BALKAN EDEBİYATI Türk hakimiyetinin Bulgaristan’da yalnız Bulgaristan’da değil, bütün balkan yarımadasında, bıraktığı adlardan biri olan Balkan adı, Bulgar dilinde özel bir yer tutmuştur. Eski Çağda Balkan dağına Gerekçede Ajmos adı verilmiştir. Trak kökeninden geldiği anlaşılan bu ad Latincede Haemus olarak geçer. Bulgarlar bu dağa “eski, yeni büyük dağ” anlamına gelen Stara Planina adını vermişler. Ancak, Bulgarca Stara Planina adı yalnız resmî dilde kalmış, Balkan adı ile günlük konuşmada

Bu konu 1837 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Balkan Edebiyatı(Ders Notlarıdır) 1837 Reviews

    Konuyu değerlendir: Balkan Edebiyatı(Ders Notlarıdır)

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1837 kez incelendi.

  1. #1
    Aylin's - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    24.03.2009
    Mesajlar
    3.559
    Konular
    3321
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    1
    Tecrübe Puanı
    1053
    @Aylin's

    Standart Balkan Edebiyatı(Ders Notlarıdır)

    BALKAN EDEBİYATI
    Türk hakimiyetinin Bulgaristan’da yalnız Bulgaristan’da değil, bütün balkan yarımadasında, bıraktığı adlardan biri olan Balkan adı, Bulgar dilinde özel bir yer tutmuştur. Eski Çağda Balkan dağına Gerekçede Ajmos adı verilmiştir. Trak kökeninden geldiği anlaşılan bu ad Latincede Haemus olarak geçer. Bulgarlar bu dağa “eski, yeni büyük dağ” anlamına gelen Stara Planina adını vermişler. Ancak, Bulgarca Stara Planina adı yalnız resmî dilde kalmış, Balkan adı ile günlük konuşmada büyük bir yaygınlık kazanmıştır. 1963’te çıkan Bulgar Ansiklopedisi , Balkan adının artık eskimiş olduğunu ima etmek istemiştir. Buna karşılık bu adın Bulgaristan’da bugün sık sık kullanıldığını görürüz. Örnek olarak, Bulgaristan’ın resmî gezi ve turizm işletmesine Bulkanturist adı verilmiştir.
    Prof.Strasimir Dimitrov’un Balkan adına ilişkin cevabı ise karışıktır. Yazar, Balkan dağlarına iki ad-Balkan ve Stra Planina- adlarının verildiğini kabul ettikten sonra, birincisinin Bulgar Türkleri, ikincisinin Bulgar Slavları tarafından verildiğini bildiriyor. Balık köküne dayanan balkan adının anlamına gelince: Kâşgarlı Mahmud’a borçlu olduğumuz Oğuzca balık sözü “çamur” anlamına gelmektedir. Buna göre, balkan sözünün başlangıçta “bataklık” anlamına gelmesi gerekir. Anadolu ağızlarında balkan sözünün bugün “bataklık” olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu şehirler: Burdur, Denizli, Aydın, Samsun, Ordu, Giresun, Antalya’dır. Türkçe balkan sözünün bal fiil kökünden geldiği yolunda verilen bilgi yanlıştır. Balkan adının son yıllarda bile tartışıldığını görüyoruz. Örnek olarak, C.H.Lambert, 1980’de Onoma dergisinde çıkan bir yazısında Balkan adını Balkan yarımadasında yaşayan Romenlere Güney Slavları tarafından verilen Blah adıyla birleştirmek istemiştir. Yazara göre, adını Blah adından alan dağlar, başlangıçta sık ormanlarla örtülü idi. Bu bakımdan balkan adı Türkçede sonradan “ormanlık dağ” anlamını kazanmıştır. Bunun dışında tanınmış Rus Türkoloğu, N.K.Dmitriev, “Yeni Osmanlıcada –gan eki” başlıklı yazısında Türkçe Balkan sözünü –gan ekiyle yapılmış türevler arasında saymış, ancak bal- fiil kökünün bugün unutulduğunu bildirmiştir. Görülüyor ki, Balkan kelimesinin nereden geldiği üzerine bir çok değişik fikir var.Bu konuyu yazarımız şu şrkilde sonlandırıyor: “Balkan adının kökeni açıklandıktan sonra bu adın da ortak Türkçenin bir türevi olduğu açığa çıkacaktır. Benim inanıma göre, Balkan adı Oğuzca balık sözünden –n ekiyle yapılmış bir türevdir.”


    BALKAN TÜRKLERİNİN GÖÇ KADERİ
    Balkan Türklerinin göç kaderi üzerine birçok kitap yayımlanmıştır. Fakat okuduğum kadarıyla bu konuyu en canlı şekilde işleyen Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy’dur. Bunun nedeni de şüphesiz o günleri yaşamış olmasıdır. Yazmış olduğu kitabun önsözünde bu konuyu şöyle anlatır:
    “Balkanlar’dan göçler deyince çocukluğum gelir aklıma. Mahallemizdeki çocuk arkadaşlarımdan bazılarının ailece çok uzak yolculuğa çıktıkları ve bir daha hazırlıkları, yürekleri sızlatıcı ayrılık anları… Gözyaşı dökerek babaannemin söylediği gurbet türküleri gelir aklıma… Acılarla dolu türküler, ağıtlar dinleyerek büyüdük. Sonra bu türküleri, bu ağıtları bizler söylemeye başladık. Türkülerimizde mi hüzün yok, oyunlarımızda mı?Ruhumuza mı işlememiş Balkan acıları?..
    Balkanlar’dan Türk göçleri, Trihimizin en üzücü sayfalarını oluşturmaktadır. Balkanlar, Osmanlı Devleti’nin “Rumeli-i Şahane’siydi”, diyorlar. Gün geldi felâket Balkanlar’da başladı. İlk toprak parçaları İmparatorluğun Rumeli kanadından koparıldı. Sonra Osmanlı, bu yerlerden atıldı. Olanlar da buradaki Türkler’e ve Müslümanlar’a oldu. Yüzbinlercesi acımasızca öldürüldü. Yüzbinlercesi kötü hava koşullarna, açlık ve hastalıklara kurban gitti. Hayatta kalabilenler de mekân tuttukları vatandaş olarak fakirleşmiş, fakirleştirilmiş bir azınlık durumuna düşürüldü. Göç edenler ise, tarihçilerin ifadesiyle, topraklarını kaybetmediler, vatanlarını kaybettiler. Çünkü Rumeli bir vatandı, Rumeli bir Türk yurduydu.
    Geride ne kaldı?
    -Geride içli Rumeli türküleri, acılarla dolu ağıtlar kaldı. Geride komitacı baskılarını ve çeteci soygunlarını anlatan tüyler ürpertici hikâyeler, acıklı anılar, anlatılar kaldı. Geride bir sözlü tarih kaldı…
    Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun üçte birinin fazlası Balkan kökenlidir, diyor bazı uzmanlar. Bu insanların günahları neydi de yerlerinden yurtlarından sökülüp atıldırlar? Balkan Türkünün felâket destanını bilmiyor muyuz? Balkanlarda yaşanan insanlık dramı hepimizin bir felâket destanı değil midir? Osmanlı Avrupası hakkında yeterince bilgimiz var mıdır? Bu konuda yazılmış az sayıda eserleri de okuyor muyuz?
    Rumeli felâketinin belki de unutulması, unutturulması istendi. Balkanlar’ı dolaşanlar, Balkanlar üzerine yazıp çizenler, Balkan Savaşı arefesine kadar bu coğrafî bölgenin çoğunluğunu oluşturan Türk ve Müslümanlar’a ne oldu, onlara ne yapıldı, sorusunu sormadılar. Yazılarnların da çoğunda Balkan gerçekleri saptırılarak, çarpıtılarak verildi. Balkan ve Avrupa sanat eserlerinde de Türkler hep birer olumsuz tip(karakter)olarak gösterildi.
    Aleyhimize yazılmışları okuduk mu, biliyor muyuz? Bizler ne yaptık? Balkanlar’da yaşanmış acı gerçekleri, birazcık da olsun, gözler önüne serdik mi? Kendimizi anlatabildik mi?
    Bu yıl 1877/78 Osmanlı Rus savaşının 130. yıldönümüdür. Müthiş Rumeli Muhaceretine, Büyük Bozguna sebep olan bu savaş, Millî felâketlerimizin bir başlangıcı olmuştur. Yaşanan bu ilk büyük göç, bundan sonra yaşanacak büyük göçlerin habercisi gibiydi. Yüz otuz yıldır Rumeli Türkü’nün gözyaşı dinmek bilmiyor.; ayrılıkların, göçlerin bir türlü sonu gelmiyor…Milletimiz: “Anadolu’nun salgını, İstanbul’un yangını, Rumeli’nin bozgunu” diyerek tarihimizinbu acısayfalarını, bir deyim hâline getirmiştir.
    Bu kitapta edebiyatımıza yansımış Rumeli’nin bitmeyen sancıları vardır, acı gözyaşları vardır. Kitabın basılmasını sağlayan Bursa-Filibeliler Derneği Yönetim Kurulu üyelerine teşekkür ederim.

    Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy
    Göç olgusu hangi milletin, hangi insan topluluğunun başına gelirse gelsin, büyük bir insanlık dramıdır. Balkan Türklerinin hayatında göçün özel bir yeri vardır. Büyük zulüm görmüş, yurtlarını bırakmak zorunda kalmış insanlarımızın Türkiye’ye gelişlerinin acı hikâyesidir. Balkan Türkleri ve Müslümanları için göç, büyük felâket demektir, katliamlardan, zulüm ve baskılardan kurtulabilmek için son bir çare, son bir umut demektir.

    İçe dönük ilk dönem göçleri, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı öncesi yapılmıştır.

    Ötme bülbül ötme, yaz bahar oldu
    Bülbülün figanı bağrımı deldi
    Gül alıp satmanın zamanı geldi
    Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i
    Çeşmelerde abdest alınmaz oldu
    Camilerde namaz kılınmaz oldu
    Mamur olan yerler hep harab oldu
    Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i
    Budin’in içinde uzun çarşısı
    Orta yerde Sultan Ahmet Câmisi
    Kâ’be sûretine benzer yapısı
    Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i
    Cephane tutuştu aklımız şaştı
    Selâtin câmiler yandı tutuştu
    Hep sabi sübyanlar ateşe düştü
    Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i
    Kıble tarafından üç top atıldı
    Perşembe günüydü güneş tutuldu
    Cuma günüydü Budin alındı
    Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i
    1877/78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sebep olduğu göçler

    Bu savaşta gelişen olaylar, sözlü halk edebiyatına özel bir motif konusu olmuştur. Ruslar’ın Tuna’yı geçmesi, Plevne’nin Osman Paşa tarafından savunulması dillere destan olmuştur:

    Ruslar Tuna’yı atladı
    Karayolları yokladı
    Osman Paşanın kolundan (da)
    Beş bin top birden patladı
    Karadenin akmam dedi
    Ben Tuna’ya bakmam dedi
    Yüz bin Kazak gelmiş olsa
    Osman Paşa korkmam dedi

    1912/13 Balkan Savaşlarını izleyen göçler

    Balkan savaşında Selânik ve çevresinde gelişen olaylar nice insanların yer değiştirmesine, nice insanların ölümüne sebep olmuştur. Selânik göçmenlerinden dinlenen bir türkü de şöyledir:

    Selanik Selanik viran olasın
    Taşını toprağını seller alası
    Sen de benim gibi yarsız kalasın
    Aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver
    Al başımdan bu sevdayı yare ver
    Selanik içinde sela okunur
    Selanın edası dostlar cana dokunur
    Gümüş kızmayla mezar kazılır
    Aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver
    Al başımdan bu sevdayı götür yare ver
    Cumhuriyet Dönemi Göçleri

    Osmanlı Devleti döneminde yaşanan göç olayları Türkiye’de Cumhuriyetin ilânından sonra da devam etmiştir.Tarihî ve toplumsal gerçeklerin bir ifadesi olan bu büyük insanlık dramına mâniler, türküler ve destanlar, efsane ve menkıbeler hasrederek Bulgaristan Türkü, gönlünü avutmuş, karanlık günlerinde kendine teselli bulmuştur. Mânilerden örneklere bakalım:

    Kara tren gidiyor
    Acı duman seriyor
    Kara trenin içinde
    Macırlar gidiyor
    *
    Yağmur yağdı sel oldu
    Dereler taştı doldu
    Ben vatanımdan ayrılmam
    Zalım Bulgar sebe oldu
    *
    Dağlarımın tepesi
    Yarimin seteresi
    Milleti batırdı ya
    Macırlık meselesi
    *
    Elmayı satan bilir
    Tadını tatan bilir
    Macırlık ateşten gömlekmiş
    Acısını çeken bilir


    Yazılı Edebiyatımızda Balkanlar’ın Acı Gerçekleri

    Balkan Türkleri’nin ve Müslümanları’nın yaşadıklar sıkıntılar, göç yollarında çektikleri çileler, sözlü halk edebiyatımızda olduğu gibi, yazılı edebiyatımızda da yankısını bulmuştur. Büyük tarihî olayların bir sonucu olarak göçler, bazı sanatçılara konu olmuş, özellikle de felâketleri bizzat yaşayanlar kültür tarihimize değerli eserler bırakmışlardır. Bunların bir tanesi de Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’dir. Zağra Müftüsü’nün Hatıraları adlı eserinde Ruslar’ın Tuna’yı geçerek ilk zaptettikleri yerlerde Türkler’in katliama uğratılmasını en canlı şekliyle bizlere sunar.
    Çekilişlerin bir sonucu olan acıların, hicretlerin devam edeceğini söylüyor Yakya Kemal:

    Hizretlerin bakiyyesi hicranlı duygular
    Mahzun hudutların ötesinden akan sular
    Balkan felâketinden duyulan üzüntüyü Mehmet Akif de şöyle dile getirmektedir:

    Ne felaket: Dönüversin de mesacit ahıra,
    Hırvatın askeri tepsin çıkıp üstünde horal!
    Bari bir hatıra kalsaydı şu toprakta diri…
    Yer yarılmış, yere geçmiş şüheda türbeleri!
    Nerde olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova
    Sen misin, yoksa hayalin mi? Vefasız Kosova!
    Bunlar dışında; Yahya Akengin, S.Selvi, Turgut Özakman, Cevat Çapan gibi bir çok isim bu göçlerden duyulan üzüntüyü eserlerine yansıtmıştır.

    BALKANLARDA OSMANLI DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
    Balkanlar, Avrupa’nın güneydoğusunda yer alan bir yarımada. Batısında Adriyatik denizi, güneyinde akdeniz ve doğusunda Ege, Marmara ve Karadeniz yer alıyor. Kuzey sınır olarak Tuna ve Drava nehirleri kabul ediliyor. Türk milletinin Balkanlarla, daha doğrusu bizim tarihimizle Rumeli ile ilişkisi çok erken dönemlerde başlamıştır. Atalarımız V. Yüzyıl başlarından itibaren Balkanlara girmişlerdir. Atilla’nın bu bölgenin büyük bölümünü ele geçirerek İstanbul yakınlarına kadar geldiği biliniyor. XI ve XII. Yüzyıllarda ise Peçenek, Kuman ve Uz Türkleri Balkanlar’a gelip yerleşmişlerdir. XII. Yüzyıl ortalarında da muhtemelen Moğol istilasndan kaçan Sarı Saltuk ile sonradan onun adıyla anılan Türkmen aşireti Balkanlar’a geçti ve Dobruca dolaylarında ilk Müslüman Türk cemaatini meydana getirmiştir.
    Fakat Balanlarla asıl uzun süreli ve kalıcı ilişkiler Osmanlı zamanında başlamış ve günümüze kadar da devam etmiştir. Osmanlılardan bu ilişkiyi ilk başlatan Orhan Gazi’nin büyük oğlu Rumeli Fatih’i adıyla anılan Süleyman Paşa’dır. Onun 1354 yılında Çanakkale Boğazını geçerek Gelibolu’ya ulaşmasıyla başlayan fetih harekatı, kendisinden sonra dalgalar halinde devam etmiş ve Balkanlar kısa bir süre sonra Osmanlı Devletinin en önemli kanatlarndan biri haline gelmeye başlamıştır. Örnek olarak Edirne hariç bugünkü Trakya sınırına ulaşma tarihi ilk fetihten sadece üç yıl sonradır. I. Murat devrinde ise bu sınırlar Tuna’ya ve Adriyatik denizine ulaşmış bulunuyordu. Yıldırım Bayezid harekatı Romanya’ya doğru genişletmiş, Fatih Sultan Mehmet ise Atina’ya, Bükreş’e girmiş ve Bosna Hersek’i almıştır. Kanuni Sultan Süleyman Balkan seferini Kuzey’e doğru çevirmiş, Orta Avrupa’nın kilidi sayılan Belgırad’ı alarak Macaristan’a girmiş ve Mohaç Meydan Muharebesi ile bu ülkeyi de topraklarına katmıştı, Bu tarihten itibaren Balkanlar iki yüz yıl sürecek bir barış ortamına kavuşmuş ve bölge hızlı bir gelişme göstermiştir.
    Son gelişmelerden sonra bugün Balkanlar’da Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya, Makedonya, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Arnavutluk olmak üzere sekiz devlet yaşamaktadır. Bunların ilk beşinde günümüzde de belli yoğunlukta soydaşlarımız yaşamaktadır. Bölgedeki Türk nüfusuya ilgili sağlıklı bilgiler olmamakla birlikte bnların sayısının 2.500.000civarında olduğu sanılıyor.

    BALKANLARDA TÜRK EDEBİYATI
    Balkanlardaki Türk hakimiyeti ve ardından gelen uzun barış devresinde ortaya çıkan gelişmelerden bilim, kültür ve sanat da kendine düşen payı almış ve bölgede bu açıdan da büyük bir gelişme görülmüştür. Balkanlarda bugün mevcut pek çok merkezi yerleşim birimini şehir haline getirenler Türkler’dir. Bu yüzdendir ki Balkanlar’da yakın zamanlara kadar hangi ırktan olursa olsun bir kimsenin şehirli kabul edilebilmesi Türkçe bilme şartına bağlıydı. Bu medeniyetin Türk olmayan yöre halkına ne denli tesir ettiğinin en açık göstergesi ise dillerine girmiş Türkçe kelimelerdir. Bunların sayısı Sırpça ve Hırvatça’da 7000, Makedonca’da biraz daha fazla, Bulgarca’da 5000, Rumuca’da 3000 civarında, Macarca ve Romece’de çok sayıda, Arnavutça’da ise hepsinden fazla miktardadır.
    Osmanlı kültür coğrafyasına şöyle bir göz atacak olursak edebiyat tarihimize katkıda bulunan şairlerin büyük bir bölümünün de Balkanlar’daki şehirlerde doğduğu görülecektir. Bir başka ifade ile Osmanlı Devletinin şair kadrosunun önemli bir bölümünü Rumeli yetiştiriyordu dense, mübalağa edilmiş olmaz.
    Şuarâ tezkirelerinin verdiği bilgilere göre Osmanlı döneminde seksen beş şair bugünkü Bulgaristan sınırları içinde doğmuştur. Bunlardan bir kısmı: Ali Çelebi, Aşkî, Avnî, Bezmî, Cefâyî, Fâni, Nazmî gibi.
    Bugünkü Yunanistan sınırları içinde yer alan Serez, Vardar Yenicesi, Selanik ve Girit Osmanlı döneminde çok sayıda şair yetiştirmiş önemli kültür merkezlerindendir. Bugünkü Yunanistan sınırları içinde kalan Dimetoka’dan Abdülvâsî Çelebi, Eğriboz’dan Sâmî, İzzet, Râgıb, Ferecik’ten Hadîdî ve Râsim gibi daha birçok isim sayılabilir.
    Madedonya sınırları içinde yer alan Debre Vechî’yi , Drama Arif Mehmed’i, Gevlili Bâlî’yi, İştip Aklî, Sadrî, Tâlib’î’yi, Kalkandelen Sucûdî, Fakîrî ve Tulûî’yi yetiştirmiştir.
    Yeni Yugoslavya sınırları içinde yer alan Alacahisar, Adnî mahlasıyla şiirler yazan Mahmud Paşa’yı, Semendire Cenânî, Sünnî, Tarîkî’yi, Yeni Pazar Arşî, Hulûsî, Ni’metî gibi pek çok isim buradan çıkmıştır.

    Mr.Daver Krasniç,“Çevren Dergisinin Balkan Türkleri Edebiyatındaki Yeri” başlıklı makalesinde bu konuyu şöyle değerlendirir: “Balkan Türk dili kendi coğrafi sınırları içinde kapalı kaldığı için gelişim göstermez.


    Balkanlar’da konuşulan Türkçe yaşadığı coğrafyanın dilinden etkilenince, Türkiye Türkçesinden ayrı kelime kullanımı sentaksa hatta semantik ögelere kadar uzanan etkilenme olmuştur. Dilde zorlamalar anlatım yanlışlarına düşmeye neden olmuştur. Şiirlerde ölçü zorlaması Türkiye Türkçesiyle beslenemeyen Balkan Türkçesinden zorlama anlatımlara yol açmıştır. Kelime kadrosundaki eksiklik şiiri yer yer anlaşılmaz hele getirerek, onun duygusal bütünlüğünü bozmuştur.”

    Mesîhî
    (1470-151?)

    Priştine’de doğdu. Bazı kaynaklara göre asıl adı İsâ’dır. Gençliğinde İstanbul’a gelerek öğrenim görmüştür. Yazısının güzelliğiyle dikkati çekerek pek çok hem-şehrisi gibi katiplik mesleğini seçmiş ve Hadım Ali Paşa’ya bağlanarak onun divan katibi olmuştur. Paşa’nın Şak Kulu savaşında şehit oluncaya kadar da bu görevi devam etmiştir. Ali Paşa için yazdığı mersiye, Osmanlı devletinde vezirler için yazılan ilk mersiyedir.
    Mesihi’nin Divan’ı, Şehr-engiz’i ve Gül-i Sadberg’i vardır.
    Saldun belâya cânımı iy cân unutma hâ
    Kıldun gam u firkat ile giryân unutma hâ
    Geldi niçe senün gibi cevvâr-ı dehre lîk
    Gitdi sonuci yine perîşân unutma hâ
    Aşıklarını lûtf ile yâd eyliyecegiz
    Sög bana dahı iy şeh-i hûbân unutma hâ
    Bezm-i belâda nûşumi nîş eyledi gamun
    Ana karşu ıyş u nûşumı iy cân unutma hâ
    Ahî
    (Ö. 1517)
    Niğbolu’da doğmuştur. Seyid Hoca adlı zengin bir tüccarın oğlu olup asıl adı Hasan’dır. Ahî, hayatı boyunca hep bazı aksiliklerle yüzyüze yaşamış bir şâirdir. Babasının ölümü üzerine bir süre ticaretle uğraşmıştır. Annesi Melek Kadın’ın bir başkasıyla evlenmesine kırılıp vatanını terk etmiş ve İstanbul’da öğrenimine başlamıştır. Kırk yaşlarındayken Kara Bali’den Mülazım olmuştur.

    Bu arada nesir ne nazım alanında adını duyurmaya başlamış, Yavuz Sultân Selim şiirlerini görünce beğenmiş ve kendisiyle ilgilenilmesini istemiştir. Fakat şâir. Pâdişâhın bu ilgisini gereği gibi değerlendiremeyince, uzun bir süre görev alamamıştır. Daha sonra Karaferye medresesi müderrisliği verilmiş ve bu görevde iken ölmüştür.

    Sevdüm yine bir ruhları günce-dehânı
    Bülbüllerini inledici şûh-ı cihânı
    Yolına revân eyleyeyin cism ile cânı
    Şol afet-i devrân ki dinür adına Sânî




    BALKAN DEVLETLERİNİN EDEBİYATI
    Balkan Türklerinin edebiyatına yönelik tek bir kitap bulunmadığı için, konuyu biraz daha genişleterek Romanya Türklerinin Edebiyatı, Makedonya Türklerinin Edebiyatı ve Bulgaristan Türklerinin Edebiyatı başlığı altında incelemeyi uygun buldum. Her ne kadar birbiriyle taban tabana zıt bir edebiyata sahip olmasalar da, yine de aralarında bazı fark bulunan bu edebiyatlar ortak bir kültürden beslenmiştir.

    I.Romanya Türklerinin Edebiyatı

    Rumeli toprakları, Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Türk Edebiyatının serpilip geliştiği çok önemli vatan parçalarından biri olmuştur. Aşık Çelebi’den Yahya Kemal’e kadar, edebiyatımızın önde gelen birçok şair ve yazarı bu topraklarda yetişmiştir. Şuarâ tezkirelerindeki 3180 şairden 525’i yani her beş şairden birinin Rumeli doğumlu olması, bu bölgenin kültür tarihimiz bakımından önemini bariz bir şekilde göstermektedir. Ayrıca Anadolu sahasında yetişen birçok önemli şahsiyet de, bu yörelerdeki görevleri süresince bölgenin kültürel hayatına canlılık kazandırmışlardır.




    Sözlü Edebiyat

    Osmanlılar döneminde Dobruca’da yaşayan Türklerin eğitim düzeyinin diğer azınlıklara göre oldukça yüksek olduğu kaynaklarda belirtilmekle birlikte; buraya yerleşenlerin uzun süre göçebe hayatı yaşamaları, yerleşik hayata geçenlerin de köylerde tarım ve hayvancılıkla meşgul olmaları sebebiyle, yazılı edebiyat 19. yüzyılın sonlarında başlayabilmiştir. Romanya Türkleri, bu tarihe kadar ideal, inanç ve geleneklerini, destan, mani, çın, türkü ve atasözü vs. gibi anonim ürünlerde yaşatmışlardır.
    Mehmet Ali Ekrem, Romanya Türkleri folklorunu; Dobruca’da doğan Türk folkloru, Anadolu’da doğan ve Dobruca’da değişen Türk Folkloru, Kırım ve Bucak yoluyla gelen Kuzey Türkleri folkloru, Rumeli’de çıkan ve mahalli şartlara göre bazı farklılıklar gösteren folklor, değişik devirlerde çeşitli şairlerin kaleminden çıkan ve halk arasında şifahi olarak yaşayan folklor olmak üzere beş gruba ayırır.
    Romanya Türkleri arasında, bütün Türk dünyasında bilinen Köroğlu Destanı, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre, Yusuf u Züleyha ve Tepegöz gibi hikâyeler ve Nasreddin Hoca fıkraları canlı bir şekilde yaşamaktadır.
    Güneyden gelen Türklerin folklor ürünlerinden seçmeler, Mehmet Ali Ekrem tarafından Bülbül Sesi adıyla yayımlanmıştır. Oğuz Türklerine ait destanların bir kısmı, Dobruca’nın çeşitli bölgelernde ortaya çıkan olayları (Başğınar Destanı, Bir Kız Destanı, Ramazan Destanı, Beni Aldattılar vs.); bazıları da Türk tarihiyle ilgili konuları (Osman Paşa, Köroğlu, İnönü Dağlarında, Milli Kurtuluş Destanı vs.)anlatır. Dobruca folklorunda, Rumeli türkülerinin ise ayrı bir yeri vardır.

    Yazılı Edebiyat

    Bugünkü bilgilerimize göre, Romanya Türklerinin edebiyatı 19. asrın sonlarında başlamıştır. Osmanlı döneminde Dobruca’da Rumeli coğrafyasının diğer şehirlerinde olduğu gibi bir edebî muhitin oluşmadığı görülür. Bunda da, buradaki Türklerin göçebe olarak yaşamaları ve Eflak ve Boğdan’ın özerk prenslikler olarak yönetilmesinin etkisi büyüktür. Anadolu sahasında yetişen Türk Edebiyatı’nın bazı tanınmış isimleri çeşitli vesilelerle bir süre Romanya’da bulunmuşlardır. Simavna Kadısıoğlu, Bedrettin, Taşlıcalı Yahya Bey, Tokatlı Kânî, A. Vefik Paşa, Ahmet Rasim, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi. Bunlardan biri olan Ahmet Rasim, I. DÜNYA Savaşı sırasında harp muhabiri olarak Romanya’daki anılarını Romanya Mektupları(İst. 1916) yayımlamıştır.
    Romanya Türklerinin yazılı edebiyatının başlamasında, İbrahim Temo’nun önemli katkıları olmuştur.
    İttihatçılardan olan Arnavut asıllı Temo, istibdat rejiminin baskısından kurtulmak amacıyla Mecidiye’ye yerleşmiş ve burada çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Bu çalışmalar, Dobruca Türklerinin millî duygularının uyanışında önemli bir rol oynamıştır.(Ülküsal, 1982:161). Temo, burada Türklerin ileri gelenleriyle yakın ilişkiler kurmuş ve onları istibdat rejimine karşı mücadeleye ortak etmeye çalışmıştır. Onun bu çabalarına, buraya kaçan diğer Jön Türkler de yardımcı olmuş ve birlikte Köstence’de, İttihat ve Telakki’nin Balkanlar şubesini kurmuşlardır. Bunlara, İstanbul’da eğitim gören Mehmet Niyazi gibi gençlerin katılmasıyla, Dobruca’da yeni bir hava esmeye başlamıştır.Bu dönemde, Dobruca’da, Dobruca Sadası, Işık, Haksöz, Hasret, Sadakat, Şark, Sadayı Millet, Dobruca, Teşvik, Mektep ve Aile, Hayat, Tan, Rumanya, Haber, Tuna, Emel, Çardak, Bora vs.gibi otuza yakın gazete ve dergi çkmıştır.(Edip, 1992:143-147).
    Dobruca Türkleri Edebiyatı’nin dönemleri hakkında kısa bir bilgi verelim:

    a) Osmanlı Dönemi (1397-1878): Yaklaşık dört asırlık bu süre, yukarıda belirttiğim birkaç ismin dışında önemli şahsiyetlerin yetişmediği sözlü edebiyat dönemidir.
    b) Krallık Dönemi (1878-1944): Türklerin kitleler hâlinde Anadolu’ya göç etmeye başladıkları bu dönemde, yukarda belirttiğim gazete ve dergilerde Romanya Türkleri Edebiyatı’nın ilk ürünleri görülmeye başlar. Mehmet Niyazi, İsmail Ziyaeddin, İsa Yusuf Halim, bu yayın organlarında imzaları görülen yazarlardandır.
    c) Sosyalist Rejim Dönemi (1944-1989): Dobruca Türkleri Edebiyatı, oldukça faal geçen bir dönemde bir ölüm sessizliğine bürünür. Bütün gazeteler ve dergiler kapatılır. Başlangıçta, okullarda Türkçe derslerine izin verilir. Türkiye Türkçesinin yanında , Tatar Türkçesiyle de kitaplar bastırılarak Tatarca eğitim başlatılır. 1960’larla beraber Türk okulları kapatılır ve Türkçe eğitim yasaklanır. Türk edebiyatıyla ilgili antolojiler ve genellikle sosyalist yazarlardan yaptıkları roman, hikâye çevirilerini yayımlarlar. Bu dönemin sonlarına doğru, Türkçe yazmaya müsaade edilir ve Türk azınlık, 1987’de Renkler adlı bir sanat-edebiyat dergisi çıkarmaya ve folklor derlemelerini yayayımlamaya başlar.
    d) 1990 Sonrası Dönem: Bu dönemde Türkçe eğitimine yeniden izin verilir. Türk azınlık, siyasi birliklerini kurar ve Renler’in yanında Karadeniz ve Hakses gazetelerini çıkarmaya ve soydaş yazarların şiir, hikâye ve araştırmalarını yayımlamaya başlarlar.

    Sonuç olarak, Rumeli coğrafyasının diğer parçaları kadar olmamakla birlikte, Kuzey ve Güney Türklüğünün bir temas yeri olan Dobruca bölgesi de, Türkçenin soluklandığı yerlerden biridir.

    Asırlarca, gönlündekileri sözlü olarak yaşatan, 19. asırdan itibaren yazılı edebiyatlarının ilk temsilcilerini yetiştiren bu Türkler, yaklaşık yarım asırlık bir suskunluk döneminden sonra dillerini ve unutulmaya yüz tutan geleneklerini yeniden canlandırma çabası içine girmişlerdir.

    Eserleri

    Bayram Türküleri

    YILDA OLUR İKİ BAYRAM
    Yılda Olur iki bayram
    Gam edenler barışır
    Küsmre yarim, barışalım
    Her bir efsan bendedir
    Var söyleyin şu yarime
    Zare zare ölmesin
    Yarimi eller sarayor
    Bazi gözüm görmedin


    Maniler
    Yaylaya gider atlar
    Yârim sulardan atlar
    Yârime kurban olsun
    Yoldaki bütün otlar
    **
    Başında durur telleri
    Kıl gibi ince belleri
    Açılır tutkun elleri
    Yâr karşıdan gelip gülse
    **
    Gemi geldi durdu mu?
    İskelee vurdu mu?
    Söyle ey seher yeli
    Yâr halimi sordu mu?
    **
    Alma tuvıl yâr eken
    Buz belledim kar eken
    Aldımdan hayal geşti
    Hayal tuvıl yar eken
    Önemli İsimleri

    Mehmet Niyazi, İsa Halim Yusuf, Saliya Hacı Fazıl, Necip Hacı Fazıl, İsmail H.A.Ziyaeddin, Ahmet İsmail Daut, Ekrem Menlibay, Atilla Emin, Enver Mahmut, Nevzat Yusuf Sarıgöl, Yaşar Memedemin, Altay Kerim, Emel Emin.
    Mehmet Niyazi
    (Aşçılar, 1878-Mecidiye, 1931)
    Romanya Türk Edebiyatının en önemli temsilcisidir. Ataları Kırım’dan gelen şair, 1878’de Aşçılar köyünde doğmuştur. Gençlik yıllarında İttihatçıların ideallerini benimsemiştir. Okulunu bitirir bitirmez, 1898’de idealist bir öğretmen olarak ata yurdu Kırım’a gitmiştir. 1904’de, İstanbul’dan doğdığu yere yani Romanya’ya dönmüştür. Elli üç yaşındayken vefat etmiştir.
    Mehmet Niyazi, hayatı boyunca çektiği zorluklara karşılık, şiirleri, yazı ve konferansları ile kendini Dobruca Türklerini aydınlatmaya, onlara yeni bir ruh vermeye adamış, hayatı boyunca Türklük ve Kırım davası için uğraşmış bir idealisttir. Mehmet Niyazi’nin şiir ve nesirlerinden bir kısmı, İthâfât, Sagış adı altında yayımlanmıştır. Kırım’la ilgili şiirleri ise Kırım Şiirleri adıyla basılmıştır. Şiirlerinde tamamen sosyal fayda prensibini ön plânda tutan şair, estetik kaygı içinde olmamıştır.

    3 NİSAN SENE 317
    (Rusya’a giderken yazımıştır.)
    Efendiler! Sizi ben pek severdim,
    Mücessem bir melekti her biriniz,
    Sizinle iftihar daim ederdim,
    Fakiri ba’zı kere yâd ediniz!
    Efendiler! Eya has arkadaşlar,
    Hatırlar mısınız maziyi bazen?
    Geçerdi halisâne bazı demler
    Şehâdet yâdigârıydı o…cidden!
    Ziyaret etmeliydim ben sizi ah…
    Hele son bir veda kılmalıydım;
    Vedam pek değersiz oldu eyvah…
    Size hep canı kurban etmeliydim…
    Yazın, Allah için, bazı makâlât
    Ricamı etmemek red şart-ı âzam;
    Tanınsın âlen-i fürkat, mavâlât
    Unutmam ben sizi Allahu a’lem!
    II.Bulgaristan Türk Edebiyatı

    1877-1878 Türk-Rus Savaşı sonucu bir Bulgaristan devleti kurulur. Yeni Devletin sınırları içinde kalan Türklere de Bulgaristan Türkleri denmeye başlar. Bulgar Devleti kurulduğundan beri Bulgarların Türklere yönelik esas politikalarında hiçbir deişiklik olmamıştır. Baskılar, zorunlu göçlerle Türklerin sayısını azaltmak, Bulgaristan’da demografik manzarayı değiştirmek, Bulgarların başlıca amacı olmuştur.
    Sözlü Edebiyat

    Bulgaristan Türklerinin edebiyatı, Rumeli Türk edebiyatının bir devamı olarak iki yönde gelişmesini sürdürür. Bir yandan sözlü halk edebiyatı vardır, öte yandan da bir yazılı edebiyat vardır. Sözlü edebiyat, kendi özelliğinden dolayı, Rumeli topraklarında yüzyıllar boyunca Rumeli Türklerinin yaratmış oldukları sözlü edebiyat geleneklerini Bulgaristan Türkleri sürdürebilmiş ve yeni koşullarda yaratılan eserlerle bu sözlü edebiyat geleneklerini Bulgaristan Türkleri sürdürebilmiş ve yeni koşullarda yaratılan eserlerle de sözlü edebiyatı daha da zenginleştirebilmişlerdir.
    Geçen yüzyılın kırklarından başlayarak doksanlı yılların başlarına kadar çalışmalarını sürdürmüş Bulgar aydını, öğretmen, şair, gazeteci Petko R. Slaveykov, Türk atasözleri ve özlü sözler Türkçe olarak Bulgarlar tarafından sık sık kullanıldığından başka, bazen Bulgarca konuştukları zaman da, anlamına göre ve Bulgarların yaşayış tarzına, Hristiyan âdet ve geleneklerine uygun biçimlerini bularak bunların çevirisini yapmışlardır demektedir.
    Türk folkloru sayesinde Bulgar folklorunda masal ve özellikle efsane türünün oluştuğu Bulgar bilginlerince itiraf edilmektedir. Türk etkisi Bulgarların şehir şarkılarına, musıkisine, oyunlarına kadar uzanmaktadır.1944’ten sonra komünist rejim döneminde Türk aydınları sözlü halk edebiyatına, folkloruna ilgi göstermeye başlamıştır. 1950’lerde bir hayli malzeme toplanmış ve oldukça zengin bir arşiv toplanmıştır.
    Bulgaristan Türk halk edebiyatı üzerinde ilk bilimsel çalışmalara da başlanmıştır. Riza Mollov yıllar boyunca çalışmış ve sonunda 570 sayfalık monografisini incelemeye sunmuştur. Ancak bu güzel eser, araştırmacının başına çok huzursuzluklar getirmiş ve eserin de yayımlanmasına imkân verilmemiştir.


    Yazılı Edebiyat

    Bulgaristan Türklerinin yazılı edebiyatı 120 yıllık tarihi boyunca bir azınlık edebiyatı olarak Rumeli Türk Edebiyatı geleneklerini sürdürmeye çalışmış; ancaki ağır toplumsal koşullar yüzünden sık sık durgunluk hatta suskunluk dönemi yaşamıştır.
    Doksanüç Savaşı, sonra da Balkan Savaşının getirdiği büyük felâketler Bulgaristan Türkünün sözlü edebiyatında ağıt, destan, efsane şeklinde eserlerde dile getirilmişse de, yazılı edebiyatta bu konularda eserler yayımlamak kolay olmamıştır.

    Bulgaristan Türklerinin yazılı edebiyatı bir bütün olarak araştırılmamış, birçok sorunun açıklığa kavuşturulmasına geç başlanmıştır. Bu alanda ilk yazılara Türkçe çıkan Yeni Işık ve Halk gençliği gazetelerinin 1948 tarihli sayılarında rastlıyoruz. Süleyman Hafızov, Edebiyatımız, Sağlam Esaslara Dayanarak Tenkit Edelim; Osman Sungur, Edebiyata Dair, Edebiyat başlıklı yazılarla Bulgaristan Türklerinin sanat eserlerini değerlendirmeye çalışmışlardır. Bu yıllarda edebiyat ile ilgili yazılarda Hafız İslâm Ergin’in de imzası bulunmaktadır.
    Aralık 1984’te başlatılan ve 1985’in ilk aylarında Türklerin adlarının zorla Bulgar adlarıyla değiştirildiği, ölüm kamplarını ve hapishanelerin Türklerle dolduğu, Bulgaristan’da Türk yoktur, denilen bir dönemde, N.Hafız, hazırladığı antolojiyle Bulgaristan’da Türk varlığını ispat etti, bu çalışmasıylao karanlık günlerde Bulgaristan Türklerine manevi destek oldu.
    Türkiye’de çıkan göçmen dergilerinde de 1989’dan önce ve 1989 Büyük Göç’ünden Bu yana Bulgaristan Türkleri edebiyatı hakkında yazılar veya sadece yeni şiir, hikâye vb. eserler basılmıştır.
    Bulgaristan Türkleri edebiyatında başlıca şu üç dönemden söz edilebilir:

    1. Bulgaristan Devletinin kuruluşundan 1944 yılına kadar (1878-1944)
    2. 1944 yılından 1989 yılının sonuna kadar
    3. 1990 yılından günümüze kadar.


    Birinci Dönem Edebiyatı

    1878-1944 yılları arası dönem birçok askerî ve politik olaylarla doludur. Bu olayların çoğuna Osmanl Devletinin Rumeli kanadı sahne olmuştur. Doksanüç Savaşı, Doğu Rumeli’nin Bulgar Prensliğine katılması(1885), Türkiye’de İkinci Meşrutiyet’in ilânından yararlanarak Bulgaristan’ın da bağımsızlığını ilan etmesi, Balkan Savaşları, Balkanlar’da yeni yeni devletlerin kurulması, kitle halinde göçler, hep Rumeli Türkünün aleyhine olmuş hüzünlü tarihî gerçeklerdir.
    Birinci dönem olarak adlandırdığımız bu dönemin genel tablosunun Bulgaristan Türkleri edebiyatına da yansıması doğaldır. Çünkü edebiyat bir ölçüde gerçeklerin aynasıdır. Ancak bu dönemin sanatçıları henüz araştırılmamış, eserleri de gün ışığına çıkarılmamıştır.
    Turan gazetesi sayfalarıyla beraber Ahmet Rafet, Ahmet Sadi, Ahmet Gültekin, M.Oğuz’un imzalarını taşıyan ilginç düz yazı eserleri, röportajlar vb. de vardır. Bu dönemde Ziya gazetesi basılmıştır. 1931 yılında ayrı eser halinde basılmış “Uslu ve Süslü” başlıklı bir manzum hikâye de buluyoruz. Filibe’de basılmış bu eserin yazarı belirtilmemişse de Muharrem Yumuk’un yazmış olduğu söylenmektedir. Ders kitaplarında da millî ruhu okşayan şiirler, yazılar vardır.


    İkinci Dönem Edebiyatı

    Kızıl Ordunun Bulgaristan topraklarına girmesiyle 9 Eylül 1944’te komünistler iktidara gelir ve Sovyet modeli bir düzenin kurulmasına gidilir. Ülkede politik ve sosyal-ekonomik alanda gerçekleştirilen köklü değişiklikler kültüre, sanata ve edebiyata yansır. Yeni rejim ile ilgili ilk Türkçe güncel yazılar ve şiir denemeleri, Türkçe çıkmaya başlayan gazete sayfalarında belirir:

    Yıldız, çekiç ve orak bayrağımız
    Hak, adalet, müsavat dileğimiz
    Ancak bu sayede kardeş olduk biz
    Yaşasın vatansever milletimiz!

    Bu dönem edebiyatında da iki alt dönemden söz edilebilir. Birinci alt dönemin 1945’ten 1954’lere kadar sürdüğü, ikinci alt dönemin de 1955’ten 1990 yılının başına kadr devam ettiği söylenebilir.
    Birinci alt dönemin edebiyatında Tanzimat Edebiyatının etkisi vardır. İkinci alt dönem edebiyatı daha farklı koşullarda gelişmeye başlar. Türklerin yaşamında da artık birçok yenilik raylara oturtulmuştur.
    Türk edebiyatı, Bulgaristan Türk sanatçılarına dil, üslûp ve ifade zenginliği açısından örnek olur. Konu ve ideolojik açıdan da Sovyet ve Bulgar edebiyatı oldukça etkili olur. Bu dönemde önemli isimler yetişmiştir: Selim Bilâ, Riza Mollov, Kemal Bunarciev, Yusuf Kerimov, Enver İbrahimov, Salih Bahlaciev, Süleyman Gavazov, Hasan Karahüseyinov vb.
    Söz konusu alt dönem edebiyatında kadın sanatçılarımızdan Mefküre Mollova, Nadiye Ahmedova, Lâmia Varnalı, Necmiye Mehmedova yaratıcılıklarını sürdürmüşlerdir. Hikâye türünde değerli eserler veren Selim Bilâlov, Kemal Bunarciev, Ahmet Tımışev, Sabri Tatov, Hüsmen İsmailov, Muharrem Tahsinov ve daha birçok sanatçımız. Uzun hikâye türünde eser yazan Sabri Tatov ve Ömer Osmanov olmuştur. Mizah ve fıkra alanında da başarılı eserler yazılmıştır. Mehmet Bekirov, Ahmet Tımışev, Turhan Rasiev vb. bu tür eser yazan sanatçıların başında yer almaktadır.
    Sahne eserleri türünde de başarı sağlanmıştır. Bu edebî türde ilginç eserler veren Yusuf Kemirov, Hasan Karahüseyinov, Sabri Tatov ve daha birçok sanatçı olmuştur. Çocuk medebiyatı da bu dönemde oldukça gelişmiş ve çocuklara ait bir hayli şiir ve düz yazı eserler yazılmıştır. Çocuk edebiyatının gelişmesi Ahmet Şerifov ile başlar.




    Üçüncü Dönem Edebiyatı

    1989 yılı, Büyük Göç yılı olarak tarihimize geçmiştir. Aslında 1984 yılı Büyük Göç’ün başlangıcı olmuştur. Çünkü göç günümüzde de devam etmektedir.Resmî olmayan kaynaklardan alınan bilgilere göre, söz konusu tarihten bugüne kadar Bulgaristan’ı terk eden Türklerin sayısı 600 bini aşmış bulunmaktadır. Yirmi bin Türk aydının Bulgaristan dışında bulunduğu söylenmektedir. Bulgaristan Türklerinin aydın zümresi oldukça azalmıştır. Bulgaristan’da yaratıcılığını sürdüren ve büyük saygıya değer bu aydınlarımızın, kültür ve edebiyat geleneklerimizi ayakta tutmak ve hattâ gelişmekte kararlı oldukları bir gerçektir.1990’dan bu yana demokratikleşme yolunda adımlar atmakta olan Bulgaristan’da edebiyatımız. Estetik değeri yüksek yeni yeni eserlerle zenginleşmektedir.
    Üçüncü dönem edebiyatı temsilcileri Kemal Bunarciev, Yusuf Kerimov, Ahmet Tımışev, Mustafa Kahveciev, Muharrem Tahsinov, Halit Aliosmanov, Mustafa Mutkov, İsmail Çavuşev, Faik İsmailov, Mülazım Çavuşev, Ali Pirov, Ali Bayramov, Osman Azizov, Naci Ferhatov, Turhan Rasiev, Sabri İbrahimov, Ali Durmuşev, Aliş Sayidov, Mehmet Sansarov, Mustafa Çetev, İsmail Yakubov, Saffet Eren, Servet Tatarov, Kadir Osmanov ve daha birçok sanatçımızdır.
    Üçüncü dönem edebiyatı, konu bakımından ikinci dönem edebiyatından ayrılmaktadır. Önceki dönemde angajelik artık yoktur. O zamanlar tabu olan ya da başka açıdan ele alınan din, dil, özgürlük vb. konular bugün sanatçıların işledikleri esas konulardır.

    Kısaca özetleyecek olursak, şunu belirtmeliyiz:
    Bulgaristan Türkleri edebiyatı ağır koşullarda gelişebilmiş, zaman zaman durgunluk ve hattâ suskunluk dönemleri olmuşsa da varlığını yine sürdürebilmiştir.
    Bulgaristan Türk şiirinde aruz vezni kullanılmakla birlikte daha çok, hece vezni ve serbest nazım tarzları tercih edilmiştir.
    Edebiyat türlerine gelince: Birçok halkın edebiyatında olduğu gibi, Bulgaristan Türkleri edebiyatında da şiir türü çok gelişmiştir. Yüz yirmi yıllık edebiyatımızın büyük bir bölümünü şiir oluşturur ve bu hususta oldukça başarı sağlanmıştır. Hikâye, ikinci sırada bulunur. Hikâye türü yavaş ve zor gelişmiştir. Estetik değeri olan hikâyelere ellilerin sonlarında rastlanır. Roman türüne 1960’lı yıllarda başlanarak birkaç eser yayımlanmıştır.Mizah, halk edebiyatından gıdalanarak günümüzde de gelişmesini sürdürmektedir.
    Ancak zamanlar artık öylesine değişti ki, Bulgaristan Türkünün sadece felâket destanı değil, kahramanlık destanları da yazılacak, sadece göç marşı değil kahramanlık marşları da bestelenecektir. Son yıllarda Türk dünyasının Uyanış Dönemine girmesi, Türkiye’nin de yakın ilgisi Bulgaristan Türkleri hakkında şimdiye kadar yazılmamış ya da yazılması mümkün olmamış eserlerin yazılacağını müjdelemektedir.

    Eserleri

    Mâniler
    Deyadan gemi gelir
    Gönlümün gamı gelir
    Ah bu zalım gurbetlik
    Ne kadar da zor gelir
    **
    Tiren gelir çekerek
    Sularını serperek
    Bulgar bizi ayırdı
    Gözyaşımızı dökerek
    **
    Gemi geldi yan geldi
    İçinde bir can geldi
    Vatan hasreti çektim
    Gözlerime kan geldi
    **
    Şu giden kayık mıdır?
    Yelkeni yayık mıdır?
    Yârim gitti gurbete
    Ağlamak ayıp mıdır?
    Türküler
    Mapushane Türküsü
    İçinizden biri idim
    Karlar gibi eridim
    Anadilimiz için
    Hapislerde çürüdüm
    **
    Gide gide yoruldum
    Sular gibi duruldum
    Üzülme anneciğim
    Dilim için vuruldum
    **
    Mahpustan geldiğimi
    Gördün mü güldüğümü
    Güzel dilimiz için
    Bağışla öldüğümü



    Önemli İsimleri

    Aşık Hıfzı, Hüseyin Raci Efendi, Aliosman Ayrantok, Mehmet Müzekkâ Con, İzzet Dinç, Mustafa Şerif Alyanak, Muharrem Yumuk, Mehmet Behçet Perim, Ali Kemal Balkanlı, Lütfi Erçin, Osman Kesikoğlu, Mehmet Fikri, Oğuz Peltek, Mehmet Muradov, Selim Bilâlov, Osman Kılıç, Rıza Mollov, Mustafa Kahveciev, Nuri Turgut Adalı, Yusuf Kerimov gibi daha birçok isim vardır.


    III.Makedonya Türk Edebiyatı

    Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşları sonucunda Balkanlar’dan el çekmek durumunda kalmasıyla beraber, Makedonya’da yaşayan Türkler, hayatlarının her alanında tahammülü zorlayan ölçüde bir eziyete maruz kalmışlardır. Uzun yıllar sürecek olan Makedonyalı Türklerin bu perişan durumunda en ağır darbeyi yiyen, ne yazık ki hayat kavgası içidenki kitlelerin en son hatırlayabildikleri, buna göre de en az önemseyebildikleri kültür-sanat, dolayısıyla da edebiyat olmuştur.
    Makedonya’nın Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunduğu beş yüzyıl boyunca, Üsküplü şair Zâri’den tutun da Çağdaş Türk Şiirine damgasını vuran Yahya Kemal Beyatlı’ya kadar birçok şair yetiştiren bu topraklarda, Balkan Savaşlarıyla birlikte Türk edebiyatının susma noktasına geldiği söylenebilir.
    Makedonya’da Türk Edebiyatının gelişiminin üç dönemden geçtiği açıkça dile getirilir:

    1. Osmanlı Dönemi Makedonya Türk Edebiyatı;
    2. Balkan Savaşları’ndan sonra Makedonya Türk Edebiyatı;
    3. Çağdaş Makedonya Türk Edebiyatı

    Öncelikle kısaca Balkan Savaşlarından sonra Makedonya Türk edebiyatında görülen suskunluğun göçün dışında bazı sebepleri daha var onlara bakalım:

    a. Makedonya’da yaşayan Türklerin son derece kötü toplumsal, ekonomik durumu
    b. Türkçe öğretime son verilmesi;
    c. Yetersiz, süreksiz ve düzensiz basın etkinliği;
    d. Özellikle Türkiye’de Latin alfabesine geçişle, Makedonya Türklerinin ana ülke edebiyatından koparılması;
    e. Yayıncılık faaliyetlerinin olmaması;
    f. Göçün devam etmesi.

    Günümüze yakınlığı itibariyle Çağdaş Makedonya Türk Edebiyatını inceleyelim:

    İkinci Dünya Savaşı’nın hâlâ devam ettiği 1944 yılının 23 Aralık tarihinde, Üsküp’te ilk sayısı yayımlanan “Birlik” Gazetesi’nin, Makedonya Türklerinin bu topraklardaki geleceğine dair yeni bir umut ısığı yaktığı tarihi bir gerçektir. Hiç beklenmedik bir anda atılan bu önemli adım, yeni kurulan Tito rejiminde, toplumsal hayatın her alanında, Türklere karşı yaklaşımının farklı ve eski krallık rejimdekine kıyasla daha olumlu olacağını ilk inandırıcı belirtisidir aynı zamanda.
    Çağdaş Makedonya Türk Edebiyatı’nda ilk hikâye örneği olarak kabul edebileceğimiz Mustafa Karahasan’ın “Hapishanede Bir Gece”si, 1946 yılının ilk yarısında yayımlanmıştır. 1949 yılının Mayıs’ında yayımlanmaya başlayan “Yeni Kadın” Dergisi, “Birlik” Gazetesi’nden sonra Makedonyalı Türk yazarlara varlıklarını duyurabilmeleri için artı bir imkan demekti.
    50’li Kuşağı değerlendirirken, bu kuşakta yer alan büyün yazarları aynı kefeye koymamak gerekir. Yaratıcılıklarndan söz ederken her yazar hakkındaki fikirlerin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Mesela, Necati Zekeriya ve İlhami Emin’in yaratıcılıkları ve edebiyatçı kimlikleriyle kuşağın diğer yazarlarını adeta “yaya bıraktıkları” hiç çekinmeden söylenebilir.
    60’lı kuşağa gelindiği zaman ise, 60’lı kuşağın 50’li kuşağa kıyasla edebiyata çok daha avantajlı olarak adım attığı su götürmez bir gerçektir.
    60’lı Kuşak, Çağdaş Makedonya Türk Edebiyatı’na yeni bir ses getirmiş, edebiyatın gelişim yönünü değiştirmiş olmasına rağmen, bir yandan o yıllarda artık önemli mevkilerde bulunan 50’li Kuşağın “Baş aktörlerinin”hâlâ “babalık tasmaları ve denetimi ellerinde tutma gayretleri” yüzünden, öte yandan ise kalabalık olmayışı nedeniyle edebi bir mücadele içine girmeyişinden ötürü edebiyatta gereğince söz sahibi olamamış, uzun yıllar 50’li kuşakla birlikte hareket etmek durmunda kalmıştır.
    70’li Kuşak yazarlarıın edebiyata daha hazırlıklı ve daha büyük birikimle girdiği hiçbir şekilde yadsınamaz. Bunda kuşkuşuz düzenli öğrenim görmelerinin, Türkiye ile Yugoslavya arasındaki kültür ilişkilerinin en üst düzeye ulaşmasıyla doğan birtakım yeni imkânların, iletişim alanındaki hızlı gelişimin, toplumun her kesiminde, özellikle de kültür ve sanatta daha geniş düşünce özgürlüğünün tanınmasının payı küçümsenmeye gelmez.
    Çağdaş Makedonya Türk Edebiatı ile ilgili yapılan en kapsamlı çalışmalar, 1983 yılında Türkiye Cumhuriyet Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları arasında yer alan, Reyhan ve Mustafa İsen tarafından hazırlanan “Yugoslavya Türk Çocuk Şiirinden Seçmeler” kitabıdır.


    Çağdaş Makedonya Türk Edebiyatı’ndan söz ederken, bu edebiyatın başlangıcından günümüze kadar en önemli meselesinin dil olduğu vurgulanmak durmundadır.
    1960’lı yıllarda Necati Zekeriya’nın çocuk öyküsüne yönelmesiyle öykü yaratıcılığında tekrar umut verici bir canlanma görülmeye başlamıştır. Kuşkusuz ki bunda, Necati Zekeriya’nın 1961 yılında yayımlanan “Bizim Sokağın Çocukları” çocuk öyküleri kitabının ulaştığı başarının büyük payı vardır.
    1970’li yıllardan sonra öyküde şiirdeki gibi bir hareketlilik olmamasına rağmen, öykü yaratıcılığının devam ettiğine tanık olmaktayız. 1960’lı yılların sonlarında dram türünde dikkatleri üzerine çeken bir kıpırdama görülmüştür. O zamana kadar şair olarak bilinen İlhami Emin’in “ Yabancılar” ve “ Nasrettiin” adlı oyunları, Çağdaş Makedonya ürk Edebiyatı’nda tiyatro türünün gelişimi bakımndan büyük umutlar doğurmuştur. 1970’li yıllar, eleştiri ve denemeye yönelik çalışmaların giderek önem kazandığı bir dönemin başlangıcıdır.
    Çağdaş Makedonya Türk Edebiyatı’nda roman türünün yokluğu sık sık gündeme gelmiş, bunun nedenleri çokça tartışılmıştır.

    Eserleri

    Türküler ve Mâniler
    Böyle Ölüm Gömedim
    Çarşamba güni davullari çaldirdim
    Perşembe güni misafirlar dagıldi
    Kızım kızım gelin kızım
    Ne oldi sana bilmedim
    Hiç ömrümde böyle ölüm görmedim
    Arabalar Ana Vardı
    Arabalar ana vardi dayandı
    yavrum dayandi,
    Nazlı da yarim uykusundan uyandı
    yavrum uyandi,
    Oyandi de gül yastiga dayandi
    Yavrum dayandi.
    Deyimler
    Acıyan çok ama para veren yok.
    *
    Anasindan dogali gülmedi.
    *
    Alep orda ise arşin burdadır.
    *
    Onun ipiyle kuyiya inılmaz.
    Önemli İsimleri

    Hüseyin Süleyman, Abdülfettah Rauf, Enver Tuzcu, Şükrü Ramo, Mustafa Karahasan, Şerafettin Nebi, Lütfi Seyfullah, Necati Zekeriya, Mahmut Kıratlı, Fahri Kaya, İlhami Emin, Esat Bayrami, Cavit Saraçoğlu, Mustafa Yaşar gibi pek çok isim vardır.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Balkan Edebiyatı(Ders Notlarıdır)

          Kategori: Ödev İstek

          Konuyu Baslatan: Aylin's

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1837

    HÜZÜNLER KALDI BENDE...

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş