FEDAKÂR KADIN Bir zamanlar, şiddetli bir kış sonucunda, kentin yakınındaki göl buz tutmuş. Halk, donmuş gölün üzerinde büyük bir eğlence düzenlemeye karar vermiş. Yaşlı, genç, kadın, erkek herkes şehri terk edip gölün üzerinde toplanmışlar. Biri kızağa biniyor, birisi kayak kayıyor, kurulan çadırlardan coşkun bir müzik ve kahkahalar yükseliyormuş. Gençler sevinçle sıçrayıp oynuyor, yaşlılar da bu eğlenceli manzarayı seyrediyormuş. Şehirde ise, sadece yaşlı ve fakir bir kadıncağız

Bu konu 4554 kez görüntülendi 11 yorum aldı ...
Engelli Hikayeleri.. 4554 Reviews

    Konuyu değerlendir: Engelli Hikayeleri..

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 4554 kez incelendi.

  1. #1
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart Engelli Hikayeleri..

    FEDAKÂR KADIN

    Bir zamanlar, şiddetli bir kış sonucunda, kentin yakınındaki göl buz tutmuş. Halk, donmuş gölün üzerinde büyük bir eğlence düzenlemeye karar vermiş.
    Yaşlı, genç, kadın, erkek herkes şehri terk edip gölün üzerinde toplanmışlar. Biri kızağa biniyor, birisi kayak kayıyor, kurulan çadırlardan coşkun bir müzik ve kahkahalar yükseliyormuş. Gençler sevinçle sıçrayıp oynuyor, yaşlılar da bu eğlenceli manzarayı seyrediyormuş.
    Şehirde ise, sadece yaşlı ve fakir bir kadıncağız kalmış. Hasta olduğu için devamlı yatakta yatıyor, ayaklarını kullanamıyormuş. Evinin penceresinden, buz tutmuş gölü ve oyun oynayan neşeli insanları seyrediyormuş. Akşama doğru ufka bakarken küçücük beyaz bir bulutun belirdiğini görüp, müthiş bir korkuya kapılmış. Yeni evlendiği günleri hatırlamış birden. Eşiyle gölün üzerinde gezerlerken, yine böyle bir bulut görmüş, çok geçmeden de korkunç bir fırtına ile birlikte buzlar kırılmış. Kötürüm kalması da ondanmış. Ne yazık ki kocasını da o kazada kaybetmiş.
    Yaşlı kadın; “Yine öyle olacak!” diye düşünmüş. Alabildiğine bağırmaya başlamış, ama sesini kimse duymuyormuş. Bulut gittikçe büyüyüp kararıyor, kadın ise çaresiz bir şekilde kendi kendine konuşuyormuş; “Fırtınanın çıkmasına az bir zaman kaldı.” Diyormuş. “Fırtına ile birlikte oluşacak dalgalar buzları kırıp, herkesi suya gömecek....”
    Bütün gücünü toplayan kadın, elleri üzerinde sürünerek yataktan yere inmeyi başarmış. Sobadan çıkardığı bir parça ateşle yatağını tutuşturmuş. Sonra da sürüne sürüne, güç bela evden dışarı çıkmış.
    Küçücük evi bir anda alevler sarınca, buzun üzerinde oynayanlar evin kime ait olduğunu hemen anlamışlar. Sakat kadını kurtarmak için herkes koşuşturmaya başlamış. Bu arada göğü siyah bulutlar tamamen kaplayıp, rüzgar çıkmış. Buz çatlayıp, sallanmaya başlamış. Yaşlı kadını kurtarmak için, en son kişi de sahile varınca, gökyüzü yırtılır gibi olmuş. Fırtına ile birlikte dev dalgalar gölü örtmüş, buzlar kırılmış. Ama, hiç kimseye bir şey olmamış.
    Hasta ve sakat kadın, bütün varını yoğunu ateşe vererek, şehir halkını kaçınılmaz bir ölümden böylece kurtarmış.

    alıntı


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Engelli Hikayeleri..

          Kategori: Engelliler İçin Özel Bölüm

          Konuyu Baslatan: Vuslata Hasret

          Cevaplar: 11

          Görüntüleme: 4554


  2. #2
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart Tek ayakkabı(m)

    Tek ayakkabı(m)

    Küçük bir kızken,çok merak ederdim bir insanın çift çift ayakkabısı olması nasıl bir duygu diye.
    O zamanlar cihaz kullandığım için bana özel ayakkabı yapılırdı.
    Bir gün bayramlık alışverişe çıktık babamla.İlla ayakkabı isterim diye tutturdum.
    Şuan hâlâ varmı bilmiyorum ama fatih'te Lale kundura vardı,oraya gitmiştik babamla.
    ve çok güzel bir ayakkabı almıştık.Öyle basit birşey değildi cicili bicili rugan ve üstünde yeşil çizgili...
    Bayramda büyük bir hevesle giydim ayakkabımı.
    İşte benimde model bir ayakkabım olmuştu sonunda( Laf aramızda o bayramda en güzel benim ayakkabılarımdı).
    Onları çok uzun seneler kullandım.
    Herkez yılda bir kaçtane ayakkabı alıyordu oysa benim bir tane vardı ben bir kaç çift ayakkabı sahibi olmak nasıl bir duygu çok merak ederdim.
    Birgün kendi ayakkabımı kendim aldım,ayağıma giydim ve satıcı çocuk "çok güzel oldu" dedi.
    Bende "evet yakıştı ama değil mi? dedim "zaten tek ayağa ancak bu kadar yakışır"
    satıcı çocuk şaşırdı
    "İnanın çok yakıştı dedi
    Aylar sonra bir ayakkabı daha, aldım az topuklu, tam genç kız ayakkabısı.
    Evdekiler "yaa bu sana gitmez giyemezsin dediler.
    "Yok banane...gider neden gitmesin,hem ben genç kız değilmiyim, hayallerim yokmu sanıyorsunuz, sadece ayakta olan mı giyer bunu? diye veryansın ettim çocuklugumda yapamadığımı şimdi yapıyordum!
    Artk çift-çift ayakkabım var.
    Nasıl bir duygu oldugunu ögrendim.
    Peki, içimdeki burukluğum geçiyor mu?
    İlk aldığım gün evet; ama ayakkabının tekini atarken içim acıyor.
    Şimdi bir kaç çift ayakkabım var ama, umutlarım, 'belki bir gün'lerim...işte onlar yok artık.
    Yazar:F.Köseoğlu


  3. #3
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart Engelli bir gencin hikayesi

    Bu Genç Sizden Ne İstiyor
    "Bu yalnızlığı hak edecek ne yaptım?"

    O kadar da karamsar o kadar da üzgün ki sanırsınız ülkenin başına bütün bu çorapları ören o. Hani çok çile çektiğini söyleyenler derin bir of çektikten sonra: "Benim hayatım roman" der ya. Rumuz "İstanbul’dan hiç"

    - Benim hayatım roman değil. . Çünkü benim hayatım hiç olmadı diyor.

    Nedir bunca karamsarlık? Bir insan yaşadığı hayatı dahi yaşamamış kabul edecek derecede neye üzülebilir ki?

    İşte burada durun!.. Durun ve dinleyin bu gencin sersenişlerini...

    "Ben 24 yaşında bir gencim. 24 yıldır çile ve ıstırap dolu günler yaşıyorum. İnanın hayatım boyunca bir kerecik olsun gülmedim. Ne bir dostum ne de bir arkadaşım var.

    Bunun sebebi tabii ki benim. Çünkü ben suçluyum. Çünkü ben bir hiçim. Çünkü ben bir bedensel özürlüyüm.

    İnsanların benden tiksinmesi benimle aynı havayı solumak istememesi herhangi bir sokak hayvanına gösterdikleri değerin birazını olsun bana çok göstermemeleri gayet normal.

    Ama benim de yaşamak istemem yaşamasam bile en azından istemem çok mu?

    İnsanlar beni niye ilginç buluyor?

    Beni niye dışlıyorlar?

    Hiç kimseye bir kötülüğüm olmadı ki? Çünkü benim hiç kimsem olmadı ki.

    Benim hayallerim benim umutlarım benim isteklerim yok. Olamaz da...

    Ben hiç gülmedim. Bana ağlamak bile yasak iken gülemezdim. Cesaretim olsa hayatıma bile son vereceğim. Hiç düşünmeden son vereceğim. Zaten hiç yaşamıyorum ki.

    Ne okulda ne işte ne evde hiç ama hiç kimsem yok. Çevremde beni düşünen benimle bırakın arkadaş olmayı bir vesileyle yanına gittiğimde yanımdan uzaklaşmayan bir tek kişi bile olmadı. Hemen herkes bir bahane ile yanımdan uzaklaşıveriyor.

    Sonra arkalarından bakıyorum dolu dolu gözlerle. Allahım neden kimse benimle birazcık olsun ilgilenmiyor? Neden herkes beni görür görmez yanımdan uzaklaşıyor?

    Suçum açıkça ortada. Ben bir özürlüyüm. Onun için de hiçbir şeye hakkım yok. Şu koskoca alemde nefes alabilmek bile bana bir lütuf. Ben hayal de kuramam.

    Çünkü bir hiçim. Hiçbir şey isteyemem hiçbir şey dileyemem.

    Ben intihar bile edemem. Çünkü zaten yaşamıyorum.

    Mektubuma son verirken şunu söylüyorum:

    - Ey insanlar. Övünün yaptıklarınızla işte. Sevinin "Bir yürek daha öldürdük" diye. Bayram edin beni canlı canlı hayata gömdünüz diye...

    Sevinin benim gibi bir hiç yaşamadığı için o koskoca dünya size kaldı. Sizler artık gülebilir eğlence merkezlerinde sabahlara kadar çılgınlar gibi doyasıya eğlenebilirsiniz."

    Böyle son buluyor rumuz . "hiç"in mektubu. Yorum yapmaya gerek var mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa insanı ne yoksulluk ne hastalık ne de özürlü olmak yıkabiliyor.

    İnsanı yaşarken hayattan bezdiren tek şey yalnızlık ve sevgisizlik.

    Soruyorum tüm insanlarımıza:

    - Bu genç bizden ne istiyor?

    Cevap vermeden önce aklınıza gelebilecek bütün maddi istekleri elinizin tersiyle itin bir kenara. Ve tekrar düşünün!.. Bu genç insanlardan bir tek şey istiyor.

    - Birazcık sevgi... Hatta sokak hayvanlarına gösterilen sevginin birazcığı kadar sevgi.

    O da mı kalmadı?

    alıntı

  4. #4
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart Doğum Günümde Bacaklarım Uzayacak. !!!

    Çok eskiden sabahları kalktığımda.
    Yorganı kaldırır ayaklarıma bakardım.
    Belki bu sabah ayağım uzamıştır.
    Belki bu sabah yataktan kalktığımda yürüyerek kalkabilirim diye.
    Her sabah bir ahh çekerdim yarına yaa kısmet derdim.
    Sonraları haftada bir bakmaya başladım.
    Haftalar ay oldu.
    Aylar yıl oldu.
    her sene doğum günümde bakmaya başladım ayaklarıma gece yatmadan önce rabbim yarın sabah umutlarım hayallerim gerçek olsun derdim.
    yine bir 19 mayıs akşamı hayaller kurardım gelecek sene için.
    Sonra hayal kurmamaya başladım canımı yakıyordu hayaller.
    Bu sene fark ettimki ben senelerdir ne hayal kuruyorum nede yorganın altına bakıyordum.
    Yine bir 19 mayıs sabahı.
    Yorganı açtım ayağıma baktım.
    Sonra sevdim ayağımı okşadım çocuk sever gibi fark ettimki artık umutlarım yoktu.
    Belki bir günlerim hiç yoktu hayallerim ölmüştü.
    Ama yinede kalbimin yarısı yaşam doluydu umut doluydu.
    Dışarı çıktım ortaköyde sandalyemle yürüdüm enteller pazarına gittim.
    Bir cafeda oturup yemek yedim.
    Ezan okunuyordu ALLAH'ım şükürler olsun diyi vermiştim.
    Evet ben yürüyemeyecegim.
    Evet ben sakatım.
    Ama asla yenilmeyeceğim.
    Anam,babam,kardeşim ve tüm sevenlerim için.
    Başımı dik tutacağım hayat beni yıkamyacak.
    Kahvemden bir yudum çektim ve doğum günüm kutlu olsun filiz iyiyki varsın evett iyiki varım.
    Hayat yaşamaya değer.
    Sevgilerimle
    Yazar:F.Köseoglu



  5. #5
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart Vinton Cerf

    Vinton Cerf, 1970’lerde genç bir matematik mühendisiydi. işitme engelli eşi dünyayla rahat iletişim kurabilsin diye interneti icat etti.

    Vinton Cerf, 1970’li yıllarda üniversiteyi yeni bitirmiş, yirmili yaşlarının sonunda bir matematik mühendisiydi. Doğuştan kulakları duymayan Carinne’e aşık oldu. Carinne, kimseyle iletişim kuramıyor, telefonla bile konuşamıyordu. California Üniversitesi Matematik Mühendisliği’nde bilgisayarlar arası bilgi transferiyle uğraşan Cerf’in ise tek isteği karısını mutlu etmekti. İnternet, o zamanlar askeri amaçla kullanılan bir sistemdi. Sivillerin kullanamadığı internet, kısa sürede 200 ayrı sivil kuruma yayıldı. Cerf interneti geliştiren bilim adamları arasındaydı. Ancak o daha önemli bir şey yaptı ve interneti karısının da kullanabileceği bugünkü haline getirdi.

    En çok karım sevindi Eğer bunu yapmamış olsaydı internet denilen uçsuz bucaksız dünyada kimse istediği bilgiye ulaşamazdı. Cerf bugün, “Karım artık üniversitede okuyan oğlumuzla bile internet yoluyla konuşabiliyor. Kimbilir belki de interneti karımı mutlu edebilmek için icat etmişimdir” diye konuşuyor.

    ALINTIDIR...

  6. #6
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart Aşılamayacak engel yoktur

    Birtane çocuk tekvandocu olmayı çok istiyormuş.Bir gün bir kaza geçirmiş.Sol kolu kırılmış.Çocuk günlerce ağlamış..Tekvandocu olamayacağım diye hayata küsmüş.Babası çocuğu alıp tekvando kurslarına götürmüş hocaya her şeyi anlatmış.Hoca çocuğa yıılllarca aynı hareketi göstermiş.Çocuk bir gün hocasına sormuş'bana hep aynı hareketi gösteriyosun' demiş.(böyle bir yere varamam)Adam ise yakında diyormuş sadece.Bir gün adam oğlanın yanına koşarak (turnuvalara giriyorsun demiş)Oğlan şaşırmış.(Ama en sadece bir hareket biliyorum) demiş.Oğlan turnuvaya çıkmış.Bildiği hareketi yapmış karşısındakini yere yıkmış ve maçı kazanmış.Böyle böyle bütün maçlar da birinci olmuş.Gelmiş hocasına sormuş.(Ben 1 kolumla tek bir hareket yaptım ve herkezi yere yıktım )demiş.Hoca ise(Çünkü karşında ki senin hareketine karşılık sadece sol kolunu tutarak kendini savunabilir.Ama senin sol kolun olmadığı için , kendilerini savunamıyolar demiş)Oğlan o günden sonra tekvando 1ncisi olmuşşş...



    AŞILAMAYACAK ENGEL YOKTUR

    alıntı

  7. #7
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart Görme engelli bir kız çocuğunun kaleminden

    Siz karanlığın ne demek olduğunu bilir misiniz? Bana karanlığı anlatabilir misiniz? Nasıl tarif edilir karanlık. Sizce karanlık, güneşin battığı yerde başlayıp, doğduğu yere kadar olan zaman dilimi midir? Sizce karanlık, güneşin dünya ile olan dansının bir parçası mıdır? Akşamdan sabaha kadar olan süreç midir karanlık. Sanmıyorum. Akşamdan sabah bir anlıktır. Karanlık ise çok karanlıktır.

    Ben doğduğumda her yer karanlıktı. Annemin gözlerini göremedim. Başımı koyduğum yastığa işlenen çilek dallarını göremedim. Oyuncaklarımı göremedim. Penceremin pervazına konan kuşları da, bana camın ardından ürkek ürkek bakan bakışları da. Babamın bıyıkları varmış. Göremedim. Annemin sol yanağında bir ben varmış göremedim. Perdelerimiz krem rengiymiş göremedim. Hoş krem rengi nedir onu bile bilemedim. Işığı bulmuşlar. Teşekkür bile edemedim bulanlara.

    Kırmızı başlıklı kızı anlattı annem bana. Aklım kurda kuşa değil, kırmızıya takıldı sadece. Nasıl bir şeydi bu kırmızı. Saatlerce ve günlerce aklımı yordum. Dayanamadım anneme sordum. Nedir anne kırmızı diyerek. Sevgi kızım dedi, aşktır o. Bayraktır dedi. Topraktır dedi. Şehitlerin dökülen kanıdır o. Sıcaktır dedi. Kırmızı güldür dedi. Siz renkleri görerek algıladınız. Bense hissederek. Papatyanın sarı olduğunu, Kasım çiçeklerinin beyaz olduğunu bilirim. Her şeyi sevdim de kasım çiçeklerini sevmedim. Bana kasımın onunu anımsatırlar hep. Hep ayrılığı ve hüznü anımsatırlar. Sonra gülleri gördüm karanlıkta. Kokusu düşüyor karanlığa sonra kendileri geliyor. Deniz maviymiş. Mavi ise güzelmiş. Dostmuş. Alıp götürürmüş dertleri. Maviyi görmedim ama sesini duydum. Gerçekten de alıp götürdü beni uzaklara. Derdimi hüznümü ıssız adalara koyup geldik. Siz gökyüzüne baktınız. Bulutları gördünüz. Bense gökyüzünde gezdim adeta. Bulutların üzerinde dans ettim. Bulutlara dokundum.

    Her şeyimi mükemmel yaratan rabbim, gözlerimi vermemiş bana. Olsun hiç sitem etmedim. Hiç küsmedim ona. Bunun benim için bir sınav olduğunu, zorlukların üstesinden gelince başarıyı göreceğimi, zoru başarınca huzuru ve Mutluluğu göreceğimi çok iyi biliyorum. Sonra görmeden de görebileceğimi öğrendim. Binlerce rengim var benim. Bir ışık iken bin bir renge büründüm umudumla. Görüyorum evet. Sevgiyi görüyorum. Barışı görüyorum. Umudu görüyorum. Kardeşliği görüyorum. Görüyorum evet, annemin yüreğini, babamın mertliğini, sevmenin ne kadar güzel olduğunu görüyorum. Güvercinlerin kanadında ne yüklüyse onu görüyorum. Bayrağım dalgalandığı zaman kızıllığını görüyorum. Ve inanıyorum ki çoğu kişinin görmediğini ben görüyorum. Sevgiyi görmeyenlere inat ben görüyorum. Dostluğu görmeyenlere inat ben görüyorum. Oldukça net bir şekilde hem de. Umutsuzluk engeldir insana. Sevdayı, sevgiyi bilmemek engeldir. Ben kaldırdım engellerimi. İrisi, retinası ışıktan nasip almayan gözlerle görüyorum. Her şeye rağmen hayatın üzerime üzerime geldiği de oluyor. Çocuk yüreğimin kaldıramadığı yükler de oluyor. Susuyorum. Susuyorum susuyorum. Farkında varmadan çarptığımda bir insana, kör müsün be kardeşim diyorlar yarı azarlarcasına. O zaman içimdeki tüm kahırı kan diye kusuyorum. Evet körüm diyorum sesim titreyerek. Ama yere düşürdüğün yüreğimi görüyorum diye bitiriyorum

    Göremediğinizi düşünün. Hazır gözleriniz kapalıyken, biraz deneme yapın. Bir şeyler yapmaya çalışın gözleriniz kapalıyken, etrafınızdaki nesnelere çarpmamaya çalışarak. Karanlığın, insana güvensizlik verdiğini hissedin. Her an, başınıza gelebilecek tehlikeleri göremediğinizi düşünün. Sonra görme engelli insanların bu korkuları, bu duyguları hayatları boyunca hissederek yaşadıklarını düşünün. Siz beni görün bu şekilde. Ben de sizleri göreyim istediğim şekilde ve en güzel minvalde. Ve asla ardım sıra vah vah, çok yazık demeyin bana. Bu sözler bir ok gibi saplanır yüreğime. Acınacak halde değilim Anlanılacak vaziyetteyim.

    Bir beyaz baston oldu yoldaşım. O konuştukça ve ses verdikçe ben yol aldım usulca caddelerde. Onun elinden tutarak mahalle bakkalına gitmişim. Onun elinden tutarak evimizin sol yamacındaki parka yönelmişim. İnsan bir tahta parçasından da medet umarmış meğer. Ve insanın yüreğince bir tahta parçası da yer edermiş meğer. Benim gözlerimdir o baston. Beni susadığım demlerde çoban çeşmesine götüren. Yön duygumu yitirdiğimde beni ait olduğum yere getiren. Çiçeklere onunla basmadım. Karıncaları onunla ezmedim ben.

    Zamanı böyle devirdim zaman içinde. Yılmadım, yıldırmadım hiç. Yenilginin ve pes etmenin umutsuzluk içine düşmenin bana yakışmayacağına inandım. O yüzden karanlığımdan sıyrılmak adına bir mum yakmaya çalıştım. Her şey o mum alevinde şekillendi. Kalemi tuttum gözlerim kapalı olsa da. Kitaplarım oldu. Gözümün görmediğini umudumla gördüm. Ruhumla aklımla fikrimle gördüm. Kör değildim ben asla; bunlarla göremediğim zaman kördüm. Sonra Veysel'i tanıdım. Uzun ince bir yolun yol çeken adamını. Türkülerinde buldum kendimi. Veysel nasıl gördüyse ben de öyle gördüm. Nasıl sevdiyse ben de öyle sevdim. Onu hayata bağlayan her ise ben de onunla hayata bağlandım.

    Evet hiç zor olmadı. Sevgiyle umutla en güzeli birbirimizi anlayarak görebilmenin kıvancını yaşıyorum. Ve diliyorum ki kimseler karanlıkta kalmasın. Kimseler gökkuşağının yedi renginden mahrum olmasın. Baharı olsun herkesin. Ezip geçtiği değil kokladığı çiçekler. Dağları olsun yeşil bayırlarında koşabildiği. Irmakları olsun. Onlara imrenip coşup taşabildiği. Ve engelleri olsun insanların. AŞABİLDİĞİ



    (Selin ŞAŞMA)

  8. #8
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart Aynadaki aksimiz

    O yıl New York´ ta kış, Nisanın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim.
    Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.

    Sundurmaya çıktım
    Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaşkolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üç çatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum.
    Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum.

    Hayır, teşekkür ederim
    Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti:
    Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi.
    Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim´ diye cevap verdim.

    Bekledim
    Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı.
    Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandım; çocukken öğrendiğim ´Hoş geldin bahar...´ şarkısıydı.

    Bağışlar mısınız?
    Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ´Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?´
    Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle ´Evet´ dedim.
    Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk.

    Hiç unutmayacağım
    Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık.
    Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu: "Bilmem farkında mısınız? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey..."
    O bahar gününü hiç unutmayacağım.

    Charlotte WECHLER
    Bazen evrende kendimizi en yalnız hissettiğimizde, sıkıntımızı atlatmak ve farklılığımızı ve yalnızlığımızı hafifletmek için Allah bize, aynadaki aksimiz gibi bir ikiz gönderir.´


  9. #9
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart Tibet Türkyılmaz

    İzmirli Hawking olarak bilinen 18 yaşındaki Tibet Türkyılmaz, iki parmağıyla hayata tutunmakla kalmadı, kurduğu siteyle ev kadınlarına da umut aşıladı. 18 yaşındaki Tibet Türkyılmaz 2 yaşında halk arasında kas erimesi olarak bilinen “motor polinöropati” hastalığına yakalandı. Hastalığı onu yatağa ve makinelere bağlı bir yaşama mahkûm etti. Beş yıl önce konuşma yetisini de kaybeden Tibet, hastane yatağında vakit geçirmek için kullandığı bilgisayarında annesinin yardımıyla bir dergi çıkardı. Pirinçboyu adını verdiği dergi ile adını duyuran Tibet, Fenerbahçe Kulübü’nün dergisine futbol yorumlarını göndererek, spor muhabirliği yaptı. Sanal tasarımlarını kurduğu “pirinchosting.com” sitesiyle duyurmayı başardı.

    Ardından talep üzerine birçok kişi ve şirkete internet sitesi yaptı. pirincboyu.net sitesinden DJ’lik de yapan Tibet, kendi annesinden yola çıkarak tüm ev kadınlarına destek olmak için online satış projesi geliştirdi.

    ANNESİ İLE BAŞLADI BİN KADINA ULAŞTI!

    Hastalığıın bedeninde yarattığı tahribat nedeniyle hayata küsmeyen Tibet, bine yakın üyesi olan
    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]
    sitesinde kurduğu “ev pazarı” ile önce annesinin el işlerini satışa çıkardı. Ardından da maddi özgürlüğünü kazanmak isteyen tüm kadınların el ürünlerini satışa sunabileceği ücretsiz stantlar kurarak kendi ayakları üzerinde durabilmelerine yardımcı oldu.


    Biraz eski bir haber ama sanırım örnek alabileceğimiz bir örnek

  10. #10
    Vuslata Hasret - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    12.10.2009
    Mesajlar
    8.961
    Konular
    4260
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    753
    @Vuslata Hasret

    Standart

    Bir Annenin Fedakarlığı
    « : 25 Nisan 2010, 23:24:28 »

    --------------------------------------------------------------------------------
    Bebegimi görebilir miyim?" dedi yeni anne. Kucagina yumusak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeginin minik yüzünü görmek için kundagini açti ve saskinliktan adeta nutku tutuldu!Anne ve bebegini seyreden doktor hizla arkasini döndü ve camdan bakmaya basladi. Bebegin kulaklari yoktu...Muayenelerde, bebegin duyma yetisinin etkilenmedigi, sadece görünüsü bozan bir kulak yoksunlugu oldugu anlasildi.Aradan yillar geçti, çocuk büyüdü ve okula basladi.Bir gün okul dönüsü eve kosarak geldi ve kendisini annesinin kollarina atti.Hiçkiriyordu... Bu onun yasadigi ilk büyük hayal kirikligiydi; Aglayarak "Büyük bir çocuk bana ucube dedi..."Küçük çocuk bu kadersizligiyle büyüdü. Arkadaslari tarafindan seviliyordu ve oldukça da basarili bir ögrenciydi.Sinif baskani bile olabilirdi; eger insanlarin arasina karismis olsaydi.

    Annesi, her zaman ona "Genç insanlarin arasina karismalisin" diyordu, ancak ayni zamanda yüreginde derin bir acima ve sefkat hissediyordu.Delikanlinin babasi, aile doktoru ile oglunun sorunu ile ilgili görüstü; "Hiçbir sey yapilamaz mi?" diye sordu.Doktor "Eger bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapilabilir" dedi.

    Böylece genç bir adam için kulaklarini feda edecek birisi aranmaya baslandi.Iki yil geçti bir gün babasi "Hastaneye gidiyorsun oglum, annen ve ben, sana kulaklarini verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sir" dedi.

    Operasyon çok basarili geçti. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatinda büyük basarilar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu.Yillar geçmisti, bir gün babasina gidip sordu:
    "Bilmek zorundayim, bana bu kadar iyilik yapan kisi kim? Ben o insan için hiçbir sey yapamadim... Bir sey yapabilecegimi de sanmiyorum" dedi

    Babasi, "fakat anlasma kesin, su anda ögrenemezsin, henüz degil..."

    Bu derin sir yillar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açiga cikma zamani geldi... Hayatinin en karanlik günlerinden birinde, annesinin cenazesi basinda babasiyla birlikte bekliyordu.Babasi yavasça annesinin basina elini uzatti; Kizil kahverengi saçlarini eliyle geriye dogru itti; annesinin kulaklari yoktu.

    "Annen hiçbir zaman saçini kestirmek zorunda kalmadigi için çok mutlu oldu" diye fisildadi babasi "..ve hiç kimse, annenin daha az güzel oldugunu düsünmedi degil mi?"

    Gerçek güzellik fiziksel görünüse bagli degildir,ancak kalptedir!

    Gerçek mutluluk, gördügün seyde degil, asil görünmeyen yerdedir...

    Gerçek sevgi, yapildigi bilinen seyde degil, yapildigi halde bilinmeyen seydedir...
    __________________
    alıntı

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş