Sen çok kırılma sakın, İnsanlar seni üzmek için ellerinden geleni yapacaklardır, Bunu iyi bil ki, İnsanlar seni üzdüğünde çok kırılma sakın. Bir insana bakınca ne görürsün? Cenneti mi yoksa sonu bulunmayan labirentleri mi? Bir insana bakınca kendinden ne görürsün peki? Yüzünün yansımasını mı yoksa yalnızca ruhununkini mi? Bir insanda kendini tanıyabilir misin? Küçük de olsa kendinden bir parça bulabilir misin? Bulabilmen için küçük de olsa bir parça bırakmış olman gerekmez mi? Bırakıp da

Bu konu 1499 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Sen çok kırılma sakın, 1499 Reviews

    Konuyu değerlendir: Sen çok kırılma sakın,

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1499 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1047
    @Dygsuz

    Standart Sen çok kırılma sakın,

    Sen çok kırılma sakın,
    İnsanlar seni üzmek için ellerinden geleni yapacaklardır,
    Bunu iyi bil ki,
    İnsanlar seni üzdüğünde çok kırılma sakın.


    Bir insana bakınca ne görürsün? Cenneti mi yoksa sonu bulunmayan labirentleri mi? Bir insana bakınca kendinden ne görürsün peki? Yüzünün yansımasını mı yoksa yalnızca ruhununkini mi? Bir insanda kendini tanıyabilir misin? Küçük de olsa kendinden bir parça bulabilir misin? Bulabilmen için küçük de olsa bir parça bırakmış olman gerekmez mi? Bırakıp da bulamazsan? Çok mu üzülürsün, çok mu parçalar bu durum yaralı ruhunun derinliklerinde yatan insan sevgini? O sevgi azalır mı? Kayıp mı olur yoksa? Daha da kötüsü, daha mı çok seversin, kendini emanet edip de kendini bulamadığın insanı?

    İnsan kendini, başka insanların gerçeklerinde yaşadığı hayal kırıklıklarıyla tanır. Ne yapması gerektiğini, kırık his dünyasının öğretmenliği eşliğinde keşfeder, kendini yaşadığı hüzün boşalmalarında çırılçıplak bulur, adeta anne rahminde gibidir, sımsıcak ve güvenli. Rahatlar zihin ve düşünür. Duyguları acımasızdır, can yakar, gözler birer kılıç darbesi ile yaşlara boğulur, nefes ısınır, bir kızarma başlar içini saran, boğazın düğümleri sarmaşıkları anımsatır. Ardından kelimelerin sırası kaybolur, sadece anlamları kalır. Bu anlamlar sahipsiz kölelere benzerler, başıboş, disiplinsiz ve tam da olmaları gerektikleri gibi… Düşünceleri, kayıp sözcüklerin sırasız, sahipsiz anlamları oluşturunca, işte o anda, tam da o anda dünya tersine döner… Olması gereken olup da, olmaması gerekenin tam tersi olunca insanlar kendilerini yitirirler. Artık sadece duygu kavanozlarıdır onlar. Sisinde kayboldukları diyarın sihrinden bir parça merhem umarlar. Onları hayata geri döndüren ise özgürlükleri olur. O şekilsiz duygu kavanozları, yeniden, bir bir insanlıklarını bulurlar. Bir kez daha olmaması gerekene ve rutin yaşantılarına kavuşurlar. Bir kez daha olmaması gereken ile yaşayabilmek için sorunsuzca, önce ondan uzaklaşmak, ardından ondan kopmak, yalnızca sevimsiz bir duygu kavanozu olmak, her şeyden arınıp hür olmak gerekir. Derin sessizlikte, öksüz kalmış anlamlara bir kez daha kelimelerini kazandırabilmek için…

    İnsan, çevresine her baktığında, tanıştığı her bireyde, duyduğu her kokuda, dokunduğu her duyguda, hissettiği her tende, her ruhta bir ayna arar. Bu öyle bir aynadır ki, bakıldığında görülen yalnızca görmek istenilenlerden ibaret değildir. Toplumun öldüren sıradanlığından başkalaşabilmiş kişi bu aynada kendi eksiklerinin yansımalarını keşfeder. Aynadakiler bakan için kendidir, geçmişidir, anıların illüzyonu, hayat felsefesi, aşkları, terk edilişleri, bütünüyle, kişiyi bugün “kendi” yapmış olan her minik zerresidir. İşte bu ayna, insanı temeline kavuşturur, kendine.

    İnsan başka insanlarda, kendi olmayan ruhlarda kendini anlamaya çalışır. Kendi ruhu, “kendini tanımak isteme” bilinci edinene kadar o denli zorluklar yaşamıştır ki, akıl ziyadesiyle karışır. Mantık beyne ve vücuda yabancılaşır. Ruhu yorgun düşmüştür bile. Başka bedenlerde, bambaşka yüzlerde birer ayna bulmak istemek bundan kaynaklanmaktadır. İnsan, kendini kendinde tanımaya tenezzül edemeyecek kadar korkaktır. Derinlere inmek demek çok yol yürümek, değişime bürünmek demektir. Peki ya bu denli metanetli olabilmek nasıl bir güç gerektirir?

    İnsanlığın hiçbir medeniyetinin sahip olmadığı, Büyük İskender bir yana Zeus’un bile asla tadamadığı, uykuya dalmak ile uyumak arasında geçen kısa anda dahi ulaşılamayan, doymanın en leziz damlasında senin ufacık bir farkla kaçırdığın bir güçtür bu. Bu güce sahip olması için insanın önce kendine saygı duyması gerekir. Ardından, kendini koşulsuz sevmesi ve tüm tutarsızlıklarıyla kabullenmesi… Kim diyebilir ki sevgili yaşlı dünyamız doğumundan günümüze dek bu kadar erdemli bir ruhu ağırlamıştır? Kim böylesi bir ütopyayı umabilecek kadar cesurdur? Kimse. Ne yazıktır ki bu denli iyimserlik abidesi ne var olmuştur, ne de umulmuştur. Yine de kendi diplerine el değdirmeye ürken güçsüz insanların, kendilerini, başka ruhlarda kaybolarak bulmaya çalıştıkları güçlü aynalarda tanımaya devam edeceklerini umuyorum. İnsanı insandan ayıramayız, insanı insanda tanırız.


    Her insan doğduğunda delidir,
    Sevgi seni boğduğunda haykırmanın yeridir,
    Aşk yarı dolu bardağa benzer, kimi zaman kirlidir,
    Elin yandı mı kesmek üflemekten iyidir.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Sen çok kırılma sakın,

          Kategori: Psikoloji

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1499


Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş