Azerbaycan edebiyatının en zengin kolunu teşkil eden âşık edebiyatı geleneğinin köklerini çok gerilere götürebildiğimiz gibi, geniş bir sahaya yayıldığını da görürüz. Kaynağını ozanlık geleneğinden alan ve bu mirastan beslenen âşık, günümüzde de kopuzun yadigârı olan telli sazlarla sanatını ortaya koymaktadır. Dün "ozan" olarak bizleri duygulandıran sanatkâr, bugün "âşık" olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dün, toplumun sözcüsü ozan iken, bugün yerini âşık almıştır. Oğuzların en eski şairleri olan ozanlar, aslında birkaç işi birden yapabilen insanlardı. Onlar; şairliklerinin yanında sihirbazlık, musikişinaslık, rakkaslık, hekimlik ve benzeri işleri de üstlenirlerdi. Yüzyıllarca kopuzlarıyla sanatlarını icra eden ozanların, yaşadıkları dönemlerle takip eden dönemlerde büyük ilgi gördüğüne inandığımız şiirlerinden günümüze kadar gelebileni son derece azdır. Altay Türklerinin "Kam", Tunguzların "Şaman", Moğol ve Burgatların "Bo" ve "Bukuc", Yakutların "Oyun", Samoyetlerin "Tadıben", Fin-Ugurların "Tiotoejoe" (bakıcı), Kırgızların ise "Bahşı", "Bahsi" adını ver-dikleri bu sanatkârların günümüzdeki temsilcileri de sayıca azalmıştır.
Bu sanatkârlar, kendi eserlerini söyleyip yaymalarının yanında Türk dünyasının çok sevilen destanlarımda nesilden nesile aktararak bizlere ulaştırmayı başarmışlardır. Onlar ayrıca, Türk toplumunun önemli törenlerinden olan "sığır" ve "şölen'lere katılır, matem ayinlerini yönetirlerdi.
Anadolu ve Azerbaycan ozanlık/âşıklık geleneğinin en büyük temsilcisi olarak Dedem Korkut kabul edilir. Onun konuşmaları adeta şiir diliyledir. Dedem Korkut, Türk toplumunda çocuklara ad vermenin, zor işlerini halletmenin yanında kopuz çalıp şiir de söylemektedir.
Çoğunluğunu yabancı kaynakların teşkil ettiği seyahatnamelerle tarih kitaplarından elde edebildiğimiz bilgilere göre Atila'nın ordusunda ve sarayında ozanlar vardı. 5. Yüzyıldan 15. yüzyıl Selçuklularına kadar ozanların saraylarda çalıp söylediklerim bilmekteyiz. Barış zamanlarında şenlik ve eğlencelere katılan bu sanatkârlar savaş zamanında da ordunun moralini yüksek tutmaya çalışmaktadır.
Kaşgarlı Mahmud'un 11. yüzyılda yazıya geçirdiği bir sagu (ağıt) son derece önemlidir. 7. yüzyılda Türklerin Iran ordularına karşı yaptıkları savaşta ölen Alp Er Tonga için söylenen bu ağıt, belki de Türk halk şiirinin ilk örneğidir.
Alp Er Tonga öldi mü,
İsiz ajun kaldı mu,
Ödlek öçin aldı mu,
Emdi yürek yırtılur.
Ozan hakkında yapılan çeşitli araştırmalardan çıkarılan sonuçları şöyle özetleyebiliriz:
1. "Ozan" kelimesi, Oğuzların halk şairi, musikişinası anlamında çok eskiden beri kullanılan bir kelimedir.
2. Bu kelime muhtelif Oğuz sahalarında eskiden beri yaşamış ve belki Azeri sahasında 14. yüzyılda ozanların kullandıkları kopuza da bu ad verilmiş böylece bir de "ozana" kelimesi meydana çıkmıştır.
3. 15. yüzyıldan sonra ozan kelimesi yerini Azeri ve Anadolu sahalarında, âşık'a; Türkmen sahasında da baksı'ya bırakmıştır.
4. Anadolu ve Azerbaycan Oğuzları arasında bu eski anlamı unutulduktan sonra, ozan kelimesi "çok söyleyen", "herze söyleyen" anlamlarında son zamanlara kadar, gerek edebî dilde, gerek halk dilinde devam edip gelmiştir.
5. Diğer Türk bölgelerinde bu kelime kullanılmamıştır. Azerbaycan'da âşıklara şu adlar verilmektedir: Varsag, dede, ag saggaî, ozan. Prof. M. Seyidov'a göre "Varsag" adı, 6.-7. yüzyıllarda kullanılmıştır; 8.-14. yüzyıllarda ise "ozan" ön plâna çıkmıştır.
Türk dilinin en büyük eserlerinin başında gelen Kitâb-ı Dede Korkut'ta, bu ozanların dikkati çeken Özelliklerini bulabilmekteyiz. Onlar, ellerinde kopuzları, dillerinde şiirleri çalıp söylemektedirler:
Gizim gizim giz ana,
Gizimi verrem ozana,
Ozan ahça gazana,
Gizim, geye bezene
Evimize ozan gelibdi,
Pereni bozan gelibdi,
Gündüz olan işleri
Gece yazan gelibdi.
Ozanlığın yanında zor işleri halleden, obanın aksakallı, yaşlı kimselerine verilen "Dede" tipinin en önde gelen örneği Dede Korkut'tur. Önceleri "âşık", daha sonraları ise "çok danışan" anlamlarına gelen "yanşag" kelimesini ise bugün Azerbaycan'ın bazı yer adlarında görmekteyiz. Kelbecer vilâyetindeki "Yansag" köyü, âşıkların çokluğu ile dikkati çekmektedir. Ozanlık sanatının piri olarak kabul edilen Dedem Korkut'u hatırlatan Dede Kerem'i, 16. yüzyılın Dede Yadigâr'ını, 18. yüzyılın Dede Gasım'ını da burada hatırlamakta fayda vardır.
"Âşık" kelimesini çeşitli açılardan ele almamız gerekecektir. Bu terim, hem yukarıda sayılan terimlerle gösterdiği anlam yakınlığı sebebiyle, hem de bazı sanatkârlara mahsus olarak kullanılması sebebiyle dikkati çekmektedir. "Âşık" teriminin ilk kullanılışını 13. yüzyıla kadar götüren araştırıcılar vardır. 15. ve 16. yüzyıllarda yaşayan bazı şairlerin adlarının önünde bu mahlasın da yer aldığı gözden kaçmamaktadır.
Âşıkların yetişmesi, hemen daima bir ustanın yanında yetişmekle gerçekleşebilmiştir. Pek çok âşık bu dönemde çektiklerini, ustası ile olan ilgisini daha sonraki dönemin şiirlerinde dile getirmiştir.
Bazı âşıklarımız, şiirlerinde birden fazla mahlasa yer vermiştir. Gurbani'nin, "Yetim Kurbanî", "Dirilli Kurbanî", "Yazık Kurbanî" mahlaslarını kullandığını biliyoruz.
Azerbaycan âşık şiirinin üç önemli kaynağından birincisi sözlü kaynaklardır; bunların temsilcileri büyük ölçüde günümüz âşıklarıdır, ikinci kaynağı cönkler ve mecmualar gibi yazılı kaynaklar teşkil etmektedir. Sonuncu kaynak ise, bu sahada "dastan" diye adlandırılan ve büyük çoğunluğu âşıkların hayatları etrafında tasnif edilen halk hikâyeleridir. Bu "dastan"ların girişlerinde yer alan "Ustadname'ler ile son bölümü meydana getiren "Duvaggapma"lar da Azerbaycan âşık şiirinin önemli kaynaklarındandır.
Bütün bunlardan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz:
1. Âşıklar daha çok, "halk" yahut da "el" şairi olmuş, söyledikleri şiirler ise, âşık şiirinin bütün özelliklerini bünyesinde taşımıştır.
2. Âşıkların tesiri oldukça fazla olmuştur; onların hayatları etrafında teşekkül eden halk hikâyeleri bu fikrimizi daha da kuvvetlendirmektedir.
3. 16. yüzyılda "Lele" ve "Baba", 17.-18. yüz yıllarda "Sarı Âşık" ve "Azizi", mani türünde yazdıkları şiirleri ile şöhret kazanmışlardır.
Âşıkların başlıca özelliklerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
a) Genellikle okuma yazmaları yoktur,
b) Şiirlerini saz eşliğinde terennüm ederler,
c) Şiirlerini irticalen (hazırlıksız olarak) söylerler,
ç) Şiirlerini genellikle hece ölçüsüne bağlı kalarak söylerler,
d) Bir yandan anonim halk edebiyatına, bir yandan da divan edebiyatına açıktır.
e) Şairlerine "âşık", "ozan, vs. denilir.
Âşık tarzı şiirin ilk temsilcisi olarak Gurbanî kabul edilir. O ve yakın takipçilerinden olan Tufargalı Abbas, Hasta Kasım, Âşık Valeh ve Dellek Murad aynı zamanda klasik şiire de vakıftırlar. Bunlar; atışma, koşma ve tecnisleri ile meclislerde büyük ilgi görmüşlerdir.
Azerbaycan âşıkları çok geniş bir alanı etkilemişlerdir; bunun işlerini yakındoğu ülkeleri ile Anadolu'da görmek mümkündür. Bazı hallerde olayın ters yönde aktığı da görülür. 17. yüzyıl Anadolu âşıklarının en güçlüsü olan Karacaoğlan Azerbaycan'da çok sevilmiş, hatta şiirlerinin şekilleri değişerek yeni varyantları ortaya çıkmıştır. Anadolu'yu gezen Azerbaycanlı âşıklardan Gurbanî, Tufarganlı Abbas, Hasta Kasım, Âşık Elesker gibi ustalar, buralarda karşılaşma imkânı da bulmuşlar, hatta onların şiirleri 20. yüzyılda dergilerde ve kitap halinde yayımlanma imkânını elde etmiştir.
N. Nerimanov'un önderliğinde 1920'lerde kurulan 'Azerbaycan Öyrenme Cemiyyeti" bu alanın verimlerinin toplanması, yayımı ve araştırılması için etkili olmuştur. 1920'den sonra, genellikle, sevgi, din ve tabiat konulu şiirler bir kenara bırakılıyor, rejimi öven şiirler söylenmeye başlanıyor.
Âşıkların kendi meselelerinin ele alındığı toplantıların başlaması da, bu cemiyetin kurulmasından sonraya rastlar. Bu kurultayların ilki 5 Mayıs 1928'de toplanır ve 150 kadar âşık katılır. Diğer toplantılar ise 12 Mart 1938, 27 Nisan 1961 ve 18 Mart 1984 tarihlerinde gerçekleştirilir. Bu sonuncu toplantıya katılan âşık sayısı 300 kadardır. İlk toplantıdan sonra başlayan âşık şiiri yayımı halen devam etmektedir.
Azerbaycan âşıklarını üç grupta değerlendirebiliriz:
I. Üstad âşıklar: Şiir sanatının gelişmesini sağlayan ve âşık şiiri sanatını adeta yaşayan ustalardır. Gurbanî, Abbas, Sarı Aşık, Aşık Ali, Aşık Elesker, Mikayıl Azarlı gibi adları bu arada sayabiliriz. Ustad aşıkların başlıca özelliklerin şöylece sıralayabiliriz.
1. Coşkulu şairlerdir.
2. Çok iyi saz çalarlar.
3. Bu âşıkların şiirleri etrafında halk hikâyeleri teşekkül etmiştir.
4. Hikayelerdeki şiirler söyleyicilerine ait ola- bileceği gibi, başka âşıkların da olabilir.
5. Bu âşıkların yanlarında yetiştirdikleri çırakları vardır. Bu çıraklar ustalarından âşıklık sanatının inceliklerini, saz çalmayı, meclis tertip etmeyi; sevgi ve kahramanlık konusundaki halk hikâyelerini öğrenirler. Âşıklık sanatını öğrenen bu âşıklara zamanı geldiğinde ustaları tarafından "icazet" verilir. Usta âşıklar şiirlerinde, çırakları ve onların şiirleriyle övündüklerini belirtirler.
II. İfaçı âşıklar: "Ustamalı" adı verilen ustad âşıkların şiirlerin çalıp söyleyen bu âşıkların şiir söyleme kabiliyeti yoktur. Ancak bunların da çırakları olabilir.
III. El şairleri: Saz çalmayı bilseler bile güzel okuma kabiliyetleri olmadığı için genellikle meclis düzenleyemezler. Günlük meseleleri şiirlerine yansıtmışlardır. Bu sebeple el şairleri âşık şiirine yeni bir nefes getirmiştir.
Âşıkların şiir söylemeye başlaması, tıpkı Anadolu'daki gibidir. Burada da âşıklar bir pir elinden bade içer ve o güne kadar şiirle hiç bir ilgisi olmayan kişi saz çalıp şiir söylemeye başlar. Bu âşıkların hayatları etrafında teşekkül eden "dastan"larda erkek ve kız kahramanlar aynı anda içtikleri badelerle birbirlerine âşık olup şiir söylemeye başlarlar.
Azerbaycan âşık şiirini konuları açısından ele aldığımızda Anadolu sahası kadar zengin olduğunu görüyoruz. Halkın kahramanlık duygularından ıstıraplarına, sevinçlerinden sevgilinin vefasına kadar pek çok konu şiirde gereken yeri alabilmiştir. Azerbaycan insanını ve güzelliklerini anlatan şiirler de sık sık yazılıp söylenmiştir.
Anadolu sahasında sevdiğimiz âşık şiirini Azerbaycan sahasında da aynı güzelliklerle örülmüş olarak bulabilmekteyiz. Saz çalmalarındaki farklı eda bir yana, bu iki saha adeta birbirinin uzantısı gibidir. Yüzyıllar boyunca birbirlerini biraz uzaktan da olsa tanımaya çalışan bu iki âşık şiiri temsilcileri, son 10 yıldan beri birbirlerini daha yakından tanımaya başlamışlardır. Anadolu'ya davet edilen Azerbaycanlı âşıklar, hem sanatlarını icra etmişler, Türkiye'deki meslektaşlarıyla tanışma ve atışma fırsatını elde etmişler, hem de kendilerini daha geniş kitlelere tanıtma fırsatını elde edebilmişlerdir.