Hz.Hüseyin Kimdir?
Adı: Hüseyin (a.s).
Lakapları: Raşid, Tayyib, Vefî, Zekî, Mübarek, Sibt, Seyyid ve Seyyid’üş- Şüheda.
Künyesi: Ebu Abdullah.
Baba-Ana: Hz. Ali (a.s) ve Hz. Fatıma (s.a).
Doğumu: Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının üçüncü veya beşinci günü Medine’de gözlerini dünyaya açtı..
Zamanının Halifesi: Muaviye ve Yezit
İmameti: 11 yıl
Şahadeti: Hicretin 61. yılı, Muharrem ayının 10. günü 57 yaşında iken şahadete erişti.
Mezarı: Kerbela
Yaşam Dönemi:
1) Peygamberle geçirdiği dönem (yaklaşık 7 yıl).
2) Babası İmam Ali ile geçirdiği dönem (30 yıl)
3) İmam Hasan ile geçirdiği dönem (10 yıl).
4) İmamet dönemi (11 yıl).
Çocukları
Tarihçiler İmam Hüseyin (a.s)’ın 6, 9 ve 10 çocuğu olduğunu yazmışlardır. Şeyh Mufid ise şunların isimlerini zikrediyor:
1- Anası İran şahı Yezdcerd’in kızı olan Ali Ekber.
2- Anası Ebu Murre b. Urvet b. Mes’ud Sakefi’nin kızı Leyla olan Abdullah (Ali Esğer).
3- Anası Kuzâa kabilesinden olan Câfer . Cafer İmamın hayatı esnasında yaşamını yitirmiştir.
4- Anası Rubab olan ve daha küçücük bir bebek iken babasının kucağında oklanarak şehit edilen Abdullah.
5- Anası Kilab kabilesinden İmri’ül-Kays b. Adiy’in kızı Rübab olan Sekine.
6- Anası Talha b. Ubeydullah’ın kızı Ümmü İshak olan Fatıma.
İmam Hüseyin’in Kısaca Hayatı
İmam Hüseyin (as) = (Seyyid-üş Şüheda)
İmam Hüseyin (Seyyid-üş Şüheda), Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem’in kızı Hz. Fatıma’nın (a.s) ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra Allah’ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.
İmam Hüseyin (a.s) on yıl imamet etti. Yaklaşık altı ay dışında bu müddetin tümü Muaviye’nin hilafeti zamanında en zor koşullar, acı durumlar ve en ağır baskılar altında geçti. Çünkü birinci olarak dini yasalar toplumda değerini kaybetmiş, hükümetin istekleri, Allah ve Resulünun isteklerinin yerini almıştı. İkinci olarak da Muaviye ve dostları bütün mümkün yollara baş vurarak Ehl-i Beyt’i ve Şiileri ezip, Ali’nin (a.s) ismini yok etmek istiyorlardı. Ayrıca Muaviye, oğlu Yezid’in hilafet temellerini atıp pekiştiriyordu. Halkın bir kısmı Yezid’in hiç bir şeye bağlı olmadığından onun hilafetine razı değillerdi. Muaviye de muhalefetlerin çoğalmasını önlemek için daha fazla baskılara başvuruyordu.
İmam Hüseyin (a.s) ister istemez bu karanlık günleri geçiriyor ve Muaviye tarafından yapılan her çeşit ruhsal işkence ve baskılara katlanıyordu. Hicretin altmışıncı yılında Muaviye öldü ve oğlu Yezid babasının yerinde oturdu.
Biat meclisi, Arapların içerisinde saltanat, imaret ve sair önemli konularda bir genelekti. Toplum özellikle tanınmış kişiler bu konularda sultana yahut emire biat eli veriyorlardı. Biatin ardından itaatsizlik etmek o kavme ar ve zillet sayılırdı. Aynı zamanda imzaladığı şeyden kaçmak kesin suç olarak bilinirdi. Hz. Peygamberin siresinde de bu, baskı olmadan yapılırsa geçerli kılınmıştır.
Muaviye hayattayken tanınmış kişilerden Yezid’e biat almıştı. Fakat İmam Hüseyin’e (a.s) dokunmayıp, biat teklifinde bulunmamıştı. Özellikle oğlu Yezid’e vasiyet etti ki “Hüseyin b. Ali biat etmezse fazla ısrar etme ve öylece bırak kalsın.” Çünkü Muaviye meselenin önünü ve arkasını iyice algılayabilmişti.
Ancak Yezid, gururu ve çekinmemezliği sonucu babası ölünce onun vasiyetini unutup, Medine valisine emir verdi ki, İmam Hüseyin’den benim hilafetime biat etmesini iste, etmezse başını Şam’a gönder.
Medine valisi Yezid’in isteğini İmam Hüseyin’e (a.s) duyurunca İmam ondan bu konuda düşünmesi için vakit aldı ve geceleyin ailesini de alarak Mekke’ye hareket edip İslam’da resmen emniyetli ve güvenceli yer olarak ilan edilen Allah’ın Haremi’ne (Mekke’ye) sığındı.
Bu olay, hicretin altmışıncı yılında Recep ayının sonları ve Şaban ayının evvellerinde vuku buldu. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay Mekke’ye sığınarak yaşadı. Bu haber yavaş yavaş İslam ülkelerine yayıldı. Bir taraftan Muaviye devrindeki haksızlıklara razı olmayıp Yezid’in hilafetine karşı çıkanlar İmam Hüseyin’in (a.s) yanına gelip yardım edeceklerine dair söz veriyorlardı. Bir taraftan da Irak’tan özellikle Kufe şehrinden aralıksız mektup gönderip İmam Hüseyin’in (a.s) Irak’a gelip Müslümanlara önderlik ederek zulüm ve adaletsizliği yok etmesini ısrarla istiyorlardı. Elbette bu durum Yezid için çok tehlikeli idi.
İmam Hüseyin (a.s) hac mevsimine kadar Mekke’de ikamet etti. Müslümanlar İslam ülkelerinden grup grup hac amellerini yapmak için Mekke’ye akın yaptılar. Bu arada İmam Yezid’in onu öldürtmek amacıyla hacı kılığında bir grup memur gönderdiği haberini aldı. Bunlar amel sırasında ihram altına gizledikleri silahlarla İmam Hüseyin’i şehit edeceklerdi.
İmam Hüseyin (a.s) hac amellerini yarıda keserek bir toplantıda kısa bir konuşma yaptı ve Irak’a hareket edeceğini bildirdi. Ve bu konuşmada şehit olacağını da hatırlattı. Müslümanlardan onun yardımına koşmalarını ve bu hedef yolunda kanlarını vermelerini istedi. Ertesi gün de Ehl-i Beyt’i ve dostlarını alarak Irak’a doğru hareket etti.
İmam Hüseyin (a.s) biat etmemeğe kesin kararlıydı. Bu yolda şehit olacağını da iyi biliyordu. Umumi fesad, fikri inhitat ve toplumun özellikle Iraklıların iradesizliğiyle pekiştirilen Ümeyye oğullarının büyük ve korkunç savaş gücünün onu yok edeceğini biliyordu.
Tanınmış kişilerden bir grup, İmamın yanına gelip bu hareket ve kıyamın tehlikesini hatırlattılar. Fakat o hazret cevaplarında şöyle buyurdu: “Ben biat etmeyeceğim. Zulüm ve fesat hükümetine boyun eğmeyeceğim. Nereye gitsem, nerede olsam da beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke’den ayrılmamın nedeni ise, benim kanımın dökülmesiyle Kabe’nin hürmetinin kırılmamasıdır.”
İmam Hüseyin’in Kerbela Yolculuğu
İmam Hüseyin (a.s) Kufe yoluna koyuldu. Daha Kufe’ye birkaç günlük yol varken Kufe’de Yezid’in valisi tarafından, kendi elçisinin ve tanınmış gerçek dostlarından birinin şehit olup valinin emri ile ayaklarına ip bağlanıp Kufe sokaklarında gezdirildiğini duydu. Kufe ve yöresinin sıkı gözaltına alındığını ve İmam’la savaşacak mücehhez bir ordunun hazırlandığını duyunca ölümden başka bir yol kalmadığını anladı. İşte burada şehit olmak için kesin karar aldığını açıkça belirtti. Kufe’nin yaklaşık olarak yetmiş kilometre yakınlarında Kerbela ismindeki bir çölde Yezid’in ordusu onları ablukaya aldı. Sekiz gün burada kaldılar. Bu arada günden güne abluka çemberi daralıyor ve sürekli düşmanın sayısı çoğalıyordu. Bilahare İmam (a.s) çok az ashabıyla birlikte otuz bin kişiden oluşan ordunun muhasarasında kaldı. Ve Kufe’ye doğru hareketini devam ettirdi
Bu bir kaç gün içinde İmam Hüseyin (a.s), ordusunun yerlerini ayarlayıp dostlarını tasfiye etmeye karar aldı. Ashabına seslendi. Kısa bir konuşmada şöyle buyurdu: “Bizim ölüm ve şahadetten başka bir yolumuz yoktur. Ben biatımı sizden kaldırdım. Gitmek isteyen, gecenin karanlığından faydalanıp kendisini bu tehlikeli meydandan kurtarsın. Çünkü onlar bir tek beni öldürmek istiyorlar.”
Daha sonra ışıkların söndürülmesine emir verdi. Maddi maksatlar için İmam Hüseyin’e (a.s) koşulanlar sahneyi terkedip dağıldılar. Fakat hak aşıklarından çok azı (40 kişiye yakın yaranı) ve Beni Haşim’den olan akrabaları kaldılar.
İmam Hüseyin (a.s) yine kalanları toplayıp konuştu ve şöyle buyurdu: “Sizden her kim isterse gecenin karanlığından faydalansın ve kendisini tehlikeden kurtarsın. Onlar bir tek beni istiyorlar.” Fakat bu defa İmamın vefalı dostları bir bir kalkıp, çeşitli beyanlarla cevap verdiler ki, biz hiçbir zaman senin önder olduğun hak yolundan dönmeyeceğiz. Senin temiz eteğinden kopmayacağız. Ve elimiz kılıç tutana, kan damarımızdan akana dek savaşıp, senin hürmetini koruyacağız.
Muharrem ayının dokuzuncu gününün sonlarında son teklif (ya biat ya savaş) düşman tarafından İmama ulaştı. Hazret o geceyi ibadet için vakit alıp yarınki savaşa hazırlandı.
Aşura Günü ve Kerbela Olayı
Hicretin 61. yılı Muharrem ayının 10. günü İmam, bir avuç dostlarıyla (toplamı doksan kişiden azdı. Kırk kişi önceden yanında olanlar ve otuzdan biraz fazlası savaş günü ve gecesi düşman ordusundan dönenler, diğerleri de İmamın Haşimi akrabaları. Örneğin oğulları, kardeşleri, kardeşi ve bacısı oğulları ve amcası oğullarıydı) sayısız düşman ordusu karşısında saf çektiler ve savaş başladı.
O gün sabahtan akşama kadar savaştılar. İmam Hüseyin (a.s), Haşimi gençleri ve sair dostları son kişiye kadar şehit oldular. (Şehitlerin içinde İmam Hasan’ın (a.s) iki küçük oğlu, İmam Hüseyin’in bir küçük oğlu ve daha kundakta olan bir yavrusunu da saymalıyız.)
Savaş bittikten sonra düşman ordusu, İmam’ın (a.s) haremini yağma ettiler ve çadırları ateşe vererek şehitlerin başını kesip elbiselerini çıkardılar. Cesetleri defnetmeden Ehl-i Beyt esirlerini teşkil eden sığınaksız kızları ve kadınları, şehitlerin başlarıyla birlikte Kufe’ye doğru hareket ettirdiler. (Esirlerin içinde erkek olarak İmam Hüseyin’in (a.s) yirmi iki yaşındaki oğlu dördüncü İmam Zeynelabidin (a.s) ağır hasta olarak, bir de onun oğlu beşinci İmam Muhammed b. Ali ve İmam Hasan’ın (a.s) oğlu Hasan-ül Müsenna da bulunuyorlardı. Hasan-ül Müsenna savaşta ağır yaralı olarak şehitlerin içinde kalmıştı. Fakat son anlarda diri olarak bulundu. Düşman komutanlarının birinin arabuluculuğuyla başı kesilmedi ve esirlerle birlikte Kufe’ye götürdüler.) Kufe’den de Dimeşk’e, Yezid’in yanına götürüldüler.
Kerbela vakıası, kadınların esir alınıp şehirlerde gezdirilmesi, (esirler içinde bulunan) Hz. Ali’nin (a.s) kızı (Zeynep) ve dördüncü İmamın Kufe ve Şam’daki toplantı yerlerinde konuşmaları Ümeyye oğullarını rezil etti ve Muaviye’nin yıllarca yaptığı tebligatı etkisiz bıraktı. Hatta Yezid, Kerbela’da memurları eliyle yapılan bu işlerden kendisini temizlemeye çalıştı. Kerbela vakıası, etkisi geç olmakla beraber Ümeyye oğullarını saltanattan düşürmekle birlikte Şia’nın kökleşmesinde büyük bir amildi. Gösterdiği en yakın etki çeşitli kıyamlar ve bunun yanı sıra da on iki yıl süren kanlı savaşlardır. Öyle ki, İmam Hüseyin’in (a.s) katillerinden hiçbiri intikam pençesinden kurtulamadı.
Tarihin İmam Hüseyin (a.s) ve Yezid’le ilgili bölümü okuyup o zamanın hakim sistemi üzerinde araştırma yapan kimse bilir ki İmamın bir yolu seçmekten başka bir seçeneği yoktu. O da şehit olmaktı. İslam dininin apaçık bir şekilde ezilmesine neden olan biat, hiçbir koşulda İmam Hüseyin için mümkün değildi.
Çünkü Yezid, İslam dinine ve kanunlarına saygı göstermemekle yetinmeyip, İslam’ı ezmeğe korkusuzca tezahür eden bir kişiydi.
Fakat geçmişleri (babası), dinin kanunlarına din adına muhalefet ediyor ve zahirde dine saygı gösteriyorlardı. Hatta halkın inandığı Peygamber (s.a.a) ve sair dini şahsiyetlere yardım edip, onların yanında bulunmalarıyla iftihar ediyorlardı.
İşte buralardan, bazı tarihçilerin İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkında ortaya sürdükleri görüşlerin yanlış olduğu aydınlığa kavuşmuş oldu. Bazıları diyorlar ki İmam Hasan ve İmam Hüseyin iki değişik tabiata sahiptiler. İmam Hasan sulhsever idi. Kırk bin askeri olmasına rağmen barışı kabul etti. Fakat İmam Hüseyin savaşı tercih etti. Nasıl ki kırk kişi olmasına rağmen Yezid’le savaşa kalktı.
Çünkü görüyoruz ki Yezid’e biat etmeği kabul etmeyen İmam Hüseyin (a.s) on yıl kardeşi gibi Muaviye’nin hükümeti döneminde yaşadı (Kardeşi de on yıl yaşamıştı) Ama hiçbir zaman muhalefet etmedi. Gerçekten de İmam Hasan ve İmam Hüseyin Muaviye ile savaşsalar da öldürüleceklerdi ve bunların ölümü İslam’a hiçbir faydası olmayacaktı. Kendisini doğru yolda gösteren, sahabe, vahiy yazarı ve müminlerin dayısı tanıtan ve her hileye başvuran Muaviye’nin siyaseti karşısında etki etmezdi.
Kaldı ki elindeki imkanları kullanıp onları kendi dostları vasıtasıyla öldürtüp kendisi yas tutabilir ve kanlarını almak isterdi.
MERSİYYE-Yİ İMAM HÜSEYİN
Muharrem’dir, kamer mahzun, güneş me’yus kan ağlar
Felek sergeşte mebhut, hayrete dalmış cihân ağlar
Cefay-ı şah-ı mazluma tahammül etmeyip dağlar
Ezelden gözlerinden ablar olmuş revân ağlar
Ne düşmansın behey ibn-i recim, ey sâkiy-i iblis
Senin yaptıklarına düşman-ı insan olan ağlar
Medine halkına kıldı veda ol kan-ı ilm-ül gayb
Tutup âfâkı bir efgân, yanar pir ü civân ağlar
Nice Günler edip kat-i merâhil akıbet bir gün
Erip Kerbubelâ’da cümlesi Hakk’a divân ağlar
Bilinmişti ki ol yerler serencâm-ı şahâdettir
Bilinmişti ki ol yerden geçilmez, hânedân ağlar
İmâm-ül etkiyâ toplandırıp etbâ-u ahbâbın
Okur bir hutbe bir bir fitneyi eyler beyân ağlar
Kuruldu heymey-i ahyâr o gün Kerbubelâ içre
Bu gün Kerbubelâ’da kaldı hâlâ âşıkân ağlar
Yazıp bir nâme Reis-ül usât’a söyledi ey kavm
Bu fitne sarsar İslâm’ı, yıkar dini, imân ağlar
Hezar şetm ile Sa’d oğlu hem gönderdi bir name
Onu dil söylemez kafir dahi olsa zeban ağlar
Hucum etti o mel’unlar Kitabullah’ı imhaya
Sanırsın bir kıyamet koptu toz ağlar, duman ağlar!
Kesildi her taraftan su, sabiler gül gibi soldu
Su ağlar, servi ağlar, bahçe ağlar, bağıban ağlar
Bozuldu gülşen-i bağ-ı risalet, har ile doldu
Gül ağlar, bülbül ağlar, lale ağlar, erguvan ağlar
Hezaran zulm ile yetmiş iki sadık olup kurban
Bu kıssadan kevn-o mekân ağlar
Kesıldi başları bin cevr ile bir aşık-ı zarın
Kesen mel’unlara lanet edip seyf u sinan ağlar
Ali Ekber’le Kâsım can verip cananı buldu
Ali Asğar gibi oklar vuruldu ümmühan ağlar
Vefaya Davet etmek, sonra bin türlü cefa etmek
Size ey kavm, sek dersem behaim biguman ağlar
Yirmi bin kişi birden ok attı şah-ı mazluma
Bizi atman deyip zalimlere, tir-ü keman ağlar
Ok atmak kurret-ül-ayne, değilmi aslını imha
Sebepsiz mi bu gün halâ, hakiki müslüman ağlar
Cigergâh-ı Habib-i Kibriyâ’ya ok atan mel’ûn
Cehennemde bugün şeytanla kurmuş âşiyan ağlar
Cihanın sahibinden bir içim su kısıtlanmış âh
Fırat ağlar, Murat ağlar, zemin-i âsuman ağlar
İmam-ül-muttakiynin, Şimr-i mel’un kesti çün başın
Cehennem kaynayıp, arş sayha etti tevleşan ağlar
Ayak bastı o mel’un, kalb-gâh-ı sırrı Kur’ân’a
Ali-vü Fatıma, Peygamber-i âhir zaman ağlar
Haremgâh-ı Habib-i Kibriyâ’ya doldu namahrem
Bizi hep öldürün derler, sabilerle zenân ağlar
Çadırdan nâle-vü feryat yükseldi semavata
Melekler sordular n’oldu, dediler teşnegân ağlar
Döküldü hûn-i mazlûman yere, yer mâteme girdi
Çöl ağlar, dağlar ağlar, vâdiyyü berrü yaban ağlar
O şâhın derdi etmiş insan oğlunu giryân
Bilenler, bilmeyenler hep bu dert ile inan ağlar
Gelip birkaç deve çulsuz, yularsız Şimr-i mel’un
Bugün şam’a sefer lazım, bu emri her duyan ağlar
Deve uryan, ciğer püryan, yürürler aç susuz sıbyan
Deve ağlar, ceres ağlar, yol ağlar, kârban ağlar
Meşakketle develer, kat’ı menzilden kalıp bitâb
Düşüp yollarda mâ’suman, eder âh-u figan ağlar
O yollarda, o çöllerde, o ıssız gurbet illerde
Sekine, Zeyneb’in ahvaline, hûr-i cinân ağlar
Dikildi niyzeye sultan-ı kevneyn’in ser-i pâki
Çıkıp bir nur olur arş, sayesinde sâyeban ağlar
Nihayet bir sabahtı, Şam’a dahil oldular ah Şam
O talihsiz misafirler konuldu hana, hân ağlar
Geçip mihrab-ı dine, düşmen-i iyman imâm oldu
Bozuldu vahdet-i İslâm; namaz ağlar, ezan ağlar
Atıp zindana Zeynelabidin’i ettiler mahpus
Cefa bitmez, güneş girmez sebâ etmez, vezân ağlar
Ezelden ağlarım, aktı dü-çeşmim kanlı yaşınla
Ne hâbım var, ne rahat var, yanan cismimde can ağlar
İki göz oldu a’ma, ağlarım ey kurre’t-ül-ayneyn
“Kemâlî” sûz-i derdinle nihan ağlar, ayân ağlar
Kemâlî