l-Âs sıcak bir yuvaya kavuşmuştu. Zeyneb'i çok seviyordu. Mutluydu ve mesûddu. Ticaret için sefere çıktığında Zeyneb baba ocağında kalıyor ve annesine ev işlerinde yardım ediyordu. Kocası yine bir sefere gitmişti. Annesinin yanında kalırken babacığında büyük değişiklikler meydana gelmiş ve sevgili babasının Hira mağarasındaki ilk vahyi alıp eve dönüşüne şahid olmuştu. Hatta hayretle annesine: "Ne oldu anne? Babamın durumunda bir değişiklik var." demişti. Hz. Hatice annemiz de; babasına yeni bir vazife verildiğini, melek Cebrâil'in gelip, ALLAH'tan emirler getirdiğini anlattı. Son din ve son peygamber olarak babasına iman ettiğini bildirdi. Zeyneb de; sizin inandığınıza ben de inanırım anneciğim dedi ve birlikte kelime-i şehadet getirerek ilk müslümanlardan oldu.
    Ebü-l-As seferden dönüp Mekke'ye girince; yeni dinin geldiğini ve yeni peygamberin Hz. Muhammed (s.a.) olduğunu duydu. Evine vardığında hanımı Zeyneb'e ilk olarak: "Baban Peygamber olmuş öyle mi?" diye sordu. O da: "Evet!.. teyze oğlu, duyduğun doğru. Ben de müslüman oldum." dedi ve devam etti: "VALLAHi sen de biliyorsun ki, babam güvenilir ve dürüst bir kimsedir. Boş yere konuşmaz. Onun doğruluğunu Mekke'de tasdik etmeyen var mı? Ebûbekir, Ali, Zeyd de müslüman oldular. Ayrıca senin akrabalarından Osman ve Zübeyr de müslüman oldu. Ey benim sevgili efendim, ben inandım, sen de inanır mısın?" dedi.
    Ebü'l-As garib bir tavırla sevgili eşine baktı ve: "VALLAHi baban bana göre kötü bir kimse değil. "Muhammedü'l-Emin"dir. O şaka bile olsa yalan-yanlış şeyler konuşmaz. Ancak ben, karısını hoşnut etmek için atalarının dinini terketti dedirtmek istemiyorum", diye cevap verdi. Hanımının inancına da müdahale etmedi.
    Zeyneb (r.anhâ) bir taraftan yeni gelen vahyi öğreniyor, ezberliyor bir taraftan da kocasının imana gelmesi için sürekli duâ ediyordu. Fırsat buldukça yeni gelen dinden bahsediyor ve onun gönlünü kazanmağa çalışıyordu. Bu duygu ve düşünceler içerisinde ona sevgi ve hürmetlehizmet ediyordu. Müslümanlar birer birer çoğalmaya başlayınca müşriklerde babasına ve bütün müslümanlara işkence etmeye karar verdiler. Bunu duyan Zeyneb çok üzülüyordu. Fakat gün geçtikçe inananlar çoğalıyordu. Mekke müşrikleri de şiddet kullanmağa başlamışlardı. ALLAH Teâlâ müslümanları o zâlimlerin elinden kurtarmak için hicrette izin verdi. Sevgili babası, annesi, kardeşleri birlikte hicret ettiler. Zeyneb (r.anhâ) ise Mekke'de yalnız kaldı. Kocası Medine'ye gitmesine izin vermedi.
    Zeyneb (r.anhâ)'ya bu ayrılık çok dokundu. Müşrik birisiyle evli olmasına çok üzülüyordu. Fakat sabırdan başka çaresi de yoktu. Zira hayat bir imtihandı. Bu sıkıntılardan ancak sabırla kurtulacağına inanıyordu. ALLAH her şeye kâdirdi. Her şeyi görüyor ve biliyordu. O'na tevekkül etti. O'na duâ ve niyazda bulundu. Sabretti, sebat etti ve neticeye erdi.
    Hicretten bir sene sonra idi. Mekkeli müşrikler Medine'de toplanan müslümanlara savaş ilân etti. Kuvvetli bir ordu ile Bedir'e geldi. Müslümanlar sayı ve techizat bakımından çok az ve zayıftı. Ama ALLAH Teâlâ'nın yardımının kendileriyle olduğuna inanıyorlardı. Bu imanla meydana atıldılar. Büyük kahramanlıklar sergilediler. ALLAH Teâlâ görünmeyen ordularıyla müslümanlara yardım etti ve zaferi elde ettiler. Müşriklerin kimisi kaçtı, kimisi esir alındı. Rasûlullah (s.a.) Efendimizin damadı Ebû'l-As da esirler arasında idi.
    İki Cihan Güneşi Efendimiz Savaştan sonra ashabını toplayıp esirler hakkında istişarede bulundu. Sonra vahiy geldi ve Esirler fidye karşılığı serbest bırakılacaktı. Ebû'l-As Mekke'de hanımı Zeyneb'e haber gönderdi. O da bir miktar para ile annesinin hediye ettiği gerdanlığı, kolyeyi gönderdi. Bunlar Ebû'l-As'ın fidyesi olarak Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz'in eline verildiğinde çok duygulandı. Mahzun oldu. Ashâbına: "Eğer uygun görürseniz bunu geri verelim. Bu Hatice'nin hatırasıdır." buyurdu.
    Ebû'l-As'a gerdanlık ve para geri verildi. Yalnız Mekke'ye vardığında Zeyneb'i Medine'ye göndermek üzere söz alındı. Zira yeni gelen bir vahiyle: "Müslüman hanım, müşrik erkeğe haram kılınmıştı." (Mümtehime Sûresi: 10) O da söz verdi ve sözünde durdu. Mekke'ye varınca çok sevdiği Zeyneb'ini Medine'ye uğurladı.
    Zeyneb (r.anhâ) eşyalarını toparlayıp hazırlığını tamamlayınca anneciğinin kabrini ziyaret etti. Kızı Ümame ile birlikte kabrin başına vardı. Gözyaşları içinde, hıçkırıklara boğularak Kur'an okuyup dualar ederek can anneciğine veda etti. Sonra eve döndü. Müslüman olmuş komşu hanımlarıyla da helallaştı. Gündüz gözüyle teyzeoğlu Kinâne onu Mekke dışına çıkarıp Medine'den gelen Peygamber (s.a.) Efendimizin evlâdlığı Zeyd (r.a.)'a teslim edecekti: Eşyaları deveye yüklendi. Önce Zeyneb bindi deveye, sonra da kızı Ümame'yi aldı yanına. Kinane devenin yularını tuttu ve hareket ettiler. Zeyneb tekrar kocasına baktı. O da ona bakıyordu. Her ikisi de ağlıyordu. Gözyaşları iplik iplik akıyordu.
    Zeyneb, Medine'ye babası ve kızkardeşlerinin yanına gidiyordu. Hamile olduğu halde kocasının yanında kalmamıştı. Biri karnında biri de kucağında olduğu halde Medine'ye gidiyordu. Kocası da onun bu haline çok üzülmüştü. Hatta ayrılığına dayanamadığı için kardeşi Kinane ile göndermiş ve: "Babana söz vermiş olmasaydım göndermezdim Zeyneb'im" diye oturup ağlamıştır.
    Kimse bir şey demez zannıyla güpegündüz çıkmışlardı, yola. Fakat azılı müşrikler haberi duyunca peşlerine düşmüş ve onlara Zîtuva mevkiinde yetişmişlerdi. Habber ibni Esved adındaki azgın müşrik bütün kiniyle, öfkesiyle ve var gücüyle deveye saldırdı. Deveyi ürküttüler. Havdecin bağlarını kesip yere düşürdüler. Zeyneb (r.anhâ) ve kızı da yere yıkıldılar.Kinane saldırganlarla çarpışmaya başladı. Zeyneb'i yara bere içerisinde görünce yüreği dayanamadı ve saldırganlara: "Yaklaşmayın! Kalbinize oku saplarım." diye tehdit ederek onları korumağa çalıştı..
    Kinane keskin nişancı ve usta ok atıcısıydı. Onlara: "Yaklaşmayın, hiç acımam, kalbinize oku saplarım" dedi. Onlar da: "Seninle bir alışverişimiz yok Kinâne. Sadece Zeyneb'i götüremezsin." dediler. Ebû Süfyan araya girdi ve onu ikna etmeye çalıştı. Ona şunları söyledi:
    "Kinane!.. halkın gözü önünde güpegündüz yola çıkmanız doğru bir hareket değil. Sen Muhammed'in başımıza getirdiklerini biliyorsun. Onun kızını böyle açıktan alıp götürmen bizim aczimize delil olacaktır. Bu işi sen geceleyin hallet. Şimdi Mekke'ye götür. Halkın itirazı kesildikten sonra gizlice al ve götür" dedi.
    Kinâne tamam dedi ve yara-bere içerisinde kalan Zeyneb (r.anhâ)'yı Mekke'ye götürdü. Atike halanın titiz bir şekilde bakımıyla birkaç gün içerisinde kendine gelen Zeyneb (r.anhâ)'yı tekrar geceleyin gizlice Mekke'den çıkarttılar. Kendilerini bekleyen Zeyd (r.a.) ve arkadaşlarına teslim ettiler.
    Zeyneb (r.anhâ)hevdecin içinde giderken, bir yandan başına gelenleri düşünüyor bir yandan da kocasının hidayeti için sürekli duâ ediyordu. Ebû'l-Âs ile 16 yıl beraber yaşamışlardı. Ondan en küçük sert, kaba bir hareket görmemişti. Kendisine bir defa olsun bağırıp çağırmamıştı. Birbirlerini çok iyi anlamışlardı. Aralarında sevgi, şefkat ve merhamet hâkimdi. Elbette onun hidayeti için duâ edecekti.
    Bu küçük kafile zor ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine'ye ulaştı. Hz. Zeyneb babasına ve kardeşlerine kavuşmanın sevinciyle bütün ağrı ve sızılarını unutuverdi. İki Cihan Güneşi Efendimiz de dâmadının bu davranışını takdirle karşıladı ve: "Bana doğruyu söyledi. Söz verdi ve sözünü yerine getirdi." buyurarak onu taltif etti.
    Hz. Zeyneb Medine'de huzur ve seâdete kavuştu. Kocası Ebû'l-Âs ise sıkıntı içerisindeydi. Kendisini ticârî seyahatlere vermişti. Hicretin 6. yılında ticaret kervanıyla Şam'dan dönerken Medine civarında Îs Mevkiinde baskına uğradı. Kervanın etrafı sarıldı. Kervancıbaşı Ebû'l-Âs olduğu görülünce seriyye komutanı tarafından kimsenin öldürülmemesi istendi. Canlarını emniyette gören kervandakiler de karşılık vermeden, çarpışmadan teslim oldu. Kervan Medine'ye götürüldü. Şehre girince Ebû'l-Âs bir yolunu buldu ortadan kaybolup kaçtı ve Zeyneb'in kapısına vardı. Ondan eman diledi. Sabah namazı vakti idi. Zeyneb (r.anhâ) hemen mescide koştu ve yüksek sesle kendini tanıtıp Ebû'l-Âs'ın kendi emanında olduğunu duyurdu. Sevgili Peygamberimiz de: "Zeyneb'in eman verdiğine biz de eman verdik." buyurdu.
    Hz. Zeyneb, babacığı Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize geldi. "Ne yapmalıyım?" diye sordu. Efendimiz de: "Kızım, ona ikramda bulun. Fakat uzak dur. Çünkü birbirinize helâl değilsiniz." buyurdu. Zeyneb hızla evine vardı. Ebû'l-Âs kapının önünde hâlâ ayaktaydı. İçeri buyur edip yemek hazırladı ve kızı ile birlikte yemek üzere önlerine koydu.
    İki Cihan Güneşi Efendimiz alınan ganimet ve esirler konusunda ashabıyla istişare yaptı ve onlara: "Uygun görürseniz, Ebû'l-Âs'ın bütün mallarını ve arkadaşlarını geri veriniz!" buyurdu. Zira Ebû'l-Âs'ın gönlü artık İslâm'a açılmıştı. Onun mahcub bir vaziyette huzura gelişi ve gözlerindeki ifade bunu hissettirmişti. Bütün malları ve adamları geri verildi. Bu hadise Ebû'l-Âs'a çok tesir etti. Oracıkta müslüman olmağa karar verdi. Fakat ilân edemedi. Emanetleri sahiblerine verip öyle ilân etmeliydi. Derhal Mekke'ye doğru yola koyuldu.Gönlü Medine'de kaldı.
    Kervanı karşılamaya gelenleri toplayan Ebû'l-Âs bütün malları sahiplerine dağıttı. Sonra: "Bende herhangi bir alacağı olan kaldı mı?" diye üç defa sordu. Her seferinde: "Hayır, yoktur." cevabını aldı. Daha sonra: "-Beni nasıl bilirsiniz?" diye sordu. Onlar da: "-Doğru, dürüst ve güvenilir biliriz." diye cevap verdiler. Tekrar: "-Benden yalan bir söz işittiniz mi?" dedi. Onlar da: "-Hayır, işitmedik." dediler. Bunun üzerine: "VALLAHi yanınıza gelmeden önce müslüman olmaya karar vermiştim. Ancak "Mallarımıza konmak için din değiştirdi!" demeyesiniz diye ilân edemedim. Ben şehâdet ederim ki; ALLAH'tan başka ilâh yoktur. Hz. Muhammed (s.a) de O'nun kulu ve Rasûlûdür." diyerek kelime-i şehadet getirdi.
    Müşriklerin şaşkın bakışları arasında evine gidip eşyalarını aldı ve Medine'ye doğru yola çıktı. Gece gündüz dinlenmeden devesini sürdü. Sevgililere kavuşmak üzere yol aldı. Nihayet Medine'ye ulaşınca doğru Mescid-i Nebi'ye gitti. Rasûlullah sallALLAHu aleyhi vesellem efendimizin huzuruna vardı ve kelime-i şehadet getirdi. Oradan Efendimizin izniyle Sevgili Zeyneb'ine ve kızı Ümâme'ye kavuştu. Efendimiz nikahlarını tazeledi. Böylece üzüntüler, sıkıntılar tekrar sevince ve mutluluğa dönüştü.
    Hz. Zeyneb (r.anhâ) muradına ermişti. Kocası hidayete gelmişti. Fakat bu sevinç çok kısa sürmüştü. Aradan bir sene geçmeşti. Zeyneb (r.anhâ) hastalanıp yatağa düştü. Hicret esnasında bir hayli yıpranmıştı. Bu hastalıktan kurtulamadı. 8 h. senede 30 yaşlarında iken Hakk'ın rahmetine kavuştu.
    Sevgili annelerimizden Hz. Sevde ile Ümmü Seleme ve diğer hanım sahabîlerden Hz. Ümmü Eyman ile Ümmü Atıyye (r.anhûmâ) Hz. Zeyneb'in evine gittiler. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz onlara: "Onu yıkamaya sağ tarafından ve abdest âzalarından başlayınız. Tek sayıda üç-beş-yedi kere, hatta gerekli görürseniz bundan fazla yıkayınız. ?Sonunda suya kâfur, yahut kâfurdan biraz koku koyunuz. Yıkama işini bitirince bana bildiriniz." buyurdu.
    Yıkama işi tamam olunca Efendimiz gömleğini gönderdi ve: "Bunu ona iç gömlegi yapınız." buyurdu. Sonra cenaze namazını kıldırdı. Kabrin başına geldi ve kazılan kabre hüzünle baktı. Düşünceli ve üzgün bir vaziyette kabre indi. Biraz bekledi ve duâ etti. Sonra sevinç içerisinde dışarı çıktı. Oradakilere şu müjdeyi verdi:
    "Zeyneb'in zayıflığını düşünüp ALLAH Teâlâ'dan onun kabrini genişletip sıkıntısını gidermesini diledim. ALLAH duamı kabul buyurdu ve kabrini genişletip, sıkıntısını giderdi." buyurdu.
    Hz. Zeyneb (r.anhâ) dini, imanı uğruna çok çileler çekti. Sabırla, sebatla bu sıkıntılara direndi. Müşrik kocasına karşı nezâket, edeb sevgi ve saygıyla hizmet etti. Onun gönlünü bu şekilde fethetti. İslâm'a kavuşmasına vesile oldu.
    Sevgi en büyük bağdı. İnsanları birbirine yaklaştıran, birbirine hizmet ettiren en kuvvetli nesne manevî bir güç... Huzura kavuturan, mutluluğa erdiren bir tılsım...
    İki Cihan Güneşi Efendimiz torunu Ümâme'yi çok severdi. Bir keresinde namaz kılıyordu. Ümâme'de omuzlarında idi. Rûkû'ya vardığında onu yere koyuyor. Secdeden kalkarken yine omuzlarına alıyordu. Birgün bir gerdanlık hediye olarak gelmişti. Onu aile halkı içinden bana en sevgili olana vereceğim dedi. Sonra Ümâme'yi çağırıp boynuna taktı.
    Cenâb-ı Hak bizlere o sevgili aile halkının birer ferdi olabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi nasîb eylesin. Amin.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Peygamberimiz (s.a.v) Kızları

          Kategori: Peygamber Efendimiz (S.A.V.)

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 3

          Görüntüleme: 2699


  2. #2
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart



    Hazret-i Rukiyye -radıyALLAHu anhâ-


    Resulullah'ın İkinci Kızı


    Hazreti Rukıyye radıyALLAHu anhâ, Rasûlullah sallALLAHu aleyhi vesellem efendimizin ikinci kızı... Zâtü'l-Hicreteyn = İki hicret sahibi lakabına mazhar çilekeş bir iman eri... Aile olarak kocasıyla ilk hicret eden muhâcirlerden... İslâm davâsı uğruna akla hayale gelmedik eziyetlere ve çeşitli ibtilâlara maruz kalan ve o belâları sabırla geçiştirmesini bilen örnek neslin örnek insanları... Peygamberimizin ilk vefat eden kızı...
    O, Peygamberlikten yedi sene önce Mekke'de dünyaya geldi. Hazreti Hatice (r.anhâ) gibi adamış olgun, zeki ve davâ şuûruna sahib bir annenin yanında büyüdü. Eğitimini, edebini, görgüsünü, ahlâkını aile yuvasında tamamladı. Sevgiyi, saygıyı ve insanlara şefkati, merhameti rahmet pınarı baba ocağında öğrendi. O, ablası Zeyneb'in evliliğinden sonra ev hizmetlerinde öne geçti. İşindeki becerisi, titizliği, tertib ve düzenliliğiyle akrabalarının dikkatini çekti. Anneciğinin hizmetlerine kardeşi Ümmü Gülsüm ile beraber yardımcı oldu. Onlar sanki ikiz gibiydiler. Birbirlerine son derece nezaket ve muhabbetle bağlı idiler. Kader onları birbirine öylesine yakın eylemişti ki, hayatları sanki birbirini takip etmekteydi.
    Birgün büyük amcaları Ebû Talib ile birlikte bir heyet evlerine geldi. Amcazâdelerinin akrabalığını arzu etmekteydiler. Hoşbeş ettikten sonra sadede gelindi ve Ebû Talib söze başladı. Şöyle dedi:
    "Yeğenim Zeyneb'i Ebü'l-Âs İbni Rebî'e verdin. O gerçekten şerefli bir hısımdır. Rukıyye ile Ümmü Gülsüm'ü de amcanın oğulları Utbe ve Uteybe'ye istemeye geldik. Şeref ve soy bakımından onlar da geri değillerdir. Vermeyeceğini zannetmem." dedi.
    Muhammedü'l-Emin Efendimiz bu teklife karşı: "Doğru söyledin amcacığım! Akrabaya önem vermek gerekir. Ancak ey amcam! bu konuda bana biraz mühlet ver de kızlarımla konuşayım." buyurdu.
    İnsan değerini en iyi bilen o emin, güvenilir insan kızlarına danışmadan bir cevap vermedi. Amcalarına sevgiyle, hürmetle davrandı. Fakat hemen verdim gitti deyip kestirip atmadı. Hane halkıyla istişare etmeyi huzurun mutluluğun kaynağı ve hanımlara verilmesi gereken önemli bir değer olarak kabul etti. Konuyu ev halkına açtı. Sâdık eş Hz. Hatice kızlarına durumu anlattı.
    Anne ve kızlar Ebû Leheb'in karısı Ümmü Cemile'yi çok iyi tanıyorlardı. O geçimsiz, katı kalbli, kalb kırıcı söz ve tavırlarıyla meşhurdu. Böyle bir kaynanaya gelin olarak gitmeye kimsenin gönlü ısınamadı. Edeb gözetip işi kendi haline bırakmayı tercih ettiler. Neticede bir takım endişelerle birlikte evlenmelerine karar verildi. Şefkatli baba kızları için bereket diledi. Onları ALLAH'ın hıfz u emânına bıraktı.
    Rukıyye ve Ümmü Gülsüm'ün evliliğinin karara bağlandığı günlerden birgün Mekke semâlarında bir nûr göründü. Sevgili babalarına Cebrâil aleyhisselâm gelmişti. ALLAH onu kendine resûl olarak seçmişti. O güne kadar "Muhammedü'l-Emin" diye herkesin güvendiği, herşeyini rahatlıkla emanet bıraktığı sevgili babaları şimdi "Muhammedün resûlullah=ALLAH'ın elçisi" olmuştu.
    Yeni gelen Peygamber ve getirdiği dine ilk inanan da sevgili anneleriydi. Peşinden aile efradı olarak Zeyneb, Rukıyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma inandı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) ile başlayan inananlar halkası hergün genişlemeğe, ve sayıları artmağa başladı. Kureyş müşrikleride bu işin önünü almak için toplantılar yaparak şu karara vardılar:
    "Muhammed'i yeni görevinde kendi başına serbest bıraktınız. Onu işinden alıkoymak mı istiyorsunuz? O halde kızlarını geri veriniz de onlarla meşgul olsun. Bu meşgale onu ızdıraba sürüklesin..." dediler.
    Kureyş'in azılı müşrikleri bir heyet halinde önce Ebû Leheb'in çocuklarına nişanlarını attırdılar. Ebû Leheb çocuklarına: "Eğer Muhammed'in kızlarını boşamazsanız başım başınıza haram olsun. Sizinle bir daha yüzyüze gelmeyeyim" diye tehdit etti. Utbe Rukıyye'den, Uteybe'de Ümmü Gülsüm'den ayrıldılar. ALLAH Teâlâ merhametiyle Habibi'nin kızlarını odun hamalının tuzağından, cimri ve uğursuz yaşayışından kurtardı. Şefkat ve rahmet ocağı anne ve babalarına döndüler. Ebû'l-Âs İbni Rebî ise asla Zeyneb'ten ayrılmayacağını söyleyerek Kureyş ileri gelenlerinin tekliflerini reddetti.
    Kureyşlilerin tuzakları boşa çıktı. Onların düşündükleri gibi kızlarının geri verilmesi Rasûlullah (s.a.)'i davetinden alıkoymadı. İşi sarpa sarmadı. Hatta daha da hayırlı oldu. Zira ALLAH Teâlâ, Rasûlü'nün iki genç yavrusuna eski kocalarından daha hayırlı sâlih, kerîm, asîl bir aileye mensub, zengin, yumuşak huylu, iyi ahlâklı ve İslâm'a ilk giren sekiz kişiden ve Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Osman İbni Affan (r.a.)'ı nasîb etti. İki Cihan Güneşi Efendimiz onunla Rukıyye (r.anhâ)'yı evlendirdi. Kendilerine dua etti. ALLAH Teâlâ'dan bereket vermesini niyaz eyledi.
    Kureyş müşrikleri bu olup bitenler karşısında daha da hırçınlaştı. Müslümanlara bir iyilik dokunmasını istemiyorlardı. Bu sebebten yeni müslüman olanlara eziyetler etmeye başladılar. Kimsesiz, garib müslümanları işkenceler altında inleterek yeni dinin önünü kesmek istediler. Fakat tam tersine hergün İslâm'la buluşanların sayısı artıyordu.
    Buna mukabil müşriklerin de eza ve cefaları akla hayale gelmeyecek şekilde devam ediyordu. Sevgili Efendimiz ashâbının çektiklerini gördükçe üzülüyor ve Rabbısına sığınıyordu. Bir müddet sonra Habeşistan'a hicret etmelerine izin verildi. İlk hicret kafilesinde sevgili damadı Hz. Osman ile sevgili kızı Rukıyye'de vardı. Vatandan, âileden ve rahmet pınarı Efendimiz'den ayrılmak onlar için ne kadar zordu. Fakat müşriklerin zulmüne de dayanılacak gibi değildi. Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz vedalaşırken şunları söyledi:
    "ALLAH onların yardımcısı olsun. Osman ALLAH yolunda, Lût'tan sonra ailesiyle hicret edenlerin ilkidir." buyurdu.
    Necâşî'nin ülkesine yerleşen muhacirler emniyet ve güven içerisinde ibadetlerini yapmaya, inançlarını rahatlıkla yaşamaya başlamışlardı. Tek üzüntüleri geride bıraktıkları aileleri ve din kardeşleriydi. Rukıyye (r.anhâ)'nın yorgunluktan dolayı sağlık ve sıhhati de bozulmuştu. Bu sebepten ilk çocuğu düşük olmuştu. Kendisi de çok zayıflamıştı. Bu halde iken insan ilgiye muhtaçtı. Hz. Osman (r.a.) da hanımına karşı ilgisini, sevgisini ve hizmetini hiç eksik etmedi. Gurbetçi yalnızlığını hissetirmedi. Hanımına şefkatli bir eş olarak merhametle davrandı. Elemini kederini gidermek için gayret etti. Ona daima manen destek oldu. Moralini yüksek tutmağa çalıştı. Bu arada Mekke'den muhâcirleri sevindirecek haberler gelmeğe başladı. Müşriklerden bazısının İslâm'a girdiği şâyiası yayıldı. Peygamberle beraber Kâbe'de secde ettikleri söylentileri ortalığı kapladı. Bu haberler Habeşistan' a da ulaşınca ashabtan bazıları Mekke'ye geri döndüler. Hz. Osman ile Rukıyye (r.anhâ) da dönenler arasındaydı. Halbuki hadisenin aslı yoktu. Sadece şöyle bir olay geçmişti:
    "Sevgili Peygamberimiz Necm Sûresini okurken; "ALLAH'ı bırakıp taptığınız Lât'ın, Uzza'nın ve üçüncüsü olan diğer Menât'ın zerrece kudretleri var mı? Bize haber verin." âyeti geçmişti. Müşrikler okunan ayetlerin manasının anlaşılmaması için yüksek sesle şamata yapıyorlardı. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz sûrenin sonuna gelince secde âyetini okudu ve secdeye kapandı. Müşrikler de putlarının adı geçtiği için secdeye vardılar. Onların da aynı anda secde edişleri müşriklerin müslüman olduğu şeklinde yorumlar yapılmasına sebep oldu.
    Bu asılsız haberleri duyarak Habeşistan'dan dönen muhacirler vatanlarına geldiklerinde hiç bir şeyin değişmediğini, işkencelerin devam ettiğini gördüler. Himaye altında Mekke'ye girdiler. Rukıyye (r.anhâ) baba evine geldi. Kardeşleri Ümmü Gülsüm ve Fâtıma ile hasret ve muhabbetle kucaklaştılar. Gözyaşları içerisinde tekrar kavuştuklarına şükrettiler. Fakat Rukıyye (r.anhâ) annesini göremiyordu. Kardeşlerine soruyor bir cevap alamıyordu. Sadece hıçkırık ve gözyaşları içerisinde birbirine sarılıyorlardı. Akan gözyaşları Rukıyye'ye doğru cevabı vermişti. Anneciğinin Refik'i Â'lâ ya uçtuğunu anlayınca hıçkırıktan boğazı düğümlendi. Derin bir sûkuta büründü. Ne yapabilirdi ki, ALLAH'ın hükmüydü. Kaza ve kadere inanan insan ancak sabrederdi. Rukıyye (r.anhâ) da sabır ve metanetle anneciğinden ayrılmanın acısını gönlüne gömdü.
    Bundan sonra Mekke'de kalması uzun sürmedi. Medine'ye hicret izini verilmişti. Müslümanlar ikinci hicret yurduna yönelmişlerdi. Onlar da aile olarak tekrar Medine'ye hicret ettiler. Böylece ALLAH yolunda iki hicret sevabı kazandılar.
    Rukıyye (r.anhâ) ikinci hicret yurdu Medine'de oğlu Abdullah'ı dünyaya getirdi. Bu yavrunun doğumuyla ilk çocuğunu kaybetmenin acısını unutmaya çalıştı. Medine'de huzur içerisinde günlerini geçiriyordu. Artık İslâm kardeşliği kurulmuş. Muhacir ve Ensar birbirine kenetlenmiş adeta yek vücut olmuşlardı. Çileli hayat sona ermiş gibiydi. Abdullah da gün geçtikçe büyüyor ve etrafa neşe saçmağa devam ediyordu. Lâkin dünya imtihan yeriydi. Rukiyye (r.anhâ)'ın imtihanları çetin geçmekteydi. Birgün hiç beklenmedik bir hadise oldu. Beşikteki çocuğun yüzünü bir horoz gagaladı. Abdullah'ın yüzünü yaraladı. Yüz kısmındaki yaralar kısa zamanda yayıldı. Etrafı yara-bere içerisinde kaldı. Mikrop kapan ve önü alınamıyan bu yaralardan çocuk kurtulamadı. Birkaç gün içinde Abdullah dünyasını değiştirdi.
    İbtilâların üst üste gelmesi Rukıyye (r.anhâ)'nın sıhhatini bozdu. Abdullah'tan başka çocuğu da yoktu. Sonradan da olmadı. Bu sıkıntılar onun ateşinin yükselmesine ve Humma hastalığına yakalanmasına kadar sağlığını etkiledi. Bu arada Bedir'de düşmanı karşılamak için cihad çağrısı yapılmakta idi. Hz. Osman (r.a.) bu davete icabet etmeyi arzulamışdı. Fakat hanımı Rukiyye (r.anha)'nın durumu ciddi idi. Ateşi ve rahatsızlığı gün geçtikçe artıyordu. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz Hz. Osman'a orduya katılmamasını hanımının yanında kalmasını işaret buyurdu. İyileşmesi için elinden gelen gayreti gösteren Hz. Osman (r.a.) hanımının gözünden gözünü ayırmadı. Hizmetinden uzakta kalmadı. Kul olarak yapabileceğini geriye bırakmadı. Lâkin yazılan vakit gelince o yüce kudrete teslimiyetten başka çare kalmamışdı. Onun sevgi dolu gözlerinin solduğu, ruhunun nâzenin vücudunu terk ettiği sıralarda Bedir Savaşı'nın zafer müjdeleri geldi.
    Hz. Rukıyye Peygamberimizin ilk vefat eden kızıydı. Daha henüz 22 yaşlarındaydı. Cenazesini Ümmü Eymen (r.anhâ) yıkadı. Medine halkı Bakî kabristanına taşıdı ve oraya defnedildi. Savaştan dönen Resûl-i Ekrem (s.a.) kabrin başına geldi ve kızına duâ ve niyazda bulundu. Oradan Hz. Osman (r.a.)'ın evine gitti. Onu da teselli etti. Hanımlar gözyaşları içerisinde kendini tutamıyarak ağlıyorlardı. Hz. Ömer (r.a.) müdahale etmek isteyince iki Cihan Güneşi Efendimiz: "Ömer! Bırak onları! Kendi hallerine bırak! Ölüye karşı duygular göz ve kalble ifade edilirse bu ALLAH'tan'dır. Onun merhametindendir. El ve dil ile yapılırsa şeytandandır." buyurdular.
    ALLAH Teâlâ Hazretleri Resûlünün iki hicret sahibi kızı Rukiyye (r.anhâ) ile iki nur sahibi Hz. Osman (r.a.)'dan râzı olsun. İmanının, cihadının ve çektiği çilelerin mükâfatını en iyi şekilde versin. Bizleri de şefaatlerine nâil eylesin. Amin.

  3. #3
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Üçüncü Nur Parçası

    Ümmü Gülsüm radıyALLAHu anha,



    Rasûlullah sallALLAHu aleyhi vesellem efendimizin üçüncü kızı... Mekke müşriklerinin şiddetli ambargoları altında büyüyen çilekeş bir genç... Annesi ve iki ablasının vefatlarını küçük yaşta gören sabır ve metanet sahibi bir iman eri... Ablası Rukıyye (r.anhâ) ile kader çizgileri birbirine benzeyen ikiz gibi iki kardeş... Her ikisi de iman ve edeb âbidesi Hz. Osman (r.a.)'a nikâhlanarak onun "Zinnûreyn=iki nur sahibi" diye ünvan almasına vesile olan bahtiyarlardan...
    O, Mekke'de bi'setten = peygamberlikten önce doğdu. Kureyşliler kendi aralarında: "Muhammed'in kızlardan başka çocuğu olmuyor..." diye konuşuyorlardı. Ne söylediklerinin, farkında bile değillerdi. Onlar kız çocuğu doğduğunda diri diri kumlara gömecek kadar câhiliyet içerisinde merhametsiz ve meymenetsiz vahşi kimselerdi. Onların cehâlet ve vahşet hallerini âyet-i celîle şöyle bildiriyor: "Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür..." (Nahl sûresi; 58 - 59)
    Sevgili Peygamberimizin üçüncü kızı böyle bir câhiliyet ve vahşet içerisinde yaşayan toplumda dünyaya geldi. Dolgun yüzlü güzel olduğundan dolayı ona Ümmü Gülsüm adı verildi. Peygamberlikten önce gelişip büyüdü. Ablası Rukıyye ile ikiz gibiydiler. Her ikisi de cahiliye döneminde Ebû Leheb'in oğullarına istendiler. Fakat Rabbımız o gülleri, müşrik eli değmeden kurtarıp tekrar baba ocağına döndürdü.
    Ümmü Gülsüm ve kızkardeşleri Hz. Hatice (r.anhâ) ile birlikte İslâm'la ilk şereflenenlerdendir. Cahiliye döneminde Uteybe ile nikahlanmıştı. ALLAH Teâlâ "Tebbet" sûresini nâzil buyurunca; Ebû Leheb oğullarına baskı yaptı ve O'nun kızlarını boşayın dedi. Onlar da babalarının sözünü tuttu. Böylece habîbinin gülleri iman ve insanlıktan nasibi olmayan müşrik ellerdenkurtulmuş oldu.
    Kısa bir zaman sonra Hz. Rukıyye, Hz. Osman ile evlenip Habeşistan'a ailecek hicret ettiler. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) kızkardeşi Fâtıma ile beraber Mekke'de Habîb-i Ekrem (s.a.) efendimizin yanında kaldılar. İki ablası evlenmişti. Ev işleri ona kalmıştı. Hayatın sıkıntıları, müşriklerin eza, cefa ve ambargoları artmıştı. Haşimoğullarıyla birlikte müslümanlar Ebû Tâlip mahallesinde hapsedilmişti. Üç yıl süren bu ambargoda aç ve susuz bırakılmışlardı. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) bu zor ve sıkıntılı günlerde anne ve babasının elem ve kederini hafifletmeye çalıştı. Üzerine düşen sorumluluğu idrak ederek annesine: "Üzülme anneciğim!.." diye onu teselli etti. ALLAH herşeye kadirdir. Bu çilelerin de sona ereceği bir zamanıvar diye sabretti. Sabrının mükâfatını ALLAH Teâlâ'dan bekledi. Günler sıkıntı içerisinde bir bir geçmekteydi. Birgün Ebû Tâlib müslümanların kuşatıldığı mahalleye geldi ve ambargonun kalktığını müjdeledi. Kâbe'ye asılan vesîkanın parçalandığını haber verdi. Bu haber müslümanları çok sevindirdi.
    İslâm'ın ilk yiğitleri çok çileler çekti. Ama onlar asla imanlarından taviz vermedi. Çektiği sıkıntılar onların azimlerini biledi ve imanlarını kuvvetlendirdi. Hz. Hatice (r.anhâ) annemiz bu kuşatmadan çok yıpranmış ve zayıf düşmüştü. Rahatsızlanıp yatağa düştü. Kızları Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma baş ucunda hep hizmette idiler. Bi’setin onuncu yılı ramazan ayına girilmişti. Hastalığı gün geçtikçe artmaktaydı. Ramazanın onuncu günü Hz. Hatice annemiz ruhunu Mevlâsına teslim ederek sevdiklerini geride bıraktı. Resûl-i Ekrem (s.a.) pek sevgili ailesini kendi eliyle Hacun Kabristanına defnetti.
    Yeryüzünde ilk müslüman ve "Ondan daha hayırlı bir eş yoktur." iltifatına mazhar Hz. Hatice annemizin vefatından sonra Ümmü Gülsüm (r.anhâ)'nın ev içindeki sorumluluğu daha da arttı. Zira babasının evinden ilk sorumlu o idi. Evin bakımı, hizmetleri abla olarak ona kaldı. Babacığının Hak davâsını tebliğdeki karşılaştığı sıkıntıları o çok iyi bilmekteydi. Mekke artık müslümanlara dar gelmeğe başlamışdı. Hicret izni verilince, önce sahâbîler, sonra İki Cihan Güneşi Efendimiz Medine'ye hicret ettiler. Daha sonra da aile efradı annelerimiz ve kızları Medine'ye getirildiler.
    Ümmü Gülsüm (r.anhâ) Medine'ye hicret edince ablası Rukıyye (r.anhâ) rahatsızlanmış yatıyordu. Vefatına kadar hem babasına hem ablasına hizmet etti. Bu arada müşriklerin Medine'ye saldıracağı haberi geldi. Sevgili babaları Resûl-i Ekrem (s.a.)efendimiz Kureyşlileri Bedir'de karşılamak üzere ashâbıyla anlaştı. Hz. Osman'ı Medine'de bıraktı. Rukıyye (r.anhâ)nın rahatsızlığı gittikçe şiddetlendi ve Bedir zaferinin müjdeli haberleri Medine'ye ulaştığı sıralarda ruhunu teslim etti. Cennetü'l-Bakî'a defnedildi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz Kabrinin başına geldi ve dua etti.
    Hz. Osman (r.a.) Rukıyye (r.anhâ) ile çileli, sıkıntılı fakat mes'ud bir hayat yaşadı. Şimdi ise iman ve neşe dolu, sabır ve metanetle çilelere tahammül eden bir hayat arkadaşını kaybetmişdi. Üstelik, hem de Rasûlullah (s.a.) ile olan hısımlık ve yakınlık bağları maddeten kesilmişti. Bunun için çok üzülüyordu. Yakınları ona bir hayli kız ismi vererek evlenmesini teklif etmişlerdi. O ise; "Hz. Rukıyye'nin yerini kimse dolduramaz" diyerek hepsini geri çevirdi. Hz. Ömer (r.a.) kızı Hafsa'yı teklif etti. Ona da müsbet cevap vermedi. Hatta buna üzülen Hz. Ömer doğru Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimizin huzuruna geldi ve: "Ya RasûlALLAH! Hafsa ile evlenmeleri için Ebû Bekir ve Osman'a teklifte bulundum. Hiçbir cevap alamadım." diye canının sıkıldığını söyledi. İki Cihan Güneşi Efendimiz, Hz. Ömer'in bu celâl ve öfkesini şu sözleriyle teskin etmeğe çalıştı: "Hafsa, Osman'dan daha hayırlısı ile, Osman da Hafsa'dan daha hayırlısı ile evlenecek" diyerek hatırını hoş etmeğe gayret etti. Böyle bir müjde ile onun gönlünü aldı.


    Hz. Osman (r.a.) yine bir gün üzüntülü ve ağlamaklı bir halde Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin huzuruna vardı. Elem ve kederini yüzünden okuyan Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz onun hal ve hatırını sordu ve: "Ey Osman! neden bu kadar üzüntülüsün?" buyurdu. O da; "Yâ RasûlALLAH! Ben üzülmeyeyim de kim üzülsün? Kızınızın vefatıyla yalnız kaldım. Daha da mühimmi sizinle olan hısımlık bağım koptu." dedi. Bunun üzerina Rasûlullah (s.a.): "Ey Osman! İşte Cebrâil! ALLAH'ın Ümmü Gülsüm'ü de sana nikâhlamamı emrettiğini bildiriyor." buyurdu. Bu müjdeye Hz. Osman (r.a.) çok sevindi.
    Anneler sultanı Hz. Hatice (r.anhâ)'nın yokluğunu hissettirmemek için bütün kadınlar seferber olup Ümmü Gülsüm'e yardımcı oldu. Kısa zamanda hazırlıklar tamamlandı. Nihayet hicretin üçüncü yılı Rebiülevvel ayında düğünleri yapıldı. Hz. Osman (r.a.) böylece ikinci defa Resûl-i Ekrem(s.a.) efendimize damat olma şerefini elde etti. Bundan böyle "Zinnûreyn = iki nur sahibi" ünvanıyla çağrıldı.
    Ümmü Gülsüm (r.anhâ) altı sene Hz. Osman (r.a.) ile birlikte huzur ve neşe dolu, mesûd bir hayat yaşadı. Hudeybiye muâhedesinde beyat-ı rıdvan'da bulundu. Kaza umresine katıldı. Mekke Fethine iştirak etti.
    Sevgili Peygamberimizin nâzenin üçüncü gülü Ümmü Gülsüm (r.anhâ) hicretin dokuzuncu yılında hastalandı. Babası ve kocası Tebük seferine çıkmışlardı. Gün geçtikçe hastalığı ağırlaştı. Kardeşi Fâtıma ve bütün hanım sahâbîler çok üzülüyordu. Çünkü yanında babası da yoktu kocası da... 27 yaşına yeni girmişti. Çocuğu da olmamıştı. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimizin genç bir yavrusu daha hayata gözlerini yummak üzereydi. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) son nefesini alıp verirken İslâm ordusunun Medine'ye girdiği haberi geldi. Babası ve kocasının sağ sâlim döndüklerini duyunca biraz kendine gelir gibi oldu. Fakat çok geçmeden ruhunu teslim ederek ebedî yurduna uçtu.
    İki Cihan Güneşi efendimiz kızının yanına girdiğinde Ümmü Gülsüm'ün bedeni daha yeni soğuyordu. Efendimiz sevgili damadı Hz. Osman'ın koluna girip dışarı çıkardı. Hz. Safiyye, Esma ve Ümmü Atıyye içeri girdi. Efendimiz bu kadınlara: "Kızım Ümmü Gülsüm'ü üç, beş veya daha fazla yıkayınız." buyurdu. Gasil ve kefenleme işi bitince erkekler içeri girip cenâzeyi dışarı çıkardılar. Cenâze namazını Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz kıldırdı. Duâ ve gözyaşları arasında Baki' kabristanlığına ablaları Rukıye ve Zeyneb'in yanına defnedildi.
    Ümmü Gülsüm (r.anhâ)'nın vefatı Hz. Osman (r.a.)'ı çok mahzun etmişti. İki Cihan Güneşi Efendimiz onu teselli için: "On tane kızım olsaydı biri öldükçe onları birer birer Osman'a nikahlardım." buyurdu. Ona sevgi dolu iltifatta bulundu.
    Cenâb-ı Hak'tan onlardaki edeb, hürmet ve muhabbeti bizlere de lutfetmesini ve şefaatlerine nâil eylemesini niyaz ederim. Amin.

  4. #4
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    HZ.FATIMAT-ÜZ ZEHRA (A.S.)IN HAYATINA
    KISA BIR BAKIS


    Hz. Fatima'nin Dogumu

    Hz.Fatima'nin (a.s) dogum tarihi hakkinda Islam alimleri ihtilaf etmislerdir. Ehl-i Sünnet alimleri çogunlukla o Hazret'in Hz. Resulullah'in bi'setinden bes yil önce dogdugunu rivayet ederken, Ehl-i Beyt Imamlari'ndan gelen hadislerde daha çok Hz. Fatima'nin (a.s) bi�setin besinci yilinin cemaziyülâhir ayinin yirmisinde cuma günü dogdugu belirtilmistir. Ebu Basir'in naklettigi bir hadiste Hz. Imam Cafer Sadik (a.s) söyle buyurmustur: "Fatima (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a) kirk bes yasinda iken cemaziyülâhir ayinin yirmisinde dünyaya geldi. Ömrünün ilk sekiz senesini babasiyla birlikte Mekke'de geçirdi. On sene de Medine'de babasiyla beraber kaldi. Babasinin vefatindan sonra ise, sadece yetmis bes gün hayatta kaldi ve hicretin on birinci yilinda cemaziyülâhirin üçünde dünyadan göçtü." (1)

    Hayr-i Kesir Olmasi

    Allah Teala, Hz. Peygamberini (s.a.a): �Sana bol hayir verecegiz� buyurarak müjdelemisti. Dolayisiyla Hz. Peygamber (s.a.a), Allah�in va'dinin kesin oldugunu ve bütün hayirlarin kaynagi olacak pak ve bereketli neslin kendisinden vücuda gelecegine emindi. Ancak kalp gözleri körlesen düsmanlar Resulullah'in erkek evladinin vefat ettigini görünce, �Artik Muhammed�in soyunu devam ettirecek erkek evladi kalmamistir; kendisinden sonra yolu da sönüp gider� seklindeki söylentiler yaparak Hazret'i incitiyorlardi. Bunun üzerine Cenab-i Hak onlara cevap olarak Kevser Suresini indirerek söyle buyurdu: �Süphesiz biz sana bol hayir (bereketli nesil) vermisiz. Öyleyse Rabbin için namaz kil ve kurban kes. Dogrusu asil ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandir.� (2)
    Evet Allah�in bu va'di, Hz. Fatima�nin dünyaya gelmesiyle gerçeklesmis, dünya ufuklari onun veladet nuruyla aydinlanmis ve kadinin ne kadar yüce bir makama ulasabilecegini bütün âleme göstermek isteyen Allah Teala, Peygamberinin temiz soyunun, Hz. Fatima�dan vücuda gelmesini takdir eylemisti.(3)

    Küçük Yasta Babasinin Yardimina Kosmasi

    Hz. Fatima çocukluk günlerinden itibaren Allah Resulünün hamisi olmaya çalismis, o küçücük elleriyle düsmanlarin saldirilari karsisinda babasina siper olmus, babasinin bütün hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortagi olmustur. Tarih o Hazret'in bu fedakârliklarini iftiharla kaydetmistir.
    Bir gün müsriklerden biri, Resulullah'i (s.a.a) sokakta görünce, Hazret'i incitmek için basina bir miktar çer-çöp ve pislik döktü. Âlemlere rahmet olan Resulullah (s.a.a) ona karsilik vermedi ve bir sey söylemeden bu hâliyle eve döndü. Hz. Fatima (a.s) babasinin bu vaziyetini görünce kosup derhal su getirdi, aglar gözle babasinin basini ve yüzünü yikamaya basladi. Kizinin bu üzgün vaziyetini gören Hz. Resulullah (s.a.a), ona teskinlik vermek amaciyla söyle buyurdu: �Kizim aglama! Mutmain ol ki, Allah (c.c) babani düsmanlarin serrinden koruyacak ve onlara galip kilacaktir.� (4)
    Yine bir gün Hz. Fatima (a.s), Mescid-i Haram�da oturan bir grup kâfirin, babasinin katli için komplo hazirladiklarini fark edince, aglar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldigi karari ve uygulamak istedikleri komployu babasina haber vermis ve böylece babasini muhtemel tehlikeye karsi korumustur. (5)
    Bir gün de Peygamber-i Ekrem'in Mescid-i Haram�da namaz kildigi sirada müsriklerden bir grup, Hazret'le dalga geçip alay etmege basladilar. Bu esnada onlardan biri o çevrede yeni kesilmis bir devenin rahmini alip kan ve pisligi ile birlikte, secde hâlinde olan o Hazret'in sirtina atti. Orada hazir bulunan ve bu manzaraya sahit olan Fatima (a.s) bu duruma çok üzüldü; aglayarak Resulullah�in yanina kostu ve devenin rahmini Hazret'in sirtindan alip uzak bir yere atarak Hazret'i onlarin bu saygisizligina karsi korumaya basladi. Bu arada bu büyük saygisizliga maruz kalan Hz. Resulullah'in (s.a.a) namazini bitirdikten sonra o insanlara beddua ettigi rivayet edilmistir. (6)
    Fatima (a.s) böylece küçük yaslarindan itibaren bu çesit hadiseleri görüp babasinin yardimina kosuyor, bir annenin yavrusunu savundugu gibi Hazret'i savunuyor ve babasi için adeta annelik yapiyordu. Iste bundan dolayi Resulullah (s.a.a) ona, �Ümmü Ebîha� (Babasinin annesi) lakabini vermisti.(7)

    Ev Islerine Bakmasi
    Islam�in en büyük sahsiyetinin yegane kizi Hz. Fatima (a.s) ev islerini yapmaktan çekinmiyordu. Aksine ev islerinde o kadar zahmet çekiyordu ki, Hz. Ali (a.s) onun bu kadar zahmet çekmesine üzülüyor, kendisine aciyor ve hizmetlerini takdir ediyordu. Hz. Ali'nin kendisiyle Hz. Fatima'nin yasamini anlatan asagidaki sözleri, Hz. Fatima'nin bu açidan katlandigi zorluklari açikça gözler önüne sermektedir: Hz. Ali (a.s) ashaptan birine söyle buyurmustur:�Kendim ile Fatima�nin durumunu sana anlatmami ister misin? Fatima o kadar evime su tasidi ki, kirba bedeninde iz birakti; o kadar el degirmeniyle bugday ögüttü ki, elleri nasir bagladi; o kadar evde temizlik yapti, evi süpürdü ki, elbiseleri bozardi, o kadar kazanin altinda ates yakti ki, elbiseleri kararmaya basladi. Bu yüzden Fatima�ya; 'Peygamber�in huzuruna gidip durumunu beyan edecek olursan ev islerinde sana yardimda bulunacak bir hizmetçi verir' dedim.
    Bunun üzerine Fatima Resulullah�in huzuruna gitti; Hazret'in bir grup sahabeyle sohbet ettigini görünce ihtiyacini izhar etmekten utanip bir sey söylemeden geri döndü. Resulullah (s.a.a) Fatima�nin bir hacetten dolayi geldigini anlamisti. Iste bundan dolayi o günün sabahi evimize tesrif buyurdular, selam verdiler, biz de cevap verdik. Eve girip yanimizda oturarak söyle buyurdular:
    'Fatima'cigim, dün gece ne maksatla bizim eve geldin?' Fatima hacetini arz etmekten utandi. Bu sirada ben söyle dedim: 'Ya Resulallah! Fatima o kadar su tasimis ki, kirbanin basi gögsünde iz birakmis, o kadar el degirmeni çevirmis ki, elleri nasir baglamis... Ben bu durumu görünce ona; 'Eger babanin yanina gidip bir hizmetçi istemis olursan, seni bu durumdan kurtarir' dedim.
    Bunun üzerine, Resulullah (s.a.a) söyle buyurdular: 'Fatima'cigim, hizmetçiden daha hayirli olan bir seyi sana ögreteyim mi? Her gün otuz üç defa 'subhanallah', otuz üç defa 'el-hamdu lillah' ve otuz dört defa da 'Allahu ekber'(Cool zikrini söyle; bu zikir yüz defadan fazla degildir; fakat bunun amel defterinde bin sevabi vardir. Fatima'cigim, eger bunu her gün sabahleyin söylersen, Allah dünya ve ahiret islerinde sana kifayet eder' Bu arada Fatima (a.s), babasinin cevabinda üç defa: �Allah ve Resulünden razi oldum�diyerek rizayetini izhar etti. (9)
    Evet, Hz. Fatima (a.s), Peygamber (s.a.a) gibi yüce bir sahsiyetin kizi ve Arap kahramanlarinin burnunu yere süren Hz. Ali gibi bir kahramanin esi olmasina ragmen, evde bir hizmetçi gibi çalismaktan arlanmiyordu. O da pekala lüks bir hayat sürdürebilirdi. Ama Ehl-i Beyt ailesinden bunu beklemek yanlistir. Çünkü onlar Allah�in rizasini hiçbir seyle degismezlerdi, onlar çalismayi ibadet bilirlerdi.

    Kocasina Hizmeti

    Hz. Fatima (a.s) kadinin cihadinin, kocasina iyi es olmasi oldugunu ve evin erkegin dinlenme ve huzur yeri oldugunu çok iyi biliyordu. Dolayisiyla Hz. Ali (a.s), isten veya -bir savas söz konusu oldugu zaman- savas meydanindan yorgun argin olarak eve döndügünde, Hz. Fatima güler yüzle onu karsilar, isi ve savasla ilgili haberleri ondan ögrenir ve sayet kocasi savasta yara almissa, yaralarini pansuman eder, kocasini tesvik ve tahsin eder, cesaret ve fedakarligini överdi. Bu vesileyle de kocasinin kalbini hosnut eder, yorgun olan bedenini rahatlatirdi. (10) Bu hususta Hz. Ali (a.s) söyle buyurmustur: �Yogun bir kosusturmanin ardindan eve gelip Fatima�ya baktigimda bütün gam ve üzüntülerim yok olup gidiyordu.� (11)
    Sonra Hz. Fatima (a.s) kesinlikle Hz. Ali'nin (a.s) müsaadesi olmaksizin evden disari çikmaz ve hiçbir zaman onu öfkelendirmezdi. Çünkü o babasinin;�Allah Teala kocasini öfkelendiren kadinin oruç ve namazini, kocasini kendisinden razi etmedikçe kabul etmez� (12) buyurdugunu biliyordu. Islamî ölçülere riayet hususunda ise o herkesten daha duyarli idi.
    Hz. Fatima (a.s) hayati boyunca asla yalan söylemedi, kimseyi incitmedi, hiçbir zaman kocasi Hz. Ali�nin emrinden çikmadi ve o Hazret'i üzmedi. Hz. Ali (a.s) bu hususta söyle buyurmustur: �Andolsun Allah�a ki ben, kesinlikle Fatima�yi öfkelendirecek bir is yapmadim, Fatima de hiçbir zaman beni öfkelendirmedi.� (13)

    Çocuk Egitmesi
    Hz. Fatima'nin (a.s) çok önemli ve agir vazifelerinden biri de çocuga bakma ve onlari egitme meselesi idi. Hz. Fatima (a.s) bes çocuk sahibi olmustur, onlarin isimleri söyledir: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Muhsin. Besinci evladi olan Muhsin, henüz dünyaya gelmeden anne karninda öldürülmüstür.
    Hz. Fatima'nin (a.s) kendisi vahiy evinde egitilmisti. Dolayisiyla bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)'in terbiyesi altinda Islamî terbiye ve egitimin en yüksek derecesini almisti. Bu yüzden de annenin çocuguna süt vermesinden, çocugunu oksamasindan ve öpmesinden tut, çocuga karsi sergilenen bütün hareket ve davranislarin, konusma tarzinin ve çocuga söylenen sözlerin onun hassas ruhunu nasil etkilediginin tam anlamiyla bilinci içindeydi. Dolayisiyla Hz. Fatima (a.s) çocuklariyla olan oyununu bile egitim ve ders haline getirmis ve bu oyunlarda onlara secaat, fedakarlik, hakki savunma ve Allah'a kulluk dersleri veriyordu.
    Iste bu duyarlilik sayesinde Hz. Fatima, Imam Hasan gibi, hassas durumlarda Islam�in menfaatlerini korumak ve esasli bir inkilaba zemin hazirlamak için canini disine takip susabilecek, Imam Hüseyin gibi, Kerbela'da sergiledigi kahramanligiyla can, evlat ve malindan geçerek Islam�i diriltebilecek, Zeynep ve Ümmü Gülsüm gibi atesli hutbe ve konusmalar yaparak Beni Ümeyye�nin zulüm ve sitem rejimini rüsva ve rezil edecek evlatlar terbiye etti.

    Faziletleri
    Hz. Fatima'nin faziletinden su kadari yeter ki, Hz. Resulullah (s.a.a) onu, ilklerin ve sonlarin, gelmis geçmis ve gelecek olan bütün dünya kadinlarinin seyyidesi (efendisi) olarak tanitmis, Ehl-i Beyt'inden yalnizca onun ayagina kalkarak elini öpüp kendi yerinde oturtmus, ona "babasinin annesi" lakabini vermis, onun mayasinin cennet meyvesinden olustugunu, insan kiliginda cennet huriyesi oldugunu vurgulamis, ondan cennet kokusunu aldigini belirterek, onu koklamis, onun kendi parçasi ve kalbi oldugunu vurgulayarak, onu incitenin kendisini incittigini beyan etmis, hatta daha ötesi Fatima'nin rizasini Allah'in rizasinin ölçegi olarak tanitmistir. Bu hususta Hz. Resul-i Ekrem'den çok sayida hadis nakledilmistir. Biz burada sadece bazilarina isaret etmekle yetinecegiz.
    Hz. Peygamber (s.a.a) söyle buyurmustur:
    �Dünya kadinlarinin en üstünü dört kisidir: �Imran�in kizi Meryem, Muhammed�in kizi Fatima, Huveyled�in kizi Hatice ve Firavun�un hanimi Asiye.�(14)
    Yine Peygamber (s.a.a) buyurmustur ki:
    �Fatima (a.s), ilklerden ve sonrakilerden bütün cennet kadinlarinin en üstünüdür.�(15)
    Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Fatima�ya söyle buyurmustur: �Allah Teala senin gazabinla gazap eder, senin hosnutlugunla da hosnut olur.�(16)
    Yusuf bin Zebyan dedi ki; Hz. Imam Sadik (a.s) söyle buyurdu:
    �Fatima (a.s), Allah katinda dokuz isimle çagrilir: 'Fatima, Siddika, Mübareke, Tahire, Zekiyye, Raziye, Merziyye, Muhaddese, Zehra.' Sonra 'Fatima'nin ne anlama geldigini biliyor musun?' buyurdu. Ben; 'Efendim bana açikla' dedim. Bunun üzerine, Imam (a.s) söyle buyurdu: 'Fatima denilmesinin sebebi, ser ve kötülüklerden masum ve mahfuz oldugu içindir.' Sonra da sunu ekledi: 'Eger Ali (a.s) olmasaydi, Adem'den kiyamete kadar yeryüzünde Fatima için layik bir es bulunmazdi.'(17)
    Hz. Peygamber (s.a.a) buyurmustur ki:
    �Fatima bedenimin bir parçasidir, ona eziyet bana eziyettir, onun hosnutlugu benim hosnutlugumdur ve Fatima insanlarin bana en aziz olanidir.� (1Cool
    Ibn-i Abbas söyle diyor: "Bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) oturuyordu. Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin (aleyhim�us-selam) da Peygamber� in yanindaydilar. Bu arada Hazret söyle buyurdu: 'Allah�im, biliyorsun ki, bunlar benim Ehl-i Beyt�im ve (nezdimde) insanlarin en degerlisidirler. Allah'im, onlari seveni sev, onlara düsman olanlara düsman ol, onlara yardim edene yardim et, onlari bütün kötülüklerden münezzeh kil, bütün günahlardan koru ve Ruh�ul- Kudus vasitasiyla onlari teyit et.' Daha sonra söyle buyurdu: 'Ya Ali! Sen benden sonra ümmetin Imami ve benim vasimsin. Sen müminleri cennete dogru hidayet edeceksin. Sanki kizim Fatima�nin kiyamet günü nurdan olan bir binege bindigini, sag tarafinda yetmis bin melek, sol tarafinda yetmis bin melek, arkasinda yetmis bin melek ve önünde yetmis bin melek oldugu halde hareket ettigini ve ümmetimin mümin kadinlarini cennete götürdügünü görür gibiyim. Bes vakit namazlarini kilan, Ramazan ayinda oruç tutan, Allah�in evini ziyaret eden, malinin zekatini veren, kocasina itaat eden ve Ali�yi seven her kadin, Fatima�nin sefaati vasitasiyla cennete girecektir ve Fatima dünya kadinlarinin en üstünüdür.' Bu arada Hz. Resulullah'a: 'Fatima sadece kendi asrinin kadinlarinin mi büyügüdür?' diye soruldu. Bunun üzerine; Hazret söyle buyurdular: 'Kendi asrinin kadinlarinin büyügü olan Meryem binti Imran'dir. Kizim Fatima, geçmis ve gelecekteki bütün kadinlarin en üstünüdür..."(19)
    Hz. Resulullah (s.a.a) Selman�a söyle buyurdular:
    �Ey Selman! Kim kizim Fatima�yi severse cennette benimle birlikte olur; kim de ona düsman olursa atese atilir.
    Ey Selman! Fatima�ya sevgi beslemenin yüz yerde insana faydasi dokunur; o yerlerin en kolayi sunlardir: Ölüm zamani, kabre koyulurken, terazi kuruldugunda, mahser günü, sirat köprüsünde ve sorgu sual zamani.
    Ey Selman! Kizim Fatima kimden razi olursa ben ondan raziyim; ben de kimden razi olursam Allah ondan razi olur; Fatima kime gazap ederse ben ona gazap ederim; ben de kime gazap edersem Allah ona gazap eder.
    Ey Selman! O�na ve kocasi Emir�ul Muminine, onun torunlari ve Takipçilerina zulüm edenlerin vay haline.� (20)
    Hz. Resulullah (s.a.a) uzun bir hadiste söyle buyurmustur:
    �Ey Fatima! Beni peygamberlige seçen Allah�a andolsun ki, ben cennete girmedikçe diger kimselerin cennete girmesi haramdir; sen benden sonra cennete girecek ilk sahissin...
    Ey Fatima! Beni hak olarak meb�us kilana andolsun ki, sen kadinlarin hanim efendisi olarak cennete gireceksin...
    Beni hak olarak peygamber gönderene andolsun ki, Hasan ve Hüseyin de senin sag ve solunda olduklari halde cennete girecekler; sen cennetin en yüksek yerinden halka bakacaksin, Hamt bayragi da Ali bin Ebu Talib�in elinde olacaktir...
    Beni Peygamber seçene andolsun ki, senin düsmanlarina düsman olacagim; senin hakkini gasp edenler, seninle dostluk bagini kesip bana yalan atanlar pisman olacaklar, benim karsimda yer üzerinde süründürülecekler...� (21)
    Hz. Resulullah (s.a.a) vefatina yakin bir zamanda Hz. Fatima�nin elini Hz. Ali�nin eline koyarak söyle buyurdular:
    �Ey Ebe�l-Hasan! Bu, Allah�in emaneti ve O�nun resulü olan Muhammed�in senin yanindaki vediasidir. Öyleyse beni, O�nun hakkinda gözet ve biliyorum ki, sen bunu yapacaksin.
    Ey Ali! Allah�a andolsun ki, O (Fatima), geçmis ve gelecekteki cennet kadinlarinin en üstünüdür. Allah�a andolsun ki, O, büyük Meryem�dir. Bil ki, Allah�tan O�nun ve senin için dua ettim, Allah da duami kabul buyurdu...
    Ey Fatima! Allah�a andolsun ki, sen razi olmadikça ben razi olmayacagim.� (Bu sözü üç defa tekrarladi) (22)
    Hz. Resulullah (s.a.a) vefat aninda Fatima (a.s)�a söyle buyurdu:
    �Ey Fatima! Allah�a andolsun ki, senin aglamandan dolayi, Allah�in arsi ve onun etrafindaki melekler, gökler ve yerler ve onlarda olan her varlik aglayacaktir.� (23)
    Ebu Eyyub-i Ensari söyle diyor:
    Hz. Resulullah (s.a.a) hastalandi, Fatima (a.s) Hazret'in ziyaretine gelerek agladi. Resulullah (s.a.a) onun bu durumunu görünce söyle buyurdu:
    �Ey Fatima! Allah Teala seni çok sevmektedir. Seni, geçmisi herkesten parlak olan ve ilmi herkesten daha çok olan biriyle evlendirdi. Allah Teala yeryüzündeki insanlara özel bir sekilde teveccüh edip onlarin arasindan beni seçti, beni mürsel bir peygamber kildi; yine yeryüzüne teveccüh etti, onlarin arasindan kocani seçti ve seni O�nunla evlendirmek ve O�nu vasi kilmam için bana vahyetti.
    Ey Fatima! En üstün peygamber bizdendir, O da babandir; en üstün vasi bizdendir, O da esindir; en üstün sehitler bizdendir; Onlar da babanin amcasi Hamiza ve iki kanadiyla cennette uçan ve istedigi yere giden babanin amcasi oglu Cafer�dir; cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyn bizdendir; Onlar da senin evlatlarindir. Canim elinde olan Allah�a andolsun ki, bu ümmetin Mehdisi bizdendir, O da senin torunlarindandir.� (24)
    Yine Hz. Resulullah (s.a.a) buyurmustur ki:
    �Eger iyilik ve güzellik bir sahis olmak isteseydi, o mutlaka Fatima olurdu; oysa Fatima ondan daha üstündür. Kizim Fatima soy, yücelik, keramet ve bagis bakimindan yeryüzündeki insanlarin en üstünüdür.� (25)
    Emir�ul-Muminin Ali (a.s) söyle buyurmustur:
    �Allah�a andolsun ki, simdi öyle bir söz diyecegim ki, benden baska kim o sözü söylerse yalancidir: Ben alemlere rahmet olan Peygamber'den miras aldim, esim (Fatima) ümmetin kadinlarinin en üstünüdür; ben de vasilerin en üstünüyüm.� (26)
    Hz. Ali (a.s) Hz. Fatima (a.s) hakkinda söyle buyurdular:
    �Allah�a andolsun ki, ben O�nu (Fatima�yi) kesinlikle öfkelendirmedim; hayatta oldugu müddetçe onu sevmedigi bir ise mecbur etmedim; O da beni öfkelendirmedi, bana karsi gelmedi; Ona baktigimda bütün gam ve üzüntüler kalbimden yok olup giderdi.� (27)
    Hz. Ali'nin (a.s) söyle buyurdugu nakledilmistir:
    �Allah�a andolsun ki, Fatima�yi kendi gömleginde yikadim, tertemiz idi, Resulullah�in henutundan kalan henutla onu henutladim. Onu kefenledikten sonra; �Ey Ümmü Gülsüm! Ey Zeyneb! Ey Sekine! Ey Fizze! Ey Hasan! Ey Hüseyn! Gelin annenizle vedalasin, ayrilik vakti yetismistir, görüsmek cennet ve kiyamete kalmistir� diyerek onlari çagirdim. Hasan ve Hüseyn öne gelip aglayarak; 'Ey Hasanin annesi! Ey Hüseyn�in annesi! Ceddimiz Muhammed Mustafa�yi gördügünde selamimizi O�na ilet ve O�na de ki, senden sonra yetim kaldik' diye annelerini sesleyip O�nunla konustular.
    Allah sahittir ki, Fatima sizladi, feryat etti, ellerini kefenden çikarip onlari bagrina basti, bu esnada gayptan söyle bir ses geldi: �Ey Ebe�l-Hasan! O ikisini annelerinin gögsünün üzerinden kaldir. Allah�a andolsun ki, göklerin meleklerini aglattilar, dost (Allah), dostu (Fatima�yi) görmege müstaktir...� (2Cool
    Imam Hasan (a.s) da annesi hakkinda söyle diyor:
    �Cuma gecesi annem Fatima (a.s) mihrapta durup ibadete koyulmustu, safak atincaya kadar hep rüku ve secde halindeydi; mümin erkek ve kadinlarin ismini zikredip onlar için çok dua edip fakat kendisi için Allah�tan bir sey istemedigini gördüm. Bunun üzerine anneme; "Ey anne! Neden digerlerine dua ettigin gibi kendin için de dua etmiyorsun?' dedim. Buyurdular ki: 'Evladim! Önce komsu sonra insanin kendisi." (29)
    Imam Hüseyn (a.s) Resulullah (s.a.a)�in söyle buyurdugunu naklediyor:
    �Fatima kalbimin sevincidir; iki oglu kalbimin meyvesidir; esi gözlerimin nurudur; evlatlarindan olan Imamlar, Rabbimin eminleri ve O�nunla yaratiklari arasinda iliski bagidirlar; kim o baga sarilirsa kurtulur, kim de ondan ayri kalirsa helak olur.�(30)
    Imam Muhammed Bakir (a.s) da babalarindan naklen söyle buyurmustur:
    �Resulullah'in (s.a.a) kizi Fatima'nin (a.s) �Tahire� lakabiyla adlandirilmasi, her denes ve refesten (kir, leke ve çirkin seylerden) tertemiz oldugu içindir...� (31)
    Imam Sadik (a.s) da söyle buyurmustur:
    �Fatima (a.s) hayatta oldugu sürece Allah Teala diger kadinlari Hz. Ali (a.s)�a haram kilmisti; çünkü Hz. Fatima (a.s) kadinlarin gördügü adetten pâk idi.� (32)
    Imam Riza (a.s) babalarindan naklen Resulullah'in (s.a.a) söyle buyurdugunu nakletmistir:
    �Miraca gittigimde Cebrail (a.s) elimden tutup beni cennete götürdü, cennet hurmasindan bana verdi, ben de onu yedim. O hurma benim sirtimda nütfeye dönüstü. Yeryüzüne döndügümde Hatice�yle birlikte olduk, O Fatima�ya hamile oldu. Binaenaleyh Fatima insan seklinde olan bir huridir. Cennetin kokusunu özledigimde kizim Fatima�yi kokluyorum.� (33)
    Imam Ali Naki (a.s) babalarindan naklen Resulullah'in (s.a.a) söyle buyurdugunu nakletti:
    �Kizim Fatima�nin �Fatima� adlandirilmasinin sebebi, Allah Teala�nin O�nu ve dostlarini cehenneme atesinden ayirmis ve uzaklastirmis oldugu içindir.� (34)
    Imam Hasan Askeri (a.s)�a; �Fatima (a.s) neden �Zehra� olarak adlandirilmistir?� dediklerinde Imam (a.s) söyle buyurdular:
    �Fatima (a.s)�a �Zehra denilmesinin sebebi sunun içindir ki yüzü, günün baslangicinda Emir�ul-Muminin (a.s) için günes gibi nur saçiyordu, ögle vakti dolunay, aksamleyin ise yildiz gibi parliyordu.� (35)
    Ebu Ömer el-Amiri söyle diyor:
    Ibn-i Ebu Ganim-i Kazvini ile bir grup Ehl-i Beyt taraftari arasinda hilafet konusunda niza çikti. Ibn-i Ebu Ganim, Ebu Muhammed (Imam Hasan Askeri)�in, kimseyi yerine tayin etmeden öldügünü söylüyordu. Ehl-i Beyt taraftarlari da tayin ettigini savunuyorlardi. Bunun üzerine Imam Mehdi (a.s)�a bir mektup yazarak durumu Hazrete bildirdiler.
    Imam Mehdi (a.s) cevaben kendi yazisiyla onlara söyle yazdi:
    �Bismillahirrahmannirrahim. Allah bizi ve sizi fitnelerden korusun ve yakin ruhunu bizlere bagislasin... Allah Teala Adem (a.s)�in zamanindan Ebu Muhammed (a.s)�in zuhuruna dek hidayete ermeniz için hidayet nisaneleri sizin için karar kilmistir; bir yildiz (Imam) battiginda (öldügünde) diger yildiz asikar olmustur. Allah Teala O�nun ruhunu kabzettiginde Allah�in kendi dinini batil ettigini ve kendisiyle yaratiklari arasindaki sebep ve irtibati kestigini zannettiniz. Oysa kesinlikle böyle bir sey olmamis ve kiyamete kadar da olmayacaktir...
    Ben size nasihat ettim, Allah bana ve size sahittir... Resulullah�in kizi Fatima (a.s)�da benim için örnek vardir; (buyurmustur ki �Cahil, amelinin kötü neticesinde yakin bir zamanda helake ugrayacaktir; kafir de ahiret yurdunun kimin oldugunu yakin bir zamanda anlayacaktir.�
    Allah Teala bizi ve sizi kendi rahmetiyle tehlike ve kötülüklerden, afet ve belalardan korusun. Allah Teala istedigi seye kadirdir. Allah�in selam, rahmet ve bereketi bütün vasi, evliya ve müminlerin, Muhammed ve Ehl-i Beyt�nin üzerine olsun.� (36)

    Mübahele Olayina Katilmasi
    Hz. Fatima (a.s) mübahele olayinda hazir bulunan bes kisiden biridir. Hicretin onuncu yilinda Necran Hiristiyanlarindan bir grup, tartisma ve tahkik yapma kastiyla Resulullah'in (s.a.a) huzuruna vardilar. Hz. Isa�nin yaratilis niteligi gibi çesitli meseleler söz konusu edildi. Resulullah (s.a.a) onlara Âl-i Imran suresinin ilk ayetlerinden bir kaçini tilavet buyurdu. Konusma inada vardi, bu esnada su ayet nazil oldu:
    �Artik sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkinda seninle çekisip tartismalara girisirlerse de ki; gelin, ogullarimizi ve ogullarinizi, kadinlarimizi ve kadinlarinizi, kendimizi ve kendinizi çagiralim, sonra karsilikli lanetleselim de Allah�in lanetini yalan söylemekte olanlarin üstüne kilalim.�(37)
    Resulullah (s.a.a) Allah Teala�nin emri geregince Necran Hiristiyanlarini mübaheleye (karsilikli beddua etmeye) davet etti, fakat bunun yarina ertelenmesini önerdi.
    Ertesi gün Necran Hiristiyanlari va'dedilen yere geldiler. Bu sirada Hz. Peygamber�in bir genç erkek, bir genç kadin ve iki çocukla birlikte va'dedilen yere dogru geldigini gördüler... Nihayet ilahî azabin korkusundan dolayi mübaheleden vazgeçip Resulullah�in huzuruna giderek musalaha (anlasma) yapmalarini rica ettiler, bu ricalari Resulullah tarafindan kabul edildi... (3Cool
    Mübahele olayi meshur bir olaydir. Mezkur ayet de bu olay hakkinda nazil olmustur. Resulullah'in (s.a.a) Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin�den baska kimseyi mübahele için götürmedigi hususunda Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet ekolu görüs ittifaki içerisindeler. Iste bu mesele Hz. Fatima, esi Hz. Ali ve evlatlari Hasan ve Hüseyin için büyük bir fazilettir.

    Imani ve Ibadeti
    Hz. Fatima, kadinlarin en halis ve en çok ibadet edeni oldugunda süphe yoktur. Bizim o Hazret'in ibadetini anlatmamiz mümkün degildir. En iyisi Hz. Fatima'nin bu özelligini de Hz. Resulullah'dan dinleyelim.
    Resulullah (s.a.a), Fatima'nin (a.s) ibadeti hakkinda söyle buyurmustur:
    �Allah Teala, kizim Fatima�nin kalbini ve azalarini, imanla öyle doldurmus ki, Allah'a itaat için kendisini bütün mesguliyetlerden uzak tutmaktadir.�(39)
    Yine Resulullah (s.a.a) söyle buyurmustur:
    �Kizim Fatima alemdeki kadinlarin en üstünüdür, bedenimin bir parçasidir, gözümün nurudur, kalbimin meyvesidir, bedenimdeki ruhumdur, insan seklinde bir huridir. Ibadet mihrabinda ayaga kalktiginda yildizlar yeryüzündekilere nur saçtigi gibi onun nuru da gökteki meleklere öyle nur saçar. Allah (c.c) meleklerine söyle buyurur: �Ey meleklerim, cariyelerimin en üstünü olan cariyem Fatima�ya bakin, (bakin görün) nasil karsimda namaz için ayaga kalkmistir, benim korkumdan bedeninin azalari titriyor, kalbiyle bana ibadete yönelmistir. Ey melekler sahit olun ki, ben, Fatima�nin takipçilerini cehennem atesinden amanda kildim...�(40)
    Hasan Basri söyle demistir:
    �Dünyada, (baska bir nakilde de-bu ümmetin içerisinde) Fatima�dan daha çok ibadet eden bir kimse yoktu. Allah�a ibadet etmede o kadar ayakta dururdu ki, ayaklari siserdi.�(41)

    Bagis ve Cömertligi
    Cabir bin Abdullah-i Ensarî söyle diyor:
    "Bir gün ikindi namazini Hz. Peygamber�le birlikte kildik. Aniden eski bir elbise giymis olan yasli ve güçsüz bir adam Resulullah�in huzuruna vardi. Resulullah (s.a.a) ona dönüp halini sordu. Cevaben söyle dedi: 'Ya Resulallah, açim, beni doyur; çiplagim, bana bir elbise bagisla; fakirim, bana bir sey ver.
    Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: 'Benim simdi bir seyim yoktur. Ama bir hayira kilavuzluk yapan, o isi yapan kimse gibidir. Öyle bir kimsenin evine git ki, Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever ve Allah�i kendisine tercih eder. Git kizim Fatima�nin evine, umarim sana yardim eder.'
    Resulullah (s.a.a) daha sonra Bilal�a söyle buyurdu :
    'Ya Bilal, kalk bu güçsüz kisiye Fatima�nin evini göster.' A�rabî kisi Bilal�la birlikte Hz. Fatima�nin evine gittiler, eve vardiklarinda ihtiyar adam yüksek bir sesle söyle dedi: 'Ey nübüvvet ailesi ve meleklerin nazil oldugu merkez, selamun aleykum' Hz. Fatima (a.s) cevaben: 'Aleyk�es-selam, sen kimsin?' diye sordu. Fakir adam söyle dedi: 'Ben fakir birisiyim, babanin huzuruna gittim, beni size gönderdi. Ey Peygamber�in kizi, açim, beni doyurun; çiplagim, beni örtün (bana bir giysi verin); fakirim, bana bir sey bagislayin.'
    Hz. Fatima (a.s) evinde yiyecek bir sey olmadigindan, Hasan ve Hüseyin�in üzerinde yattiklari bir koyun postunu o fakir adama verdi, fakir adam söyle dedi: 'Ey Muhammed�in kizi, ben açliktan sana sikayet ettim, sen ise bir koyun postunu bana verdin, aç oldugum halde onu ne yapacagim?' Hz. Fatima (a.s) bunu duyunca amcasi kizinin ona hediye ettigi gerdanligi o adama bagislayip söyle buyurdu: 'Al bunu sat ve kendi ihtiyacini karsila, umulur ki, Allah ondan daha hayirlisini sana verir.'
    Fakir adam onu alip Peygamber�in huzuruna gitti ve macerayi O�na anlatti. Peygamber (s.a.a) duygulanip agladi ve söyle buyurdu: 'Gerdanligi sat, umulur ki, Allah Teala kizimin bagisi bereketiyle sana bir genislik bagislar.'
    Bilahare bu gerdanlik çok bereketli oldu. Onunla bir köle hürriyete kavustu, bir aç doydu, bir fakir müstagni oldu ve tekrar sahibine geri döndü." (42)
    Kissa çok uzun oldugundan dolayi biz onun özetini naklettik.

    Masumiyeti
    Biz Ehl-i Beyt dostlari, Peygamberleri, On Iki Imam�i masum bildigimiz gibi Hz. Fatima�yi da her çesit günah ve isyandan masum biliriz. Ehl-i Beyt Imamlari�nin masumiyetini ispat eden delil ve gerekçelerin birçogu Hz. Fatima�nin da masumiyetini ispat etmektedir. Mesela, Allah Teala�nin: �Gerçekten Allah, her çesit çirkinlik ve pisligi siz Ehl-i Beyt�ten gidermek ve sizi tertemiz kilmak istiyor�(43) ayeti o Hazret'i de kapsamina almaktadir.
    Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet tarafindan nakledilen çok sayida hadisler, mezkur ayetin Peygamber, Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin hakkinda nazil oldugunu ifade etmektedir.
    Ömer bin Ebu Seleme söyle diyor: "Mezkur ayet, Ümmü Seleme�nin evinde nazil oldu. Sonra Peygamber (s.a.a) Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin�i kendi yanina çagirdi ve elbisesini onlarin üzerine örtüp söyle buyurdu: �Allah�im, benim Ehl-i Beyt�im bunlardir, her çesit pislik ve çirkinligi onlardan gider ve onlari tertemiz kil.�
    Ümmü Seleme: 'Ya Resulallah, ben de onlardan miyim?' dediginde Resulullah (s.a.a); 'Sen kendi yerindesin sen, de hayir üzeresin' buyurdular." (44)
    Bu arada Resulullah (s.a.a), Ehl-i Beyt�i tanitmasi ve mevzuu tespit etmesi için alti ay, bir rivayete göre yedi ay, diger bir rivayete göre de sekiz ay boyunca sabah vakitleri, sabah namazina gittiginde Fatima'nin (a.s) evinin önüne gelerek: "Namaz, ey Ehl-i Beyt namaz" buyurur ve daha sonra da mezkur ayeti tilavet ederlerdi.(45)

    Siyasi Mücadelesi

    Hz. Ali ve Fatima (a.s), Resulullah�in (s.a.a) tekfin ve tedfin islerini bitirdikten sonra olup bitmis bir isle karsilastilar. Ebu Bekir hilafete tayin edilmis ve Müslümanlardan bir grup da ona biat etmisti.
    Hz. Ali ve Hz. Fatima�nin bu durumu kabullenmeleri düsünülemezdi. Nitekim öyle de oldu. Hz. Ali, Hz. Fatima ve Hz. Ali'ye tabi olan Beni Hasim kabilesi ve ashabin ileri gelenlerinden bir grup Ebu Bekir'e biat etmekten imtina ettiler. Ebu Bekir'in alelacele hilafete getirilmesinin Hz. Resulullah'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i ve özellikle de Hz. Ali hakkindaki tavsiye ve buyruklariyla çelistigini savundular. Bununla da kalmayip Hz. Ali ve Hz. Fatima bu olay karsisinda Hasan ve Hüseyin�in elinden tutarak Medine�nin ileri gelen kisilerinin evlerine gidip onlari yardima çagirdilar, Peygamber�in (s.a.a) tavsiyelerini onlara anlattilar.(46)
    Hz. Ali ve Hz. Fatima (a.s) bundan netice alamayinca menfi mücadeleyi baslatmaya karar verdiler. Bir kaç gün böyle geçti. Bu arada Ömer, Ebu Bekir�e; �Ali ve yakinlarinin disinda herkes sana biat etti, onlar biat etmezlerse, senin hükümetin saglam bir temele oturmus sayilmaz. Ali�yi çagir, onu biat etmeye zorla� dedi. Ebu Bekir, Ömer�in sözünü begendi; bunun üzerine Ömer'in amcasi oglu Konfoz�a: �Git Ali�ye de ki; Resulullah�in halifesi! biat etmen için mescide gelmeni istiyor!� dedi.
    Konfoz, kaç defa Ali'nin (a.s) yanina gittiyse de Hz. Ali (a.s) Ebu Bekir�in yanina gitmekten imtina etti. Ömer çok sinirlendi, Halid bin Velid, Konfoz ve digerlerini yanina alarak Hz. Fatima�nin evine gitti. Kapiyi çaldi ve; �Ya Ali! Kapiyi aç� diye bagirdi.
    Hz. Fatima (a.s) çok rahatsiz oldugu halde kapinin arkasina gelerek; �Ey Ömer! Bizimle isin olmasin. Birak kendi isimizle ugrasalim� dedi. Ömer; �Kapiyi aç! Yoksa evi yakarim!!� dedi.(47)
    Fatima (a.s); �Ey Ömer! Allah�tan korkmuyor musun? Izinsiz olarak evime mi girmek istiyorsun?!� dedi.
    Hz. Fatima (a.s) her ne ettiyse Ömer�i kararindan caydiramadi. Bilakis, Ömer, kapiyi açmadiklarini görünce; �Odun getirin de kapiyi yakayim!� dedi. (4Cool
    Nihayet Ömer kapiyi atese verdi. Sonra da siddetle tekmelemege ve itmeye basladi. Kapi açildi, Ömer içeri girmek istedi. Hz. Fatima (a.s) Ömer�in önünü kesti. Ömer kilifinda olan kiliciyla o Hazret'i vurmaya basladi. Hazret belki de halk gaflet uykusundan uyanir ve Ali�yi savunurlar diye aglayip feryat etmeye basladi. Hz. Fatima�nin aglayip yardim talebinde bulunmalari, o tas yürekli insanlara hiç tesir etmedi. Hatta o Hazret'i dövmege basladilar ve kamçiyla kolunu morarttilar! (49)
    Bilahare Hz. Ali�yi yakaladilar ve iple baglayip çekerek mescide götürmeye basladilar. Hz. Fatima (a.s), Hz. Ali�nin tehlikede oldugunu görünce ileri atilarak sikica Ali�nin elbisesinden asildi ve �Kocami götüremezsiniz� diye bagirmaya basladi. Ömer'in amcasi oglu Konfoz, Hz. Fatima�nin, Ali�nin elbisesini birakmayacagini görünce kamçiyla onun nazenin koluna vurmaya basladi. Öyle ki, hazret vefat ettiginde, henüz o kamçilarin izi Hazret'in pazisinda bir pazibent gibi görülmekteydi!
    Bu arada Fatima (a.s) halkin izdihami neticesinde kapi ile duvar arasinda öyle bir sikisti ki, kaburga kemikleri kirildi ve bu darbe sonucu rahminde olan çocuk da sikt oldu! (50)
    Bu hengamede Fatima (a.s) baygin düsmüstü. Bir de kendine geldiginde bakti ki, Ali�yi mescide götürmüsler. Durmak câiz degildi artik, Ali�nin cani tehlikedeydi, onu savunmasi gerekirdi. Bütün bu ezikligine ragmen kaburgasi kirilmis oldugu halde evden çikti ve Beni Hasim kadinlarindan bir grupla birlikte mescide gitti. Ali�yi tutukladiklarini görünce onlara yönelerek; �Amcam oglunu serbest birakin, yoksa Allah�a andolsun ki, saçlarimi dagitir, Peygamber�in gömlegini basimin üzerine atar, sizi Allah�a sikayet ederim! Andolsun ki, Salih'in devesi Allah'a benim bu yavrularimdan daha aziz degildir� diye seslendi.
    Sonra da yüzünü Ebu Bekir�e çevirerek söyle dedi: �Kocami öldürüp çocuklarimi yetim mi birakmak istiyorsun? Onu birakmazsan saçlarimi dagitir ve babamin kabrinin üstünde Allah�i imdada çagiririm!�
    Bu sözü söyledikten sonra Hasan ve Hüseyin�nin ellerinden tutarak Resulullah'in (s.a.a) kabrine dogru hareket etti... Hz. Ali (a.s) durumun çok tehlikeli oldugunu gördü, Selman�a, Fatima�yi bu isten vazgeçirmesini söyledi... Fatima (a.s) Hz. Ali�nin emrini duyunca; �O emrettigi için itaat ediyorum ve sabredecegim� dedi. (51)

    Geceleyin Defnedilmesi

    Hz. Fatima (a.s), imamet ugruna cani pahasina mücadele eden ilk mücahit idi. O bu mücadelesinin kiyamete kadar unutulmamasini istiyordu. O kendinden sonra gelenlere, Beni Sakife'de is basina getirilen hilafet sisteminin mesru olmadigini, bu sistemin Peygamber-i Ekrem'in kalbinin meyvesi olarak tanittigi biricik kizina ne gibi zulümler reva gördügünü bildirmek kararindaydi. Iste bunun için Hz. Ali�ye vasiyet ederek: �Beni geceleyin kefenle ve gizli olarak topraga ver. Kaburga kemiklerimi kiran, çocugumun düsmesine sebep olan ve malima el koyan kimselerin cenazemin basinda durmalarini istemem; kabrim de bilinmesin!� (52) dedi.
    Hz. Ali de Hz. Fatima'nin (a.s) vasiyeti üzerine, kimseye haber etmeksizin ona geceleyin gizlice gusül verip kefenledi ve sadece Selman, Ebuzer ve Mikdad gibi birkaç özel ashabinin istirakiyle gizlice defnetti. Kabrinin taninmamasi için de defnedildigi yeri yerle bir etti ve ayrica kirk tane sembolik kabir yapti! (53)

    Vefat Tarihi

    Hz. Fatima (a.s) babasindan sonra bir kaç aydan fazla yasamamistir. Bununla birlikte vefat tarihi hakkinda muhtelif görüsler vardir. Kuleyni�nin naklettigine göre Hz. Fatima (a.s) babasindan sonra 75 gün, Ibn-i Sehrasub�un nakline göre 72 gün, Ebu�l Ferec�in nakline göre 3 ay, Allame Meclisi�nin rivayetlerine göre 40 gün veya 6 ay, Ibn-i Cevzi�nin nakline göre 70 gün ve Imam Bakir (a.s)�dan naklolan bir rivayete göre 95 gün yasamistir. Ama hicretin 11. yilinda vefat etmis oldugunda süphe yoktur.
    Hz. Fatima�nin kaç yasindayken vefat ettiginde de ihtilaf vardir. Bu hususta 18, 28, 30 ve 35 yaslari olmak üzere bes görüs vardir.
    Kabrinin nerede olduguna gelince o da ihtilaflidir. Bazilari, Resulullah'in (s.a.a) ravza-i mutahharasinda metfun oldugunu söylemislerdir. Meclisi, Ibn-i Babeveyh�den söyle nakletmistir: �Bana göre sahih olan, Fatima'nin (a.s) kendi evinde defnedildigidir. Binaen aleyh Beni Ümeyye, Mescid-i Nebevi�yi genisletince Fatima'nin (a.s) kabri mescidin içerisinde kalmistir.� Kesf�ul-Gumme�nin müellifi de söyle yaziyor: �Fatima'nin (a.s) Bakî�de defnedildigi meshurdur� Ibn-i Cevzi ise söyle yaziyor: �Bazilarina göre Hz. Fatima (a.s) Akil�in evinin yaninda defnedilmistir.�

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş