Cafer Cabbarlı (Hayatı - Biyografisi - Yaşamı) (Baku, 1899 Baku, 1934) Cefer Cabbarlı 1899 yılında, Baku yakınlarındaki Xızı köyünde doğmuştur. Babasının adı Qafar’dır. Bakü’de, Rus-Tatar Mektebi’ni ve 3enaye Mektebi’ni (1920) bitirmiştir. Henüz talebeyken, yani 1915 yıllarında yazmaya başlamış, nesir, şiir ve dram türlerinde eserler kaleme almıştır. İlk hiciv ve lirik şiirleri “Mekteb”, “Babayi Emir”, “Besiret” gibi gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. Sanat hayatınm ilk dönemi,

Bu konu 2391 kez görüntülendi 4 yorum aldı ...
Azerbaycan'ın Abide Şahsiyetleri 2391 Reviews

    Konuyu değerlendir: Azerbaycan'ın Abide Şahsiyetleri

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2391 kez incelendi.

  1. #1
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    478
    @NeCeSeN

    Standart Azerbaycan'ın Abide Şahsiyetleri

    Cafer Cabbarlı

    (Hayatı - Biyografisi - Yaşamı)

    (Baku, 1899 Baku, 1934)

    Cefer Cabbarlı 1899 yılında, Baku yakınlarındaki Xızı köyünde doğmuştur. Babasının adı Qafar’dır. Bakü’de, Rus-Tatar Mektebi’ni ve 3enaye Mektebi’ni (1920) bitirmiştir. Henüz talebeyken, yani 1915 yıllarında yazmaya başlamış, nesir, şiir ve dram türlerinde eserler kaleme almıştır. İlk hiciv ve lirik şiirleri “Mekteb”, “Babayi Emir”, “Besiret” gibi gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. Sanat hayatınm ilk dönemi, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin (1918-1920) kuruluşuyla başlayan siyasi, kültürel ve manevi yükseliş dönemine denk düşer. İstiklal mücadelesini konu alan şiirlerini, Balkan Savaşları’nda (1912-1914) Türklerin gösterdiği kahramanlıkları terennüm eden “Edirne Fethi” ve “Trablus Müharibesi” piyeslerini bu yıllarda yazar.

    Azerbaycan’da Sovyet hakimiyeti kurulduktan sonra Cabbarh, Bakü’de tiyatro okulunu ve Azsrbaycan Devlet Universitesi’nin Şark Fakültesi’ni bitirir, “Kommunist” gazetesinde “edebi işçi” ve tercüman olarak, edebiyat, tiyatro ve sinema alanında bir yazar, dramaturk, senarist ve rejisör olarak büyük hizmetlerde bulunur. İlk Sovyet operaları için libretto, sinema filmleri için senaryolar yazar, filmlerin çekimine şahsen iştirak eder, dram tiyatrosunda bir rejisör olarak çalışır, yabancı dillerden piyesler tercüme eder ve sahneye koyar. Sovyet devrinde Cabbarlı sekiz piyes yazmıştır ki, bunların hemen hepsi başka dillere tercüme olunmuş, Bakü’de, Orta Asya’da Eski Sovyet cumhuriyetlerinde sahneye konulmuştur.

    Sovyet sanatına büyük katkılarından dolayı, kendisine 1932 yılında, “emekdar senet xadimi fexri adı” verilmiştir. Cabbarlı‘nın, Sabir üslubunda yazdiği ilk şiirlerinde hiciv ve alay, “Ezilen Şerge”, “Usyan Yarat”, “Qız Qalası” manzumelerinde felsefi romantizm, “Aslan ve Ferhad” hikayesi ve “Vefalı Seriyye”, “Solgun Çiçekler” gibi piyeslerinde ise hissi-sentimental-üslub belirgindir. Böylelikle O, kalemini bir bakıma bilinen bütün edebi üslublarda denedikten sonra realizmde karar kılmış ve Azerbaycan’da “Sovet Edebiyatı”, “Sosyalist realizmi” denilen sanat anlayışının ilk ifadecisi ve hatta kurucusu sayılmıştır. Ancak bu realizm, hakikat duygusu ve onun büyük istidadı, bu üslubda, eyyamcılığa, bolşevik ritorikasına galip gelmiş ve Cabbarlı yaratıcılığını başlı başına bir sanat hadisesine çevirmiştir. Kapitalizm, Cabbarlı’nm “Aydın” (1919-1920) ve “Oqtay Eloğlu (1922) piyeslerinde dar smıfsal manada değil, beşeri değerler seviyesinde tahlil ve tenkid edilir. Bu eserlerde, Cabbarlı’nm protest kahramanları, burjuva ahlakının bozucu rolünü, mahiyetini ortaya koyarlar.

    “Od Gelini” trajedisinde ise (1925-1928) Azerbaycan halkının IX. asırda, Babek’in öncülüğünde, yabancı işgalcilere karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini eserinin asıl konusu ve ana fikri olarak seçer, milli-manevi istiklal ve bağımsızlık düşüncesini bütün devirlerin ve halkların en yüksek değer yargısı ve en kıymetli serveti olarak terennüm eder. Bağımsızlık duygusunun bu şekilde ele alınmasının; sanatçının komünist zulmüne, bolşevik baskılarına duyduğu gizli bir isyani, protestosu olduğunu ileri sürenlerin düşüncelerinde de gerçek payı vardır. “Od Gelini”nden sonra Cabbarlı, tarihi konulardan çağdaş gerçekliğe döner. Sovyet devrinin insanlarını, onların mücadelelerini, fikri arayışlarım, aldanış ve bunalımlarını, yani insan karakterinin oluşumunu tasvir eder. “Sevil”, “Almaz”, “Yaşar”, “Dönüş” bu tür eserlerindendir.

    Bu piyesler, “Sovyet gerçekliği” denilen fenomenin, onun henüz teşekkül ve doğuş döneminin canlı, estetik tecessümüdür. Bu destan bütün tarihi izdüşümleri, ifratları ve yönelişleriyle söz konusu eserde yansıtılmıştır. Üstelik güçlü bir sanatkarlıkla ve yüksek bir estetik seviyeden yansıtılmıştır. Bu piyesler, ayni zamanda söz konusu devre ışık tutan belge niteliğindedir. Diğer taraftan, bunların hepsinin de temelinde, tek tek bütün insanların, toplumların ve hatta insanlığın mutluluğu yolunda hummalı bir estetik arayış, bir çıkış yolu arayışı vardır. Cabbarlı‘nın piyesleri problematik piyeslerdir.

    Halkların dostluğu meselesi onun ele aldığı problemlerden biridir. 1905 yılında, piyesinde, halkların dostluğu meselesini ortaya atıp, çok geniş bir tarihi planda irdeler. Geçen yüzyılın başlarından beri, Azerbaycan’da sık sık tekrarlanan Rus ve Ermeni kaynaklı katliamların motivasyonunu bir tarihçi dikkati ve titizliğiyle ortaya koyar. Cabbarlı sanatkarlığının, artık her tür sınavdan geçmiş ifade gücü, onun hayatla iç içe oluşundan ve halkın geleceği ve kaygılarına duyduğu büyük ilgiden ileri gelmektedir. Şayet sağ kalsaydı, 1937 yılının imtihanindan herhalde zor çıkardı. Bolşevik iktidar ve dar görüşlü tenkit tarafından devamlı hırpalanan, hatta hapsedilen edip, 1934 yılında kalp krizinden hayata veda etti.

    Başlıca eserleri: Eserleri (3 ciltte), Bakı, 1938-1948; İlk Dram Eserleri, Bakı, 1947; Seçilmiş Eser-leri, Bakı, 1949; Eserleri (4 ciltte), Bakı, 1950-1951; Seçilmiş pyesleri, Bakı, 1954.



    Kaynakça: Mehdi Hüseyn. Ölmez Senetkar, Bakı, 1944; Xendan C. C.Cabbarh’nm Heyat ve Ya-radıcılığı. Bakı, 1954; Memmed Arif. Cefer Cab-barlının Yaradıcılıq Yolu, Bakı, 1956; Memmed Cefer. Mütefekkirin Şexsiyyeti. Bakı, 1960; Ce-ferov C. Cefer Cabbarlı, 1960.

    1. Azerbaycan Sovet Edebiyatı Tarixi. l-II ciltler. Bakı, 1966-67
    2. Azerbaycan Sovet Edebiyatı Tarixi. Bakı, 1988
    3. Arif Memmed. Esrin Oğlu. Bakı, 1979
    4. Eliyev R. CCabbarh’nm Yaradıcıhq Te kamülü. Bakı, 1989


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Azerbaycan'ın Abide Şahsiyetleri

          Kategori: Azerbaycan Şahsiyetleri

          Konuyu Baslatan: NeCeSeN

          Cevaplar: 4

          Görüntüleme: 2391


  2. #2
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    478
    @NeCeSeN

    Standart

    Samed Behrengi ( 1939 - 1968 )

    1939 yılında Tebriz'de doğdu. 11 yıl Güney Azerbaycan'da köy köy dolaşarak öğretmenlik yaptı.

    Öğretmenliği sürdürürken bir yandan da Tebriz Üniversitesi'nde gece derslerine girerek İngiliz dili ve edebiyatı eğitimi gördü. Türk halkının toplumsal ve ekonomik yapısını inceledi. Halk edebiyatı derlemeleri, folklor araştırmaları yaptı. Çocuk masalları yazdı. Farsça'dan Türkçe'ye çeviriler yaptı.

    Şahlığının zirvesinde olup kendisine Aryamehr yani Ari ırkının güneşi unvanını verecek kadar kendini dev aynasında gören Şah Rıza Pehlevi bu büyük yazarın yazdıklarını geleceği için tehlikeli buldu, ona katlanamadı.

    Samed Behrengi bir Türk ve Türkçü idi. İran'daki Türklerin Türkçe eğitim haklarını savunuyordu.

    1968 yılında Aras ırmağı kıyısında Samed Behrengi'nin ölüsü bulundu. İranlı yöneticiler onun boğularak öldüğünü söylediler. Vücudundaki çürükler ve boynundaki izlerden ise hiç bahsetmediler...

    O gün, şah döneminde olduğu gibi, Behrengi'nin masalları bugün de mollaların kontrolündeki İran'da yasak...

    Araz akar lil ile,
    Samed benzer kızıl güle,
    Her elinde dört kitap,
    Dönderir bizim dile.

    Araz üste buz üste,
    Yürek yanar köz üste,
    Oy meni de öldürsünler,
    Söylediğim söz üste.

    Gün gelir Araz'a köprü salarıh
    Zülmetkar beline köz od galarıh
    Od vurruh, odlarıh her ne Araz var
    Semed'in ganına ganlar alarıh


    Eserleri: Küçük Kara Balık, Ulduz Kızın Kargaları, Ulduz Kızın Konuşan Bebeği, Güvercinci Keloğlan, Telhun Kız, Deli Dumrul, Sevgi Masalı, Bir Şeftali Bin Şeftali, Bu Gelen Köroğlu'dur, Püsküllü Deve, Bir Vardı Bir Yoktu

  3. #3
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    478
    @NeCeSeN

    Standart

    Tevfik İsmailov

    1939 yilinda Bakü'de dünyaya gelen Tevfik Ismailov 1962 yilinda Azerbaycan Devlet Tiyatro Enstitüsü Oyunculuk Fakültesi'nden mezun oldu. Ayni okulun yönetmenlik fakültesinde egitimine devam eden Ismailov, 1964-70 yillari arasinda Azerbaycan Film Stüdyosu'nda yönetmen olarak çalismaya basladi. Yine ayni yillarda Moskova Yüksek Yönetmenlik ve Senaryo Enstitüsü'nde lisansüstü egitimini tamamlayan Ismailov, bugüne kadar 22'si uzun 4'ü kisa metrajli olmak üzere 26 sinema filmine imza atti, pek çok belgesel ve TV filmleri hazirladi. Yurt içi ve yurt disinda Azerbaycan sinemasini temsil eden Ismailov, bugüne kadar sayisiz ödüle layik görüldü. Ülkesinde akademik düzeyde çalismalar yapan Ismailov, 1994 yiilnda Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde misafir ögretim üyesi olarak göreve basladi. Çesitli toplantilarda, seminer ve sempozyumlarda Türk Cumhuriyetleri ve Sovyet Sinemasi üzerine konusmalar yapan yönetmen, ayni zamanda Azerbaycan Yazarlar Birligi üyesi. Tevfik Ismailov'un daha önce yayinlanmis bes kitabi daha bulunuyor.

    'Türkî' sinemanin tarihi
    Kalici isler yapilmasi gerektigini söyleyen Azeri yönetmen Tevfik Ismailov'un, bes yil süren titiz çalismasi "Türk Cumhuriyetleri Sinema Tarihi" yayinlandi.
    Azeri yönetmen Tevfik Ismailov uzun ve titiz bir çalismanin neticesinde tamamlanan 'Türk Cumhuriyetleri Sinema Tarihi' adli çalismasini yayinladi. Ilk ciltte Azerbaycan Cumhuriyeti'nin sinema tarihini konu eden Ismailov, ikinci ciltte Kazakistan ve Kirgizistan Cumhuriyetleri'nin, üçüncü ciltte ise Özbekistan ve Türkmenistan Cumhuriyetleri'nin sinema tarihini ele aliyor.
    Özverili ve özgün bir çalisma
    Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-Tv Merkezi ve Türk Güzel Sanatlar Vakfi'nin sponsorlugunda gerçeklestirilen bu çalisma, Tevfik Hoca'nin bes yilini almis. Kitaplarda Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nde sinemanin nasil gelistigi, Sovyetler zamaninda bu ülkelerde sinemanin katettigi mesafe ve bugün sinemanin her bir ülkedeki durumu konu aliniyor. Yaklasik 2100 resimden olusan eserde, sadece bu ülkelerin salt sinema tarihi bulunmuyor, dönemsel önem tasiyan tarihi gelismelere, toplumsal olaylara da yer veriliyor. Bu ülkelerin her birisine en az beser defa gidip arastirmalar yapan Ismailov'un üç ciltlik eserinin bir diger özelligi de kitaplarin Türkçe yazilmis olmasi.
    Gezdi, gördü ve yazdi
    "1995 yilinda Mimar Sinan Üniversitesi'nde dünyada sinemanin 100. yilini doldurmasi nedeniyle yapilan toplantida, Türk Cumhuriyetleri ve Rus sinemasi üzerine de bir konusma gerçeklesmisti. O zaman bana Sami Sekeroglu Türk dünyasi sinemasi hakkinda bir çalisma yapilmasi gerektigini ve benim böyle bir çalismanin öncülügünü yapabilecegimi söylemisti. Böylece bu çalismanin tohumlari atildi." diyerek üç ciltlik arastirmasinin çikis öyküsünü özetleyen Ismailov, kitap üzerinde arastirmalar yaparken üniversitenin Sinema-TV Merkezi'nden ve Halit Refig'den büyük katkilar görmüs.
    Refig'in ilk defa 1963'de Azerbeycan'da gördügünü ancak yillar sonra 1990'larda tanisma firsati buldugunu söyleyen Ismailov, Türk sinemasiyla tanismasinin da bu yillara rastgeldigini belirtiyor: "Sovyetler zamaninda Türk Cumhuriyetleri'nde "Al Yazmalim, Selvi Boylum" ve "Serçe" gibi filmler izleniyordu." Bütün Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'ni en az bes kere gezdigini ve kitabinda kulanmak için bu cumhuriyetlerin sinemasini temsil eden yönetmen, film ve oyuncular hakkinda bilgiler içeren dökümanlar topladigini söylüyor.
    Necip Fazil, Puskin'den büyük
    Arastirmalarin 1995 yilina gelindiginde duraganlasmasinin nedeni ise Sovyetler Birligi'nin dagilmasinin ardindan bu cumhuriyetlerde sinemasinin kabuk degistirmesi ve gerekli ödenekten yoksun kaldigi için kan kaybetmeye baslamasi.
    Türk'ün Türk'ten baska düsmaninin olmadigini kaydeden Ismailov, Türk Cumhuriyetleri arasinda kültürel alisveris yerine sadece ekonomik alisverise agirlik verilmesinden sikayetçi. Türk dünyasi Edebiyat Tarihi, Tiyatro Tarihi gibi baska ortak çalismalarin da yapilmasini temenni eden Ismailov, bugüne kadar Türk Cumhuriyetleri'nin yaptigi ortak toplantilarin protokol gezileri, yemek davetleri ve daha sonra unutulacak konusmalarla sinirili kaldigini, gelecek nesillere faydali olabilmek için daha kalici çalismalar yapilmasi gerektigini söylüyor.
    Necip Fazil Kisakürek gibi büyük bir sairin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nin hiçbirisinin taninmadigini, oysa herkesin Puskin'in siirlerini çok iyi bildigini, Kisakürek'in bir sair olarak Puskin'den çok daha yetenekli bir sair oldugunu belirten Ismailov, "Kisakürek sadece Azerbeycan'da taniniyor. Ne bir Kazak, ne bir Türkmen ne de bir Özbek onu taniyor, bu bir faciadir. Türk halklari ancak ortak kültürel çalismalarla birbirine yakinlasabilir" diyor.

  4. #4
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    478
    @NeCeSeN

    Standart

    Elmas Yıldırım

    Elmas Yıldırım, 25 Mart 1907’de Azerbaycan’ın Gala köyünde doğdu. Babası Abdülmuhammet, anası Nisa Hanımdır. Yıldırım’dan sonra ailenin, Sona, Ziba, Abdülali, Mehmetali ve Haydar adlı 5 çocuğu daha dünyaya gelir. Yıldırım’ın göbek adı Abdülhasan’dır. Ancak, çocukluk yıllarında herkes onu, dedesinin adı dolayısıyla Almas veya Almaszade olarak tanırdı. Yıldırım’ın babası hacı Abdülmuhammet önce Şüvelan’a, oradan da Bakü’nün Çemberekent semtine göç eder. Geleceğin hürriyet ve istiklâl şairi artık ailesiyle beraber, bugün Bakü’de Gülistan Sarayı’nın yer aldığı bölgede bulunan evde yaşamaya başlar.

    Azerbaycan’daki kayıtlar onun asıl adının Yıldırım, soyadının ise Almaszade olduğunu göstermektedir. Türkiye’deki resmî kayıtlarda da asıl adı Yıldırım, soyadı ise Elmas olarak geçmektedir. Fakat, Türkiye’de uzun süre ‘Şengel’ soyadını da kullanmıştır. Yıldırım, 1914-1915 eğitim-öğretim yılında, Çemberekent’te bulunan 7 yıllık ‘İttihad Mektebi’nde öğrenime başlar. ‘İttihad Mektebi’nde okurken güzel şiirler yazmaya başlayan şair, adı geçen okuldan Farsça’yı da öğrenerek mezun olur.

    Şair, daha sonra o dönemde öğretmen yetiştiren Abdulla Şaik Adına Numune Mektebi’ne girer. Burada Rusça da öğrenen Yıldırım, bugünkü adıyla Bakü Devlet Üniversitesi Şarkiyyat Fakültesi Edebiyyat Bölümü’ne kaydolur. Fakat, birkaç ay sonra, ülkesini işgal eden Sovyet yönetimi tarafından ailesinin zengin olması, esarete karşı çıkması, millî düşünceleriyle halkın hissiyatına tercüman olması vb. sebeplerle fakülteden atılır

    Üniversiteden atılan Yıldırım, edebî faaliyetlerini Yaşıl Qelemler Derneği, Yaşıl Yarpaq Derneği, Azerbaycan Edebiyyatı Cemiyeti, Yıldırım olarak da bilinen Türk Edip ve Şairleri İttifaqı, Kitap Dostları Cemiyeti, Edebiyyat Cemiyeti vb. cemiyetlerin bünyesinde sürdürür. Azerbaycan’ın Sovyetler tarafından işgal edilmesini kabullenemeyen şair ve yazarların, söz konusu cemiyetler üzerindeki nüfuzunun arttığını hisseden Sovyetlerin özel donanımlı ‘Çéka/QPU [=Devlet Siyasî İdaresi] teşkilâtı çeşitli tedbirler alır. Komünist Partisi tarafından kurulan Azerbaycan Proleter Yazıçılar Cemiyeti hariç olmak üzere bütün edebî cemiyetler kapatılır.Türkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir, Alfabelerimiz, Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar, Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri

    Sovyetlerin kara bulutları başının üzerinde dolaşmaya başlayan şairin attığı her adım takip edilir. Rejim tarafından, Kemalcılar Türkiye’sini sevmek, Türkiye’nin çavuşluğunu yapmak, Türklere âşık olmak, istiklâlcı gençler yetiştirmek, Lâtin asıllı Türk alfabesini savunmak, millî edebiyatı devam ettirmek, ‘Vahit Türkistan Devleti kurmak istemek’ vb. sebeplerle suçlanır ve başının Sovyet çekiciyle ezileceği ilân edilir. Önce Derbent’e, sonra Kırım’a ve Aşkabat’a sürgün edilir. Aşkabat’ta kurşuna dizilme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca eşi Ziver Hanımla beraber İran/Güney Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye geçmeye karar verirler.

    Gecenin bir saatinde eşi Ziver Hanımla, üç aylık oğlu Azer’i de alıp kaçakçı deve kervanına katılır. Bir müddet sonra kervandan ayrılır. Yalnız başlarına yola devam ederler. Yollarda aç ve susuz perişan olan genç ana baba, üç aylık Azer’i bir kayanın gölgesine bırakıp gitmeyi düşünürler. Çünkü, takatları kesilmiştir. Bir defasında kundaktaki Azer’i bir kayanın dibine bırakan ana baba birkaç metre ağlayarak yürüdükten sonra geri dönüp yavrularını bağrına basarlar.

    İran sınırına yakın bir yerde yönlerini şaşırırlar. Artık nereye, nasıl, hangi yöne gideceklerini bilemezler. Bu çaresiz duruma düştükleri sırada beyaz elbiseli, beyaz atlı biri kişi kendilerine yol gösterir.
    İran’a geçerken yakalanan Yıldırım, sınır kanunlarını ihlâl etmekle suçlanarak ailesiyle birlikte tutuklanır. Burada şaire, ‘Stalin’in casusu’, ‘Bolşevik Sovyet casusu’ diye işkence yapılır. Neticede, serbest bırakılıp Meşhed’e gönderilir. Yıldırım, İran’da maddî ve manevî büyük sıkıntılar yaşar. Atatürk’ün hür Türkiyesi’ne ulaşmanın yollarını arar. Şair ailesiyle birlikte Atatürk Türkiyesi’nin Van şehrine, oradan da Elazığ’a gelir.

    Türkiye Cumhuriyeti, Yıldırım’a kucak açar. Hazar Gölü’nün sıcak insanları onu bağrına basar. Hazar Gölü şaire, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Hazar Denizi’ni hatırlatır. Bunun için sık sık Hazar Gölü’nün sahiline iner, onunla dertleşip hasret gidermeye çalışır. Elmas Yıldırım, Palu’nun Karaca Bucağı/Karacabağ İlkokulu’nda vekil öğretmenlikle işe başlar. Bir süre Palu’nun Karaçor nahiyesinde yani bugün Kovancılar’a bağlı Çaybağı’nda ve şimdiki İmar İskân Müdürlüğü’nde görev yapar. Keban ve Palu ilçesi tahrirat kâtipliği görevlerinde bulunur.

    Bir müddet Karabegler’de yani şimdiki Arıcak’ta nahiye müdürü olarak çalışır. Daha sonra Ağın, Hankendi, Baskil’in Aydınlar beldesinde ve Elazığ Merkez ilçeye bağlı Balıbey’de Bucak Müdürü olarak görev yapar. Elmas Yıldırım 1951 yılının ortalarında Tunceli’nin Nazimiye ilçesi Dallıbahçe Bucak Müdürü olarak çalışır. Ölümünden birkaç ay önce Malatya’nın Kale Bucağı Müdürlüğüne atanır. Yıldırım’ın Bakü’nün Gala kendi’nde başlayan dünya hayatı, Malatya’nın Kale bucağında görev yaparken biter. 14 Ocak 1952’de Malatya’da kirada oturduğu evinde vefat eder. Şairin naaşı, Malatya’nın Sancaktar Kabristanlığı’nda toprağa verilir.

    Şair, arkasında gözü yaşlı bir anneyle, çocukları Mehmet Bakühan, Odkan, Aras ve Azer’i bırakır. Ailenin bütün yükü, üniversite tahsiline başlamak üzere olan büyük oğlu Azer’in üzerinde kalır. Aileye, Malatya’nın o zamanki valisi Şefik San Beyefendi sahip çıkar ve her türlü yardımı yapar. Ölünceye kadar Türk’ün istiklâl aşkını terennüm eden Elmas Yıldırım’ın sağlığında İlk Şiirler, Dün Bugün, Dağlar Seslenirken, Azerbaycan Mânileri Azerbaycan Halk Edebiyatından Alınmış Bayatılar, Bayatılar Azerbaycan Halk Mânileri ve Boğulmayan Bir Ses adlı eserleri yayınlanmıştır


  5. #5
    NeCeSeN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    03.11.2011
    Mesajlar
    500
    Konular
    258
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    478
    @NeCeSeN

    Standart

    Ehmet Ağaoğlu

    Siyasî alanda Türkçülük fikrini temsil eden Ağaoğlu, 1869'da Azerbaycan'ın Suse şehrinde doğmuştur. Babası Mirza Hasan Bey, annesi Sarıca Ali adlı göçebe bir kavimden Taze hanımdır. Amcalarının Rusça, Arapça ve Farsça bilmeleri ve ailenin düzenlediği akşam sohbetlerinde metafizik ve ilmî konuların görüşülmesi Ağaoğlu'nun gelişiminde önemli yer tutar. Öğrenimine mahalle mektebinde başlamış ve babasından gizli Rusça dersleri almıştır. Babasının karşı çıkmasına rağmen dayısının desteğini alarak Rus tali mektebine yazılmıştır. O dönemde Şuşa'nın yarısı Türk yarısı Ermenidir. Okul Ermenilerin çoğunlukta olduğu semttedir ve okulda sadece beş Türk çocuğu vardır. Ağaoğlu, Ermenilerin Türk düşmanlıklarını burada görmüş ve yaşamıştır. 1884'de buradaki eğitimini tamamlayarak Realne Uçilişe'ye başlamıştır. Reel ilimlerin ağırlıklı olduğu okulu başarı ile tamamlamış, 1887'de yüksek öğrenim için Petersburg'a gitmiş, fakat sağlığı nedeni ile geri dönmüştür. 1888'de Paris'te hukuk mektebine başlamış, doğu kavimleri tarihi, Arapça, Acemce ve Türkçe dil derslerine devam etmiştir. Ağaoğlu 21 yaşında iken yazarlığa, Fransızca bir makale ile başlamıştır. Bir süre Paris'te gazetecilik de yapan Ağaoğlu 1894'de İstanbul'a gelmiştir. 4 ay sonra Tiflis'e gitmiş, Kafkas gazetesinde yazarlık yapmıştır. Bakü'de Rusça "Kaspy" adlı bir gazetede başyazarlık görevini almıştır. Gazete Azerbaycan Türklerinin hukukunu savunan ve çıkarlarına hizmet eden Rusça bir Türk organı haline getirilmiştir.

    "Kaspy" gazetesinin sahibi olan Zeynel Abidin Takiyef Türkçe yayın için uğraşmış ise de 1904 yılında meydana gelen Rus-Japon savaşı sonuna kadar beklemek zorunda kalmıştır. Savaş sonunda çarlığın yenik düşmesi ile tekrar girişimde bulunmuş, bu sefer başarılı olmuştur. Bütün Kafkasya'da ilk kez günlük Türkçe gazete olan "Hayat" çıkmaya başlamıştır. Hüseyinzade Ali Bey de bu gazetede göre almıştır. Bir yıl sonra Ahmet Ağaoğlu "İrşad" adlı yeni bir gazete çıkarmaya başlamıştır. Aynı zaman diliminde Kafkasya'da Ruslar Azerbaycan'a hakim olunca Sünnî-Şiî anlaşmazlığı başlamıştır. Kafkaslar'daki Türkleri parçalamayı amaçlayan bu düşünceye karşı mücadele etmiştir. 1905'de Bakü'de "fedai" adında gizli bir cemiyet kurmuş, Ermenilere karşı Türklere yaptıkları zulümleri fiili direnişlerle bir dereceye kadar durdurabilmiştir. 1905'de Çar hükümetinin bir nazırlar komitesi kurması üzerine Kazan'dan giden heyete Yusuf Akçura Kafkasya ahalisini temsil edenler içinde ise Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Topçubaşı Meydan Bey seçilmişlerdir. Azerbaycan halkını bu komitede temsil etmiştir. Petrollü topraklar üzerindeki Türk halkını göç ettirme projesini, otuzbeş günlük konuşma sonucu engellemiştir. 1908'de II. Meşrutiyetin ilânı ile İstanbul'a kaçan Ağaoğlu, Türk Ocağının kurucularındandır.

    Fikirleri ve kişiliği: Türkçülük mücadelesine hayatını vermiş aydınlarımızdandır. Fikirlerini yaymak için "Fedai" adıyla kurduğu gizli cemiyette hizmet vermeye başlamıştır. Birçok Türkçü gibi önce İslâmın özüne döndürülmesi meselesi üzerinde durmuştur. Doğu tarihi ve dinleri üzerine araştırmalar yapmış, geniş birikime sahip olmuştur. Azerbaycan ve diğer Kafkas Türkleri için millî direnişin en iyi örneğini sergilemiştir. Hedefi Türk milletinin uyanması ve Ruslarla eşit hürriyete sahip olmasıdır. Ruslar tarafından desteklenen Sünnî-Şiî ayrılığının karşısında olmuş ve yazılarında, araştırmalarında bunu konu almıştır. Yayımladığı risalelerde fikirlerini çekinmeden ortaya sürmüştür. Dinî açıdan İslâmiyet üzerine yaptığı araştırmalarda kadını örnek almış ve İslâmiyetin tarihsel süreci içinde kadını inceleyerek dindeki değişmeyi açıklamıştır.

    Eserleri: "İslâm Aleminde Kadın" adlı Rusça risalesinde, İslâmın görüşlerinde ilerici olduğunu, Abbasi'nin orta devirlerine kadar bu ilerici hareketin devam ettiğini, daha sonra alimlerin ve şeyhlerin menfaatperestlikleri yüzünden gerilediğini ve çöktüğünü iddia etmektedir. Gazete ve dergilerde yayımlanmış makaleleri ve risaleleri vardır.


    alinti

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş