Bu unvan bir çok kimseyi şaşırtabilir belki; zira çoğu insanımız şimdiye kadar "Vedâ Hutbeleri" değil, "Vedâ Hutbesi" ismini duymuştur. Hâlbuki aşağıda metinlerini vereceğimiz üzere, Allah Resulü (s.a.a) "Veda Haccı"nda bir yerde ve sadece bir hutbe değil, birkaç yerde ve birkaç hutbe okumuştur. Allah Resulü'nün Veda haccında, Arafat'ta, Mina'da, "Minada'ki "Hif" mescidinde ve "Gadir-i Hum" denen yerde hutbe okuduğu elimize ulaşan rivayetler arasında. Ancak bu hutbelerin çoğunun içeriği birbirine yakın olduğu için, bazıları bunların tek hutbe olduğunu, ancak ravilerin bunları naklederken okunan yerin ve bazı bölümlerin naklinde hata yaptıkları için bu değişikliğin ortaya çıktığını söylemektedirler.
Bizce Allah Resulü, çeşitli yerlerde çeşitli hutbeler de okumuş olabilir, ama önemli olduğu için bu hutbelerde benzer konuları, değişik şekillerde ve bazı ilavelerle de buyurmuş olabilir. Nitekim her ayrı hutbede bazı ilavelerin bulunduğunu açıkça görmekteyiz. Ayrıca bu hutbeleri nakleden bazı rivayetlerin sonunda yer alan, "Allah Resulü bu hutbenin benzerini yine okudu ve benzer cümleleri yine tekrarladı." İlavesi de bizim bu görüşümüzü teyit etmektedir.[1]
Burada bilinmesi gereken husus şudur ki nakledilen bu yerlerin hepsi kesin olmasa dahi, veda haccında iki yerde hutbe okunduğunda hiçbir şüphe yoktur. Bunlardan birisi Hac zamanı (Arafat, Mina veya Hîf mescidinde), diğeri ise Hac amelleri sona erip Mekke'den ayrıldıkları bir sırada, Mekke yakınlarında yolların birbirinden ayrıldığı nokta olan "Gadir-i Hum" mevkiinde okunmuştur.
Biz burada Bu hutbeleri sırasıyla, sizlere nakledeceğiz. Tabi bu arada özellikle Ehl-i Beyt'ten nakledilen kaynakları dikkate almakla birlikte, Sünni kaynaklarda nakledilenlere değinmeği de ihmal etmeyeceğiz. İnşallah yeri geldiğinde göreceğiniz gibi bugün "Veda Hutbesi" diye meşhur olan hutbe, hatta bir çok Sünni kaynağa göre bile ek------.
Bu hutbelerde en çok dikkati çeken husus, Allah Resulü'nün, ister hac sırasında, ister Gadir-i Hum'da, isterse Medine dönüşünde okuduğu bütün hutbelerde, Ehl-i Beyt'ini ümmete hatırlatıp Kur'an-ı Kerim'in yanı sıra Ehl-i Beyti'ni de ümmete ağır ve paha biçilmez bir emanet olarak bıraktığını ve onlara sarıldıkları müddetçe asla dalalete düşmeyeceklerini ve bu ikisinin kıyamete kadar birbirinden asla ayrılmayacaklarını vurgulamasıdır.
Gerçi bazı Sünni kaynaklarda bu hutbelerin bazısında Ehl-i Beyt yerine "Sünnet" kelimesi zikredildiği görülmektedir. Ancak, evvela, Ehl-i Beyt kelimesinin zikredildiği rivayetler daha çoğunluktadır; saniyen sünnet kelimesini nakleden rivayetler, Kütüb-i Sütte'nin hiçbirisinde nakledilmemiştir; sadece imam Malik'in El-Muvatta'sında senetsiz olarak zikredilmiştir. Oysa Ehl-i Beyt'i zikreden hadisler, Kütüb-i Sitte'den Sahih-i Muslim, Sünen-i Tirmizi, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'de, ve Müstedrek-üs Sahihayn, Hasais-i Nesai, Sünen-i Beyhakî, Sünen-i Darimî, Kenz-ül Ummâl, Üsd-ül Gâbe, Dürr-ül Mensur, Müşkil-ül Âsâr, Tarih-i Bağdad, Taberânî, Tefsir-i Fahr-i Râzî, Mecme-üz Zevâid, Feyz-ül Kadir, Tahzib-ül Âsâr, Hilyet-ül Evliyâ, Sevâik-ül Muhrika, gibi onlarca meşhur kaynakta, çeşitli senetlerle nakledilmiştir ki bunların sayısını İbn-i Hacer-i Mekki yirmi küsür olarak zikretmektedir. Bu da bu hadisin mutevatir olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Salisen sünnet kelimesini zikreden rivayetlerin doğruluğunu kabul etsek dahi, bunun öbür rivayetlerle hiçbir çelişkisi yoktur; hatta birbirini tamamlar niteliktedir. Adeta Allah Resulü, sahih İslam'ı öğrenmek için Kur'an ve Sünnet'i kaynak olarak gösterdikten sonra, bunun, yani Kur'an'ın sahih tefsirini ve Resulullah'ın sahih sünnetini öğrenmenin en güvenilir kanalının Ehl-i Beyt'i olduğunu ümmete öğütlemektedir. Nitekim Ehl-i Beyt'i devreden çıkararak, Kur'an'ı ve Sünnet'i öğrenmeğe çalışanların, düştükleri çelişkileri, hem tarih sayfalarında, hem de günümüzde müşahede etmekteyiz. Ümit ediyoruz ki Müslüman kardeşlerimiz, bir an evvel bu gafletten uyanıp asırlar boyu unuttukları ve ya unutturuldukları Ehl-i Beyt gibi tertemiz ve şaibesiz hazineyi yeniden keşfeder ve Resulullah'ın müekket tavsiyelerine rağmen Kur'an'dan ayırdıkları bu emanete yeniden sahip çıkıp Resulullah'ın sadece kuru bir "sevgi" değil, onlara "sarılmayı" ve böylece yanlışlardan korunmayı istediğini bilmeleridir artık.
Hatırlatmamız gereken bir diğer husus ise şudur ki Allah Resulü'nün "Gadir-i Hum"da okuduğu hutbe Ehl-i Beyt'ten gelen hadislerde çok daha geniş bir şekilde nakledilmiştir. Ancak biz, bu uzun metnin yerine Sünni kardeşlerimizle aynı şeyleri paylaşmak için Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet rivayetlerinde müştereken nakledilen bölümleri almayı tercih ettik ve kimseye itiraz yeri bırakmamak için de her bölümün kaynağını dipnotta ayrıntılı bir şekilde zikrettik.
Şunu da hatırlatmamız gerekir ki bu hutbenin bütün bölümleri bütün Sünni kaynaklarda nakledilmemiştir ve dikkat edeceğiniz gibi biz çeşitli Sünni kaynaklarda nakledilen bölümleri bir araya getirerek vereceğiz. Ancak hutbenin bir bölümü var ki (Ehli Beyt mektebine göre bu, hutbenin en önemli bölümüdür ve hutbenin okunmasındaki asıl amaç da zaten o mesajı vermek içindi) bu bölüm çeşitli Sünni kaynaklarda mütevatiren nakledilmiştir ki Merhum Allame Emini "El-Gadir" isimli 11 ciltlik şaheserinde bu hadisi, 110 sahabiden, seksen küsür tabiiden, 350'yi aşkın Sünni kaynağa dayandırarak nakletmektedir. İsteyen kardeşlerimiz, o eşsiz eserin birinci cildine müracaat ederek bunları en ince ayrıntılarına kadar görüp inceleyebilir. O bölüm şu cümlelerden ibarettir: "Ey insanlar! Allah benim mevlamdır, ben de sizin mevlanız-efendinizim. O halde ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır." "Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak..."
Ehl-i Beyt mektebine tabi olanlar, çeşitli karinelere ve delillere dayanarak buradaki "Mevlâ" kelimesinin, Resulullah gibi mu'minler üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olan veli-yönetici anl----- geldiğini, dolayısıyla bu nasla Resulullah'tan sonra böyle bir yetkinin Hz. Ali'ye verilip imamet ve hilafete atandığı görüşündedirler. Ehl-i Sünnet ise, buradaki "Mevla" kelimesinin dost anlamında kullanıldığı görüşündedirler. Ancak biraz öncede belirttiğimiz gibi, Ehl-i Beyt mektebi taraftarları çeşitli karine ve delillere dayanarak bunun doğru olamayacağını yerinde açıklamışlardır. Fakat burada bizim amacımız bu konuyu geniş bir şekilde açıklamak olmadığı için, geniş bilgi sahibi olmak ve bu itirazları ve geniş cevaplarını öğrenmek isteyen kardeşlerimizi akaid kitaplarına, özellikle biraz önce ismini verdiğimiz "El-Gadir" kitabının birinci cildine müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz.
Şimdi bu hutbelerin metnini sizlere sunmaya çalışacağız. Hak Teala gereğince amel etmeği hepimize nasip buyursun.