Az Bilinen Yönleriyle “ATATÜRK”
Tüm dinlerin peygamberleri ve büyük inisiyeler(1) başta olmak üzere, beşeriyetin ve mensubu olduğu ulusun gelişimine, aydınlanmasına, şuurlanmasına hizmet etmiş tüm yöneticilerin ve önemli buluşlarıyla bilime hizmet etmiş bilim insanlarının bazı dikkat çekici, bilinen/bilinmeyen “yetenekleri” olduğunu biliyoruz. Sıradan insanınkinden farklı olan bu yetenekler; hemen hemen sürekli olarak gerçekleşen öngörüler, varlık sevgisi, sağduyu, azimkarlık, “yeni” olana açıklık, alçakgönüllülük, özgürlüğe düşkünlük, barışseverlik, duygu enginliği ve bağnazlığa tepkililik… şeklinde tezahür eder. Bu meziyetlerden/yeteneklerden sadece biri ya da ikisi sıradan olan bizlerde ya doğuştan ya da sonradan ortaya çıkar, ama ATATÜRK gibi büyük insanlarda bunların hemen hemen hepsi bir arada bulunur.
Bu yeteneklerden özellikle “öngörü”(önceden bilme/sezme), “prekognisyon” ve duru görü gibi adlarla Parapsikolojinin araştırma alanı içine girmiş ve pek çok süje ile laboratuar koşullarında deneyler yapılmış; bunların “tesadüf” ile açıklanamayacağı (gerçekten var olduğu) kanıtlanmış, (hatta soğuk savaş döneminde yoğun olmak üzere) resmi çevrelerce kullanılmıştır. (2) Dünyanın dört bir yanında ve ülkemizde Parapsikolojinin araştırma alanına giren pek çok süje ortaya çıkarılmış, bunlarla ilgili kanıtlanmış olaylar/deneyimler literatüre geçmiştir.
Söz konusu yaygın örneklerden bir kaçını şöyle anımsıyoruz:
- 1963’te bir suikasta kurban gidecek John F. Kennedy’nin Teksas’ta öldürüleceği, birbirinden habersiz pek çok kimse tarafından hissedilmesi, Beyaz Saraya telefonla, başkanın Güneye gitmemesinin istenmesi, birçok Amerikalının, suikastı rüyalarında görmesi,
- İkinci Dünya Savaşı öncesinde yine pek çok kişinin oğullarının savaşta öleceğini rüyalarında görmesi ve bunu savaş öncesinde bildirmesi,
- Wolf Messing’in sık sık halkın önünde düşünce okuma ve duru görü gösterileri yapması bunların hemen hemen hepsinde isabet kaydetmesi,
- ABD’nin(CIA ve FBI birimlerinde) parapsikolojik yeteneklere sahip medyumlar çalıştırması, (Apollo uçuşları sırasında başarılı telepati denemeleri…),
- Rusların(Sovyetler Birliği döneminde) Rus parapsikologların yaptıkları deneylerin birçok kitaba konu olması; mensubu bulundukları rejim nedeniyle tamamen maddeci bir zihniyetle konuya yaklaşmalarına karşın, çok başarılı sonuçlar elde etmeleri(Moskova ile Sibirya’nın kuzeyinde bir merkez arasında başarılı telepati denemeleri…),
- ABD, Duke üniversitesinde(1930’lu yıllarda ve daha sonra İNSAN DOĞASINI ARAŞTIRMA VAKFI FRNM’de) Prof. Dr. RHINE, Prof. Dr. G. PRATT, Dr. W. CARRINGTON, vb. psikologların laboratuar koşullarındaki çalışmaları,
Bizim tarihimizde ve günümüzde de buna benzer pek çok paranormal olay ve bu yeteneklere (Duyular Dışı Algılamalar, DDA) sahip kimseler keşfedilmiş ve kitaplara geçirilmiştir. Bu belgeseller konuyla ilgili yayın evlerinin kitaplarında ve ilgili kuruluşların(ki bunların başında BİLYAY Vakfı ve Ruh ve Madde Yayınları gelir…) yayın organlarında bulunabilir. DDA’nın, genellikle tüm insanlık ulularının ve önderlerinin özelliklerinden biri olduğunu ve özellikle de; T.C.’nin kurucusu yüce önder ATATÜRK’de de bu sıra dışı melekelerin bulunduğunu, daha birçok insani erdemlerle bu melekelerin onun yaşamına yansıdığını ve ATATÜRK’ün bu yanının çok az bilindiğini ortaya koymak istedik. Yararlandığımız kaynaklardan hemen gözümüze çarpan birkaç sıra dışı, ama gerçek olay:
* Atatürk’ün giriştiği işler arasında hata payının hemen hemen sıfır olması, isabetsiz hiçbir karar almamış olması,
* Beşeri tarihte, Kurtuluş Savaşı yapıp ta, yeni bir devlet hem de Cumhuriyet kuran biricik önder olması,
* İngiltere, Fransa ve ABD gibi zamanın en açgözlü ve sinsi emperyalist canavarlarına kahramanca kafa tutması, karşı koyması ve onları ülkeden kovması,
* 1907’de bugünkü Türkiye haritasını çizmesi ve arkadaşlarına, “Gelecekte Türk Devletinin sınırları bunlar olacaktır.” demesi(3),
* Daha 1930’lu yıllarda, gelecekte “ekonomi savaşları” olacağını bildirmesi, Avrupalıların bir birlik kuracağını, hava ulaşımının çok gelişeceğini, ay’a gidileceğini, Ortadoğu sorununun sürüp gideceğini, Sovyetlerin dağılacağını, Orta Asya’da Türk Cumhuriyetlerinin belirginleşeceğini ve bizim geleceğimizin de bu Türkî cumhuriyetlerle ilintili olacağını bildirmesi,
* Sadece Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarımız da değil, 1. Dünya Savaşı’yla ilgili kararlarında da hata payının/isabetsizliğin bulunmaması…
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Atatürk’ün dikkat çekici yanlarından sadece birkaçı bunlar… Yazımızın giriş kısmının ilk paragrafında belirttiğimiz, Atatürk’ün erdemli, bilge kişilere özgü, ama çok az bilinen yanlarını elimizdeki kaynaklarla sınırlı olarak derleyip sizlerle paylaşıyoruz. Sizlerinde güvenilir kaynaklara dayalı bildiklerinizi öğrenmekten mutlu olacağız.
YÜCE ÖNDER ATATÜRK’ün ÖRNEK KARAKTERİNİN ANA HATLARI
Her yönüyle ve gerçek anlamda “büyük” bir insan olan Atatürk’ün fizik ötesi niteliklerinin başında; çok yönlü bir deha ve üstün insanlık niteliği göze çarpar. Doğuştan gelen ve erdemli insanlara özgü güçlü bir karakter ile bunun sağlam dayanağı olan çetin ve yılmaz bir irade onun en belirgin üstün insanlık niteliğidir. Davranışlarındaki ve her türden kimse ile ince düşünme ve ölçülü hareket ama temkinli ataklık onun her zaman ön sırada yer almasına neden olmuştur. Tasavvur etme ve ileriyi görme yeteneği çok gelişmiş olmasına karşın, gerçekleştireceğine inanmadığı hiçbir projenin ardından gitmemiştir… Başka türlü ifadesiyle; olmayacak, ya da insani değerlerle bağdaşmayan hiçbir şeyi istememiş; yani hep olacak şeyleri şaşmaz bir isabetle istemiş/projelendirmiş ve onların üzerine güçlü bir azimle gitmiştir.
Bilgelikle taçlanmış zekâsının yanı sıra, herhangi bir konuda “geneli kavrama yetisi” herkesi hayran bırakacak düzeydedir. Daha ilköğretim sıralarında belirginleşmiş olan matematik becerisi, ilerleyen sınıflarındaki gelişimiyle, ona; olaylar arasındaki nedenselliği görüverme yetisini kazandırmıştır. Son derece yoğun yaşam temposuna karşın; okumak, araştırmak, incelemek, öğrenmek sonu gelmez tutkusuydu Atatürk’ün. Kendisinin okuyup incelemeye fırsat bulamadığı konularda, dürüstlüklerine ve bilgilerinin derinliğine inandığı bilim insanlarını görevlendirirdi. Kadim MU Uygarlığını inceletmesi buna örnek gösterilebilir(4).
Yüce insan Atatürk’ün beşeri ilişkiler çerçevesinde; insanları tanımada, erdemli insanlara özgü bir kavrayışla onları değerlendirmede yanıldığı hemen hemen hiç görülmemiştir. Tanıdık tanımadık herkesle olan ilişki ve iletişiminde, “uygar insanlara özgü bir yüreklilik”ten kaynaklanan “açık kalpliliğe ve medeni cesarete dayalı bir sözünü sakınmazlık” ile hareket etmek Atatürk’e özgü belirgin niteliklerden biriydi. Beşeri ilişkilerde riyakârlık en nefret ettiği beşeri zaaflardan biriydi.
Kuşkusuz, özgürlük/bağımsızlık kendisinin de belirttiği gibi onun en belirgin karakter özelliklerindendi. O, kendi ruhundaki özgürlüğü/bağımsızlığı topluma yansıtarak Türk Ulusunu sömürge emperyalizmin kirli ellerinden kurtardı. Esasen özgürlük/bağımsızlık, Seçme özgürlüğü ve Özgür İrade şeklinde ruh varlığının belli başlı niteliklerindendir. Ama enkarnasyon ile beşerleştiğimiz zaman bu niteliğimiz maddesel ve toplumsal koşullandırmalarla örtülür, aslımızı özümüzü aslen ruh varlığı olduğumuzu unutacak ve inkâr edecek kadar kabalaşırız. Ama ATATÜRK gibi yüce varlıklar, söz konusu erozyona kapılmayacak kadar güçlülüklerinden dolayı; değil aslını/özünü unutmak, her fırsatta bunu ortaya çıkararak topluma hizmette, başkalarının da tutsaklıktan kurtulmalarına, özgürleşmelerine yardımda kusur etmezler.
Kuşkusuz, belirgin insani değerlerden biri olan “özgürlük severlik” in en doğal görünümü “özgür düşünce”yi oluşturması ve yaymasıdır. Düşündüğünü özgürce ifade etme tutumu, ATATÜRK ve çevresi için gerçeğin aranıp bulunmasında en geçerli ve erdirici yol olmuştur. Medeni cesaret ve düşünce özgürlüğünün verdiği güçten kaynaklanan düzgün ve etkili konuşma yetisi; onu, gelip geçmiş en usta hatiplerden biri olmak düzeyine yükseltmiştir. Soğukkanlılığı, en belirgin kişilik niteliklerinden biri olarak yakın arkadaşlarınca saptanmıştır. Özellikle yıkımlar karşısında sergilediği soğukkanlılık, sabır ve tahammül gücünün erdemli bilgelere özgü bir sonucudur. Yine yakın çevresinin saptamalarına göre; yaptıklarıyla övünmek yerine, yapacaklarını düşünmek; onun sürekli bir eylem adamı olarak her zaman ileriye ve yeniye dönük dinamizminin dışa yansımasıdır.
Beşeri değerlere/realitelere saygılı ama onlarla özdeşleşmeyen tutumunu, rütbe ve nişanlarını bir vesileyle atıvermesiyle ortaya çıkmıştı. Büyük hizmetler ve haklı çabalarla kazandığı tüm rütbe ve nişanlarını atıp, “sade bir Türk vatandaşı” olarak kurtuluş hareketine ve savaşına girişmesi, yüksek vazife anlayışının ve bilincinin ulus sevgisiyle taçlanmış bir kanıtıydı. Onu hedefi, böyle eşsiz bir vazife bilinciyle; toplumu çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmekti. Kurtuluş yıllarında kısa sürede hızla değişen toplum yapısı, onun devrimci ruhundan aldığı hızla gerçekten çağdaş bir nitelik kazanmaya başlamıştı, ama ne yazık ki 40’lı yıllardan itibaren bu hız korunamadı ve hatta düşüşe geçildi. Oysaki ATATÜRK, yokluk içinde bile neler yapılabileceğini ölmeden önce bize göstermişti.
1920 yılında 260 olan doktor sayısı, 1921’de 312’ye, 1922’de 337’ye çıkarıldı ve 434 sağlık memuru istihdam edildi(5). Salgın hastalıklarla mücadele için 1920 yılında, yabancıların hayal olarak nitelendirdikleri yerli aşı üretimine geçildi. Sivas’ta üretilen 3 milyon çiçek aşısının tümü halka uygulandı. Sıtmalı yörelerde yerli kinin dağıtımı yapıldı. Frengi mücadelesi için, onca yetmezlik içindeki devlet bütçesinden harcamalar yapıldı(6). Halka hizmet götürecek doktor sayısını artırmak için, askeri doktorların bir bölümü ordudan ayrılarak, sivil alanda görevlendirildi. 1921’de, bir yıl önce 3 milyon ünite üretilen çiçek aşısı miktarı 5 milyona çıkarıldı. Sivas’ta ki Aşı Üretim Merkezi genişletilerek, bir yıl gibi kısa bir süre içinde 537 kg. kolera, 477 kg. tifo aşısı üretildi ve bu aşıların tümü halka uygulandı.
İstanbul ve Sivas’tan sonra, Diyarbakır’da da, içlerinde; bakteriyoloji/kimya lab. aşı merkezi ve kuduz tedavi bölümlerinin olduğu sağlık merkezi kurularak, halk sağlığı merkezlerinin dağılımında denge sağlanmaya çalışıldı. Afyon, Eskişehir, Niğde gibi illerde tıbbi temizleme(sterilizasyon) merkezleri açıldı. Urla ve Sinop karantina merkezleri, aletleri tamir edilerek yeniden devreye sokuldu. 1000 kg. devlet kinini Ziraat Bank. aracılığıyla halka dağıtıldı. Tüm bunlar, yoksulluk içinde süren Kurtuluş Savaşı yıllarında ulusçu politika anlayışıyla gerçekleştirilen başarıların sadece bir kısmıydı. Bunlar, yokluk ve yoksulluk içinde bile ne gibi hamleler yapılabileceğinin ibret verici, hatta şimdiki bizleri utandırıcı, mahcup edici örnekleriydi.
01 Mart 1922’de Meclisi açış konuşmasında, Osmanlı’dan(Tanzimat’tan) bu yana devralınan hurda ekonomi ile ekonomiyi bu hale getiren Batı’nın yaptıklarını Yüce ATATÜRK şöyle anlatıyordu: Başka türlü ifadesiyle yukarıda(son iki paragrafta) sağlanan gelişme hangi zor koşullarda yaratılmıştı, “Ülkemizin ekonomik durumu ve ekonomik kuruluşlarımız dış ülkeler tarafından sarılmış bir halde bulunuyordu. Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini koruyamayan ekonomik yaşantımızı yine ekonomik yönden kapitülasyon zinciriyle bağladı. Ekonomik alandaki özel değerler ve kuruluşlar yönünden bizden çok kuvvetli olanlar ülkemizde, bir de fazla olarak imtiyazlı durumda bulunuyorlardı; kazanç vergisi bile vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri malı ve istedikleri koşullar altında yurdumuza sokuyorlardı. Bu nedenle, ekonomik hayatımızın tüm bölümlerinin mutlak egemeni olmuşlardı. Efendiler, bize karşı yapılan bu rekabet gerçekten çok gayri meşru, çok ezici idi. Rakiplerimiz bu şekilde endüstrimizin gelişme olanaklarını yok ettiler. Aynı zamanda tarımımızı da zarar’a uğrattılar; ekonomik ve mali gelişmemizi engellediler…”(7)