K A V R A M Sözlük Anlamı : 1. Genel yada soyut fikir, 2. Soyut yada somut tüm varlıkların zihnimizdeki açık seçik ve temel bilgisidir. İki yazar kavramı şu şekilde açıklamıştır: Orhan HANÇERLİOĞLU ‘na göre : Orhan HANÇERLİOĞLU kavramı mantık yoluyla açıklama yoluna gitmiştir. Mantık : Kavram, nesnel gerçekliğin insan beyninde yansıma biçimidir. Bundan ötürü de her kavram, doğrudan yada dolaylı olarak nesnel gerçekliği içerir. Bu, örneğin ağaç gibi nesne kavramları için böyle olduğu

Bu konu 1277 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Kavram 1277 Reviews

    Konuyu değerlendir: Kavram

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1277 kez incelendi.

Konu: Kavram

  1. #1
    Aylin's - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    24.03.2009
    Mesajlar
    3.559
    Konular
    3321
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    1
    Tecrübe Puanı
    1052
    @Aylin's

    Standart Kavram

    K A V R A M
    Sözlük Anlamı :
    1. Genel yada soyut fikir,
    2. Soyut yada somut tüm varlıkların zihnimizdeki açık seçik ve temel bilgisidir.
    İki yazar kavramı şu şekilde açıklamıştır:
    Orhan HANÇERLİOĞLU ‘na göre :
    Orhan HANÇERLİOĞLU kavramı mantık yoluyla açıklama yoluna gitmiştir.
    Mantık :
    Kavram, nesnel gerçekliğin insan beyninde yansıma biçimidir. Bundan ötürü de her kavram, doğrudan yada dolaylı olarak nesnel gerçekliği içerir. Bu, örneğin ağaç gibi nesne kavramları için böyle olduğu gibi, örneğin özgürlük gibi düşünce kavramları için de böyledir. Ne var ki duygusal bir yansımadan bir kavram oluşturabilmek için insan beyninde çok karmaşık bir süreç izlenir. Bu süreçte soyutlamalar, karşılaştırmalar, çözümlemeler, birleştirmeler, genelleştirmeler vb. gibi bir çok ansal işlemler gerçekleşir. Soyut kavramlardan daha soyut kavramlara ve bu daha soyut kavramların yardımıyla da çok daha soyut kavramlara varılır. Böylelikle, kimi kavramlar artık nesnel gerçeklikle ilişkisizmiş gibi görünürler. Oysa ne kadar soyut olursa olsun ve ne kadar düşünsel bulunursa bulunsun hiçbir kavram nesnel gerçeklikle ilişkisiz olamaz. Nesnel gerçeklikten yansımıştır ve nesnel gerçekliğe dönecektir. Eşdeyişle nesnel gerçeklikte denenecek, doğrulanacak ve bir işe yarayacaktır. Örneğin dünyada hiçbir toplumcu ülke yokken oluşan toplumculuk kavramı böyledir; denenmiş, doğrulanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bir başka örnek olarak hiçbir fiziksel bilginin bulunmadığı bir çağda oluşturulan atom kavramı da böyledir. Kavramlar, sonuç olarak kendisi de nesnel gerçekliğin bir ürünü olan insan beyninin ürünleridir. Tümüyle hayal ürünü olan kavramlar bile nesnel gerçeklikten yansımıştır, örneğin Zümrüdü Anka kuşu kavramı böyledir. Ne var ki bu gibi kavramlar nesnel gerçekliğe döndürülemezler, eşdeyişle denenemez ve doğrulanamazlar, bundan ötürü de hiçbir işe yaramazlar. Bunlar bilimdışı kavramlardır. Demek ki kavramları bilimsel kavramlar ve bilimdışı kavramlar olmak üzere de ayırmak gerekir. Kavramlar, insan düşüncesinin etkin ve yaratıcı yapısının ürünüdürler.
    Ama Hegel’in Felsefe Tarihi Dersleri’ni incelerken altı çizildiği gibi “Kavramlar, insanın düşünce ve hayâl gücü özgürlüğüyle varolmazlar. Doğada et ve kana sahiptirler. Özdekçilik de bu demektir işte. Mistik bir dille söylenirse insansal kavramlar, doğanın ruhudur. Bu demektir ki insanın kavramlarında doğa orijinal ve diyalektik biçimde yansır.” İnsan, ansal faaliyetiyle, doğanın bu “orijinal ve diyalektik yansıması”ndan kavramlar, bu kavramlardan yargılar, bu yargılardan uslamlamalar, bu uslamlamalardan varsayımlar, bu varsayımlardan kuramlar meydana getirir. Onları doğada dener, doğrular ve işine koşar. Mantıksal olarak nesne kavramları ikiye ayrılır: tek bir nesnenin özelliğini belirten kavramlara bireysel kavramlar, bir nesneler sınıfının özelliklerini belirten kavramlara genel kavramlar denir. Bireysel kavramlar adlardır. Örneğin Ahmet, Süleymaniye, İstanbul bireysel kavramlar; insan, câmi, kent genel kavramlardır. Genel kavramlarda mantıksal olarak ikiye ayrılır: Bir türün özelliğini belirten kavramlara tür kavramları, bir cinsin özelliğini belirten kavramlara cins kavramları denir. Her cins kavramı, bir üstündeki cins (yakın cins) kavramına göre tür kavramı; her tür kavramı da bir altındaki tür (yakın tür) kavramına göre cins kavramıdır. Örneğin omurgalılar kavramı, kuşlar kavramına göre bir cins kavramı ve hayvanlar kavramına göre bir tür kavramıdır. Mantık diliyle şöyle de söylenir: her kavramın içlemi onun cinsleri, kaplamıyla onun türleridir. Kavramlar sözcüklerle dile gelirlerse de sözcük değildirler, kavram sözcüğün anlamıdır. Eşanlamlı birkaç sözcük tek kavramı taşıdığı gibi çok anlamlı bir sözcük de birkaç kavramı taşıyabilir. Bilimlerin kendilerine özgü kavramları bulunduğu gibi (örneğin yaşambilimin gen kavramı) birçok bilimlerin birlikte kullandıkları kavramlar (örneğin nedensellik kavramı) da vardır. Kendi kavramlarını açık seçik tanımlamak ve aydınlığa kavuşturmak her bilimin görevidir. Kavramlar, nesnel gerçeklikten yansıdıkları için tıpkı nesnel gerçeklik gibi kesin, durgun, sonsuz ve saltık değildirler.
    Kavramlar da, nesnel gerçeklik gibi, daima gelişirler ve yenilenirler. Kavramları dondurmak, sonsuz ve saltık saymak metafiziğin yapısı gereği zorunlu olarak düştüğü büyük yanılgılardan biridir. Kavramlar her ne kadar soyutsalar da unutulmamalıdır ki daima somutla bağlantılı soyutlardır, somuttan kopmuş soyutlar değillerdir. Bir ustanın dediği gibi; “esnek, devimsel, göreli, karşılıklı bağlılık içinde” dirler. Çünkü onların dile getirdiği nesne ve süreçler de öylesine devimsel ve esnektirler.
    Ahmet CEVİZCİ ‘ye göre :
    Ahmet CEVİZCİ ise şu şekilde açıklamıştır :
    Kavram : Bir şeyin, bir nesnenin zihindeki ve zihne ait tasarımı, soyut düşünme faaliyetinde kullanılan ve belli bir somutluk yada soyutluk derecesi sergileyen bir düşünce, fikir yada ide.
    Soyutlama yoluyla elde edilen zihinsel tasavvur olarak kavram ortak özellikleri paylaşan bir nesneler kompleksinin veya söz konusu nesnelerin paylaştığı ortak özellik yada niteliklerin psikolojik yada zihinsel tasarımına karşılık gelir. Başka bir deyişle, bir terimin anlamı ve dolayısıyla düşüncenin, bir terimin konuşma yada söylemin en küçük birimi olması gibi, en küçük ve en temel birimi olan kavram, bir sınıfın üyeleri yada sınıfın kendisi için kullanılan isim, betimleyici bir özellik yada bağıntıya gönderimde bulunan bir terim olmak durumundadır.
    Tıpkı tümce oluşturmak için terimlerin bir araya getirilmesi gibi, kavramlarda, önermeler oluşturmak yada tam ve eksiksiz düşünceler meydana getirmek için bir araya getirilir.
    Bir kavram kazanmak, onu ifade eden terimin anlamını öğrenmektir. Buna göre, kavram düşünülebilen ve zihne bir şeyi başka bir şeyden ayırmaya olanak veren şey yada tasarımı, nesnelerin yada olayların ortak özelliklerini kapsayan ve ortak bir ad altında toplayan genel tasavvuru, kendisini gösteren terimle anlatılmak istenen genel fikri, kimi sözcüklerle dile getirilen ve deneyim kökenli olduğu öne sürülen, çeşitli soyutluk düzeylerindeki zihinsel içerikleri ifade etmektedir. Kavram, bir şeyin tekil izlenimine, o şeyin imgesine değil de, o şeyin tasarımını gösteren şeye karşılık gelir. Buna göre, insan bir şeyin tekliğini, onu başka her şeyden ayıran biricikliğini tasarlayabildikten başka, tek ve biricik olanlara ortak olan özellikler yardımıyla aynı tek ve biricik olanlar için geçerli olan bir genellikte tasarlayabilir. Kavram denilince de anlaşılması gereken işte bu ikinci tasarımdır. Kavram, bir sözcüğe yüklenmiş, bir sözcükte toplanmış bir bilgiyi ifade eder. Buna göre, epistemolojik açıdan kavram, işaret ettiği şey yada nesne hakkındaki bilgimiz arttıkça, hacmi durmadan genişleyen bir depo niteliğindedir. Bu bakımdan kavram, dilde hiçbir zaman tam olarak ifadesini bulamayan bir potansiyeliteye sahiptir.
    Öte yandan, kavram, tek başına olduğu yani bir önerme içerisinde özne ve yüklem olarak yer almadığı sürece, doğru yada yanlış, olumlu yada olumsuz olamaz. Buna göre, doğruluk ve yanlışlık, kavramların değil de, önermelerin bir özelliğidir. Kavramın tek başına yerine getireceği hiçbir işlevi yoktur; onun işlevi, ancak ve ancak önerme içerisinde belli olur.
    Öte yandan, bilimlerde kavram, bir teoriden daha aşağı bir soyutlama düzeyinde bulunmakla birlikte, teoriler kullanılan kavramlardan meydana geldiği için, teorinin çok temelli bir parçasını oluşturur.

    K E L İ M E
    Kelime, mânâsı veya vazifesi bulunan ve tek başına kullanılan ses veya sesler topluluğudur.
    Kelimenin Mahiyeti
    Bu tarifte üç unsur vardır:
    1. Mânâsı veya vazifesi bulunmak.
    2. Tek başına kullanılmak.
    3. Ses veya sesler topluluğu olmak.
    1. Mânâlı veya Vazifeli Olma
    Kelimeler mânâlı veya gramer vazifeli dil birlikleridir. En küçük dil birlikleri olan seslerin, mânâları veya gramer vazifeleri yoktur. Onlar sadece kelimelerin, dolayısıyla dilin yapısında kullanılan malzeme vazifesini görürler. Tek tek hiçbir varlığı, hiçbir nesneyi karşılamaz, hiçbir mânâ ifade etmezler. Dilde de ancak kelime bünyesinde kullanılma sahasına çıkarlar. Yani sesler en küçük dil birlikleridir. Fakat bir anlaşmayı sağlayan dilde mânâlı ve müstakil hüviyetli dil birlikleri olarak vazife görmezler. Ancak, bu şekilde vazife gören dil birliklerinin, yani kelimelerin yapısını meydana getirirler. Dildeki mânâlı birlikler kelimeler, kelimelerin meydana getirdiği kelime grupları ve cümlelerdir.
    Canlı cansız bütün varlıklar, mefhumlar, hareketler, fikirler, dilde bu mânâlı birliklerle karşılanırlar. Kelime grupları ve cümleler kelimelerden yapıldığına göre, demek ki, kelimeler mânâlı en küçük dil birlikleridir. Fakat kelimelere mânâlı en küçük dil birlikleri demek kafi değildir. Bu tarif bütün kelimeleri içine almaz. Çünkü kelimelerin büyük bir kısmı mânâlı olmakla beraber bazılarının tek başlarına mânâları yoktur, bunlar ancak diğer kelimelerle birlikte kullanılırken mânâlı bir vazife görür, bir dereceye kadar bir mânâ kazanırlar. Yani bazı kelimelerin, sadece gramer vazifeleri vardır: ile, için gibi. Şu halde kelimeler mânâsı veya gramer vazifesi olan en küçük dil birlikleridir.
    Kelimelerin mânâları, esas itibariyle, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalara dayanır. Kelimeler canlı cansız varlıkları, mefhumları, hareketleri ve onların hallerini karşılar ve temsil ederler. Kelimelerin mânâlarını teşkil eden bu karşılama ve temsil ses ve ses toplulukları ile varlıklar arasında bir uyma ve birleşme bulunmasındandır. Sesle nesne arasındaki bu uymayı, bu birleşmeyi, bu birbirini karşılamayı her kavim kendisine göre yapmış, böyle ayrı ayrı dillerde aynı nesneler ayrı ayrı ses veya ses toplulukları ile karşılanmışlardır. Nesnelerin bu şekilde ses veya ses toplulukları ile karşılanışı, gizli antlaşmalara dayanmaktadır. Fakat bu gizli antlaşmaların mahiyeti ve sebepleri belli değildir. Yani sesle nesne, kelimelerle mânâları arasında mevcut uygunluk önceden kabul edilmiş ve kökleşmiş bir birleştirme dışında herhangi bir münasebet ifade etmemektedir. Meselâ taşa niçin taş, yola niçin yol denmiştir, bilinmez. Taş, yol kelimeleri ile karşıladıkları varlıklar arasında önceden öyle kabul edilmiş olma dışında belli bir sebebe dayanan herhangi bir münasebet yoktur. Bu hususta yalnız tabiat taklidi kelimeler istisna teşkil ederler. Tabiattaki sesleri taklit suretiyle ortaya çıkmış kelimelerde sesle nesne, kelime ile mânâ arasında önceden öyle kabul edilmiş olmak dışında mantıkî bir münasebet vardır. Çünkü böyle kelimeler seslerin taklidine dayandıkları için nesne sesle değil, ses sesle karşılanmıştır. Tabiattaki seslerin dildeki ses toplulukları, yani kelimelerle aynen karşılanması şüphesiz mümkün değildir. Onun için tabiat taklidi kelimelerle karşılıkları arasında tam bir ses ayrılığı olduğu düşünülemez. Arada sadece bir benzerlik, nesnenin sesini hatırlatan bir ses yakınlığı bulunur. Fakat bu benzerlik ve yakınlık tabiat taklidi kelimelerde sesle nesne, kelime ile mânâ arasında diğer kelimelerde bulunmayan mantıkî münasebet bazı tabiat taklidi kelimelerde de zamanla unutulabilir. O zaman bu kelimeler de diğer kelimeler gibi mânâsı ile mantıkî hiçbir münasebeti olmayan bir duruma düşerler. Fakat bu az görülen bir haldir ve tabiat taklidi kelimelerde kelimenin sesi umumiyetle karşıladığı nesnenin sesini andırır: şırıltı, hışırtı, fısıltı gibi.
    2. Tek Başına Kullanılmak
    Kelimeler dilde tek başlarına, müstakil olarak kullanılan dil birlikleridir. Kendilerinden büyük birlikler olan kelime grupları ve cümle içinde dahi müstakil hüviyetlerini kaybetmezler. Kelime grupları ve cümle bitişik kelimeler halinde değil, kelime toplulukları halinde bulunurlar. Kelimeler kendilerinden büyük bu birlikler içinde bir araya gelirken arka arkaya söylenmeleri dolayısıyla bitiş ve başlangıç noktalarında ses bakımından birbirlerine bağlanırlar. Fakat vurguları ve mânâları bakımından daima istiklâllerini muhafaza ederler. Aynı şekilde yazıda da kelimeler ayrı yazılır ve birbirlerine birleştirilmezler. Kelimeden küçük dil birlikleri ise müstakil bir hüviyete sahip değildir. Sesler, ekler ve bir kısım köklerden ibaret olan bu birlikler ancak kelime içinde kullanılma sahasına çıkar ve vazife görürler. Yani kelimeler tek başlarına, müstakil olarak kullanılan en küçük dil birlikleridir. Bu dil birlikleri belirli tertiplerde yan yana gelerek daha büyük birlikler olan kelime grupları ve cümleleri meydana getirirler. Demek ki dil büyük bir kelimeler manzumesi, kelimeler dil denilen müessesenin tek tek bir müstakil hüviyetle kullanılan uzuvlarıdır.
    3. Kelimenin Yapısı
    Kelimeler ses veya ses toplulukları halinde bulunurlar. Yani kelimelerin yapısını bir veya birden çok ses teşkil eder. Fakat tek sesli kelimeler çok azdır. Kelimelerin asıl büyük kısmı çok seslidir. Tek sesli kelimelerin sesi tabiî ancak vokal olabilir: o, a gibi. Birden fazla sesli kelimelerin en küçüğü ise iki sesli olur.

    K E L İ M E VE K A V R A M

    Kelimeler her şeyden önce zihindeki kavramları karşılarlar. Bu bakımdan birbirleriyle münasebette olan üç unsur vardır: Varlık, varlığın zihindeki hayâli yani kavram, kelime.
    İşte kelimeler önce varlıkların zihindeki hayâllerinin karşılıklarıdır. Sonra da dışarıdaki varlıkların isimleridir, dildeki temsilcileridir.
    Bu sebeple bir kelimenin dışarıdaki varlık karşılığı ile, zihindeki kavram karşılığının hudutları da farklı olabilir. Kelime dışarıdaki ilk bakışta bir varlığın adı gibi gözükür. Fakat zihinde aynı zamanda daha başka kavramların da karşılığı mevkiinde bulunur. Bunun neticesinde:
    1. Kelimenin bazen bir, iki bazen de çok mânâları bulunabilir. Umumiyetle ortak isimlerin ve has isim dışındaki diğer kelimelerin daima birden çok mânâsı vardır.
    2. Kelimelerin her şeyden önce iki türlü mânâsı olabilir: Hakikî mânâ, mecâzî mânâ. Hakikî mânâ kelimelerin ilk, asıl, yapışık mânâsıdır. Mecâzî mânâ kelimenin benzerlikten dolayı ortaya çıkan, ikinci, iğreti, yakıştırma mânâsıdır. Meselâ arslanlar geçiyor diye askerlere işaret edersek, arslan kelimesi burada mecâzî mânâda kullanılmış olur. Kahramanlık ve kudret benzetmesi ile bu mânâlandırmayı yapmış oluruz.
    3. Öte yandan kelime dışarıda tek bir şekilde birleşebilir: Fakat zihnimizdeki kavramları da, karşıladıkları varlıklar da ayrı ayrı olabilir. Böylece karşımıza dilde eş şekilli bir takım kelimeler çıkar: yüz (insan yüzü), yüz (sayı), boy (insan boyu), boy (kabile), yaz (yazmaktan), yaz (mevsim) gibi. Dilde bazen eklerde, köklerde, kelimelerde böyle eş şekilli olabilirler.
    4. Buna mukabil bazen de eş mânâlı kelimeler olabilir. Bunların şekilleri ayrı, fakat mânâları aynıdır. Bilhassa yabancı dillerden de alınmış kelimeler olunca, böyle eş mânâlı kelimeler çok görülür: İnsan-adam kişi, ak-beyaz, kara-siyah, şark-doğu, baba-peder, yakmak-yandırmak, çoluk-çocuk, falan-filan gibi. Bunlar iki de, ikiden çok da olabilirler. Bunlarda esas mânâ aynı olmakla beraber, bazen nüans farkları da bulunur.
    5. Bu gibi dilde bazen kavramların zıtlığına dayanan çift kelimeler vardır. Zıtlık adeta onların arasında bir yakınlık doğurur. Biri diğerinden ayrılmaz gibi olur. Bu kelimeler, zıt mânâlı kelimelerdir. Büyük-küçük, alt-üst, baş-ayak gibi. Bazen bunların gelişmesi de paralel olur: iç-dış (iç-taş), büyük-küçük (bedük-kiçi) gibi.
    6. Zihindeki kavramların genişliği ve çokluğu, bazen de dışarıdaki belli mânâlı kelimeyi başka mânâya kaydırabilir. Bu kaymada çok defa bir ilgi ve benzerlik bulunabilir. Bazen de sebep görülmez. Meselâ ütülemek kelimesi argoda âlâkadar etmek, ilgilendirmek mânâsına kaydırılmıştır.
    Argo külhanbeyi terminolojisi demektir. Külhanbeyliğin hususi dili demektir. Hususi dil umumi dil içinden alınır, ayrı mânâ verilir ve hususileşir. İlimde hususi dil terimlerdir. Külhanbeyi kesiminde ise argodur.
    7. Türkçe kelimelerde zamanla bir çok defa mânâ değişikliği olmuştur. Bunlarda da atlamalar çok defa yan yana bulunan kavramların ilgilerine ve benzerliklerine dayanır. Meselâ yavuz “kötü, haşin, sert” demektir. Bugün iyi mânâ kazanarak “müthiş, kahraman, üstün” ifadelerine bürünmüştür. Karı eskiden “yaşlı, ihtiyar” demektir ve hem erkek hem kadın için kullanılırdı. Şimdi yalnız kadınlara ve koca karılara tahsis edilmiştir. Deli eskiden “yiğit, atılgan” demekti. Oğul eskiden erkek içinde, kız içinde kullanılırdı. Bugün yalnız erkekte kalmıştır.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Kavram

          Kategori: Felsefe

          Konuyu Baslatan: Aylin's

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1277

    HÜZÜNLER KALDI BENDE...

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş