http://img232.imageshack.us/img232/7194/elcibeyox9.jpghttp://img228.imageshack.us/img228/5632/azerbaycanpo4.jpg Ebulfez Elçibey (Yaşamı) Azerbaycan’ın Ordubat bölgesinin Keleki Köyünün Halil Yurdu Yaylasında 1938 yılı Haziran ayında doğdum. Babam, Aliyev Kadirkulu Merdanoğlu Rus-Alman savaşında hayatını kaybetmiş. Eğitim-öğrenimime Unus ilkokulunda başladım. Yedi yıl süreli ilk eğitimimin ardından Ordubat şehrinde M.T. Kutsi I nolu orta okulunda okudum. Yedi yıllık ilköğrenimimi

Bu konu 2913 kez görüntülendi 3 yorum aldı ...
Ebulfez Elçibey 2913 Reviews

    Konuyu değerlendir: Ebulfez Elçibey

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2913 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Dygsuz

    Standart Ebulfez Elçibey




    Ebulfez Elçibey
    (Yaşamı)

    Azerbaycan’ın Ordubat bölgesinin Keleki Köyünün Halil Yurdu Yaylasında 1938 yılı Haziran ayında doğdum. Babam, Aliyev Kadirkulu Merdanoğlu Rus-Alman savaşında hayatını kaybetmiş.

    Eğitim-öğrenimime Unus ilkokulunda başladım. Yedi yıl süreli ilk eğitimimin ardından Ordubat şehrinde M.T. Kutsi I nolu orta okulunda okudum. Yedi yıllık ilköğrenimimi tamamlayıncaya kadar en büyük arzum doktor olmaktı. Ona öğrenimime başladığımda Tarih ilmine ilgi duydum. Toplumu anlamak benim için çok ilgi çekici idi, Marks’ın Kapital’ini okumaya başladım. Bize yaptıkları propaganda da Kapital’i dünyanın şaheseri olarak tanıtmıştılar. O dönemler okuduğumda Kapital’i tam anlamıyla kavrayamamıştım. Öğretmenlerim ve öğrenci arkadaşlarım beni haklı olarak alaya alıyordular.

    Küçük yaşlarımdan başlayarak oruç tutardım, (gizli olarak tuttuğum dönemlerde oldu ki, öğretmenler bilmesin) Bazen annemle birlikte namaz da kılıyordum. 9-10. sınıflarda iken Mir Cafer Bağırov’u savunduğum için birkaç defa öğretmenler odasına çağrılıp bu düşüncelerimden vazgeçmem istendi.

    10. sınıf öğrencisi iken, Azerbaycan Devlet Üniversitesi’nde Şarkşünaslık (Doğu ilimleri) Fakültesi açılacağını öğrendim. Nizami, Hakanı, Fuzuli ve diğer şairlerimizi daha doğru anlamak amacı ile söz konusu fakülte sınavlarına hazırlandım. 1957 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesi’nin Şarkşünaslık Bölümüne (o yıllarda Filoloji Fakültesi’nin bünyesinde idi) Arap Filolojisi uzmanlığına girdim.

    Üniversitenin II. ve III.. sınıflarında okurken tarihi-siyasi konulara daha çok ilgi duymaya başladım. Birkaç öğrenci yoldaşım ile birlikte milli siyasi konularda ateşli tanışmalara başladık. Bizde böyle bir fikir oluştu ki, halkımız köle, vatanımız ise sömürgedir. Bu sohbetler Alim Hasayev, Malik Mahmudov, Rüstem Eminov, Mehdi Ağalarov, Rafık Ismailov, Abbas Musayev ve Zakir Memedov ile aramızda geçiyordu. Azatlık uğrunda mücadele etmeye söz verdik - elbette amatör ruhla başlayan mücahitler olarak. Ancak profesyonel mücadele yollarını da arıyorduk.

    Üniversitenin V. sınıfında iken aramızda Arap dilini iyi derecede bilen Malik Mahmudov ile Malik Karayev bir yıl süre ile Irak’a pratik için gönderildiler. Onlar bir yıl sonra döndüklerinde Malik Mahmudov ile siyasi mücadelemizi devam ettirmemiz konusunda ciddi karara vardık ve bir meramname (program) hazırladık. Meramname hakkında yalnız beş kişi bilgi sahibi idi. Ben takip eden süreçte yaklaşık iki yıl (1963-64) Mısır’da tercüman olarak çalıştım. Mısır’da bulunduğum ortam, siyasiler ile ilişkilerim bana çok önemli kazanımlar sağladı. Hatta orda bîr iki kez Türkiye ve ABD Büyükelçiliklerine giderek birileri ile tanışmak istedim. Ancak çekindim. Kendimce bu karara vardım ki, ben onlarla ilişki kurar isem sorun doğar, halkıma güven sarsılır, onları yurt dışına bırakmazlar. Mısır’da bulunduğum süre içerisinde yabancı siyaset adamları (belki de istihbaratçılarla) hiçbir temasımın olmamasına çalıştım.


    Mısır’da bu ülkenin devlet adamları ile ilişkilerim oldukça seviyeli idi. Gerek Sovyetler gerek Mısır’ın siyaset adamları beni doğrulurı konuşan bir insan olarak görüyordular. Onlar birbirlerini aldattıklarında yanlışlıklarını anlatıyordum, bana bakıp gülüşüyordular. Ben söz konusu olduğunda Nasır’ ı da Kruşçev’i de eleştiriyordum. Siyaset dünyasında böylesine hareket istihza yaratıyordu.

    Bir gün Luksor şehrinde Sovyet uzmanlarından bir grup ile Devlet Başkanları Kruşçev’i. Nasır’ı, Irak Devlet Başkanı Arifi, Azerbaycan Bakanlar Kurulu’nun başkanı Alîhanov’u, Cezayir Devlet Başkanı Ahmet Bin Bella’yı ve diğerlerini karşılıyorduk. Herkes konuklarla tokalaşıyordu, ben yalnız iki kişi ile, Ahmet Bin Bella ve büyük sanatkarımız Reşit Behbudov ile görüştüm, diğerleri geldiğinde elimi cebime koydum. (Şimdi bu hareketim kendime de garip geliyor) Bu davranışımdan dolayı bir soruşturmada geçirdim.

    Benim kendi dünyam vardı.Herhalde iş arkadaşlarım beni delikanlı tercüman olarak görüyordular. Soruşturma döneminde Özellikle de Kruşçev’in Kıbrıs sorunu ile ilgili görüşlerinden dolayı bir İki aşağılayıcı söz de sarf etmiştim. Baku ‘ye döndüğümde DTK (Devlet Güvenlik Komitesi KGB) Kruşçev ile ilgili sözlerimden ötürü beni cezalandırdı.

    Mısır’dan döndükten sonra Ben, Malik Mahmudov. Alim Hasayev ve Rafik Ismailov birkaç kez görüşüp dörtlü bir grup oluşturduk. Her birimiz 3 kişi seçmeli, bu üçlü gruplardan her bîri 5 kişiyi gruba celb etmeliydi. Bir süre geçtiyse de teşkilatı istediğimiz ölçüde kuramıyorduk (Tecrübesizliğimizin yanısıra DTK bizi sürekli izliyordu)
    İstediğimiz teşkilatı oluşturamayınca, her birimiz ferdi çalışmaya, daha çok propaganda faaliyetine başladık.
    Ben bütün gücüm ile üniversite ve doktora öğrencileri arasında milli şuurun canlanması yönünde propaganda yapıyordum. Hiç kimseye hesap vermediğim gibi bazı konuları yakın dostlarımdan da gizliyordum. Üçlü, beşli, yedili ve dokuzlu olmak üzere gruplar oluşturuyordum. Her grup ile de yalnızca kendim meşgul oluyordum, Bu süreç uzun bir süre ve güç İstiyordu.

    1969 yılında Tolunoğulları Devleti (IX. yüzyıl) adlı doktora tezimi yazdım.

    1971-74 yıllarında üniversitede artık öğrenci hareketleri görülmeye başlandı. Amacım geleceğe hazırlamaktı. DTK , bir teşkilatın faaliyet gösterdiğini biliyor, ancak bütün çabalarına rağmen ortaya çıkaramıyordu. (Artık sır değil: l keresinde üniversitede hocam Aliövset Abdullayev bana DTK’da benim gizli örgüt ve programım olduğu konusunda düşünceler olduğunu bildirdi. Ben, O’nu bunun doğru olmadığına inandırdım, ancak kendim yalan konuşmuştum. (Şimdi hocamdan özür diliyorum)

    Ancak DTK bütün dikkati ile beni izliyordu. Ocak I975′de beni tutukladılar. DTK benim yanıma birkaç hoca ve öğrenci yerleştirebilmişti. Ben onları duymuştum. Ancak onları aldatıyordum. (Kim kimi?)
    Benim hiçbir hoca veya öğrenciye (hatta DTK ajanlarına) nefretim doğmuyordu. Bazen hatta DTK çalışanlarını bile günahkar görmüyordum. Bir tek düşmanım vardı. Sovyet İmparatorluğu. Diğerleri onun zavallı hizmetlileri idi. Bu zavallı generallere ve polislere de acıyordum.

    Benim işim zalim imparatorluğa karşı mücadele idi. Hainlere, satılmışlara tarih kendisi ceza verecekti, verdide.
    Ocak 1975 Temmuz 1976 arasında hapis yattım. Aralık 1976′dan itibaren Azerbaycan ilimler Akademisi Salman Mümtaz Elyazmalar Enstitüsün ‘de çalıştım.

    Ebülfez ELÇlBEY mahkumiyetinden sonra göreve başladığı El Yazmaları Enstitüsü’nde de halkını azadlık uğruna örgütleme çalışmalarını aralıksız devam ettirdi. 1988 yılında başlayan ermeni saldırı ve provokasyonlarına karşı ilk direniş hareketini; Kasım 1988′de “Meydan Mitingleri’ni düzenledi.

    16 Haziran 1989′da Azerbaycan Halk Cephesi’ni resmen kurarak başkanı seçildi. Kızılordu’nun 20 Ocak 1990′da Bakü’de hayata geçirdiği katliama kadar çalışmalarını sürdürdü. Katliamın ardından dağılma sürecine giren Sovyetler Birliği ve Azerbaycan’da siyasi istikrar tamamen sarsıldı. ELÇlBEY önderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi, Azerbaycan Türklerinin bağımsızlık taleplerini açıkça dile getirdiler. Üç renkli ay-yıldızlı bayrak Parlamento binasına asıldı. Aralıksız sürdürülen çalışmalar sonucu Azerbaycan Cumhuriyeti 18 Ekim 1991′de bağımsızlığını ilan etti.

    ELÇİBEY, Parlamentonun aldığı karar gereği 7 Haziran 1992′de yapılan ilk demokratik seçimler sonucu Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı seçildi. Göreve başladığı ilk günden itibaren ülkede insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygılı demokratik devlet yapısını oluşturmaya çalıştı. Rus ordularını Azerbaycan Cumhuriyeti’nden çıkardı. Devletin resmi dilinin Türkçe olduğunu ilan etti. Latin alfabesini uygulamaya koydu.

    Ermeni saldırı ve işgallerine Azerbaycan Halk Cephesi taraftarlarından oluşan gönüllü birliklerle karşı koydu. Ancak 4 Haziran 1993′de maruz kaldığı darbe sonucu Bakü’den ayrılarak Nahçıvan’ın Keleki köyüne gitti. 4 yıl süreyle kaldığı Keleki’den 31 Ekim 1997′de Bakü’ye dönerek 1995 yılında partiye dönüştürülen Azerbaycan Halk Cephesi Partisi’nin Genel Başkanı olarak siyasi çalışmalarını devam ettirdi. Bu süreçte kurduğu ve başkanı olduğu Bütöv Azerbaycan Birliği adlı teşkilatla da büyük ideallerini hayata geçirme çalışmalarını yürüttü.

    Ebülfez ELÇlBEY uzun süre devam eden rahatsızlığının şiddetlenmesi üzerine tedavi görmek amacıyla 7 Temmuz 2000′de geldiği Türkiye’de 22 Ağustos 2000 Salı günü vefat etti. Ömrümün en hoş günlerinden biri 16 Haziran 1989′da Azerbaycan Halk Cephesi’nin kurulması ve Cephe başkanı seçilmemdir.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Ebulfez Elçibey

          Kategori: Azerbaycan Edebiyatı

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 3

          Görüntüleme: 2913


  2. #2
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Dygsuz

    Standart



    Hani meni gül goynunda doğuran,
    Hemirimi göz yaşıyla yoğuran,
    Beşiyimde, ”lay lay balam” çağıran,
    Azerbaycan, menim bahtsız anam oy..
    Neçe ildir hesretinle yanam oy..

    Gelen getmelidi dünyadan bir gün,
    Ancaq hatireler galar dost üçün,
    Eğer bir gün meni istese könlün,
    Axtar Qarabağ’da gez Qarabağ’da.




    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]




    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]



    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]



    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]





    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]




    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]




    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]




    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]



    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]



    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

  3. #3
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Dygsuz

    Standart


    Ebulfez Elçibey’in Ardından…
    (Ardından Yazılanlar)


    GÖZLERİNİN İÇİ GÜLDÜ
    Elçibey’in adını 1980′inci illerin evvelinden eşitmişem. Mübarizesiyle tanış olsam da onunla şehsi tanışlığım 1991′inci ilde AHC kurultayında oldu. Bundan sonra onunla sıh-sıh görüşdük. Müsahibeler götürdüm, mübahiseler etdim. Fikirleriyle razılaşdım da, razılaşmadığım zamanlar da oldu, ancak bütün bunlar aramızda serinlik yaratmadı; eksine, bizi birbirimize daha sıh bağladı.

    AHC’nin 1991′inci ilde keçirilen birinci kurultayına minbir eziyyetle özümü çatdırmışdım ve çatan kimi de çıhış etmiş, Vahid Azerbaycan meselesini dile getirmişdim. Kurultayın birinci gününün günorta fasilesinde Bey’le ilk defe görüşdük.

    Elçibey’le görüşümün Bakı teessüratını evde aile üzvleriyle de bölüşdürmüşdüm. Evimize Azerbaycan’dan da, Türkiye’den de gelen dostlarım, kohumlarım arasında söhbetler esasen Türk Dünyası’nın durumu, Elçibey’in bu yönde gördüyü işlerden olardı.

    1992′nci il fevral ayının yirmi sekizi günü evde tek oturub televiziyada heberlere bahırdım. Ermeniler Hocalı’da kırğın töretmişdiler, onların vehşiliyi televiziya ekranında gösterilirdi. Hedden artık esebi ve gergindim. Tarih boyu millet olarak üzleşdiyimiz bu cür hadiseler bir anın içinde gelib gözümün kabağında dayanmış ve çaresizliyin, heç bir şey eleye bilmemeyin hissi üreyimde üsyan dalğaları yaratmışdı. O anda bir ses eşitdim. Döndüm ki, dördüncü oğlum Eldar Avşin astanada dayanıb ağlayır. Ona sarı döndüyümü gören kimi dedi:

    - Baba, ermeniler onları niye kırır? Bizimkiler niye özlerini koruya bilmir?

    - Silahları yohdur, silah almağa maddi gücleri çatmır ve onlar sade insanlardır. Kadınlar, uşaklar, kocalar silah işletmeyi bilmezler. Ermeni terrörçuları ise rus esgerleriyle elbir olub kırğınlar töredirler. Görmürsenmi kırılanların hamısı dinc ehalidendir?

    - Azerbaycanın ordusu harada kalıb bes?

    - A bala, Azerbaycanın ordusu yohdur, hele kurulmayıbdır.

    - Biz onlara niye yardımçı olmuruk? Türk esgerleri gedib öz adamlarımıza niye arha durmurlar?

    On dörd yaşlı oğlumun sualları karşısında çıhılmaz veziyyetde kaldım. Çağırıb yanımda oturtdum, boynunu kucaklayıb üzünden öpdüm. O ise sessizce ağlamağını davam etdirdi…

    Hemin günlerde men 1991′inci il iyun ayında yaratdığımız Azerbaycanı Tanıtma Derneyi’ne sedrlik edirdim. Seheri günü derneyin idare heyetinin üzvlerini yığdım. Türkiye’den ve Avropa’dan dava derman yığıb Azerbaycan’a aparmak kerarına geldik. Kısa müddet erzinde 420.000 dollarlık dava derman ve tibbi levazimat topladık. Onları aparmak meselesi reallaşmışdı ve ahşam evde yol hazırlığımı görurdüm. Çamadanımı hazırlayarken oğlanlarımdan Eldar Avşin ve en kiçik oğlum, 12 yaşlı Elçin Aras geldiler. Ellerinde bir mektub vardı. Eldar dedi:

    -Baba, bu mektubu Ebülfez emimize çatdır.

    Men de mektubu alıb eşyalarımın içine koydum ve seherisi Bakı’ya yola düşdüm. Bakı’ya çatandan bir gün sonra Bey’in görüşüne getdim. O, Yasamalda kardaşının evinde meni kebul etdi. Tahtadan düzeldilmiş divanın üstünde eyleşmişdi. Atatürk’ün divardan asılmış portreti o saat dikketimi çekdi. Kitabhanasında maraklı eserler vardı. Çay getirdiler, içerken sesyazma aparatımı hazırlamağa başladım. Bunu gören kimi dedi:

    -Bir dayan görek, söhbet eleyek.

    -Bey, evvel işimizi görek, sonra söhbet edek. Gelib gedeniniz çohdur. Onların hükukuna tohunmağa üreyim icaze vermir, dedim.

    Güldü ve:

    -Yahşı, işimizi görek, dedi.


    “Türkiyenin Sesi” radiosunun Azerbaycan redaksiyası üçün müsahibe götürdüm. Sonra yarım saata keder söhbet eledik. Esas mövzumuz Güney Azerbaycan’ın azadlığı ve AHC’nin bu yönde mövkeyi meselesi oldu. Arada men oğullarımın ona yolladığı mektubu tekdim eledim. Zerfi açdı, içinden mektub ve iki dene elli min lirelik pul çıhdı.

    - Bey, bu nedir? - deye sual verdiğinde işin ne yerde olduğunu başa düşdüm.

    Mektebde herclemek üçün heresine o vaht ayda elli min herclik verirdim. Demeli, iki kardaş o aylık pullarını herclemeyib ve menimle meslehetleşmeden mektubun içine koyarak Elçibey’e yollayıb. Düzünü deyim, çoh hecalet çekdim, çünki bele hereket yatsam yuhuma da girmezdi. Odur ki dedim:

    -Bey, uşakların bele iş göreceyini ağlıma da getirmezdim. Onların verdiyi mektubu açıb ohumağı ve yohlamağı özüme sığışdırmadım.

    Bey bu mektubu ohuyub başa çatdıkda gözleri yaşardı. Dodaklarından astadan bu sözler kopdu:

    -Oğulların mene yazırlar ki, Ebülfez emi, babam deyir ki, sizin ermenilerle döyüşmeye silahınız yohdur. Bu paraları yollayırık ki, silah alasınız, ermenilere divan tutasınız, töretdikleri kanın da evezini çıhasınız.

    Bey üzünü mene tutarak elave etdi:

    -Sağ ol, bey. Bu cür oğullarımız yetişmeye başlayıbsa, demeli, arzularımız ve heyallarımız çin olacakdır. Demeli, Vetenimiz daha yad tapdağında getmeyecek, ulu babalarımızın ruhu ezab eziyyetden kurtulacakdır. Esas mesele insanlarda milli şuur yaratmakdır; o menzile çatdıkda problemler çoh asan hell edilir. Bu düşüncedeki övladlarımızın sayını artırmalıyık, milletimizi ayık salmalıyık. Bu mektub meni kövreltse de artık yüz faiz eminem ki, Azerbaycan sözün esl menasında azad ve müstekil olacakdır. Güney Azerbaycan’da fars caynağından hilas olacakdır. Tebriz ebedi paytahtımız olacakdır. Menim ağzımla o gül balalarının üzünden öpersen.

    Sağollaşıb oradan ayrıldım…

    Bey Ankara hestehanasında müalice olunurdu. Eliye (Bey’in kömekçisine) zeng etdim, Beşir götürdü. Bey’le görüşmek, danışmak istediyimi bildirdim. Cemi iki ay kabak 2000′inci ilin aprel may aylarında Bakı’da olanda Bey’le geniş söhbetlerimiz olmuşdu. Buna bahmayarak, bu söhbetlerden doğan bezi meseleleri tecili müzakire etmeye ehtiyac duyurdum. Beşir dedi ki, Mirmahmud ağa gelir. Heftenin ikinci günü gel, hem Bey’le, hem de onunla görüş.

    25 iyulda hestehanaya getdim. Bir müddet sonra Mirmahmud ağa da geldi ve birlikde Bey’in yanına getdik. Çarpayıda yatmışdı, içeri giren kimi kalhmak istedi, men celd terpenib koymadım ve üzünden öpdüm. Hal ehval tutdukdan sonra gözümün içine bahıb dedi:

    -O iş nece oldu?

    Güney Azerbaycan’la bağlı mesele üstünde işleyirdim. Onun reallaşmasını gözleyirdi. Cavabında dedim:

    -Bey, narahat olma, meseleni en gözel şekilde hell etdim.

    Gözlerinin içi güldü. Elimi tutub dedi:

    -Bey, çoh sağ ol. Sen hemişe temennasız, sessiz küysüz çoh gözel işler görürsen. Yene sessiz bir gedişle ela bir iş gördün, çoh sağ ol. Çoh ciddi işlemek lazımdı. Çoh ciddi ve gergin işlemeliyik, ayrı cüre yolumuz yohdur.

    Dedim:

    -A Bey, tez sağal, Bakı’ya kayıt. Sen bizim rehberimizsen. Tanrı seni başımızdan esgik etmesin. Men bir hefte çekmez Bakı’ya gedirem ve seni gözleyeceyem. Orada daha geniş söhbet eleyerik. İndi dincel ve tezlikle sağal, Allah yastığını yüngül elesin.

    Durub üstüne tekrar eyildim, öpüşdük ve ayrıldım. Ancak üreyime sanki düyün atmışdılar. Keribe bir duyğu meni berk narahat edirdi. Atam ölüm ayağında olarken sifetinde gördüyüm kubarı Bey’in üzünde hiss etmişdim. Ancak bunu kimseye demeye dilim gelmedi. Özüm özümü de inandırmağa çalışdım ki, yanılıram.

    Teessüf ki, yanılmadım…





    Seyfettin ALTAYLI.

    SENDEN SONRA…


    “Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
    Koşar adım gitmeli onların arkasından
    Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
    İleriye atılmak ve sonra dönmemektir”

    Büyük Türkçü şair Hüseyin Nihâl ATSIZ şu an gönlüme derman olan bu mısraları çok önce yazmış. Nedense bazen onunla özdeşleştirdim seni. Belki birbirinize çok benzediğiniz için. Bu bir teselli değil “bey”im, dilinden düşürmediğin “azatlık bayrağı”nı en yükseğe dikmek için senli günlerimizi yâd ediş sadece.

    Senden sonra, çok şey yazıldı, söylendi. Sözlerin bitişi yakındır beyim, çok çalışmanın başlayışı yakındır. Vahit Azerbaycan için söylenmemiş ne varsa, giderken söylemiştin. Biliyoruz ki onları tekrar etmek ruhuna ıstırap verecektir. Söz sana, bu son beyim, senden sonra son. Vahit Azerbaycan için, hemen ilk şafakta yola çıkma zamanı. Lâkin, senli zamanları da unutmak mümkün mü? Dün buradaydın ve zamanı durduramazdık elbet ama yine de nereye beyim? Ölüm elbet hak. Ne çare ki biz, bayram sabahlarının yetimleri gibi kaldık “bey”im nereye!..

    Bugünü sezerdik elbet, “Vahit Azerbaycan”ı göremeden beyim nereye?.. Azerbaycan’ın büyük lideri Ebülfez Elçibey’in ideali olan güneyi ve kuzeyiyle Vahid Azerbaycan ülküsü, bir gün mutlaka gerçekleşecektir. Elbette kolay değil ama bütün mesele, çok çalışmak ve o gücü yakalamaktır. Yola da bu büyük ülküyle çıkılabilir ancak. Tarih, güçlü olanın haklı da olduğu misâllerle doludur. Kaldı ki, Azerbaycan önce haklıdır. Çünkü bu ülkede yaşayan Türklerin kat kat fazlası güneyde halen esirdir.

    Doğu Almanya, Batı ile birleşmeden önce Alman idealistlerinin yaklaşık 50 yıl bu yola baş koymadığını kim iddia edebilir? Ülkemizde idealistler faşistlikle suçlanırken, Azerbaycan’ın lâtin harflerine geçtiği dönemde birkaç bin daktiloyu bu kardeş ülkeye gönderemeyenler, şimdi kendilerini hesap sorma mevkiinde nasıl bulabiliyorlar?.

    Odasının baş köşesinde ve göğsündeki rozette, Büyük Önder ATATÜRK’ün resmini ömrü boyunca şerefle taşıyan Ebülfez Elçibey, sanırım en çok ATATÜRK’ün ülkücü tarafına hayrandı: Onu, ülkemizdeki pek çok entellektüelden daha iyi tanıdığı, fikirlerini yorumlamasından belliydi. ATATÜRK, 1923 başlarında çıktığı yurt gezisinin ikinci durağı İzmit’te bir basın toplantısı tertip etmişti. Orada bir gazetecinin sorusuna verdiği cevap, kulaklara küpe olacak mahiyettedir: “..Herkesi memnun edelim dersek mümkündür. Hepsi memnun olur ama biz gayemize ulaşamayız. İdare-i maslahatçılar esaslı inkılâp yapamaz!..”

    Tarih: 22 Ağustos 2000… O sabah Azerbaycanlı bir öğrenci beni telefonla aradı. Ağlıyordu telefonda. Elçibey’in vefat haberini televizyonda duymuş, doğru olup olmadığını soruyordu benden. Buz kesilmiştim. Bey, hastalığı sebebiyle Nisan ayında Türkiye’ye gelmişti ve doktorlardan ümitsiz olduğunu öğrenmiştik ama yine de konduramıyorduk. Öylece kalakaldım. Telefon devamlı çalıyordu ama cevap vermiyordum. Neler gelip geçmedi ki gözümün önünden. Türkistan’ın batısında, hürriyet meşalesini yakan ilk lider, Azerbaycan kapılarını dünyaya açan, her konuşmasında ATATÜRK’ten, dünya Türklüğünden, Turan’dan bahseden, Sovyet boyunduruğundan sonra millî birlikten bahseden, esir Güney Azerbaycan’ı bize yeniden hatırlatan Ebülfeyz Elçibey göçmüştü bu dünyadan. Ne yazık ki Vahit Azerbaycan’a, en büyük emeline ulaşamadan…

    Sonra çok daha eski yıllara gittim. Göremesem de, bütün benliğimde duyduğum Azerbaycan Millî Demokratik Cumhuriyeti ve kurucusu Mehmet Emin RESULZÂDE.

    İki büyük liderin kaderi, birbirine benziyordu. Elçibey, Nahçıvan Keleki köyünde sürgün yaşamış, Ankara’da ebediyete intikal etmişti. Resulzâde ise dünya dengelerinin oluşumuna bir yerde yenilmiş, ülkesinden çıkmak mecburiyetinde kalmıştı. O da ikinci vatanı Türkiye’ye gelmiş, Azerbaycan Kültür Derneği’nin kurulmasına öncülük etmiş, yurt dışındaki Azerbaycan Türklerinin, aydınlarının oluşturduğu Muhaceret Edebiyatı içinde ömrü boyunca, ülkesinin yeniden hürriyete kavuşması için uğraşmıştı. Her iki lider de Ankara’da ebediyete intikal etmişti.

    Elçibey ile tanışmam, Ruslar’ın 20 Ocak 1990 Bakü katliamından sonra oldu. Halk Cephesi, Azerbaycan Türklerinin hürriyet sembolüydü ve başında da koca Sovyetler’e karşı direnen Elçibey vardı. Aynı yılın Kasım ayında, Derneğimiz adına Muhaceret Edebiyatı Sempozyumu için Bakü’ye gitmiştik. Sempozyum sonunda her iki ülkenin millî marşları çalınıyordu. Oralara yolu düşmeyenler, anlamakta güçlük çekerler ama marşlar çalınırken bazıları dışarı çıkıyor, bazıları da oturuyordu. Marşlara tepki olsun diye değil, maalesef millî bir zihniyet oluşmadığı içindi bu. Türkiye’den gelen konuklar ile birkaç Azerbaycan’lı, marşları ayakta saygıyla sonuna kadar dinlediler. Dikkat ettim, ayâktakilerden birisi de Elçibey’di. O anda çok farklı olduğunu anlamıştım. Otele döndük ve bir süre sonra bizi ziyarete geldi. Yaklaşık 10 kişiydik. Vakit gece yarısına doğruydu. Halk Cephesi’nin efsanevî lideri ile daha da yakındık şimdi. Halk Cephesi ile Azerbaycan Kültür Derneği arasında siyasî işbirliği protokolü imzalanacaktı. Elçibey, devamlı sigara ve çay içiyor, şakalar yapıyordu. Sohbet sırasında, sanırım Cemil Ünal beydi, Ruslar’ın her şeyi yapabileceğini, dikkatli olmasını rica ediyordu. Verdiği cevabı hiç unutmam: “Milletimin yoluna canım feda olsun. Ben ölümü çoktan göze almışım. Kaldı ki ben ölsem bile bu hareket devam edecektir. Azerbaycan, mutlaka azadlığa kavuşacaktır.”

    Bey, daha sonraki günlerden birinde bizi yemeğe davet etti. Genellikle Elçibey konuşuyordu. Ben hayranlıkla onu dinliyordum. Çok iyi bir hatipti. Her zamanki gibi heyecan ve inançla anlatıyordu. Yemeğin ortalarında ayağa kalktı, vecd içinde Necip Fazıl’ın Sakarya şiirini baştan sona ezbere okudu. Doğrusu şaşırmış ve o derecede de duygulanmıştım. Çünkü ülkemizde bile bu güzel şiiri acaba kaç kişi ezbere biliyordu.

    Biz döndükten sonra, Azerbaycan yine çok zor günler geçirdi. Sovyet baskısı, gözaltına almalar. Bir keresinde Rus askerleri Halk Cephesi binasını basmış, Bey, binayı terketmemiş. Maalesef, göğsüne dipçikle vurmuşlar. Belki de o gün yediği darbeler, ciğerlerinde tahribat yapmıştı. Ama bu günler de geçti. 1992 Haziranında Bey, bütün dünyanın takdir ettiği Azerbaycan Devlet başkanı sıfatını taşıyordu artık. İlk tebliğe gidenlerden biriydim. Elçibey, hiç değişmemişti. Yine şakalar yaparak karşıladı bizi.

    Gecesini gündüzüne katıp çalışıyordu. İlk icraatlarından biri; Kızıl Ordu’yu, Azerbaycan’dan kovmak oldu. Millî para, millî marş, eğitimde reformlar, lâtin alfabesine geçiş hep onun zamanında oldu. Ve tabiî, Ermenistan ile girilen Karabağ harbinin en acımasız ve zorlu ayları da onun başkanlığı sırasında yaşandı. Bilindiği gibi bu harpte, Ermeni kurmaylarının çoğu Rus’tu. Bütün imkânsızlıklara rağmen, kaybedilen toprakların bir kısmı geri alındı. 1993 kışında, Kelbecer; Ermeniler tarafından sarıldığında, oradaki Türkleri tahliye etmek gerekiyordu. Bey, günlerdir uyumuyordu. Yanında Arif Hacıyev vardı. Türkiye’yi aradılar. Tahliye için iki helikopter istiyorlardı. Türkiye’den yetkililer olumsuz cevap veriyorlardı. Bey, oturduğu koltukta öylece kalakalıyordu, çok üzülmüştü. Sonra Çeçenistan’dan Cahar Dudayev aranıyor. Karşı taraftan gelen cevap, helikopterlerin hemen gönderileceği şeklindedir. Ancak maalesef bölgede, kar, fırtına vardır ve helikopterler Kelbecer’e ulaşamaz. Sonra isyanlar, ihanetler. Ardından, büyük devletlerin de karıştığı, Azerbaycan’daki iktidar savaşı. Bir yıl önce Haziran ayında başkanlığa gelen Elçibey, 1993 Haziran’ında görevini bırakıyor. Doğduğu yerde, Nahçıvan’ın Keleki köyünde bir nevi sürgün hayatı yaşamaya başlıyor.

    Başkanlıktan ayrıldığı günü hiç unutmam. Önceden plânlanmış olduğu üzere, tek oğlumun, Fatih’in sünnet düğününü yapacaktım. Azerbaycanlı dostlarımın çoğu da davetliydi. Fakat aynı gün, 17 Haziran’da, Bey’in çekildiği haberini aldık. Dernek Başkanımız Cemil Ünal ile birlikte, Keleki’ye ziyaretine gittik. Yılmamıştı, yıkılmamıştı. Azerbaycan, Güney Azerbaycan dilinden düşmüyordu hâlâ. Bir ara oğlumun sünnet günündeki fotoğrafını çıkardım, imzalamasını rica ettim. Gülerek, “inşallah toyuna geliriz” dedi ve imzaladı. Daha sonra bir kez daha Keleki’ye ziyaretine gittim. Ama ertesi sene, şimdiki iktidar tarafından Azerbaycan’da tutuklandım ve 67 gün cezaevinde yattim ve bu yüzden bir daha Bey’i ziyaret etmek nasip olmadı.

    Nihayet o geldi Ankara’ya. Beni görünce ilk sözü, tutuklanışıma gönderme yaparak; “Niçin Bakü’ye gelmiyorsun?” diye takılmak oldu. Sağlık problemleri sebebiyle burada bulunuyordu ve hüzünlü havayı dağıtmak istiyordu. Epey sohbet ettik. Ayrılırken elini öpmek istedim, izin vermedi, hasretle kucaklaştık. Derken sağlık durumunun pek iyi olmadığını öğrendik.

    Temmuz ayında Ankara dışındaydım. Elçibey ise tedavi için yine Ankara’ya gelmişti. Dönüşte ilk işim ziyaretine gitmek oldu. Zayıflamıştı, bitkindi ama uğruna ömrünü adadığı ülkesi yine sohbetinin baş konusuydu. “Müjdem var sana” diyordu. “Muhalefeti birleştirdik. Elçibey-İsa Kamber bloku oluşturduk. Eski silah arkadaşları yine bir araya geldi. Önümüze engeller çıksa da aşacağız. Seçimlere birlikte giriyoruz, göreceksin biz galip çıkacağız”. Sonra, “Güney Azerbaycan’a sahip çıkın, onlar yetim, öksüz ve arkasızdırlar, onlara ses vermeli, vahid Azerbaycan” diyordu. Ama göremedi. Bir yıldız gibi sessiz ama parlayarak gitti.

    Senden sonra, yasaklı olduğum, men edildiğim Azerbaycan’a yine gittim Beyim. Gözümü kırpmadan gittim. Bakü’de, cenaze törenindeki 200 bin kişiden biriydim. Sana karşı son vazifem değildi bu. Karabağ’ı, Vahit Azerbaycan’ı görene kadar sürecek. Gittim Beyim. Yine gideceğim. Elçibey ya sen! Gülhane Askerî Hastanesinde tedavi olma arzuna uzun süre müspet cevap vermeyen Türkiye yetkililerine, biraz kırgındın sanırım giderken… Hocalı’daki katliamı, Kelbecer’deki ihaneti gördüğün için yanıktın. On binlerce gaçgının içler acısı halini gördüğün için…

    Nereye Beyim nereye? Karabağ’ı, Şuşa’yı, Laçın’ı, Ağdam’ı alamadan nereye? Nereye Beyim? VAHİT AZERBAYCAN seni bekliyor nereye?..



    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]

    Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…

  4. #4
    kafkasturk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.05.2010
    Mesajlar
    2
    Konular
    0
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    0
    @kafkasturk

    Standart

    Melekler yoldaşın olsun yüce Türk.

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş