Dr. Hilal Görgün
Oryantalizm ilk çıkışından günümüze kadarki gelişmesi itibariyle Doğu’nun dini başta olmak üzere maddi-manevi kültürü, tarihi ve dilleriyle meşgul olan “bilim dalı”na; oryantalist de bu bilimle uğraşan kimseye denmektedir.
Akademik bir disiplin olarak ortaya çıkışı da Fransa’da Napolyon’un Mısır Seferi’nden önce 1795’te Paris’te kurdurduğu Ecole speciale des langues orientales ve Almanya’da da 1845’te Deutsche Morgenlaendische Gesellschaft kurulması ve daha sonra bunları başkalarının takip etmesi şeklinde gelişmiştir.
Meşhur Oryantalizm eleştirmeni Edward Said’in deyimiyle Oryantalizm sömürgeciliğin keşif kolu olarak gelişirken; Alman Yayıncılar birliği 2006 yılı Barış Ödülü sahibi sosyolog Wolf Lepenies’e göre de “Rakip Araştırmaları” (Gegnerforschung) şeklinde ortaya çıkmıştır. Oryantalizm’in “dostlara fayda, düşmanlara zarar” zihniyetiyle ortaya çıktığını kurucuları da ifade etmişlerdir. Meşhur Alman Devlet adamı Bismarck kendi girişimiyle 1887’de kurulan Orientalische Sprachen (Doğu Dilleri) bölümünü açarken bunu dile getirmiş, bölüm daha sonra İkinci Dünya Savaşı sırasında “yabancı toplulukların kültür ideolojileri” ile meşgul olan Auslandswissenschaften’a bağlanmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD merkezli olarak gelişen Oryantalizmin, anayurdu Avrupa’dakinden daha farklı bir gelişme seyretmediği, hatta daha fazla siyasi sultanın hâkimiyeti ve farklı ideolojilerin tesiri altında geliştiği görülür. Bugün bunun zirvedeki örneğini neoconların fikir babalarından olan meşhur oryantalist Bernard Lewis oluşturmaktadır.
Oryantalizmin bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasından çok daha önceden itibaren Batılılar İslamiyet’in ortaya çıkışı, tarihi ve Hz. Muhammed (sav)’in hayatıyla ilgilenmişlerdir. Ancak bu ilgi, her ne kadar istisnaları olsa da, genel itibariyle bilimsel bir araştırma ve doğruları bulmaktan ziyade polemik, karalama ve iftira amaçlı olmuştur.
Oryantalistler de yüzyıllar içerisinde ortaya çıkan bu çalışmaları kullanmış, başta Kur’an-ı Kerim ve hadisler olmak üzere kaynak İslam tarihi eserlerini bu gözle değerlendirerek “kullanmışlardır”. Bunun için oryantalistlerin Hz. Muhammed(sav) hakkındaki görüşlerine geçmeden önce meseleyi kısaca başlangıcından ele almak faydalı olacaktır.
Batıda Hz. Muhammed (sav) hakkındaki çalışmalar başından itibaren çeşitli ön yargılar ve iftiraya dayalı olarak yapılmıştır. Bu ön yargılar daha ziyade İslamiyet’in hızla büyük topluluklar tarafından kabul edilmesiyle birlikte güç kaybına uğrayan Yahudi-Hıristiyan din adamları ve yöneticiler tarafından kasıtlı olarak yaygınlaştırılmış ve bunun neticesinde İslamiyet ve Hz. Muhammed (sav) hakkında sağlıklı olmayan bir imaj ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Herhangi bir temele dayanmayan görüşlerin özünde Hz. Peygambere “hasta”, “yalancı peygamber”, “deccal” (anti-christ) gibi iftiralar atılmış ve bunlar yüzlerce yıl tekrarlanmıştır. Hatta bu başlıkla uzun bir literatür listesi oluşmuştur (bk. Alphandéry). Ünlü oryantalist Watt, dünyada gelmiş geçmiş büyük şahsiyetler arasında Batıda Hz. Muhammed (sav)’in kötülendiği kadar hiç kimsenin kötülenmediğini belirtir (Muhammad at Madina, s. 324). Bu anlamda Hz. Peygamber hakkında yazılanların tarihi, bir karalama, yanlış anlama ve anlatmanın tarihi olarak, oldukça ilginç bir içeriğe sahiptir. Hz. Muhammed (sav) uzun zaman Maphomet, Baphomet ve Bafum gibi menfi anlamlarla yüklü isimlerle anılırken, müslümanların pagan (putperest) oldukları ve Mahomet’in de bu putlardan birisi olduğu yaygın fikirler arasında bulunuyordu.
Hıristiyanlar arasında Hz. Muhammed (sav) hakkında iftira kampanyasına yazılı olarak başlatanların başında Hıristiyan din adamı Yuhanna ed-Dımeşkî (John of Damascus, ö. 750) gelir. Yuhanna, De haeresibus başlıklı kitabının son bölümlerinde ele aldığı Hz. Muhammed (sav)’i bütün ortaçağ boyunca kendisini takip edenlerin yaptığı gibi yeni bir dinin peygamberi olarak görmekten ziyade Ari bir rahibin yol göstermesiyle hıristiyan kaynaklarını kullanarak görüşlerini ortaya koyan bir “sapkın”, “yalancı peygamber” olarak gösterir. Ayrıca Hz. Muhammed (sav)’in evlenmesi ve cihatları bu kitapta eleştiri konusu olmuş ve bunlar daha sonra yazılanlar tarafından sürekli tekrar edilmiştir.